DEHARİR

By melisyazafir

1.4M 69.7K 43K

Kaşları derinden çatılmışken dudakları üst dudağımı kavrayıp ısırdı. Elleri kazağımın altından sırtımı okşadı... More

•DEHARİR ~Zamanın Şiddetleri~|| TANITIM
EPİSODE 1
EPİSODE 2
EPİSODE 3
EPİSODE 4
EPİSODE 5
EPİSODE 6
EPİSODE 8
EPİSODE 9
EPİSODE 10
EPİSODE 11
EPİSODE 12
EPİSODE 13
EPİSODE 14
EPİSODE 15
EPİSODE 16
EPİSODE 17
26.12.2018, Arslan Ateşbar.
EPİSODE 18
EPİSODE 19
EPİSODE 20
EPİSODE 21
EPİSODE 22
03.01.2019, Saltuk Alpay.
EPİSODE 23
EPİSODE 24
EPİSODE 25
EPİSODE 26
EPİSODE 27
EPİSODE 28
EPİSODE 29
EPİSODE 30
10.03.2019, Alev Yaltır.
EPİSODE 31
EPİSODE 32
EPİSODE 33

EPİSODE 7

42.3K 2K 1.2K
By melisyazafir

Selam beyler ve beybiler!!

Deharir 10k oldu. Hepinize çok ama çok teşekkür ederim. İyi ki'msiniz♥️

10k'ya özel bol yorum bekliyorum^^

Bölümü keyifle okuyun...

EPİSODE 7

Kelimeleri dudaklarıma çarptı şüphesiz.

Felaketimin tadı damağımda zerk etti sessiz.

Gözlerinden düştüğüm an kirpiklerine tutundum.

Bilmiyordum henüz.

Gözlerinin yosunu bilinmeyen zamanlardır olmuş benim yurdum.

Yerim bilinmez bir göçüğün altı olmaya meyletti. Yerim o altı, üst etti.

Tepetaklak olduğum hisler ikimizin birbirine tutundurduğu göğüslerimize okyanus dalgası gibi çarparken sıcak nefesi damla damla aktı tenime.

Ansızın yayıldı.

Sızısı içimde kaldı.

Yeni kırılıp göğsüme battı.

Elimi avcunun içine hapsettiğinde güneş gecenin bir vakti göğe yükselip geceyi bağrında eritti. Sıcak elleri, buz gibi olmuş olan elimi yarattığı yakıcı kafese hapsetti.

"Ferimah," dedi kısık bir sesle. Dudakları yüzümün hizalarına doğrultulmuş ağır silahlı namlulardan ibaretti. "Göremiyorsun değil mi? Görsen böyle olmazdı." Yanağı, yanağıma sürtündü. Yeni çıkmaya başlayan sakalları tenimi çizerken ağır aksak yutkundu. "Olmazdı böyle," dedi bir kez daha. "Böyle değil, bu şekilde değil."

Islak dudaklarının döktüğü kelimeler zihnimin tozlu sayfalarına düşüyor ama bütünleşmiyordu. "Seni anlamıyorum," diye mırıldandım. Ona yakın olmak işlediğim günaha bir nevi boyun eğmekti. "Anlayamıyorum."

Geri çekilecektim ki ellerimi tutuşu sıkılaştı. Kara kirpiklerinin ardında saklanan yosun yeşili gözleri ela gözlerimin üzerine damla damla aktı. "Kirpiklerin... O kadar uzun ki." Elini kaldırdı dokunmak için fakat dokunamadı. Ben gözümü bile kırpmadan ona bakarken o elini havalandırmaya cesaret etti ama dokunmaya asla edemedi.  "Ferimah, bir kez göz kırpsan kirpiklerin yanağıma değecek."

Ve o an istemsizce gözlerimi kırpıştırdım. Uzun telli kirpiklerim yanağına sürtündüğünde sertçe yutkundu ve dudağı kulağıma dokundu.

"Bak," dedi yalpalayan dili. "Bu ilk darben değildi."

"Çakır..."

"Deme." Tenime kıvılcımlar döşeyen nefesi benden uzaklaşmaya başladı. Kendini biraz çektiğinde aramıza mesafe girdi, soğukluk girdi,  zaman  girdi ama ikimizi üşütmeye yetmedi. "Deme Ferimah... Bana böyle Çakır deme."

Bacaklarım bedenimi kara zor taşıyor, gözlerim tutunduğu yeşil dalı güçsüzce sahipleniyordu.

"Çok sarhoşsun," diye konuştum bu kez. "Ne dediğini bilmiyorsun."

"Sarhoşum," diye fısıldadı ıslak saçlarından akan damlalar bir bir düşerken bağrına. "Ben sarhoş oldum, tenin soğudu, içimiz üşüdü ama sen hiçbir şey bilmiyorsun."

Elleri yavaş yavaş çözülüp avcuna hapsettiği avcumu serbest bıraktığında merdivenlerden pat pat diye bıkkınlıkla ayağını yere vurarak çıkmaya başladı biri.

"Ulan Çakır... Ayı gibi içersen sızarsın banyo köşelerinde tabi!"

Feza'nın isyan dolu sesini duymamla ellerim ve ayaklarım buz kesti. İkimizi banyoda bu şekilde yakalaması felaket olurdu. Ben birden kollarımı kendime çekip boşlukta sallanmalarına izin verirken Çakır kalçasını yasladığı lavabo taşından kendini ittirdi ve birdenbire dev boyuyla banyonun çıkışa yürüdü. Sarhoşken birdenbire kendini toplayabilmesi şaşırmama neden olsa da içimdeki huzursuzluk şaşkınlığıma galip geldi. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemeden öylece olduğum yerde dururken Çakır boynundaki havluya asılıp kapı ağzında duraksadı.

"Nerede kaldın oğlum? Düşüp sızdın sandım Allah çarpsın."

"Ne o Feza, seksi yüzümü birkaç dakika görmemek zor mu geldi?"

Çakır'ın pürüzlü ama alaylı sesi kulaklarıma uğuldayarak dolmuştu. Benim yaptığım paniğin aksine o gayet rahattı. 

"Sen ve seksi olmak..." Feza güldü ama gülüşü yarım kaldı. "İnkar edeyim diyeceğim de çarpılırsam şimdi... Yani boylu poslusun amına koyayım. Gözler desen maşallah Allah özene bezene seçmiş rengini, tonunu." 

"Feza." Çakır'ın derin bir nefes verdiğini duydum. "Biraz daha devam edersen aramızda tinsel çekim olacak diye korkmuyor değilim. Düş önüme, yürü anasını satayım."

"Dur oğlum bir ya," diye itiraz etti Feza. "O kadar yedik içtik. Bir su döküneyim."

Gözlerim irileşti. Tuvalet ihtiyacını giderecek olursa buraya girerdi ve beni görürdü. Görürse de hepten boka batardım. Açıklayabileceğim bir durum da olmazdı. Nefesimi tuttuğum anlarda Çakır'ın, "Tut lan az," diye homurdandığını duydum. Yine rahattı tavrı. "Dağda bayırda da böylesin sen. Sürekli kafamı ütülüyorsun. Varsa bir sıkıntı doktora görün birader."

"Ne sorunum olacak benim? Ne demeye çalışıyorsun alttan alttan lan?"

Çakır'ın sinsi gülüşünü duydum. "Prostat falan..."

"Hassiktir, piç!"

Çakır kısık sesle güldü. "Yürü o zaman, yürü."

Adım sesleri duyulmaya başladığında tuttuğum nefesi usulca verdim. Kalbim kızgın bir bulut gibi gürlüyordu. Öyle ki terlemiştim. Ellerimle yüzümün ateşini ölçerken hızlı adımlarla banyodan çıkıp odama girdim. Kapıyı kapatır kapatmaz kendimi sırt üstü yatağa atarken vücudumun verdiği tepkilere anlam veremiyordum. Kendimi yolunu kaybetmiş ama yönünü bulmasına da gerek görmeyen bir gezgin gibi hissediyordum. Kaybolmuştum ama bu kayıp beni bilinmezliğin içindeki serveti bulacağım hissi yaratıyordu.

Ben kayıpların ortasına düşmüş korkulu bir sanrıydım.

Sanrımın ta kendisi Çakır Alaca, sanrımdaki kurtuluşum kalbinin çıkış kapısı ve servesti onun büsbütün benliği...

...

Nefesimin özü havanın soğuk yüzüne ağır aksak karışmaya meylettiği yırtıcı İstanbul sabahındaydık. Sahile vuran dalga seslerine martıların sesi karışırken paltomun yakalarını tek elimle birleştirip esen soğuk havaya karşı korunmaya çalıştım. Elimde yatay geçiş için gerekli evraklar vardı. Onları tuttuğum için elim buz kesmişti bile. Merdivenleri inip aşağıda beni bekleyen dayımın yanına giderken cipin yanında duran beden ile anlık duraksama yaşadım. 

Arslan dayımın yanında Çakır da vardı. Dudakları arasında küçülen izmaritten çıkan dumanlar gözlerini kısmasına neden olurken yosun yeşili gözlerinden düşen gözlerim çıplak göğsüne çarptı.

Bu soğuk havada üstü ilk gördüğüm anki gibi çıplaktı. Üzerine siyah bir ceket giymişti sadece. Künyesi boynundaydı ve altında askeri pantolonu ile siyah postalları vardı. Ona bakarken kendim üşüdüm ve bedenimi azrail yoklamış gibi ürperdim.

"Günaydın evlat."

Babam köşkün merdiven trabzanlarına yaslanıp gülümseyerek Çakır'a bakıyordu.

"Günaydın Albayım."

"Bakıyorum da otlanmadan duramıyorsun."

Çakır burnunu çekerken sigara tuttuğu elinin başparmağı ile kaşının kenarını kaşıdı. "Kendisiyle düzenli ilişki yaşıyoruz Albayım."

Sereseri cevabı babamı daha da gülümsetti. "Hergele seni."

Ben ikisine daldığım için merdiven basamağında durmuş öylece dikiliyordum. Hiçbir zaman babamın arkadaşları ya da eğittiği askerleri yüzyüze görmemiş, tanışmamıştım. Hep geri duran bir kişiliğim vardı. Ela gözlerim Çakır'ın profilinde asılı kalırken yeşil bir bataklığa doğru çekildiğimi hissettim.

"Hadi Ferimah. Sallanma kızım."

Arslan dayımın isyanına gözlerimi devirdiğim sırada Çakır'ın dudağının kenarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Bu kaşlarımı çatmama neden olsa da bir şey demedim ve tam dayımın yanında biten adımlarıma ek olarak dudaklarımı araladım.

"Feza da gelecekti," dedim üşüyen burnumu çekerek. "Nerede?"

"Karargaha gitmesi gerekti," diye açıkladı. "Çakır var, yetmez mi?"

Çakır tek kaşını kaldırarak bana baktığında gözlerim kısıldı. Dayıma çevirdiğim bakışlarımı sertleştirerek, "O yoksa kimse gerekmezdi," diye rest çektim. 

Dayıma olan kırgınlığım geçmemişti. Geçecek gibi değildi... Ama içimde var olan ve asla bitmeyen sevgisi yok muydu... İşte o bana ve gardıma düşmandı. Ona koyduğum mesafeyi tek kalemde silip atabilecek kadar güçlüydü.

"Ver ver," diye isyan etti dayım, binmem için aracın kapısını açarken. "Ağzımın payını ver. Cadı..."

"Arslan! Rahat bırak kızımı."

"Tamam enişte ya. Yemedik sümüklü kızını."

Dediği lafı aldırmdan açtığı kapıdan arka koltuğa bindim. Elimdeki dosyaları dizlerimin üzerine koyduğumda Çakır da dudaklarındaki izmariti çöp kutusuna atıp serseri tavırla aracın kapısını açtı ve sürücü koltuğuna geçti. Dayım da yanına.

"İlk ve sondu," dedi Çakır vakit kaybetmeden aracı çalıştırırken. Açılan demir kapıdan çıkıp yola girdi. "Ben senin özel şoförün müyüm lan? Az ye de uşak tut kendine yarrak."

"Ağzına soktuğum," diye çıkıştı dayım. "Yeğenimin yanında düzgün konuş."

Çakır dikiz aynasından bana baktığında gözbebeklerine oturan alayı da gördüm sitemi de. "Sıkıntı yok. O zaten bize sağır."

Dayım onun dediğine aldırmadan telefonundan biriyle konuşmaya başladığında ikimiz arasında sessiz harfler döndü. Bakıştık ve o bana bir şeyler anlattı. Bakıştık ve ben anlattıklarını yakalayamadım.

Sustukça zamana gömüldük.

Sustukça ana tutulduk.

Sonra o anlatmayı bıraktı, ben de kulak asmayı. Bakışlarını üzerimden çekip yola odaklandığında dayım telefonu kapattı. Yüz ifadesi gergindi ve biraz sinirliydi.

"İki hafta sonra göreve gidiyorsunuz," dedi gözlerini yoldan çekmeden. Kumral saçlarını eliyle gelişigüzel dağıttı. "Ekibin komutası sende."

Çakır'ın kara kaşları çatıldı. Uzun kirpikleri kapan gibi kısılırken, "Komuta falan edemem ben," diye ters yaptı. "Sen bile beni zaptedemiyorsun. Ben kendimle beraber bir de ekibi mi baskılayacağım?"

Dayım elindeki telefon ekranına ritmik şekilde vurmaya başladı. "Binbaşı Hıncal'ın emri. Açığa alındım lan, ne bekliyordun? Her an götünüzü kollayabileceğimi mi?"

"Götümü kollaman umrumda mı sanıyorsun? Kimseyi yönetemem. İşim olmaz. Sikerim Hıncal'ı da verdiği emri de..."

Dayım sinirli haline rağmen güldü. "Çok merak ediyorum. Bunu onun yanında da söyleyecek kadar sağlam göte sahp misin?"

"Siktir git Aslan."

"Aslan seni siksin fahişenin dibi!"

Dayım delice Çakır'a küfrederken Çakır keyif alırcasına gülüyordu. Yol boyu dayım söylenmeye, Çakır sessiz kalıp umursamadan aracı sürmeye devam etti. Uzun ve yoğun trafiği atlattıktan sonra araç üniversitenin açık otoparkında durduğunda dizlerimdeki dosyayı alıp aşağı indim. Boynuma astığım çantamı düzenlerken Çakır ve Arslan dayım da inmişti. O sırada otoparktaki güvenlik görevlisi bize doğru geliyordu.

Ben aracın ön kıssmında durduğumda Çakır'ın biraz arkasındayım. Dayım ikimizin de önündeydi. Güvenlik görevlisi dayımla konuşmaya başladığında dayım arka cebinden cüzdanını çıkardı. Ne gösterdi bilmiyorum ama güvenlik görevlisi anında yumuşamaya başladı. Dayım da birkaç soru sorarak konuşmayı sürdürdü.

Bense üşüyen ve eminim ki soğuktan kırmızı olan burnumu çekerken Çakır birden bir adım geriledi ve parmakları, parmaklarıma değdi. Bumbuz olan ellerim, çıplaklığına rağmen sıcak olan parmaklarına sürtünür sürtünmez titredim. O da direkt omzunun üzerinden bana baktı ve kaşları derince çatıldı.

"Çok mu üşüdün sen?" diye sordu kısık çıkan sesiyle. Bedenini tamamen bana döndürdüğünde gözlerimi kaçırmamak için direndim. "Burnun da kıpkırmızı olmuş."

"Üşümedim," diye yalan attım. 

"At yalanı."

Kaşlarım çatıldı. "Terbiyesiz..."

"Ne? Ne dedim ben şimdi?" Çatık duran kaşları yavaş yavaş havalanırken, "Haa," dedi. "Devamından dolayı..."

"Sürekli bu denli küstah olmayı nasıl başarıyorsun sen?" diye kızıştım. Yeşil gözlerine öfkeliydim. 

Göz kırptı. "İnan bana çabalamıyorum."

Rüzgardan dolayı yüzüme uçan saçlarımı elimle geriye iteledim. Ondan gözlerimi çekeceğim anda elleri ceketinin cebine girdi ve bir çift siyah eldiven çıkardı. Artık algılarımı donduran soğuk muydu yoksa Çakır mı bilemediğim anlarda eldiveni bana doğru uzattı. 

"Al şunu." Bataklığına gömülmeye başladığımda dudakları büküldü. "Hasta olup sızlanırsın falan. Kafa ütülemeni çekemem."

Sinirle güldüm. Dişlerimi birbirine batırırken, "Sen kimsin ki senin kafanı ütüleyeyim?" diye çıkıştım. "İstemez." Biraz duraksadıktan sonra dayanamayıp konuşmaya devam ettim. "Biraz kibarlık senden bir şey eksiltmez, Yüzbaşı Çakır Alaca."

Yeşil yosunların dibini tutturduğu gözleri kızış damarlarla dikilmiş ağını genişletti. O ağa takılmadım, o ağın üzerine düşmesine izin vermedim. Omzumla koluna sertçe çarparak yanından geçtim. Dayım da güvenlikle konuşma keserek bize döndü.

"Siz ilerideki kafelerden birine oturun. Benim, bölüm dekanınla özel olarak konuşmam gerekenler var. Sonrasında öğrenci işlerinde geriye kalan prosedürleri hallederiz."

Olumlu anlamda kafamı salladığımda içten içe Çakır ile yalnız kalacağım için huzursuzdum. Değişken kişiliği beni de dengesiz birine dönüştürüyordu. Bir iyi bir kötüydü. Bazen güneşli bazense göğü gürleten soluk ve kasvetli havası vardı.

Dayım bize sırtını dönüp ilerlediğinde Çakır'a bir an bile bakmadan karşımızda yan yana dizili kafelerden birini gözüme kestirdim ve oraya doğru yürümeye koyuldum. Bu tavrım Çakır'ı germiş olacak ki biraz sonra, "Nankör kedi,"  diye arkamdan tersçe konuştu. "Beklesene."

Dönüp ona bakmadım bile. "Ne bekleyeceğim seni ya?"

Daha cümlemi tamamlamadan dev boyuyla yanımda beliriverdi. "Sabahın köründe sikimin keyfinden burada değilim. Senin yüzünden  veletlerin dolu olduğu yere geliyorum."

Sinirle soluklandım. "Gelmeseydin!"

"Harbi nankör lan."

Ona hissettiğim öfke yerli yerindeyken burnuma dolan kokusu o öfkeyi yatıştırmaya meyletti. Bir insanın kokusu karakterine bu kadar mı zıt  olurdu?

Kokusuna aldanmamaya çabalarken kafamı kaldırdım ve o an kafenin dışında oturan herkesin büyük bir dikkatle Çakır'ı izlediğini fark ettim.

Hepsi bu koca adamın aurasına kapılmış gibiydi. Aslında haklılardı. Ben olsam belki bende bakardım. İnsanın içini üşüten havada çıplak üstüyle ve askeri pantolonuyla dimdik tavırlı bir adam görmek gözleri altüst ederdi.  Fakat bu durumdan hoşlanmamıştım. Dikkat çekmeyi sevmeyen biriydim. Gözleri üzerinde hissettiğimde hep rahatsız olurdum. Şimdi Çakır yüzünden neredeyse herkes bize bakıyordu. O ise bu durumu hiçbir şekilde aldırmadan dik omuzları ve çatık kaşlarıyla yürümeye devam ediyordu.

Kafenin kapısına geldiğimizde cam kapıyı iri koluyla ittirdi ve benim geçmemi bekledikten sonra cam kenarındaki masalardan birine oturduk.

Ben elimdeki dosyaları masaya bırakırken o da rahat ve yayvan bir şekilde sandalyeye kuruldu.

"Herkes bize bakıyor," diye mırıldandım.

Yeni çıkan sakallarına kaydı parmakları. "Deme böyle," diye konuştu hoşnutsuzca. "Yoksa sana bakan gözleri yerinden sökmem saniyelerimi almaz. Kışkırtma."

Ona inanamayarak baktım. "Sorun ben miyim sanıyorsun? Kış günü tarzan gibi giyinen sensin. Herkes sana bakıyor!"

Bir durdu, düşündü. Sonra gözleri yavaş yavaş kısılırken, "Ferimah," dedi farklı bir tonlamayla. "Bu seni rahatsız mı etti?" Dili usulca alt dudağını ıslattı. "Başkalarının bana bakması mı seni bu kadar sinirlendiren?"

Soğuk tenimin altından kaynar sular aktı. Soğuk ge sıcak vadinin arasında kapana kısılırken, "Ne?" diyebildim şaşkınca. "Elbette hayır." Yüzümü buruşturdum. "Konuyu saptırıyorsun, Yüzbaşı."

"Belki canım  konudan sapmak istiyor?" Parmakları masanın üzerinde ritim tuttu. "Belki canım yolunu dönüp dolaştırıp bana çıkarmak istiyor?"

Kurumuş dudaklarımı araladım. İçimdeki dizgin sudan uyanan canavar göğsümü tırmıklarken, "Sürekli imalarda bulunuyorsun," dedim yosun yeşili gözlerini bulandırarak. "Ne diyeceksen açık açık de."

"Ben söylüyorum Ferimah, sen anlamıyorsun."

"Anlat o zaman," diye bastırdım isyanla. "Madem anlamıyorum, anlamamı sağla."

Çenesi gerginleşti. Parmakları ritmini bozdu ve sertçe avcunu masaya vurdu. "Kimse bakmayacak mı buraya?!"

Gür sesi kafenin içinde dağıldığında artık herkes bize bakıyordu. Ama o bunu asla umursamıyordu. Kafamı iki yana sallayarak ona karşı pes ettiğimde garson hızla masamıza geldi.

"Af edersin efendim. Lütfen kusura bakmayın. Ne alırdınız?"

Çakır yine künyesinin zincirini dişleri arasına alıp eliyle oynarken bana bakarak göz kırptı.

"Ne?" dedim çıkşarak.

Kaşları çatılırken kınarcasına bana baktı. "Ayıp olmuyor mu güzelim, beyefendinin yanında? Baş başayken trip atarsın."

Aval aval suratına baktım. Şaşkınlık damarlarımı daraltıp genişletti, dudaklarım açılıp kapandı. Öyle baskın güzelim demişti ki, onu tanımasam, bana karşı tavrını bilmesen yüzüne aldanabilirdim.

Şaşkınlığımı yutup içecek bir şeyler söyledikten sonra ikimiz de sessizliğe bürünmüştük. Artık ne o bana laf çarpıtıyordu ne de ben bize bakan gözlere takılıyordum. Kafede yarım saat bile durmamıştık ki Çakır'ın telefonu çaldı.  Masada ekranı aydınlandığında dayım olduğunu gördüm.

Aslan diye kaydetmişti.

Şaşırmadım...

"Ne var?" Duraksadı. Muhtemelen dayım yine laf söylemişti. "Çok ötme sikik. Geliyoruz, bekle."

Telefonu ceketinin iç kısmına atarken ayaklandı. "Hadi, gidiyoruz."

Çantamı alıp boynuma asarken cebinden yüzlük banknotu çıkarıp masaya koydu. Çantamın askı kısmından saçlarımı kurtarıp sırtıma attığım ve gözlerimi Çakır'a dokundurdum.

"Bir kahve borcum oldu. Hesabı kim ödeyecek diye tartışmaya girmediğim bu durumdan hoşnut olduğumdan değil, seninle tartışmak istemediğimden."

Çakır'ın dudaklarında serseri bir gülümseme belirdi. "Benimle kahve içmek istediğini direkt söyleyebilirsin Ferimah, bahaneye gerek yoktu."

"Ukalâ."

Dediğini umursamadım. O da üstelemedi. Beraber kafeden çıkıp öğrenci işlerinin olduğu binaya girdik. Üniversitenin bahçesi kadar binanın içi de kalabalıktı. Koridoru aşıp evrakları teslim edeceğimiz odaya geldiğimde dayım da içerideydi.

Hemen yanımıza geldi.

"Durumunun resmi yazı ile bildirilmesini sağlamıştım. Bölüm dekanın ile de görüştüm. Öğrenci kartı olmadan binaya seninle beraber girebilecek üç kişiyi ayarladım."

Kafamı olumlu anlamda sallarken, "Kimler?" diye sordum.

"Bina dışında istediğim herkes. Ama bina içine ben, Abay ve Çakır."

Çakır'ın ismini söylemesi ile anında ona dönerken o dayıma bakıyordu. Anında sertleşmişti ifadesi.

"Bana sordun mu lan? Ben senin yeğeninin götünde dolanmak zorunda mıyım?"

Dayım birden Çakır'ın ceketinin yakasını tuttu ve yumruk yaptı. "Düzgün konuş," diye fısıldadı odadaki iki kadına kısa bir bakış attıktan sonra. "Karşında komutanın olarak konuşuyorum."

Çakır hırsla yakasındaki eli silkti ve eliyle yüzünü sıvazladı. Neden bu kadar sinirlenmişti anlamıyordum. Evet onunla anlaşamıyorduk ama bu kadarı ona göre bile fazlaca kırıcı bir hareket değil miydi? Haklıydı. Benim yüzümden buraya gidip gelmesi ona haksızlıktı. Buna mecbur değildi. Ama bu tavrı zoruma gitmedi değildi...

Çakır geçmeyen öfkesiyle odanın en uç köşesine giderken ben evrakları teslim ettim ve birkaç dosya imzalayarak geçiş işlemlerimi tamamlamış oldum. Bir şeyler hissetmen gerekirdi belki de ama hissedemiyordum. Antalya ya da burası... Önemli olan bu değildi benim için. Ben kaybolduğum içimde benliğimi bulmak ve kaybettiğim güvenimi kendime kazandırmak istiyordum.

Elimdeki dolma kalemi masaya bıraktığımda dayım bir başka dosyayı alıp tekrar odadan ayrıldı. O sırada odaya biri erkek diğeri kız iki kişi girdi. Birbirlerine benzeyen mavi gözleri ile gülümseyerek masa başındaki kadına baktıklarında kadın da onlara karşılık verdi.

"Hoş geldiniz çocuklar." Kadın gözlerini onlardan alıp bana çevirdi. "İkizler, Psikoloji bölüm başkan ve yardımcıları Ferimah. Okula alışmana yardımcı olacaklardır."

İkiz olmalarına şaşırmadım çünkü bu neredeyse çıkarılabilirdi. Çok güzellerdi.

"Hiç merak etme Banu abla. Elimden geldiğince yardımcı olacağım." Kız sıcacık gülümseme ile bana baktı ve tek gözünü kıstı. "Tabii dönem ortasında gelmek dersleri toparlanam açısından biraz sıkıntı yaratacaktır ama notlarımı seninle seve seve paylaşırım. Dert etme lütfen." Bir an aklına dank etmiş gibi dudaklarını ısırdı. "Bu arada ben Güneş."

Gülğmseyerek uzattığı eli sıktım. " Ferimah, memnun oldum."

İkiz erkek kardeşi de samimice güldü. "Benim, onun kadar süslü notlarım olmasa da idare edersin sanırım," dedi ve göz kırptı. Elini uzattı. "Bulut."

Uzattığı ele karşılık verecektim ki ne ara ucunda olduğu odadan yanıma kadar geldiğini görmediğim Çakır dev boyuyla yanımda belirdi. Kolu, kolumu sıyırdı ve benim tutacağım eli o tuttu.

"Çakır bende," dedi aksi bir tavırla Bulut'un elini sıkarken. "Çakır Alaca."

Bulut'un elini ne şekilde sıktıysa çocuk bir an kaşlarını çattı ama geri düzeltti. "Abisi misiniz?"

Çakır ağzının içinden alt dudağını ısırdı sabır çekercesine. "Yok biz daha münasebetsiz ilişki içindeyiz."

Şaşkınlıkla dudaklarım aralandığında dirseğimi karnına geçirdim çaktırmadan. Haddini aşıyordu ve bunu neden yaptığını bile kestiremiyordum.

Çakır sessiz bir küfür savurdu. Çocuğun elini bırakırken dişlerini sıkıp ağzının içinde homurdandı.

"Bulut demek.. Seni yağmura hasret bırakırım Allah'ıma."

Bulut ve Güneş, Çakır'ı duymadı ama aksi tavrına şaşkınlıkla baktı. Anlam veremedikleri durum için ortamı toparlamak adına gülümsemeye çalıştım.

"Ferimah," dedi sessizlipin ardından Güneş. "İstersen sana bizim fakülteyi gezdirelim biraz."

Saçlarımı kulağımın arkasına attım. "Sevinirim."

Çakır yine homurdandı ama bu çocuksu tavrına aldırmamaya çalıştım. Bulut ve Güneş önde, ben ve Çakır arkada ilerlemeye başladığımızda Güneş hevesle okulu tanıtmaya, aktivitelerini anlatmaya başlamıştı. Bulut ise Çakır'ın varlığından dolayı sanırım, daha az konuşuyordu.

"Bu arada yıl sonu ödevi için ikişerli gruplar dağıtıldı," dedi Güneş. "Ama Bulut'a eş kalmadığı için tek yapacaktı. Sen geldiğine göre eşleşebilirsiniz."

Bulut elini şaklattı. "Süper olur bak bu."

Çakır cin görmüş gibi Bulut'a bakarken dişlerini o kadar çok sıkmıştı ki çenesi sivrilmişti. Ağzını açsa ard arda küfürler düşecek gibiydi. Koridorun solıuna dönmek üzereyken Güneş hâlâ anlatmaya devam ediyordu. O an fevri ve güçlü bir kuvvetle geriye doğru çekildim ve ayaklarım birbirine dolanırken kendimi karanlık bir odanın içinde buluverdim.

Çakır kolumu bırakmadan kapattığı kapının yüzeyine sırtımı yapıştırarak yüzüme sıcak nefesini yaydı.

"Kimseyle," dedi baskınca. "Hiçkimseyle eşleşemezsin. Birlik olamazsın."

Şiddetle inip kalkan göğsümü düzene koyamazken, "Ne yaptığını sanıyorsun be sen?" diye nefes nefese sordum. "Ne hakla beni bura-"

"Sikmişim hakkı hukuku. O bulutu neme hasret bırakırım."

"Çakır," diye fısıldadım tıpkı onun gibi. "Ne bu yaptığının açıklaması?" Kafamı iki yana salladım. "Anlamıyorsun deme. Anlamıyorum ama  anlatamıyorsun da Yüzbaşı."

Karanlığın içinde elmas gibi parlayan yosun yeşili gözleri düştüğümüz dipten ağları ikimizin etrafında örerek ayaklandığında  yosun hareleri tekrar düştü. Bu kez dip diye dudaklarımı boyladı.

Ve o an karanlığı gafil avladı ışık.

Her yer aydınlığa boğuldu.

Koca amfide tüm gözlerin namlusu alnımıza doğruldu.

•••

Bölüm Sonu.

Öncelikle bölüm hakkında düşünceleriniz neler?

Bölümün nerdeyse hepsini bir saat içinde yazdım ve şu an bitirir bitirmez atıyorum. Yoğun ders döneminden geçiyorum.

Vizelerdrn sonra ağırlığı Deharir ve Düş Küllüğü'ne vereceğim. Bir gün belirler ve düzenlice atarım.

Bu arada instagramdan bölüm değerlendirmesi için sorular cevaplayacağım. Oraya gelirseniz sohbet edebiliriz^^

İnstagram: meliszafir

Sizi seviyorum. İyi ki varsınız🖤

Continue Reading

You'll Also Like

DİLVAN By Helin

General Fiction

3.8M 188K 56
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...
657K 22.8K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...
6.5M 439K 80
Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekimdir. Daha mesleğinin ilk günlerinde, hen...
2.3M 100K 70
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...