rüyalarda

By MINLIAR

751K 95.1K 62.8K

"Bay Kim. Evinize dönün." More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
32
33
34.1

31

21.6K 2.2K 4.2K
By MINLIAR

Poa Alpina, Biosphere.

Uyandığımda saat henüz altı civarıydı. Koca cihanı karşıma almış, bir savaş vermiş ve o savaştan mağlup, üstelik canlı çıkmış hissediyordum o sabah. Kafamın içinde yüzlerce kilisenin çanı varmış ve her biri beni günah çıkarmaya çağırmak suretiyle titreşiyormuşçasına, günahımın gürültüsünü dinliyordum. Günahların en büyüğünü işlemiş, üstüne uyuyabilmiştim; rüyalar bana darılmış, o gece yoldaşım olmamıştı.

On yaş büyüğüm, eğitmenim, eski sevgilimin ağabeyi Kim Taehyung'un dudaklarının tadına varmış olup, eşi benzeri olmadığı kanısına varacak kadar tadını kendime katıp, hâlâ nefes alabiliyor olmanın dehşetiyle yüzleşiyordum. Gittikçe ağırlaşarak ağrıyan başımı ellerim arasına sıkıştırdım, sıktım. Göğsümde adını koyamadığım bir korku, içimde tarifi mümkün olmayan bir huzursuzluk vardı. Kendimden nefret ettim.

Başımı kaldırdım, bir süre çevremdekileri inceleyerek gerçekliğe tutunmaya ve fikirlerimin beni boğmasından uzak durmaya çabaladım. Jaehyun, karşımdaki yatakta öylece uyuyordu. Güzeldi. Tasasız olacak yüzü ifadesiz, nefesleri sektesizdi. Gün tamamıyla ağarana, güneş odayı ışıtana dek Jaehyun'un sakin uykusunu izledim. Derin uyku safhasında olmalıydı ki onu izlememe rağmen güneş yüzüne vurana uyanmadı, uyanmasını da tercih etmezdim.

"Jeongguk." dedi, birkaç mırıltıyla ve güneşe ellerini siper ederek uyandıktan hemen sonra. "Rüya mı gördün yine?"

Henüz uyanmasına rağmen beni gördükten sonra uğruma endişelenerek sorular sorması nefesimi kesti. Muhtemelen darmadağın bir hâldeydim. Yutkunmaya, Jaehyun'a makul bir cevap vermeye çabaladım lakin beceremedim. Gözlerim doldu, başımı çevirdim, derince nefeslendim. Kendini kaybetmişin biriydim.

"Hayır." dedim, sesimi bulabildiğimde. Jaehyun'a gülümsedim. Uykusu bir hayli açılmıştı artık, oturuyordu, gözlerinde saf bir endişeyle yüzüme bakıyordu. Ne Jaehyun ne Yugyeom gibi arkadaşları hak etmiyordum. Birilerini endişelendiriyor olmaktan iliklerime dek nefret ediyordum. "Erken uyanmışım istemeden. Mezuniyet yaklaşıyor ya, onu düşünüyordum."

Sorular sormak, derdimi öğrenmek, yardım etmek istediğini gözlerinde görüyordum lakin istemiyordum. Jaehyun, istemediğimi bildiğinden, her daim olduğu gibi cümlelerini yuttu, bana eşlik etti. Birlikte hazırlandık, ne onun ne benim dersim yoktu. Kahvaltı etmeyi teklif etti, kendimden öyle tiksiniyordum ki midemin bir şeyler yemeyi kaldırabileceğini düşünmüyordum, reddettim. Yolları ayırdığımız gibi, yerini adımcasına bildiğim çiçekçinin yolunu tuttum. Dört adet beyaz lale soğanı aldım, yürüdüm. Günlerce yürümüşüm gibi hissettirdi, hâlbuki yarım saati geçmezdi.

Gelmekten kaçındığım, senelerce gelemediğim, şimdi kapısından gidemediğim o noktada durduğum vakit, o güne dek aldığım tüm nefesler çok geldi. Titreyerek, dizlerim tutmaz hâlde girdim koca, demir kapıdan içeri. Deliriyordum âdeta. Ezbere bildiğim yolu arşınladım.

Nice ışıkların söndüğü o yerde, ömrümün sonuna dek yamacından ayrılamayacağım o taşın önünde durdum. Beyaz lale soğanları elimde, iliklerime dek titrer hâlde bekledim. "Bella." dedim, yutkunamadım, ağlayamadım bile. "Bella, Anna, Anne, güzelliğim, gençliğimin kışı, affet beni."

Kafamdaki kilisenin çanı sustu. İtiraf sakramentimin dinleyicisi oldu Annabella Kim, biriciğim, sevgilim. Ondan yüzlerce af diledim, o affettiyse de ben kendimi affedemedim.

Oturdum, için için ağlamak isteğindeydim lakin gözyaşı dökemedim.

"Dün gece ağabeyinin dudaklarını tattım, affet beni."

Dillendirdiğim her kelimenin ağırlığı boğazıma dizildi, bir el biçimini aldı, beni boğdu. Ağlamanın iyileştirici etkisinin eksikliğini öyle bir hissediyordum ki. İyileşemiyordum. İyileşmenin yakınından dahi geçmiyordum. Gün geçtikçe körleşiyor, kötüleşiyor, soluksuz kalıyordum. Gün geçtikçe ciğerlerimin vadesinin dolduğunu hissediyor, âdeta felaketime gün sayıyordum. Deliriyordum ve deliliğimin farkındaydım.

Tam o vakit, sözlerimi bitirmemin ardından bir dakika geçmeden, kokusu ilişti burnuma. Hayal ediyorum sandım. Sesini duyduğum vakit, hayal etmediğimin de farkına vardım.

"Söz vermiştin." dedi, öleyazdım. Başımı kaldırdım, ardımı döndüm ve Bay Kim'i gördüm. Baştan aşağı siyah giyinmişti, kızıl-kahve bukleleri darmadağındı, gözleri kızarmıştı. İnce, uzun parmaklarında tıpkı benim gibi beyaz lale soğanları tutuyordu. Yutkunamadım.

"Kendini affedeceğine dair, Jeongguk. Söz vermiştin."

Gözlerine bakamadım, huzursuzlandım, iliklerime dek titredim.

"Neden geldiniz bugün buraya?" dedim, pek soru sayılmazdı. Bay Kim cevaplamadan devam ettim:

"Benim gibi, Bella'dan özür dilemek için. Yanlış mıyım?"

Elindeki lale soğanlarını gri isim taşının önüne bıraktı. Yanımda durdu sonra.

"Yanlışsın." dedi, başımı kaldırdım, suretine baktım.

"Ben her çarşamba gelirim buraya."

İliklerime dek titredim sanki.

"Bir çarşambada öldüğü için mi?"

Bay Kim konuşmadı lakin gereği de yoktu. Biliyordum sebebini. Hep biliyordum. Ben bilerek, buraya çarşamba günleri gelmiyordum.

Öylece durduk, hiçbir şey söylemeden ve yapmadan. Dizlerim gittikçe tutmaz oldu beni, düşüverdim olduğum yere. Ellerim boğazıma, yara izimin olduğu yere çıktı. Adını soğuk bir taşın üzerinde görmek her daim olduğu gibi mahvetti beni ve fikrimi, yine de ağlayamadım lakin o gün yalnız değildim.

Eğildi, elini sırtıma koydu. O ince, uzun ve hepsinden öte sıcak parmakları sırtımı sıvazladıkça, yalnızlığımdan beni arındırdıkça soluklanabildim. Bay Kim yine ağlayabilmemi sağladı. İçin için, seslice ağladım. Bella'nın saygısından, o gün bana sarılmadı.

Ağladım, ağlamamı bekledi, sıcaklığını üzerimden çekmedi. Sakinleşmeye başladığımda seslerim dindi, soluklarım yavaşladı, başımı kaldırdım, gözlerine baktım. Yüzünden hiçbir şey okuyamadım.

"İtalya'da doğdum." dedim, gözlerine bakarken. Cümlemi bitirdiğim vakit ifadesizliği dağıldı, yerini ne aldı kavrayamadım lakin o duyguyu okumayı bilsem, okuyabilirdim. "Yaşım orada büyüdü ama fikrim hep çocuk kaldı. Apolitiktim, bir şeylerin hakları üzerine hiç düşünmezdim."

Kendimi anlattığımı kavradığı vakit gülümsedi usulca. Gözlerine daha fazla bakamadım, başımı eğdim. Bay Kim'e o gün açıldım.

"Annemin ailesi de babamın ailesi de İtalya'da ama babam hep bir ana vatan özlemi çekmiştir çocukluğumdan beri. İşini buraya taşıdığında da hiç şaşırmadım bu yüzden. Senelerce yaşadım, kendi fikirlerimi edinmeye başladım, konuşabilmeye başladım, biraz şekillendim ama biliyorsunuzdur belki, insan başında bir ailesi oldukça asla tam anlamıyla şekillenemiyor zira arkasını toplayacağına güvendiği birileri oluyor hep."

Tek kelime etmedi, onaylamadı yahut reddetmedi, yalnızca dinledi. Gözlerim önünde koca bir boşluk gibiydi, rahatladım, gittikçe gevşedim.

"Liseyi okudum. Yugyeom'la orada tanıştım. Sonra birlikte çalıştık, ülkenin en iyi hukuk fakültesine girdik, bir sevgilim oldu, aşıktım, hayatım o kadar iyiydi ki dönüp baktığımda nasıl o kadar iyi olduğuna şaşırıyorum. Lisedeki arkadaşınızla aynı üniversiteye, aynı fakülteye düşmenizin ne kadar düşük bir olasılık olduğunu duysanız şaşırırsınız. Şanslıydım işte, iyiydi her şey. Tabii, iyi şeyler öyle uzun sürmeyi bilmiyorlar."

Ardından gelecekleri dillendirebilmenin zorluğunu nasıl anlatırım bilemedim. Gözlerimi kapattım, ömrümün en akıl almaz kısmının kapılarını araladım. Zihnimde, anılarımın o kısmını sakladığım kapının ardındaki canavar zincirlerinden kurtuldu. İçime korku, dehşet saldı.

"Ailemi bir kazada kaybettim. İnsan, nedendir bilmem, böyle şeyler başına hiç gelmez sanıyor. Bir rüyanın içinde yaşıyor, saf bir çocuk gibi."

Söylediklerimi duyuyor sayılmazdım. Öyle ki dudaklarım bağımsızca şekilleniyor, Bay Kim'e en giz ağrılarımdan bahsediyordu. Ben zihnimde, gözlerimin önünden gitmeyen kanlı anılarda boğuluyordum.

"Uzaktan izliyoruz ölümleri bir yaşa dek, başımıza gelince de kalakalıyoruz sudan çıkmış bir balık gibi."

Hissizce, bir robot gibi mırıldandım. Bay Kim, elimi tuttu, sıktı.

"Ben annemin babama, babamın anneme bağırdığını bir defa duymadım. Ailemde başarısızlığın tadını bilen kimse yoktu, şiddet yoktu, ne fiziksel ne psikolojik. Sağlıklı büyüdüm, maddi sıkıntımız olmadı hiç, birkaç ülke gezdim, diller öğrendim, sevgiyle büyüdüm ve ailemden başka hiçbir kurumu çok önemsemiyordum. Çok seviyordum. Onları kaybetmek öyle sürrealdi ki gerçeğin farkına varmam aylar aldı."

Yutkunmaktan aciz kaldım.

"Evdeki sessizliğin ne kadar gürültülü olabileceğini öyle öğrendim."

Annemin o güzeller güzeli, ela gözleri düştü hatırıma. Yaban gülü, dedim, içinden. Nasıl bir yaban ki bu ulaşılmıyor, nasıl bir yaban ki haritalarda bulunmuyor adı.

"Eve "anne" diye seslendiğinizde bir cevap alamamak, bir daha da cevap alamayacağınızı bilmek; o sessizlik, zihninizde ne kadar kapı varsa açıyor hepsini. Bir radyo cızırtısı doluşuyor zihninize. Hiç ses yok. Biraz bile ama öyle bir gürültü var ki başınızı ağrıtıyor, nereye gitseniz takip ediyor."

Derince bur nefes aldım, Bay Kim ellerimi bırakmadı. Utancıma rağmen elimi ellerinden ayırmadım.

"Bir oğlan çocuğu ailesi olmadan ne yapar, nasıl yaşar bilmiyordum, başka türlü yaşamayı bilmiyordum, çok ani bir boşluğa düştüm. O dönemde, sevgilim Annabella Kim'e hayatımı bağladım, âdeta ona düğümlendim, yaşam amacımı ondan ibaret kıldım fakat bu süreçte Annabella'yı çok yalnız bıraktım. Onunla olduğum süreçte de bir defa olsun gülümseyemedim. Onu mutlu edemedim, o da hayat dolu gülümsemesini ben yanında oldukça yitirmeye başladı. Bir gün,"

Soluklarım kesildi, o güne dönüverdim bir anda.

"beni aldattığını öğrendim. Ona ilgi gösteren, onu mutlu eden birini bulmuştu, benimle olmadığı süreçte onunlaydı. Fotoğrafı geziyordu insanların ellerinde, Annabella onunlayken öyle mutlu görünüyordu ki göğsüme binen ağırlığı dün gibi hatırlıyorum."

Gülümseyebildim.

"Onunlayken mutluydu, aylardır gülümsetemediğim kadar güzel gülümsetmişti o oğlan onu, ben ne yapacağımı şaşırdım."

Yutkunuşunu duydum. Konuştukça konuştum:

"İlişkimizi kimsenin bilmemesine özen gösterirdik, Annabella açık ilişkilerden hoşlanmazdı. Kendi hakkında bir şeylerden bahsetmeyi hiç sevmezdi, sorsam ben kendini bilmezin tekiyim, der geçiştirirdi. Öyle ki bir ağabeyi olduğunu dahi bilmiyordum."

Başımı çevirdim ,yüzüne baktım. Sahi, dedim, sahi, nasıl bilmem?

"Yugyeom ilişkimizi biliyordu. Beni o fotoğraflardan korumak istedi ama yapamadı. Herkesin elindeydi ama ne hikmetse kimse fotoğrafı yayan kişiyi bilmiyordu. Belliydi esasında ama kanıt yoktu işte. Paçayı sıyırdı. O saygı bilmez, kadın düşmanı, şerefi noksan oğlan sevgilimi bir oyundan ibaret görmüş, başta onu mutlu etmiş, istediğini aldığında alay konusu etmeye çabalamıştı. Nasıl delirdiğimi hatırlıyorum."

Öfkeyle kavruldum, akıl almaz bir öfkeydi bu. Tir tir titretiyor, sağlığımdan çalıyordu. Yutkundum. Sakinleştim. Alıştım.

"İçerledim. İçin için ağlayarak Annabella'nın kapısına dayandım, neden, dedim, beni yalnız bıraktın, dedi. En büyük korkusu yalnızlıktı, ben yalnız bıraktım onu. Yetmezmiş gibi neşesini çaldım."

Bay Kim'den utanarak, şuçluluğum yüzümü kızartır hâlde başımı eğdim, yutkunamadım.

"Benim onu mutsuz ettiğimden de mutsuz görünüyordu. Çok kötüydü, nasıl kötüydü. Özürler diledim, gururumu çiğnedim, ona dedim ki sana söz, artık yalnız bırakmayacağım seni. Benimle kal, Bella."

Her cümlemde duraksadım, yaklaştı. Ellerimi bırakmadıkça cesaret buldum, yalnızlığımdan kurtuldum.

"Benimle kaldı. Her gün o müstehcen fotoğraflarıyla yüzleştim ama sorun etmedim. Sonra size geldi, derdini anlattı, ben ağabeyi olduğunuzu dahi bilmiyordum, nasıl bilmem?"

Tek kelime etmedi, etmesini de istemedim. Yutkundum. Biriciğimin başına gelenlerin ağırlığı altında eziliverdim.

"Kurul olarak Annabella'ya yardım edildi ama kimi eğitmenlerin, okuldaki oğlanların tacizine uğradığını öğrendim sonraları. Çiçeğim gün geçtikçe soldu. Ben acımı unutup onun için savaştım ama o oğlanla kampüs odalarından birinde de bulunduğuna dair fotoğraflar çıkınca, suçlu yine Annabella oldu. Fotoğrafta yalnızca Annabella vardı, partnerinin kim olduğunu da söylemedi bir türlü. Kurul olarak Annabella'yı okuldan uzaklaştırdınız, fotoğrafları yayan hakkında hukuki süreç başlatılacaktı, bir şekilde bulunurdu ama Annabella durdurdu. Ben önce anlamadım nedenini. Sonra fark ettim, aşıktı o çocuğa. Beni de seviyordu ama ne bileyim işte, aşıktı ona, biliyorum."

Fikrimin yanlışlığını fark ettim hemen ardından, düzelttim.

"Saplantıydı belki de. Onu herkes yalnız bıraktığında birinin ilgisini görmek ona aşık olduğu hissini uyandırmıştı içinde, bilmiyorum. Annabella zekidir, Annabella onun canını yakanı sevmez ama sağlıklı düşünemiyordu o zamanlar. Geri dönüp bakınca anlıyorum. Eğer içinde bulunduğu durumu anlayıp yardım almasını sağlasaydım hiçbir şey böyle olmayabilirdi."

Hızla yüzüme baktı Bay Kim, yumuşacıktı ifadesi, sanki dokunsa kırılacaktım, kırılırdım da.

"Kendine yüklenme." deyiverdi, soluklandım. Gözlerine bakakaldım.

"En kötüsü bunların hiçbiri değil, biliyor musunuz?" deyiverdim, hiçbir şey duymuyormuş gibi, soluksuzca. Sümbüllerin kokusu ilişti burnuma, burun direğim sızladı.

"Jeongguk." dedi, yumuşacık sesiyle, kendimi zorlamamamı öğütleyerek.

"En kötüsü, bana bir veda dahi etmeden gitmiş oluşu, sevgilimin ölüm haberini sınıf arkadaşlarımdan almam. Her şeyden önce, arkadaşıydım ben onun, yoldaşıydım, Bay Kim."

Tüm kırgınlıklarım yüzüme vurdu, gözlerim yandı.

"Bay Kim. Gitmesi sorun değil. Sorun vedasız gitmesi."

Sesim çatladı, gözlerimde nasıl bir ifade gördüyse irkildi, yutkundu.

"Vedasız gideni bir gün döner sanıyor insan."

Bir süre öylece bekledi, ağrılarımı paylaştı. Vücudumdan tüm güç çekilmişçesine, öylece oturuyordum. Yutkundu. Ellerinin boynundaki boş zincirle oynadığını fark ettim, yutkunamadım.

"Sana hiç anlatmadım, değil mi?" dedi, öylece toprağa bakıyorken. Kehribar gözleri alev alevdi, düşünceliydi, düşüncelerini gözlerinde görebiliyordum.

"Bana hiç anlatmadığınız o kadar çok şey var ki." deyiverdim. Yutkundu, gözlerini kapattı, gözlerine onca vakit bakmak istemeyen ben, gözlerine bakabilmek için kavruldum.

"Öldüğünde yanındaydım."

Titredim. Bambaşka bir dünyaydı. Ben ondan haber dahi almamıştım, o yanındaydı. Bambaşka bir dünyaydı. Bambaşka dünyalardık. Öyle ki hikâyelerimiz farklı, bir yerde zıt fakat çok da benzerdi. Bambaşkaydı, Bay Kim.

"Ne yapmış olursa olsun, kimin kalbini kırmış olursa olsun, kardeşim o benim ve öldüğünü, kendini öldürdüğünü görmeyi atlatamıyorum hâlâ. Bir ömür de atlatamayacağımı biliyorum."

Titriyordu. Tıpkı adını ilk defa söylediğim gündeki gibi, kütüphanedeki o gün gibi. Bir krizin eşliğinde olduğunu, kendini dizginlediğini fark ettim. Varlığımı hissetmesi için ellerini sıktım. Gözlerini açtı. İrkildim. Gözlerinde öyle ağrılar gördüm ki adlandırılamayan, iliklerime dek titredim. Onu hissettim.

"Okulunuzda dolaşan dedikoduları eğitmenler de duyar, bilirsin eminim."

Onayladım başımla.

"Herkes, isimsizce, Annabella'nın aslında biriyle birlikte olduğunu ama o soysuzla sevgilisini aldattığını konuşuyordu."

Adını anmasa da düşüncesi dahi küplere binmesine sebebiyet verdi. Farkında olmayarak elimi acıtıyordu lakin tek kelime etmedim.

"Ona başta hiç kızmadım ama o bana çok kızdı."

Derince bir nefes aldı, küçük kardeşinin mezar taşına düştü gözleri, ağlıyordu, Bay Kim. Sessizce.

"Başta, beni yalnızca bir sırdaşı, ağabeyi olarak görüp okul sınırları içinde derdini anlattı. Kardeşim olduğu için onu kayıramazdım, Jeongguk, anlıyorsun, değil mi? Kendi de istemezdi bunu, hiç istemedi ki. Kardeşim olduğu bilinirse bileğinin hakkıyla alacağı bir notun dahi yüksekliği buna vurulur sandı. Haklıydı da, konuşulurdu eminim. Bana dedi ki okula başladığı gün, " Taehyung, ağabeyim olduğunu birinden dahi duyarsam aylarca konuşmam seninle." Gülümsedim, biraz dalga geçtim onunla, mutluydu, heyecanlıydı. Dün gibi hatırımda."

Gülümsüyordu onu anarken, o güne dek hep Annabella'ya kızgın olduğunu sanıyordum lakin sevgisi öyle belli oluyordu ki suretinde, kızgın kalamadığının farkına vardım. Bay Kim bencil olmaya çalışıyor, beceremiyordu.

"Birkaç kişi dışında bilmiyordu kimse kardeş olduğumuzu. Felix gibi. Onlar da tesadüfen öğrenen, sessiz kalmaları için tembihlediğim öğrencilerimdi."

Derin bir nefes aldı, her şey ancak o an aydınlandı zihnimde. Yutkundum.

"Kayıramazdım. En çok da kardeşim olduğu için, ona yardım edebileceğimizi düşünerek kurula açtım meseleyi."

Yutkundu, güçlenmeye çabaladı, onu da beceremedi. Dikleştiremedi omuzlarını.

"İnsanların bu kadar kötü olabileceğini nasıl bilebilirdim?"

Sesi titredi, elleri yüzüne siper oldu, birkaç hıçkırık doldurdu kulaklarımı. Dayanamadım gözünün yaşına lakin tek kelime de edemedim. Ağlasın, iyileşsin istedim.

"Aynı sene içinde bir eğitmen, bir öğrenci mahkemelik oldu Anne'e tacizde bulunduklarından ötürü ama iki kişiyle sınırlanmadığını biliyorum ben."

Tir tir titriyordu şimdi. Buz gibiydi ses tonu, gözleri de. Duygu geçişleri şaşırtıyordu beni. Yutkundum, zoraki.

"Bir hukuk fakültesinde, öğrencisini taciz eden eğitmen, tanıdıkları var diye tanıkları susturup, tayin alıyor başına dert açılmasını göze almayarak. Biz de çocuklarımıza hakkı, hukuku anlatmaya çabalıyoruz. Yediremiyorum. Kaldıramıyorum. Peşinden gitmeye kalktığımda koca bir duvar buluyorum, bir tane çatlağı yok."

Bir kez daha değişti ifadesi, anıları yüzünü etkiliyordu, bir an sinirden titriyor, bir an hüznünde boğuluyordu. Aklımı yitiriyordum. Başımı çevirip, sevgilimin yerine bakamadım.

"Mahvoldu. Biriciğim, küçük kardeşim, annem ve babam yokken ellerinden tutup sahillerde gezdirdiğim, neşeyle "Ağabey!" diye bağırmasını dünyalara değişmeyeceğim, yitti gitti ellerimden. Mahvoldu. Mahvettim onu. Ona olan başkasına olmasın diye, bir ağabey daha çiçeğini yitirmesin diye yapabildiğim hiçbir şey yok üstelik."

Kendini suçladığını fark ettiğim an o an değildi lakin ne denli suçladığını ilk o an fark ediyordum. Yutkundum. Kendine yüklenmemesi gerektiğini fısıldayacağım vakit döndü yüzünü, o kızıllaşmış gözleriyle gözlerime baktı yalvarır gibi, önümde diz çöker gibi.

"Biliyorum. Sana çok kötülükler yaptı, biliyorum, canını yaktı ama Jeongguk, ne olur nefret etme ondan ve benden nefret etme ondan nefret edemediğim için. Çocuktu o daha. Küçücüktü."

Titredim iliklerime dek. Yutkundum, gözlerimi kapattım. İtiraf sakramentimdi ya bu, kendimden dahi sakındığımız gerçekleri fısıldama vaktiydi, anladım.

"Sorun değil." dedim, gülümsedim. "Onu affedeli çok oluyor."

Derince soluklandım, gözlerimi açamadım.

"Başta hiç yediremedim, ağladım durdum ama şimdi anlıyorum."

Senelerdir kimseye, kendime dahi itiraf edemediğim gerçekler dilime dolanmaya başladığı, içimdeki zehir ağzımdan fırladığı vakit durdu sanki dünya. Zaman binlerce parçaya ayrıldı ve her birinde mahsur kaldım. Utancım, keşkelerim yüzümü kızarttı, yutkunamadım.

"Bunu kendi içimde dahi seslice hiç dile getirmedim, senelerce beynimi dahi kandırdım, kendime yediremedim ama Annabella Kim beni aldattığı dönemin daha öncesinde benim sevgilim olmayı bıraktı, aşkımı tükettim ve bunun farkına vardım. Dillendirmedim. O da dillendirmedi. Beni bırakmak istemedi, ben onu bırakmak istemedim, biz yabancılaştık ama hep oradaydık. Bir zamanın gönüldaşları, yoldaş oldu."

İçimde ne varsa, söyleyişteydim. Susmadım. Susamadım.

"İkinizi tam da burada karıştırmaya başladım, galiba."

Gözlerimi açmaya korkar hâlde, gözlerindeki yansımamla yüzleşmeye korkar hâlde devam ettim fısıldamaya:

"Size, aşk yasaktı, derken; bilinçsizce senelerdir uğruna delirdiğim gerçeği fısıldarken, bunun farkına dahi varamadım. Ben kendime dahi itiraf edemediğim gerçeği size bir mesaj yoluyla anlattım. Tabii, inkâr ettim sonra kendime. Size de. Uzak durma çabalarım..."

Yutkunamadım, soluklarım sözümü kesti, başımı eğdim.

"Onu, beni bir zamanlar sevdiği biçimde sevemediğim gerçeğinin omzuma bıraktığı yükü kaldıramıyorum. Mutluluğunu her gün dize dize çaldığımla yüzleşemiyorum. Bencilliğime inanamıyorum. Bu yüzden rüyalarımın başrolünü birinci günden beri ona veriyorum."

Yutkundum. Düzelttim.

"Veriyordum."

İçim içime sığmıyordu, taşmıyordu da. İçim, içimde büyüyordu; patlıyordu.

"Ben başından beri ondan özürler diliyorum. Rüyalarda."

Başımı kaldırdım, göğe baktım. Gözlerine bakamadım.

"Bana söylemek istediğin bir şey varsa, şimdi tam sırası." dedi, yutkundum. Neredeyse söyleyecektim, ölmeyi seçtim.

"Bilmiyorum." dedim. Bir kez daha kapattım gözlerimi, gözlerine bakmadan.

"Aylardır, size olan hislerimi ona duyuyormuşumcasına kandırıyorum kendimi."

Gözyaşlarım yer çekimine karşı durmadı, usulca süzüldü yanaklarımdan. Başım ağrıyordu, iliklerime dek ağrılardan oluşuyor gibiydim.

"Yugyeom söyleyip duruyordu, gerçek olduğunu da içten içe biliyordum ama vicdanımın yükünü öyle kaldıramadım, kaldıramıyorum ki hâlâ, boynumda o yükün izini taşıyorum. Taşıyacağım da ömrümün sonuna dek."

Boynuma çıktı ellerim. Kabuğu kalkmış, neredeyse kabarmış yaranın üzerinde dolaştırdım parmaklarımı.

"Nasıl oldu, bilmiyorum."

Öleyazdım.

"Nasıl oldu, ne zaman oldu."

Öldüm belki de. Mahvoldum içten içe.

""Herkesten kaç, her şeyden, benden bile ama saklanma asla." Belki de "Değişmeni istemiyorum." Belki, "Arkandayım, Jeon." Belki hiçbiri değil. Belki söylediğiniz hiçbir şey değil. Belki sadece gözleriniz, belki sadece elleriniz. Belki bir gülümsemeniz. Belki şu yardımseverliğiniz."

Bir hıçkırık firar etti dudaklarımdan, vicdanımın ağırlığı altında ezildim durdum.

"Nasıl oldu bilmiyorum.Nasıl oldu, ne zaman oldu, kendimi nasıl alıkoyamadım, nasıl hakim olamadım olmak istediğimin aksine, hiçbir fikrim yok."

Söylemenin eşiğinde durdum.

"Bay Kim."

Gözlerimi açtım, saf bir şaşkınlıkla parıldayan o güzellerin de güzeli, kehribar gözlerine baktım.

Savaşı kaybettim.

"Ben sahiden, kaybedeceğim bir savaşa girdim ve sallıyorum beyaz bayrağı."

Yutkundu, o kehribar gözleri güz esintisinde bir yaprak gibi titriyordu.

"Bir şey söyleyecektin. Kendini durdurdun. Söyle."

Reddettim.

"Hayır."

"Jeongguk." dedi yalvarır gibi. "Söyle."

"Hayır."

Yutkundu.

"923." dedi. Soluklanamadım. Güz ekinoksu, dedim içimden, geceler daha uzun seninle.

"Nasıl seslendiğinizin hiçbir önemi yok."

Gözleri kırılıverdi.

"Yok mu gerçekten?" dedi.

Tam vaktiydi.

"Gittiğimde, olmayacak."

Doğruldu aniden, kaşları çatıldı,

"Jeongguk."

Yutkundum. Sözünü kestim.

"Yakında mezun oluyorum. Koskoca seneler geçirdim sizinle. Bunun için teşekkür ederim."

İfadesi düzelmedi, gözleri neredeyse endişeli diyebileceğim bir ifadeyle bakıyordu gözlerime.

"Nereye gideceksin?"

Yutkundum. İçimde tarifi imkânsız bir yangın alevi vardı da sönmüyordu sanki bir türlü.

"İtalya'ya, kalan ailemin yanında yaşayacağım. Bir büro açacağım, yepyeni bir hayat kuracağım kendime. Bu ülkede kaybettiklerimin haddi, hesabı yok."

Bir süre bir şey demeyecekmiş gibi, durdu.

"Hiçbir şey kazanmadın mı?" dedi, sonra. Soluklanamadım. Huzursuzluk ele geçirdi tüm bedenimi.

"Kazandıklarım, kaybettiklerime değmez."

Yutkundu, kırıldı gözleri, omzuma bir yük yükleyeceğini bakışlarından anladım.

"O gün geldiğinde, seni uğurlamama izin ver."

"Gitme." demedi, "Vedasız gitme." dedi hiç dillenmemiş sözleriyle. "Vedasız gitme. Vedasız gideni bir gün döner sanıyor insan."

Soluklarım dahi yaktı canımı. Gülümsedim. Öyle bir gülümseyişti ki bu iğnelere dönüştü sanki yüzümdeki her bir mimik, battı içime. Kanadım durdum.

"Söz veriyorum, o gün geldiğinde beni yolcu etmenize izin vereceğim. Belki," Ne yaptığımın farkına dahi varamadan, dudaklarına ilişti parmaklarım. Bulunduğum yeri unuttum. Mahvoldum. "belki gitmeden, bir hoşçakal öpücüğü alırım sizden."

Gülümsemeye zorladım kendimi, bu zorbalık canımı yaktı da yaktı. Dayanamayacağımın farkına vardığımda çekildim, lale soğanlarını unuttum, gitmek için hazırlandım.

"Jeongguk." dedi, ellerimi bırakmadı. Yutkunamadım.

"Üşümeyin, Bay Kim." dedim. "Elleriniz hep soğuk."

Beklemedi. "Isıt." dedi. Dayanamadım.

"Farklı bir dünyada, eminim ısıtıyorumdur ama bu dünyada, biz çok yanlış zamanların insanlarıyız."

Gülümsemeyi kesmedim.

"Hoşça kal." dedi, o an gidiyormuşum gibi. Nasıl bir histi, bilemedim, bir his vardı içimde. Sanki kayıplar bahçesinde boşluğa bakan eşine söylüyordu bu cümleleri. Yutkundum. Bay Kim'in geçmişi ilk defa kıskançlık hissiyle canımı yaktı. Onu Anne'e benzettiğimde nasıl hissettiğini de öyle anladım. Yutkundum. Hissettiğim duygu karmaşası, ani duygu değişimleri öyle bir vurdu ki yüzüme nefes alamadım. Hastalıklı zihnim kontrolü ele geçirdi, tüm özgüvensizliğim ve endişelerimle kalakaldım. Üzerime kara bir bulut çöktü.

"Şimdilik." dedim. Gülümsedim, hızlı adımlarla uzaklaştım yanından, ardımdan bakakaldı. Peşimden gelmedi.

"Gitme." diyecek olsa ona sinirleneceğimi biliyordum, bencil bir adam olursa ona sinirleneceğimi biliyordum lakin o an da "Gitme." demediği için kavruluyordum. Tenim yanıyordu. Bay Kim bana "Gitme." değil, "Hoşçakal." diyebildiği için deliriyordum. Beni, daha önce söyleyemediği cümleleri dillendirebileceği bir ayna olarak görüyor olması fikri dahi aklımı kaçırmama yetiyordu. Öfkeden önümü göremiyordum.

Ağladığımın farkına ise hava karardığı vakit, yurt odamın dışında hayretle yüzüme bakan Jaehyun sayesinde vardım.

"Jaehyun." dedim, yüzümü sildim, yutkundum. "Benim içkiye ihtiyacım var."

Dışarı çıkıp, bir şişe şarapla dönmesi uzun sürmedi. Jaehyun öyle bir arkadaştı ki hiç sorgulamaz, beni daha iyi hissettirecek ne varsa yapıverirdi.

"Şarap almışsın." dedim, geldiğinde. Sesim az evvel ağlamamdan ötürü tuhaf geliyordu. Ceketini çıkarıp yatağına fırlatırken bir baktı bana.

"Benim doğum günüm 14 Şubat. Başka ne içebilirim ki hayatım boyunca?"

Gülümsedim. Hızla dolabının altında duran kadehleri çıkardım. Bir ona, bir bana doldurdum.

"Neden yarıya dek dolduruyoruz bunu hep?" dedi, Jaehyun bir yudum alırken.

"Kadehin buharlaşma yüzeyi, yükseltisi, büyüklüğü, ağız genişliği, kısaca her türlü özelliği etkiliyor şarabın tadını, dokusunu ve kokusunu. Kadehe ne kadar doldurulduğu da sıcaklığını falan etkiliyor."

Kaşlarını çattı kavrayamamış gibi.

"Ama tam doldurdun kadehi."

Omuz silktim, kadehi bitirdim.

"Ben şarap gurmesi, şarapsever, tadımcı falan değilim. Sarhoş olmak için içiyorum şu anda. Tadı umurumda değil."

Derin bir nefes aldı, başına vurdu.

"Ucuz alsaydım bari, deseydin de."

Güldüm. Tasasızca. Alkol kanıma karışmasa da fikrimde karıştı. Rahatladım.

"Sarhoş olmak istemeni tuhaf karşılıyorum." dedi Jaehyun, bir süre sonra.

"Neden?" dedim, ikinci kadehimi devirirken.

"Eylemlerin üzerindeki bilincini kaybetmenin acziyet olduğunu söylediğini hatırlıyorum." dedi, başımla onayladım.

"Hâlâ öyle düşünüyorum. Bendeki bir acizlik özlemi."

Yüzümü izledi. Herhangi bir şey düşünmeyi reddettim.

"Şarapçı oldun başıma, öyle mi?"

Bir ıslık çaldım.

"Varlığımın başından beri şarapçıymışım ben. Nasıl sakinleştirdi bu illet beni olduğum yerde, baksana."

Jaehyun aniden ciddileşti, yüzüme baktı.

"Uyuşturucu attım içine. Ondandır o."

Ayaklanıverdim aniden, ayağım takıldı lakin düşmedim.

"Jaehyun ne diyorsun ulan!"

Güldü, ciddileşti sonra bir daha.

"Şaka."

Aklımı yitirdim, tekrar yayıldım, nefes aldım.

"Bok gibi şaka affedersin."

Jaehyun kirpiklerini kırpıştırdı birkaç defa.

"İçince ağzın bozuluyor." dedi, onayladım.

"Sarhoş olmak için içince hem daha çabuk sarhoş oluyorum hem de ağzım bozuluyor."

Kaşlarını çattı, yüzünü buruşturdu muzipçe.

"Sarhoşken bile çıkarım yapman saçmalığını nasıl açıklayacaksın bana?"

Omuz silktim.

"Açıklamayacağım."

Güldü.

"İyi." Bir süre düşündü. "Psikoloji dünyanın en zor bölümüdür, de şimdi."

"Güldüm gerçekten."

Onaylamaz bir ses çıkardı.

"Vefa yoksunu İtalyan."

Doğruldum hızla.

"Ne alakası var atalarımla şimdi bu dediğinin?"

Yüzünü buruşturdu bir kez daha muzipçe.

"Ne bileyim ben Jeongguk ya. Altı üstü İtalyan olarak hitap etmek istedim sana. Bunun da mı duyarını kasacaksın şimdi?"

Alınmış gibi yaptım.

"Jaehyun bittin sen."

"Bitir ne olur."

"Bittin sen. Duyar kasmakmış. Uykunda boğuldun, haberin olsun şimdiden."

"Hukukçu değil misin sen? Ölümle tehdit ettin beni."

Çenemi kaldırdım, gözlerine baktım.

"Hukukçuyum ben. Sence seni ölümle tehdit edecek kadar salak mıyım?"

Kaşlarını çattı.

"Ettin ama."

Ellerimi ağzıma siper ettim inanamıyormuşçasına.

"Yok artık Jaehyun. İftiranın da böylesi."

"Jeongguk ettin ama."

Az evvel çıkardığı o onaylamaz sesin aynısını çıkarıverdim.

"Bak hâlâ. Hangi hukukçu tehdit etmiş birilerini ölümle bugüne dek? Kim inanır böyle şeye? Mantıklı bir iftira bul bari."

Gözlerime bakakaldı, güldüm.

"Ulan Jeongguk sen beni öldürür bir de cesedime ceza yüklersin "kendi cinayetinin failidir" diye. Çok tehlikelisin sen. İnanamıyorum sana."

Bir süre kahkaha attık beraber, dakikalarca. Sonra sesler dindi, Jaehyun'la yüz yüze düştük.

"Teşekkür ederim." dedim. Düşünmeye başladım. Jaehyun'un yüzü düştü, yutkundu.

"Etme. Sevmiyorum teşekkür etmeni. Keyfimden yanındaymışım hissi veriyor."

Başını çevirip, yüzünü benden gizlediğinde konuşmadım. Bir süre o da konuşmayacak sandım lakin beni şaşırttı, devam etti.

"Jeongguk. Ben senin yanındayım çünkü arkadaşınım. Çoğu zaman ne yapacağımı bilmiyorum, birilerinden yardım istiyorum çünkü sen en çok da branşım yüzünden itiyorsun beni kendinden böyle zamanlarda."

Jaehyun, ne kadar uzaklaştırsam da kendimi ve hüznümü ondan, biliyordu. Hep biliyordu.

"Hislerin, zihnin bilinmesin istiyorsun. Eğer sende "yanlış" bir şeyler varsa, bunun görülmesinden ve yalnız kalmaktan korkuyorsun. Ama en çok da yalnız kalmamaktan korkuyorsun çünkü fikrine göre çevrendekilere hüznünle zarar veriyorsun."

Yutkunamadım, konuşamadım. Ağlamak istedim, ağlayamadım.

"Konuşmak istemiyorsun. Sen böyle dağılmak, beni güldürmek istiyorsun, beni hüznünden uzaklaştırıyorsun ama Jeongguk, ben böyle yapmanı istemiyorum."

Ayaklandı, önümde durdu, gözlerime baktı yalvarır gibi.

"Ben hüzünlü olduğunda beni zihninden uzağa itmeni sevmiyorum. Sorun yokmuş gibi, gülümsemek senin için kolaymış gibi davranmanı da sevmiyorum."

Yutkundu, konuşmadan önce düşündü. Konuşmaya karar verdi sonra.

"Sırf Anne senin hüznünü görmeyi sevmedi diye, her düştüğünde yaralarını gizlemene gerek yok."

Gözlerini kapattı söylediklerinin farkına vardığında.

"Konuşmaya ihtiyacın olduğunda konuş, konuşabil, susma. Ben senin kişisel alanına saygı duymaya çalışıyorum ama çakırkeyif olduğumdan bugün susamadım."

Başını çevirip, tekrar yerine gittiğinde yaşadıklarımın şokunu atmaya çabaladım üstümden.

"Susamadığım için özür dilerim. Eğer bu konuşma yaşanmamış gibi davranmak istersen yapabilirsin. Seni zorlamam. Ben de hiçbir şey görmüyormuş gibi davranmaya devam edebilirim."

Sırtını döndü, bağdaş kurdu, oturdu yere. Gözlerime bakamadığından, sesindeki tondan anladım ağladığını. Nefeslenemedim.

"Gün geçtikçe seni yitiririm ama bu senin seçimin olduğundan, senden başka kimse seni kurtaramayacağından, bildiklerim ve gözlemlediklerimle yalnız kalarak kendi kafamda kendi fikrimi kemiririm."

Sustuğunda, öylece bakakaldım Jaehyun'un düşük omuzlarına. Ağırdı, omuzlarına bir ağırlık koyuyordum Jaehyun'un. Ben bencil olmamak istedikçe bencilleşiyor, kendimi çektikçe üzüyordum birilerini.

Bir süre öyle kaldık, odada bozulmayacakmış gibi hissettiren bir sessizlik dolaştı. Bu sessizliği bozan, tıklatılan kapı oldu. Jaehyun korkuyla ayaklandı, hızla yüzüme baktı. Gözleri kızarmıştı.

"Sakla kadehle şişeyi." dedi.

"Hayır." dedim, kesinkes bir tavırla.

"Ne?" dedi, sessiz bir çığlıkla. Sakince açıkladım:

"Hukukçuyum ben. Kurala aykırı bir şey yaptıysam üzerini örtemem, cezam ne ise çekerim."

İnanamıyormuşçasına baktı yüzüme.

"Ulan sarhoşken de mi böylesin!"

Yutkundum.

"Jaehyun aç kapıyı, kim ise yüzleşelim."

Jaehyun başını salladı defalarca, inanamıyormuş gibi.

"Doğrucu Davut, sokakta kalacağız senin yüzünden."

Söylenerek açtı kapıyı. Kapıdakini gördüğü gibi yüzü beyazladı, yutkundum.

Bir ses "Jeongguk." dedi, sesini tanıdım. Sesini her daim, nerede olsam tanırdım. Yutkundum. Hızla ayaklandım, başım döndü, gözlerim karardı, olduğum yere tekrar düşecek gibi olsam da dengemi buldum, kapıya ulaştım.

Oradaydı. Darmadağındı. Boynundaki kravatı gevşemiş, saçları karmakarışık olmuştu. Kıyafetleri kırışmıştı, gözleri sabah gördüğüm gibi, kızıldı.

"Gitme."

Ne kapının yanında yüzünde dumura uğramış bir ifadeyle dikilen Jaehyun'u umursadı ne de bir belletmen olmasına rağmen yatağımdaki alkol şişesini. Tasası, yarını yokmuşçasına, "Jeongguk." dedi. "Gitme."

Olduğum yerde, ne yapacağımı bilemez hâlde dikiliyorken, Jaehyun birkaç kez etrafına baktı, köşedeki ceketini ve cüzdanını aldı hemen sonra.

"Ben bir arkadaşımda kalacağım zaten bu gece." dedi, Bay Kim'in yanından sıyrıldığı gibi kayboldu gözden. Bir başımıza kalakaldık.

Başını eğdi, o nazik, güzeller güzeli gözleriyle baktı gözlerime. Yalvarırcasına.

"Jeongguk." deyiverdi bir kez daha, adımı dillendirdikçe öldüm sandım. "Gitme. Beni terk etme. Benden uzaklaşma. Beni kendimle bir başıma bırakma."

İçeri buyur etti kendini, kapıyı kapattım ardından. Yurt odamın tam ortasında, o darmadağın hâliyle duruyorken öyle hayatımdan, öyle içimden, öyle benden bir parça gibi, evimden biri gibi görünüyordu ki göğsüme binen ağırlığı anlatamadım. Bay Kim orada, senelerimi geçirdiğim bir noktada öylece duruyordu ve ben onu ilk defa orada görüyor olmama rağmen senelerdir o noktada birlikte duruyormuşuz hissine kapılıyordum. Bay Kim evimden, benden biriydi. Bay Kim artık sahip olmadığım aileydi.

"Jeongguk, adını bir ömür söyleyecek kadar bağlandım sana, kesme aramızdaki bu köprünün ipini."

Fark ettiklerimin ağırlığı, doğal bir afet misali yüzüme aniden, art arda öylesine çarptı ki tepki veremedim.

"Gitme. Gitme, beni kendimle bırakma. Ne olur."

Açık pencereden giren rüzgârın şarkısı saçlarını buldu, o kızıl-kahve bukleleri uçuştukça göğsümden fırlayacakmışçasına çırpınan kuşuma söz geçiremedim. Gözlerine baktım, uzunca. Öylece.

Tüm hislerim yüzüme vurdu, yanıyordum. Belki sarhoşluğun verdiği o deli cesaretiydi, bilemedim. Yaklaştım, hızla, avuçlarım arasına aldım yüzünü, gözlerine baktım öylece. Paramparçaydı, Bay Kim.

Usulca bir buse bıraktım dudaklarına. Göğsüm titriyordu, ellerim. Akıl almaz bir cesaretle doluydum.

Geri çekildiğimde gözlerime baktı, gülümsedi, kırıkları ruhuma battı, kanadım da kanadım.

"Anlamıyorum." dedi, gözlerine baktım. Yutkundu, zorlukla. "Anlamıyorum." dedi, bir kez daha. Soluk soluğa kaldım.

"Dudaklarını, o kor ağzının sıcaklığını bu kadar çabuk özlüyor olmam önünde aciz olduğumun bir kanıtı mıdır?"

Kollarımı boynuna doladım, göğsüm göğsünden destek aldı, elleri belimi sardı. Defalarca, uzun uzun öptüm onu.

"Bay Kim." dedim, sıcacık yanağım yanağında konakladığı vakit.

"923." deyiverdi. Kıkırdadım. Geri çekildim, gözlerine baktım, gözlerime baktı, eğildi, uzunca öptü beni. Saçlarında dolaştı ellerim, saçlarını nasıl seviyordum.

Dudaklarını öpmeyi bırakmadan, onu yatağıma yönlendirdim. Birkaç kez takıldık, güldüm. Kucağına düşüverip, yüzünün her noktasına buselerimi bırakmaya başladığım vakit çekildi. Saçlarımı yüzümden uzaklaştırdı, yutkundu. Dudakları kızarmıştı gözleri gibi. Nasıl da güzeldi Bay Kim.

"Yapamam." dedi, dillenmemiş isteğimi reddederek. Gözlerine baktım.

"Ne olur." dedim, dudaklarına ilişmeye çabalarken. Gülümseyiverdi. Dudaklarının kıvrımına saklanmış aşktan bir tutam çaldım.

Kendime itirafımı o gün, o an yaptım.

"Benden reddetme özelliğimi nasıl çaldın, gizledin kendine, küçük? Aklım ermiyor, yeminler olsun. Yeminler olsun ki."

Parmaklarım yüzünü buldu, yanağını okşadı.

"Lütfen." dedim, sesim ona karşı ilk defa o kadar yumuşaktı. Yutkundu.

"Jeongguk." dedi, uyarır gibi. Gülümsedim.

"Bay Kim." dedim, göğsümde açtırdığı tüm çiçekleri sesime yansıtarak. Şaşırdı; o uysal, tasasız, âdeta yarınsız hâlime çok şaşırdı. Sonra gülümsedi.

"Adımı söyle, defalarca söyle."

Başımı dik tutmaktan yoruldum, uyku çöktü üzerime, Bay Kim'in göğsüne yayılıverdim.

"Parçam." deyiverdi, öleyazdım. "Jeongguk. Bir parçamsın sen benim."

Tüm varlığım bundan ibaretti, işte. Koskoca bir ömür yaşadığım her acı, hissettiğim her ağrı beni bu ana, Bay Kim'in göğsünde sığındığım ve evime bir çatı bulabildiğim o noktaya getirmek içindi âdeta. Ben koskoca bir ömrü, onun göğsünde ve gölgesinde küçücük ve savunmasız hissedip, bundan nefret etmemeyi öğrenebilmek için yaşamış sayıyordum kendimi. Buna ihtiyacım vardı.

"Diğer yarım, küçücüğüm, hevesim, çocukluğum."

Saçlarımın arasında dudaklarını, nefesini hissettim. Parmakları sırtımda daireler çiziyor, beni yatıştırıyordu. Onunla uyuyakalıyordum.

Onunla kalıyordum.

"Sen beni terk etme ki ben yaşayabileyim."

Fısıldadı, saçlarımla oynadı.

"Taehyung." dedim, kendimde bulduğum son güçle. "Taehyung. Taehyung. Taehyung..."

Derin bir nefes aldı, göğsünün kulağımın altında genişlediğini ve daraldığını duydum. Yutkundu, parmakları saçlarımda dolandı.

Sonra,"Jeongguk." dedi. Ses tonundan, önemli bir şey söyleyeceğini kavradım. Sussun istemedim. Dinledim. "Beni terk etme."

Nefeslendi bir kez daha. Soluğu soluğuma katıldı, bir oldum yaşamıyla.

"Sen beni terk etme ki "aşk"a bir defa daha, bu kez son defa olmak üzere, bir isim verebileyim."

Başka bir vakit olsa, öleyazdım, demekten çekinmezdim lakin o gece, orada, tüm o hislerin ortasında kalakalmışken, öleyazdım, diyemedim.

Ben belki de ilk defa, yaşamak nedir o gün bildim.

Continue Reading

You'll Also Like

643K 70.1K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
57.3K 2.9K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
812K 78.9K 35
endişelenmeyin bay kim, bayan kim sizi seviyor. #1vkook 15.04.23
370K 34K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...