DİLHUN

By lawellia

39K 1.7K 816

"Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yal... More

1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. ve 15. Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm

18.Bölüm

1.4K 94 32
By lawellia

Ay biz geldik. Bu bölümü sürekli yarıda bıraka bıraka yazdım. Aşırı heyecanlıyım inşallah beğenirsinizz.

Keyifli okumalar!

Saniyelerle savaşıyorduk. Yirmi sekiz saniye kalmıştı. Mert ellerimi açmak için arkama geçtiğinde yerimde kıpırdandım. 

Buradan koşarak uzaklaşmaları gerekiyordu. Ama hepsi gelmiş bomba düzeneğine bakıyorlardı. Çağrı kabloları ellediğinde homurdanmaya başladım. Ellerimi açmak yerine kaçabilirlerdi.

Gözyaşlarım durmuştu. Başımı eğip kaç saniye kaldığına baktım. Yirmi beş saniye..

"Komutanım burada mavi ve kırmızı kablo var." dedi Altan. 

Hep öyle olur zaten. "Yeşil yok mu?" diye sordum göz devirerek. "Hem siz kabloları inceleyeceğinize koşarak kaçsanıza. Asaf'ı dinlemeyin kaçın siz." 

"Yenge, komutanım ne derse o. Onu yalnız bırakmayız."

"Sizin inadınıza sıçayım." diye mırıldandım. 

Ersin kıpırdamaya başladığında gözlerim ona kaydı. "Komutanım olmuş bu olmuş." dedi gülerek. "Basın siz buna nikahı."

Gergin olan ortamı dağıtmak için böyle konuşuyordu. Ben olmasam kim bilir nereden girip nereden çıkarak söverdi.

Asaf duymamazlıktan gelmeyi tercih ederken ben aklıma takılmış olan bir kelimenin cevabını merak ediyordum.

"Şimdi de bu mu olduk Ersin?"

Üzerimde yirmi saniyesi kalmış olan bir bomba var ve bizim konuştuğumuz konuya bakar mısınız?

"Yenge öyle demek istemedim biliyorsun."

Gülümseyip sorun olmadığını belirtmek için göz kırptım.

Kendimizi rahatlatmak için böyle konuşuyorduk. Ama ben rahatlamıyor aksine kalbimin göğüs kafesimden çıkacak derecede çarpmasına engel olamıyordum.

Mert ellerimi açtığında bileklerimi ovmaya başladım.

"Çok acıyor mu?" diye sordu Asaf gözlerini kısarak.

Bileklerim morarmıştı. Gözleri yüzüme kaydığında patlamış olan dudağımı incelemeye başladı.

"Çağrı hadi durdur şunu." diye bağırdığında yerimde zıplamamak için zor durdum.

Çağrı başını iki yana doğru sallayınca ölümümüze daha da yaklaştığımızı anladım.

"Hala kaçabilirsiniz biliyorsunuz değil mi?" dedim nefesimi dışarıya üfleyerek. "Kaçıp gider misiniz?"

"Ecmel," dedi Asaf yüzüme bakmayarak. İsmimi beni uyarmak için söylemişti.

"Komutanım," dedi Çağrı. Tüm bakışlar ona döndüğünde o çömeldiği yerden ayağa kalkıp arkama geçtiğinde kaşlarımı çatarak arkama dönmeye çalıştım.

Sırtımdaki yara kendisini belli ettiğinde inlememek için kendimi zor tutmuştum.

"Evet?" dedi Asaf. Sağ kaşı havalanmıştı.

"Komutanım, bu bomba patlamaz."

Dudaklarım duyduğum şeyle istemsizce aralandı. "Nasıl patlamaz?"

"Kablolar bağlı değil."

"Nasıl bağlı değil? Bağlı işte." dedi Eren eliyle üzerimde bir yeri göstererek.

"Evet bu kablolar bağlı ama yanlış yerlere. Bu bomba patlamaz."

Çağrı'nın her kelimesinde gözlerim büyüyordu.

Bana bu bomba patlayacak. Seni kurtarmaya gelseler, bu ceketi üzerinden çıkarmaya çalışsalar ve çıkarsalar bile patlayacak demiştiler. Yalan mıydı?

"Çağrı senin beynin durmuş. Asaf sen bak Allah aşkına."

Kafamı Asaf'a çevirdiğimde o bana bakmak yerine başka bir yere bakıyordu. Duymamış mıydı dediğimi?

"Asaf," diye seslendim tekrardan. Çağrı ayaklarımı çözmeye başladığında bir rahatlama gelmişti. Gözlerim hala Asaf'ın üzerindeydi ama o başka bir yere bakıyor, gözünü bile kırpmıyordu.

"Komutanım, ne yapıyoruz? Ceketi çıkaralım mı üzerinden?'

"Çıkarın ve buradan direk uzaklaşıyoruz."

Kaşlarım havalandı. "Ne?"

Daha deminden beri koşup kaçmalarını söylediğim ve onun da böyle bir şey yapmayacaklarını kesin bir dille belirten adam şimdi beni de alıp buradan koşarak uzaklaşacak mıydı?

"Ecmel'in üzerindeki bomba çalışmıyor. Bizi bununla uğraştırıp şurada duranı patlatacaklar. Biliyorlar bizim bunu durduracağımızı böyle bir önlem almış şerefsizler."

Asaf o kadar hızlı konuşmuştu ki beynim hızlı çalışmasa kesinlikle anlamazdım.

Diğerleri silahlarıyla etrafı taramaya devam ederken Çağrı ayaklarımdaki ipi çözüp ayağa kalkmıştı. Asaf üzerimdeki ceketi çıkarmak için uzandığında sırtımı görmesin diye sandalyenin arkasına düşmüş olan battaniyeyi aldım. Girdiğimiz o mekandan aldığım kırmızı battaniye o zaman çok işime yaramıştı ve şimdi de yaralarımı göstermemek için kullanacaktım.

Asaf üzerimdeki ceketin önünü açtığında ben hala patlayacağını sanıyordum. Ne kadar saniye kaldığına bakmak için başımı eğdiğim de on ikinci saniyede durduğunu ve çalışmadığını görünce afalladım.

"Şerefsizler nereye koymuşlar?"

Bakışlarımı Asaf'tan çekip bombaya bakmak için etrafa baktığımda hiçbir şey görememiştim.

"Kırk saniyesi kalmış. Koşmaktan başka şansımız yok. Bununla uğraşmayalım."

Benim üzerimdeki ile niye uğraştınız?

Gözlerim tekrardan Asaf'a kaydığında kabloları kenara çekmişti. Sol kolumdan ceketi çıkarmak için hareketlendiğinde hala gözlerinin içine bakıyordum.

Eh be adam, neden yüzüme bakmıyorsun?

Ellerimin uyuşukluğu geçtiği için hareket ettirerek elimi koluna koydum. Bakışları hala cekette asılıydı.

"Ben hallederim." 

Bakışlarını yüzüme çevirmeyip kendini geri çekeceği sırada çenesinden tutup bana bakması için yüzüme çevirdim. Çevirdim çevirmesine ama bu adam gözlerime bakmıyordu ki. Gözleri direk dudaklarımı bulmuştu. Nefes alışverişlerimin hızlanmaması için derin bir nefes aldığımda Asaf'ın kaşları çatıldı.

Patlayan dudağımı görmemek için mi bakmıyordu yüzüme? Yüzümün rengi mi solmuştu?

"Komutanım son otuz beş saniye kaldı. Biraz hızlı mı olsak?"

Dolaylı yoldan bakışmayı kesin diyor, haklı.

Ceketi üzerimden çıkarıp battaniyeyi sırtıma attığım da Asaf'ın bana bakmaması işimi daha da kolaylaştırmıştı.

Ayağa kalkmak için hareketlendiğimde Asaf da hareketlenmiş beni bir hamlede kucağına alarak gözlerimin büyümesine sebep olmuştu.

Zaten yürüyebileceğimi zannetmiyordum. Bacaklarımda hiç güç yoktu. İpler kan akışını yavaşlattığı için bedenim sürekli uyuşuyordu.

Diğerleri yavaş yavaş odadan çıkmaya başladıklarında Asaf da koşmaya başlamıştı. Battaniye düşmesin diye bir elimle orayı tutmuştum. Diğer elimi ise Asaf'ın omzuna koydum.

Gözlerimi sıkı sıkıya yumduğum da Asaf sürekli bir sağa bir sola koşuyordu. İçimden saniyeleri saymaya başladığımda son on saniye kalmıştı.

En sonunda temiz hava yüzüme çarptığında yumduğum gözlerimi açtım. Dışarıya çıkmıştık ve hala koşuyorduk.

Asaf'ın yüzü dışında diğer yerlere bakamıyordum. Kaşları çatıktı. Kömür gibi olan gözlerinde öfkenin tohumları gizlenmişti.

Asaf hala koşmaya devam ederken kulaklarımı sağır edecek bir ses nüksetti. Korkup zıpladığımda Asaf'ın eli belimde hareket etmeye başlamıştı. Beni rahatlatmak için belimi okşuyordu ama sırtımdaki yaralar o kadar fazlaydı ki bu hareketi canımı yakmaktan öteye gitmemişti.

"Herkes iyi mi?" diye sordu Asaf arkasını dönerek.

Kısa bir an gözlerim depoya kaydığında çıkıp buraya kadar nasıl bu kadar hızlı koştuğunu düşünmek isteyen beynime bir küfür savurmamak için zor tutmuştum kendimi.

Depodan yükselen alevleri gördüğümde Asaf görmemem için sola doğru döndüğünde görüş alanımı değişirdi.

Gözlerimi diğerlerine çevirdiğimde hepsi buradaydı. Hiç kimseye bir şey olmamıştı.

"İyiyiz komutanım." dedi Mert.

Bir dakika hepsi burada değildi ki. Gözlerim bir kişiyi göremeyince kaşlarım istemsizce çatıldı. Bir kişi eksiktik. "Eren nerede?" diye sordum korkarak.

"Buradayım yenge."

Asaf arkasını döndüğün de Eren'i görünce rahatlamıştım. Asaf'ın eli belimde durduğunda rahat bir nefes aldım.

"Bir an yoksun sandım." deyip gülümsedim.

Burada olduğunu belirtmek için kaldırdığı elini indirip gülümsedi.

Patlayan bombanın sesi çok yüksekti. Elimi kulaklarıma götürdüğümde diğerleri etrafa dağılmıştı. Asaf ile yalnız kaldığımızda bakışları üzerime düşmüştü. Ellerimi kulağımdan çektiğim de Asaf'ın eli tekrardan belimde hareketlenmeye başladı.

İnlememek için dudağımı ısırdığım da kaşları çatıldı. Belimdeki eli yumruk olduğun da dudaklarımdan hafif bir inilti kaçtı.

"Ne oldu? İyi misin? Bir yerin mi ağrıyor?"

Telaşla cümlelerini sıraladığında ağrımı hiçe sayıp gülümsedim. Bu gülümseyiş hiç gerçekçi değildi. Dudaklarımda eğreti durmuştu.

"Bileklerim acıyor. Bir anda hareket ettirince ağrı girdi."

Yutkundu. Çene kasları gerildiğinde bir şeye sinirlendiği anladım.

Kendini suçlamıyordu değil mi? Bileklerimi ve patlayan dudağım yüzünden mi yüzüme bakmıyordu?

Bulunduğumuz yerde arkasına dönüp yürüyünce çatılmış olan kaşlarımı düzelttim.

Kaldırımın önünde durduğumuzda beni oturtacağını düşünsem de kendisi oturmuş ve beni de dizine oturtmuştu.

"Üşüme diye. Hani beton ya orası üşürsün şimdi." diye açıkladı kendini. Hala yüzüme bakmıyordu. Baksa bile gözleri dudaklarımdan başka bir yere tırmanmıyordu. Gözlerime bakmasını istiyordum. 

"Evet, üşürüm." dedim hiç bozmayarak. 

Şimdi oturduğum yer sıcaktı. Kalkıp neden soğuk bir yere oturayım ki? Hasta filan olurum böyle iyiydi. 

Gülümsedi. Sol elimi tuttuğunda ne yapacağını anlamadım. Diğer elini uzatıp bacağımda duran sağ elimi de aldı avucunun içerisine. Baş parmağı iki bileğimdeki morluklarda da gezindiğinde gözlerimi yumdum. Sağ eliyle sol elimi tutuyor. Sol eliyle de sağ elimi tutuyordu. 

"Özür dilerim." diye fısıldadı. Dudaklarını sağ bileğimin üzerinde hissettiğimde yumduğum gözlerimi açtım. "Seni daha önce bulmalıydım. Geç kaldım." Dudaklarını sağ bileğimin üzerinden çekip sol bileğimin üzerine koydu. Sol bileğimin üzerindeki morluğu öptüğünde kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. "Çok canını yaktılar mı?" Gözleri dudaklarıma kaydığında avucunun içerisindeki elimi kenara koyup dudağıma dokundu. "Nasıl oldu bu? Vurdular mı sana?" Baş parmağı patlamış olan dudağımın üzerinde duraksadığında acısını belli etmemek için yutkundum. 

"Acımıyor. Hiç, acımıyor." Üzerimdeki battaniyeye daha fazla sarıldım. Sırtımdaki yaraları görmesini istemiyordum. "Yürürken ayağım takıldı. Bir anda yere düştüm. Dudağım patladı. Bana iyi davrandılar hiçbir şey yapmadılar." 

Gülümsedim. İçime anlamadığım bir şekilde bir ürperti girince titredim. 

"Ben yana geçeyim. Şimdi bizi böyle görürseler yanlış anlarlar." Yutkundum. Ayaklarımı yere koyduğumda hala parmaklarım uyuşuktu. Bir türlü toparlanamamıştılar. Ayaklarımı yere basıp kendimi direk Asaf'ın yanına bıraktım. 

Üşümeye başladığım için titriyordum. 

"Dudağın çok acıyor mu?" diye sordu tekrardan.

"Hiç acımıyor." Acıyordu, hem de çok acıyordu. 

Bakışları bana döndüğünde içimi bir ürperti sarmıştı. Kalbime bir ağırlık çöktü. Korkmaya başladım. 

"Üşüyor musun sen?" 

"Üşüyorum. Çok üşüyorum Asaf ve korkuyorum. Ya birine benim yüzümden bir şey olsaydı." 

"Şş, sakin ol. Geçti güzelim ben buradayım. Kimseye bir şey olmadı. Kendini suçlamayı bırak." dedi elini yanağıma koyarak. 

Dudaklarım titriyordu. Asaf'a alttan bir bakış atıp gözlerimi yumdum. "Sarılalım mı? Belki geçer..."

Hem korkum hem de üşümem, sen sarılırsan geçer. 

Kolumdan tutup beni kendine çekti. Kolunu belime doladığında kollarımı boynuna dolayıp sıkıca sarıldım. Belimdeki eli canımı yaksa da dişlerimi sıkıp buna dayanmaya çalıştım.

"Sormana gerek yok. Sarılmak mı istiyorsun? Direk sarıl, sorma." 

Başımla onayladım onu. "Ama ya sarılmak istemezsen?" 

"Sen bana sarılmak isteyeceksin de ben sana sarılmayacak mıyım?" diye sordu sarılmayı bırakıp aramıza mesafe koyarak. 

Yüzüme bakıyordu, gözlerimin içine bakıyordu. Ağzım kocaman açılmış, dişlerimi göstererek gülümsüyordum. O da gülümsüyordu. Belimden tutup beni göğsüne çektiğinde başım göğsünde bir yer bulmuştu. Bana huzurun adını sorsalardı eğer tam olarak burayı gösterirdim. Derin bir nefes alıp kollarımı beline doladığımda çenesini omzuma yaslamıştı. 

"Çok korktum." dedi saçlarıma bir öpücük kondurarak. "Sana bir şey yapacaklar diye çok korktum. Yetişemeyeceğim, seni bulamayacağım diye çok korktum." Nefesini dışarıya üfledi. "Ecmel, ben ilk defa bu kadar çok korktum." 

"Asaf," dedim yutkunarak. Kalbimin bu kadar hızlı olması normal miydi? "Kalbim çok hızlı atıyor." 

"Benimki de çok hızlı atıyor." 

"Hasta mı oldu acaba bizim kalplerimiz?" diye sordum. Dudaklarım istemsizce aşağı sarkmıştı. 

"Benimki sana hasta oldu. Onu biliyorum ama seninkini bilemeyeceğim." 

Saçlarıma bir öpücük daha kondurduğunda kalbim dört nala koşmaya başladı. Başımı göğsünden kaldırdığımda gözleri çok farklı bakıyordu. 

Bana hasta olduğunu mu söylemişti? Yoksa ben hayalden sesler mi duyuyordum? 

Yok yok, rüya bu. Kesin uyanamadım ben ya da bir yerlerim açıkta kaldı. Ondan böyle bir şey duydum.

"Asaf," dedim rüya olmadığının gerçeğine vararak. Kalbimdeki kuş kanat çırpmaya başlamıştı. 

"Dört odacığında var mı bana da bir yer?" 

Gözlerim dolmaya başladı. Kaybetme korkusunu yaşadığı için beni sevdiğine mi kanaat getirmişti? Beni sevdiğini böyle mi anlamıştı?

Ben de öyle anlamamış mıydım zaten? Ona bir şey olacak diye korkup üç gün boyunca planlar kurup yazıp çizmemiş miydim? O da beni bulmaya çalışırken mi anlamıştı?

"Asaf, bu ka-" 

Silah sesi duymamla Asaf'ın koluna sarıldım. İrkilmiştim ama bu sadece iki saniye sürmüştü. 

"Nereden geldi?" diye sordum Asaf'ın gözlerine bakarak. Etrafına bakıp nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu.

Birkaç silah sesi daha duyduğumuzda Asaf direk ayağa kalktı. Ben de ayağa kalktığımda Asaf kolunu arkaya uzatmıştı. Elimi koluna sardığımda gözlerini güven vermek istercesine yumup geri açtı.

Asaf ilerlemeye başladığında ben de arkasında küçük adımlarla yürüyordum.

"Komutanım," Çağrı bir anda önümüze çıktığında istemsizce Asaf'ın kolunu daha da sıktım.

Üniformalarının içerisinde daha da bir farklı duruyorlardı.

"Alt kısımdan bir saldırı düzenlemişler. Çok fazlalar, destek lazım."

"Ne kadar fazla?" diye sordu Asaf. Kaşı seğirmeye başlamıştı.

"Tüm herkesi toplayıp gelmişler. Sayılamayacak kadar fazlalar."

Bir anda arkasını dönüp yüzüme baktı daha sonra tekrardan Çağrı'ya döndüğünde hiçbir şey anlamayan gözlerle onlara bakıyordum.

Çağrı elindeki silahı Asaf'a uzatınca gözlerim büyüdü. Babamlar tabanca kullanıyorlardı. Bunların elindekiler aşırı büyük ve korkunçtu. Ama daha önce bunları da kullanmıştım.

Teşekkür ederim baba. Korkularımın üzerine gitmem için elime silah verdiğin gün ne kadar mutlu olduysam şimdi on katı daha fazla mutluyum.

"Ecmel ile çatışmaya giremeyiz. Helikopter ne kadar sürede gelir?"

Kaşlarım çatıldı. "Nasıl giremeyiz? Gayet de gireriz. Sen sordun mu Ecmel'e 'Sensiz gitmek istiyormuymuş' diye?"

Asaf bana döndüğünde başımı dikleştirdim. Eğilip bacağındaki cepten silahını aldığımda bu hareketimi hiç beklemediği için engellemeye fırsatı olmamıştı. Şaşkınlığı kaybolduğunda elimdeki silahı gösterdim.

"Silahım da var. Bence katılabilirim."

"Komutanım, helikopterin gelmesine daha çok var. Bırakalım katılsın en azından elinde silah var."

Asaf'ın kolunu tuttuğum elimi hala çekmemiştim. Gözlerim tuttuğum koluna kaydığında eli yumruk olmuştu. Tuttuğum kolunu bıraktığımda arkasını dönüp bana baktı. Elimi yumruk olan elinin üzerine koyduğumda çatık kaşlarıyla bana bakıyordu.

Yumruk yaptığı elini açıp parmaklarımı parmaklarının arasına geçirdim. Bakışlarım yüzüne tırmandığında sinirinden hiçbir emare kalmamış aksine yüzü gülmeye başlamıştı.

Arkadan silah sesleri geliyordu ama bizim yaptığımız tek şey gözlerimizin içine bakmaktı.

"Komutanım, bölüyorum kusura bakmayın ama artık gitsem mi? Siz bir şey demiyorsunuz diye gidemiyorum da."

Asaf silkelenip kendine geldiğinde yumuşayan bakışları tekrar sertleşmişti.

"Şimdi gidiyoruz ve kimseye bir şey olmadan hepsinin  canını alıyoruz. Ecmel'i koruyacağız. Onun başına hiçbir şey gelmeyecek. Zaten benim yüzümüzden çok yorgun."

Çağrı başıyla onaylayıp koşmaya başladığında Asaf da eğilip koşmaya başlayacaktı ki tuttuğum elini iki defa sıkıp bıraktım.

"Kendini suçlamaktan vazgeç. Hiçbir şeyi senin yüzünden yaşamadım. İstedim, ben istedim. Kendi ayaklarımla geldim."

Burun kemerini sıktı. "Bunları daha sonra konuşalım."

"Evet," dedim. "Almamız gereken canlar var."

"Ya sabır, ya sabır Allah'ım." 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bir şey mi dedin?" 

"Silahı diyorum acaba bana geri mi versen? Hani daha su tabancasını bile kullanamıyorsun ya sana gerçek tabanca veremem." 

Tuttuğum elini sıkıp sol elimdeki tabancayı yukarıya doğru kaldırdım. "Benim babamın polis olduğunu unutuyorsun beyefendi. Babam bana silah kullanmayı öğretti." Kaşları havalandı. "Ne? inanmıyor musun?"

"Güzelim, silahımı alabilir miyim? Bak iki elimde dolu o yüzden ben onu senden alamıyorum. Sen yerine koyar mısın?" 

Bir eli benim elimin içerisindeydi diğerinde ise kendi silahı vardı. Çok güzel rica etmişti ama benim silahı bırakmak gibi bir düşüncem yoktu. Bu yüzden tuttuğum elini bıraktım. Silahı bacak arama sıkıştırıp battaniyenin uçlarını bağladığımda beni dikkatlice izlediğini biliyordum. 

"Hayatımda hiç su tabancası kullanmamış olmam gerçeğini kullanmadığımı düşündürtmesin." dedim doğrularak. "Haydi, diğerlerini tek bırakmayalım." 

"Sen ciddisin." dedi. Gözlerimi onaylamak için yumup açtım. Burun kemerini sıktı. "Ecmel, arkamdan geliyorsun ve sadece eğiliyorsun. Birini görürsen sıkıyorsun." 

"Yok, ben havaya sıkacaktım. İyi ki uyardın ya sağ ol." dedim gözlerimi devirerek. 

"Yapma şunu!" dedi kaşlarını çatarak. "Gözlerini devirme, çirkin oluyorsun."

"Asaf sen neden bu kadar sakinsin? Şu an bizimde onların yanında olmamız gerekmiyor mu?" 

Gözleri kısıldı. "Akıl mı koydun ki adamda?" 

Arkasını dönüp aşağıya doğru hızlı hızlı yürümeye başladığında silahı doğrultarak ben de koşmaya çalıştım. Ayaklarım acıdığı için koşamıyordum. Ama olsun yetişmiş sayılırdım Asaf'a. Onun bir adım atması benim koşmamı gerektiriyordu. 

Asaf üç beş adım atıp arkasını dönüp beni kontrol ediyordu. Ersin'lerin yanına değil de onların çaprazında durduğumuzda ne olduğunu anlayamadım. Önümüzde kayalık vardı ve Asaf silahını kayalığın üzerine tutup tek gözünü kısmıştı. 

"Ecmel, kayalığın arkasına geç ve sakın başını çıkarma. O dolabın önünde nasıl durduysak aynısını yapıyoruz. Tek fark var o  da elindeki su tabancası değil gerçek tabanca." 

"Asaf." dedim sırtımı kayalığa yaslayarak. "Deneyimim var diyorum neden inanmıyorsun?" 

"İnanmadığımı kim söyledi?" diye sordu göz ucuyla bana bakarak. "İnanmasam o silah şu an elinde olmazdı Ecmel." 

Elindekini karşıya doğrultup sıktığında yakınlarda bir yerde onlardan birini gördüğünü anlamıştım. Dizlerimin üzerinde doğrulup Asaf'a yaklaştım. Eli kulağındaki kulaklığa gidince gözlerim oraya kaymıştı.

"Komutanım, gözcüyü hallettim." 

Gözlerim Asaf da takılı kaldı. Kulağındaki kulaklığa o kadar yanaşmıştım ki o sebepten ötürü gelen sesi duyabilmiştim. 

Geriye doğru çekilip etrafa bakmaya başladığımda görüş alanıma ağızlarında tülbent olanlardan biri çıkınca silahın emniyet kilidini açıp hedef aldım. Tetiğe bastığımda Asaf da basmış ve aynı kişiyi aynı yerden vurmuştuk. Tam kalbinden, iki kurşun.

Yüzümü Asaf'a çevirdiğimde başını aşağı yukarı salladı.

"Güzel, beğendim."

Damağımı ısırdım. "Neyi beğendin?"

"Seni," dedi bakışlarını sadece iki saniye yüzümde tutarak.

Dişlediğim damağı bırakıp açıkça gülümsemeye başladım. Tam ağzımı açıp bir şey daha söyleyecekken sağ taraftan birini görmem ile hâli hazırda olan bedenim atağa geçmiş mermiyi alnın ortasından geçirmiştim.

"Bu yaptığımı Murat Yarbay öğrenirse eğer ebemi beller." Birini daha vurup hedefini değiştirdi. "Neyse ki silah kullanmayı biliyorsun."

Kısık bir sesle konuşsa da söyledikleri gayet iyi anlaşılıyordu.

"Sen söylemezsen bilmez. Hem ben silahı gayet iyi kullanıyorum."

"Tabi güzelim, ona diyecek bir lafım yok." Bir anda bana dönüp silahını da arkama tutup sıktığında gözlerim yüzünde asılıydı. "Ama pratik yapman lazım. Bir de Allah rızası için arada kendini kayalığın arkasına  sakla. Özellikle de bana bakarken."

"Sana bakmıyorum ki senin arkanı kolluyorum." diye savundum kendimi.

"Kendi arkanı kolla benimkini değil."

Gözleri sürekli etraf da dolanıyor ve konuşurken bir kere bile bana bakmıyordu. Arada göz ucuyla bakıyordu ama tam bakmıyordu. Ben ise konuşurken dönüp ona doğru konuşuyordum. Oysaki babam zamanında çok söylemişti bunu yapmayı bırak diye.

Sürekli birini vuruyordu. Ondan tarafa sırtımı çevirip etrafa baktığım da karşıda birinin füzeyi buraya doğru tuttuğunu gördüm. Tamamı olmasa da ucu gözüküyordu.

"Asaf," dedim gözümü oradan ayırmayarak. "Füzeyle burayı nişan almışlar."

"Çalıların arkasında, gördüm." Elini kulaklığına götürüp konuşmaya devam etti. "Eren çalıların arkasında... Gördün mü? Tamam."

Gözümü çalılardan çekmeyip orayı izlemeye devam ettiğimde bedenim soğuktan ötürü titremişti. Asaf sağdan gelen adamı vurduğunda elimdeki silahı tutuşumun gevşediğini hissettim. Kendime gelip silahı daha da sıkı tutmaya başladığımda çalıların orada bir hareketlenme olduğunu görünce kolumla Asaf'ı dürttüm. 

"Asaf galiba Eren onu vuramadan o bizi vuracak. Neden kaçmıyoruz?" 

"Kaçmak korkakların işidir yenge." 

Gözlerim büyüdü. Arkamı döndüğümde Ersin'i burada görmeyi hiç beklemiyordum. Sırtını kayalığa yaslayıp bana döndü.

"Biz ölümden kaçmak yerine ölüme koşanlardanız."

Kayalıktan başını uzattığında Asaf yine birini vurmuştu.

"Çeneniz değil eliniz çalışsın." dedi Asaf. Tekrardan etrafı incelemeye başladığım da Ersin yine solumda hareketlenmiş bu sefer başka bir yere koşmuştu. Asaf'a baktığımda eliyle birine işaret veriyordu.

"Ersin neden gitti?"

"Çünkü ben öyle emir verdim." Kaşlarım havalandı. Konuşmama izin vermeden tekrardan aralamıştı dudakları. "Çalıların oraya bak!"

Gözlerimi onun üzerinden çekip çalıların oraya baktığım da hiçbir şey görememiştim.

"Füze yok. Öldürdünüz mü?"

"Eren halleti. Artık korkmanı gerektirecek bir şey yok."

Dudaklarım kıvrıldı.  "Ne ara?" diye sordum fısıltıyla. Sonra çok büyük bir şeyi fark ederek dudaklarım  aralandı. "Ersin bilerek buraya geldi. Orayı unutup korkmamamı sağladın. Ben Ersin ile konuşurken sen orayı hallettin ve benim hiç korkmama bile gerek kalmadı."

Parmaklarının hareketlenmesi durmuştu. "Bu kadar zeki olmamalısın."

Gülümsedim. Silahı doğrultup etrafda gezdirmeye başladığımda gördüğüm birinin kafasına nişan alarak tetiğe bastım. Geriye doğru düşerken dudaklarımda zaferin gülüşü peydahlamıştı.

Sonra kendime kızmaya başladım. "Ben doktorum. İnsanların yaşamlarını ellerinden almam, onlara yaşamaları için yardım ederim. Ellerime iğrenç yaratıkların kanı bulaştı."

"Ecmel," dedi bana dönerek. Silahını kucağına koyup sırtını kayalığa yasladı. Ben de dönüp sırtımı kayalığa yaslayarak bacaklarımı ileriye uzattım. "Sana bunları yaşattığım için özür dilerim."

"Onları vurdum hatta çoğu öldü. Bundan pişman değilim, hiç pişman değilim. Ama benim mesleğim bu değil ki ben can almam."

"Ecmel, zorunda değilsin. Burada kal!" Eli kucağım da olan silaha değdiğinde silahı kavrayıp geriye çektim.

Asaf'ın ne dediğini anlamamıştım. Daha doğrusu ne konuştuysa dinlememiştim.

"Doktor olabilirim." dedim nefesimi içime çekerek. "Ama bunlar benim vatanıma göz diken iğrenç yaratıklar. O zaman doktorluğumdan çıkabilirim. Vicdanım rahat çünkü bir Türk vatandaşını değil de dünya üzerinden iğrenç yaratıkları siliyorum."

Arkamı dönüp etrafa bakındığımda üç kişiyi gördüm.  Elimdeki silahı tek tek sıktığımda hepsi yere düşmüştü.

"Sen çok güçlü bir kadınsın."

Yutkundum.

Asaf da hareketlendiğinde bu sefer ona bakmak yerine gözlerim etrafda dolanıyordu.

"Naifsin, kırılgansın ama bir o kadar da güçlü bir kadınsın."

Elimdeki silah düşmek için hareketlendiğinde kendime gelip sıkıca tuttum. Bedenim yavaşça Asaf'a doğru döndüğünde onun da bana baktığını farkettim.

Tam ağzımı açıp bir şeyler mırıldanabilecek gücü bulmuşken Asaf'ın elini belime koyup beni kendisine çekmesiyle nefesim kesildi.

Eli belimde yumruk olmuş bedenimi bedenine yaslamıştı. Sol kolumun yanından merminin ışık hızıyla geçmesiyle gözlerim kapandı. Mermi sol kolumla vurmamış direk geçmişti.

"Ecmel," dedi Asaf.

Nefesim hala düzene girememişti. Mermi sol koluma saplanmışta olabilirdi ama ben bunu hissedemiyordum. Asaf belimi o kadar sıkmıştı ki yaralarımın tekrardan kanamaya başlamasından korktum. Ama öyle olmamıştı. Asaf'ın eli belimde durmuş olsa da hala belimi sıkıyordu. Dudaklarımın arasından bir inleme döküldüğünde gözlerime bir perde inmişti. Acıdan dolayı birazdan bilincim kapanacaktı, biliyordum.

Asaf sürekli bir şeyler konuşsa da onu duymuyordum. Ne nefes alabiliyordum ne de gözlerimi aralayabiliyordum.

Bilincim kapanmadan önce dudaklarımı zorla aralayabilmiş onun adını fısıldamıştım. 

"Asaf,"

******

Gözlerimin üzerine kamyon koymuşlarda açılmasına engel olan oymuş gibiydi. Ya da üzerimden kamyon geçmiş de olabilir. 

Şu an bir yatağın üzerinde uzanıyordum. Kolumda bir sızı vardı. Serum takılmış olması gerekiyor. Kulağıma dolan sesler ise bir hastanede olduğumu kanıtlar neticesinde.

Ben buraya nasıl gelmiştim? En son Asaf'ın kucağında bilincim kapalı bir şekilde bayıldığımı hatırlıyorum. Daha sonrasında ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. 

Gözlerim aralandığında tavandaki ışık gözüme batmıştı. Başımı sağa veya sola doğru çevirmek için hareketlendiğimde kapı aralanmış ardından beyaz önlükle birisi girmişti. Gelen kişinin Rümeysa olduğunu parfümünden anlamıştım. 

"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye bir soru yöneltti. Serumu kontrol etmeye başladığında gözlerim yüzünde geziniyordu.

"Bitik, yorgun ve acı içerisinde boğuluyormuş gibi." 

Başıyla onayladı. "Neler olduğunu tam bilmiyorum ama buraya geldiğinde baygındın." 

"Buraya nasıl geldim ki?" 

Saçını geriye attı. "Helikopter ile getirdiler. Ailen dışarıda ve birkaç askerde şu an senin uyanmanı bekliyor." 

Yutkundum. "Nasıllar?" Kaşları çatıldı. Neyi sorduğumu anlayamamıştı. "Annem ve babam nasıllar?"

"Annen kriz geçirdi. Serum verdik şu an koridorda bekliyor. Sana dair hiçbir şeyi söylemedik. Özellikle de sırtındaki yaraları." 

Buna sevinmiştim. "Eğer istersen bahsedebilirim?"

Kafamı olumsuz yönde salladım. "Bilmelerini istemiyorum." 

"Seni az ya da çok tanıyabilmişim." dedi gülümseyerek. Söylenmesini istemezsin diye susmuştum. Sadece yorgun düşüp bayıldığını söylemiştim. Acıdan dolayı bayıldığını kimse bilmiyor." 

"Teşekkür ederim, Rümeysa" dedim elimi omzuna koyarak. 

"Ben şimdi çıkıp ailene uyandığını söyleyeceğim. Bundan sonrası sende artık istersen söylersin." 

Normalde hastaların nesi olduğunu yakınlarına direk bildirilirdi fakat ben bu hastanenin bir çalışanı olduğum için ve daha öncesinden Sevgi'yi uyardığım için bu durumu önlemişti.

Başımı sallayarak onayladım onu. Kapıyı açıp odadan çıktıktan iki dakika sonra kapı tekrardan açılmıştı. Gözlerim kapıyı izlediği için ilk giren kişinin annem olduğunu ve göz altlarının ne kadar çökmüş olduğunu görünce içim bir tuhaf olmuştu. Başımı yastıktan kaldırdığımda annem koşarak yanıma gelmiş elimi avuçlarına alarak öpmeye başlamıştı. 

"Annecim, iyi misin kuzum?" Eli saçlarıma gittiğinde gözlerim istemsizce kapandı. Saçlarımı yavaş yavaş okşamaya başladığında babam da gelmiş yatağın diğer tarafına oturmuştu. 

"İyi misin kızım?" diye sordu babam.

"İyiyim sadece biraz yorulmuşum." 

Doğrulmak istediğimde annem direk hareketlenmiş arkamdaki yastığı düzeltmişti. Sırtımı yastığa yasladığımda acısını belli etmemek için gülümsüyordum. 

"Abla, iyisin iyi turp gibisin." dedi Esila gülümseyerek. 

Annem ve Esila'nın göz altları çökmüştü. Ağladıkları o kadar belli oluyordu ki konuşurken sesleri titriyordu ikisinin de. Doğa ve babam da ise tık yoktu. Yüzüme bakıyorlardı ama sanki derin düşüncelere dalmış gibiydiler. 

"Asıl siz iyi misiniz?" dedim tek kaşımı havaya kaldırarak.  

"Biz iyiyiz." dedi Doğa olduğu yerde kıpırdanarak. 

"Ben bir gidip doktorla tekrardan konuşayım bu böyle olmayacak." 

Babam yüzüme bakmadan konuşmuş gözleri dışarıda dolanmıştı. Doktorun her şeyi söylediğine yemin edebilirim.

Kaşlarım çatıldı. "Baba ben de doktorum bana da sorabilirsin." 

"Kızım sen kendini muayene etmedin ki nereden bileceksin?" dedi annem.

"Yorgunluktan bayıldım annecim. Ya siz güvenmiyor musunuz kızınızın lafına?" 

"Güveniyoruz abla ama babam bir tekrardan konuşsun belki testlerin sonuçlarına bakarken bir şeyi kaçırmıştırlar." 

Babam tek bir laf daha etmemi dinlemeden ayaklanıp odadan çıkıca annem de ayağa kalktı. "Ben de gidip bakayım şimdi tek başına kızın odasını bulamaz." 

Annem de babamın arkasından odayı terk ettiğinde ikizlerle yalnız kalmıştık. 

"Babamla annem doktorun yanına değil ağlamaya gittiler değil mi? Ben üzülmeyim diye de söylemediler."

Babam ağlamazdı ama üzüldüğünü belli etmemek için bir temiz hava çarptıracaktı yüzüne annem ise babama sarılıp göz yaşlarını omzuna akıtacaktı.

"Abla," dedi Esila. "Nereden anladın? Ben bile çıkmadan önce düşünebildim bunu." 

"Gözleriniz ve hareketlerinizden her şey belli oluyor ablacım." 

Derin bir nefes çekti içine Esila. Yatağın solunda kalan sandalyeye oturduğunda gözleri dolmuştu. "Sana bir şey yapmadılar değil mi?"

"Yapmadılar." dedim derin bir nefes alarak. "Dudağımdakini ve yanağımdakiler ise yere düşünce oldu. Yanağımda pek bir şey yok da dudağım patladı."

"Çocuk mu kandırıyorsun?" dedi Doğa. "Yüzündekiler bir yere düşünce oluşacak yaralardan değil. Dudağın belki yere düşünce patlamıştır ama yanağındaki iz asla yere düşünce öyle şekillenecek bir şey değil. Babam ve annem de yüzünün bu hâlini görünce direk çıkmak istediler ya zaten."

Dudaklarımı konuşmak için aralandığında Doğa elini kaldırıp susmam için işaret verdi. Ardından odadan çıkınca Esila'ya döndüm.

"Neden bana sinirlendi ki şimdi?"

"Doğruyu söylemediğin için olabilir mi abla?"

Gözlerimi yumdum. Düşünmek istemiyordum. Geçtiğimiz o günleri düşünmek istemiyordum.

Tam gözlerimi açıp onu soracağım sıra da kapı tıklatılmış ve ardından içeriye biri girmişti. Başım Esila'ya dönük olduğu için gözlerimi oraya çevirmek yerine Esila'nın üzerinde tuttum.

"Esila, bize biraz izin verir misin?"

Kaşlarım havalandı. Başım ani bir hızla Asaf'a çevrildiğinde gözünün benim üzerimde olduğunu görünce tebessüm ettim.

Esila sandalyeden kalkıp odadan çıkmak için kapının önüne geldiğinde Asaf bakışlarını üzerimden çekmeden Esila'ya yönelik konuştu.

"Annenler girmek isterlerse eğer odaya sokma. Asaf abi ile ablamın konuşacakları varmış diye söylersin. Biraz oyala ikisini."

"Sıkıntı etme, Asaf abi. O ben de."

Esila kapıyı açıp çıktığında gözlerim hala şaşkınlıktan kocamandı. Asaf sol elini kapının kilidine doğru uzatınca gözlerim oraya kaydı. Konuşabilmek için kapıyı kilitlemişti.

Ya sırtımdaki yaraları öğrendiyse.

"Asaf, neden kapıyı kilitledin?"

Esila'nın kalktığı sandalyeye oturduğunda üzerini inceliyordum. Üstünde siyah bir bluz olsa da altında asker pantolonu vardı. Gözleri yorgun değildi.

"Esila annenleri tutamazsa eğer konuşmamız bölünmesin diye kilitledim. Ne olur ne olmaz diye yani." Başımla onayladım onu. "Nasılsın?"

"Yorulmuşum biraz ondan bayıldım ve evet iyiyim."

Gülümsedi.

Bu adam yine yüzüme bakmıyordu. İçeriye girerken baktığıyla kalmıştı. Dolayısıyla ben de gözlerini göremiyordum. 

Tam bir şey diyecekken elimle onu durdurdum. Aklıma Yeşim gelmişti.

"Bildiğin halde sustun, söylemedin." dedim yeni farkında vardığım şeyi dile getirerek.

Yeşim'in aslında Yeşim olmadığını biliyordu ve bana söylememişti.

"Söyleyemezdim," dedi. "Ama seni koruyacağıma ant içmiştim."

"Ne güzel korudun ya sen öyle. Bak," dedim kollarımı iki yana açarak. "Yara bere içerisindeyim."

Yüzümden ve kolumdaki morluğu kastetmiştim.

"Yaralarını sarmak istiyorum."

"Saramazsın," dedim gözümdeki yaşı silerek.

Ne zaman ağladığımı bile anlayamamıştım.

Oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp yatağın ucuna oturduğunda bakışlarım yüzüne tırmanmıştı. Dudaklarımı yaladığımda bana alttan bir bakış attı.

"Ağlama!"

"Emrin olur."

Sürekli burnumu çekiyordum. Ben daha ne olduğunu anlamadan başımı göğsüne çekip sarılmaya başladı.

"Tekrardan göreve gideceğim. Uzun süre görüşemeyeceğiz."

Burnumu içime çektim. Göğsümde bir ağırlık oluşmaya başlamıştı.

"Ne zaman gideceksin?"

Yutkundu. "Seni böyle bırakamam."

Başımı göğsünden kaldırıp gözlerimi yüzüne diktim. Elim göğsünde duruyor diğer elim ise omzunda asılıydı.

"Kötüyüm diye mi gitmiyorsun?"

"Hayır, seni ardımda bırakmak istemiyorum. Gözlerin bana böyle bakarken benden gitmemi isteme. Gitmem çünkü.."

"Gidebilirsin Asaf gözlerim herkese baktığı gibi bakıyor."

"Bakmıyor," dedi saçlarıma bir öpücük kondurarak. "Sen uyuyana kadar bir yere gitmeyi düşünmüyorum."

"Bende uyumam o zaman." Başımı dikleştirdim. "Uyumayacağım sen de böylelikle hiçbir yere gidemeyeceksin."

Derin bir nefes aldı. "Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yalvaran gözlerle bakmaya başladım. "Askerim ben Ecmel. Bu yola benimle beraber gireceksen eğer beni bu şekilde kabul et. Çünkü vatanım uğruna can da alırım, canımı da veririm."

Gözümden bir yaş süzüldü. Alnını alnıma yasladığında ellerim yüzüne tırmanmıştı. İki elimde yüzünü avuçlarımın arasına aldığında, "Ağlama güzelim." deyip akan göz yaşımı sildi.

Gözlerim yüzünde geziniyordu. Konuşmadım, konuşamadım. Sorusuna cevap olarak dudaklarına uzandım. Dudaklarım dudaklarına değdiğinde gözlerini yumdu. Saçımı kulağımın arkasına tepiştirdiğinde ikimizin de nefes alışverişleri hızlanmıştı. "Kalbimin dört odağının tümünde yerin var. Bu kalbe kimleri sığdırdım da seni mi sığdıramayacağım?" Konuşurken dudaklarımız birbirine sürtünmüştü. "Ve seni her hâlinle kabul ediyorum. Seni değiştiremem, değiştirmem. Çünk-"

Cümlemi tamamlamama izin vermemiş, konuşurken aralanan dudaklarımın arasına sızmıştı. Yumuşacık dudakları dudaklarımı kavradığında kalbim kuş olmuş kanatlanıp ona konmuştu. Ellerini yüzüme koyduğunda dudaklarının baskısı fazlalaşmış diliyle ağzımı iyice açmam için zorlamaya başladı. Birbirimiz önce yumuşak bir şekilde öpmeye başladık. Yüzümdeki eli belime doğru kayıp kalçama indiğinde hızlandık.

Kolumdaki serumu tek elimle çıkarıp Asaf'ı öpmeye devam ettim. Üzerimdeki battaniyeyi kenara attığında ellerinin desteğiyle kucağına oturmuştum.  Belimdeki yaraların acısı umurumda bile değildi.  Bacaklarım beline sarılırken dudaklarımız bir anlığına ayrılmıştı. "Ecmel," dedi nefes nefese. Konuşmasına izin vermeyip tekrardan dudaklarına uzandım. Bu sefer birbirimizi daha sert bir şekilde öpmeye başladığımızda inlememek için zor duruyordum.

Hayatımda kimseyi öpmemiştim ama bu his o kadar güzeldi ki. Küçükken hep düşünmüştüm. Nasıl iğrenmiyorlar diye. Ama bunun iğrenebilecek bir yanı yokmuş. Dudaklarınız buluştuğunda kafanızdaki her şey uçuyor, siz siz olmaktan çıkıyordunuz.

Dillerimiz birbirine dolandığında nefeslerim sekteye uğramıştı. Nefes nefeseydik. Hastane odasını bizim nefes seslerimiz dolduruyordu. Kendini geri çekip alnını alnıma yasladı. Nefes almaya başladığımızda Asaf'ın eli kalçamda geziniyordu. Dillerimiz tekrardan birleşmeden önce kızarmış ve şişmiş olan dudaklarımın üzerine doğru fısıldadı. "Ömrümün sonuna kadar, nefessiz kalana kadar, seni solumak istiyorum."

:DDDDDD

Continue Reading

You'll Also Like

YUVA By _twclr

Teen Fiction

883K 42.8K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
69.5K 10.1K 33
"Gülüşüne yüreğini mi koymuştu bilmem ama kalbime kendisini koymuştu." ÇÜRÜK VİŞNE'nin bölümleri tekrardan, burada yayımlanmaktadır. Her akşam bir ye...
1.9M 71.1K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
920K 64.3K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...