MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

24-*Sanrı*

120K 5.4K 3.5K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri! Ben geldimmmm!🤩😏😈

13 bin kelimeye azıcık kalmış az daha kalsa kitap olacak bölümümle sizlerleyim. 🤩😎🤣


Bu bölüm nedir ya Rabbi! Kendimden geçtim yazarken,zorlandım  da açıkçası. Ama başardım, oh çok şükür sizlerle.🤩😏

Sizler nasılsınız neler yapıyorsunuz? Hadi burada konuşalım.🤩🌸

Sonra başlayalım🥺😈😎😏

Bu bölüm sonunda beni vurmayın olur mu? Dövmeyin de ne yaptın  diye.😏🥺🤣😏😈🔥

Sizden bir şey rica edebilir miyim? Twitter da da aktif olalım istiyorum. Bu  bölüm sizin için can alıcı olan replikleri  #Mıh etiketiyle paylaşır mısınız?

Artık orada da aktifiz replikler spoilerlar. Neler neler.🤩

E zaten İnstagram da da alıntı paylaşıyorum en bi can alıcısından.😏🔥

Kendi hesabım da bölümün yazılışını baya baya gösteriyor sizinle sohbet ediyoruz. Beklerim hani.🤩

Sizi çok seviyorum. Canımsınız.🤩😘 Beklediğiniz için hepinize çok teşekkür ederim. Ve hepinize iyi okumalar dilerim.🤩🤩💙🔥🌸

MÜZİK KUTUSU

Night Novell- Deira City Center😎🚘

Chase Atlantic- Okey 🔥🤤

Manga -Dursun Zaman🥺

İrem Derici- Meftun 🥺😭💑

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Her kelimesi zihnime teker teker bir kurşun gibi saplandı. Eli belime sarılırken burnunu boynuma doğru bastırdı.

"O kadar güzel kokuyorsun ki zihnimin uyuştuğunu hissediyorum." dedi boğuk bir sesle.Ne yapmak istediğini anlayamıyordum. Neler oluyor anlayamıyordum.

"Sira..ç!" dedim.

Sesim öyle titriyordu ki sanki şoka girmiş gibiydim. Geriye çekilmek için elimi göğsüne bastırdım. Ama itmemi umursamadı.

Yüzünü göremiyordum. Ne yaptığını anlayamıyordum.

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" Kolları belimde daha da sıkılaştı.

Dili şah damarımın üstünde dolandı ve yavaşça aşağı indi. Dişlerini köprücük kemiğime bastırdığında  hızla onu ittim. Tenime dokunan nefesi değil,öfkesi ve hırsıydı. Hissedebiliyordum.

Korkum had safhaya ulaşmıştı.

"Delirdin mi sen?!" diye bağırdım. Yüzündeki öyle bir ifade vardı ki, şeytanın fısıltılarının gözlerinde dolandığını görebiliyordum. Onu ittiğim için kaşları çatılmıştı ama bunun haricinde çok sakindi,oldukça sakin.

O oynamıyordu,bizzat oyundu. Gördüm. Gözlerinde gördüm.

" Bana Eylül tehlikede diyorsun ve burada rahatça durabiliyorsun. " Elimi karnıma doğru bastırdım. Korkudan midem bulanmaya başlamıştı.

"Neler oluyor? Ne oluyor Allah rızası için söyle, Eylül'e bir şey mi olacak? Neden sakinsin!?" dediğimde yavaşça gülümsedi. Ama bu öyle bir gülümsemeydi ki gazap ve azap yanağında ki iki ölüm çukuruydu. Onu ilk gördüğüm de o acımasızlık yüzünde vuku buldu.

Gözleri yüzümden aşağıya doğru indi yavaş yavaş gelinliği inceledi. Şimşekler çaktı gözlerinde. Bakışları altında titremeye başladım. Ağlamak üzereydim korkudan. Lacivert gözlerinde başkaları için mezarlar kazılırken onun umursadığı yaktığı ateşti.

Beni yakmak için.

"Şuan," dedi boğuk bir sesle. Başı hafifçe eğildi ve bileğindeki siyah saate baktı. Sert hatları sakladığı gazabıyla karardı.  "Senin için cehennemi karşıma aldım."

Tekrar başını kaldırdı. " Dedim ki ona; " Bir adım yaklaştı.

Bir adım geri çekildim. Bu hoşuna gitmedi. "Haddinden erken yanına alacakların var."

Bir adım daha yaklaştı." Ama onları önce ben yakacağım." Yerimden kıpırdayamadım. Ses tonunda ki gazap, yüzündeki ifade bizzat cehennem oldu.

Acımasızlığını gördüm. Kalbini karartmış,intikama bürünmüştü.

"Planladın." dedim. Göğsümdeki kalbim acıyla sarsıldı. "Yine bir plan kurdun." dedim tam karşımda durduğunda.

Eli uzanıp dirseğimi kavramak istediğinde geri çekildim. Bana karşı öfkelenmeye başladığını  görebiliyordum. Ama onun bu hâline karşı kendimi kontrol edemiyordum.

Eylül şuan tehlikedeydi.O ise intikamdan,plandan bahsediyordu.

"Neden?" dedim korkuyla.

Elini cebine attı ve telefonumu çıkardı. Tekrar yanıma yaklaştığında ondan uzaklaşmamın öfkesini taşıyordu.

"Hayır," dedi. Tülle kaplı olan kolumu sardı parmakları. "  Ben yapmadım. Onlar birleştiler. "Kolumu saran parmakları tenimde iz bıraka bıraka yukarı çıktı ve omzumda durdu. Arkama geçti. 

Kulağıma doğru eğildi. "Onlar plan kurdu. Tam, " Diğer kolundaki saati gösterdi. Avucunun içinde telefonum vardı." 1 dakika 58 saniye sonra Eylül seni arayacak. İlk olarak beni aradı ama hattı benim numarama engellenmişti. "

Sakalları yanağıma sürtündü. Nefesi tenimi ürpertti."Sonra Demir'i, sonra Umut'u. Hiçbirine ulaşmasına izin vermediler." 

Gülümsediğini hissettim. Ama buz tutmuş tenimi ısıtmıyordu  gülüşü. Çünkü o da ısıtmak için gülmüyordu.

"Sırada sen varsın. Bak saatin yelkovanı 30 saniyesine ulaştığında Eylül seni arayacak. Ve sen, bombayı fark ettiğini, yardım etmeni istediğin de  ona yardım edeceğini söyleyecek ve en son çare olarak yanına gideceksin . "

Gözlerim yavaşça ilerleyen yelkovanı takip etti. Yüreğim korkuyla hızlı, zaman ise her an bir faciaya yaklaşmıyormuş gibi yavaştı.

Eli belimi sardı. "Biliyor mu?" dedim seslice yutkunmadan önce. Kalbim ona bir şey olacak korkusuyla öyle hızlı atıyordu ki soğuk soğuk ter döküyordum.

Sonunda bunu fark etti. "Korkma," dedi.

"Sen kendini benim atmayan kalbim yaptın."  Belimdeki eli yavaşça yükseldi ve tam kalbimin üstünde durdu." Onu yaşatmak senin elinde." Elini kalbimin üstüne bastırdı.

"Senin kalbini  korumak da benim görevim Günışığı. "

Tam o sırada telefon çaldı. Önüme geçti. "İçinden geldiği gibi davran. Endişen onları sevindirecektir. Bırak neşelensinler."

Telefonu bana doğru uzattı. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki intikamın,öfkenin, nefretin   ona haz verdiğini hissedebiliyordum.

Onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu.

Titreyen ellerimle telefonu aldım ve Eylül yazısına kısa bir süre bakıp titrek bir nefes aldıktan sonra kulağıma götürdüm.

"Efendim Eylül." dedim. Endişeli sesi kulağıma dolduğunda gözlerimi kapattım.

"Elif, benim için Siraç'a ulaşabilir misin?" Sesindeki korku o kadar gerçekti ki elimi göğsüne bastırdım. Canım yandı.

"Sen iyi misin? Bir sorun mu var?" dedim endişemi kontrol edemeyen bir sesle. Yüreğimi saran parmak uçlarını hissettim. Siraç kirpik uçlarıma dokundu.

"Bir sorun var. Arabada bir sıkıntı var. Ankara'daki şirkete geçiyorum ben. Lütfen ulaş,yardımlarına ihtiyacım var."

Ağlamaklı sesini duyunca gözlerim doldu,  dokunduğu kirpiklerime takıldı bir damla göz yaşı. Kirpiğime takılan gözyaşını kendisi için aldı.

"Neler oluyor Eylül? Ne sorunu? " Dedim yüksek sesle.

İç çekti. Korktuğunu ses tonundan bile anlayabiliyordum. Korkumdan ağlamamak için kendimi sıktım.

"Korkma,endişelenme. Benim  için onlara ulaş, acil durum de. Neden şirkete gittiğimi anlarlar. " O korkarken bile beni teselli ediyordu ya en çok bu canımı yakmıştı.

"Tamam sende endişelenme. Ben ulaşacağım. Sen..." dediğimde telefonun kapandığına dair o ses geldi ve gözlerimi açtım.

Karşımda duran lacivertler gözyaşlarıma takılı kalmıştı. "Korkuyor."dedim titreyen bir sesle.

İki eli  bileklerimden tuttu ve başını eğdi. "Korkmuyor." dedi. Baş parmağı yavaşça bileklerimi okşadı. "Onu koruyacağımızı bilerek bindi o arabaya. Rol yapıyordu. "

Bembeyaz kesildiğimi hissettim. Siraç 'ın beni bileklerinden tutup sürüklenmesini izledim."Biliyor..." diye fısıldadığım da şoka girmiş gibiydim. Giyinme kabinlerine ulaştık.

"Üstünü giyinme,çelik yelek giydireceğim sana. " dediğinde Siraç'a boş gözlerle baktım. Bir kabinin önünde duruyorduk. Onun arkasında duran aynadan dehşete düşmüş yüzüme takıldı gözlerim.

Ruhum çalınmış gibi gözüküyordum.Şoka girdiğimi hissedebiliyordum. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Eylül tehlikedeydi. Siraç'ın eli yüzümü buldu ve çenemi kavradı.

Sakindi,çok sakin ve kendinden emindi. Bakışları yumuşak değildi, hedefine odaklandığını benim de buna uymamı istediğini görebiliyordum.

"Bana bak." dedi. Gözlerimi gözlerine değdirdim. Gözleri yüzümde dolandı. "Kimseye bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

Yavaşça gülümsedim. Gerçek değildi gülümseyişim. Yazık edilmişti.

Girdap tutan onun lacivert gözleriydi. Ve beni  kendinde tutmak istiyordu.Beni sakinleştirmek istediğinin artık farkındaydım. Çenemi tutan parmaklarından kurtardım kendimi. "Planların  kaderi mi yönetiyor yoksa?" dedim soğuk bir sesle.

Ondan uzaklaşmam, yine hoşuna gitmedi. Bunu görebiliyordum ama o beni anlamayacaktı. Yine benden her şeyi saklamıştı.

Yine sevdiklerimi ve en çok kendisini  karşılık verebilmek için tehlikeye atmıştı.

Yine sevdiklerimden vurmuştu ve yine herkesi tehlikeye atan bir planın içindeydik.

Hiçbir şeyden haberim yoktu.

Kabine girdim ve suratına kapıyı kapattım. O sakindi ama gelinliği çıkartırken yinede acelem şeytana hizmet ediyordu.Çünkü gelinliğe dolanmış gibi hissediyor,daha çok panik yapıyordum. Bir an gözlerimi kapattım. Oysa, çok değil belki bir yarım saat önce mutluydum. Gelinliğimi seçiyor, yaşıtım olan genç kızların içine düştüğü hayal bulutunda süzülüyordum.

Şimdi  ise yine aynı kuyuya düşmüştük.

"Bana acele et demeyecek misin? Kaç dakikamız var?"

Sesi kapının arkasından duyuldu. "Ailene açıklama yapacağın, şuan beni, Demir'i, Umut'u hatta Serhat'ı ve Selçuk'u bile arayacağın kadar zamanın var. İstediğin gibi davran."

Telefonumla oynadığını biliyordum. Benim yerime aramaları gerçekleştiriyor ve muhtemelen cevap alamıyordu.Her şey kontrolü altındaydı.

Bu kadar planı ne ara, nasıl kurmuştu? Nasıl her şeyin rast gideceğine bu kadar emin olabilirdi? Her olasılığı hesaplamak matematiksel bir formüldü ama hayat çizgisi  mantık ve formüllerle ilerlemezdi. Bunu hiç düşünmüyor muydu?

Kafamda dolanan sorular gözümün önünü karartıyordu. Panik yapıyordum.

"Allah'ım!" dedim. "Yardım et, toparlanmam lazım." Ona seslenmesem düştüğüm yerde kalırdım,biliyordum.

Derin bir nefes aldım.

Bu andan itibaren kendime düşünmek için zaman vermedim. Eylül tehlikedeydi. Siraç 'ın acelesi olmaması bunu değiştirmiyordu. Altıma bol paça pantolonunu giydim. Odağımı kıyafetlerimden çekmiyordum.

Üstümde siyah, dizlerimin aşağısında biten bol siyah bir tunik vardı normalde. Onu kenara koydum düğmeli olduğu için. Çelik yeleği giydikten sonra giyinecektim.Kabinin kapısını hafifçe araladım. "Çelik yeleği ver." dedim hala titreyen bir sesle.

Elim de titriyordu,bunu o da bende görebiliyorduk. Elimi tuttu ve ben ne olduğunu anlamadan kabinin açık kapısını iterek içeri girdi. Diğer elinde de çelik yelek vardı.

Karşısında yari çıplak kalakaldım. "Ne yapıyorsun?" dedim öfkeyle.

Bana baktı, öfkeme karşı verdiği tepki tabiki öfkeydi. Ona kızgın olmama anlam veremiyor olmalıydı ama bu tuzağı da atlatırsak bağırarak da olsa  anlatacaktım ona.

"Ben giydireceğim, sana göre ayarlama yapılması gerekiyor." Gözleri vücuduma bir kez bile değmedi. Öfkem onun gözlerine bir duvar örmüş olmalıydı.

"Kollarını kaldır." dediğinde itaat  ettim bu yüzden. Çelik yeleği başımdan geçirdi ve kollarını, ayarladı. Gözleri yüzümdeydi ama ona bakmıyordum.

"Amcamlara haber verecek miyim? Bunu da düşünmüşler mi? Ya Umut, Nergis?" Sesim alaycı çıksın istememiştim ama öyle çıkmıştı. 

Kollarımdaki askılıkları ayırırken düzgün parmaklarına baktım. "Nergis'i zapt ettiler. Aşağıda bir karmaşa var. Korumaların yarısı bununla uğraşıyor. "

Birden kafamı kaldırıp ona baktım. Dehşete düşmüştüm. Ama o devam etti düştüğüm yeri görse de.

 "Umut, Ankara'daki şirkette ama hiçbir şeyden  haberi yok. Nergisin olayı haber verilecek ama tam o sırada Eylül şirkete telaşla giriş yaptığı için her şey karışacak."

Göğsümdeki cırt cırtları sıkılaştırdı. "Arada kalacak."

Yanda duran tuniğimi eline aldı. "Ben giyerim." dedim. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki sesim uğultuymuş gibi uzaktan geldi bana.

Baş ve işaret parmağını nabzımın üstüne bastırdı. "Sakinleş, Günışığı. Buraya seni korumak için geldim. Hiçbir şey  olmayacak."

Sustum. Şimdi konuşmamın,sebeplerimin sırası değildi. Elini geri çekti. Uzun tuniğin kollarını uzattığında, "Amcamlar?" dedim.

"Onların geldiklerinden haberleri yok. Yoldayken onları arayacaksın. İlk bozgunları bu olacak. Çünkü kendi arabalarıyla gelmediler."

Bunu bende fark etmiş ama önemsememiştim. Ankara'ya gelmek için Siraç'ın bir tedbiri olduğunu düşünmüştüm. Hepsinin altında siyah,lüks arabalar vardı. Buna dedem de dahildi. Demek ki haberdarlardı durumdan. 

Hayal kırıklığının beni sardığını hissettim. Sevdiklerime karşı olan korkum, sadece beni mi ilgilendiriyordu. Hiç kimse bu yolda canını önemsemiyor muydu?

İçime attım yine. "Yengemler,annem, Melisa hanım?" dedim tuniğin diğer kolunu da giyerken. Ondan uzaklaştım ve  tuniğin minik düğmelerini ilikledim. Parmaklarımı izliyordu. 

Gözleri üzerimdeyken konuştu."Güvenli bir yere götürdüler ama burada oldukları sanılıyor. Plan tutmazsa buradakileri rehin alacaklar."

Başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarım sıkıntıyla birbirine bastırmıştım. Her şeyi düşünmüşlerdi. Her şeyi.

"Tamam.Başörtümü yapayım,çıkalım."dedim sanki her şey normalmiş gibi.

Dışarı çıkmadı,titreyen ellerimi,göz bebeklerimi izledi. Sevmedi bu halimi,engellemek istedi ama odaklanmak istediği ben değildim biliyordum. Zaten kimseye bir şey olmasın diye bende öyle isterdim.

Bu yüzden, "Bakma bana öyle." dedim.

Sesim kızgından çok endişeli ve kırgın çıkmıştı. " Bana kızmak için hiçbir sebep yok. Seni korunak istiyorsam sadece savunma yapamam. Bu dünyada işler bu kadar masum yürümüyor,Elif." 

O da kızmıştı. Bana Elif dediğine göre öfkesine,intikamına,planlarına odaklıydı. Artık onu tanıyordum.

Başörtümün son iğnesini takıp ona  döndüm. Şimdi sakin olmak zorundaydım. Öfkemi,kırgınlığımı ondan bile gizlemek zorundaydım.

Madem ben sebeptim bu planlara. Yanlış yola girmesinin sebebi de ben olmak istemiyordum.

Sonra dedim kendime,sonra Elif. Sonra anlat sebeplerini.

"Gitme vaktimiz geldi mi?"  dedim kısık bir sesle.

Başıyla onayladı ve elimi tuttu. "Şimdi gidebiliriz. " dedi. O odaklı, ben ise savruluyordum.

"Senin burada olduğunu öğrenmezler mi böyle?" dedim birleşmiş ellerimize bakarak. Avucumun içini okşadı baş parmağı.

"Ben senin binmiş olacağın araba  da olacağım, aşağı katta ayrılacağız bunun için. Bu sırada annenleri ikna ettin. Çıkışta Nergis'in de zapt edildiğini öğrendikten sonra bana ulaşmak istediğini,acilen buradaki şirketime gitmek istediğini söyleyeceksin korumalara."

Merdivenleri birlikte indik. "Peki ya Eylül? Ya erken patlatırlarsa arabayı? Hem,nasıl yerleştirdiler araca bombayı?" dedim.

Gülümsedi, belki gazabına eşlik etti gamzeler ama o kadar güzel güldü ki, bu oyunda oynamanın ona zevk verdiğini görebiliyordum. Korkmuyor olsam istemsizce bende gülümserdim. 

 "Bir ay önce yurt dışından sipariş etmiştim Rolls Royce'u. Gelirken patlayıcı da doğurmuş." 

Tek kaşını kaldırdı. Bir adam yakışıklıysa ilgi çekerdi ama yakışıklının yanında bir de zekiyse tüm çekim kuvvetlerini üstünde toplamış gibi oluyordu. Bunu ondan öğrenmiştim. "Kazan gibi." dediğinde gülümseyişi genişledi ve tuttuğu elimin üstünü öptü. 

Hayır,amacı sadece odaklı olmak değildi. O benim odağımı tamamen yitirmemi istiyordu. "Bir şey yaptın." dedim aşağıya indiğimizde. 

"Sen Eylül'ü o arabaya tedbir almadan bindirmezsin." 

Elimi bırakıp çenemi tuttu. "Adrenalin çok garip bir etkisi var. Şuan kazanacağım bir yarışın içindeyim. " Başı yüzüme doğru eğildi. "Ama ben sadece sana odaklanabiliyorum. Sanırım haklılarmış. " 

Gözleri dudaklarıma düştü. "Adrenalin afrodizyakmış. " Çenemin altını okşadı. "Ya da sen." dedikten sonra soluğumu da yanına alarak geri çekildi. 

Yüzündeki ifadede çoktan ödülünü almış bir adam saklanıyordu. "Kazanmalarına hiç fırsat vermedim,Günışığı. Ne Eylül, ne Nergis, ne ailen, ne de sen." Bir adım uzaklaştı. "Ama en çok sen." 

Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Şeytan zihninde cirit atıyordu. Görüyordum.  "Ben hazinemi kimseye göstermem. " Ve bulunduğumuz katın diğer tarafında bulunan merdivenlerden inerek gözden kayboldu. 

"Allah'ım!" dedim. Elimi stres ve adrenalinden buz kesmiş yüzüme kapattım. "Ben bu adama yetişemiyorum. Rahatlığa bak." Gergin bir şekilde aşağı indiğimde sanki ensemde onun gözlerini hissediyordum.

 Aşağı katta beni bir karmaşa karşılarken rol yapmadım zaten endişeliydim. "Neler oluyor?" dedim beni ilk gören korumayı durdurarak. Ya çok iyi rol yapıyordu ya da ben gibi hiçbir şeyden haberdar değildi çünkü geniş gövdeli korumanın yüzü öfke ile kaplanmıştı. 

"Nergisi almışlar." dediğinde yüzümde artan korkunun kalıntıları da gerçekti. "Ne?" dedim şaşkınlıkla. 

"Bir tuzak hazırlanıyor olmalı efendim." dediğinde gözlerim doldu. Çok iyi biliyordum ben o tuzağı. Şuan içinde yaşıyorduk.

"Siraç beye ulaşın. Bir sorun olmalı. Umut beye de haber verin. Eylül'ün arabasında bir sıkıntı varmış. Bu da bir tuzak olabilir. Şirkete geçiyor." dedim dışarı çıkarken. Koruma beni takip etti. Beni gören korumalar,  etten bir duvar örüyorlardı. 

"Acil durum kodu." lafı  birinin ağzından çıktı. 

"Her an saldırı olabilir." diyen bir başka korumaydı. 

"Beni  buradaki şirkete götürmeniz gerekiyor." dedim. Yanımda duran bir dev gibi gözüken koruma, "Emin misiniz, Elif hanım? Sizi burada daha iyi koruyabiliriz." dedi. 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Siraç 'a ulaşamıyorum. Bir şekilde yardım etmem gerekiyor. Siz ona ulaşmaya çalışın ve beni şirkete götürün." 

Koruma tereddüt etse de emir verdi, "Arabayı hazırlayın."  Yanımda bir ordu vardı ve bir kısmı da evlerin tepesine yerleşmişti. Arama yapıldığını, koruma alanının genişletildiğini görebiliyordum. Ortalık karışıyordu.

Zırhlı makam aracı geldiğinde kapı benim için açılmadan acele ederek kapıyı açıp arka koltuğa oturdum ve kapıyı kapattım. Araba hareket ettiğinde yüzüne bakmadım. Kalbim boğazımda atıyordu. 

"Ne olacak şimdi?" dedim. Her iki tarafta da büyük bir karmaşa hüküm sürüyordu. Ona kaçamak bir bakış attım. Kucağında silahı duruyordu. Bana bakıyordu. Gözleri kısılmış, ifademi çözmeye çalışıyordu. Görebiliyordum. 

Dizim istemsizce sallanmaya başladı. "Amcanları araman gerekiyor. " Yanıma almış olduğum çantanın içinden telefonumu çıkardım. 

"Bak," dedim telefonumdan Yiğit amcamı aramadan önce. "Bana açıklama yapmak senin planından bir şey götürmeyecek. Benim bu kadar gergin olmam çok normal ama senin bu kadar rahat olman normal değil. Bu beni çileden çıkartıyor."  

Gözleri beni izliyordu. "Bana sadece sakin ol, hiçbir zarar görmeyeceksin, diyerek beni sakinleştiremezsin. Ben aklımı kullanabiliyorum ve o aklım sen beni olay dışında bırakınca çıldırıyor. Ben çocuk değilim." dedim. 

Elini dizime bastırdı. Dokunuşuyla birlikte dizimi sallamayı bıraktım.

 "Biliyorum." dedi sakin bir sesle. Göz göze geldik.  "Amcanları şimdi araman gerekiyor." dediğinde ağzımdan alaycı bir ses çıkardım. 

Kaşları çatıldı. Dizimi onun dokunuşundan uzaklaştırdım ve Yiğit amcamı aradım. İkinci çalışta açtı. "Efendim babam." dediğinde iç çektim. Endişemi her halükarda hissedecekti. 

"Amca," dedim. "Bir sorun var."

 Harekete geçtiğini hissettim. Arkada bir gürültü vardı. Ses tonum veya aramam bile onu çoktan onu hazır hale getirmişti. "Ne sorunu amcam?" dedi.  

Sesimdeki korkuyu daha çok hissettirdim. Dinlendiğimiz için sakınmadım. "Eylül'ün arabasında bir sıkıntı varmış. Nergis kayıp. Bir tuzak varmış. Korumalar teyakkuza geçtiler. Ben şimdi Siraç 'ın şirketine geçeceğim. Ona da ulaşamıyoruz. Furkan amcama da ulaşıp şirkete geçer misin? Ben konumu atarım." dedim. 

Siraç 'ın son cümlemden sonra dudakları kıvrıldı. Doğaçlama davranmam hoşuna gidiyor olmalıydı. Ama ben hiç eğlenmiyordum. "Tamam babam,biz hemen geleceğiz ama biz gelene kadar kendini riske atacak hiçbir harekette bulunma." Bu gerçek bir uyarıydı. 

"Tamam amca. Siz de kendinize dikkat edin." dedim ve telefonu kapattım. Benimki de gerçek bir uyarıydı. 

 Siraç telefonumu aldı. "Eylül?" dedim ona elinde tuttuğu telefonuma bakarken. Amcama konum atıyordu.  Gömleğinin kollarını katlamış, beyaz gömleğinin içerisinde kasları belirginleşmişti. Başı eğik bir şekilde kısık gözlerle bir bakış attı bana.

"İyi." dedi. Burnumdan solumamak için kendimi zor tutuyordum. Arabanın içerisinde dört kişiydik. Sürücü ile birlikte arabada bir koruma daha vardı. Bu yüzden de sustum. Hala ve hala  kendimi kontrol etmek için sebepler arıyordum. 

 Siraç öndeki korumadan bir kulaklık istedi. Eline kulaklığı aldıktan sonra kucağıma koyduğum ellerimden birisinin içine küçük siyah kulaklığı koydu. "Tak bunu." dedi. 

Ona boş boş baktım. "Dışarıda kalmaktan bahsettin.Tak bunu, Günışığı."  Avucumun içini okşadı. Hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. 

 Bir şey demeden elimi çektim ve kulaklığı başörtümün altından kulağıma yerleştirdim. Lacivert gözleri gazap tarafından ele geçirilmişti. Gazap istediği gibi davranılmamasına karşı kükredi. Gözlerimi ondan kaçırdım. Şuan ortak bir yol bulamayacaktık.

İlk ses, Furkan amcamdan geldi. " Furkan ile aynı arabadayız. Takip ediliyoruz.  Yemi yuttular. "  Siraç koltukta gevşek bir şekilde oturdu  ve başını hafif geriye yasladı. Bacakları iki koltuk arasındaki boşluğa zor sığıyordu.  "Şimdi hamle sırası onlar da. Bakalım," dedi başını yasladığı koltukta hafifçe döndürerek. 

" Zekice davranıp planlarında eksik olduğunu kabul ederek geri mi çekilecekler." O gözleri kısık bir şekilde bana bakınca bende gözlerimi kıstım. Dudaklarının biri yukarı kıvrıldı."Yoksa ellerinde hangi koz varsa hepsini ortaya döküp saldırmayı mı?" 

Tek gamzeyle de vururdu,sıkıntı yoktu. Her türlü vurgundum zaten. 

"Sizinle buluşacağımız yola girmemize 5 dk var." dedi Yiğit amcam. Ana yoldan sapıp ara bir sokağa girip Ankara'nın dik yokuşlarından birisini aşmaya başladık. Tam o anda ilk silah sesi duyuldu. Siraç 'ın yüz ifadesi buz kesti. Koltukta dikleşti ve, "Hep ikincisini tercih edecek kadar ahmaklardır. " diye mırıldandı.

 "5 numara." dedi kendi kulaklığına dokunarak. 

Camlardan etrafına baktı. Bilerek bu yola girmiş olmalıydık çünkü yokuşun etrafında çok fazla ev yoktu.  "Saldırı poziyonu alın. Kimse kalmayacak, hazırlıksızken bile güçlü olduğumuzu bilsinler. " Elinde duran silahın emniyet kilidini açtı ve tüm kasları gerildi.

Bana baktı. "Koltuğa yaslan, Günışığı." dedi kolumdan tutup kendine doğru çekerken. Silah sesleri daha fazla duyulurken kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Silahla ilgili her şeye karşı büyük bir korkum vardı. Şimdi birine bir şey olacak korkusu boğazıma sarılmıştı sanki. Arkada ne oluyordu bilmiyorum ama zırhlı arabalar aynı zamanda ses geçirmez olmasına rağmen dışarıda büyük gürültü vardı. 

Yiğit amcamın sesi duyuldu. "Bize de saldırı da bulunuyorlar. Aynı ara sokakta buluşalım."  Öndeki koruma camı indirdi ve silahı ile birlikte camdan dışarı çıktı. Atılan kurşun sesleri artık daha fazla duyuluyordu. Siraç elini omzuma bastırdı ve amcama cevap verdi. 

"Ayrı yoldan gidin. Elif'e ulaşamadığınızı, yoldan saptığınızı, saldırıdan kaçmak için yol değiştirdiğinizi zannetsinler." 

Amcam sakin bir şekilde onu cevap verdi. "Tamamdır." 

Siraç bana doğru döndü. Nasıl göründüğümü bilmiyordum ama eli yüzümü buldu ve, "Sakinleş, kimseye bir şey olmayacağına izin vermeyeceğim Günışığı. " dedi. 

Sadece başımı sallayabilecek kadar gücüm vardı. 

Gözleri yüzümden çekilmedi ama, "Ne durumdayız?" dedi kulağına tekrar bastırarak. Bu sefer benim kulaklığıma hiçbir ses gelmedi. Sadece amcamlarla iletişimini duyabileceğim kulaklığı vermiş olmalıydı bana. 

Başımı kaldırıp arkama bakmaya çalıştım ama izin vermedi. O sırada yanımıza geçmeye çalışan Jeepi gördüm. Camlar açıktı ve içinden birisi silahı içinde bulunduğumuz arabaya doğrultmaya çalışıyordu. 

Tam o sırada saldıran korumayla göz göze geldik. Oysa o beni göremezdi ama bir an sonra bir kurşun alnının ortasına isabet ettiğinde ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı. 

Siraç benim gördüğümü fark ettiğinde, "Halledin şu arabayı." dedi. Sesi hırlar gibi çıkmıştı. Ama benim kulaklarım kurşunların sesiyle çınlıyordu. Onu tam duyamıyordum. Derin derin nefes aldım. 

Bana doğru döndü. "Sakinleş, bembeyaz oldun. Sakinleş Günışığı." dedi tek eliyle yüzümü kavradı. O kadar soğuktum ki eli yüzümü yaktı sanki. 

"İyiyim, iyiyim." dedim. Birde ben engel olmak istemiyordum. Bana baktı, emin olmak istiyordu. 

"İyiyim." dedim tekrar onu ikna etmek isteyerek. Değildim, gözümün önünde alnından vurulup ölen adamın gözleri vardı. Tekrar sağıma bakmak istiyordum ama çok korkuyordum. 

Derin derin nefesler aldım ve arabalardan birinin acı fren sesini duydum. Kafamı sağa doğru döndürdüğüm de yanımızda duran arabanın geriye doğru gittiğini gördüm. Siraç kafamı kaldırıp arkaya bakmama izin vermedi ama öyle bir gürültü oldu ki arabanın takla attığını biliyordum. 

Siraç kendisini göstermemek için camdan dışarı çıkmamıştı ama sabırsız bir şekilde etrafa emirler vermesinden onun da saldırı da bulunmak istediğini görebiliyordum.  O kadar zıt durumlardaydık ki şuan. Onun bu saldırıdan bile zevk aldığını hissediyordum. 

Kurşunlar daha da azaldı ve nezih bir semte doğru yokuş aşağı ilerlemeye başladık.  "Ne kadar kaldı?" dedi. Siraç. 

Nasıl bir cevap aldıysa memnun bir şekilde başını salladı. Öndeki koruma camdan sarkıttığı bedenini geri çekti. Siraç ile bakıştılar, "Tamamdır efendim." diyen korumaya sert bir baş hareketiyle onay verdi Siraç. 

 Sonra amcamlarla konuştu. "Yiğit bey siz ne durumdasınız?"

  Kısa bir an bana bakış attı. Onun kollarından uzaklaşmaya çalıştım ama izin vermedi. Koruma iç güdüsü artmıştı. Ama bu haldeyken bir sorun olmak istemiyordum. 

"Atlattık. Maksimum 3 dakika sonra oradayız." 

 Siraç onu onayladı. "Şirkete aynı anda gireceğiz. Umut, son hazırlığı yap." Emir, demirden keskindi. Verdiği her emir sanki kanunmuş gibi kabul ediliyordu. Korumaların sadık olduğunu yüzlerindeki ifadeden görebiliyordum.  Hepsi patronlarının yüzündeki sarsılmaz ifadeyi taşıyordu. 

 Siraç şoförlük yapan korumaya döndü. "Hızlan." dedi. Arabanın hız ibresi arttı ve indiği yokuş ile birlikte büyük gökdelenlerin olduğu bir semte giriş yaptık. Başımı kaldırmama izin verdiğinde arkamızda iki arabanın daha bizi takip ettiğini gördüm. 

Konya'daki şirketten daha büyük bir gökdelene yaklaşırken, S ve V harflerinin birleşiminden oluşan simetrik ışıklandırmayı gördüm. Bu onun şirketiydi. 

Camları simsiyahtı. Harflere göre inşa edilmişti. S harfi kısmı gökdelenin ikinci kısmı olarak kıvrımlı bir şekilde aşağıya iniyordu. Onunda diğer şirket gibi üstünde inşaat vardı. Yaklaştıkça korkum artsa da ilk defa gördüğüm şirketin güzel olduğunu kabul etmek zorundaydım. 

Geniş ve temiz yolda lüks arabalar hızla gidiyorlardı.  Şirketin otopark olduğunu tahmin ettiğim yokuş yukarı yoluna çıkarken, amcamların arabasını gördüm. Hızlı bir dönüş ile arkamızdan bizi takip ettiler. Sırayla otoparka girdiğimiz de Siraç 'a döndüm. "Şimdi ne olacak?" dedim. 

Bana doğru döndü. "Amcanların önünü kesmeye çalışacaklar." dedi önüne bakarken. Kurumuş dudaklarımı birbirine bastırdım. ona bakarken.

 "Buraya nasıl girdiler?" dedim. 

Hafifçe gülümsedi. Buz gibiydi bu gülümseyiş, acımasızlığı onu ele geçiriyordu. 

"Dört gündür burada yatıyorlar." dedi.  Tam o sırada arkada acı bir fren sesi yankılandı.Furkan amcamın sesi duyuldu. 

"Dikenli zincir attılar." Siraç dönüp arkasına baktı. "Sizinle çatışmaya girecekler."

Amcam onu onayladı. "Elif'in yanında istemiyorlar. Destek ekip gelecek mi?" 

Silah sesleri tekrar yankılanmaya başladığında kalbim endişeyle göğsümü dövmekten yorulmuştu artık. Korkumu saklayamıyordum. "Kısa sürede. Arabadan çıkmayın. Sizi bu sürede koruyacak. Çok yakınlaşamazlar. İfşa olacak kadar çok değiller ara yolun duvarını kullanacaklar muhtemelen. " 

Nitekim geçtiğimiz yolda birikmiş yüzleri maskeli adamları gördüm. "İçeri sızmalarına izin verdin." Bana baktı. Bu olay bittikten sonra uzun süre etkisinde kalacağımı hissediyordum. 

"Bu ilk değil. Ama bu sefer amaçları farklı. Güzel bir planları var." Tahtanın önünde kendi taşlarıyla oynadığını görür gibi oldum onu. Karşısındaki rakibinin hamle yapmasını bekliyor, onlar hamle yaparken hem ileride ne yapacaklarını tahmin edip hemde kendi hamlelerini hesaplıyordu.

Siraç 'ın zihni bir satranç tahtasıydı. Olasılıkların sürekli kafasında döndüğünü hissedebiliyordum. Her adımı bu yüzden planlıydı çünkü bir yarışın içerisindeydi. Tek düşüncesiz attığı adımın da daha önce atmış olduğu bütün adımlar boşa gidecekti. 

"Kendi evinde seni vuramayacaklarını bilmiyorlar mı?" dedim otoparkın geniş alanına geldiğimiz de. 

Eylül'ün arabasını işte o an gördüm.  Araba yavaşladı ve Siraç bana doğru döndü. Lacivert gözlerinde hamleleri için çukurlar açan bir gazap vardı. Düşman her yanlış adımında bir mezara düşecekti. 

"Ellerinde bu kadar koz varken eğer hazırlıksız olsaydım, kesinlikle zayiat alırdım."

Düşmanını küçümsemiyordu. Ellerini omuzlarıma koydu. "Şimdi korumalarla birlikte arabadan çıkacaksın. Ve Eylül arabanın içinde olacak. Kapılar kilitli. Yeni giriş yaptı otoparka. Korkuyormuş gibi davranacak. Sende öyle davran. Umut gelmek üzere. Seni yalnız yakalamak istiyorlar. Bunu onlara ver. Seni koruyor olacağım." Omuza güven verici bir şekilde baskı uyguladı. 

Titrek bir nefes aldım. "Kimseye bir şey olmayacak." dedim. Bir teminat almak istiyordum. Yüz ifadesi arabaya bindiğimizden beri ilk defa yumuşar gibi oldu. 

"Kimseye, özellikle sana bir şey olmayacak, Günışığı. Söz veriyorum." dedi. 

Derin bir nefes aldım. Korkularımı, kırgınlığımı, öfkemi bir kenara bıraktım ve aklıma odaklanarak ondan uzaklaştım. Araba durduktan sonra yüzümde korku dolu bir ifadeyle aşağı indim. Benimle birlikte inen iki koruma ile birlikte koşarak arabaya doğru ilerledim. Beni gören Eylül, korku dolu gözlerle bana baktı ve camları yumruklamaya başladı.  Adımı seslendiğini görebiliyordum.

"Eylül!Eylül" diye bağırdım. 

Koşarak ona doğru giderken korumalardan biri kolumdan tuttu. Bu saldırıda ön koltukta karşılık veren korumdaydı. Uzun siyah saçlarını ensesinde toplamıştı. Oldukça ciddi gözüküyordu. 

"Efendim arabada bomba olabilir. Umut bey gelmeden sizi arabaya yaklaştıramayız." 

Kolumu sımsıkı tutan eline baktım. "Ne demek bomba olabilir? Bırakın, içeride  Eylül var!" dedim. Gerçekten korkuyordum. Ona bağırdığımda korumanın yüzünde mimik oynamadı. Onun için korumak için öncelikliydi. 

Tam o sırada ince ıslık sesini duydum. Bir an bana bakan koruma diğer  an dizlerinin üstüne çöktü. Silah sesiyle birlikte çığlık atıp ellerimi iki yana  kaldırarak bende yere çöktüm. Diğer yanımdaki korumada yere düşerken ikisinin de gövdesinden sızan kan yere doğru akmaya başladı. 

İki yanımda oluşan gölün ortasında gerçekten donup kaldım. Gözümün önünde babamın öldüğü yer canlanıp yok oluyordu. Siraç 'ın sesi kulağıma doldu. 

"Yaşıyorlar, Günışığı. Sakinleş. Sahte kan, yaşıyorlar."  Sakinleştirmek için  yükselmişti sesi. Onun sesini duyduğumda gözümü sımsıkı kapatıp olduğum yerde sallanmaya başladım. 

"Her şey bittiğinde," diye fısıldadım. "Sorulacak bir hesabım var."  Beni duydu mu bilmiyorum ama sesini çıkarmadı. Tam o sırada bir adamın sesi otoparkta yankılandı. 

"Bayan Vuslat, ayağa kalkabilirsiniz. Vurulan siz değilsiniz." İngilizce aksanı kabaydı. Kendi dili olmadığını korkuyor olsam da anlayabiliyordum. Arkamı döndüm ve beyaza yakın sarı saçları olan bir adamın arkasında ki maskeli adamlarla birlikte gelişini izledim. 

Siyah bir takım giymişti. Kısa boyluydu ve saçları geriye doğru özenle taramıştı. Buz mavisi gözlerine bakmadan gözlerimi çektim. Adam Rus'tu bunu anlamak zor değildi. 

"Eşinizin sizi yerde görmesini istemeyiz." 

Başka taraftan gelen ayak seslerini duyduğumda yavaşça ayağa kalktım. Arabada çırpınan Eylül'le göz göze geldim. Gözlerim doldu. Arkadan gelen Umut ve korumaları gördüğümde onlara doğru ilerledim ama arkamdan gelen ses ile yerime çakılı kaldım. 

"Onların yanına gitmek sizin için iyi olmaz, Bayan Vuslat." Başımı döndürüp ona baktım.

 "Siz kimsiniz?" diye sordum İngilizce. Yavaşça gülümsedi. Ürkütücü gülümseyişinden korkumdan zevk aldığını görebiliyordum. 

Olduğum yerde dikleştim. "Eşinizin bir dostu." dedi bana doğru bir adım attığında. Arkamdan Umut seslendi. 

"Elif hanım, Siraç bey yanımıza gelmenizi istiyor. Size hiçbir şey yapamazlar." Arkama bakmadan elimi kaldırarak durmalarını istedim.

"Eşimin dostları ne zamandan beri  eşimin adamlarını vurup kuzenini zapt eder oldu?" dedim. Korkuyor olabilirdim. Endişeden ölüyor ve bütün olanların sebeplerini anlamlandıramıyor olabilirdim ama ahmak değildim. Karşısında aciz durmayacaktım. Gözlerinin içine baktım bu yüzden. Kaçmadım. 

Adam ellerinden birini cebine koydu ve arkasındaki korumalarla birlikte etraftan da yavaş yavaş bir sürü adam çıkmaya başladı. O kadar çoklardı ki kendimi bir ordunun ortasında kapana kısılmış gibi hissettim.  "Ve ailenizin bulunduğu binayı ablukaya aldı. Kişisel korumanız elimiz de. Amcanlarınızı da şuan araba içerisinde rehin, yakalanmak üzereler. "

Onların bir daha sesi çıkmadığı için nefesimin kesildiğini hissettim. Siraç, "İyiler,hepsi iyi." dedi kısık sesle. Hemen fark etmişti endişemi. Derin bir nefes aldım. 

Dişlerimi birbirine bastırdım. Karşımda duran adamın elinde  bir kumanda tuttuğunu fark ettim. Etraftaki korumalara karşı Umut ve adamları yarım daire şeklinde etrafımı çevrelediğinde etrafıma kısa bir bakış attım. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece dik durmaya çalışıyordum.

"Sizden seçim yapmanızı istiyorum." dedi karşımdaki adam.  Bunu bekliyordum. Amacı ben olmalıydım.

"Bakın. Bay.." 

"Kuznetsov. Evgeny Kuznetsov." Gözleri yüzümde dolandı ve daha aşağılar da. Tekrar yüzüme çıktığında gözlerindeki ifade de hakim olma isteğini gördüm. Midemin bulandığını hissettim.

"Solntse Moyo!" (Güneşim)

 Gülümseyişi bir sırıtışa dönüştüğünde kaşlarımı çattım. Rusça konuşmuştu ama ne dediğini anlamamıştım. Kulaklığımdan Siraç 'ın küfrünü duyduğumda kulaklarım bile kızardı küfründen.

"Piç kurusu.Yedireceğim ben sana o lafı. Dilinle birlikte. Bekle sen!" Dişlerinin arasından tısladığını duyabiliyordum. Ortalık kızışıyordu ve ben abartısız ateş hattının ortasındaydım. Üstelik iki tarafımda bir kan gölü vardı. 

Ellerimi iki yanımda yumruk yaptım."Bakın, Bay Kuznetsov. " dedim ciddi bir sesle. "Ne seçimi yapmamı istediğinizi bilmiyorum ama kocamın şirketindesiniz. Bunu yanınıza bırakmaz. Siz buradan elinizi kolunuzu sallayarak çıkamazsınız. Onu benden daha iyi tanıyor olmalısınız. "

Tek kaşı havaya kalktı. "Onu  gözünde çok büyütmüşsün. Yoksa seni çok mu iyi besliyor?" dedi. Öfkeyle nefes aldım. Bel altı vuran erkeklerin ego problemleri olduğuna inananlardandım. Bu adamın da onlardan birisi olduğu bariz belliydi. 

"Sanırım sizi çok yaralamış, bay Kuznetsov. " dedim. Kalkan kaşı yavaşça aşağıya indi. Şaşırmıştı. 

"Yaralı olmasanız beni gördüğünüz anda saldırmak yerine önce üzerimde psikolojik baskı kurardınız ama kendinize hakim olamadınız. " Titreyen ellerimi gövdeme sarmak istedim ama bu güçsüz bir görüntü sergilememe sebep olurdu. Dik durmalıydım. 

"Egonuzu zedelemiş ve hıncını benden çıkartıyorsunuz, yanılıyor muyum?" dedim. 

Bir an afalladı. Bir şey biliyor muyum diye sorguladığını görebiliyordum. Bu kadar adamın ortasında silahlar çekilmiş,ayağımın altında sahte kan da olsa kandan bir göl varken dik durmak zordu. Ama Siraç 'ın bir şeyi beklediğini hissediyordum. Ne kadar her zamanki gibi esirgese de...

"Yanılıyorsun,lyubov' moya (aşkım)! " Siraç'ı uzakta biliyorken bile bu kadar kışkırtan adam o yakınına gelince kimbilir nasıl bir karşılık alacaktı. Tahminen bir sevgiliye kullanılacak hitapları bana kullanıyordu. Siraç'ın bilendiğini hissediyordum. 

"Yanılıyorsun, ben Bay Vuslat'a hiç yenilmedim. Ama kazanacağım. Şimdi," dedi ellerini önünde birleştirdi ve otoparkta elinin sesi yankılandı.Şov yapıyordu. 

"Bay Vuslat buraya yetişmeden önce seninle anlaşmaya varalım."Keyif aldığı bir şekilde etrafına baktı. Eserinden gurur duyuyordu. "Gerçi yetişeceğini hiç sanmıyorum ama."

 Ciddileşti sonra. Bana doğru bir adım attı." Önünde iki tercih var. Ya Bayan Sarmaşık'ın arabasına binersin ki ikinizin de ölmeyeceğinin teminatını veririm." Bunu öyle bir söyledi ki öldürmeyecekti belki ama aklında çok daha adice bir plan vardı. Bunu gözlerinde görebiliyordum. 

Gülümseyişi yine yerini buldu. Soluk ışıkta ayakkabıları ve saçları parlıyordu. "Yada Bayan Sarmaşık'ın aracı burada patlatılır, aynı anda ailen ve kişisel koruman da öldürülür. Buna ölüm kervanına sen de dahilsin. " 

Siraç' ın sesini duydum. "Ona nasıl bunları yaptığını sor, Elif. Bırak egosunu tatmin etsin." Sesi öyle öfkeli geliyordu ki, kendisini kaybetmek üzereydi hissedebiliyordum. "Bir daha konuşacak dili de, seni gören gözleri de olmayacak." 

"Burası onun mekanı farkındasın değil mi?" dedim öfkeli bir sesle. "Bütün bunları nasıl yapmış olabilirsin? Kocamın şirketindeyiz. Onun duvarına  sürekli çarpıp duruyorsunuz. " dedim. Söylediklerimi onun blöf yaptığına getirmiştim ama direkt bu cümleyi kuramazdım, her an kışkırtılabilirdi. 

Nitekim kaşları çatıldı. " Bana inanmıyor musun moya malen'kaya devochka (benim küçük kızım) ? " dedi. Gözlerimi sımsıkı kapatmamak için zor tuttum. Ortalık kan gölüne dönecekti. 

Taktik değiştirdim, zaman ilerliyordu. Arkamda Eylül'ün ne halde olduğuna bakamıyordum bile. "İzlediğiniz yoldan gurur duyduğunuz belli." dedim. "İnanmasam bu tuzağın ortasında sıkışıp kalmazdım."

İşe yaradı taktiğim."Gurur duyuyorum." dedi Rus aksanlı İngilizcesiyle. Yanında duran korumalardan birinin omzuna elini koydu. Çok uzun boylu bir adam değildi. "Dört gündür burada yatıyorlar. Bu sefer gizlice girmediler. Buradaydılar. Üstelik Vuslat'ın araba ithalatıyla aynı gün, arabayı getiren tırla buraya girdiler. Arabanın sistemine öyle bir patlayıcı döşedik ki asla biz haricinde etkisiz hale getirilemez. Tır buraya girdiği andan itibaren kameraların donmasını sağladık." Yaptığı işin kibri tüm bedenini kaplamıştı. Etrafına bu kibirle bakıyordu.

" Ve bizimkiler için saklanacakları tek yer havalandırmalardı. Dört gündür, planımız için kusursuz bir timdiler. Onlar Vuslat'ın sonu olacak. Her yerdeyiz." dedi sırıtarak.

Sonra bana döndü. "Ailen, en değer verdikleri, sen. Bizi kışkırtmanın bedelini artık ödeme zamanı geldi." Yüzümdeki donuk ifadeyi gördüğünde başını olumsuz anlamda salladı. 

"Buradan kaçmanın imkanı yok kızım. Şirketin tüm katları işgal edilmek üzere. Bu sefer çok sessizdik. Onun buraya yetişmesi imkansız çünkü onu oyalayacak büyük ihale toplantısında. "Başı hafifçe sallandı. Kendini onayladı.

"Uyuşturucu işimizi batırmaya çalıştığını biliyor muydun? Bu sefer Karadenize gömülen o olacak." Aklıma Siraç'a kahve götürdüğümde Demir'in  Rus'a dikkat et, dediği geldi. Bu adamdan bahsediyor olmalıydı.

"Senin kocan bizi bilerek kışkırttı. Bu günün geleceğini bilmiyor muydu?" dedi yüksek sesle. Sesi tüm otoparkta son kez yankılandı.Sonra başka bir ses duyuldu.

Tek bir alkış sesi.

Gümleyen ve herkesin şoka girdiğini belli eden bir sessizlik.

Açıldığını fark etmediğimiz araba kapısı.

Yankılanan ,yavaş yavaş çarpan ellerinin sesi. 

Önce arabadan inen ayakları ve ayağa kalktığında gözüken güçlü, heybetli bedeni. 

Dağıtılmış soluk ışıkta altın tozu serpiştirilmiş gibi parıldayan saçları. Düğmesi açılmış, geniş omuzlarını, kaslı kollarını saran beyaz gömleği ve siyah pantolonu. 

Kolunda her şeyi dakika dakika hesapladığı siyah saati ve gömleğinin altında kendini damgaladığı hiç etiketi. 

Ve sonra gözleri. Gazaba bürünmüş lacivert gözleri. Cayır cayır yanan  bitmek bilmeyen intikamıyla  tutuşmuş gözleri. 

Çelik zırhla bürünmüş yüz ifadesi. Hiç kırılamayan hissizliği.

Hepsi yavaş çekimde hareket eden bir anın nefes kesen ifadeleriydi. Avcı, her zaman en son sahneye çıkardı. Gizlendiği samanlıklar ardında en saklı olandı. Siraç 'ın yüzünde öyle bir ifade vardı ki asla av olmayı kabul etmiyordu. 

O doğuştan avcıydı. 

Son bir kez daha alkışladıktan sonra elleri durdu. Tüm silahlar ona döndüğünde nefesimi tuttum. "İzliyorlar mı?" dedi kusursuz İngilizcesiyle. 

Kuznetsov şoka girmiş bir şekilde ona bakıyordu. "Ona göre kameralara konuşacağım." diye devam etti. "Çünkü bu sirk gösterisinin başka açıklaması olamaz. "

Sesindeki küçümseyici ifade altında herkes ezildi.Bana doğru bir adım attı. Silahların ona doğrultulmuş olması umurunda değildi. O kadar rahattı ki sanki kurşun geçirmez gibi davranıyordu. "Sadece kendi kendinizi eğlendirirsiniz." 

Başıyla kısa bir selam verdi Kuznetsov'un yanından geçerken. "Nasılsın Evgeny?" dedi dili tutulmuş Evgeny'e bakarak. 

Sakin olabilirdi ama öfkesinin patlamadan önceki fokurdayışlarını duyabiliyordum. İkinci dalga şok, diğer tarafımızda kilitli kapıların arkasında haykıran Eylül'den geldi. Bir kapının daha açılış sesi duyuldu. Eylül sanki daha yeni canhıraş bir şekilde o arabadan çıkmak için çabalamıyormuşçasına  arabanın içerisinden, yüzünde ilk defa gördüğüm donuk yüz ifadesiyle çıktı. 

Evgeny sanki ölümünden önce Azrail'ini görmüş gibi bir bakış attı ona. Bende Siraç 'ın sakin oluşundan dolayı tahmin ediyordum ama Eylül sağ salim o arabadan çıkınca derin bir nefes aldım. 

"Se-nin," dedi kekeleyerek."Senin ne işin var bu arada?" Kuznetsov öyle bir sarsılmıştı ki kibirle tepeden bakışı gitmiş sanki beli bükülmüştü.

 "Nasıl?" dedi sarsılırken. 

"Siz," dedi Siraç yanıma ulaştığında, "Beni, benim evimde vuracağınızı sanacak kadar kibrinize düşkün," Önüme geçti. "Beni benim zaaflarımla vuracağınıza inanabilecek kadar ahmaksınız. "

Ses tonu bir bıçak gibi kesti düşmanının şaşkınlığını. "Siz beni salak mı zannediyorsunuz? Sizi ben birleştirdim. ". İki parmağıyla göğsüne vurdu. Sonra birleştirdiği işaret ve orta parmağını onlara doğrulttu.  

"Bana karşı birleşince aranıza birini yerleştirmem mi sandınız?"  Vurdu onu laflarıyla.

Hafifçe gülümsedi.Buz kesti Kuznetsov. "Dört gündür burada yatıyorsun Evgeny." dedi. İsmini hakaret eder gibi söyledi. "Bizim ülkemizde misafiri kovmak yakışı kalmaz."

Yerde yatan iki koruma ayağa kalktılar. Takım elbiseleri kırmızıya bulanmıştı.

Evgeny 'nin etrafındaki adamlar silahlarını bize doğrultmaya devam ediyorlardı ama tereddüte düştüklerini görebiliyordum. 

Benim ve Eylül'ün önünü tamamen kapattı. Eylül yanıma geldiğinde ona baktım. Bana öyle güzel gülümsedi ki ona sarılmamak için zor tuttum kendimi. Çok korkmuştum, öyle çok korkmuştum ki bu günü hiç  unutmayacaktım.

"Ama bizde bir laf vardır." Karşısında sesini yükseltmedi ama cümleleriyle bir bir ezdi düşmanını.

" Yediğin kaba pislemeyeceksin, Kuznetsov. Ben seni bana tuzak kurmak için misafir ettim ama sen bana hem tuzak kurdun hem de benim kadınıma gözlerin değdi. "

Arkadan araba sesleri gelmeye başladı. Amcamların arabasını gördüğümde nefesimi tuttum. Kuznetsov, Siraç konuşurken şaşkınlığının dağıtıp sessizce pusuya yattı. Amcamların arabası arkada durdu ama içinden amcamlar çıkmadı. 

 "Senin dilini koparmak," dedi Siraç'ın öfkesi kükredi otoparkta. "Senin gözlerini oymak bana farz (emir) oldu. " 

Önümde duran adamın öfkesinin bedeninden taşmak üzere olduğunu gördüğümde onun acımasızlığıyla bir kez daha yüzleştim.  

Kuznetsov yerinden kıpırdamadı. Yüzünde mimik oynamadı ama korkmuş olmalıydı.Üstünlük onda gözüküyordu ama Siraç öyle bir baskı kuruyordu ki kendinden emin olamadığını görebiliyordum. 

"Senin burada olmak hiçbir şey değiştirmez. Ailesi elimizde, o arabayı açmış olması içinde tüm binayı uçuracak olan patlayıcı olduğunu değiştirmez. Durduramazsın." 

Kuznetsov bağırdığında şuan güç yarışının ortasında kaldığımızı görebiliyordum. Siraç dimdik bir şekilde karşısında duruyordu. 

"Umut," diye seslendi Siraç. Onun da sesi yükselmişti. Ortamda güç yarışından doğan öyle bir adrenalin vardı ki kalbim güm güm atıyordu. 

" Evgeny bütün herkesi toplayıp bize misafir olmaya gelmiş. Onu nereye oturtacağımızı göster." 

Umut öne doğru çıktı. Siraç'ın emrine itaat ederek boynu bükük durmuyordu. Siraç 'ın hiçbir adamı öyle değildi. Hepsi onun gibi hissiz suratlara sahipti. 

"Misafirlerimiz için görevli arkadaşları çağıralım mı efendim?" dediğinde Siraç hafifçe başını eğdi. 

"Çağır. Kaç gündür havalandırmaların içinde iki büklüm kaldılar. Düzgün bir yere oturtalım."

Eylül ilk o anda bana doğru eğildi. "Oturtmak eylemini o kadar vurgulu söylüyor ki çok zor ciddi bir ifadeyle duruyorum. Az sonra güleceğim ve bütün karizmamız çizilecek. "Ona baktım. Yüzü ciddiydi ama gözlerinde parkta oynayan çocukların neşesi vardı. O hiç değişmeyecekti. 

Ben gülemiyordum. O kadar gerginlikten sonra da muhtemelen bir köşede kendime gelmeye çalışacaktım. 

Zaten gülmeye fırsatım olmadı. Adamlar akın akın otoparka geldiğinde ortam mahşer alanına döndü. Orada Nergis'i gördüğümde gözlerim büyüdü. Bana göz kırptı. 

"Ama önce işlerini halletsin." Siraç ona doğru bir adım attı. Silahlar ona uzatıldığında Umut ve etrafımızı saran her koruma silahlarını kaldırmıştı.  Siraç onları umursamadı ve bir adım daha attı. 

"Bir sor bakalım kuşatma altına aldığınız butikte kimse var mıymış Kuznetsov?" dedi Kuznetsov dehşetle etrafına bakarken. 

"Ya da sor bakalım karımın kişisel koruması ellerinde miymiş?" 

Kuznetsov  baştan uca etrafımızı çeviren Siraç 'ın adamlarını görmek  için  gözlerini dehşetle etrafında dolandırıyordu. 

"Peki," dedi Siraç. Kuznetsov'un gözleri ona değdiğinde can çekişiyormuş gibi bakıyordu. Resmen bozguna uğramıştı. "Sen Kuznetsov ailesinin gerçek varisi misin?" 

Amcamların arabasının üç kapısı açıldı ve amcamlar ön iki kapıdan aynı anda çıkarken arkadan yaşlı bir adam çıktı. Elinde altın renginde bir sarmaşık işlemesine dolanmış  siyah bir baston vardı. Beyaz saçları Kuznetsov gibi geriye doğru taranmıştı ve aynı buz rengi gözlere sahipti. 

Bastonun zemine vuruşu otoparkta yankılandı. Kuznetsov gördüğü kişiyle bu sefer cidden ölümle karşılaşmış gibiydi. Dudaklarının bile rengi kaçtı ve uzaktan bile soğuk terler döktüğünü görebiliyordum. 

"Na-sıl?" diye kekelediğinde yanında bulunan timin  şaşkınlıkla silahlarını indirişine yaşlı adamın adımları eşlik etti. 

Siraç bu sırada Umut'a başıyla işaret verdi. Bize asla bakmıyordu. Bunun zaafiyet göstermemek için yapıyordu bilmiyordum ama koynumda uyuttuğum adamla bu adam aynı kişi değildi. 

Birazdan bir katliamı başlatacak gibi duruyordu.  Bir ruh toplayıcı olarak. Bir Azrail olarak. 

Umut bize doğru döndü. "Sizi güvenli bölgeye götüreceğim." dedi. Başımı olumlu anlamda salladım. Silahların birazdan karşılıklı olarak  patlayacağı barizdi. Buna  görmeye gücüm yoktu. 

Biz harekete geçtiğimiz de Kuznetsov'un bağırışı dehşetini bir bıçak gibi kesti. "Hayır, hayır. Bu o kadar kolay değil." Umut hızlandı ve iki kolu etrafımızı sararken etten duvar örüldü. 

"Onlar buradan ayrılamaz." dediğinde ilk silah ateşlendi ama Umut durmadı. Arkamı dönmek istedim ama izin de vermedi. Nergis geldi yanımıza.

 Kuznetsov muhtemelen kendisi de burada olduğu için patlatamadı arabayı.  Yine de çatışmaktan da vazgeçmedi. 

"Senin ailen bir deli." diye bağırdı Kuznetsov. Otoparkta bir duvarın önünde durdu Umut. Elini bastırdığı yer bir duvarla aynı renkteydi ama el izi tarandı ve duvar sürgülü bir kapı gibi açıldı. 

"Tıpkı teyzen gibi sende delisin. Senin katliam için oyuncağın olmayacağım." dediğinde Eylül'ün yüz ifadesi değişti. 

Bana bakmayı reddettiğinde önüme döndüm. Silahlar patlamaya devam etti. Bizim ise duyduğumuz en son ses Kuznetsov 'un can çekişir gibi bağırması oldu. 

⚜🔱⚜

Bulunduğumuz binanın en yukarı kata çıkartıldığımız da Siraç'ın Konya'daki odası gibi full camla kaplı ferah bir odaya giriş yaptık. Bu sefer kahverengi tonlarında döşenmişti oda.   Ve deri kaplı koltukların yanında geniş, ince uzun bir toplantı masası da vardı. İçeri girdiğimiz anda koltuklardan birine oturdum ve başımı geriye doğru yatırıp gözlerimi kapattım.

Uzun bir süre kimse konuşmadı. Herkesin aslında tepkimden çekindiğini bilecek kadar onları tanıyordum ama benim tepki verecek gücüm yoktu.

Bugün hayatımın en büyük tramvasıyla sürekli yüz yüze gelmiştim; silah ve sevdiklerimi kaybetme korkusu.

Çoğu kişi için acizceydi belki ama Allah biliyordu ya benim halimi sevdiğini toprağa bir kurşun yarasıyla gömenler anlardı. O bir ölüm aracından ziyade hayat bağımın kopartılmasının sebebiydi. Ama ben onunla yüzleşmiştim. Eylül sağ salimdi, ailem iyi durumdaydı,o iyiydi  belki ama bunların saklanmış olmasını hazmedemiyordum. 

Gözyaşıma kıyamayan adamın beni bununla acımasızca yüzleştirecek kadar intikamına, yarışına sadık olmasını hazmedemiyordum. 

Ne için mi saklamışlardı benden? Haklı olsalar da yüzleşemeyeceğim için mi? O kadar mı acizdim gözlerinde?

 Dedemin sesini odada duyduğumda öğle ezanları okunuyordu, duyabiliyordum. Belkide aşağıda ki cehennemin selasıydı da. Emin değildim.

Gözlerimi açmadım. "Uyuyor mu?" diye fısıldadığında da cevap vermedim. "Çok korkmuş gözüküyordu." diye devam etti dedem. Muhtemelen izlemişti her şeyi. 

Çok korktuğumu bile bile yanıma gelmeyişlerine hangi açıklama yeterli gelirdi? 

"Uyumuyor." dedi Nergis. Ses tonu hissizdi. "Muhtemelen konuşmaktan kaçıyor." Gözlerimi yavaşça açtım. Nergis 'e baktım ,dedeme gözlerim dokunmadan. "Nasıl kurtuldun?" dedim. 

Gayet dinç duruyordu. Önce konuşmak için tereddüt etti. "Yasaklı mı?" dedim dudağımın bir kenarı tatsız bir gülümsemeyle kıvrılırken. 

Telaşlı bir şekilde gülümsedi. "Yok, Elif. Ne yasak olması?" derken açıklama çabasına düşmüştü bile. Suçlu hissediyor olmalıydı. 

"Kaçırıldığımda istedikleri yerde bekliyordum. Takip edildim baştan itibaren götürüldüğüm depoda çoktan pusudalardı. Dedeniz de oradaydı. Kurtarıldım. Sonra ailenizi tahliye edip buraya geldik. "

Başımı anladım dercesine salladım. Dedem geçti önüme bu sefer. Derdi başkaydı biliyordum ama,"Buraya mı geçeceksin dede? Kalkayım." dedim kısık bir sesle. Saygımı istesem de bozamazdım. O bana babamdan kalanımdı. 

Kalkacağım zaman omzuma bastırdı. Yaşlı ve yaşanmış eline baktım."Otur yadigarım." dedi ve o  da önümdeki sehpanın üstüne oturdu. 

"Ama sırtın ağrır orada, dedem." dediğinde yüzüme baktı. Yeşil gözleri sevgiyle parladı ve uzanıp elimi tuttu. Böyle yaparsa ağlardım. O da bende biliyorduk ama saklanmama izin vermiyordu. 

"Kıyamıyorsun değil mi sevdiklerine?" dedi. Elimin üstünü okşadı. 

Buruk bir tebessüm bıraktım bu sözüne. Beni aslında en iyi o anlardı.  "Kaybetmişken nasıl kıyarım?" dediğimde gözleri doldu. 

"Neden?" diye sordum kırık dökük bir halde. Yüzüme baktı, cevap vereceği sırada yer büyük bir gümlemeyle sarsıldı. 

Camlar bile bu gürültüden titrerken hepimiz olduğumuz yerde çöktük. 

"Patladı!" diye bağırdı Nergis. Sarsıldım. Bendim zeminden sarsılan, bendim kalbimde ölümle yüzleşen.

"Siraç.." dedim nefesim yetmiyormuş gibi. "Siraç aşağıda."Nefesimi çaldılar sanki. 

Kafamı kaldırdım. Sarsıntı durmuştu ama sanki hala beni biri sarsıyordu. "Dede Siraç." dedim benim üstüme eğilen dedemi tutarak. Dedemin yüzünde de şaşırmış bir ifade vardı.

"Dede aşağıdaydı. Dede aşağıdaydı." dedim ayağa kalkarak. Dedem kolumu tutmaya çalıştı. Nergis de telaşa düşmüştü. Eylül'e baktım. O da dehşete düşmüştü. Nefes alamıyordum sanki. 

"Aşağıda.." dedim acıdan inlermiş gibi. Kapıya doğru koşturup açtığımda gözüm hiçbir şey görmüyordu. Kollarımdan tutuldum.

"Elif hanım, dışarı çıkamazsınız." dedi korumalardan birisi. 

"Bırak!" diye bağırdım tüm gücümle. Kollarından kurtulmaya çalıştım. "Bırak aşağıda o." 

Korumalar da bozguna uğramışlardı. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama kollarından kurtulmak için kendimi savuruyordum.

 "Bırakın yalvarırım. Patlama oldu, duymadınız mı? "Bir çocuk gibi yalvardım. Sevdiğimi istedim onlardan. 

"Siraç aşağıda." dedim. Sonra adım seslerini duydum. Başımı kaldırdığımda iki kolumdan tutmuşlardı ama kurtulmak için kendimi çekiştiriyordum. Onu görünce savruldu tüm kelimelerim. 

Ben kaldım öyle orada. Yıkık, dökük. 

Beyaz gömleğinin kolunda bir yarık vardı. Vurulmuştu muhtemelen. Kolu, gömleği kırmızıya boyanmıştı.

 Arkasında adamları, Demir. Dimdik yürüyordu bana doğru. Hep dikti o zaten. En çok da düşmanına karşı. Hep yüzü onlara dönüktü. 

Ama beni gördü, halimi gördü ve buz gibi ifadesi sarsıldı. Durdu.

Gülmeye başladım. Ağlarken omuzlarım sarsıla gülmeye başladım. Kollarımdaki eller bırakılınca yere çöktüm hem gülüp hem ağlıyordum ona bakarken . Omuzlarım gülüşlerimle, omuzlarım hıçkırıklarımla sarsılıyordu.  Bana doğru ilerlediğinde elimi  kalbime bastırıp başımı eğdim. Ve, "Allahım!" diye nefes almaya çalıştım.

 Öyle acınasıydı ki halim, gülerken savruldum cehenneminin ortasına.

Ağlarken onun yaşıyor oluşuna şükrettim ben.

Allah'a seslendim, gücüm kalmamıştı çöktüğümün serzenişini bir tek ona niyaz edebildim. 

Koluma doğru dokunduğunu hissettiğimde geri çekildim ve olduğum yerde büzüştüm.

"Git!" dedim kapının köşesine sığınarak. "Kanıyorsun sen, canın yanıyordur. "

Kıyamıyordum asla. "Yaranı sarsınlar. " 

Gözlerinin içine baktım. Sarsıldı bu sefer lacivertler. Oysa hiç mezarlarından vazgeçmemişti. "Kanamasın." diye fısıldadım. Canım yandı canı yanınca.

 Kolunu gördüm sonra . İnledim acısıyla. "Yalvarırım kanamasın." 

Yüzüne bakamadım daha fazla. Yavrusunu kaybetmiş bir annenin feryadı vardı sesimde. En büyük acı diye anlatılırdı bu feryat. Benimki sevdiklerimin feryadıydı. Bunun korkusu bugün beni öldürmüştü. 

Eli yüzüme uzandığında gülüşlerim kesildi.  "Günışığı!" dedi kısık bir sesle. Gazap onu terk etmişti çünkü istediğini elde etmişti. Ben yenik düşmüştüm. 

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum artık. "Git." dedim yüzümü ondan uzaklaştırarak. "İyileştirsinler seni, yalvarırım. " Kollarımı dizlerime sardım. "Git,git, git!" diye sayıkladım olduğum yerde. 

Gözlerimi sımsıkı kapattım ama tutamıyordum ki gözyaşlarımı. "İyi ol, iyi ol." Nefesim kesildi hıçkırıklarımın arasında. "İyi olun..." 

Kollarımdan tutulup kaldırıldım. Kollarına aldı ama yüzüne bakamadım. Kan kokusu, kükürt kokusuna karışmıştı. Sevdiğim kokusu hala oradaydı ama ölümle kirletilmişti. 

 "Çıkın dışarı." dedi herkese. Sesi sertti. Dedemin sesini duydum. "Yadigarım." diye seslendi ama bakamadım yüzüne. Bakarsam kaybederdim kendimi. Zaten... kaybetmiştim kendimi. 

Odaya doğru götürürken kucağına aldı. "Hayır!" dedim yüzüne bakmadan. "Alma yaran, alma. Yaran var." dedim ama çırpınamadım bile kucağında canı yanar diye. Dinlemedi kapılar kapatıldı ardımızdan. Başım eğikti. Gözyaşlarım birbir ıslatıyordu yüzümü.

Daha yeni oturduğum koltuğa beni oturttu ve önümde eğildi. Yüzüme baktı, yüzüne bakamadım. "Yalvarırım," dedim hıçkırmadan önce.  "Yalvarırım baktır yarana. " Temiz eli yüzüme uzandığında geri çekilemedim bu sefer, başımı kaldırdı. Gözleri gözlerime değdi. 

O yangınımdı, beni belki yakmazdı ama kendisini attığı her ateşte ben yara alıyordum. Gözlerinde yanan hasret ateşini ben söndürmek istiyordum hep ama önümüzde kocaman ördüğü bir duvar vardı. Görememiş, toslamıştım.

"Peki ya sen, Günışığı?" dedi yarama tuz basar gibi.

 Kucağımda kalmış avuçlarıma baktım.  Sustum biraz. Sakinleştim ama o beni beklemeye devam etti. 

"Sen bir gün benden seni sakınmamı istemiştin hatırlıyor musun? Sana sığınmamı. Ve bunu öğretmemi bir serzeniş edercesine söylemiş,odayı terk etmiştin. Ben o gün de sana kırgındım. " Tek elle yüzümdeki ıslaklığı temizledim. 

"Ben o gün de sana aşıktım. " Başımı kaldırdım yüzüne bakmak için. Kırıklarım yüzüme bile vuruyordu.

"Sen gittikten sonra kapımı açmıştım. Ama yüreğimde tekrarladığım tek bir söz vardı. Ben seni hep sakınmak istedim. " Başımı döndürüp yarasına baktım zorla. Canım yandı kolunun halini görünce. Tekrar gözyaşlarım akmaya başladı.

"Ama sen sakınılmazsın. " Dudağımın biri yukarı kıvrıldı hissizce . "Ben sakınırım sanmıştım."

 Onu yaralamak için öğretemediğimi yada sakınmayı öğrenemediğini söyleyebilirdim. Ama kıyamadım. Yine kıyamadım.

Yüzü hissizleşti. O cümlem bile yeterli geldi onun geri çekilmesi için. "Hiç bağırıp çağırmazsın, değil mi?" dedi. 

Geri çekildi biraz. "Öfkeni bile kusamıyorsun sen. " dedi. Konuşturmak istiyordu beni görebiliyordum. Yaraladığı kadar yaralayayım istiyordu. Böyle öğrenmişti çünkü.

 Kollarımı  gövdeme sardım. "Ne yapmalıyım? Senin gibi bana karşı kurduğun gizli kapaklı oyunlar mı kurmalıyım? " dedim.

" Arkandan iş mi çevirmeliyim? Seni en büyük zaafından mı vurmalıyım. Sahi," dedim kısık sesle. O he an patlamaya müsait bir bombaydı. Ama benim patlamaya gücüm yoktu. 

"Senin en büyük zaafın da ben değilim ki. " İçim yandı bu cümleyle. Ben onun en büyük zaafı değil, en güzel zafiyeti olmak isterdim.  Donuk bir yüzle bakmaya devam etti bana. "İntikamın." diye bitirdim cümlemi. 

Başımı salladım kendimi onaylamak için."Bunu anlayamıyorlar. Bu yüzden kazanamıyorlar." Sonra kaçamak bir bakış attım yarasına. 

Tepki vermedi çünkü haklıydım. İç çektim pes eder gibi. "Git! "

Yüzüm yumuşadı. Zaten sert biri de olamamıştım. Özellikle olay sevdiklerimse hiç sert duramamıştım onlara karşı. 

"Yarana baktırman gerekiyor. Hiçbir şey hatta," Yüzüne baktım. "İntikamın bile canından değerli değil." 

Kaşlarının çatıldığını, öfkelendiğini gördüm. "Böyle mi davranacaksın?" dedi ayağa kalktığında. Öfkesi arttıkça ona karşı tepkisizleştim. 

Bende ayağa kalktım ve odanın karşı tarafında olan minik koridora doğru ilerledim. Gidişimi hissiz bir şekilde izledi. 

Elimle yüzümü hızla temizlerken, tahmin ettiğim gibi siyah mermerle kaplanmış lavabo hatta banyoyla karşılaştım. İçinde geniş bir duşa kabin bile vardı. Etrafı incelemeyip yüzüme bile bakmazken  asılı olan ilk yardım dolabından elime ne geçtiyse aldım ve geri döndüm. Hala odanın ortasında dikiliyor ve camdan dışarı bakıyordu. 

"Doktoru çağır." dedim. Sesimi duyunca arkasına döndü. "Başka yaralılarınız da vardır gerçi. Zaten buradadır. Sana baksın." dedim. Yanından geçerken kolumdan tuttu. Ona baktım. 

"Sormayacaksın?" dedi sanki bu tepkime anlam veremez gibi. O yıkılmazdı ama ben yıkılmıştım. En çok bunu anlamıyordu.  Başımı kaldırıp ona baktım. 

"Bunu istemiyor muydunuz? Aşağı da bir patlama oldu. Eylül o arabadan sağ salim çıktı. Sen aşağıdan sağlam bir şekilde geldin. Herkes her şeyden haberdardı. Ve hiçbir şey olmadı. Bunun sonucunda  benim susmam bekleniyordu. Bende sustum." Kolumdan tutup beni kendine çektiğinde yüreğim ona karşı yorgundu ama o bunu anlamıyordu. 

 "Bunu istemiyor muydunuz?" dedim sert bir sesle. 

Kısık gözlerle bana baktı. Kolumu elinden kurtardım.  Gömleğinin düğmelerini bir bir açtı. Tepki vermedim. Utanmadım bu sefer.

 Onun nasıl savaştığına kısacık bir an şahitlik etmiştim. Daha vahşetine tanık olmadan artık o yaraların, teninin altında sertleşmiş kaslarının basit bir spora dayanmadığını biliyordum. Yarışırken ne fiziksel ne de zihinsel olarak kaybetmek istemiyordu. Bu yüzden fiziksel bir güzellik olarak geliştirilmiş kasları yoktu. 

Tüm vücudu güç ve acımasızlıkla  bilenmişti. Ve yara izleri üstüne kazınmıştı. Sürekli dövüşle uğraşan biri gibiydi gövdesi,kasları. Zaten onlardan pek farklı da sayılmazdı. 

Yaralı kolunu gömlekten kurtardığında bu üçüncüdür yarasına ben pansuman yapıyordum. Hassasiyetimi, kanı görmeye katlanamayışımı bile bir kenara bırakmıştım artık. "Kurşun girmiş olabilir." dedim yarasına bakarken. Oysa çok değil şundan bir kaç ay önce değil derin yara görmek, küçücük bir kan izine bile tahammül edemezdim. Şimdi her yarayla önce beni yüzleştiriyordu. 

"Sıyırdı." dedi sadece. Sıkılmış görünüyordu. Yarasından konuşmak onu rahatsız ediyordu. Ne istediğini anlayamıyordum. Sadece daha farklı bir tepki vermemi istediğini görebiliyordum.

Ama bağırsam, öfkemi kussam bana gerçekleri verecek miydi? Benim için önemli olan bu soruydu. Bu zamana kadar hiç cevap vermemişti. 

Yanıma gelip önümdeki sehpaya oturduğunda bacaklarını ayırdı arasına geçmem için. Pamuğa antiseptik solüsyonu döktüm ve kolunu kaplayan kana baktım. Sıyırmış olsa da kolunda baş parmağım uzunluğunda bir yara vardı. Kanama durmuştu ama hala minikte olsa bir sızıntı vardı.  Önce yaranın etrafını temizlemeye başladığımda başını geriye itip beni izlediğini biliyordum ama ona bakmadım. Gözlerim ağlamaktan kızarmış olmalıydı ve acıyordu. 

Kalbim doğal ritmini kaybetmişti. Belkide günlerce bulamayacaktı. Gözümü kapattığımda Eylül'ün çırpınışları, silah sesleri, patlama, bunların hepsini bir arada tekrar tekrar yaşayacaktım.

Ondan sevdiklerime bir şey olmamasının teminatını istemiştim. O ise herkesi korumuş, kendini yaralamıştı. Ben şimdi onun sözüne nasıl güvenirdim ki?

"Acırsa söyle, olur mu?" dedim yaranın etrafını kandan arındırırken. Omuzundan destek almış üstüne eğilmiştim. Böyle deyince kasıldığını hissettim. 

"Sen söylüyor musun?" dedi.  Bana doğru eğildi. "Yada hesap soruyor musun acın için?" dedi. Bende ona doğru eğildim. Esirgeyecek hiçbir şeyim kalmamıştı ondan.

"Ben sevdiklerimden hesap sormam." Gözlerinde gezdirdim gözlerimi. Bu acımasızlığına rağmen o kadar güzeldi ki kaybolmak istedim gözlerinde.

"Söylemediğim halde canımın acısını  anlayan ama  yine de  canımı acıta acıta cezalandırılmak isteyen bir sevdiğim var. " 

Kaşları çatıldı. "Bilmiyor ki onu cezalandırsam benim canım yanar. Bilmiyor ki şuan kavga etsek ne onun elinde bir şey kalır ne de benim. Ama ben biliyorum," Öfke, hırs, gerçeklerin hırçın dalgaları gözlerinde kıyılara vurulup paramparça etti her şeyi.  Bende paramparça oluyordum. 

Sesim yüksek değildi ama öfkeliydim onun gibi bende. "Beni müdahil etmek istemedin çünkü sessiz kalsam da kabullenmeyeceğimi, deli gibi korkacağımı ve bunun da seni tereddütte düşüreceğini biliyordun. " Ondan bir adım uzaklaştım ama buna tahammül edemedi. Geriye bir adım daha attığımda ayağa kalktı. 

"Ama vazgeçmek, bu yolu seçmemek imkan dahilinde değildi, değil mi?" Tadsız bir gülümseyiş yüzümde yankılandı. Ben saklayamazdım. Yüzümde hayal kırıklığını gördüğünü biliyordum. 

O konuştu. Aslında önüme ördüğü duvarlarıydı konuşan. "Söyleseydim, sevdiklerin için korkmaktan nefes bile alamazdın. Her olayı, her sıkıntıyı, her tehditi sana söylesem hiçbir gün gülemezsin, Elif." dedi. 

Kendisini savunuşunda ki duygusuzluk canımı yakıyordu. "Bu mu savunman? Günlerdir tüm ailem arkamdan iş çeviriyor. Ben o adamın karşısında yine yalnızdım Siraç." dedim. Elimle onu işaret ettim. 

"Bu hiç değişmiyor. Sen sakınıyor, saklıyorsun ama öyle bir an geliyor ki hep silahsız bırakıyorsun beni. Belki ardımdasın, önümdesin. Belki tüm önlemlerini almış olabilirsin. Ama acımasızsın işte. Biliyordun," dedim gözlerim dolarken.

"Biliyordun, dayanamam ölümü görmeye. Çatışmada adamın biri alnından vuruldu. "Dudaklarım titredi ama yıkılmak istemedim. "Göz göze geldik sanki ölmeden önce. Sonra, sonra," hareket ettim sağa doğru ama gözlerimde o an canlanıyordu. "O adamlar, ölmediler belki ama beni bununla baş başa bıraktın. Ben senin düşmanlarınla hep yüzleşiyorum. Hiç kaçma fırsatı vermiyorsun. Hiç korkma fırsatı vermiyorsun."

Elimle yarasını gösterdim. "Ya yaran." dedim ağlamaya başlarken. İçim yandı. "Ya yaran, yaran!? Canımı yakıyor anlıyor musun? Görüyorum etimden parça koparıyorlar sanki. "

"Bana acıma!" dedi gözleri kararırken. Öfke onu ele geçirmişti. "Bana üzülme Günışığı. Ben buna değmem, bunu sana söylemedim mi?"

Kalbimin içinde bir şeyler tuzla buz oldu sanki. Parçalandım. Ben ilerledik sanıyordum ama hiç yol kat edememiştik, onu görüyordum. 

"Seni buna hazırlayamazdım." dedi öfkesi kükrerken. Bununla da yüzleştim. "Yapamazdım, izin verir miydin Eylül'ün o arabaya binmesine? Ailenin tehlike altında olmasına? Ama senin görmediğin bir taraf var. Bazen acımasız olmak zorundasın. Senin merhametinin değdiği bir dünyada yaşamıyoruz biz. Tek bir hata da," dedi baş parmağını kaldırarak.

"Önce sevdiklerini, sonra seni. Hiç acımazlar. Ne yapacaklardı seni götürdüklerinde biliyor musun? Tahayyül edebiliyor musun? " Bana doğru bir adım attı. Ondan bir adım uzaklaştım.

"Ben biliyorum. Hayır, tecavüzle kurtulamazdın. Çok iyi biliyorum. "Gözünün önünde ne canlandıysa kendini kaybetmek üzereydi.

" Delirtirlerdi. Delirtmek istediler. Çünkü biliyorlar. Daha öncede yaptılar." Sarsıldığımı hissettim. Bağırması tüm odada yankılanıyordu. 

Sonra kendini kaybettiğini fark etti. Sakinleşmek için derin bir soluk aldı ve verdi. "Bak." dedi bana tekrar adım atarak.

"Ne senin korkuna engel olabilirim. Ne de onlarla savaşmaktan vazgeçebilirim. Sakladım ve saklattırdım çünkü sen huzurluysan tüm ailen mutlu ve huzurlu. Öğrenseydin ne gülüşün kalırdı, ne de mutluluğun. Bu işlerle ilgilenmek benim işim. " Bir adım daha attı. Yerimden kıpırdamadım bu sefer. Gözüm yarasına gidiyor, yaralanıyordum. Sanki karşısında yaralı bir hayvan vardı da ona yaklaşmaya çalışıyordu. 

"Seni oraya çıkartmak istemedim. Tek çarem kalana kadar defalarca planın üstünde düşündüm. Dedenle bile görüştüm. "  Eliyle saçlarını karıştırdı ve kızgın gözlerle bana doğru döndü. 

"O piç herif sana güneşim dedi." Öfkesinden gövdesi genişledi sanki. "Buna tahammül etmek kolay mıydı sanıyorsun?Bundan sonra göreceği sadece  karanlık olacak. "

Hırladı resmen. Gözünün önündeymiş gibi elleri bir pençeye dönüştü. Kendince sebepleri ve yine kendince kestiği hesaplar vardı. "Dilini kopartıp ona yedireceğim."Bu hali öyle ürkütücüydü ki onun acımasız bir cellat olduğunu görebiliyordum.

O en çok kalbimin celladıydı. Yeni öğreniyordum. 

 Sanki kendi sebep olmamış gibi delirtti kendini. En çok buna tahammül edemiyordum. Edemedim de. Tutamadım  dilimi.

 "Müstehak sana!" dediğimde bana doğru döndü. Gözleri irileşti. Bir an dehşet kapladı yüzünü. 

"Ne dedin sen?" dedi sanki inanamıyormuş gibi. Ona doğru bir adım attım. Tekrarladım cümlemi. "Müstehak sana. Beni o adamın karşısına çıkartan sendin. Yine sebebi olmadığım bir durumun hesabını bana kesiyorsun." 

Bana doğru hızlı adımlarla geldiğinde kaçmadım. "Hadi inkar et! " dedim kollarımı sardığında. "Hadi sebebi ben değilim, de. Murat komiser o gün gelip sana karşı meydan okuduğunda deli gibi kıskandın. Yine sebebi sendin. Kıskanmanın sebebi yine sendin. " Kolllarımı saran elleri sıkılaştı.

"Öyle mi? Senin gülüşüne dalıp giderken suçlu ben miydim?" dedi. 

Öfkesinin tüm yalın haliyle yüzleştim. Ses tonu yükseldi. Bu sefer benim de yükseldi.  "Değil mi?" dedim."Orada küçücük bir es verseydim ortalık sanki yeterince karışık değilmiş gibi beni almaya kalkışacaklardı ve bunun suçlusu sen değil miydin? Etrafımızda yine düşmanların vardı. "

Ağzımdan dalga geçercesine çıkan ses onu çileden çıktı. "Dur,dur." dedim kollarından onu iterken. 

"Yalan mı?" dedim gözlerine meydan okuyarak.  "Hatta orada da beni düşmanını karşısına sergiler gibi çıkartmamış mıydın sen?" 

Çıldırdı bu cümlemden sonra. Ona doğru savrulduğumda burun buruna geldik."Sınırı aşıyorsun, Elif! Kimsenin önüne sürmedim seni ben. Yalnız da bırakmadım." Onu iten ellerimi tuttuğunda ona doğru  bir kez daha savruldum. Kolu umurunda bile değildi ama öfkelenmiş olmama rağmen ben dikkat ettim yine. Gözü dönmüştü. Yüz ifadesi taş kesilmiş, gözlerinde öfke şimşekleri çakıyordum

Ama bende ondan farklı değildim. "Aşmıyorum, bana yapmadığım bir şeyin hesabını kesemezsin sen. Madem benden gizli saklı iş yapıyorsun, ne öfkenin sebebi olayım, ne de sınırı aşıp kendini kaybetmenin. Çünkü biliyor musun?" dedim sesimi kısarak.

Ona doğru yaklaştığımda gözleri kısıldı. "Sen beni bir fanusa kapatmak istiyorsun. Madem ışığınım, sadece canın isteyince gözün görsün istiyorsun beni. " Baş parmağımı göğsüne bastırdım. "Zalimliğinin önüne engel olarak görüyorsun. Öfkeni dindiririm, acımasızlığına ket vururum diye kor..."

Dudakları dudaklarıma kavuştuğunda bunu susturmak için yaptığını biliyordum. Beni cezalandırırcasına öptü, talan edilen dudaklarımdı ama ruhuma ulaştığını biliyordum. Kalbim acımayı bıraktı çünkü onu istiyordu.

Çırpındım kollarında çünkü öfke, adrenalinle birleşince kontrolünü kaybetmişti. Ağzı dudaklarımın üzerinde gel git yaparken nefesimi, ruhumu, kalbimi istiyordu.

 Hem nefesimi hem de beni tüketircesine öpüyordu. Çenesinden tutup onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım  ama bir eli belimi kaldırıp ayağımı yerden keserken diğer eli yüzümü kavramış kendine çekiyordu. Üzerime doğru eğildiğinde belim geriye doğru büküldü. Çenemi tutup aşağı çektiğinde ağzım açıldı ve nefesimi çekti. 

Bayılacakmış gibi hissettim. Tırnaklarımı ensesine batırdım. Durmadı. Dili ağzımın içini bulduğunda  sanki pençelerinin arasında kalmıştı. 

Son çare olarak alt dudağını  sert bir şekilde ısırdım kendimi kurtarmak için. Ama bu onda ters etki etti. Boğuk bir şekilde inledi ve bunun acı yüzünden olmadığını biliyordum. Bedenime bastırdığı bedeninde hissettim etkilendiğini.

 Geri çekildiğinde ikimiz de derin derin nefes alıyorduk. Ve onun dudakları şişmişti. Kim bilir ben ne haldeydim. "Hayır, " dedi.

 Onu itmek istedim ama izin vermedi. Tekrar burun buruna geldik. "Seni istesem de fanusun içine koyamıyorum. Ama benim zaafiyetimi de yanlış biliyorsun sen." 

Dudaklarıma değdi dudakları. Sanki benimle değil, soluğumla, kalbime giden yolla konuşuyordu. "Ölümle burun buruna yaşayan hiçbir korkusu yoktur. Ama artık benim var. Benim korkum sensin," Sesi gittikçe kısıldı. 

" Sana olan kontrolsüzlüğüm ve bunun sonunda kontrolümü kaybetmekten korkuyorum. " Dudakları kıpırdadıkça dudaklarıma değiyor, gözleri ruhuma kadar görüyordu. "Yolunda kontrolümü kaybetmekten korkuyorum. " Tek tek vurguladı cümleleri. Tek tek kazındı aklıma ve ben vaadine inandım. 

 "Çünkü ben kontrolümü kaybedersem bir kıyım başlatırım."  

Gözlerinde parıldadı acımasızlık, orada bir katilin yüzü yatıyordu. Ve sonra geri çekildi. Beni yavaşça bıraktığında sesimi çıkarmadım bir süre. Yüzüne de bakamadım. Acımasızlığını iliklerime kadar hissetmiştim çünkü. 

Yarasını kendisi temizleye başlayınca  kapıya doğru ilerledim ve, "Doktora yaranı baktırt." dedikten sonra ona bir daha bakmadan  çıkıp gittim odadan. 

İkimiz de kırıldığımız yerde kalmıştık. O düşmemişti ama ben yine yerdeydim. 

⚜🔱⚜

Gece olduğunda yatağımın ortasında tek başıma oturuyordum. Amcamlar ve dedemler ile geri dönmüştük. Eve geldiğimiz andan itibaren odamıza kapanmıştım. Kimseyle konuşacak tek kelamım yoktu. Namaz kıldım, uyudum ya da uyumuş numarası yaptım çünkü bugün kimsenin açıklamasını, sebeplerini dinleyecek takatim yoktu.

Benim de sebeplerim vardı ama sadece Rabbime niyaz edebiliyordum çünkü herkesin karşısında benim sebeplerim, çok basit geliyordu.Oysa değildi. 

Çok mu şey istiyorum diye sorguluyordum. Sadece sevdiklerime bir zarar gelsin istemiyordum. Bunun acısını bir daha kaldıramayacağımı biliyordum. Ama sevdiklerimin bunu bir hassasiyet olarak göreceğini düşünürken, sadece engel olarak atfettiklerini fark etmiştim. Beni en çok da bu kırmıştı. 

Ve Siraç.. 

Onun orada kaldığını, acımasızlığının onu kör karanlığa ittiğini biliyordum. Korktuğunu, bunun sebebi olduğumu söylemesi gözümün önünden gitmiyordu. Yine çok şey istemiyordum aslında ondan. Ben sadece yaralarını sarmak, bana saygı duymasını öğretmek istiyordum ama değil öğretmek onun kapısız duvarlarını bile göremediğimi fark ediyordum. 

Yüzleştiğim yerde kalmıştım. Üstelik tek ben kalmıştım. 

Kapım tıklatıldığında gece yarısına yaklaşmak üzereydik. Ses çıkarmadım ama kapı yine açıldı ve Eylül başını uzattı. Yüzünde mahcup bir ifade vardı. "Gelebilir miyim?" dediğinde gözlerimi ondan çekip başımı, bağdaş kurup kucağıma koyduğum ellerime çevirdim. Yatağın ortasında öylesine oturuyordum. Küçülmüş gibi hissediyordum. 

Tereddüt ettiğini biliyordum ama değil ona cevap verecek halim, konuşmaya bile takatim yoktu. Yinede minik adımları buraya yaklaştı. Benim gibi yatağa oturdu ve bağdaş kurdu. Kucağıma bir çiçek bıraktığında kokusu birden etrafa yayıldı. Mis gibi kokuyordu. Yaprakları bembeyazdı ve bir örümceğin bacakları gibi ince uzun olarak uzuyordu.

Acı bir tebessüm peyda oldu dudaklarımda.  Eylül konuşmaya başladı. "Hayalet orkide. Mükemmel koşullar da, doğru konaklama yerinde yetişmezse hemen ölür. Bir de bir çeşit mantarı konak kabul edince üreyemediği söyleniliyor. Ondan uzaklaştırılması gerekiyor."

Başımı kaldırmadan çiçeğe baktım. "Beni ne zaman mükemmel , kendisini de hiçbir şey hak etmeyen biri olarak görmekten vazgeçip,  kusurlarının arkasına sığınarak hata yapmayı bırakacak?" Elime çiçeği aldım.  Ağlamak istiyordum ama ağlayınca bile içimde ki yangın sönmüyordu. 

Eylül uzanıp çiçeği tuttuğunda sessizce izledim onu. "Elif bak bana." dedi Eylül. Kafamı kaldırdığımda ışıl ışıl gülümsedi. "Bugün ne oldu biliyor musun?" dedi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. Ben hiçbir şey bilmiyordum. 

"Siraç geldi bana. Hayatında ilk defa kendi isteğiyle dokundu. " Gözleri doldu.  "Sen gittikten sonra yanına çıkmıştım Demir'le. En çok Demir korktu, o arabaya binmemi istemedi. Siraç da defalarca istemiyorsam yapmamamı istemişti ama ben onlar için canımı hiç düşünmeden verdim. Benim onlardan, sizden başka ailem yok."

Gülümserken gözleri dolu doluydu ama o da yararlıydı. "Ben isteyerek yaptım, ben güvendim Siraç'a. Onun yanına gittiğimde Demir diyor soluk gözüküyormuşum. Muhtelemen tedirgin oldum bende. Sarıldı bana."

 Gülerken ağlamaya başladı ama mutluluktandı gözyaşları. Bende ağlamaya başladım onunla. "Sarıldı bana,Elif. Teşekkür etti." Elleriyle gözyaşlarını silerken onların aktığının farkında bile değildi. 

"Seni tehlikeye atmak en son istediğim şeydi,bir daha da olmayacak. Ben ömrüm yettiğince seni koruyacağım. Sen onun sevdiği, dedi Demir'i işaret ederek. Benim de kardeşimsin, dedi." O ağladı gülerek, ben ağladım onun mutluluğuna sevinerek. 

İki eli de elimi tuttu. "Meğerse yıllardır ben bu cümleleri bekliyormuşum. Bana kıyamadığını, koruyup kolladığını bilirdim ama o kadar mutlu oldum ki ne olur kızma ona, Elif. Ne olur bize kızma." 

Ellerini bastırdı ellerime. "Ne olur kırılma. Üzül istemedi, seni nasıl hazırlayacağını bilemedi. Mehmet dedeyle konuştum ben. Ona seni bundan sonra korunmak için eğitime alacağına dair konuşuyordu ama bu sefer zaman yoktu. Bu sefer psikolojik olarak da seni hazırlayamazdı...." dediğinde elimi kaldırdım ve bu tepkime şaşırdı. Durdurmak istedim çünkü onu.

Duraksadı da. Yüzündeki gülümseyiş de bir an durdu. "Senin için çok sevindim Eylül." dedim bende onun ellerini tutarak. 

Eğildim ona doğru, "Senin mutluluğun benim mutluluğumdur. Sen yaptığın fedakarlıklarla ona kardeşten ötesin. Ama," Geri çekildim. 

"Bana onu savunma. Ya da kendinizi savunmayın. Kendi kafanızda hepiniz benim bir kalıba oturtmuşsunuz. Elif kaldıramaz, Elif'in hassasiyetleri var, Elif engel olur. Ben sizi de anlıyorum aslında." Burukça gülümsedim.

"Hepiniz sırlarınızın altında ezildiğiniz için böyle davranıyorsunuz. " Eylül'ün dudaklarındaki tebessüm solmaya başladı.  Duymuştum, annesi hakkında Kuznetsov 'un dediklerini. Duymuştum...

"Mantıklı açıklamalar yapamayacağınız için saklamayı tercih ediyorsunuz çünkü gideceğiniz yolda illaki bir kapı sizin sırlarınıza açılıyor." 

Elinin üstüne bir kez dostça vurdum sonra tekrar çiçeğe yönlendirdim. "Bu yüzden boşuna tüketme kendini. Ben yine severim onu. Ben yine endişeleniyorum onun için. Gün boyunca yarasına pansuman yaptı mı diye düşündüm. "Çiçeğin beyaz narin yapraklarında parmaklarımı gezdirdim. 

"Bunu ona söyledim, benim gönlüme düşerse en çok ben acı çekerim diye. Ama o beni dinlemedi. Aldı kalbimi." Titrek bir iç çektim. 

" O kalbinde bana engel olduğu sürece ben çaresizim. "

Eylül'ü de üzmüştüm belki ama gerçekleri söylemek zorundaydım. Şuan mutluymuş rolü yapamazdım.

"O da seni sordu kaç defa." dedi yumuşak bir sesle. Tekrar başımı kaldırıp ona baktım.Yüzünde merhametle karışık bir hüzün vardı.

 "Ben onun gönlüne düştüm, Eylül. Kendimi kandırıp kurmuyorum kafamda. Beni sevmiyor dersem onun sevmeyi hiç öğrenmemesine rağmen bu kadar güzel sevmesine ihanet ederim. Ama düştüğümle kaldım." 

Ona baktım tekrar. Hala gözleri dolu doluydu. "Benim kalkmama izin vermezse de ne ben onun yoluna aydınlık olurum, ne de o benim ömrümün laciverti. Ben kalbim ağzımda her gün onu ölümün dibinde oluşunu kabullenmeye çalışırken o beni  ölümün önünde set olarak görüyor. Bir gün düşer,"

Titredi sesim bunun ihtimaliyle. "Bende düştüğü yerde gömülürüm. Sebebi olursam da ölürüm," İki gözümden de tane tane gözyaşları döküldüğünde Eylül'ün elini omuzumda hissettim. 

Çekip sarılırken,"Ölürüm." diye fısıldadım. 

O gece Eylül'ün kollarında hıçkıra hıçkıra ağlarken onun da teselli cümleleri tükenmişti. "Korkma bu kadar." diyordu sadece. "Ben her şeyin güzel olacağına inanıyorum, inşAllah." Teselli edecek cümleleri yoktu çünkü sırları vardı onunda ama umudu da bitmiyordu işte. Bende buna sığındım.

O gittikten sonra uykuya daldım ama kabuslar peşimi bırakmadı. Ölen adamın gözleri, ölümünden saniyeler öncesi zihnimde tekrar etti durdu. Zihnimin duvarlarında silahlar patladı, kurşunlar yağdı. Ama en çok o bomba patladığında kulağımda onun öldüğüne dair feryatlar doluyordu. 

Hıçkıra hıçkıra ağlarken  onun sesini duydum. Kollarını bedenime sardı, başını göğsüme yasladım. 

"Gitme," dedim ağlarken. 

"Şşş!" dedi kalbimin üstüne dudaklarını bastırdı. "Gitmem, Günışığı." 

Göz kapaklarımı açamıyordum ama ağlamaya devam ettim. "Yalvarırım gitme, bırakma beni." diye sayıklıyordum. 

Elini yüzümde hissettim. Gözyaşlarımı sildi nazikçe. Başını boynuma gömdü. Hissettim. "Ölürsem de burada ölürüm. Benim dünyadaki cennetim. "

Boynumu öptü. "Tek mükafatım." dedi. Orada soluklandı. 

"Ölme," diye fısıldadım. "Ne olur ölme." Duydu ama cevap vermedi. Yarasını sardım, o da kalbime sarıldı. Ama ne yazık ki ben hala yaralıydım. 

⚜🔱⚜

Ertesi sabah ailecek oturacağımız kahvaltıyı hazırlarken salonun geniş bölümüne masa kuruyorduk. Hiçbir şey olmamış gibi davranmayı tercih ediyordum.Sabah namazına uyandığımda baş ucumda aynı hayalet orkide vardı ama o gitmişti. Bende o gidince kırgınlıklarımı arkasından gömmüştüm. 

Aşağı indiğimde ilk annemle karşılaşmıştık. Bahçeye çıkıp nefes almak için yazma yapmıştım ama yüzümü kapatacak bir şeyim yoktu.  Annem şişmiş yüzümü görmüş ve sımsıkı sarılmıştı bana. Onun da teselli cümleleri yoktu ama ana kucağıydı işte. Huzur duymuştum. 

O andan itibaren daha iyiydim ama kahvaltı sofrasına oturulduğunda bir şeyler konuşulacağının bende farkındaydım. 

Nitekim biz Emel teyzenin hazırladığı kahvaltıları taşırken içeri şakıyarak Eylül girdi. İstemsizce gülümsedim. 

"Günaydın benim güzel ailemin nadide üyeleri!" dediğinde ilk Yasemin yengeme sarıldı. Bugün sarı uçuş uçuş bileğine kadar uzanan bir elbise giymişti. Yaz geliyordu. Bunu en çok onun üstünde hissedebiliyordum. 

"Günaydın, Eylül kızım." dedi Emel teyze. Eylül'ün ikinci adresi tabi ki Emel teyzenin yanakları oldu. "Günaydın pamuğum! Bugün ışıl ışıl bir gün. Ne güzel bir gün!" Ellerini iki yana açtı. "Ailecek kahvaltı yapacağız." dedi. 

Kaşlarımı kaldırdım ona bakarken. Bu bakışımı yakaladı ve başını eğip bana gülümsedi. "Günaydın gelin hanım." dedi. Bende ona gülümsedim. Zaten küs kalamazdım ki istesem de. 

Eylül benim kardeşimdi. Bizim aramızda onun yarım kalmışlıkları, benim yarım bırakılmışlıklarımla bir bağ kurulmuştu. İkimiz de çok gülümsüyorduk. Hoş ben bu aralar pek gülümseyememiştim ama meşrebimiz aynıydı işte. 

"Hayırlı sabahlar görümcem." dedim. Sırıttı. Yengemler de gülümsedi. Onlar da benim gibi hiçbir şeyden haberdar değildi. Öğrenince amcamları haşlamış olmalıydılar. 

Nitekim Asya yengemin Furkan amcamı görünce bariz bir şekilde homurdanışına şahit olmuştum. 

"Ailecek dedin?" dedim son kahvaltılıkları götürmek için mutfaktan çıkarken. Sonra onu gördüm.  

Üstünde deve tüyü renginde lacoste vardı. Altına da krem rengi bir pantolon giymişti. Bugün resmi kıyafetlerden uzaktı ama sabah yatakta yoktu. Ya spora gitmişti ya da spor niyetine başka bir işle uğraşmıştı. İkinci seçeneği aklımda canlandırmamaya gayret ettim. Zaten kafamda yeterince şiddet sahnesi vardı. 

Burada olup ailecek edilecek kahvaltıya katılmasına şaşırmıştım. Demir'de yanındaydı. Eylül'le birlikte gelmiş olmalıydılar. 

Yanından geçip masaya kahvaltılıkları dizdiğimde şimdi neden yengemlerin kapalı olduğunu anlamıştım. Haber verilmiş olmalıydı. Yine benim haberim yoktu... 

Bakışlarını üstümde hissetsem de dönüp yüzüne bakmadım. Kısa kollu lacosun altından gözüken sargı bandını görmüştüm. Gözlerine bakarsam orada takılı kalırdım. 

Demir, "Günaydın yenge." dediğinde dönüp ona baktım ve hafif tebessüm ettim. Onun sevdiği kadın için endişesini dün Eylül anlatmıştı. Yine de nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğunu anlamıyordum. O da endişesini saklayanlardandı. Nitekim yüzünde hiçbir şey olmamış gibi bir tebessüm vardı. 

"Hayırlı sabahlar, Demir." dedim. Ya da belki de alışmıştı.

 Bakışları kısa bir an Siraç'la ikimiz arasında gidip geldi. Onunla konuşmamamızı ya da aramızın nasıl olduğunu sorguluyor olmalıydı. 

Sesimi çıkarmadım ve işimi yapmaya devam ettim. Dedem, amcamlar ve o koltuklarda oturdular. Yardım edilecek bir şey olup olmadığını sormuşlardı ama yoktu. 

Kısa bir süre içerisinde masayı hazırladık ve masanın başına dedem, onun bir yanına Yiğit amcam, diğer yanına Furkan amcam oturdu. Yanlarına yengemler, Yasemin yengemin yanına annem, Asya yengemin yanına ben oturdum. Siraç  yanıma oturduğunda bir şey diyemedim. Karşımıza Eylül ile Demir oturdular. Masanın diğer ucunda biz vardık ve Demir ile Siraç karşılıklı oturmuşlardı. 

Dedem, "Bismillah." diyerek kahvaltıya başladığında masada çıt çıkmıyordu. Yanımda ki varlığının oldukça farkındaydım. Heybetli bir bedeni vardı ama bunun haricinde sandalyesini bana yaklaştırarak oturduğunun da farkındaydım. Kolu omzuma değiyordu. Demir bu sessizliği bozduğunda kolumu ondan uzaklaştırmaya çalışıyordum. 

"Bana tuzu uzatır mısın solntse moyo? " dediğinde kısa bir sessizlik oldu. Siraç'a kaçamak bir bakış attım. Gözleri öfkeyle kısılmıştı. Demir'in yüzünde ise öyle bir ifade vardı ki bilerek yaptığı bariz belliydi.

Amcamların bıyık altından güldüğünü görünce bunun onlar arasında dalga konusu olduğunu fark ettim. Siraç önündeki tuzu Demir'in önüne masada ses çıkacak şekilde bıraktığında Demir onun öfkesini umursamadı bile.

"Teşekkürler lyubov moya." dediğinde sırıtıyordu. 

Siraç'ın dişlerinin arasından, "Demir seni o tabağa gömerim. " dediğini duydum. Bedenindeki gerilimi  ona dokunmamaya çalışsam da hissediyordum. 

Demir bana kaçamak bir bakış attı. "Ama patron, dün bu kelimeler sürekli dilindeydi. Solntse moyo ha? Lyubov moya? Harf harf yedirirken aklımda takılı kalmış. " derken Siraç'ın ellerini gördüm. Yumruklarının üstünde büyük, kırmızı yaralar vardı ve kabuk bağlamıştı. 

Amcamların alenen güldüğünü gördüğümde bu erkeklerin espri anlayışını kavrayamıyordum. Hepsi onun öfkesiyle alenen eğleniyordu.

 Furkan amcam, " Bizim teşkilatta da bir yemin kefareti cümlesi dönüyor." dediğinde Asya yengem dirseğini Furkan amcamın karnına geçirdi.  Amcam canı yanmış gibi bile davranmadı. 

"O zaman tutamadığın yeminin kefaretini ödersin."

Bunu Murat komisere söylemişti. Hatırlayınca gözlerim büyüdü.

"Ne var?" dedi amcam Asya yengeme bakarak. "Murat'ı biz de tanıyoruz. Gidip ziyaret ettim çocuğu. İki hafta hastanede yatmış.Beni görünce tabi anlattı her şeyi. Amcasıyım malum bizim kızın." dedi. Siraç'ın üzerine bilerek mi gidiyorlardı bilmiyorum ama onu sakinleştirmemek için kendimi zor tutuyordum. 

Siraç amcama doğru döndü. Gözleri öfkeyle kararmıştı. Çene  kemiği dişlerini birbirine bastırmaktan  belirginleşmişti. 

"Yeğeninizin bir kocası olduğunu, tekrar çenesinin yayının gevşemesi durumunda çenesini tamamen çıkartıp eline vereceğimi de söyleseydiniz, Furkan bey." dediğinde Yiğit amcam ters ters baktı Furkan amcama.

"Biz konuştuk Siraç." dedi Yiğit amcam. "İkna oldu mu bilmem ama..." derken bu cümlenin daha fazlası olduğu bariz belliydi. 

Siraç, "Oldururuz." dediğinde dedem konuya dahil oldu. 

"Hadi bu seferini anladık, hiç kimsenin karısına söylenecek sözler değil ama kendine hakim ol. " Sesi bir uyarı niteliğinde sertleşmişti. 

 Kimsenin sesi çıkmadı. Siraç kendi kafasında konu hakkında hükmünü vermiş ve kapatmış görünüyordu ama Demir,"Tamam mı lyubov moya?" dediğinde Siraç'ın öfkesi ipleri kopardı.

 Sandalyesini ittirdi ve, "Senin ben..." diye öfkeyle dişlerinin arasından tıslarken elini tuttum birden. Tutamamıştım kendimi. Atamadığı öfkesini sevdiklerinden çıkarsın istemedim. 

Dönüp bana baktı. Bugün ilk kez göz göze gelişimizdi. Önce elini tutan elime, sonra yüzüme bakmıştı. Yorgun gözükmüyordu ama öfkesinin kararttığı güzel gözleri vardı. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama geri çekildi. Yorgundum ve bunu hissetmiş olmalıydı. 

Yumuşadığını kimse görmese de ben görebiliyordum. Parmaklarının parmaklarımın arasından geçirdi ve hesap sorar gibi işaret parmağını Demir'e doğrulttu. "Senin biletini keseceğim ben." dediğinde Demir omuz silkti ve bana dönüp göz kırptı.

Bilerek yapmıştı. Onu tek benim sakinleştirebileceğimi hem bana hem de ona göstermek istemişti. Eylül'le birbirlerine bakıp gülümsediklerinde aslında ne kadar benzediklerini ilk o anda tam olarak kavradım. 

Masadaki herkesin yüzünde minik de olsa bir tebessüm oluşmuştu. Siraç oturduğunda göz göze geldik. Başı hafifçe eğildi. Güneş vurmuştu yüzüne. Kirpiklerinin üstüne vuruyor ve yüzünü aydınlatıyordu.  "Bana şimdi  gün aydınlandı." diye mırıldandı. Gözlerimi kaçırdım ve önümü döndüm. 

Baş parmağı parmaklarıyla sardığı elimin üstünü okşadı. İç çektim sessizce. Ben bu adamla ne yapacağımı bilmiyordum. 

 Dedem hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etti. "Aşağıdaki patlama nasıl oldu? Ben yukarı kattaydım, konuşamadık." dediğinde Siraç'ın elimi saran parmakları sıkılaştı. Konuşmak istemiyordu, bariz belliydi bu ama yinede cevap verdi.

"Kontrollü patlamaydı. Bölge çoktan boşaltılmıştı ve onların patlayıcılarının bir hükmü olmadığını göstermek istedik. Arabanın etrafı patlayıcının kendi içinde yanması için zırhla kaplandı. Sadece sarstı bu yüzden. " diye açıkladı. Dedem anladım der gibi başını salladı. Keşke diğer durumlar da bu kadar kolay kolay açıklandı. 

"Paketi teslim ettiniz mi?" diye sordu bu sefer Yiğit amcam. Demir gülümsedi. 

"Bir gün daha misafir olarak oturtuyoruz." dediğinde Eylül bana baktı ve elini ağzına kapattı gülmemek için. O kadar olayın arasında bana dediğini hatırladım. İstemsizce gülümsedim bende. Sonunda hepimiz sıyırıyorduk bence. Güldüğümüz şeylerin normal bir tarafı yoktu çünkü. 

Yiğit amcam tekrar Siraç'a döndü. "Düğün ne zaman olacak peki?" dediğinde Siraç bana kısa bir bakış attı. "İki hafta içerisinde." dedi. 

Tepki vermedim. Düğün tarihini bir hafta öne almıştı. Yine habersiz...

"Bize üniversite sınavı için görev açığı olduğu söylendi. Ben katılmasam da Furkan katılmayı düşünüyor. Yakın değilse gidip gelelim, diyecektim." dedi amcam. 

Dedem tekrar bana doğru döndü. "Sen Lys sınavına girmeyecek misin yadigarım? Ygs sınav sonucunu da söylemedin mi?" dediğinde bir an sarsılır gibi oldum. Ben Lys sınavının tarihini unutmuştum. İfadem boşaldı bir anda. Tamamen aklımdan çıkmıştı.

"YGS sınav sonucuma bakmadım motivasyonum düşmesin diye." dedim. Ama motivasyon da kalmamıştı. LYS 'ye eskisi gibi çalışmıyordum. Özellikle yangından sonra her şey dağılmıştı bende. 

Dedem, "Beş gün kaldı. Nerede gireceğini biliyor musun?" dediğinde ona boş boş baktım. Onu da bilmiyordum resmen. 

Siraç, "Cumhuriyet Lisesinde girecek." diye benim yerime cevap verdiğinde dönüp ona baktım. 

"Giriş kağıdını aldım." diye devam etti bana bakarak.Sonra  tekrar dedeme döndü. "Okul birincisi oldu, YGS 'de sıkı çalışmıştı. Türkiye'de de dereceye girmiş." 

Öyle boş boş baktım ona. Benim bunların hiçbirinden haberim yoktu. Yağmur ve Zeynep okuldaki listeden öğrenmişlerdi ama ben söylememeleri için söz verdirmiştim Lys'yi basit görmemek için. Amcamlar ve yengemler tebrik ederken annemin gururlu bakışı altında kızardım. 

YGS için çok çalışmıştım ve böyle bir sonuç bekliyordum ama LYS için hiç zannetmiyordum. Yine de girecektim. 

Asya yengem, "Kına da iki tane olacak dedi Eylül. İlk kına bir gün sonra sınavından." dedi. 

Eylül'e baktım bende. "Hani bir tane olacaktı Eylül. Şenlik yapacak durumda mıyız?" dediğimde ortamda buz gibi bir sessizlik oldu. 

Ben getirdim bu hale ama farkında bile değildim.

Siraç 'ın gerildiğini elimi sıkan parmaklarından hissediyordum. 

Eylül yine de toparladı durumu. "Olur, olur. Biri açık biri kapalı olacak. Ben hazırlıklara başladım. Hep beraber halledeceğiz. Hem annenler, yengenler de bir şeyler yapmak istiyor." dedi.

Ağzına zeytin attıktan sonra sandalyesinde geriye yaslandı. "Konsept bile hazırladım.Eğleneceğiz." dedi. Sırıttı.

 Siraç 'a bakmaktan özellikle kaçınarak, "Ne konsepti?" dedim.

Omuz silkti. "Görürsün. Özellikle elbisen." Siraç'a kısa bir bakış attı ve ıslık çaldı. "Çok güzel olacak, çok." dediğinde yapmak istediklerinden korktum ama bir şey de söylemedim. "Konuşuruz." deyip geçiştirdim. 

Yasemin yengem konuştu bu sefer. Dedeme dönmüştü. "Eh baba, en son Bahar'ın düğününde zeybek oynadığınızı gördük. İlk evlenen torunun, zeybek oynarsınız artık. Bizim de  gözümüz şenlenir." deyince Siraç sağ elimi tuttuğu için sol  elimdeki çatalı bırakıp dedeme baktım. 

Yıllardır dilden dile dedemin amcamlarla birlikte oynadığı zeybek konuşulurdu. Gelinin karşısında oynadıkları zeybeğin herkesin tüylerini diken diken ettiği söylenirdi. Videosunu da izlemiştim. Gerçekten yer gök inliyordu sanki onlar oynarken.

Asya yengemin anlattığına göre Furkan amcam önde oynarken erimemek için kendisini zor tutmuş hatta bir ara amcamın üstüne atlayacak kadar delirmiş. Bunu anlatırken hepimizi gülme krizine sokmuştu. 

İstemsizce beklentiye girdiğimi hissettim. Dedem Siraç 'a döndü. "Damat oynarsa oynarız." Ekledi; "Öğretiriz de." dedi. 

Siraç kısa bir baş onayı vermekle yetindi. Ne yapacağını merak etsem de soramadım. 

Demir, "Ooo dillere destan olacak." dediğinde herkes gülümsedi. Düşündüğümün aksine sakin ve çok gerilmediğim bir kahvaltı yaptık. Buna elimi saran elinin de oldukça etkisinin olduğunu farkındaydım.

Ama gülünenlerin ardında saklananlar vardı. Ne dedem, ne amcamlar, ne de o bunu dile getirmedikçe bende sessiz kalacaktım. 

⚜🔱⚜

Günler geçerken sınava girmeden önceki gece kendimi oldukça yorgun , yalnızlığıma düşmüş  buldum. 

Bu süreçte Siraç 'ı çok görmüyor, görsem de köşe bucak kaçıyordum. Ya da yanında sessizliğimi koruyordum. Baktığını, sessizliğime isyan ettiğini biliyordum. Bu yüzdendi yorgunluğum.

Ama bende sessizliğine isyan ediyordum. 

Herkes hiçbir şey olmamış gibi davranıyor ve kına, düğün için hazırlık yapıyordu. Ama ben her şeyin içindeyken hiçbir şeye dahil edilmiyormuşum gibi hissediyordum. 

Gülümseyişlerin arkasında saklanan sırlar vardı. Dedemin yanına oturduğum da bana derin derin bakıyor. Kucağına başımı koyuyor ve saçlarımı okşuyordu ama benden kelimeleri esirgiyordu.

Annemin yanına gittiğimde bana gülümsüyor ve annesini evlendiren bir kız gibi davranıyor, her fırsatta bana sarılıyordu. Hatta kına için getirtilen malzemeleri gördükçe gözlerinin dolduğunu görüyordum. Ama benden kelimelerini esirgiyordu.

Amcamlar ortalıktan kaybolmaya devam ediyor ama her şey yolundaymış gibi davranıyordu. Ama ben patlayan silah seslerini de, onların çatışma içinde oluşunu da unutamıyordum.

Eylül bile hevesle yaptığı hazırlıkların arkasına saklanıyordu. 

Ben ise  tekrar yapıyordum,sınava çalışıyordum, normal bir insan gibi davranıyordum ama gece koynumda uyuttuğum adamın kabuslarında yuvarlanıyordum. 

Her seferinde beni yatıştırıyor, tekrar uyumamı sağlıyordu ama o da kelimelerini benden esirgiyordu. Eğer Rabbime sığınmasaydım, eğer düzenli olarak Kuran okumasaydım, onunla iletişim de olmasaydım delirirdim,biliyordum.

Çok güçlü bir kız değildim. Beni güçlendiren bağlılığımdı. Eğer Rabbime teslim olmasaydım nefrette beslerdim belki ama ben sadece susmayı tercih ediyordum.

Ama her şeye rağmen uykum için Siraç 'a  ihtiyaç duyuyordum.  O beni kollarına almadan uyuyamıyordum. 

Her gece baş ucuma bıraktığı çiçeklere, bir kaç gündür baş ucumda biriken hayalet orkidelere ihtiyaç duyuyordum. Bu gece geç kalmıştı ve uzun süre bekledim onu. Kendimi ikna etmeye çalıştım onsuz da uyuyabileceğime dair ama olmadı. Yataktan kalkıp odadan çıktım. 

Çalışma odasının kapısını araladığım da defalarca kendimi durdurmaya çalışmış ama kendimle çatıştığım bu savaşta ona karşı yeni düşmüştüm. 

İçimde yankılanan kalbimin yakarışıydı. Sadece görmek, iyi olduğunu öğrenmek istiyordu. Gece olunca yanıma gelişi yetmiyordu aslında. Çünkü gece hem onun,hem de benim yaralarımı örtüyordu. Hiçbir şey olmamış gibi ben onu koynumda uyutuyordum.

Ama gündüz de geceyi koynunda uyuturdu. Ve gündüz gecenin yaralarını sarmaya hiçbir zaman yetemezdi.

Bunu bilerek içere kısa bir bakış attım. Karanlıktı,boştu.İçeri de kimseyi göremeyince içime dolan hayal kırıklığının tarifi yoktu ama işte kesif bir acıydı. İstemsizce içeri adım attığımda beni saran karanlık gibi boğuyordu beni. Bir yandan kendime de kızıyordum. Onu hala düşündüğüm,kıyamadığım, yarasını, yaramın önüne koyduğum için. Ama engel olamıyordum işte.

Bir iki adım daha atıp küçük bir masa lambasıyla aydınlatılan masaya ulaştım. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Yorulmuştum. Üstelik fiziksel de değildi.

Sessizlikten ve kırgınlıklarımdan yorulmuştum. 

Tam o sırada ağzıma kapatılan elle kalbim göğsümde takla attı. Çığlığım nefesimi kesen el tarafından boğulurken sıcak bir gövdeye yaslandım. Tanıdık kokusu burnuma dolarken olduğum yerde istemsizce kasıldım.

Sandal Ağacı... Kahve kokusu...Yuvam...

Kokusunu içime çekerken gözlerimi yumdum. Başını boynuma saçlarımın arasına gömdü. Bir eli belime sarılırken diğeri boğazımı kapladı. 

" Öyle özledim ki." dedi boğuk bir sesle. 

Şiddetle atan kalbim onun sesinin altında zelzeleye tutuldu. 

" Öyle hasret kaldım ki sesine." Sesli bir şekilde yutkundum. Elinin altındaki tenim hareket ettiğinde parmakları boğazımı sardı. Sıkmıyordu hayır. Sarıyordu. Öyle sarıyordu ki tenime,ruhuma işliyordu sanki.

" Öyle hasret kaldım ki gülüşüne kaç gece gündüze döndü."Dudaklarını o gün olduğu gibi hayat damarımın üstüne bastırdı. " Ben hiç gündüzü göremedim." Dudaklarım hafifçe aralandı. Nefes alamıyordum.

Sanki hissetmiş gibi boğazımı saran parmakları dudaklarımı buldu. Baş parmağı alt dudağımda dolandı. Boynumda soluklanıyor ama benim soluğumu kesiyordu.

 "Güneşimin sesini duyamadım." 

İç çektim sesli bir şekilde.  "Bende duyamadım sesini." dedim. Dudaklarım parmaklarına değdi. Çekmedi kendini "Ben de hasretim, özlüyorum. " Boğazımdaki eline gitti elim.

"Ben de gözlerini görmeyince gecemi, gündüzümü kaybettim. "Başını omuzuma yasladı. "Ama söyle bana suçlusu ben miyim? Kaç gündür dindirdiğin kabuslarımın suçlusu ben miyim?"

Enseme bir öpücük kondurduğunda gözlerimi kapattım. "Yapma," dedim. 

"Özledim." dedi ısrarla. Bir çocuğun sayıklamaları saklıydı sesinde. 

"Bende özledim." dediğimde sımsıkı sarıldı.Öyle sarılıp başını gömmüştü ki boynuma sanki yeni yeni nefes alıyordu. "Ama elimde değil. Çok korktum, korkuyorum ve," belimi saran elini okşadım.

"Kırgınım, Siraç. " dedim. Sakindim, sarılışına hatta dokunuşuna bile hasrettim. Beni de kendisine benzetmişti. 

 Başını kaldırmadı. Boğuk bir sesle, "Kız! Konuş! Bağır çağır ama susma. Sen susunca mahrum ediyorsun. Bu öyle bir ceza ki asıl hapsedilen benim. Kendini bana tutsak etmişsin. " dedi mırıldanarak. 

"Bağırınca bana cevap verecek misin? Ben saklanılanların tribini atmıyorum. Ben korkumun acısını yaşıyorum. Canımdan can gidiyor size bir şey olacak korkusuyla. Bu yüzden cevaplar istiyorum. Ama kimse dilindeki kilidi çözemiyor. " 

Olduğumuz yerde hafifçe sallandığında bende hareket ettim. Birbirimize tamamlanmış iki parça gibi sarılmıştık. Sırtımda o nefes aldıkça hareket eden gövdesinin sıcaklığı vardı. 

"Çözemez. Daha değil  çünkü ama en büyük hata benimdi. Seni benim gerçek yüzümle yüzleştirdim ve sen onu sevmedin." dedi. Sesindeki hissizlik, belkide gizli bir acıyı saklıyordu. Ben onu da hissettim. Onun için de üzüldüm. 

Kıyamadım bu yüzden ona. "Eğer bana onu anlatırsan anlayabilirim ama sen benim o yüzünle dövüşmemi istiyorsun. Biz ne zaman düşmanının karşısına çıksak ben sadece onlarla değil, senin acımasız yüzünle, gazabınla da bir rakipmişim gibi savaşıyorum. O kavga istiyor. Ben kavga sevmem. "

Belimi saran elinin üstüne koyduğum elimi kaldırdı ve öptü. "Biliyorum." dediğinde söylemek istedikleri vardı ama sakınıyordu.  Yarın sınava girecektim bende. Zorlamadım bu yüzden.

"Uyumaya gitmem lazım." dedim kısık sesle. "Sınavım var." 

Sessiz kaldı bir süre. Öyle sarılmaya devam ettik.Kokumu içine çekti. Kokusunda huzur buldum. Defalarca boynumdan öptü. Huylanmadım. Onun yuvası orasıydı çünkü.

 Sonra çekildi ve şakağımı öptü. "Git sen, geliyorum hemen bende." dediğinde sessiz kaldım ve geri çekildim. 

Bana  öyle bir baktı ki hasretliğini, hasretliğimi hissettim. Sevmek, sarmak istedim. Yüzünü öpücüklere boğduğum gün ki gibi olsun istedim her şey. Ama arkamı dönüp gittim istemeye istemeye.

Belki, kabuslarım dinince yine onlarınkiyle savaşırdım.  Ama şimdi değildi. Kendi kabuslarım beni alt ediyordu çünkü.

⚜🔱⚜

Sınava gireceğim okula geldiğimiz de  amcamları gelmemesi için zor ikna etmiştim. Annem ve dedem gelmişti. Siraç'ta çıkışta almaya gelecekti. 

Gece ona sarılıp uyumuştum ve sabah yanında uyanmıştım ama yine de ikimiz de sessizdik. Sınavdan çıktığımda oturup konuşacaktım. Öyle karar vermiştim kendimce. Böyle sustukça birbirimize hasret kalıyorduk ve üzülüyordum. 

Yanımdayken hasret kalmak kadar saçma bir şey yoktu. Korktuğum kadar, sevdiklerimi kaybetmeden kıymetini de bilmeliydim belki de. Bu yüzden o bana kapıyı azıcık aralasa bile içeri girecek, en çok adımı ben atacaktım. 

Yapacaktım bu fedakarlığı.

Anneme ve dedeme sarılıp ilk oturum için içeri girdiğimde bu düşünceler vardı aklımda. Sınıfımı buldum ve erkenden oturdum. Dalgındım da ama önüme oturan genç kızı görünce kaşlarım çatıldı. Simsiyah saçlarını at kuyruğu olarak toplamıştı. Buraya kadar her şey normaldi.

Ama o kadar terlemişti ki gri tişörtü ensesi sırılsıklamdı. Yarım şekilde bana döndü ve yüzünün de terle kaplandığını gördüm. Üstelik titriyordu. 

Sınav için görevli öğretmenler içeri girdiğinde birden bana doğru döndü ve ağlamaklı gözlerle bana baktı. Sonra önüme bir kağıt parçası bıraktı. 

Kağıt parçasının üstünde şöyle yazıyordu; "Yalvarırım depo katındaki odaya git. Yoksa öleceğim."

⚜🔱⚜

Şuan yüz ifadenizi böyle çekmek  isterdim valla jdjdjf

Nasılsınız ? Umarım iyisinizdir.🤣🤭

Ben oldukça iyiyim şuan mesela.🤣🤣😈🔥

Keyfim gıcırında.🤣🤣

Siz bölümü okurken ben biraz dinleneyim güzellerim. 😘😘Yeni bölüm vaktini vermiyorum ama bu olaydan sıra kınada. 😉

Bu yüzden uzun bir bölüm olacağının teminatını verebilirim.🤩😘

Sizi çok seviyorum. Tekrar görüşene kadar Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla güzellerim.🤩😈🔥😘

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 33.8K 10
Hansa Kozcu &Fatih Haznedar 🌹 BERDEL/AŞİRET KURGUSUDUR YALNIZ BİLDİĞİNİZ BERDEL HİKAYELERİNDEN DEĞİLDİR. ŞİDDET VE ZORLAMA TARZI ŞEYLER YOK [Başlama...
Haz By 🍀

Romance

304K 4.2K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
435K 7.9K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
591K 22K 86
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...