DİLHUN

By lawellia

39.2K 1.7K 816

"Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yal... More

1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
14. ve 15. Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm

13.Bölüm

1.4K 69 13
By lawellia

Buraya gelmemizin üzerinden tam tamına altı saat geçmişti. Bu altı saatte ne mi yapmıştık? Hiçbir şey yapmamıştık. Daha doğrusu yapamamıştık.

Asaf ile bol bol sohbet etmiş onu daha yakından tanımıştım. Sanırım bu altı saatin tek artı yönü onunla bu kadar uzun konuşmaktı.

Ersin'in diğerlerine haber vermesiyle iki kişinin geleceğini sanıyordum fakat öyle olmamış altı kişi gelmişlerdi.

On bir erkek arasında iki kızdık... Sanki sürekli onlarla yan yanaymış gibiydim. Hiç yadırgamamış aksine ortama ayak uydurup tanımadıklarımla da tanışmıştım. Şimdi ise mangalın başında duran Asaf'ın yanındayım. Ona elimdeki kabı uzattım. Hiçbir şey söylemeden kabın içerisindeki etleri alıp tek tek dizdi. Daha fazla koyulacak yer olmadığından kabı kendime çekerek kapağını örttüm. Ersin sürekli gelip 'ben yaparım komutanım siz bana bırakın' dese de Asaf onu dinlememiş mangalın başında kendisinin duracağını defalarca belirtmişti.

Mangalın ızgarasına dizilen ilk etlerdi ve şimdiden karnımı guruldatmaya yetmişti. Sosu o kadar güzel yapmıştık ki Asaf'dan özel isteğim vardı. Etleri pişirmesi bitince dilimlediğim ekmekleri et için yaptığım sosa batırıp mangalda kızartacaktım. Enfes lezzetli bir şey oluyordu.

Ağzının suyu akacak Ecmel, tut onu.

Dudaklarımı yaladım.

"Acıktın mı?" diye sordu Asaf göz ucuyla bana bakarak.

Bir şey de gözünüzden kaçsın ama Asaf bey.

"Biraz," dedim boş olan elimi karnımın üzerine koyarak.

"Dümdüz orası," dedi gözleriyle olmayan göbeğimi işaret ederek. "Sana bol bol et yedireyim de küçücük göbeğin olsun."

Kahkaha attım. "Ne kadar yersem yiyim asla ama asla karnım şişmiyor. Yani göbek diye bir şey olmuyor."

Gülümsedi. "Birazdan göbeğin ve ben sana el sallayacağız."

"Birazdan," dedim ve ona yaklaştım. Sağ elimdeki kabı sıkı sıkıya tutarken sol elimi onun göbeğini koydum. Olmayan göbeğine ve kastan geçinmeyen vücuduna koyduğum elimi çekmeden bir iki kere vurdum. "Seninki çıkarsa eğer biz de sana el sallayacağız hem de gülerek."

Konuştuğumuz muhabbete bakar mısınız, çıldırıcam.

"Ne göbeği lan?" diye gülerek yanımıza geldi Ersin. "Komutanım, sizin göbeğiniz mi varmış?"

"Abi, hani sormayacaktın?" Altan arkasından gelip o da mangalın önünde durduğunda Ersin gülerek bize bakıyordu.

"Ne yapayım Altan? Sen gelip göbek filan deyince merak ettim." Ardından Asaf'a döndü. "Komutanım, sizin bir aralar göbeğiniz mi vardı?"

Asaf'ın tek bir bakışı yetmişti Altan ve Ersin'in buradan uzaklaşıp masaya geçmelerine.

Ağlamak istiyorum. Asaf'ın makara olsun diye söylediği cümle dallanıp budaklanmış en olmayacak insanın ağzına düşmüştü.

Benim anlayamadığım biz iki dakika bile konuşamamıştık. Bunlar nasıl duyup anında yanımızda bitmişti?

"Mal değnekleri." diye homurdandı Asaf.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Duymamış gibi davranarak etrafıma bakınmaya başladım. Liman elindeki salata tabağını masaya koydu ve ardından Eren'e sinirli bir şekilde bakıp tekrardan içeriye girmişti.

"Eren ile Liman birbirlerini çok seviyorlar." dedi elindeki yelpazeyi daha da hızlı sallayarak. "Liman o gün Eren'in ters tarafına denk gelmişti ama merak etme en kısa süre içerisinde Eren onun gönlünü alacaktır. "

Başımla onayladım onu. "Birbirlerini sevdikleri dışarıdan bile belli oluyor."

Kafasını salladı. Bakışlarımı Eren ve Liman'ın üzerinden çekerek Asaf'a yöneldim. "Dün siz birinin peşindeydiniz değil mi?"

Elindeki yelpazeyi sallamayı bırakmış bana dönmüştü.
"Bunu da nereden çıkardın?"

"Sarı kadın," dedim bedenimi tamamiyle ona çevirerek. "Onu mu arıyorsunuz?"

Burun kemerini sıkıp karşıya baktı. "O küçük burnunu işlerime dahil etme, doktor."

Güldüm. "Doktor," dedim kendi mesleğimi tekrarlayarak. "Aynen doktorum ben."

Elimdeki kabı mangalın yanındaki taş betona bırakıp doğruldum.

"O geceyi bir bütün haliyle hatırlıyor musun?" diye sordu gözlerini kısarak. 

"Hayır," diye mırıldandım. "Sadece o sarı kadın ile dans ettiğinizi sonra da senin yanımdaki sandalyeye oturuşunu ve kadının kaçmasını hatırlıyorum. Hafızamda çok silik bir görüntü oynuyor ve ben bunları bile çok zor anlayabildim." 

Bildiğimi söylemedim veya hissettirmedim. Yüzümde mimik oynamaması ve sanki o geceyi hatırlamak istiyormuşçasına bir yere odaklanıp bakmam onun ikna olmasına yeterdi. 

Öyle de olmuştu. O ne kadar asker olsa da ben de doktordum ve o ne kadar zekiyse ben de bir onun kadar zeki olduğumu düşünüyordum.

"Hatırlamıyorsun, anladım."  dedi ve etlerin diğer yüzünün pişmesi için diğer tarafa çevirdi. "Sarı kadın deyip de durma senin yüzünden sarıdan nefret ettim." 

Konuyu değiştirme çabaları... Yükleniyor. 

"İsmini söyle. Ben de çakma sarı kadın demeyeyim." 

"Şimdi de ismi çakma sarı kadın mı oldu?" diye sordu şaşırarak. 

Vücudumun ağırlığını tek bacağıma vererek sıkıntıyla ofladım ve sorduğu soruyu duymazdan geldim. "İsmi ne?" 

Niye zorluyorsun ki Ecmel? Belli ki söyleyemeyeceği kadar önemli bir şey sonuçta o bir Türk Askeri'ydi. Neden söylemesi için darlıyordum ki, adamı rahat bırakmalıydım.  

"Tamam tamam, sormuyorum bir şey." deyip ellerimi hızlı hızlı salladım. 

Kadının adını aşırı merak ediyorum ama yine de susacaktım. Susmalısın da zaten Ecmel. 

Terazi burcu ve yükselenimin ikizler olması bazen beni çok zorluyordu. 

"Bence de sorma." 

Ne yapalım, ben de sarı kadın demeye devam ederim. 

"Konuşmaya daldık." deyip etleri gösterdi. "Yakıyorduk az kalsın." 

Başımla onu onaylayıp betona koymuş olduğum pembe kabın yanındaki diğer kabı elime alarak Asaf'a uzattım. Pişmiş olan etleri alıp diğer kaba koyduğunda gülümsedim. Telin üzerinde kalan diğer etleri de kaba aktardığında burnuma dolan enfes kokuyla beraber karnım zil çalmıştı. 

"Aç bakayım ağzını," dedi ve ağzıma küçücük bir parça uzattı. Dudaklarıma değdirdiğinde sıcak  olduğu için geri kaçtım. "Sıcak mı? Aptal kafam tabi sıcak." 

Elindeki küçücük et parçasına üfledi. Onu soğuttuğuna kendi ikna olana kadar üfledi ve daha sonrasında ise tekrardan ağzıma uzattı. Eti ağzıma alıp çiğnemeye başladığımda damağımda efsane bir lezzet bırakmıştı. 

"Imm, çok lezzetli." Dudaklarımı yalayıp tebessüm ettiğimde o da gülümsedi. Ardından yarım kestiği soğanlardan birini eline alarak ızgarayı temizlemeye başladığında elimdeki kapla birlikte masaya doğru yürümeye başladım. Elimdeki kabı masaya bırakarak Liman'ın yanına oturdum. 

"Sonunda beni hatırlayabildiniz mi Ecmel Hanım?" 

"Ya, öyle söyleme." Başımı Liman'ın omzuna yasladım. 

Omuz silkti. "Küstüm ben sana, Asaf'ın yanına git. Zaten saatlerdir onunlasın, hiç demiyorsun bu Liman ne yapar, ne eder diye." 

"Liman," deyip kollarımı beline sardım. 

"Kedi gibi sırnaşıyorsun, sırnaşma. Seni bu kadar kolay affetmek istemiyorum. Sonuçta kız evi naz evi demektir." dedi Liman başını sola doğru çevirerek. 

Eren'e söylemek istediklerini bana söylüyordu.  Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misaliydi. 

"Affet ama artık beni yoksa bu kedi gidip başkalarına sırnaşacak." 

Bir anda kafasını bana çevirdi. "Ha, bir de başka kadınlara gidip onlara böyle sarılacaksın." Onun beline doladığım kollarımı çözmeye çabalarken ben tutuşumu daha da sıkılaştırdım. "Git, yürü git. Çok sinirliyim şu an sana Er- Ecmel." 

Kulağına doğru yaklaştım. "Bunları Eren'e söylemek istiyorsun ama o sana böyle yaklaşamadığı için ne naz yapabiliyorsun ne de buyur edebiliyorsun, değil mi?" 

O da kulağıma eğildiğinde daha rahat duyabilmek için kulağımı ona doğru yaklaştırdım. "Sen üzerine alınma. Bilerek söylüyorum belki gelip kedi gibi sırnaşır diye."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendisini geri çektiğin de ben de beline doladığım kollarımı gevşetip oturduğum koltuk da düzleştim.

"Hadi yine iyisin, affedildin." dedi Liman.

Gülerek ona döndüğüm de o da bana bakarak gülümsüyordu. "Çok zor oldu. Burnumu kaç gün sürttün, sayamadım. Sensizlik o kadar uzun geldi ki  bana."

"Sus ya, hıyarto."

"Siktir, yenge sen küfür mü ettin?" diye sordu karşımızda oturan Ersin.

Liman yüzünü  buruşturdu. "Hıyarto küfür değil bir kere, cahil."

"Yenge olsun hıyarto dedin. Sen de bizdensin, hıyar demeye getirdin."

Liman kaşlarını çattı. "Hayır, yumuşattım ben onu."

"He olsun yenge, olsun. Ben dedim hıyar sen yumuşattın ettin onu hıyarto. Sorun değil bundan sonra biz de hıyar demeyiz, hıyarto deriz."

Konuşulan konuya bakar mısınız? Hıyar mı, hıyarto mu?

Şu an çok gelişmiş insanlar arasında nefes alıyorum.

Ersin ve Liman yine dolu dolu bir ağız dalaşına girmişlerdi. Konu ordan çıkmış oraya sapmış kısaca ordan oraya oynamıştı. Göz ucuyla masanın diğer tarafında oturanlara baktığım da tek tek isimlerini hafızamdan geçirmeye çalıştım.

Mert, Ufuk, Berk, Çağrı ve adını hatırlamak da zorlandığım diğer insan.

Ersin tüm timi çağırdığını söyledi fakat iki kişi eksikmiş. Benim önceden tanıdıklarımdan bir Şahin yoktu. Diğerini de zaten tanımıyordum.

Peki, bunca insana gerçekten gerek var mıydı Ersin? Ben sadece sizi tanımakla yeterli kılınabilirdim.

Aradan bir on dakika filan geçmişti ki Asaf tüm etleri mangalda pişirmişti. Son partı çevirdiğini gördüğüm de hızlıca yerimden kalkarak yanına gittim. Masadan aldığım peçeteyi elimin içerisinde sıkı sıkıya tutarak yanına ilerlediğimde o da hissetmiş olmalı ki direk arkasını döndü.

Elimdeki peçeteyi ona uzattım. "Terledin ya silersin diye sana peçete getirdim." diye açıkladım kendimi.

"Ellerim hem dolu hem de pis, şimdi ellemiyim. Sen siler misin? Tabi benden iğrenmezsen."

"İğrenmem." dedim ve elimdeki peçeteyle alnındaki teri sildim.

Asaf gözlerimin içine bakıyordu. Peçete alnında asılı kalmış benim gözlerim ise onun gözlerinde tutsaklık etmişti.

Kendimi bir adım geri çektiğimde etlerin yandığını belirtmek için orayı işaret ettim. "Yanacaklar."

"Yandı zaten." dedi bana bakarak.

"Etlerden bahsediyorum, Asaf." dedim gözlerimi iyice açarak.

Yutkundu. "Farkındaydım."

O etleri, benim masaya götürdüğüm ama Eren'in daha sonra getirdiği, kaba boşaltırken ben de sosun kapağını açtım. Koşarak masadan dört dilim ekmek alıp geldiğim de Asaf anlam veremeyerek bana baktı.

"Bak şimdi," dedim ona dönerek ve ardından elimdeki ekmekten bir tanesini alarak et için yapılmış sosa batırdım. "Ekmeği bu sosa batırıyorsun sonra kızartıp afiyetle yiyorsun."

Elimdeki ekmeği Asaf'ın elindeki ızgaraya koyduğumda Asaf hala anlamsızca bana bakıyordu. "Öyle bakma tadı aşırı güzel oluyor. Diğerlerine sordum, istemediler. Ben de ne olur ne olmaz diye dört dilim ekmek getirdim. Belki sen de benimle beraber yemek istersin diye. Ama tadına bakmak bile istemezsen anlarım."

Diğer iki ekmeği de sosa batırıp ızgaraya koymuştum.

"Yok, isterim." dedi, donuk ifadesini sürdürerek.

Tabi, adam şaşırdı. Yemiyorum yemiyorum, yersem de çok tuhaf bir şey yiyorum.

"Bir şey sormak istiyorum." dedi Asaf ben ızgarayı tekrardan yerine yerleştirip yelpazeyle sallarken. "Et varken ekmek mi yiyeceksin?"

Gülümsedim. "Hayır, hem et yiyeceğim hem de ekmek."

Derin bir nefes çekti içine ve rahatladığını belli ederek nefesini geri verdi. "Bir an et yemek yerine sadece ekmek yiyeceksin sandım."

Kahkaha attım. Izgaranın diğer yüzünü ateşe çevirip yelpazeyi sallamaya devam ettiğim de üzerim iyice is kokmuştu.

"Damak zevkin çok farklı." dedi alt dudağını parmaklarının arasında çekiştirerek.

Kafamı sallayarak onayladım onu. Ardından kızaran ekmekleri alıp kabın kapağına koyarak Asaf'a baktım. O da eline etleri alarak yürüdü ve masaya ulaştık. Ben yine Liman'ın yanına otururken Asaf ise Eren'in yanına geçmişti.

"Yenge, kızın teki numarasını istedi. Koş, sırf sen saçını başını yol diye oyalıyorum diye mesaj atmıştım. Günahımı alıyorsun ama ben sana her şeyde yardımcı oldum."

Kaşlarım havalanmış istemsizce Liman'a bakmıştım. Ersin'in dediklerinden yola çıkarsam eğer sanırım Liman önceden birini dövmüştü ve yerinde küçülerek bana doğru yanaşmasından anlamalıyım ki Eren'in bundan haberi yoktu.

Kafamı sağa doğru çevirdiğim de Asaf ve Eren kaşlarını çatmış Ersin'e bakıyordu.

Liman kulağıma yaklaşıp fısıldadı. "Ama o kadın tam bir şırfıntıydı. Bu benim onu dövmemi aklar mı?"

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığım da Eren ve Asaf Ersin'e kızıyorlardı.

"Hayır ama şöyle düşün. Sana o mesajı Ersin atmış yani burada en çok suçlu olan o, tabi sen de suçlusun."

Sıkıntıyla oflayarak iyice yanaştı bana. "Eren'le aramıza bir duvar daha örüldü. Aptal Ersin, bilmeden iyice aramızı bozdu."

Dudaklarımı birbirine bastırıp önüme döndüm. Eren Liman'a bakıyordu. Liman da bunu farketmiş olacak ki omuzlarını dikleştirerek başını masaya çevirdi ve tabağına bir parça et alarak hiçbir şey olmamışcasına yemeye başladı.

Bundan sonrasında ise masa sessizliğe gömülmüş. Sadece çatal bıçak sesleri çıkıyordu. Zaten Ersin'in çağırdığı beş kişi hiç konuşmuyor. Üstüne üstlük hiçbir şeye yorum bile yapmıyorlardı. Altan ve Selim ise kendi aralarında bir şey konuşuyorlardı.

Ekmeğimden bir parça alıp ağzıma attığım da Asaf'ın da tadına bakacağını hatırladım. Bir parça koparıp karşımda oturan Asaf'a uzattım. Elimden tereddüte düşmeden alıp ağzına attığında merakla ona bakmaya başladım.

"Beğendin mi?" diye sordum hevesle.

Sadece başını salladı ve ardından ağzına bir parça et tepiştirdi.

Hödük Asaf, insan beğendim der.

Masada yine çatal bıçak sesleri hakim olmuş. Herkes  yemeğini bitirene kadar hiç konuşmamıştık. Ardından Ersin ve diğerleri kalkmaları gerektiğini belirtip masadan kalkmışlardı. Biz daha ne olduğunu anlamadan arabalarına yönelmişlerdi.

Resmen yiyip kaçtılar. Fakat benim şaşırdığım tek nokta Ersin'in de onlarla beraber gitmesiydi.

Resmen şu an koca çiftlikte dört kişi kalmıştık. İnanabiliyor musunuz? Ben inanamıyorum şaka gibiydi. Bir ara Ersin'in geri dönüp 'ben gitmiyorum' demesini bile beklemiştim. Ama olmamış hepsi gitmişti.

Onları Asaf'la uğurlayıp arkamızı döndüğümüz de Eren ve Liman masayı topluyorlardı. Sessizce Asaf'a yaklaşarak koluna girdim. Önce koluna ardından bana bakarak göz kırptı.

"Bu gece bir bahane uydurup burada mı kalsak? Şu iki inatçı keçinin barışması lazım bu böyle olmuyor."

Tek kaşını kaldırdı. "Biz karışmıyoruz. Bu onların arasında olan bir mesele ve bizim umurumuzda dahi olmaması gerekiyor."

"Ya, karışmayacağım. Sadece zemin hazırlayıp onları o zeminde bırakıp kaçacağız. Onlar gerisini hallederler." 

İleriye doğru baktı. "Bu gece burada mı kalıyoruz?"

"Aynen, hem öylesi daha iyi olur. Tam barışacakken konuşmayı bırakacaklar, kesin. Burada ise devreye biz giriyoruz. Bir bahane uydurup bu gece burada kalmak zorundayız deyip burada kalıyoruz. Bu iki inat da mecbur barışmak zorunda kalırlar."

Bana döndü. "Biz eve gidelim. Onlar burada kalsın."

"Hayır," dedim ve kolundan çıkarak kollarımı göğsümde birleştirdim. İstemsizce dudaklarım büzülmüştü. "Öyle olmaz. Biz gidersek eğer bu ikisi de burada kalmaya devam etmez. Lütfen, mantıklı düşün."

"Eren'in arabasını Ersin aldı. Dolayısıyla şu an burada sadece benim arabam var. Eğer biz gideceğimizi bildirirsek onlar da otomatik olarak gelmek isteyecekler." dedi ve kaşlarını çatarak bana döndü. "Peki, biz niye şu an koşarak arabaya binip buradan uzaklaşmıyoruz. Hem böylece ikisi de zorunlu olarak burada kalmış olur."

Göz devirdim. "Bize olan güvenleri sarsılır, bir daha toparlayamayız. Liman ile zaten yeni tanıştık sayılır. Aramızın bozulmasını istemiyorum." Derin bir nefes aldı. "Ama senin araban bozulabilir." dediğim de ise kaşlarını çatarak bana bakmaya başladı

"Ne?" diye bağırdı. Ardından sesini kısarak bana yaklaştı. "Arabayı bozmamı mı istiyorsun?"

Hevesle başımı salladım. "Sonuçta hayırlı bir şeye vesile olacağız."

"Ecmel, sinirleniyorum. Bak daha önce sen hiç sinirli yanımı görmedin ve ben görmeni de istemiyorum. Lütfen, saçma sapan işlere bulaştırma beni."

Dudaklarım istemsizce büzüldü. "Ama ben çok heves etmiştim."

Anne ve babamın üzerinde uyguladığım taktiği uyguluyordum.

"Şu an üç yaşındaki bir çocuk gibisin."

Dudaklarımı yaladım ve ona kırıldığımı belli etmek için alttan bir bakış attım. Arkamı döndüğümde ise Asaf bir küfür savurmuştu.

"Hay sikeyim, tamam lan tamam." Kolumdan tuttuğunda hala kırgın bakışlarımla karşılaşınca sinirli olan yüzü yumuşamış yerini ise üzgün bir hal almıştı. "Şimdi arabayı bozmaya gidiyorum. Eren'leri oyala."

Gülümsedim. Başımla onu onayladığımda ise o arabaya doğru yürümüş ben ise eve doğru adımlamıştım.

Fakat bizim bir sorunumuz vardı.

Ben bu planı yaparken babamdan nasıl izin alacağımı ya da ne diyeceğimi hiç düşünmemiş sonuç odaklı çalışmıştım.

Fuat Reis, beni zorlamazsın değil mi?

Masanın çoğunluğunu kaldırdıklarını hatta ve hatta mutfaktan seslerin geldiğini duyunca bir tane sandalye çekip oturdum. Cebimden telefonumu çıkardığımda aramak yerine mesaj atsam daha iyi olacağına karar vererek mesajı yazdım.

~Seymenler Whatsaap'da~

Ecmel: Hastaneden çağırdılar. Bu gece nöbetteyim eve gelemeyeceğim.

Babam: Tatildesin, çağırmazlar.

Ecmel: Tatilim bu gece itibari ile bitiyor, hatırlatırım.

Babam: Tamam Ecmel, sen nöbette kal. Ben de burada nöbete kalacağım.

Ecmel: Ne, sen ne nöbetine kalıyorsun?

Annem: Kızım, boşver. Sen babanı bilmiyor musun? Radar gibi dikti kulaklarını elinde de dürbünü, etrafı dikizliyor. 

Doğa: Sihirli Annem dizisindeki Avni gibi gözü sürekli dışarıda dolanıyor. Merak etme baba, periler diye bir şey yok

Babam: Seni kulaklarından tavana asarım, sus.

Doğa: Fantazilerinize hayran kaldım, dürbün bey baba.

Babam: Dürbün elimde olabilir fakat onu kullanmıyorum. Tek amacım Ecmel'in doğru söyleyip söylemediği. Eğer Asaf bu gece eve gelmezse bir ihtimal Ecmel ile Asaf yan yanadır. Yani aptal oğlum, bu cam önünde sizi takip edebilmek için duruyorum. 

Ecmel: Baba sana inanamıyorum. Asaf'ı en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. Sanırım sabah gördüm ve bir daha da görmedim. Ve lütfen baba o camın önünden çekilir misin?

Babam bize takmıştı. Aramızda bir şey yoktu sadece arkadaştık. Bunu babama anlatmaya çalışacağım ama onu da yapamıyorum adam direk sorguya çekiyordu. 'Bu hareketi şüpheli, arkadaş gibi değil.' deyip durur ardından da neden öyle davrandığını sorardı.

Derin bir nefes alarak içeriye geçtim. Liman mutfakla ilgilendiği için direk oraya yönelip ona yardım ettim. Liman'la beraber mutfağı temizleyip Asaf'ların yanına geçmiştik.

"Biz de kalksak mı?" diye sordu Liman.

Eren oturduğu koltukta doğrulup Liman'a baktı. "Araba bozulmuş. Bu gece burada kalıp yarın gündüz gözüyle halledip yola çıkarız." 

"Ne, nasıl bozulmuş?" diye bağırarak konuştu Liman. 

Eren oturduğu koltuktan kalkıp Liman'ın kolundan tuttuğu gibi başka bir odaya götürmüştü. Kendimi Asaf'ın yanına attığımda gülmeye başlamıştım.

"Eren dünden razıymış." diye mırıldandım.

Güldü. "Liman'ın da hiç aşağı kalır yanı yok."

"Öyle deme," dedim. Esnemeye başladığım da elimle ağzımı kapatarak başımı yana eğdim. Esnediğim için gözümden yaş gelmişti.

"Uykun mu geldi?" diye sordu.

Kafamı salladım. Dün gece ağlayarak onunla beraber uyumuştum. Pek uykumu alabildiğim söylenemezdi.

Sabahını hatırlamak istemiyorum.

Başımım yana doğru düşmemesi için sağa ve sola hareket ettirip esnetmeye çalışıyordum.

Eren ve Liman çok uzun süre boyunca gelmediler. Ne gözlerim dayanabilmişti ne de boynum. Her ikisi de bir yere düşmek için bekliyorlardı. Kafamı çevirip Asaf'a baktığım da uyumuş olduğunu görünce tebessüm ettim. Başımı onun omzuna koyduğumda göz kapaklarım daha da ağırlaşmış üstüne üstlük bir de kapanmıştılar. Dayanamadım ve vücudumun uykuya yenik düşmesine izin verdim.

*******

"Bu yaptığını asla unutmayacağım Ecmel." dedi Liman kaşlarını çatmış bana bakarak.

Elimdeki tabağı tezgahın üzerine koyup ona doğru döndüm. "Sizi beklerken uyuya kalmışız. Siz de uzun uzun konuştunuz."

Sabah uyandığımızda dün gece Asaf ile nasıl uyumuşsak öyle uyanmıştık tek fark üzerimize örtülen battaniyeydi.

O kadar plan yapmıştık fakat yorgunluğun kurbanı olup uyuya kalmıştık.

Eren ve Liman arasında ise bir huzurluk vardı. Dün gece çoğu şeyi konuşup halletiklerini umuyorum.

"Evet sayenizde barıştık." dedi gülümseyerek.

Şükürler olsun.

"Fakat arabayı sırf bizim için bozduğunuza inanamıyorum."

Mutfağın kapısına bakıp tekrardan Liman'a döndüm. "Eren duymasın bir de onunla hiç uğraşamayız."

"Siz uğraşmayın," Kapıya bakıp bana döndü. "Ben uğraşırım." deyip saçını savurdu.

Gülmeye başladığım da Liman tezgahın üzerine koyduğum tabağı alıp dolaba yerleştirdi.

"Ecmel," diye bir ses belirdi mutfak kapısının önünde. Arkamı dönüp Asaf'a baktım. "Biz çıkalım yoksa hastahaneye geç kalacaksın."

Başımla onu onayladım. Eren ve Liman barıştığı için biraz daha burada vakit geçirmek istediklerini söylemişlerdi.

Üzerimdeki örgü hırkayı düzelterek Asaf'ın yanına gittim. Elindeki çantama uzandığım da o da elini havaya kaldırmış bana uzatıyordu. Çantamı alıp koluma geçirdiğim de gülümsedi. Daha fazla vakit kaybetmeden çiftlikten çıkıp arabaya bindik.

Çantamın içerisindeki telefonum tiremeye başladığında yerimde doğruldum. Bugün Esila ve Doğa okula gideceklerdi. Lise son sınıf, ne ara büyüdüler hiç anlayamamıştım.

Telefonun ekranını aydınlattığım da saatin ona gelmiş olmasıyla ister istemez afallamıştım. Saat çok hızlı ilerlemişti.

Bildirim panelime bir mesaj daha geldiğinde üzerine bastım.

Esila: Lan, ilk günden deneme mi olur?

Doğa: Siktir, sonuncu olduk.

Esila: Allah'ım sınavda bildiklerimi yaptır, bilemediklerimi attır, attırdıklarımı tuttur. Amin.

Doğa: Allah'ım aynısı benim içinde geçerli lütfen çok amin.

Esila: Kitapçığın A mı?

Doğa: Hayır B

Esila: Artık benim de B

Doğa: Lan bwdnmsdbmsdk Kiminkiyle değiştirdin?

Esila: Önümdeki çocuğu tavladım. Bir kahveye kitapçığı degiştirdim. Kendimle gurur duyuyorum.

Doğa: Yakışıklı mı? Benim kadar yakışıklı olamaz ama hadi neyse.

Esila: Bu esere yorum yapacak haddi kendimde bulmuyorum.

Doğa: Eser dediğine göre dehşet yakışıklı.

Esila: Artık eser değil, enişten.

Doğa: Sen var ya sen, sen tam bir hovardasın.

Esila: Kes sesini, matematiğin 5. sorusuna bak. Ne diyor orada?

Doğa: Cevap C, geç o soruyu da sekize bak.

Ve daha nice böyle mesaj vardı. Telefonu kilitleyip Asaf'a döndüm. Ben mesajları okurken sürekli göz ucuyla bana bakmıştı.

Telefonu havaya kaldırarak salladım. "Esila ve Doğa, bugün okula gittiler. İlk günden deneme yapmışlar. Ona yakınıyorlar ben de o yüzden gülüyordum."

Gülümsedi. "Doğru ya Banu da bugün okula gidecekti, aklımdan çıkmış."

Gülümseyip başımı cama çevirdim. Hastaneye gelene kadar hiç konuşmamıştık. Asaf araba kullanırken çok ciddi bir kişiliğe bürünüyordu.

Araba hastanenin önünde durduğunda Asaf'a döndüm.

"Teşekkür ederim, dün çok güzeldi. Sayende çok güzel vakit geçirdim."

"Teşekkür etme. Her teşekkür etmek istediğinde sarıl, teşekkür etmenden daha güzel bir etki bırakıyor."

Gülümsedim. Önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasını sıkıştırıp kollarımı boynuna dolayarak ona sıkıca sarıldım. Elleri belimi bulduğunda tebessümüm daha da çoğalmıştı.

Sanırım gün geçtikçe içimde bir şey filizleniyordu. Bunun için röntgen, emar ve tahliller yaptırıp bir hastalığımın olup olmadığını öğrenmem gerekiyordu. Bakın, şimdi de aynısı olmuş içimden bir şey akıp gitmişti sanki.

Boyununa doladığım kollarımı gevşetip geriye doğru çekildim. Ona gülümseyerek arabanın kapısını açtım. Arabadan inip tam kapıyı kapatacağım esnada Asaf bağırarak bir şey söylemişti.

"O tavlanın intikamını alacağım, bekle sen."

Kapıyı biraz daha kendime çekip kolumu cama yasladım. "Sen eve gidince bir soğuk su . Ha soğuk su yetmezse eğer sade soda da içebilirsin. Görüyorum ki hala yenilmeyi hazmedememişsin. Belki hazmetmeni soda sağlar." Göz kırpıp kapıyı kapattım. Bir şeyler daha söyledi fakat ben onu duymak istemediğim için kulaklarımı tıkamış gibi yapmıştım.

Hastanenin içine girdiğim de Asaf da arabayı çalıştırıp gitmişti. Merdivenlerden yukarıya çıkıp odama girdim. Üzerimdeki örgü hırkayı beyaz önlükle değiştirip masaya oturduğumda kapım çalmıştı. İlk hastamın randevu saatine daha on dakika vardı.

Kapıyı çalan kimse ona girmesi için seslendim. Kapıya son kez vurup içeriye girdi.

Sevgi'yi gördüğüm de gülümsedim. Elinde bir çiçek buketi vardı.

"Hocam, bu size gelmiş." deyip elindeki buketleri gösterdi.

Asaf mı göndermişti? Dudağımın ucu kıvrıldı. Sevgi'nin elinden çiçek buketini elime aldığım da gözlerim şaşkınlıktan büyüdü. Siyah güller çok güzel   gözüküyor olsa bile beni biraz korkutmuştu.

Beyaz gül varken neden siyah gül göndermişti ki?

Sevgi odadan çıktığında siyah güllerin üzerinde bulunan siyah zarfı elime aldım. Zarfı açıp notu okuduğum da gülen yüzüm yerini yavaşça korkuya  bırakmıştı. Gülleri Asaf'ın gönderdiğini zannedip mutlu olmuştum ama güller Asaf'dan değil o kadındandı.

"Evini dağıttığım için senden özür dilerim."
                      -Senin deyişinle Sarı Kadın

Elimdeki zarf ve siyah güller ayağımın dibine düşmüştü. Titremeye başladığım da gözlerim siyah güllerin üzerinde asılıydı.

Siyah gül, ölümü ve bu dünyadan göçüp gitmeyi simgeler.

Bu sarı kadın deyip durduğum kadın bir terörist miydi?

Titremem artmaya başladığında üzerimdeki önlüğü çıkarıp hırkamı giydim. Notu çantama koyup odamdan çıktığım gibi Şermin'le karşılaştım.

"İki saatliğine dışarıda işim var. Tüm hastalarımın randevularını iki saat erteleyin."

"Ama..." dediğinde onu elimle susturdum.

"Aması yok. Ne dediysem onu yap."

Ardından arkama bakmadan koşmaya başladım. Hastaneden çıkıp bir taksiye bindim ve ben daha hiçbir şeyi algılayamadan taksi evin önünde durmuştu. Parayı uzatıp taksiden indiğim gibi eve girerek odalara bakınmaya başladım. Salon olduğu gibi duruyordu. Her odaya baktım fakat hiç biri dağınık değildi. En sonunda kendi odama girdiğim de ağzım şaşkınlıktan ötürü kocaman açıldı.

Odam, odam darma dağınıktı. Kitaplarımın hepsi yerde kıyafetlerimin bazıları yatağımın üzerine taşınmıştı.

Titremeye başladım. Yatağıma yaklaşıp oraya doğru baktığım da gözümden bir damla yaş aktı.

Dün Asaf ile atları severken uzaktan çekilmiş olan bir fotoğrafımız yastığın üzerine serilmişti. Bu yetmezmiş gibi benim alnımın ortasında meyve bıçağı Asaf'ın kafasına ise büyük bir bıçak saplamışlardı.

Elimi açılan ağzıma doğru götürdüm. Titremem hiç geçmemiş üstüne üstelik daha da artmıştı. Asaf'ın arkadan çıkmış olduğu fotoğraf da ben gülümsüyordum. Onun kafasında, benim ise alnımda bir bıçak vardı. Yetmezmiş gibi bıçağı alnıma sapladıktan sonra kan ile orayı taçlandırmışlardı. Benim etrafımdaki kan ne kadar az ise Asaf'ın da bir o kadar çoktu.

Midem bulanıyordu. Odam kan kokmuştu. Odam kimin kanının kokusuna bulaşmıştı?

Gözlerimi yumup tekrardan açtım. Dizlerimin bağı çözülmüştü.

Toparlanıp kendime gelmeli ve yastığın arkasında duran zarfı okumalıydım.

Derin bir nefes aldım. Ciğerlerime kan kokusu çekmiştim. Ayaklarımı hareket ettirip zarfa uzandım. Ellerimin titremesini önemsemeden zarfı açık okudum.

"Uslu bir kız olup o flashı o askere vermekle çok doğru bir karar verdin. Yani seni öldürmem için bana bir sebep daha çıkardın. Ama öncelik büyük kartalın, daha sonra sana geleceğim küçük kartal."

Daha çok titrmeye başladım. Çünkü şu an tehlikede olan ben değil Asaf'dı.

Asaf tehlikedeydi. Ona bir şey yapacaktı.

Ellerimi başıma aldığım da gözüm notun köşesine ilişti.

"Anahtarını vermeye gerek duymuyorum. Ne de olsa sen kendine yeni bir anahtar çıkartmışsın, aptal olan sarhoş kız."

...

Biraz geciktim ama isteyerek olmuyor buna emin olun. Wattpad ile yine bir sorun yaşadık ama halledip en kısa sürede gelmeye çalıştım.

Ve farkında mısınız, hikaye sürekli şen şakrak ilerliyor. Peki, gelecek olan bölümleri hissedebiliyor musunuz?

Kendinize çok iyi bakın, çok öpüyorum. 🌸

Continue Reading

You'll Also Like

505K 20.9K 21
Kardeşi Mert için gittiği bir barda seçtiği bir adamdan hamile kalmayı planlayan Duru'nun tek amacı doğacak olan bebeğinin kardeşine nefes olmasıdır...
153K 13.7K 33
Alışılmadık bir aile kurgusudur💥 Bol kahkaha garantilidir💃🏻 Kitaptan küçük bir alıntı⤵️ 🪷 Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim o...
1.1M 44K 63
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
456K 27.3K 31
ablasına yazacakken yanlışlıkla dünyaca ünlü boksöre yazan Ahu 💋💋