NOKSAN | ✓

By celestial_bones

404K 15.1K 2.6K

O, bir kraliçeydi; hayran kaldığım ancak asla ulaşamadığım. Güzeller güzeli, fakat acımasız olan, beni gidişi... More

[ Bölüm Bir: Kâğıtlar]
[ Bölüm İki: Paranoyak ]
[ Bölüm Üç: Aslan ]
[ Bölüm Dört: Hız ]
[ Bölüm Beş: Tesadüf ]
[ Bölüm Altı: Güller ]
[ Bölüm Yedi: Zebani ]
[ Bölüm Sekiz: Rubik Küp ]
[ Bölüm Dokuz: Alevler ]
[ Bölüm On Bir: Düş ]
[ Bölüm On İki: Salıncak ]
[ Bölüm On Üç: Sitrin ]
[ Bölüm On Dört: Karanlık ]
[ Bölüm On Beş: Bulutlar ]
[ Bölüm On Altı: Düşman ]
[ Bölüm On Yedi: Kibir ]
[ Bölüm On Sekiz: Bay Resmiyet ]
[ Bölüm On Dokuz: Yapmacık ]
[ Bölüm Yirmi: Kural Tanımaz ]
[ Bölüm Yirmi Bir: Küçük Kalp ]
[ Bölüm Yirmi İki: Gerçekdışı ]
[ Bölüm Yirmi Üç: Pembe Dizi ]
[ Bölüm Yirmi Dört: Kireç ]
[ Bölüm Yirmi Beş: Minnettar ]
[ Bölüm Yirmi Altı: Bilmece ]
[ Bölüm Yirmi Yedi: Şenlik ]
[ Bölüm Yirmi Sekiz: Paha Biçilmez ]
[ Bölüm Yirmi Dokuz: Yoldaş ]
[ Bölüm Otuz: Söz ]
[ Bölüm Otuz Bir: Büyü ]
[ Bölüm Otuz İki: Baskı ]
[ Bölüm Otuz Üç: Gazap ]
[ Bölüm Otuz Dört: Strateji ]
[ Bölüm Otuz Beş: Büyük Gün ]
[ Bölüm Otuz Altı: Cevher ]
[ Bölüm Otuz Yedi: Panik ]
[ Bölüm Otuz Sekiz: İyi ]
[ Bölüm Otuz Dokuz: Çilek ]
[ Bölüm Kırk: Teklif ]
[ Bölüm Kırk Bir: Takdire Şayan ]
[ Bölüm Kırk İki: Şehrin Soytarısı ]
[ Bölüm Kırk Üç: Kist ]
[ Bölüm Kırk Dört: Şehrin Prensesi ]
[ Bölüm Kırk Beş: Soysuz ]
[ Bölüm Kırk Altı: Affedilmez ]
[ Bölüm Kırk Yedi: Başkaldırı ]
[[FİNAL] Bölüm Kırk Sekiz: Cadı Avı ]
[ YAZARDAN FİNAL NOTU ve İKİNCİ HİKÂYE BİLDİRİSİ ]
[ Şarkı Listesi ]

[ Bölüm On: Yabancı ]

11.4K 500 60
By celestial_bones

Noksan şu ana kadar onuncu bölüme kadar gelebildiğim tek hikâye... Benim için anlamı büyük. Umarım bölümü beğenirsiniz! Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz.

Multimedya: Doğu. 

Şarkı: When You Break- Bear's Den

[ Bölüm On: Yabancı ] 

Görevliler yaka kartının icadını duymamış olmalıydı, çünkü halen önümde dikilen ve bana sorgulayıcı gözlerle bakan polislerin adlarından bir haberdim, dolayısıyla bende ikisine takma isim koymaya karar verdim: Birine "Ela Göz", diğerine ise "Siyah Bıyık" isimlerini taktım. Yaratıcılığımın sınırlarını tam arkamda yer alan ve etrafa kasvet yayan kül evimle ancak bu kadar zorlayabiliyordum.

"Evi sizin yaktığınız doğru mu?" diye soruyordu karşımdaki Ela Göz.

Bunun doğru olmadığını bildiğim halde anneme baktıkça suçu üzerime almam gerektiğini anlıyordum.

Başımı sallayarak "A-ama sadece bir kazaydı," diyebildim. Yapmadığım bir şeyi yapmış gibi gözükmem bile sesimin titrek çıkmasının başlıca sebebiydi.

"Nasıl oldu bu kaza?" diye sordu yanındaki Siyah Bıyık. Ela Göz'ün aksine daha katı davranıyor, beni hapse tıkmak istercesine elinde tuttuğu not defterine bir şeyler karalıyordu.

"Mutfaktaydık, yemek yapıyordum," dedim yutkunarak. İki polisin gözlerinin içine baka baka yalan söylemek, bir kukla gibi hissettiriyordu beni; ellerimin ve ayaklarımın üzerindeki ipleri gözlerimi kıssam görebilir, beni yöneten kişiye bakmam için küçük bir hareketle başımı yukarı kaldırıp annemin yüzündeki sırıtmanın dehşetini yaşayabilirdim.

Ellerimin titremesini durdurmak için parmaklarımı ovuştururken "Yemek yapıyordum ve..." dedim ama devamını getiremedim. Gözlerimi bana yeni verdikleri ucuz spor ayakkabılara diktim, sonra derin bir nefes alarak annem duysa gururlanacağı cümleyi kafamda toparladım. 

"Mutfaktaydık annemle. Yemek yapıyordum, yanımda defterim vardı. Defter bir anda ocağa değerek alev aldı ve bizde panik yaptık. Sonra bir bakmışız, mutfağımız alev alıyor." 

Siyah Bıyık yüzümün her karesini incelemek istiyormuş gibi suratıma büyük bir dikkatle baktı, ama Ela Göz konuşmaya başlayınca siyah gözleri yine karalanmış defter kâğıdına döndü.

"Bu durumda..." diye derin bir nefes aldı Ela Göz. "Sigorta evin hasarını ödeyerek evin inşasına yeniden başlar; kulağa bir suçlamadan çok bir kazaya benziyor, sonuçta kasıtlı olarak yapılmış bir şey değil, fakat anneniz tamamen sizin suçunuz olduğunu söyledi. Bu, kafamı karıştırmıyor değil."

Bir cevap bekliyor olduğunu fark edince "Ya şey... Annemin dediğini yapmak yerine yanlış bir harekette bulununca defter alev aldı, yoksa öyle bir şey demezdi," dedim.

Ela Göz onaylarcasına başını salladı, cevabımın onu tatmin edip etmediğini anlamak mümkün değildi, ama sonunda "Konuştuğunuz için teşekkürler," gibisinden bir şeyler mırıldanıp yanımdan ayrıldı, Siyah Bıyık da onun peşinden gitti.

Bahçedeki çınar ağacının dibine oturdum, burnumun içine dolan kül ve yanık kokusu, hissettiklerimle birleşince sadece alev renginden ve sivri kayalıklardan oluşan bir cehennem modeline düştüğümü hissettiriyordu. Fakat artık siyah ve gri renklerinden oluşan evimin bahçesinde yanımda duran bir tek bu ağaç vardı; zira kimse benle ilgilenmiyor, bir kelime bile etmiyordu.

Alnımın üzerinde büyük harflerle yazan "SUÇLU" damgası, çevremdeki herkesin ben hariç her türlü şeyle ilgilenmesine yol açmıştı; üç dakika önce bana destek olmaya çalışan komşular, yaptığım zannettikleri şeyleri öğrendikten kısa süre sonra bana ters ters bakmaya başlamış, adımlarını geriye çevirmişlerdi. Kardeşim Enver bile yangının benim çıkardığıma ikna olmuş, bana artık 'ateş bükücü' gözüyle davranmaya yönelmişti fakat bu, hayranlık yüklü sevgi bakışları veya hareketlerinden oluşmuyordu. Daha çok, sarayındaki bir şeyleri aşıran sakar bir soytarıya bakıyor gibiydi; hem kibir ve alaycılık yüklü hem de kaybettikleri yüzünden öfkeli. 

Muhtemelen hiçbir şekilde rastlamayacağım Doğu adındaki daima neşeli kızla tanışıp kolumu bandajladıktan sonra yolu zor da olsa bulabilmiş ve artık şekli olmayan evime dönmüştüm. Bahçede beni bekleyen görevliler koluma dikiş atmıştı, halen o kolumu kıpırdatınca acıyordu, bu nedenle sağlam elimle cebimdeki kâğıtları çıkardım. 

Eşyalarımı, eşyalarımızı kurtaramamış olabilirdim fakat cebimde duran kâğıtlar, bir şekilde avucumun içerisinde duruyordu. Ancak kâğıtlar o kadar buruşmuştu ki artık okunmayacak hale gelmişti. Kurşun kalemle yazılmış olan kelimeleri neredeyse hiç anlayamıyordum fakat etrafımdakileri önemsemeden dikkatimi toplarsam anlayabileceğime inanarak okumaya başladım.

"Kimsenin beni sevmemesi normal bir durum mu? Bana yapmacık gülümsemeler göndermeleri kabul edilebilir mi?" yazıyordu yarısını ancak kopartabildiğim birinci sayfanın sonunda. Arka sayfayı çevirdim, ne yazık ki onun sonunda sadece bir cümle vardı: "Hayattan, nefes almaktan, bu dünyada gereksiz yere yer kaplamaktan nefret ediyorum."

Başka bir yaprağa geçtim. Yarısını koparabildiğim bu yaprakta artık silik görünen kurşun kalem topluluğundan başka bir şey yoktu, sayfadan bir şey anlamadığımdan arkasını çevirdim.

Arka sayfada, "Antarktika kıtasının ortasında, hiç olmayan ve belki de hiç var olmayacak bir bitki gibiyim. Köklerim yok, olduğum yere bağlanamıyorum. Geçen her saniye boyunca gitmek istiyorum. Vücudum, yapraklarım... Hiçbir şey yok. Dallarım olsaydı belki de tutunabilecek biri de bulurdum. Dertlerimi anlatabileceğim, sığınabileceğim biri..." yazıyordu. Aradaki birkaç cümleyi okuyamıyordum, silinmiş gibilerdi. Ama sonra sayfanın en altında yazan kelimeleri fark ettim: "Her zaman noksanım çünkü daha önce hiç var olmadım, olmayacağım. Daima orada noksan olarak kalacağım."

Elimdeki kâğıtların sonuna gelmiştim; daha fazla okuyacak bir şey kalmamıştı. Buna rağmen derin bir rahatsızlığın içerisine düşmüştüm; hiç tanımadığım birinin özeline girmiş, düşüncelerinin vuruculuğu karşısında kalakalmıştım. Çünkü benziyordu hisleri benim duyumsadığım hislere; ait olmadığını, yabancı kaldığını ve dünyadan soyutladığını özümsüyordu o da.

Tıpkı okuduğum sözlerin sahibi gibi ben de noksandım; kendi ördüğüm düşüncelerim arasından görüyordum dünyayı ve belki de nefret ediyordum kendimden, yaşadığım şehirden. Ancak Belen Erberk'ten, bütün bu sözlerin sahibinden farklı olarak ben, çınar ağacının geniz yakan kokusunun altında otururken gerçekliğin tam ortasında bulunuyordum; elimdeki kâğıtlar geçmişten koparılmış iki üç derin çizikti ve kimse, ama kimse beni buradan, bu somut noktadan kurtaramazdı.

Yorgun bir erkek sesi düşüncelerimi yararak kulaklarıma ulaştığında irkildim ve üstümde dikilmiş olan babama baktım. Sanki bir günde on yaş daha yaşlanmıştı ve onun yüzüne baktıkça bunların hepsinin benim yaptığını düşündüğünü çözebiliyordum. Düpedüz her şeyi anlatmak için ağzımdaki mührü kırmak isterdim, ancak sessiz kalmayı tercih ettim.

"Ecrin, sigorta her şeyi halledecekmiş ama o zamana kadar büyükbabanın evinde kalmak zorundayız," dediğinde hala onun suratını incelemekle meşguldüm.

Başımı sallayarak babamı onayladım ve okul eteğimin içine kâğıtları tıkıştırıp yerimden kalktım. Titrek ve kısık sesimle, "Ne zaman gidiyoruz?" diye sordum, bir yandan da babamın babasının evinin nasıl bir halde olduğunu düşünüyordum. 

"Arabaya geç, on dakikaya geleceğim," dedikten sonra yanımdan ayrıldı.

Arabaya doğru yol aldım, kapıyı açıp içeri girdiğimde arka koltuktaki Enver'in yanına geçtim. Annem ön koltukta gözlerini kapatmış dinlenmeye çalışıyor gibi gözükürken Enver rahatsız edici bakışlarını üzerimden ayırmıyordu.

Emniyet kemerini bağladıktan sonra erkek kardeşim öfkesine hâkim olamayarak konuşmaya başladı. "Kitaplarım, telefonum ve kıyafetlerim yandı. Senin yüzünden hem de! Ne giydiğime bir baksana! Dandik okul üniformasına mahkûm olacağım ömür boyu!"

İç çektim ve dediklerine karşı hiçbir şey söylememe kararı aldım. Öfkesini bana dökecek, sonra da içindeki sinir geçip gidecekti fakat bu olayı hiç unutmayacaktı, unutmasını da beklemezdim.

"Şimdi de hiç bilmediğimiz bir eve gidiyoruz! Kim bilir kaç gün o hamam böceklerinin arasında kalacağız!"

O konuştukça ben cevap vermedim, ben cevap vermedikçe de Enver içindekileri birer birer sıraladı. Ne kadar iğrenç bir varlık olduğumdan tuttu, konuyu dün ve ondan önceki günler nerelerde olduğuma bağladı; bense pencereden dışarıya boş gözlerle bakmaya devam ettim.

Enver öfkesini üzerime püskürttükten sonra babam sürücü koltuğuna geçti ve kimsenin bir şey söylemesine izin vermeden hızla arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Büyükbabamın daha önce bahsi bile geçmeyen yoktan var olmuş evine gidiyorduk belli ki.

"Evin içinde eskilerden kalma kıyafetler var, bir süre boyunca onları giyeceksiniz," dedi babam. Ablamın yokluğundan beri ne zaman dördümüz bir araya gelsek ortam ağırlaşır, hepimiz birbirimize suçlamaya başlardık; genelde yalnız Enver konuşmaya yeltenirdi, bugünkü gerginliğin doz aşımına uğramasının bir sebebi varsa o da ev yangınıydı.  

"Ne güzel, şimdi de altmışlardan kalma bol paça saçma pantolonlar giyeceğiz!" diye homurdanmaya başladı Enver.

Babam Enver'i duymazdan gelerek "Evin içi eşyalarla dolu ama evde kimse kalmıyor, bildiğiniz gibi şehir dışında yaşıyorlar... Uzun süre kimse eve uğramadığından suyu, elektriği ayarlamam biraz vakit alabilir," dedi.

"Kitap var mı peki?" diye sordu Enver sinirle.  

"Bilmiyorum," diye cevapladı babam.

"İşte bu mükemmel! Kitap yok, elektrik yok, su yok, internet yok. Ne var peki?" dedi ve babamın ses tonunu taklit ederek "Hippi kıyafetleri!" diye söylendi.

Annem gözleri kapalı ve geriye doğru yaslanmış bir şekilde, "Enver, sus artık!" dedi.

Enver kızgınlıkla derin bir iç çekti ve kollarını birbirine dolayarak camdan dışarı bakmaya başladı. "Telefonum bile içerideydi," dedikten sonra bir daha konuşmadı.

Yol boyunca ikimizde camdan dışarı baktık. Enver muhtemelen kaybettiği kitaplarını düşünürken ben, yarın Oktay'la ne yapacağımı düşünüyordum. Kıyafet deyince aklıma Oktay gelmişti, yarın buluşacaktık ve benim giyecek gerçekten eski püskü kıyafetlerden başka hiçbir şeyim yoktu. Muhtemelen annem Oktay'la buluşmama izin vermezdi çünkü evi tüm gün boyunca silip süpürmemi isteyecekti.

Oktay'a bir şekilde ulaşıp sinemaya gelemeyeceğimi söylemem lazımdı, zaten gitmek istemiyordum. Mehtap ve Amas yüzünden kabul etmiştim; bir bakıma Oktay'ı kendi çıkarlarım için kullanıyordum ve bu bencil davranışım başımın dönmesine neden oluyordu.

Araba birden durunca yol boyunca dalıp gittiğimi fark ettim, oturmaktan ve yorgunluktan bacaklarım uyuşmuştu. Arabadan inince de birkaç dakikalık sendelemeden sonra nereye geldiğimizi görmemle şaşkınlığa düştüm: Doğu'yla tanıştığım yerdi burası.

Doğu'yla aynı apartmanda kalacağımı babamın cebini karıştırıp doğru anahtarı bulmasıyla ve demir parmaklıklarını olan apartman kapısını açmasıyla anladım. Muhtemelen Doğu'nun olan ilk kattaki evi geçtikten sonra buraya ilk geldiğimde içimde oluşan tedirginlik, yanımda ailem olduğu halde yerinde duruyor, merdiven basamaklarını çıktıkça neyle karşılaşacağım konusunda endişelerim ve merakım çoğalıyordu.

Üstelik Doğu gibi bir komşum olacağı gerçeği normalde en sıradan komşuya bile katlanamayan biri olarak beni rahatsız ediyordu. O kız hakkında bir şeyler beni sinir ediyordu ve şimdiden kıza görünmeden bu apartmandan çıkmanın bir yolunu bulmayı düşünüyordum.

Babam uzun süredir kullanılmayan anahtar deliğine paslı gibi görünen anahtarı sokarak iki kez çevirdi, gıcırtıyla kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla bir toz bulutunun dördümüzü kucaklaması, neredeyse ciğerlerimiz parçalanana kadar öksürmemize ve gözlerimizin yaşarmasına sebep oldu fakat yine de evin içerisine girmekten geri durmadık.

Evde ilk fark ettiğim şey salondaki üzeri beyaz bir örtüyle örtülmüş olan küçüklü büyüklü kanepeler oldu, perdelerin olmaması sebebiyle salonda yeni bir atmosfer oluşturmuş toz tabakası sokak lambasının sarı ışığından belli oluyordu. Biraz daha etrafta göz gezdirince ne bir halının ne de bir televizyonun olduğunu fark ettim, galiba hepsi büyükbabamlar tarafından başka bir eve taşınmıştı. Şehir dışında olmak yerine burada kalsalardı her şey daha basit olabilirdi.

Göze çarpan bir diğer şeyse evdeki tüm o gereksiz eşya yığıntısı oluyordu. Şekilli garip bardaklar, içinde tuhaf isimler olan tozlu rehber defterleri, krem rengi eski bir telefon, geneli siyah beyaz olan çerçeveli resimler, babamın "şömine soba takımı" diye adlandırdığı daha önce hiç görmediğim gri bir şey, cam kapaklı içerisinde tabak çanak bulunan birkaç tane dolap ve bir sürü örtü bulunuyordu evde. 

Babam gözlerini Enver ile bana sabitleyerek bir süredir kullanmadığı emir veren ses tonunu ortaya çıkardı, üstümüze görevler yığmaya başladı. "Ben su ve elektrikle ilgilenirken Ecrin sen," dedi ve cebindeki parayı avucuma bıraktı, konuşmasına devam etti. "Markete gidip temizlik malzemeleri alacaksın. Enver sen ise benimle beraber aşağı kata geleceksin."

Tam marketin yerini soracakken Enver öfkeli bir sesle "Aşağı kat mı? Bir de bu evin aşağısı mı var?" dedi. "Tuvalet deliğinin içinden geçeceksek bilesin, ben gelmiyorum."

Babam Enver'in dediklerine karşı sinirlenmiş olmalı ki dişlerini sıkarak "Bodrum katından bahsediyordum," diye yanıtladı.

Enver'in yüzü bir anda yeşile döndü ve "Ama..." diye yutkundu. "Orası karanlık!"  

"Başlatma karanlığına! Yürü, gidiyoruz!" dedi babam ve ani bir hareketle Enver'i kolundan tuttuğu gibi kapıyı kapamadan evden çıktı; aşağı inerken attığı sert adımlar kulağıma kadar geliyordu.

Marketin yerini soracaktım fakat babam çoktan bodrum katına tıpkı benim gibi karanlık korkusu olan Enver'le beraber gitmiş, beni daha örtüsünü bile kaldırmadığı kanepede uyuya kalan annemle baş başa bırakmıştı. Annemle de uğraşmak istemediğimden kapıyı nazikçe arkamdan çekerek kapadım ve merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

İçimde hala o, buraya alışamadığımı belli eden yabancılık hissi varken sonbahar soğuğunun ve çalışan sokak lambasının cızırtısıyla dolu olan sokağa ayak bastım. Hangi yöne gitmem gerektiğini düşünüyorken alaylı bir kız sesi duymamla etrafıma bakınmayı kestim ve parmaklıklarla kaplı pencereye çevirdim bakışlarımı.

"Sana 'sonra görüşürüz' derken gerçekten sonra görüşeceğimizi düşünmüyordum," dedi Doğu. Daha birkaç saat önce gördüğüm halinde hiçbir değişiklik olmamış gibi yine elini çenesine dayamış, beni süzmekle meşguldü kız.

Neredeyse duyulmayan bir sesle "Aynen," diye mırıldandım.

"Beni özlediğini varsayıyorum," dedi hem beklenti hem de şaka dolu bir ifadeyle.

Üşüdüğümü hissederek üzerimdekilere daha sıkı tutundum. "Öyle diyorsan öyledir," dedim önemsizce.

"Ciddiyim, böyle durdukça anneanneme benzetiyorum seni," dedi ve işaret parmağıyla yüzümün üzerinde görünmez daireler çizdi.

"Nasıl durdukça?" diye sordum, yaptığı benzetme karşısında kaşlarım çatılmıştı.

Bir süre gözlerini havaya dikip geri bana çevirdi. "Bilmiyorum, nasıl desem... Hiçbir şeyi beğenmeyen yaşlı suratlar olur ya, onlara benziyorsun."

Hiç düşünmeden "Yaşlı değilim!" diye isyan ettiğimde kahkaha atarak "Kaşlarını çattığında en az anneannem kadar yaşlı durduğunun farkındasındır umarım," dedi.

Doğu'yla aramda geçen bu kısa konuşma bile annemle veya Amas'la konuştuklarımdan daha rahatsız edici, sinir bozucu bir hal almış, şimdiden Doğu'nun kene gibi yapıştığını hissetmeye başlamıştım. Ondan kurtulmak istercesine adımlarımı büyüttüm ve ilerlemeye koyuldum.

"Nereye böyle?" diye seslendiğinde adımlarımı hızlandırmıştım bile.

Arkamı dönüp Doğu'ya bakmaya tenezzül etmedim. "Gidiyorum, bir yere," diye karşılık verdim yalnızca.

Sesim ıssız sokakta yankılanırken Doğu'nun benden umudunu kestiğini, peşimde dolaşmaktan vazgeçtiğini sanıyordum, ancak koşan birinin çıkarabileceği büyüklükte bir ses duyunca yanıldığımı anladım. Doğu peşimdeydi.  

Eğer şimdi hızla koşmaya başlarsam bana yetişip yetişemeyeceğini kafamda hesap ederken direk yanımda biten kahverengi çillerin farkına vardım ve bugün nereye gidersem gideyim Doğu'dan kurtulamayacağımı anladım. Zaten yerinde sabit duramayan hevesim bununla beraber sönmüş, yerini yabancılığa ve sıkılganlığa bırakmıştı.

Doğu çok geçmeden peşi sıra sorularını sıralamaya, merak ettikleriyle başımı ağrıtmaya, tüm sorduklarından bir cevap bekler şekilde yüzüme bakmaya başlamıştı. "Söylesene Ecrin, buraya yeni mi taşındın? Yani ben burayı avucum gibi bilirim ve seni daha önce gördüğümü düşünmüyorum, hem bana hala kolundaki cam kesiğini, birkaç saat önce neden buraya geldiğini açıklamadın. Cidden, niye buradasın?" 

Daha yeni tanıştığım ve ilk dakikasından beri rahatsız olduğum insana olan biten her şeyi anlatamayacağımdan, "Boş ver," demekle konuyu kapadım.

"Elbet bir gün söyleyeceksin," diye sırıttı yanıma vardığında. 

"Belki," dedim terslenerek.

"Pekâlâ, o zaman buraya yeni geldiğini tahmin ediyorum. Bunun için söylemem gerekirse, arka sokaklar tehlikeli yerlerdir. Yani ciddi ciddi tehlikelidir. Oralara yalnız gitmemeni tavsiye ederim, hatta yalnız değil, hiç gitme," dedi Doğu korku dolu bir masalı anlatırmış gibi.

"Şehir efsanelerini dinleyecek vaktim yok," diye homurdandım.

"Ama doğru söylüyorum, sen bilmiyorsun, burada neler var neler..." diye derin bir iç çekti.

"Çok tanık oldun tabii, bu yüzden biliyorsun," diye kahkaha attım.

Doğu'nun uüzündeki gülümseme kısa bir süreliğine solsa dahi geri yerini aldı. "Doğduğumdan beri bu mahalledeyim," dedi.

Demin gördüğüm zoraki gülümsemeyi önemsemeyerek adımlarımı hızlandırdım ve şans eseri bulduğum marketin ışıklarını görünce bunu başardığım için ellerimi çırpmamak için kendimi tuttum. Oldukça serin olan marketten içeri girdiğimdeyse peşimden Doğu'yu da sürükleyerek bir sürü yiyecek, içecek ve temizlik malzemesinin olduğu raflara doğru yöneldim.

Sepeti doldurdukça dolduruyor, birinin beni göreceğinden zerre kadar endişelenmiyordum, sonuçta burada Doğu ve dediği tipler hariç pek fazla kişi yaşamıyordu.

"Evde kıtlık falan mı var?" diye sordu Doğu aldıklarıma tuhaf tuhaf bakarak.

"Sayılır," diye cevap verdim. Yalan değildi.

"Bu kadar temizlik malzemesiyle evi değil, tüm mahalleyi temizlersin ya," dediğinde tuz ruhu aramakla meşguldüm.

"Gerekli." 

Doğu hiç beklenmedik bir anda "Kaç kardeşin var?" diye sorunca titreyen ellerle tuz ruhunu sepete koydum.

"Bilmiyorum," diye cevapladım kısık sesle. Bu sorunun yanıtı olarak ancak bunu verebilirdim; dediğim diğer şeyler Doğu'yu da diğer insanlara benzetir, bana acıyan gözlerle bakardı.

"Nasıl bilmiyorsun?" diye bir kahkaha attı.

"Senin eğlenceli bulduğun şeyler, benim için eğlenceli değil," dedim soğuk soğuk. Tuz ruhuna karşı dalıp gitmiş olan gözlerimi kırpıştırdım ve sepeti de alarak kasaya yöneldim.

Doğu koluma dokunduğunda hızla ondan çekildim ve aldığım şeylerin parasını ödemeye başladım. Ödedikten sonra hepsini poşete koydum, ne kadar ağır olduklarını önemsemeden marketten çıkıp eve doğru giden yola koyuldum.

"Yardım edebilirim," dedi Doğu peşimden.

Keşke, diye düşündüm ama bir kelime etmeden eve doğru yürümeye devam ettim.

"Seni anlamıyorum, daha yeni tanıştık ve şimdiden benden nefret ettin," dedi Doğu sitemkâr bir sesle. "Neden böyle davranıyorsun?" 

Sinirden daha hızlı yürümeye başladım ama Doğu hala söylenip duruyordu. "Anlaşabiliriz sanıyordum."

"Görünüşe göre anlaşamıyoruz," diye yanıtladım onu.

"Ya n'aptım ben?"

Elimdeki poşetleri yere koydum ve öfkeyle Doğu'ya, "Sen bir şey yapmadın!" diye bağırdım, resmen tüm gün içimde biriktirdiklerim Doğu'ya sinirlenmemle açığa çıkmış, her şey istemsizce gerçekleşmişti.

Doğu bir süre bana şaşkın şaşkın baktı, şaşkınlığından sıyrıldığındaysa "Çok garipsin," dedi ve bana son bir bakış atarak hızla yanımdan geçtiği gibi apartmana yöneldi.

"Sensin o!" diye bağırdım arkasından. 

Son söyledikleri kulaklarımda yankılanırken poşetleri yerden aldım ve apartmana girmek için kapıyı ittirdim fakat inatçı kapı bir türlü açılmadı. "Hadi ama!" diye homurdandıktan sonra kaldığımız ev olarak tahmin ettiğim evin yıllardır basılmamış düğmesine bastım, ama kapıyı açan olmadı. Sinirlenerek yumruk yaptığım elimle tüm zilleri çaldıysam da bir yarar sağlamadı, öylece kapıda kaldım.

Doğu'yu çağırmak, ondan kapı konusunda yardım istemek hiç istemiyordum, son anda çileden çıkmamla ona deli gibi gözükmüş olmalıydım ki bana göre deli olan kendisiydi. Ona karşı sakin kalmak, bir an olsun içimden ona hakaretler yağdırmamak için kendimi durdurmayı denediysem de yararı olmuyor, kendimi "Doğu orada mısın?" diye bağırırken içten içe küfrederken buluyordum.

Sırıtan, ukala bir surat görmeyi beklerken karşıma beyaz kolsuz atlet giymiş, göbekli ve kıllı bir adam çıkınca o kadar çok şaşırdım ki adam beni gördüğünde o kalın sesiyle, "Sen mi bağırıyo'n?" deyince "E-evet, Doğu'yu arıyordum da," demem biraz uzun sürdü.

"Niye?" diye sordu adam. Doğu'nun babasının bu olup olmadığını kendi kendime sorgularken hiç benzemedekileri aklıma ilişti.

"Şey, apartman kapısı..." diyordum ki, Doğu'nun sesiyle cümlem bölündü.

Sahte bir şaşkınlıkla Doğu "Aaa, Ecrin mi oradaki?" dediğinde adam, Doğu'ya doğru döndü.

"Bu kim?" diye sordu medeniyetten yoksun bir sesle.

"Buraya yeni taşınan komşumuz, Ecrin. Daha demin tanıştık biz," diye cevapladı Doğu. Adamın soğuk bakışları onun üzerindeyken Doğu'nun ne kadar gergin olduğunu dudaklarını kontrolsüzce kemirmesinden anlayabiliyordum.

Adamla birkaç dakika fısır fısır konuştuktan sonra çilli kız bana döndü ve adam odayı terk edip pencereden kayboldu.

"Amcamın kusuruna bakma," dedi kız, gülümseyerek.

"Önemli değil. Apartman kapısını açabilir misin, diye soracaktım sana," diye rica ettiğimde dudaklarında gülümseme sinsi bir hale büründü.

"N'olmuş ki kapıya?"

"Ne olduğunu gayet iyi biliyorsun," diye sitem ettim. 

"Belki," dedi omuz silkerek.

Sıkıntıyla "Lütfen, aç şu kapıyı," dedim.

"Açmak istemiyorum."

"Ne demek istemiyorsun?"

"Basbayağı istemiyorum işte."

Gittikçe sinirleniyor, pencerenin demirlerini koparıp hepsini Doğu'nun üzerine yığmayı kafamda planlıyordum.

Ben bunları düşünürken "Ama belki açmak isteyebilirim, tabii bir şartım var," demesiyle bu çıkarcılığına karşın "Şarta bağlı," dedim sesimdeki sinire ayar veremeyerek.

"Haftanın birkaç günü birlikte takılacağız," demesiyle şaşkınlıkla, "Ne!" diye bağırdım. Onu istemiyordum, bunu göremeyecek kadar salak mıydı?

"İtiraz istemiyorum, şimdi aşağı gelip kapıyı açıyorum ve sende benim kurtuluş yolum oluyorsun," dedi.

Eğer Doğu ile takılırsam er geç kafayı yer, ben onun sözde 'kurtuluş yolu' olurken o benim 'çöküş yolum' olurdu; kıza tahammül edemediğim ortadaydı.

Kapının açılma sesiyle yerdeki poşetleri de alarak apartmanın içine geçtim. "Bu kapının bir anahtarı var mı?" diye sordum.

"Evet var, sana da bir tane yaptırabilirim," dediğinde "Olur," diye cevapladım.

"Arkadaşız, dimi?" diye sorduğunda neşeli suratına bakarak "Ha?" dedim. Anlamamış gibi davranıyor, onu başımdan atmayı planlıyordum.

Başını hafifçe eğdi ve alaycı bir halde gülümsedi kız. "Kapıyı açtım ve benim arkadaşım oldun, bilmiyormuş gibi yaparak beni kandıramazsın," dedi.

Doğu arkadaş olmak isteyeceğim son insandı. Sırf bir kapı yüzünden onunla arkadaş olacak halim yoktu, benden bu kadar çabuk pes etmemi bekliyorsa kesinlikle yanılıyordu. 

Continue Reading

You'll Also Like

785K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
24.1K 1.8K 20
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
682K 36.2K 58
Nasırlı elleri, silah tutmaktan sertleşmiş, gözleri alışagelmiş kurşun, saçlarına karışan barut, hayallerini süsleyen şehadet... Umay'ın hayatı kendi...
1M 68.4K 48
Annesinin tekrar evlenmesi üzerine üvey babasıyla anlaşamayan Mira Bars kendini bir anda beş yıldır görüşmediği babasının yanında İstanbul'da bulur...