Seni Tanıyorum

By angelllber26

139K 8K 5.8K

Kelebek etkisinin hiç acımadan değiştirdiği hayatlar... Pis bir barın yollarını kesiştirdiği, bambaşka huyda... More

Tanıtım
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
Doğum günü
500 oy 4 kitap
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM (Final)
SürpriZ
SürpriZli SürpriZ

5. BÖLÜM

4.6K 694 635
By angelllber26

⭐⭐⭐

Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.

Emilie Serge

Hasret, üzerinde deri ceketi olmasına rağmen, oturduğu kaldırımda titremesine engel olamıyordu. Elinde, dudağından sızan kanıyla kirletmek istemediği ipek mendil, karşısında o mendilin sahibini saatler önce katil olarak nitelendirdiği soğuk adam... Tüm bunlar neyse de, her gün televizyonda haberlere, izleyici kitlesini çoğunlukla kadınların oluşturduğu güya pembe ama erkek egemenliğinden vazgeçemeyen dizilere konu olan kadına şiddeti bizzat yaşamıştı. Kendini yirmi altı yıldır hiç bu kadar aşağılanmış hissetmemişti. Uygar'ın evlenmesi de dahil üstelik... Adamın elleri hâlâ bedeninde geziniyormuş gibi üst başını silkeledi yine.

"Hey, gerçekten iyi görünmüyorsun. Senin için ne yapabilirim?"

Adı Armağan olan soğuk adam yine konuştuğunda sanki onu bırakıp gitmiş olması, kalıp nasıl olduğunu sormasından daha olasıymış gibi bir an irkildi. Başını onun yüzüne çevirmek istedi ancak ona tepeden bakan biriyle istese de göz göze gelemezdi. Yardım etmişti ancak etmemeyi tercih eden, tiksinti içeren mimikler Hasret'in canını sıktı. Ayaklandı.

"Benim için çok şey yaptın. Teşekkür ederim."

Krem rengi mendil onun tutması için fazla gösterişli geldi o an gözüne. Onu doğruca Armağan kod isimli kiralık katilin ceket cebine sokuşturdu. Kendi ceketinin fermuarını çekerek yürümeye başlamıştı ki, acıyla inledi. Pislik herif yüzünü duvara çevirdiğinde dizleri pürüzlü duvarda sıyrılmıştı. Hareket ettikçe gerilip acıyordu. Tekrar adım atmayı denediğinde Armağan'ı yanında buldu.

"Özür dilerim."

Hiç temas etmeden, sınırlı kelime hazinesiyle iletişim kurmaya çalışan adamın gözlerine daldı bir an. Loş ortamda, sokak lambasından yansıyan titrek ışığın açık ettiği gözlerinin rengi, barda gördüğü gibi gerçekten de yeşil benekler barındırıyordu. Bir de buz kütlesi suratına hiç layık görmediği uzun, gür kirpikleri vardı ki, ne diyeceğini unuttu. Vildan'ın o kadar da yakışıklı değil önergesi aklına düştüğünde ona hak vermeden edemedi. Hatta yüzü çiçek bozuğuydu ve belirgin elmacık kemikleri falan da yoktu. Dizleri, sızısını yeniden hatırlatınca silkelendi. Daldığı gözlerden çıktı. Neyin özrüydü bu?

"Beni kurtardığın için mi özür diliyorsun?"

Kendisini sirk maymunu gibi hissetmesine sebep olacak kadar uzun süre inceleyen kadına mecburen o da bakmak zorunda kalmıştı. Aklından geçenleri bilmesi mümkün değildi fakat üstü defalarca karalanmış düşünceleri, başının üstündeki düşünce balonunda görür gibi oldu. Hesap ettiği bir şeyler olmalıydı. Nitekim sorduğu soruyla özrüne yüklediği anlam mantıksızdı.

"Sonrasında pişman olacağım eylemleri yapmamayı tercih ederim. Özrüm kendini iyi hissedecek sözler söyleyemediğim içindi. İnsan ilişkilerim pek iyi değildir."

"Halbuki cebinde silah taşıyan birinin sosyal çevresi geniş sanırsın."

Hasret yaptığı kinayenin hiç de anlaşıldığını sanmıyordu. Kimden kurtulmuş kime çatmıştı? Gerçekten de bambaşka bir gezegenden insan taklidi yapması için gönderilmiş gibi anlamadığını belli eden boş gözlerle ona bakan adamı süzdü. Yine. Takılıp kalıyordu. Ama şu bir gerçekti ki; Armağan buraya hiç uymuyordu. O anda aklına, yazlık yerde, çöplük üstlerinde sürüyle uçuşan, içinden geçene dek, hani neredeyse görünmez olan sinekler gibi türlü düşünceler üşüştü. Hepsi nahoş hepsi öküz altında buzağı aratacak cinstendi. Düşüncesini yumuşatma gereği duymadan, sanki bu olay planlıymış gibi sorusunu sordu.

"Sen saatler önce gitmiştin."

Armağan anlamadığı imadan sonra anladığı bu iğneleyici çıkarım karşısında onun şüphelerini giderebileceğini düşündü. Neyle itham edildiği az çok belliydi.

"Gitmemiştim. Bir şey içip bardan çıkmıştım. Maalesef fazla uzaklaşamadım. Aracım iki sokak arkada bozuldu. Zaten en başta o... bara girme sebebim de biraz ısınmak içindi."

Hasret duraksamanın olduğu yere gelebilecek pek çok sıfat sıralayabilirdi. Pis, iğrenç, boktan, bayağı... Kelimelere bürünmeyen düşüncesi sanki yüzünden okunmuyormuş gibi... Neyse ki, çalıştığı yeri kimin nasıl betimlediği takacağı son şeydi o anda.

"Hava çok soğuk değil ki."

"Biliyorum. Ben üşüttüm biraz. Ve aracımdan inip adına güvenerek o bara girdim."

"Ne yani, sırf barın adı 'hot&hotter' diye mi daldın o... bara?"

"Aynen öyle. Viskiyi tek dikişte içince işe de yaradı aslında. Isındım, kalktım ve arabamda hazır ısınmışken uyumak istedim. Senin çığlığını duyana kadar uyuyordum."

Armağan'ın etrafına bakınarak, sanki o şekilde yan yana durmaları magazinsel bir haber değeri taşıyormuş, birileri onları görürse başı ağrıyacakmış halleri Hasret'i huzursuz etmeye yetti. Bir tarafı hemen eve gitmek, babası görmeden kendindeki hasarı en aza indirgemek istiyordu. Diğer yanı, elinde olsa onu kurtarmazmış ancak annesi onu iyi bir beyefendi olarak büyüttüğü ve zor durumda kalmış bir kadına sırtını dönemediği için kurtarmış gibi yanında eğreti duran adamın hikayesini merak ediyordu. Acısının izin verdiği ölçüde yavaşça kaldırıma oturdu tekrar.

"Arayacak kimsen yok mu?"

"Telefonumun şarjı bitti. Arabanın elektrik aksamında bir sıkıntı var sanırım, marş basmıyor. Şarj edemedim."

Şimdi biraz anlam kazanıyordu bazı şeyler. Nisan olmasına rağmen hava, Hasret'i üstünde ceketle bile titretecek derecede serindi. Adam dediği gibi şifayı kapmışsa bozuk arabada, klima çalışmayacağı için sabaha dek üşüyebilir ve daha beter hasta olurdu.

"Benden arayabilirsin her kimi arayacaksan."

"Şoförümü işimiz bittikten sonra yollamıştım. Numarasını ezbere bildiğim biri yok."

Şoförler, tabancalar diye geçirdi aklından Hasret. Mafyavari adama ne iş yaptığını merak etse de soracak değildi. Sırf mendiline değer biçse barın tapusunu üstüne yapması lazımdı. Adamın her bir detayı zenginliğin bağrından kopmuş gelmiş olduğunu bas bas bağırıyordu. Bıraktığı bahşiş bile kabarık cüzdanını arz ediyordu zaten. Daha fazla orada kalmaya lüzum görmedi. Kendisine iyilik yaptığı için ona teşekkür edecek ve babası meraktan ölmeden eve geçecekti.

"Ben tekrar teşekkür ederim. Seni güzellik uykundan uyandırdığım için kusura bakma. Hem yakınlarda otel var, aklında bulunsun."

"Tavsiye için teşekkürler ama otelde kalmam."

Hasret tavsiyeni kıçına sok desen daha samimi olurdun diye düşündü. Çünkü birilerinin aklına ihtiyacı olmadığını belirten bir tonlamayla ettiği teşekkür bunun kanıtıydı. Kasıntı heriften en az altı kilometre uzakta olmalıydı, yani evinde ama sinirine dokunan adamın kibiri onu adım atmaktan alıkoyuyordu. Tavsiyelerine devam edecekti.

"Taksiyle evine geç."

"Bana ait olmayan bir yerde uyumayı, benim olmayan bir araca binmeyi tercih etmiyorum. Sen? Eve mi?"

Uzatma da uza demenin en kestirme yolunu basit bir soruyla ifade ettiği için Hasret Armağan'a iyice bilendi ancak verecek tek bir cevabı vardı.

"Evet."

"Tamam. Dikkatli ol. İyi geceler."

O sırada öksüren, hapşıran adam, insani belirtiler gösterdiği için oracıkta ölüverecekmiş gibi acı içinde olan yüzüyle arkasına döndü. Hasret de kısa bir tutukluğun ardından ne yapabileceğine kafa patlattı ancak tamirci değildi. Tamirci tanıdığı yoktu. Sıtma nöbeti geçiren adamın adımlarını hızlandırdığını görünce ona yetişmek için sekerek koşturdu. Omzuna değdiği an, gözlerindeki ateşle ona dönen adam, gerçekten bir katil gibi bakıyordu. Burnundan soluyarak yine ne var diye sorduğunda bir iki adım gerileme ihtiyacı duydu.

"Ben düşündüm ki, benimle evime gelebilirsin. Sana ait bir yer değil ama elektrikli sobam ve fazla battaniyem var."

"Dediğin gibi bana ait bir yer değil. Şimdi izin verirs..."

Cümlesini bitiremeden gözü kararan Armağan tutunacak bir yer ararken Hasret onu omzuna yasladı. Yaralı haliyle onu taşıması mümkün değildi ancak tüm gücüyle düşmemesini sağladı, onunla birlikte kaldırıma çökmeyi başardı. Başını usulca acı içindeki dizlerine yatırdı ve Giray'ı aradı. İkinci çalışta açılan telefondan gelen ses epey telaşlıydı.

"Hasret sen iyi misin?"

"İyi sayılırım. Barın oradayım. Gelir misin?"

"Hemen geliyorum."

Neden, ne oldu, niçin, bu saatte mi demeden gelebilecek biri varsa o anda Giray'dı ve minnetle onu beklemeye başladı. Beklerken de elini alnına değdirdiği adamın ateş içinde yandığını fark etti.

"Dışarısı gerçekten serin, havale falan geçirme lütfen. Hemşire değilim ben."

Dakikalar geçtikçe Hasret'e adamın ateşi her dakika bir derece artıyor gibi gelmeye başladı. Nihayet bir arabanın fren sesini duyduğunda Giray'a seslendi.

"Yan sokaktayım."

Hızlanan adımlar onlara ulaştığında Giray gördüğü manzarayı çözemedi. Berbat görünen Hasret'ti ancak kucağında baygın yatan, bu akşam barda olduğunu hatırladığı dağ gibi herifti.

"Ne oldu sana? Bu hayvan mı yaptı? Kafasına vurup bayılttın mı? Öldü mü?"

"Saldırıya uğradım. Armağan beni kurtardı ama feci grip olmuş. Eve taşıyamadım. Sen bizi bırakır mısın?"

"Hasret ne saldırısı? Hangi ara? Yirmi dakika oldu ayrılalı."

Bir yandan sorular soruyor bir yandan onun kaldıramadığı adamı arabasına taşıyordu. Hasret de kısaca olayı anlattı ancak tecavüz girişimini hırsızlık olarak değiştirdi. Böylesi çok daha güvenliydi. Kısa süre sonra eve, son kata kan ter içinde ulaştıklarında ikisi de nefes nefeseydi. Hasret kapıyı açtı ve mümkün olduğunca sessiz olmaya gayret etti.

"Benim yatağıma götürelim."

"İsmail Amca da evdeymiş. Hastaneye mi götürseydik?"

Bu Hasret'in hiç aklına gelmemişti. Doğru ya doğru. Kendisi hasta olduğunda, hastane ve içinde iğne barındıran herhangi bir ortamda bulunmaktan nefret ettiğinden Armağan'ı getireceği tek yer olarak evini seçmişti.

"Geldik artık, hadi."

Giray onun dediğini yaptı ve her ne kadar tekinsiz bir adamın bu evde kalmasına gönlü razı olmasa da Hasret onu ikna etti. Hem babası evdeydi. Bir gözü arkada kalsa da çaresiz evden ayrıldı.

Hasret ayakkabılarını çıkardığı adamın üstünü örterken belindeki silahı hatırladı. Kullanmayı ve nasıl ateşlendiğini bilmiyordu ancak "bir sahnede silah varsa mutlaka patlar" öğretisini hatırlayarak usulca onu yerinden çıkarmaya yeltendi. Yüksek ateşin öldüremediği iri kıyım adamın kazara ateş alan bir silahtan çıkan kurşunla ölmesini istemezdi. Onu komodinin üstüne bıraktı, sobayı en düşük ayarda açtı ve salona geçti.

"Hasret kızım, misafirimiz mi var?"

Karanlıkta babası onu görmediği için şanslıydı. Işığı açmadan konuştu. Bir müşterinin fenalaştığını, hastanenin seçenekler arasında olmadığını söyledi. Nasıl olsa sabah, manav tezgâhına dönen suratını görecekti. En azından bu gece rahat uyumasını istedi.

"Kızım sen korkuyorsun diye adamı eve mi getirdin? Ya ciddi bir şeyi varsa. Açsana şu lambayı."

"Baba çok yorgunum. Diğer kanepeyi açıp yatacağım. Rahatsız olmazsın, değil mi?"

Dediği gibi kanepeyi açtı ve çarşaf bile sermeden banyoya koşturdu. Dizleri mikrop kapmadan biraz suyla temizledi. İkisine birden ikişer yara bandı taktığında daha iyiydi. Yüzü dizlerinden de fenaydı. Dudağı yarılmış, saçları yoluk yoluktu. Hemen yüzünü de yıkadı ve dişlerini fırçaladı. Adamın nefesi sanki tüm vücuduna sinmiş gibi çitilenerek yıkanmak istiyordu ama gözünden uyku akıyordu. Üstelik göğsünü kapattığını sandığı elbisesinin üstten iki düğmesi kopmuştu ve sütyeni görünüyordu. Odasına geçip pijamalarını almalı, Armağan'a ateş düşürücü bir takım tedavilerde bulunmalıydı. Gerçekten ciddi bir sorunu varsa yatağında ölmesini istemiyordu. Banyodan çıktı ve nefesini dahi tutarak odasına girdi. Armağan, Giray onu nasıl yatırdıysa öyle uyuyordu. Işığı açmadan el yordamıyla üzerindekilerden kurtuldu ve iç çamaşırlarıyla kaldığında yerini bildiği pijamasını hızla giyindi. Arkasına döndüğünde çığlık atmamak için ağzını kapatmak zorunda kaldı. Armağan gözlerini açmış, dirseklerinin üzerinde doğrulmuştu.

"Niye buradayım?"

"Bayıldın."

"Sorumun cevabı bu mu sence?"

Neredeyse sabah olmak üzereydi. Hasret yaklaşık yirmi saattir ayaktaydı ve yatağı onu işaretparmağıyla gel üstüme yat diye çağırırken o hala bir yabancının nazını çekiyordu.

"Evet bu. Bayıldın diyorum neresini anlamadın? Ateş düşürücü, ağrı kesici vereceğim. Uyandığın iyi oldu."

"Bir şey verme. Gideceğim."

Etrafına bakınıp bulunduğu yer ona yakışmıyormuş halleri Hasret'i iyice bezdirmişti. Sesinin sakin çıkmasına gayret ederek konuşmaya çabaladı.

"Ateşin yüksek. Biraz terle, düşünce gidersin. Telefonun ne marka? Şarj olsun bir iki saat. Sen de uyu biraz."

Ardı ardına sunduğu üç basit önerge Armağan'ın daha iyi hissetmesi için ihtiyacı olanlardı ancak tanımadığı birinin evinde uyuma fikri ateşini düşürmek yerine onda daha fena ateş yapıyordu sanki. Ayakkabısız ayaklarını yataktan sarkıttı ancak kendini kusacak gibi hissedince yatay pozisyonuna geri döndü. Başını sağa çevirince de tabancasını gördü. Defalarca yutkunduktan sonra hala midesi bulanıyordu.

"Ah! Siktir. Hiç iyi değilim."

"Ben de onu diyorum ya. Sen beni kurtardın, bırak da bir iki saate iyi edeyim seni. Nane limon kaynatayım, bir de parol alırsın. Sabaha daha iyi olursun."

Diyecek çok şeyi varmış ama demeye başladığında yeşil kusmuklarının arasında kaybolacağı için bunları ağzının içinde tutmaya karar vermiş gibi dudaklarını birbirine sımsıkı bastıran adam Hasret'i tüm uykusuzluğuna, yorgunluğuna rağmen güldürdü.

"Merak etme. Cüzdanın cebinde. Silahın da başucunda. Sana zarar vermeye kalkarsam beni kaçırıp babamdan fidye istersin."

Berbat esprisine gözlerini yumarak katlanmaya çalışıyormuş gibi bir izlenim veren bu mendebur herif, onu görmeyeceği için şanslıydı Hasret. Çünkü odadan çıkmadan önce ona dilini çıkardı. Mutfağa geçtiğinde saat sabahın beşiydi. Evde nane limon olup olmadığını bilmeden atıp tutmuştu ama Allah'tan buzdolabının kıyısında bir limon, kararmış yapraklarının arasına gizlenmiş, geleceğe yemyeşil bakan iki üç yaprak nane bulabilmişti. Babası gelmeden alış veriş yapmıştı ancak böyle faydalı şeyler almak yılın belli günlerinde aklına gelirdi. Mesela grip olduğunda... O zaman da hastalık çoktan tüm vücudunu esir aldığından çıkıp alacak takati kalmazdı. Su kaynarken ağzı kocaman açıldı. Uykuya direnen bedeni, oracığa yığılmamak için bacaklarından destek alıyordu belki ama gözleri aynı fikirde değildi. Küfür ede ede açılıyorlardı Hasret'in başı her düştüğünde. Birkaç dakika demlediği çayı kupaya aktardı ve çekmeceden aldığı iki tane hapla tekrar odasına döndü. Sese gözlerini açan Armağan'ın eli doğruca tabancasına gitti.

"Sakin ol. Henüz beni kaçırmana gerek yok. Seni iyileştirmeye geldim."

Bunları söylerken iki elini de havaya kaldırdı ve sallanan bardaktan sıçrayan bir damla koluna düştü.

"Ağzına sıçayım. Yandım. Al iç şunları."

"Ne kadar kibarsın."

"Kafama silah doğrultulmuşken bu kadar kibar olabiliyorum. Ama sen bana bakma. Benim ayıbım."

"Niye hastaneye götürmedin?"

"Hastane senin olmayınca iyileşemezsin diye düşündüm. İçecek misin?"

Armağan başını hafifçe sallayıp doğruldu. Çalkalanan midesinin izin verdiği ölçüde eline tutuşturulan kupadaki sıvıdan içmeye başladı. Garip şekilde biraz daha iyi hissedince etrafı incelemeye koyuldu. Yattığı çift kişilik rahatsız yatak, iki kapılı gardırop, takımı olan aynalı şifonyer dışında odada neredeyse başka eşya yoktu. Lüks namına hiçbir şey barındırmıyordu.

"Burada mı yaşıyorsun?"

Soruyu soruş şekli Hasret'in tüm uykusunu aldı götürdü, Kaf Dağı'nın zirvesine fırlattı. Kulağa buradan daha iyi köpek kulübem var der gibi gelen soruya takılmama gayretiyle başını evet anlamında salladı. Burada yaşamasa onu buraya nasıl getirecekti hem. Yüksek ateşten diye düşündü. Bu kadar zengin insanlar, onun evinde nane limon yudumlayacak kadar nasıl hasta olabilirdi ki?

"Sen nasıl bu kadar kötü oldun?"

Gözlerini sadece konuşurken açık tuttuğunu fark etti o anda. Saygıdan mı, insanın gözlerine bakarak onları felce uğratma dürtüsüne engel olamadığından mıdır bilinmez doğruca, abajurun yetersiz ışığında bile seçilen yeşil hareli kahverengi gözlerini Hasret'inkilere dikti.

"Dün sabah soğuk suda bir saat yüzdüm. Duş alır almaz, saçlarımı kurulamadan bir toplantıya girdim. Kahvaltıyı ve öğle yemeğini atladım sanırım. Akşam yemeğine dek art arda işlerim vardı. Sonra bir yardım yemeğinde konuşma yapmak üzere dernek binasına geçtik. Klimanın altında gereğinden fazla ayakta kaldım diye düşünüyorum. Ortam sıkışık, alan dardı. Oda sıcaktı, klima serin esiyordu. Terlediğimi ve ardından ikram edilen soğuk bir içeceği bir dikişte içtiğini hatırlıyorum."

"Hatırlıyor musun? Hafıza kaybın mı var? Dün olmuş hepsi."

"Hatırlıyorum çünkü kafam başka yerdeyken o anda yaptıklarımı zihnimin kaydetmesine izin vermiyorum. Söylenmez ama yüklü bağış yaptığım bir dernekte konuşmacı olmayı ben talep etmedim. Sekreterime defalarca ricada bulundukları için ve ben kabul etmezsem bulunmaya devam edeceklerinden emin olunca başka çarem kalmadı. Programım yoğun. Ancak akşam yemeğinden üç dört saat sonra orada olabildim. Koştur koştur hasta olmuşum işte."

"Bana kalırsa bulunduğun yeri yadırgayınca bağışıklık sistemin tepki olarak çökmüş. Ne işin var ki bizim semtte?"

"Dernek binası arabamı park ettiğim sokaktaydı. Dolayısıyla çalıştığın barın iki sokak arkası oluyor. Şoförümün eşinden acil bir arama gelince arabanın bozulduğunu anlamadan önce ona izin vermiş oldum. Sonra da sabah olsun diye beklerken bir ara bara geldim işte."

"Yardıma muhtaç çocuklar için mi bağış ve konuşma yaptın?"

"Biliyor musun o derneği?"

Hasret omuz silkti.

"Aşina olduğum çevrede neticede. Ben maddi destekte bulunamıyorum ama zaman zaman küçük olanlara kitap okuyorum."

Bu Armağan'ın ilgisini çekmemişti. Parayı verince başından def etmek, görmezden gelmek kolay olmalıydı. Gerçi para vermeden bunu yapanlar da olduğundan onun göz önünde olmak istemeden yardım yapması takdire şayandı. Yine gözlerini kapadığında Hasret elindeki kupayı almak için ayaklandı. Biraz uyusa iyi olurdu çünkü birkaç saat sonra işe gidecekti yine. Onun hareketlerini sezen adam ise gözlerini araladı yine. Elindekini komodine bıraktı.

"Teşekkürler. Yanımda uyumayacaksın, değil mi?"

Hasret gözlerini devirip onun bıraktığı kupayı aldı. Acaba tabancayı alıp, bu ukala konuşmaları için namlunun ucunu şakağına mı bastırsam diye aklından geçirmedi değil.

"Merak etme prenses. Salonda babamın yanında uyuyacağım."

Armağan cümledeki prenses lafını es geçerek baba lafıyla iyice sarındığı battaniyeyi fırlattı ve itiraz eden sindirim sistemine aldırış etmeden yataktan çıktı.

"Baban mı? Evde baban varken beni buraya mı getirdin?"

"Haydaa! Sanırsın mahallenin koklanmamış gonca gülü. Neyi dert ettin tam olarak?"

O sırada ayakkabılarına bakınan Armağan, aynı anda yön veremediği, dümenin başında olmadığı, kendinden bağımsız gelişen bu olaya içinden küfretmekle meşguldü.

"Babanın evde olmasını dert ettim."

"İkimizi odamda basıp beline soktuğun silahı kafana dayayarak evlenmemizi istemeyecek korkma. Sen Tarık Akan değilsin, ben de Adile Naşit değilim. Film de çekmiyoruz zaten."

"Bunu duyduğum iyi oldu. Çekilir misin?"

Kapıda durmasının sebebi en başta ona engel olmak değildi ki. Bardağı alarak makineye koyacak, salonda açık halde onu bekleyen kanepeye uzanacaktı. Biraz uyuyacaktı, biraz. Kapıyı açıp aynı sıralamayı takip etti. Armağan da onun arkasından çıkıp bilmediği evin yatak odasının salona açıldığını fark ettiğinde biraz duraksadı. Kızı geldiğinden beri uykuya dalamayan İsmail Kalaylı'yla göz göze geldi. Etraf biraz daha aydınlanmıştı ve gece yaşadıklarını unutan Hasret mutfaktan çıkarak elektrik düğmesine dokundu. Işığı beklemeyen iki adam gözlerini bir süreliğine kısarken Hasret dış kapıyı açmış, kollarını bağlayarak Armağan'ın çıkmasını bekliyordu.

Babasının ilk fark ettiği kızının darp edilmiş yüzüyken Armağan'ın iki koltuk değneğiydi.

"Hasret yavrum bu halin ne?"

Kanepede oturmaya çalışan adama heykel gibi bakakalan Armağan ses çıkarmadan bekliyordu. Baba kızın arasına girilmez gibi gözleri bir noktaya sabitlenmişti.

"Baba ben iyiyim, merak etme. Bar çıkışı bir kapkaç olayı oldu ama sorun yok."

"Nasıl sorun yok. Dayak yemişsin."

"Bir kere vurabildi, Armağan sağ olsun kurtardı beni."

Adamın salondaki varlığı o an gerçekleşmiş gibi ona doğru dönen babası, koltuk değneklerine uzanmak için hamle yapınca Hasret soluğu onun yanında aldı.

"Baba gerçekten iyiyim. Biraz uyumak istiyorum sadece. Armağan beni kurtardıktan sonra biraz kötü oldu, üşütmüş. Ben de ona çay yaptım. Maşallah zımba gibi oldu, gidiyordu."

"Kötü görünüyorsun, gerçekten iyi misin?" Hasret başını sallayınca adam onun saçlarına öpücük kondurdu ve ayakta donmuş bekleyen adama döndü. "Allah senden razı olsun. Kızıma iyilik yapmışsın sağ ol oğlum."

Oğlum mu? sorusunu zihni tekrar tekrar başa sararken Armağan yumruklarını sıktı. Onun buzlarını çözecek belki de tek kelime buydu.

"Ben sizin oğlunuz değilim."

Baba kız hayretle açılmış gözlerle karşılarında put gibi dikilen adama baktılar. Hasret gerçekten de insan ilişkilerin berbat diye düşünürken ilk toparlanan İsmail oldu.

"Elbette değilsin. Lafın gelişi, kusura bakma. Minnettarım, bunu demeye çalıştım Armağan Bey."

Babasının bu embesilin karşısında ezilmesi Hasret'in yüreğinde bir ipliği söktü adeta. Ayağa fırladı ve adamın kolunu tutacak oldu. Bunu hisseden Armağan ellerini kaldırdı.

"Özür dilerim. Kabalığımı bağışla Hasret. Gecenin devamı benim hiç istemediğim şekilde gerçekleşti ve kontrolüm dışında gelişen olaylar karşısında ne tepki vereceğimden emin olamıyorum. Oturabilir miyim?"

Ayakta sallanmaya başlayınca Hasret yolundan çekildi. Açtığı kanepe tek seçeneğiydi. Açtığı kapıyı kapadı.

"Sana yatıp dinlenmeni söylemiştim ama otur tabii. Bir zahmet ayakkabılarını çıkar."

"Affedersin. Hemen çıkarıyorum."

Saat sabahın beşini geçmişken yaşananlar bir sınav olmalıydı. Salonunun baş köşesinde asgari alana temas etme çabasıyla oturan adam, tüm gece sergilediği aşağılayıcı tutumuna tezat şekilde kibar konuşuyordu. Her ne sorunu varsa, insan ilişkileri mi, mikropla temas etmekten ölesiye korkmak mı artık, bir an önce bu kâbus bitsin istiyordu.

"Neyiniz var?"

"Sana ne?"

"Hasret!"

Hasret, babasının uyaran ses tonuyla onun yanına geçti, oturdu. Armağan neticede misafirdi. Ne misafir ama... Umduğunu değil bulduğunu küçümseyen cinsten diye düşünen ama bunu sesli dile getirirse babasından bir azar daha işiteceğinden emin olduğundan susmayı seçti.

"Bir kaza geçirdim. Üç yıldır belden aşağımı hareket ettiremiyorum. Yani yavaş yavaş can gelmeye başladı da, bağımsız olacak kadar değil."

"Evde kalmanız doğru mu? Yani tam bilemiyorum ama belki bir fizik tedavi merkezinde olmalısınız."

"Öyle zaten. Bu hafta sonu için eve geldim."

Hasret başını babasının omzuna koyup gözlerini kapadı. Konuşması beklenmeyecekse keşke uyumasına izin verselerdi.

"Anladım. Hasret?"

"Ne var?"

Şekil değiştirmeden, gözünü açmadan, mümkünse onu yok sayarak karşılık vermişti.

"Telefonumu şarj edebilir miyim?"

Söyleyeceği her neyse Hasret bunun o olmadığından emindi ama tartışacak değildi. Bedeni isyan ederken ayağa kalktı ve elini ona uzattı. Bu beni uğraştırma telefonunu ver demekti. İmaları anlama kıtlığına rağmen Armağan tek seferde ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarıp ona uzattı. Şanslıydı hergele. Kendisinde olan markadan olan telefonu alarak odasındaki prizde kök salmış kablonun ucuna taktı. O sırada babasından müsaade isteyerek onu takip eden Armağan yatak odasına girerek kapıyı kapattı.

"Hayırdır? Beni kaçırmaya mı karar verdin yoksa babam bizi bassın mı?"

"İkisi de değil. Babanın yürümesi için şansı var mı? Yani nasıl bir merkezde tedavi görüyor?"

"Gayet iyi bir merkezde. Ne demeye çalışıyorsun?"

"Masrafları ben karşılayabilirim."

"Sen mi? Daha bu gece tanıştık, evlenmeden olmaz."

Armağan biraz daha iyi hissetmesine rağmen vücuduna çekiçle çivi çakılıyormuş gibi ara ara titriyordu ama Hasret daha yorucuydu.

"Alaylarına biraz ara versen ciddi olduğumu göreceksin."

Hem ne bu senin evlilikle derdin? diye sormak istiyordu ama üstüne vazife değildi. Vereceği cevabı merak da etmiyordu.

"Sözlükte alay kelimesinin karşılığı olan adam bana alay etme diyor."

"Niçin bu kanıya vardın?"

"Belinde silah, cebinde ipek mendil taşıyorsun. Sence neden?"

Armağan ağrıyan kemiklerinin onu yere yıkmaması için elleri belinde olan Hasret'e sormadan yatağa oturdu. Kendisi hakkındaki düşünceleri zerre umrunda değildi.

"Silahı bana zarar vermek isteyen olursa diye hazırlıklı olmak adına taşıyorum. Mendili rahmetli annem işledi. Niye dertlendin bu kadar?"

Onu gördüğünden beri hiçbir hareketi, ses tonu, mimiği onun hakkında bir fikir vermemişken Hasret ilk kez babası için teklif ettiği iyiliğin gerçekten içten yapıldığına inandı. Rahmetli annem derken sesindeki bir tını birlikte geçirdikleri zamanda işittiğinden biraz daha farklıydı. Kırılgandı. İnsancıldı. Yaşayan bir tarafı gibiydi. Yine de emin olmak istedi.

"Karşılıksız mı?"

"Elbette karşılıksız."

"Hadi canım. Sırf elimden nane limon içtin diye mi? Üstelik sen benim hayatımı kurtardın."

"Adam seni öldürmeyecekti."

"Tamam o zaman namusumu kurtardın."

"Şerefsizin biri sana zorla sahip oldu diye namuzsuz olan sen olmazdın."

"Nesin sen ya? Her cümleye mantıklı cevaplar vermek için programlanmış bir robot mu?"

"Bunu söyleyen ilk kişi değilsin. Kabul ediyor musun?"

Hasret durduk yere, babasını iki dakika gören birinden karşılıksız iyilik kabul edecek kadar aklını yitirmemişti. Henüz. Ama dünden beri, sırf yardımsever olacağım diye nalları dikmeye niyet etmiş birinden yardım kabul edebilirdi belki. Parasının hesabını tutmak için emrinde üç yüz adam falan çalışıyor olmalıydı. Üstelik bunu ispatlayamayacak olsa da zenginliğin de sözlük anlamı bu adamdı. Hasret arabasını görmeden bile bunun üzerine yemin edebilirdi. Robot olması kafiydi.

"Niye yapacaksın ki bunu?"

"Çünkü yapabilirim."

"Ukala olmak için yanlış kişiyi seçtin."

"Sanırım ukala olmamayı bilmiyorum. Ne yaparsam ikna olursun?"

"Karşılık beklersen işte o zaman. İnsan doğası budur."

Armağan bir süre bu cümlenin anlamını düşündü. Parayı versin de gerisini sormasın diye düşünen o kadar çok kişi kapısında kuyruktaydı ki, her gün çek defterinden en az on yaprak eksiliyordu. Meblağ, sıfırlar, altına attığı onay imzaları onu rahatsız etmedikleri, para dışında beklentiye girmedikleri sürece sorun değildi. Ama Hasret'le aynı dili konuşamıyordu.

"Sen nede iyisin?"

"Çok iyi içki servis ederim."

"Her gece çalıştığın bara gelemem. Hatta düşündüm de, bir daha o... bara hiç gelmem. Başka?"

"Masaj eğitimi aldım. Müşterilerim çok memnun benden."

Armağan Hasret'in kendisine dokunmasına katlanabileceğini sanmıyordu ama başka türlü yardım teklifini kabul edeceği yoktu.

"Senin için çok önemliyse birkaç kez masaj yaparsın bana."

"Komik olma, babam İstanbul'un en donanımlı fizik tedavi merkezinde. Benim tarifem o kadar yüksek değil."

"Cidden sorun değil. Annem çok yardımsever biriydi. Fırsatını bulduğumda bana da aynısını yapmayı miras bıraktı. Onu da onurlandırmış olurum."

Hasret ne diyeceğini bilemedi. Ondan bir yanıt beklerken patlayacakmış gibi duran, kabız olmuş ifadesine aldırış etmeden hâlâ ona yerini bildiren tutumundan vazgeçmeyen, buruşuk yastığını onu boğmak için kullanmakta bir an tereddüt duymayacağı adam ona yirmi altı yıllık ömründe görmediği, çok yüksek ihtimalle yüz yirmi altı yılda bile göremeyeceği büyük ikramiyeyi teklif ediyordu. Yanıt beklerken bile derisinin altında tiksinti dolaştığına yemin edebilirdi Hasret. Tek tesellisi bunun ona özel olmadığıydı. Konu her neyse bu robotun normal çalışma prensibi buydu.

Peki bu osuruktan nem kapan robot, şaşkınlıktan dili tutulduğu için konuşmadığını fark eder miydi acaba? Yoksa bu, geri çevirmek için yüksek doz aptal olunması gereken iyiliğe tenezzül etmediğini mi düşünürdü? Ona en son iyilik yapan kişi, koca götlü Selma'yla evlenen Uygar'dı. Ancak Hasret elmaları ve armutları birbirine karıştıracak kadar aptal değildi ki, sadece anlık bir tutulma yaşıyordu. Bu hayatta babasının tedavi masrafını acaba bu ay ödeyebilecek miyim diye düşünmek zorunda kalmamaktan başka ne isterdi ki? Ayağına gelen bu şansı tepecek miydi yani?

Neyse ki, tam o sırada bataryasına can gelen ve akabinde çalmaya başlayan telefon imdadına yetişti. Armağan uzanarak ekrana baktı ve telefonu açtı.

"Efendim Hasan?"

⭐⭐⭐

Olaylar olaylar. Ben şok!

Bu Hasan o Hasan mı?

O adam bu adam mı?

😂😂😂

Neyse daha yolun başındayız. Kim neci, Hasret'in talihi döndü mü, hayallerini gerçekleştirecek mi? Okuyalım, görelim.

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 40.3K 52
"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın...
995 73 6
Karanlık, yalnızım diyen bakıştan sızar; her şeyi siyaha boyar. Kapılarını kapatarak kurtulamazsın, hayatını yıkar. Bende kapılarımı kapatmadım ama k...
ESVED By Mihri

Adventure

2.7M 132K 93
Esved; Karanlıkla sarılmış bir adam.... Lumina; Işığın içindeki parıltılar kadar saf bir kadın.. Hak etmediği birşeye el uzatmak bütün dinlerin ortak...
326K 26.3K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...