"Bir sen var. Beni bile yok eden..."
Sabah saatlerinde sessiz sokakta tek başına yürüyen genç adam esneyerek yürümeye devam ediyordu.
Yorgun yeşil gözleri usul usul uyku diyerek bağırırken o zar zor açtığı gözleri ile biran önce eve gitmeye çalışıyordu.
Eve gidip uyuma hayalleri kuruyordu ama bu hayalleri duyduğu sesle yarıda kesildi.
Anlamayan gözlerle etrafa bakan Emre, kulağına doğru gelen sesle o yöne doğru yürüdü.
Özellikle ses yapmamaya özen gösteriyordu. Sesler her adımında dahada canlı gelmeye başlarken yeşil gözleri şaşkın şaşkın karşısındaki görüntüye bakıyordu.
Berk, sabahın köründe iki kişiyle kavga ediyordu.
Emre bu duruma gülse mi şaşırsa mı bilemedi. Meraklı gözlerle bakarken nefes nefese olan Berk'le göz göze geldi.
Emre yüzüne sevimli bir gülümseme takınıp, "Günaydın." dedi heyacanla. Berk anlamayan gözlerle ona bakarken Berk ile kavga eden iki kişi merakla Emre'ye baktı.
"Keyfinizi bozmayın. Ben geçerken uğradım. Devam edin lütfen. Kavga bu. Beklemeye gelmez."
Adamlar anlamayan gözlerle ona bakarken Berk birine sert bir yumruk vurdu. Emre heyecanla gözlerini irice açtı. "Wow!" diyerek tepkisini belli ederken Berk diğer adamı dövmeye çalışıyordu.
"Öyle vurulur mu mal? Ne yapıyorsun, horoz mu dövüştürüyorsun?"
Yumruk yiyen Berk dengesini kaybederek yere düşerken Emre, "Güzel vurdu." diyerek ona baktı.
"Yardım lazım mı?"
"Sen bir sus. Yeter o."
Emre, peki dercesine omuz silkip etrafa baktı. Gözüne çarpan banka doğru yönelip omuzundaki çantayı banka koydu. Sonrada bağdaç kurarak banka kendisi oturdu.
İki elini çenesine koymuş meraklı gözlerle kavgayı izliyordu.
"Sabah saatlerindeki kavgalar daha güzelmiş. Müthiş performans. Kahverengi deri ceketli beyefendi biraz daha zorlarsa senden pekmez yapacak, Berk."
"Emre bir siktir git. Dikkatimi dağıtıyorsun."
Emre bir beş saniye üzülmüş gibi yaptıktan sonra elini gözlerine koyup konuşmaya başladı.
"Tamam hadi bakmıyorum ben."
Berk şaşkın şaşkın bakarken fırsat bu fırsat diyen adam ayağa kalkıp ona büyük bir yumruk attı. Berk acıyla yüzünü buruştururken Emre ellerini birbirine vurdu.
"Vah vah! Rahmetli iyi çocuktu."
"Sen nereden çıktın lan?"
"Bu da soru mu mal? Sen nereden çıktıysan oradan. Tövbe tövbe."
Adamlar alaycı bir şekilde gülerken ayağa kalkan Berk, onları oyalayan Emre sayesinde biraz kendisine geldi.
"Sizin bununla tam olarak ne alıp veremediğiniz var? Kavga çok kötü bir şey."
"Bu arkadaş geçen gün bize biraz atarlandı. Bizde sen misin atarlanan diyip onu burada yakaladık. Biraz dersini verdikten sonra bırakırız."
Emre umutsuz bir şekilde iki adama bakarken Berk, birine tekme attı. Emre kendini tutamayıp güldü.
"İki kişi birine dalıyorsunuz ama bu sizi pert ediyor."
Elini alnına koyan Emre dayak yiyen Berk'e bakarken, "Halâ yardım istemediğine emin misin?" dedi. Yere yatmış olan Berk zar zor konuştu.
"Def ol git ulan. Bela mısın?"
"O bela seni beladan kurtaracaktı koçum. Sen kaybettin. Kahverengi deri ceketli beyfendi rica etsem bir tanede benim yerime vurur musunuz?"
"Tabi."
Kahverengi deri ceketli adam sertçe Berk'e yumruk attı. Berk, "Manyak herif." diyerek Emre'ye bağırırken Emre usulca çantasını omuzuna takıp ayağa kalktı.
"Güzel filmdi. Oyuncular rollerini müthiş oynadı. Bir daha aksiyon filmi izlemek istediğimde size geleceğim. Buna emin olabilirsiniz."
Berk acıyla Emre'ye bağırınca Emre, "Tamam gidiyorum." dedi ve arkasını döndü.
"Yardım teklifim hala geçerli."
"Def ol git, Seray."
"Mal bu ya. Herifler pekmezini akıtmış sana yardım edeyim diyorum. Bana güle güle diyorsun. İyilik filan kalmamış. Ayıp ya."
Emre omuz silkerek yürümeye devam ederken Berk birkaç saniye sonra onun arkasından, "Emre!" diye bağırdı. Emre'nin adımları dururken yüzünde gülümseme vardı. Yüzündeki gülümsemeyi saklayarak arkasını döndü.
"Vazgeçtim. Yardım et."
Emre gülüşünü saklama gereği duymadan gülerken Berk, "Eline düştüm ya..." diyerek mırıldandı.
"Gül tabi."
Emre çantasını kenara yere koyup üzerindeki ceketi çıkardı. Üzerindeki kazağın kollarını katlayıp, Berk'e yumruk atmak için hamle yapan kahverengi ceketli adama çelme taktı.
Adam saniyeler içinde yere düşerken Emre, "Pardon, ayağım kaydı." dedi. Berk ondan yardım alarak ayağa kalkarken bakışları sen ciddi misin der gibiydi.
"Ayak bu. Ne zaman kayacağı belli olmuyor."
Berk nefes nefese Emre'nin arkasında kendine zaman tanırken Emre sinirle ona doğru gelen adama bakıyordu.
"Gözüme vurmazsanız sizi az döverim. Yüzüme vurmazsanızda sizi çok daha az döverim. Nasıl fikir?"
"Bazen çok saçmalıyorsun, Seray."
"Ne? Yaralı yüzle Nehir'e evlenme teklifi filan edemem. Etsemde kabul etmez. Evde kalırım, Berk."
Emre yüzüne sert bir yumruk yiyince kendini tutamayıp alaycı bir şekilde güldü.
"Ama sende gel beni döv diyorsun arkadaş!"
Sinirle ona yumruk atan kişiye atakta bulunan Emre kavgayı tam anlamıyla başlatırken Berk'te kahverengi deri ceketli adamı dövmeye çalışıyordu.
Birkaç dakika süren kavga sonunda adamların yüzleri yara bere içinde kaçmasıyla son bulurken Berk, yere yatmış olan Emre'nin yanına yattı.
Birkaç saniye nefesini düzene soktuktan sonra aniden büyük bir kahkaha attı. Emre ona şaşkın şaşkın bakarken Berk ayağıyla Emre'nin ayağına sertçe vurdu.
"Manyak herif! Sana kavga gördün mü kaçacaksın demediler mi?"
"Dediler."
"Ee? O zaman niye kaçmıyorsun?"
Emre hafif yaralı olan yüzünü Berk'e çevirip bilmiyorum dercesine omuz silkti.
"Bilmiyorum. Sanırım vicdanıma laf anlatamadım."
Berk belli belirsiz bir gülümseme ile ona bakarken Emre elini kaşına götürdü. Eline kan gelince, "Siktir." diyerek mırıldandı.
"Nehir çok kızacak."
Berk başını gökyüzüne çevirip, "Hatırlıyor musun?" dedi. Emre merakla ona bakarken devam etti.
"Biz seninle yine böyle kavga ettiğimizde tanışmıştık."
Emre evet anlamında kafasını sallarken Berk yüzünde tebessüm ile konuşmaya devam etti.
"Ben yine iki kişi çocukla kavga ediyordum. Sen gelmiştin. Önce az önce yaptığın gibi oturup film izler gibi izledin. Sonrada gelip bana yardım etmiştin. Belki o günkü kavga çocuk kavgasıydı ama ben o günü hiç unutmadım."
"O zamanda böyle salaktın. Birinin ters bakışına hemen kavga çıkarır başını belaya sokardın. Bu yüzden kaç kere okuldan atılıyordun. Sen ne kadar mal bir herifmişsin ya."
Berk tekrar Emre'ye ayağı ile vurunca Emre'de sinirle ona vurdu.
"Müdür bana son bir şans vermişti. Bir daha kavga edersem okuldan atacaktı."
Emre'nin aniden yüzü düşerken yeşil gözlerini etrafta gezdirdi. Berk, "Bende seninle kavga etmiştim." diyerek mırıldandı.
"O gün müdüre, seni döven ben olduğum halde sırf ben okuldan atılmayayım diye ben başlattım ben dövdüm demiştin. Açık söylemek gerekirse okuldan atılırsam babam beni ne yapardı bilmiyorum. Ama o gün senin kavga etmemize rağmen beni koruman işime gelmişti."
Emre yattığı yerden kalkıp yere oturdu. Berk'te onu taklit ederek oturdu ve ilk defa Emre'ye açık açık fikirlerini anlattı.
"Çok güzel adamsın be Seray."
Emre merakla ona bakarken Berk, elini dizlerine koyup konuşmaya devam etti.
"Ben sana Elif için düşman olduğum halde, o gün sana inanmayıp kendime inandığım halde, kardeşim dediğim seni o gün dövdüğüm halde sen bana hiç bir şey yapmadın. Ben sana bağırdım, sustun. Ben sana vurdum. Sayısız kere... Ona rağmen bana bir kere bile elini kaldırmadın. Ben kalleş oldum. Ama sen kardeş olmaktan vazgeçmedin."
Berk başını öne eğerek parmaklarıyla yere şekil çizmeye başladı.
"Biz seninle çok güzel dostuk be."
Emre evet anlamında kafasını sallarken Berk, "Ben onuda bok ettim." dedi. Emre yine evet anlamında başını salladı.
"Şimdiki aklım olsa Elif'i değilde seni seçerdim. Boktan bir aşk yerine bana koşulsuz şartsız kardeş olan seni seçseydim belki her şey daha güzel olurdu."
Berk kendini tutamayıp sessiz sessiz ağlarken Emre onun ağladığını fark etmemişti.
"Ama benimde canım çok yandı. Ben aldatılmış kadar oldum, Emre. Ben Elif'i sevdim. Oda seni sevdi. Keşke sevmeseydim lan. Keşke o zaman onun acısına sana düşman olmasaydım. Ben çok yanlış yaptım. Elif'i sevmedin diye sana düşman oldum. Şimdi düşününce anladım. Aptalca bir şeydi. Galiba Elif'i sevseydin yine sana düşman olurdum. Aslında ben kendi içimde sana çoktan düşman olmak için bahaneler olmuşum. Ah aptal kafam. Çok düşman olacak insan var. Ama niye sana düşman oldum ki?"
Berk kendi kendine, geçmişindeki kendisine kızarken Emre ayakkabısının bağcıkları ile oynuyordu.
Berk'e bakmamak için dikkatini bağcıklarına vermişti.
"Emre? Sana bir şey sorabilir miyim?"
Berk ona dönünce Emre yeşil gözlerini ona çevirip kafasını olumlu anlamda salladı. O zaman Berk'in ağladığını fark etti.
Berk, çok sessiz ağlayan biriydi. Onun ağladığını anlamak için uzunca süre gözlerine bakmak gerekiyordu.
"Herkes sana katil dediğinde, sana bağırıp seni suçladığında niye hiç kendini savunmadın? Ben bu sorunun cevabını çok merak ediyorum. Kafamda sürekli bir cevap aradım ama bulamadım. Herkese dikleniyorsun, babana bile. Bir konuda haklıysan seni susturmak çok zor oluyor. Yeterki haklı ol. Ama buna rağmen Elif konusunda haklı olduğun halde neden kendini savunmadın? Ben gerçekten bunu çok merak ediyorum."
Emre yeşil gözlerini yere çevirip Berk gibi parmağıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Uzun bir süre ona sorulan soruya cevap aradıktan sonra konuşmaya başladı.
"Başlarda kendimi çok savundum. Çünkü suçlu olmadığımı biliyordum. Ben kendimi savundukça daha fazla suçladılar. Sonra insanlar o kadar çok suçladı ki bir süre sonra ben bile suçlu olduğuma inandım. Onlara inandığım günde, kendime olan inancımı yitirdim."
Emre yeşil gözlerini yerden çekmezken Berk, "Özür dilerim." dedi. Özürü o kadar içtendi ki, Emre ilk defa birinin özürünü bu kadar içten hissetmişti.
Kabul edebilirdi. Mutlu olmuştu.
Eskiden kardeşi olarak gördüğü Berk'e karşı sınır çizmek istemiyordu ama içindeki ona kırgın olan yanı hep o sınırı koyuyordu.
Şimdi bir özürle sınır filan kalmamıştı. Sanki Berk'le düşmanlığını unutmuş eski hallerine geri dönmüş gibiydi.
Bazen bir özür bile bir insanın kalbindeki acının onarılmasına yetiyordu.
Yeşil gözlerini ovalayan Emre ayağa kalkıp üstünü çırptıktan sonra elini Berk'e doğru uzattı.
Berk şaşkın şaşkın bakarken afallamış yüzüne gülümseme yerleştirdi ve ona uzatılan eli tıpkı yıllar önceki çocuk hali gibi tuttu.
Şimdi içindeki pişmanlığı yerini huzura bırakmıştı. Herkesi affeden arkadaşı onuda affetmişti.
"Ben Emre."
Emre, Berk'e gülerek elini uzatırken Berk yaralı yüzüne aldırmadan huzurla gülüyordu.
Canı acıyordu ama mutluluğu acısını bastırıyordu.
Ona uzatılan eli dostça tuttu ve, "Berk." dedi. "Tanıştığıma memnun oldum." diyerek devam etti.
Emre gülerek elini geri çekti ve arkasını döndü. Yaralı ve yorgun yüzünde içten bir gülümseme vardı.
Emre yerden çantasını alırken arkasında duran Berk ona doğru koştu ve elini omuzuna koyup Emre'nin saçlarını dağıttı.
Yıllar geçsede bazı şeyler hiç değişmiyordu. Tıpkı Emre'nin saçlarının dağıtılmasını sevmediği gibi...
Saçlarını bir kendisi birde Nehir dağıtabilirdi. Onun dışında yapan olunca küfür etmekten hiç geri kalmazdı.
"Adamlar bizi paket etmeden önce bir şey dedin."
"Ne dedim?"
"Nehir'e evlenme teklifi edeceğim, dedin. Harbi mi lan?"
Emre yeşil gözlerini Berk'e çevirip başını olumlu anlamda salladı. Berk ona içten bir şekilde gülümsedi.
"Sahip olduğun bir mutluluk var, Seray. Ve bu mutluluk seni çok güzel güldürüyor. Suratsız halin çok çirkin."
Berk, kaşlarını çatarak Emre'nin suratsız halini taklit ederken Emre onun karnına vurdu.
"Acıyor be. Yaralı insanız. Biraz saygı."
Berk ve Emre, Samyeli mahallesine doğru giderken Berk merakla, "Sizin mahalle bu tarafta." dedi. Emre alaycı bir şekilde güldü.
"Benim evimde bu tarafta."
Berk anlamayan gözlerle ona bakarken Emre, "Nehir'i özledim." dedi. Berk alaycı bir şekilde gülerken aniden yüzündeki gülümseme soldu. "Biliyor musun Emre?" dedi. Emre neyi dercesine ona baktı.
"Sevilmek gerçekten güzel duyguymuş."
Emre kafasını sallayarak, "Biliyorum." dedi. Yüzünde sevimli bir gülümseme oluşurken devam etti.
"Nehir beni sevdiğinde anladım."
Berk ellerini ceplerine koyarken durup merakla Emre'ye baktı.
"Birini sevmek için sebep yokmuş. Kalp sevdi mi nedensizce seviyormuş."
"Dedi Farah'a aşık olan Berk."
Berk alt dudağını ısırıp, "Mutluyum." dedi. "Yani Farah'ın yanında." diyerek mırıldandı.
"Sen sevilmeyi bilmiyordun. Farah'ta bir erkek tarafından sevilmeyi bilmiyordu. Ama bak. Şimdi güzel ikili oldunuz.:
"Üçlü diyeceksin. Atalay Doktor bir türlü yakamı bırakmıyor. Adam elinde olsa beni her gördüğünde dövecek. Ama kabul ediyorum. Her ne kadar arada Farah'la aramıza girsede özünde çok iyi bir adam. Farah'a gerçekten babalık yapıyor. Yeliz'i gerçekten seviyor."
Emre yeşil gözlerini Berk'e çevirince Berk pot kırmış gibi elini dudaklarına bastırdı.
"Pot mu kırdım?"
"Hayır. Atalay Doktor'u da Yeliz'i de tanıyorum Berk. İkiside sevilmeyi hak ediyor."
Berk başını sallarken iki genç sokakta yürümeye devam etti.
Emre, Nehir'in evinin önüne geldiğinde eve uzun bir süre bakıp gülümsedi. Berk onun omuzuna elini koyup gülümsedi.
"Vural Amca'ya ya da Deniz'e yakalanma. Dikkat et. Hadi sonra görüşürüz. Görüşür müyüz?"
"Yakalanmazsam evet."
Berk gülerek arkasını döndü ve cebinden telefonunu çıkarıp Farah'ı aradı. Garip bir şekilde içindeki heyacanı, mutluluğu Farah'a anlatmak istemişti.
Emre onun arkasından kısa bir süre baktıktan sonra sessiz olmaya özen göstererek bahçe kapısını açtı. Sessiz sessiz arka bahçeye gidip pencereye baktı.
En son cama taş attığı için dersini güzelce almıştı. Bu yüzden cama taş atmak yerine Nehir'i aramayı tercih etti.
Uzun bir süre çalan telefon sonunda kapanacağı sırada Nehir uykulu bir şekilde telefonu açtı.
"Günaydın bahar gözlüm."
"Günümün ayması için pencereden bakman gerek."
Nehir, "Ne?" diyerek bağırdıktan sonra elini dudaklarına bastırıp yatağından kalktı.
Pencereye yönelmek yerine aynaya yöneldi. Kendisine çekidüzen verdikten sonra gülerek perdeyi açtı.
"Şimdi bana günaydın."
🌃🌃🌃
Nehir'in Ağzından...
Kendi içimde uykumu açmak için elimden gelen her şeyi yaparken odamın penceresini kapatan prensim gülerek bana döndü.
Yüzüne daha detaylı bakınca yüzündeki yaralar dikkatimi çekti. Tam konuşmak için hamle yaptığım sırada eliyle dur işareti yaptı.
"Önce bir sarıl. Sonra ben sana uzun uzun anlatırım."
Dudaklarım geri kapatırken gülerek ellerimi beline doladım. Ah benim söz dinlemez sevgilim. Ben seninle nasıl baş edeceğim yahu?
Güven veren kollarında huzurla ona sarılırken başımı kaldırıp merakla gözlerine baktım. O yeşil gözler yok mu? Hah, o gözlere bakınca bende akan sular duruyordu.
Bir insan bir çift yeşil gözlere yenilir miydi? Ben yenilmiştim.
"Şimdi fırça vakti, Seray. Ben sormadan sen anlatsan iyi olur."
Onu elinden tutarak yatağım doğru çekerken aniden durdu. "Üstüm kir..." diyerek söze başlamıştı ama cümlesi biter bitmez onu yatağın üzerine oturmuştum.
"Ben seninle baş edemem, Giray."
"Bazen aynı şeyi bende senin için düşünüyorum, Seray. Şimdi konuş bakalım. Masum masum bakarak zaman kazanma yoksa yüzüne bir morlukta ben eklerim. Ama kıyamam."
Sevimli sevimli bana bakarken sonunda pes edip masum bakmaya özen göstererek anlatmaya başladı.
O anlattı ben sessizce onu izledim.
Bazen kıpır kıpır biri oluyordu. Ben bile bu dağınık saçlı Emre Seray'ın içindeki çocuksu yanını çözemiyordum.
Ama hoşuma gidiyordu. Çocuk gibi olduğu zamanlarda koşulsuz şartsız gülüyordu.
Kavga etmişti ama ben kavga etmesine bile kızamamıştım. Kardeşimi dövdüler bende dayanamadım demişti. O cümleye kızılır mıydı?
Anlatması bittiğinde, "Şimdi kızabilirsin." dedi. Meraklı gözlerle bana bakarken ben ifadesiz bir şekilde ona baktım. Yüzümde saniyeler içinde bir gülümseme oluştu.
"Barbie oynatalım mı?"
"Kızmayacak mısın? Yine kavga ettim diye trip atmayacak mısın? Yüzümde yara var diye uzun uzun konuşup sonra sinirli sinirli bakmayacak mısın?"
Kafamı iki yana olumsuz anlamda sallarken, "Yok. Hiçbirini yapmayacağım." dedim. Meraklı gözlerle bakarken, "Neden?" dedi.
Çünkü anlatırken çok tatlıydın sana kızamadım sevdiceğim diyemezdim ki.
"Berk için kavgaya girdiğini söyledin. Onu korumak için. Nasıl kızayım ki?"
Yüzünde hafif bir gülümseme oluşurken, "Yapma ulan." dedi. " Sonra öpesim geliyor. Kendime kızıyorum." diyerek devam etti.
Yüzümdeki hayran dolu bakışları ondan kaçırırken, "Öpebilirsin." dedim ve gözlerimi kapattım.
Seray'ım yine beni şaşırttı.
Dudakları alnımda yerini alırken alnıma uzun bir buse kondurup geri çekildi.
Gözlerimi geri açıp onun yeşil gözlerine bakarken kendimi tutamadım. Ben bile nasıl yaptığımı düşünürken yeşil gözlümün dudaklarına küçük bir buse bırakıp geri çekildim.
"Özür dilerim. Yanlışıkla oldu."
Yüzündeki ifadeyi çözmek için yüzüne bakarken bana doğru gelip dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Kalbim iki dakika hızlı atmayı bıraksan, ölür müsün?
Saniyeler içinde geri çekilip utangaç bir tavırla bana baktı.
"Özür dilerim. Bilerek oldu."
Atmayı bırakabilirsin kalbim. Benim için hiç sorun değil.
Yeşil gözlerini benden kaçırıp etrafa bakarken kendimi tutamayıp onun o şapşal haline güldüm.
Çocuksu bir Emre Seray'dan sonra utangaç olan Emre Seray'ı çok seviyordum.
Ben onun haline gülerken göz göze geldik ve ikimizde anında başka yere baktık.
Bu seferde gülen o oldu.
"Ne düşünüyorsun?"
Birkaç dakikalık sessizliğimizi sorumla bozarken bana bakıp gülümsedi.
"Hangi güne düğün tarihi alsam diye düşünüyordum."
Meraklı yüzümde bir gülümseme oluşurken odamın kapısı tıklatıldı. İkimizde merakla kapıya bakarken babamın sesi kulaklarıma doldu.
"Nehir? Uyandın mı kızım? Girebilir miyim?"
İrice açtığım gözlerim ile kapıya bakarken, "Girme!" diyerek bağırdım. Oturduğum yerden kalkarken garibim sevdiceğim kendisine saklanacak yer arıyordu.
"Üstümü değiştiriyorum, baba. Biraz bekle."
Babam tamam diyerek beklerken yeşil gözlümü odamdaki perdeye doğru götürdüm. Yeşil gözleri ciddi misin der gibi bakıyordu.
"Nehir? Öleyim diye mi buraya saklanıyorsun?"
"Başka yer yok. Bu boyla yatağın altına giremezsin."
Kısık sesle kendi aramızda konuşurken babam, "Kimle konuşuyorsun?" dedi. Yeşil gözlümün elini tutarken, "Sinekle!" dedim bağırarak.
Yan gözle bana bakan yeşil gözlüm bir kendisine baktı bir bana baktı. Sineğe benzemiyorsun, evet. Ama aklıma başka bir şey gelmedi.
Aklıma dolap gelince dolaba yönelip kapağı açtım. Yeşil gözlümü dolaba doğru iterken, "Ben buraya sığamam." dedi. Baba korkusuna seni dolaba bile sığdırırdım ben.
Garibim sevdiceğim zar zor dolaba girerken, "Giyindim baba." dedim. Babam kapıyı açıp gülerek bana baktı. Gözleri pijamalarımı bulurken anlamayan gözlerle ona döndü.
"Ee? Giyindim dedin. Hala pijama ile duruyorsun."
"Ne oldu biliyor musun baba?"
Babam merakla bana bakarken içeri girip yatağın üzerine oturdu. Ben ayakta saf saf ona baktım.
"Şimdi ben sabahın köründe uyandım. Böyle güzelce kıyafetlerimi giydim. Hazırlandım. Sonra aklıma bugünün cumartesi günü olduğu geldi. Bende salak Nehir bugün evdesin diyerek geri pijamalarımı giydim."
Babam kahkaha atarak gülerken güzel bir yalan salladığım için kendime teşekkür ediyordum.
Gülmesini kesen babam odama niye geldiğini hatırlamış olacak ki konuya girdi.
"Biz annenle birazdan çıkarız. Abinde Kumsal'la dışarıya çıkacakmış. Evde tek kalsan korkar mısın? Vallahi benim köye gidesim yok ama annen çok istiyor. O yüzden el mahkum gidiyorum. Birde Ayla Sultan dırdırı çekilmez biliyorsun."
Doğru ya. Annem ve babam bugün köye gidecekti. Bir gece kalıp ertesi gün akşama geri döneceklerdi.
"Sende bizimle gelmek ister misin?"
"Yok yok. Benim dünya kadar işim var. Yatacağım kalkacağım. Ödev yapacağım. Sonra Ali Abi'lere giderim. Ondan sonra..."
"Emre ile vakit geçirirsin."
Şaşkın şaşkın babama bakarken, "Neyse." dedi. "Hergeleyi seviyorum." diyerek devam etti. Dolaptaki bahar gözlüm duy bunları duy.
"Benden çok abin seviyor vallahi. On lafindan dokuzu Emre. Ben Deniz'in, Emre'yi bu kadar çok seveceğini düşünmemiştim. Ama var ya artist. Abilik yapacağım diye çocuğa onu hiç sevmiyormuş gibi davranıyor."
Gülmemek için kendimi tutarken annem söylene söylene içeri girdi.
"Ay Vural! İki dakika Nehir'e bakacağım dedin on dakika oldu. Ne kıymetli kızın var."
"Kıymetli tabi. Benim meleğim o."
Babama elimle öpücük atarken annem, "Anladık tek kızın var." dedi. Babam, "İki." dedi ve gülerek devam etti.
"Birde gelinim var."
"İyiki kızların var ayol. Benimde iki tane kapı gibi oğlum var. Biri mavi biri yeşil versiyon. Maviş olan arada beni deli ediyor ama yeşil olanı seviyorum. Allah'ım ne sevap işledim de bana böyle damat verdin?"
Elimi yüzüme koyup yan gözle dolabı dikizlerken annem söylenmeye devam etti.
"Vural? Bu Nehir'i alması için Emre'ye para verelim. Ben bu cadıyla baş edemiyorum. Kim bilir evlenince Emre nasıl baş eder?"
Babam, "Ne evlenmesi Ayla?" diyerek ayağa kalkarken bana doğru geldi. "Ben kızımı kolay kolay vermeyeceğim." diyerek saçımı okşadı.
Allah'ım yeşil gözlüm bunları duymasın. Sonra evlenmekten korkar. Allah korusun.
Çok çok amin.
"Hadi ben aşağıda bekliyorum. Sende fazla bekletme gel Ayla. Biran önce yola çıkalım."
Babam odadan çıkarken annem odamdaki dağınıklığa bakıp derin bir iç çekti.
"Ben kesin Emre'ye büyü filan yapayım. Bu dağınıklığına rağmen seninle evlenirse vallahi koyun keseceğim."
"Ne evliliği ya?"
Annem etraftaki kıyafetlerimi toplarken, "Anayım ben ana." dedi. Ben anlamayan gözlerle ona bakarken devam etti.
"Geçen üçlü kızlar toplantınızda evlilik hakkında konuşuyordunuz. Ben duyarım Nehir. Sende bir meraklandın. Ay cidden Emre evlilikle ilgili bir şey demiyor mu Nehir?"
Sırtımı dolaba yaslayıp ecel terleri dönerken dolabın içinde yeşil gözlüm inşallah duymamıştır diye dua ediyordum.
"Ben damadımı tanırım. O düşünür ondan sonra uygular. Bir bildiği vardır. Ay acaba nasıl evlenme teklifi edecek Nehir?"
"Bunları boşversene anne. Bak babam ağaç oldu. Sonra kızacak. Hadi bekletme in."
"Şunlara dolaba koyayım inerim."
Gözlerimi irice açarken, "Koyma!" diyerek bağırdım. Annem şaşkın şaşkın bakarken afallamış bir şekilde yalan düşündüm.
"Anne dolap çok dağınık. Şimdi açarsan odadan çıkamazsın. Sen bana ver. Ben bugün odamı güzelce toplarım."
Annem kafasını sallarken elindeki kıyafetleri bana verdi. "Güzel topla. Yarın geldiğimde bakacağım." dedi. Kafamı usulca sallarken annemle birlikte odadan çıkıp aşağı indim.
Bizimkileri abimle birlikle geçirdikten sonra hızlıca odama doğru koştum. Nefes nefese odama gelirken dolabın kapağını açmak için hamle yaptım.
"Nehir?"
Dolaba sırtımı yaslayıp odama giren abime bakarken artık yer yarılsada içine girsem diye düşünüyordum.
"Ya abim. Kaç kere kazaklarımı alma dedim. Lan dolabımda kazak kalmamış."
Abime sevimli bir gülümseme ile bakarken, "Hepsini mi almışım?" dedim. Evet anlamında kafasını salladı.
"Nehir benimkileri sal artık abim. Gidip hıyar sevgilinin dolabından çal."
Onun dolabını komple dolabım yaptım abi. Ama kendisi bunu bilmiyor.
"Hem Emre benden daha çok tarz giyiniyor. Git onun dolabından al. Benimkiler bana kalsın."
Abim dolabıma doğru gelip bana, "Bacım çekilsene." dedi. Kafamı iki yana olumsuz anlamda salladı anlamda sallarken, "Nehir?" diyerek devam etti.
"Usulca geri kay. Yoksa gıdıklarım. Üstüme kazak alıp gideceğim."
Kafamı yok anlamında sallarken abim, "Benden günah gitti. " dedi. Aniden beni gıdıklayınca korku ile dolabın önünden kaçtım.
Abim sevimli bir gülümseme ile yüzüme baktıktan sonra dolabı açmak için hamle yaptı.
Nefesimi tutarken tek gözüm kapalı bir şekilde abime baktım. Dolabı açtı ama dolabın içinde yeşil gözlüm yoktu. Merakla etrafa bakarken abim dolabımdaki kazaklara baktı.
"Bu benim değil. Bunu Emre giymişti. Bunuda. Ee? Bunuda. Lan benim kazaklarım nerede?"
Abim şaşkın şaşkın dolapta kazak ararken, "Burada hiç benim kazağım yok." dedi. Sevimli sevimli gülerken, "Normal." dedim. Anlamayan gözlerle bana bakarken devam ettim.
"Seninkileri Kumsal Yengeciğim aldı. "
"Gerçekten mi?"
Kafamı usulca sallarken abim hayal kırıklığı ile dolaba geri döndü ve yeşil gözlümden çaldığım kazakların arasından birini aldı.
"Emre hıyarı sorarsa kesinlikle onun kazağı değil."
"Merak etme abi. Hiç anlamaz."
Abim üstündeki beyaz gömleğin üzerine yeşil gözlümün kazağını giyip odamdaki aynadan üstüne çekidüzen verdi.
"Kumsal'la dışarıya çıkacağız. İki saate işimiz biter. Emre ile konuşursan söyle bizim meclisi parkta toplayalım. Maç filan yaparız. Hıyar ağası ile maç yapmak çok zevkli oluyor."
Abim eliyle saçlarını düzelttikten sonra beni yanaklarımdan öpüp vedalaştı. Merdivene kadar ona eşlik ettikten sonra gittiğinden emin olunca koşarak odama gittim.
Elleri göğsünde merakla bana bakan yeşil gözlüme sevimli bir gülümseme ile karşılık verirken kafasını iki yana olumsuz anlamda salladı.
"Te Allah'ım ya."
Gözünün rengini sevdiğim yiğidim sen bu odadaki hiçbir şeyi duymamış ol lütfen...
"Emre?"
"Nehir?"
"Emre?"
"Emre deyişine kurban. Efendim?"
Alt dudağımı ısırıp yanına gittim. Sağ elini selamlaşır gibi sıkarken, "Hoşgeldin biraderim." dedim. Yeşil gözlüm anlamayan gözlerle bana bakarken onu iki yanağından selamlaşır gibi öpüp sırtına vurdum.
"Hadi yine iyisin koç."
"Ne diyorsun Nehir?"
"Saçmalıyorum. Baya rezil oldum. Daha ne kadar rezil olabilirim ki?"
Şaşkın yüzünde gülümseme oluşurken, "Ha!" dedi. Elini omuzuma koyup devam etti.
"Arada olur öyle şeyler başkan."
Kendimi tutamayıp gülerken koluna vurup, "Uyuz." dedim. Gözlerimi kırpıştırarak yeşil gözlerine bakarken sevimli bir ifade takınıyordu.
"Yeşil gözlüm? Ne yapalım biliyor musun?"
"Ne yapalım?"
"Sen her şeyi unut. Bence harika fikir."
Yeşil gözleri bana bakatken yavru köpek bakışlarımı biran bile ondan çekmedim.
Elini yanağıma koyup belli belirsiz gülerken bana doğru yaklaşıp, "Nehir?" dedi. Allah'ım odam neden çöl gibi?
"Hı?"
"Kazaklarımı geri ver."
Utangaç yüzüm yerini ifadesiz bakışlara bırakırken, "Avucunu yala." dedim. Saçlarımı savurarak arkamı dönerken elimi yanaklarıma koydum.
"Sen otur. Bende odamı toplayayim. Sonrada kahvaltı yapalım. Çünkü ben açım. Kahve içer misin?"
"Tuzlu mu?"
"Tuz ruhlu."
Gayet normal bir tavırla omuz silkip, "O mideme dokunur." dedi. Alaycı bir şekilde gülümsedim.
"Midene dokunmasa içer misin?"
"Vazgeçtim, sadece tuzlu tercihim."
"Oda bir evlenme teklifine bakıyor."
"O ne demek Nehir Giray? Başımıza yeni yeni icatlar çıkarma."
Somurtarak arkamı dönerken kendi kendime yapılacaklar listesi sıralıyordum. Yeşil gözlüm de arkamdan uyuz gülüyordu. Buna adım kadar emindim.
"Utanınca çok güzel oluyorsun."
"Uyuz olunca çok sinirimi bozuyorsun."
"Ama sen o uyuzla evlenmek için can atıyorsun."
Elimdeki kazağı yüzüme bastırırken Emre Seray'ın uyuz olma moodu açılmıştı.
Şimdi bir kere başladı mı bir daha dilinden kurtulamazdım. Dolabımı düzeltmeye başlarken, "Ne evliliği ya?" dedim. Nehir Giray'la yalan gününe hoşgeldiniz.
"Ben evlenmeyi düşünmüyorum. Daha kariyer yapacağım. Ayrıca evlenmek için çok gencim. Hem daha taliplerimi bekliyorum."
Yan gözle tepsini anlamak için yüzüne bakarken kaşlarını çatarak sessizce küfür etti. "Ee? Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır." dedim.
"Damat olurum dedim katil değil."
Yatağımı düzeltirken merakla ona bakıyordum.
Kabul ediyorum. Eskiden evlilikle ilgili hayal dahi kurmayan ben şimdi gece yatmadan uzun uzun hayallere dalıyordum.
Ama benim aksime yeşil gözlüm evlilikle ilgili bir düşünceye sahip bile değildi. Ne zaman konusu açılsa sürekli geçiştiriyordu.
Somurtarak arkamı dönerken yeşil gözlüm yatağımı düzeltmişti. Benim yanıma gelip merakla dolabıma baktı.
"Birara kıyafetlerimi verir misin Nehir Giray?"
"Ne münasebet. Tabikide hayır."
Ama evlenirsek neden olmasın dememek için kendimi zor tuttum.
Ben gülerek dolabımı düzeltirken o kıyafetlerini alamayacağını anlamış olacak ki pes edip çalışma masama oturdu.
Tekerlekli sandalyede bir sağa bir sola giderken diğer yandanda masamı kurcalıyordu.
"Kitap yazma işi nasıl gidiyor?"
"Oo! Baya yazdım. Hatta bitti bile. Çünkü yazacak sahne kalmadı."
"Nasıl yani?"
Bakışları beni bulurken elimdeki son tişörtü yerine koyup dolabımı kapattım. Yanına gidip ima ile konuşmaya başladım.
"Bütün sahnelerimizi yazdım. Geriye evli, mutlu, çocuklu sahneleri kaldı. Onları yazana kadar da daha çok var. Hem bir tek benim hayallerimle olmuyor."
"Sen evlilikle ilgili hayal mi kuruyorsun?"
"Evet..."
Oturduğu yerden kalkıp benim tam önümde durdu. Merakla gözlerine bakarken, "Nehir?" dedi. Şaşkın şaşkın bakarken kulağıma doğru eğildi.
"Hayal kuran tek sen değilsin..."
🌃🌃🌃
Yazar Ağzından...
Içinden söylene söylene yürüyen Emre ellerini kabanın cebine koyup yeşil gözlerini onu bekleyen kişiye çevirdi.
"Nöbetteyken zaten sürekli birlikteyiz doktor. Bari nöbet saatleri dışında beni rahat bırak."
Yüzünü buruşturan Atalay, "Götüm dondu be." diyerek mırıldanırken bakışlarını Emre'ye çevirip gülümsedi.
"Hadi gel. Beni takip et."
Atalay'ın ne yaptığını bir türlü anlamayan Emre pes edip sessizce onu takip etti.
Kısa bir süre yürüdükten sonra Atalay büyük bir evin kapının önünde durdu. Emre merakla eve bakarken Atalay demir kapıyı açıp içeri girdi.
Şaşkın şaşkın bahçeye bakan Emre bu eve niye geldiklerini düşünürken Atalay cebinden anahtarı çıkarıp saniyeler içinde kapıyı açtı.
"Organ mafyasına filan ulaşmadın değil mi? En sevdiğim böbreğim gitsin istemem."
Atalay alaycı bir şekilde gülerek Emre'yi kolundan tutarken, "Yürü serseri." dedi. İçeri girer girmez Emre boş evi inceledi.
"Bu ne doktor? Burada organ mafyası yok."
Atalay gözlerini devirip kapıyı kapattı ve salona doğru yürümeye başladı.
Emre sessizce onu takip ederken etrafı inceliyordu.
Ev o kadar güzeldi ki hayran kaldığını gözlerinden belli ediyordu.
"Bugün seninle biraz oturup sohbet etmek istedim."
"Bunun için boş eve niye geldik ki? Ciğerci Hamza Abi'nin orada da oturabilirdik."
"Boş yapmada yürü Emre."
Emre pes edip salonun ortasında dikilirken Atalay elinde birkaç poşetle yanına geldi.
"Şimdiden anlaşalım. Ben içki içmem. Baran sayesinde bir kere içtim. İğrenç tadı var. İnsanların sırf acılarından kurtulmak için içki içmesi bana saçma geliyor."
Atalay merakla elindeki poşete bakıp buruk bir tebessümle Emre'ye, "Haklısın." dedi. Tozlanmış yere bağdaç kurarak otururken devam etti.
"Buda içki değil kola. Bugün kola ile efkarlanıyoruz. Nasıl fikir?"
"Bak ona yok demem."
Emre, Atalay gibi yere bağdaç kurup oturdu. Atalay kola doldururken Emre evi uzun uzun inceledi.
"Burası kimin evi?"
"Benim."
Şaşkın bakan gözlerini Atalay'a çeviren Emre anlamayan gözlerle bakarken Atalay onun önüne kola bardağını koydu.
"Daha doğrusu burası bana hiç ev olmadı."
Atalay gözlerini etrafta gezdirip derin bir nefes aldı.
"Bu evde bana ev olmadı. Yıllardır öylece boş boş duruyor. İçinde yaşanmış anı bile yok."
Emre sessiz kalmayı tercih ederken Atalay buruk bakışlarını Emre'ye çevirip, "Seninle tanıştığımız günü hatırlıyor musun?" diye sordu. Emre başını sessizce öne eğdi.
"Hatırlamıyor olmayı isterdim, doktor. İnan bana."
"Haklısın, senin için çok kötü bir gündü."
"Kötü mü? Ben o gün hayatımı bitirdim, doktor. Kötü kelimesi çok basit kalıyor."
Atalay sessizce Emre'ye bakarken, "O gün senin hayatın bitti." dedi. Başını öne eğerken sessizce devam etti.
"Benim ise hayatımın ilk günüydü."
🌃🌃🌃
24 Ağustos 2011
Uykusuzluktan ağırlaşan gözlerini açmaya çalışan Atalay, gözlerini açmaya çalışırken diğer yandan da ısrarla çalan kapıyı açmak için ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Tam ayağa kalktığında elindeki içki şişesi elinden kayıp yere düştü.
"Siktir!"
Dağılan camlara yarı açık gözleri ile bakan Atalay, dengede durmaya çalışarak kapıya yöneldi.
Sonunda kapıyı açtığında yorgun gözleri sinirli bir şekilde ona bakan kadınla karşılaştı.
"Yine mi Atalay?"
Elleri ile gözlerini ovalayan Atalay gelen kişiye daha detaylı bakarken alaycı bir şekilde gülümsedi.
"Hoşgeldin anne."
Nihal, ayakta zor duran oğluna baştan sona bakıp içeri girerken Atalay kapıyı kapatıp onun ardından oturma odasına girdi.
Perdelerle sonuna kadar kapanmış olan pencerelere bakan Nihal, berbat durumdaki odaya bakarken yüzünü buruşturdu.
"Benim bir anne olduğumu unutuyorsun Atalay. Evet, karın ve oğlun ölmüş olabilir. Ama benim oğlum her gün ölüyor. Bu ne kadar büyük bir acı biliyor musun?"
Esneyerek saçlarını dağıtan Atalay annesini duymamazliktan gelirken Nihal hayal kırıklığı ile oğluna baktı.
Karşısındaki bu kişi gerçekten oğlu Atalay mıydı?
"Bunu kendine neden yapıyorsun? Neden dünya durmuş gibi davranıyorsun Atalay?"
Ellerini iki yana açan Atalay, "Dünya mı?" diyerek annesine baktı. "Benim dünyam başıma yıkıldı anne." diyerek dolu gözleri ile annesine baktı.
"Anlamıyorsun anne! Baksana her şey bok gibi. Her gün canımdan can gidiyor ama ben hala yaşıyorum anne! Ve sen yaşa diyorsun. Çok kolay gibi."
Nihal sessizce ağlarken Atalay göz yaşlarını elinin tersiyle silip koltuğun kenarına koyduğu bira şişesine uzandı.
Annesi içkisini elinden alırken Atalay sinirli bir şekilde ona baktı.
"Anne beni rahat bırakır mısın? Anla artık. Ben bundan sonra böyle yaşayacağım. Tabi buna yaşamak denirse..."
Nihal elinin tersiyle göz yaşlarını silip, "Seni böyle görmek beni üzüyor." dedi. Atalay onu duymazken etrafta içki arıyordu.
"Atalay? Sinem seni bu halde görse ne yapardı? Hiç düşündün mü?"
Annesine arkası dönük olan Atalay, karısının adıyla dururken gözünden bir damla göz yaşı aktı.
"O gitti. Benden çok uzağa gitti. Allah belamı verseydi de o gün ölen ben olsaydım. Anne? Ben niye yaşıyorum?"
Ağlayarak annesine bakan Atalay ondan bir cevap beklerken Nihal sessiz kaldı. Verecek bir cevabı yoktu.
"Bu böyle olmayacak Atalay. Ben gidiyorum. İki saat içinde babanla birlikte geri geleceğim. O zamana kadar sakın bir yere ayrılma."
Atalay sessizce çekip giden annesine bakarken kapanan kapının sesiyle kendisine geldi.
Mutfağa doğru zar zor yürüyüp dolaptan kendisine bir içki şişesi çıkardı.
Sinirli bir şekilde içkinin kapağını açmaya çalışırken öfke ile elindeki içkiyi duvara fırlatıp bağırdı.
"Atalay..."
Atalay, dudaklarını büzerek ağlarken usulca arkasını döndü.
"Annen haklı biliyorsun değil mi?"
"Sen gerçek değilsin. Aptal beynimin bana oynadığı aptal bir oyunsun."
Atalay başını iki yana olumsuz anlamda sallarken özlemle karşısındaki Sinem'e baktı.
"Ama ben senin hayalini görünce bile çok mutlu oluyorum."
Atalay ağlayarak hayal olduğunu bildiği karısına bakarken, "Seni çok özledim Sinem." dedi.
"Özle sevgilim. Sen bizi hep özle. Ama bunu kendine yapma. Yaşa Atalay. Her gün ölmek yerine her gün yeniden doğmuş gibi yaşa."
Atalay dudaklarını büzerek ağlarken Sinem ona uzun uzun baktı.
"Ben bir adamla evlendim Atalay. O evlendiğim adam bana göre dünyanın en yakışıklı adamıydı. Ve çokta başarılı bir kariyeri vardı. Ama bugün o adamın yerine bambaşka biri gelmiş. Bunu kendine yapma."
"Bende yanınıza geleyim. Olmaz mı?"
"Sen hep ne derdin. Umuda ihtiyacı olanlara umut olacağım. İnsanların sana yani umuda ihtiyacı var, Atalay. Bugün yeniden doğ. Yaşamak için yeniden doğ..."
Atalay gözlerini biran bile kırpmadan karısına uzun uzun baktı.
"Umut seni sakallı sevmiyor, biliyorsun. Bence yaşamak için önce sakallarını kes."
Atalay kapanmak için direnen gözlerini kırpmamaya zorlarken dolu gözleri ile başını sola yatırdı.
"Gözlerimi kapattığımda burada olmayacaksın değil mi?"
Atalay gözlerini usulca kapatırken tuttuğu göz yaşları yanağından süzüldü. Hayal kırıklığı ile gözlerini geri açarken bir umutla etrafa baktı.
"Hayallerden nefret ediyorum. Seni benden alıyor."
Ayakta zor duran Atalay yere dizleri üzerine çöküp ellerini yüzüne kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladı.
İki saat boyunca düşündü. Ve sonunda kendi için en doğru kararı verdi.
Yaşamayı seçti. Yaşamak içinde önce uzayan sakallarını kesti.
Sessizce evin bütün odalarını teker teker gezen Atalay, kapı zilinin sesi ile kendine çekidüzen verip kapıyı açmaya gitti.
Ayılmak için içtiği kahveler hala dengesini korumasında yardımcı olmasada iki saat önceki halinden çok farklıydı.
Kapıyı açar açmaz ona bakan şaşkın bakışlara bakan Atalay hafifçe tebessüm etti.
"Atalay? İnanamıyorum. Altan baksana."
Nihal şaşkın şaşkın oğluna bakarken Altan ellerini takım elbisesinin cebinden çıkarıp hafifçe tebessüm etti.
"Ben sana Atalay başarır demiştim, Nihal."
Nihal, oğluna sıkıca sarılıp öperken Altan, oğluyla göz göze geldi.
"Seninle biraz konuşalım mı?"
Atalay, usulca başını sallarken annesini ona sarılmayı bırakıp onları yanlız bıraktı. Baba oğul bahçedeki masaya otururken Altan, oğluna baktı.
"Çok mu canın yanıyor oğlum?"
Atalay usulca başını sallarken Altan bacak bacak üstüne atıp sert bir ifade takındı.
"Dahada yansın. Çok mu üzülüyorsun? Dahada üzül. Çok mu ağlamak istiyorsun? Dahada ağla. Çok mu ölmek istiyorsun? Öl Atalay. Her gün öl. Kendine böyle eziyet edersen eline ne geçecek? Hiç! Sinem ve Umut geri gelecek mi? Asla!"
Altan, elini sert bir şekilde masaya koyup öfkeli gözlerle Atalay'a baktı.
"Bu günü hiç unutma, Atalay. Çünkü ben bugün seni sildim. Ama yarın sen yeniden doğacaksın. İşe gidecek, kimse senin gibi olmasın diye insanları kurtaracaksın. Anladın mı?"
Atalay tereddüt ederek babasına bakarken, "Ya eskisi gibi olmazsa?" dedi. Bu sorusu babasını dahada öfkelendirdi.
"Eskisi diye bir şey yok. Yenisi olacaksın. Çok daha yenisi. Sen Altan Kılıç'ın oğlusun. İlk zorlukla yere düşeceksen daha yarı yılda pes et."
Atalay tamam dercesine başını sallarken Altan keyifle bir şekilde gülümsedi.
"Yarın hastanede görüşürüz, Atalay."
25 Ağustos 2011
Üzerindeki beyaz önlüğü avucunun içinde sıkan Atalay, hastanenin girişinde öylece dikiliyordu.
Altan Kılıç sinirli bir şekilde ona doğru yürürken öfke ile, "Ne yapıyorsun?" dedi.
"Hazır hissettiğimde gireceğim. O zamana kadar burada dirileceğim."
Altan pes ederek oğlunu orada tek bırakırken Atalay dakikalar boyunca öylece dikildi.
"Biri yardım edebilir mi?"
Atalay kulaklarına dolan sesle etrafa bakarken hastaneden içeri elleri ve üstü kan içinde kalmış bir genç adam girdi.
"Yalvarırım yardım edin. Arkadaşım ölüyor."
Atalay bakışlarını önüne çevirirken saniyeler içinde kolunu bir el tuttu. Beyaz önlüğü kan olurken merakla ona bakan dolu yeşil gözlere baktı.
"Arkadaşım ölüyor. Lütfen yardım et. Lütfen..."
Bu yeşil gözlerdeki çaresizlik o kadar tanıdık geldi ki o an Atalay'a...
Sen, benim gibi bakıyorsun dememek için zor durdu.
Kendine gelen Atalay içeriye giren sedyedeki genç kıza bakarken merakla üstü kaç içinde kalan genç adama baktı.
"Onu kurtarabilir misin?"
"Elimden geleni yaparım."
"Elinden geleni değil. Elinden gelenin daha fazlasını yap."
Genç adam lütfen der gibi Atalay'a bakarken Atalay kafasını salladı. Sedyeye doğru koşarken, "Söz veriyorum." dedi.
Ama sözünü tutamadı.
Kendi içinde kendisiyle kavga eden Atalay, dışarı çıkıp ondan yardım isteyen o çocuğa sözümü tutamadım nasıl diyecekti ki?
Derin derin nefes alan Atalay var gücüyle ameliyathaneden çıktı. Onu görür görmez ayaklanan insanlara bakarken gözleri tek kişiyi aradı.
Kalabalıktan en uzakta olan genç adam meraklı gözlerle ona dökerken Atalay saniyeler içinde aradığı yeşil gözlerle göz göze geldi.
Ona sorulan soran kadına değil de, ondan bir cevap bekleyen kişiye bakıyordu.
Kafasını iki yana olumsuz anlamda sallarken yeşil gözler usulca kapandı. Genç adamın yanağından göz yaşı akarken elini duvara koydu. O duvarı tutmayı bırakırsa yere düşerdi.
Atalay başındaki ameliyat bonesini çıkarırken etraftaki sesleri duymamak için sağır olmak istedi.
Acılı bir annenin çığlığı nasıl olur iyi bilirdi.
Atalay başını öne eğerek kalabalığın arasından çıkarken birara başını kaldırıp merakla genç adama baktı. Geri önüne dönerken kulaklarına acılı bir bağırış sesi doldu.
"KATİL!"
Atalay'ın eli anında kalbine giderken adımları çoktan durmuştu. Derin bir nefes alıp, "Ben katil değilim." dedi.
"Ben katil değilim."
Atalay arkasını dönerken genç adam ona öfke ile bakan kişilere bakıyordu.
"Sen benim kızımı öldürdün! Katil!"
"Sevmedim diye niye katil oldum? Elif'e ben öl demedim. Ben katil değilim."
"Birde haklı gibi üste çıkıyor. Benim yüreğim yanıyor. Allah senin belanı versin Emre! Hak ettiğin hayatın daha beterini yaşa."
Aysun öfke ile Emre'ye doğru elini kaldırırken o koridordaki herkes başını başka yöne çevirdi.
Emre refleks olarak geriye giderken Aysun'un eli başka bir el tarafından tutuldu.
Atalay, Aysun'un havadaki elini indirip ifadesiz gözlerini acılı gözlere çevirdi.
"Hanımefendi sizin kızınız buraya bileklerini kestiği için geldi. Ve kan kaybından..."
"Benim kızım bu katil yüzünden öldü."
Aysun öfke ile Emre'ye bağırıp ona vurmaya çalışırken Emre elindeki kanlara bakıp ellerini arkasına sakladı.
Atalay onu zar zor uzaklaştırırken Emre'yi kolundan tutup tuvalete girdirdi.
Musluğu açan Atalay, Emre'nin elini tutup elindeki kanı yıkamaya başladı.
Dolu yeşil gözleri ile bakan Emre, "Ben katil değilim." dedi. Atalay ona bakmadan konuşmaya başladı.
"Biliyorum."
"Nasıl?"
"Çünkü bende katil değilim."
Emre anlamayan gözlerle bakarken Atalay bakışlarını ona çevirip derin bir nefes aldı.
"Alışırsın. Zamanla kulakların sağırlaşır kimseyi duymazsın. Daha kötü şeyler söylerler. Hatta ölmen gerektiğini söylerler. Banada aynısını dediler. Bak ben hala yaşıyorum."
Şaşkın şaşkın bakan Emre, elinden akan kana bakarken Atalay, "Güçlü ol." dedi.
"Zaten güçlü birine benziyorsun."
"Ben güçlü değilim ki. "
"Bende değildim."
"Ben senin kadar güçlü olamam. Bu yükü kaldıramam."
Emre'nin ellerini yıkamayı bırakan Atalay durup uzun bir süre ona baktı. "Kim bilir..." dedi ifadesiz sesle. Ve devam etti.
"Belkide benden daha güçlüsündür..."
🌃🌃🌃
Şimdiki Zaman...
Emre dalgın dalgın ellerine bakarken Atalay, "En çok babandan korkmuştun." dedi. Emre ellerini cebine koyup yeşil gözlerini ona çevirdi.
Sağ cebindeki eline yüzük kutusunu alırken elinde sıkıca kutuyu tuttu.
"Babam Elif'in öldüğünü öğrenince bana tokat atmıştı."
Atalay sessizce Emre'yi izlerken Emre alaycı bir şekilde güldü.
"O gün o tokat işime geldi biliyor musun? O an ben gerçekle yüzleştim. O tokat gerçekleri yüzüme net bir şekilde vurdu."
Emre dalgın dalgın yeşil gözlerini yere sahipleyip, "O gün ölen Elif'ti." dedi. Hafif kırılgan bir sesle devam etti.
"Ama ölmekten beter olan bendim."
Elini cebinden çıkaran Emre eliyle yüzünü ovalayıp, "Of doktor!" dedi. Atalay'a dönerken devam etti.
"Ben bunları unuttum. Niye hatırlattın ki?"
Atalay hafifçe tebessüm edip elinin tersiyle göz yaşlarını sildi.
"Seni bana benzetiyorlar ya. Fiziksel olarak benzeyen hiçbir yerimiz yok. Ama ruhen birbirimize gerçekten çok benziyoruz."
Gözlerini evin içinde gezdiren Atalay, "Ben bu evi..." dedi ve duraksadı.
"Umut'a, oğluma almıştım. Büyüdüğünde onun evi olsun istemiştim. Bu evde bir aile kursun istedim."
Atalay dolangözlerini akmaması için diretirken Emre'nin gözlerine baktı.
"Bir keresinde sana bir hayalin var mı diye sormuştum. Hatırlıyor musun?"
Emre usulca başını sallarken Atalay, "Ne demiştin?" diye sordu. Emre yeşil gözlerini yere eğip elleri ile oynadı.
"Bir evim olsun demiştim. Öyle bir ev olsun ki içine girince bana farklı bir dünyadaymışım gibi bir his versin, demiştim."
Atalay onu onaylayarak başını salladı ve cebinden evin anahtarını çıkarıp Emre'ye uzattı.
Emre ona mahçup bir şekilde bakarken Atalay eve bakarak gülümsedi.
"Evine hoşgeldin Emre Seray..."
Bölüm Sonu 💚🌹
Herkese merhabalar. Öncelikle bölümü okuduğunuz için canı gönülden teşekkür ederim mahalle sakinlerim.
Umarım hepiniz iyisinizdir. İyi olduğunuzu umuyorum.
Yine uzun bir bölümün sonuna geldik. Düzenleme yapmadan bölümü attım. Yazım yanlışı varsa affedin. Vakit ayırıp okuyan, yorum atan, oy atan herkese teşekkür ederim.
Sizleri daha fazla tutmadan veda edip gidiyorum.
Sizleri çok çok seviyorum mahalle sakinlerim.
Ve gelecek bölüm görüşmek dileğiyle diyorum...🌹💚