Fotoğrafta Duru, Ulaş, Duru'nun ablası Selenay ve Tolga var.
Perdenin Ardındakiler - Bu Şehir Bugün Sensiz
İyi okumalar...
Ulaş: Duru
Ulaş: Biz Asena'ya geçiyoruz
Ulaş: Sen de gelsene
Ulaş: Asena istedi
Ulaş: Buluştuğunuz gün numaranı almayı unutmuş
Ulaş: Ben de vermedim numaranı, sizi birbirinizden uzak tutmam lazım
Duru: Ona çok teşekkür ettiğimi ama gelemeyeceğimi söyle
Ulaş: Neden?
Ulaş: Furkan ve Gürkan'dan çekiniyorsan eğer çekinme
Ulaş: Okulda Furkan'ı bilemem ama Asena'nın annesinin yanında çıtı çıkmaz
Ulaş: Gürkan zaten sessiz sakin
Ulaş: Hem bakarsın onlarla da çok iyi anlaşırsın
Ulaş: Erkek kanka istiyordun ya hani
Duru: Yok ya ondan değil
Duru: Gelmek isterdim ama gelemem
Duru: Asena'yla daha yeni tanıştık, belli ki nezaketinden davet etmiş
Duru: Kendimi sizin aranızda tuhaf hissederim
Duru: Bunların hiçbiri olmasa da gelemem zaten
Ulaş: Annen evde değil mi yoksa?
Duru: Evet, değil
Duru: Ablama ben bakıyorum şu an
Duru: Dışarıya çıkaracağım onu
Duru: Senin de dediğin gibi
Duru: Nasılsa benimle konuşmuyor, itiraz edemez
Ulaş: Duru sana bir şey soracağım ama yanlış anlama
Duru: Tahmin ediyorum o soruyu
Ulaş: Baban nerede?
Duru: Doğru tahmin etmişim
Ulaş: Anlatmak istemezsen anlarım, üstüne gitmem
Duru: Yok ya, ondan değil
Duru: Anlatılacak pek bir şey yok
Duru: Normal bir baba işte
Duru: Annem hep bizimle daha çok ilgilenirdi, buna alışmıştık zaten
Duru: Ablamın kazasından sonra annem gece vardiyası olan bir işe girince eve çok yorgun dönüyordu
Duru: Babam da işe gidiyordu ama onun evde olduğu zamanlarda da ablamın başında ben duruyordum
Duru: Annem haliyle gergin olunca babamla sürekli kavga etmeye başladılar
Duru: İşte sen ne işe yarıyorsun, o senin kızın değil mi, ne biçim adamsın sen gibi çok iğneleyici sözler kullandı annem babama karşı
Duru: Babam da eve uğramamaya başladı
Duru: Babaannemin yanında kalıyor genelde
Ulaş: Annen biraz sert bir dil kullansa da haklı olduğu noktalar var
Ulaş: Babaannen bir şey demiyor mu bu konu hakkında?
Ulaş: Sonuçta onun da torunu
Ulaş: Sadece sen ve annenin ablanın başında durması yeterli gelmez, babasına da ihtiyacı var bu kızın
Duru: Babaannem annemin tarafında olmaz hiç
Duru: Zaten en başında evlenmelerini istememişti
Duru: Bu yüzden annemin arkasında duracağını sanmıyorum
Duru: Durmamış olacak ki babam eve uğramayıp annesine gidiyor
Ulaş: Tüm yükü annenle sen omuzladınız yani
Duru: Yük olarak bakmıyorum ben
Duru: Onca yaptığımdan sonra çıtımı çıkarmaya hakkım yok
Duru: Ablamın hayatı benim yüzümden mahvoldu
Duru: Şimdi izninle, ablamı dışarıya çıkaracağım
Ulaş: Pekala, size iyi eğlenceler
Duru: Sana da
Duru: Görüşürüz
Ulaş: Görüşürüz
***
Duru
"Hava çok güzel, dışarıya çıkalım mı? Ne dersin?"
Başımı sağa doğru eğip ablama baktığımda her zamanki gibi bana bakmamış, hiçbir şey söylememişti. Gülümsemeye devam ettim.
"Hadi hadi, sen de istiyorsun." Anneme ablamla dışarıya çıkacağımı söylediğim için üstü giyinikti, benimki sadece şebelikti işte. Belki bir umut, ufacık da olsa gülümser diye uğraşıyordum. Aslında boşuna çabalıyordum ama ondan ümidimi kesemezdim. Ablamı hayata küstüren bendim, hatamın yüklediği sorumluluğun farkındaydım. Onu hayata döndüren de ben olmalıydım.
Ablam tepkisiz kalmaya devam ettiğinde tekerlekli sandalyesini kapının önüne kadar getirdim. Dışarısı için ayrı, ev için ayrı tekerlekli sandalyesi vardı. Dışarısı için olanı çok sık kullanmıyorduk. Nedenini bilmiyordum. Neden hiçbirimiz ablamı dışarıya çıkarmamıştık? Hastane kontrollerinin dışında hep evde duruyordu.
Ablamı koltuk altlarından tutup kaldırdım ve dışarısı için kullandığımız tekerlekli sandalyesine bindirdim. Evin kapısını açıp ablamın montunu giydirdiğimde bacaklarını örtmek için bir battaniye bulmuştum. Montumu giyip beremi kafama geçirdim ve evden dışarıya çıktık.
Asansörle zemin kata indiğimizde apartmanın dışına çıkmıştık. Neyse ki apartmanımızda merdivenlerin yanında engelli rampası vardı. Engelli bireyler de bu toplumun bir parçası olmasına rağmen her binada onlar için rampa bulunmuyordu. Bazen de görme engelli bireylerin sarı şeritli yoluna arabalar utanmazca park ediyordu. Bunlara daha önce de dikkat eder ve sinir olurdum ancak ailemden biri yürüme yetisini kaybettiğinde gözüme batmaya başlamıştı.
Kimi zaman gittiğimiz yerden içeriye girmek bizim için bir işkenceye dönüşüyordu. O tekerlekli sandalyeyle merdivenleri çıkarmak tek kişinin yapabileceği bir iş değildi. En azından ben yapamıyordum, ablamı düşürürüm korkusuyla denemiyordum da. Sadece bir rampa... Bunu yapmak ne kadar zor olabilirdi? Ne zaman yürüme, görme, duyma veya konuşma yetisini kaybetmiş insanlara engel olmaktan vazgeçecektik?
Dışarıya çıktığımızda soğuk rüzgar yüzüme çarpmıştı. Yanıma aldığım battaniyeyi ablamın bacaklarının üzerine örtüp yürümeye başladım. Şu an temiz hava almak, dışarıda olmak ona nasıl gelmişti bilmiyordum ama yıllardır ablamla dışarıya çıkamamış ben gayet iyi hissediyordum.
Gözlerimi etrafta gezdirerek ilerlerken bir yandan da ablama dışarının raporunu veriyordum. Aslında o da görüyordu ne olup bittiğini ama öyle heyecanlıydım ki çenemi kapatamıyordum.
"Ay, abla. Geçen hafta şu adam yanındaki kadınla sokak ortasında bir kavga etmiş görmen lazımdı. Kadın anasından emdiği sütü burnundan getirdi adamın resmen." Hafifçe gülüp kendimce ablamla sokağın dedikodusunu yapmaya devam ettim. Gözüme çarpan tanıdık simaya kadar konuşmaya devam etmiştim.
Adımlarım yavaşladı. Bu kıvırcık saçlı, kirli sakallı çocuğu bir yerden tanıyordum ancak şu an nereden olduğunu kestiremiyordum. Gözlerimi kısıp bir süre çocuğu inceledim. Bakıldığını hissetmiş olacaktı ki bu tarafa bakmış, göz göze gelmiştik. O da bana beni tanıyormuş gibi bakıyordu.
Bakışlarımı ondan çekip ablamın tekerlekli sandalyesini ittirmeye devam ettim. Bu çocuğu tanımıştım. O yağmurlu günde Ulaş'ın annesi ve babası beni arabalarına aldıklarında bu çocuk da vardı arabada. Adı Tolga'ydı, daha sonra Ulaş'ın ardından arabadan inmişti. Orada kavga edecekler diye çok korkmuştum.
"Bunun ne işi varsa burada..." diye homurdanıp önüme bakarak yürümeye devam ettim. "Biliyor musun abla? Şu kıvırcık çocuk benim arkadaşımın canını çok yaktı. Hangi arkadaşın diye soracaksın kesin, biliyorum. Amma da meraklısın." Kendi kendime gülüp konuşmaya devam ettim, konuşurken ister istemez ablama doğru eğilmiştim.
"Sana da bahsettim ya, bir tane erkek kankam var artık. Görsen, tanısan çok seversin. Çok tatlı bir çocuk, çok eğlenceli. O çocuğu bile üzdüler. O yüzden gıcık oluyorum bu çocuğa."
Yerimde doğrulup sessizleştim, Tolga tam da şu an yanımızdan geçiyordu. Beni bir yerden tanıdığı için bakışlarını üzerimde hissediyordum ama o tarafa bakmamakta kararlıydım. Adımlarımı hızlandırdığımda ön taraftan gelen gürültüyle yerimde donakalmıştım.
Ablam, tekerlekli sandalyesinden düşmüştü.
Yüzüstü bir şekilde yerde uzanan ablama bakakalmıştım birkaç saniye, kulaklarım çınlıyordu. Ellerimi tekerlekli sandalyeden çekip titreyen bacaklarımla ablama doğru ilerledim. Ayakta durmaya gücü yetmeyen bacaklarımı yerle buluşturduğumda ablamı kendime doğru çevirecek gücü nasıl bulmuştum, bilmiyordum.
Yüzünü kapatan saçlarını çekmek için elimi uzattığımda tir tir titreyen parmaklarım ve bir anda kafamıza üşüşen insanlar gerginliğimi artırıyordu. Etraftan gelen seslere, ne olduğunu soran insanlara kulağımı tıkamıştım sanki. Tek duyduğum birbirine karışmış sesler, tek gördüğüm ise ablamın yerde yatan bedeniydi.
"Abla..." diye mırıldanıp elimi yeniden uzatmayı denedim. Nefes alamıyordum, bu kadar insanın etrafımıza sarılmış olması hiç iyi olmamıştı. Ne ablam ne de ben temiz havaya ulaşamıyorduk.
"Açılın da kız nefes alsın! Bayılan birinin etrafı bu kadar sarılmaz ki." Birinin homurtusuyla etrafımızdaki kalabalık çekilirken ablamın üzerine gölgesi düşen kişiye bakmak için kafamı kaldırmıştım.
Tolga, endişeli bakışlarla ablamı incelerken benim gibi yere çökmesi uzun sürmemişti. Benim yapmaya güç bulamadığım şeyi yapıp parmaklarıyla ablamın saçını suratından çekti. Açılan yüzünde gördüğüm kanla gözlerim kararırken Tolga'nın elini omzumda hissetmiştim.
"Deniz'di, değil mi?"
Kafamı salladım yalnızca, konuşacak durumda değildim. Tolga, parmağını çeneme sararak kafamı kendisine doğru çevirdi. "Kan mı tutuyor seni?"
Yine kafamı salladığımda Tolga, yüzünü ekşitmişti. İki elini omzuma sarıp beni hafifçe sarstı. "Derin bir nefes al, Deniz. Şu an fenalaşamayacağını sen de iyi biliyorsun. Yalnızca iki kolum var, ikinizi birden kucaklayıp hastaneye götüremem ya?"
Bakışlarımı ablama çevirecek gibi olduğumda Tolga, buna izin vermemişti. "Bakma." dedikten sonra elini ceketinin cebine atıp bir araba anahtarı çıkardı ve elime tutuşturdu. "Bunu al, arabam biraz ilerde. Kapıyı açtığında yanıp sönen ışıklardan görürsün zaten. Ben de arkadaşını getireceğim, tamam mı?"
"Ablam." diye mırıldandım sanki şu an en önemli şey buymuş gibi. Kafasını onaylarcasına sallayıp ablama döndü ve onu özenle kucağına aldı. Ablamın alnının kanayan noktası görüş açımdan çıktığı için rahatlıkla ona bakmıştım. Tolga, ablamın suratını incelerken benim hâlâ olduğum yerde dikildiğimi fark etmemişti.
"Tamam." diyerek etrafıma bakındım. Temiz havadan olsa gerekti, ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Belki de üzerimdeki yükün çoğunu Tolga aldığı içindi, bilemiyordum. Elimdeki arabanın anahtarına bakıp açık kapıyı gösteren tuşa bastığımda ileriden ses gelmişti, kafamı kaldırdığımda ışıkları yanıp sönen arabayı görebiliyordum. Koşar adımlarla oraya ilerledim ve arka kapıyı açtım. Tolga, kucağında ablamla beraber gelmişti.
"Ön kapıyı aç."
"Ama-..."
"Sözümü dinle, ablanı görmemen şu an en iyisi. Yolda bayılıp kalmanı istemem."
Söyledikleri mantıklı geldiğinde hızlıca ön kapıyı da açmıştım. Tolga'nın ablamı özenle bindirmesini ve kemerini bağlamasını izledim. Açtığım kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçerken ben de arka kapıyı yeniden açmış, arabaya binmiştim.
Tolga, arabayı çalıştırdığında dikiz aynasından göz göze gelmiştik. O bakışmayla birlikte dudaklarımdan minnetim dökülmüştü.
"Teşekkür ederim."
İyi günler, 'gü'lerim ♥