YERALTI

By ianinprensesi

1.2M 51K 4.5K

Aras Soykan, Kendi karanlığının içinde, kaybolmuş ruhunun son parçasında nefretini, öfkesiyle körükleyerek in... More

Bölüm 1: YERALTI
Bölüm 2: KARANLIK
Bölüm 3: MAHKEME
Bölüm 4: KAFES
Bölüm 5: MOTOSİKLET
Bölüm 6: AĞVA
Bölüm 7: TELEFON
Bölüm 8: ŞİRKET
Bölüm 9: VEDA
Bölüm 10: ATEŞ
Bölüm 11: SALDIRI
Bölüm 13: PLAN
Bölüm 14: KOKU
Bölüm 15: ZİNCİR
Bölüm 16: BULUŞMA
Bölüm 17: KÛRA
Bölüm 18: AİLE
Bölüm 19: MESAJ
Bölüm 20: PARTİ
Bölüm 21: KAN
Bölüm 22: KAYBOLMUŞ
Bölüm 23: CEVAPLAR
Bölüm 24: TUTSAK
Bölüm 25: DÖVME
Bölüm 26: NEFRET
Geri Döndüm!
Bölüm 27: KORKU
Bölüm 28: ÇİZGİ
Bölüm 29: DOSYA
Bölüm 30: SOĞUK DENİZ ~ FİNAL
İkinci Kitap - Duyuru, Tanıtım ve Kapak

Bölüm 12: ANAHTAR

40.4K 1.8K 154
By ianinprensesi


Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!

Bölüm Şarkısı: Nightcore - This is War  

***



Bölüm 12: ANAHTAR

Gerinerek uyandığımda zihnim bomboştu, hiçbir şey düşünemiyordum. Bir süreliğine bu boşluktan yararlanarak öylece etrafıma bakındım, insanın zihni bomboş olunca etrafın güzelliğini daha da iyi anlıyordu.

İçinde bulunduğumuz ahşap ev oldukça güzel, mutfağı ise modernliğiyle bu eve oldukça tezattı. Evin içini saran kahverenginin ağırlığını yok eden beyaz ve pastel tonlarının kullanıldığı eşyalar ve el yapımı olduğu belli olan renkleri uyumsuz fakat değişik şekilleri ile renklerin uyumsuzluğuna aldırış ettirmeyecek kadar dikkat çekici güzellikte olan vazolarla süslenmişti.

Buna benzer vazolara, Aras'ın Beylerbeyi'ndeki evinde de rastladığımı fakat o vazolara dikkat edemeyecek kadar zihnimin dolu olduğunu hatırlıyordum.

Hayatım sıkıcı monotonluğundan çıkmıştı, her sabah uyandığımda yaptığım: 'Kahvaltıyı hazırla, Ulaş'ı uyandır, babamı uyandır, Tanem'i dinle, Ekrem'e şahitlik yap...' gibi uzayan evreler artık hayatımda yoktu. Her sabah, yeni bir belirsizliğe gözlerimi aralıyordum.

Yattığım yerden doğrulduğumda gördüğüm ilk kişi olan Rüya, mutfakta garip hareketler sergileyerek kahvaltı hazırlıyordu. Büyük ihtimalle cebinden kulağına doğru uzanan kulaklığıyla son ses müzik dinleyerek kendinden geçmişti. Gözlerim kısa bir an üstünde dolandıktan sonra koltuktan kalkarak kapıya ilerledim ve sessizce evin dışına çıktım.

Sahilden esen soğuk rüzgârları tenimde hissetmek uykumu açmış ve zihnime girmeye çalışan düşüncelerimi savurmaya başlamıştı. Temiz oksijeni içime çekerek toprak yolda yürümeye başladım. Derin bir nefesi sıkıntıyla dışarı verdikten sonra toprak yol, ince kumlarla yer değiştirmişti, kumsala ayak bastığımda dün akşamki hayallerim gözümde canlandı, annemi çok özlemiştim. Daha bir gün önce kardeşime veda etmeme rağmen şimdi onun da özlemi zincirlerini koparıp, içimdeki dalgaların vahşileşmesine neden olmuştu.

Kumsalı yarıladığımda, denizle arama belirli bir mesafe koyarak yere çöktüm ve dizlerimi kendime çekerek kollarımı iki yanıma yerleştirdim. Sırtımı gererek ağırlığımı kollarıma verdim ve serin deniz kokusunu içime çekerek etrafı incelemeye devam ettim. Bu sakinlik ve sonsuz güzellik altında arkadaşlarımı düşünmeden edemiyordum. Sahile en son gittiğimizde Tanem'in yanında yeni sevgilisi ve Ekrem'in de kız arkadaşı olma olasılığı taşıyan bir kız vardı. Bense onlardan biraz uzakta, denize daha yakın bir yerde yatmış yıldızların parıldadığı karanlık gökyüzünü izlemiştim.

"Fazla derinlere dalma boğulursun."

Aras'ın sesi tepemden geldiğinde yerimden sıçrayarak elimin altındaki kumların havalanmasını ve rüzgârla birlikte ağzıma kaçmasına neden olmuştum. Sinirle yüzümü buruşturduğumda, elimin tersiyle dilimi silmeye çalışıyordum Aras ise gülerek yanıma kurulmuştu.

Ona kısa ve boş bir bakış attıktan sonra tekrardan denize bakmaya başladığımda, "Uzun zamandır o denizin dibindeyim ve hâlâ yaşıyorum," dedim.

Beni inceleyen gözlerini denize yöneltmiş ve derin bir nefes alarak, "Ben de uzun zamandır Yeraltı'ndayım," demişti. Sesindeki samimiyete şaşırmıştım, gözlerim ilgiyle ona kaydığında o, gözlerini denizden ayırmamıştı. "Aşağıda, çok fazla dedikodu var. Çok fazla asılsız ama inanılan gerçekler var," dediğinde aklıma gözleri hakkında uydurulan efsaneler gelmişti.

Hafifçe sırıttığımda, "Gözlerin hakkında olan efsaneler gibi mi?" diye sordum. Bu sorum, onunda hafifçe gülmesine neden olmuştu. Başını onaylarcasına sallayıp, "Evet, onun gibileri," diyerek bana baktı. Gözleri her zamanki gibiydi, siyah ve parıltılarla doluydu. "Gözlerin gerçekten de çok koyu, daha önce böylesine siyah gözleri sadece kitaplarda okumuştum," dediğimde, başını olumlu anlamda sallayarak kaşlarını kaldırdı ve "Melanizm," dedi.

Kaşlarım çatılırken boş boş Aras'ın yüzüne baktım ve "Yeraltı inancı falan mı?" diye sordum. Sorum ikimiz arasında kısa bir sessizlik yaratırken, Aras bir anlığına şaşkınlıkla bana bakmış ve başını iki yana sallarken kahkahalara boğulmuştu. Başını, dizlerinin etrafına sardığı kollarına eğerken gülüşü öyle güzel gelmişti ki gözüme, ondan gözümü alamamıştım. Kahkahası ile omuzları ileri geri giderken, bir insanın karanlığının bile güzel olabileceğini düşünmeden edemiyordum.

Kahkahası yavaş yavaş yok olurken, başını kaldırdı ve iki yana sallayarak, "Hayır, göz rengimin nedeni: Melanizm. Aşırı ölçüde siyah pigmentlenmesi anlamına geliyor, saçlarımın ve göz rengimin koyuluğunun açıklaması," dediğinde ona boş boş bakmaya devam ettim. Ardından başımı aşağı yukarı sallayarak yeniden denize döndüm ve "Biliyor musun?" diye mırıldandım.

"Tanem'in eski sevgililerinden birisi, 'Aras Soykan, Hades'in beden bulmuş hali' demişti," diye devam ettim ve başımı dizlerime yaslayarak Aras'a baktım.

"Öyle de derler," dedi ve bana baktı.

"Okuduğum mitolojik kitaplarından birisinde, Hades olarak seni düşünmüştüm. Elinde bident, başında görünmezlik miğferi falan," dediğimde tekrar güldü ve hemen ardından gözlerini kısarak, "Bir zamanlar beni düşündün demek?" dedi sorarcasına. Yanaklarımın kızardığını hissederek denize döndüm ve kaşlarımı kaldırarak, "Dediğim gibi gerçek hayattaki insanları kitaplardakilerle eşleştirmeyi seviyorum," diye mırıldandım.

Sonrasında aramızda derin bir sessizlik oluştu, dalga ve kuş sesleri yükselirken öylece yan yana oturup denizi izledik. Aradan yarım saate yakın bir süre geçtikten sonra, "Rüya kahvaltıyı hazırlamıştır, gel hadi," diyerek ayağa kalkmıştı.

Başımı hafifçe kaldırıp Aras'a baktığımda, derin bir nefes alarak ben de onunla birlikte ayağa kalktım ve pantolonumu silkeleyerek, peşinden yürümeye başladım.

Eve vardığımızda spor ayakkabımın içine giren kumlardan kurtularak salondaki koltuğa bıraktım kendimi. Aras da yanıma oturduğunda, Berk ve Rüya birbirleriyle şaşkınca bakıştıktan sonra Berk dirseklerini masaya koyarak çenesini avuçlarının içine aldı. Gözleri kısılırken tekrar bize bakmaya başlamıştı. Rüya da, Berk'i taklit edercesine öne eğildiğinde Berk'e dönerek, "Aras, Deniz'i öldürmemiş," dedi.

Kaşlarım çatılırken onların bu anlamsız hareketlerini izlemeye devam ettim. Berk, başını sallayarak onayladığında, "Deniz de kaçmışa benzemiyor," diyerek birbirlerinin suratlarına dikkatlice baktılar. Birkaç saniye içinde kahkahalara boğulduklarında, gözlerinde yaşlarla bize dönmüşlerdi. "Bu iş hayra alamet değil," aynı anda kurdukları cümleyle birbirlerine omuz attıklarında onları düz bir ifadeyle inceledim. Ne Berk dün akşamki haline benziyordu ne de Rüya...

Aras omuz silkerek ayağa kalktı, ben de bir süre arkasından baksam da burnuma gelen kahvaltılık kokularıyla birlikte guruldayan mideme daha fazla engel olamayarak Aras'ın peşinden, masaya gitmeye karar verdim.

Aras masanın sağ tarafındaki sandalyesine otururken, Berk çaprazına oturmuştu. Hemen karşısınaysa Rüya geçmişti, banaysa... Aras'ın karşısına oturmak kalmıştı. Derin bir nefes alarak Aras'ın karşısına oturduğumda, iki yanımdaki Berk ve Rüya'ya baktım. Bir anda aklıma takılan şeyle dudaklarım aralandıysa da sormaktan vazgeçerek peynire uzandım. Çatalıma aldığım bir parça peyniri keyifle izlerken ağzımı aralamıştım ki, "Ne soracaktın?" diye sordu Aras.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda, beni taklit edercesine kaşlarını kaldırıp başını eğdi. Derin bir nefes alırken omuz silkerek, "Rüya ve Berk'in soyadlarını merak ettim," dedim düz bir sesle. Sorumun ardından gözlerimi Rüya'ya çevirip baktığımda, "Soylu," dedi büyük bir gururla. Kaşlarımı kaldırarak başımı salladım ve Berk'e baktım.

Berk başını hafifçe dikleştirerek, "Bond..." dedi ve gözlerini kısarak: "Berk Bond," diye ekledi. Sadece 'Bond' soyadıyla, Aras dahil masadaki herkesin gülmesine neden oldu. Sanırım Berk sinirlenmediği zamanlarda oldukça komik olabiliyordu. Alt dudağımı dişleyerek, "Bay süper gizli ajan," dediğimde, gurur dolu bakışları beni buldu ve "Buyurun, benim," dedi.

Yüzüme sinsi bir ifade yerleşirken, "Dün evinize kim saldırdı?" diye sordum. Sorumla birlikte omuzları düşerken başını iki yana salladı ve "Bilmiyorum, kim bu kadar cesaretlenmiş olabilir ki?" diyerek Aras'a döndü. Aras parmaklarını birbirine kenetlemiş ve çenesini parmaklarının üstüne yerleştirerek bana bakmaya başlamıştı.

"Dün akşamki söylediğin adam, nereden geldi aklına?" diye sorduğunda bir an duraksadım. Ardından yeşil gözlü adamı anımsayarak, "Bakışları, 'Ben bu işin peşini bırakmayacağım!' der gibiydi," dediğimde hızla masadan kalkarak cebindeki telefonu çıkardı ve salonun kapısına giderken bir numara tuşladı. Kapıdan çıktığında ise telefonu kulağına götürmüştü.

***

Geçen koca bir saatin ardından, Aras üstünü değiştirmiş bir şekilde tekrardan salona geldiğinde gözlerinde anlam veremediğim bir ifade vardı. Her zamankinden daha karanlık bakıyordu ve şaşkınlık kırıntıları taşıyordu. Derin bakışları beni bulduğunda ne yapacağımı bilemeyerek ayağa kalktım, odanın içindeki eğlenceli hava yerini soğuk rüzgârlar esen bir sessizliğe bırakmıştı.

"Üstündeki gömlek yerine daha rahat hareket edebileceğin bir şeyler giy, yarım saat içinde çıkıyoruz," dediğinde bir cevap vermemi beklemeden evin kapısına yönelmişti. Berk de arkasından kalkıp kapıya yönelirken, Rüya'ya ne olduğunu anlamadığını belirten bir bakış atmıştı.

Gözlerim bir süre kapanan kapıda takılı kalsa da, Rüya'ya döndüm ve "Üstümü değiştirmem gerekiyor," diye mırıldandım. Başını tamam dercesine sallayarak masadan kalktı ve el hareketleriyle beni de çağırarak dün akşamı geçirdiği odaya yöneldi.

Rüya'nın peşinden odaya girdiğimde beraber gömme dolabın önünde dikilmeye başlamıştık. Bana sormadan eline aldığı siyah deri tayt, salaş baskılı siyah bir tişört ve rahat olduğunu düşündüğüm lacivertimsi tonlarda olan montu bana uzatarak, "Bunlar işini görür," dedi ve odayı terk etti.

Odayı terk etmesiyle birlikte üstümdeki gömlek ve bacaklarımı kaşındıran pantolonu hızla çıkartarak verdiği rahat taytla birlikte salaş uzun kollu tişörtü üstüme geçirerek, montu da koltuğumun altına sıkıştırıp salona geçtim.

Aras ve Berk hâlâ içeri girmemişlerdi, salon girişinde biraz durduktan sonra evin kapısına doğru ilerleyip sıcak havayı dağıtan soğukluğun içeri girmesine izin verircesine kapıyı araladım. Berk ve Aras hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. Gözlerimi kısıp ne olduğunu anlamak istercesine onlara bakmaya başladığımda Berk'in inkâr içerikli kelimeleri kulaklarıma ulaşmaya başlamıştı.

"Gidemezsiniz!" sesi dediğinin olmayacağını biliyor ama inat etmekten de geri durmadığını belli ediyordu. Başını iki yana sallayıp tekrar Aras'a döndü ve "Olmaz!" dedi. Bu sefer elleri Aras'ın omzunu bulmuş ve ikna etmek istercesine omuzlarını kavramıştı.

"Bize. İhanet. Etti."

Aras kelimelerini tek tek vurgulayıp, Berk'in ellerinden kurtulmuştu. Bir süre Berk'e baktıktan sonra izlendiğini hisseder gibi gözleri beni buldu. Gözleri kısıldı, ardından üstümü inceledi. Başıyla gel işareti yaptığında kapıyı tamamen aralayıp kolumun altına sıkıştırdığım montu üzerime geçirerek verandaya çıktım.

"Kafatasınızı bana yollamalarını isteyeceğim!" diyerek içeri giren Berk'e şaşkın bakışlarımı yönelttikten sonra arkamdan yükselen kapının çarpma sesiyle adımlarımı hızlandırdım. Aras'ın tam karşısına dikildiğimde, "Kafataslarıyla ilgili ne gibi bir problemi var?" diye sordum, ardından kapıya baktım.

Aras omuz silkerek arabaya bindiğinde ben de onu takip edercesine arabaya yöneldim. Yolcu koltuğunun kapısını açarak hızla kendimi içeri attım ve yeni sorularımı Aras'a yöneltmek için dönmüştüm ki, onunla burun buruna geldik. Gece siyahı gözlerine bakarken yavaş yavaş sırtımı kapıya doğru yasladım ve Aras'ın yüzü ile kendi yüzüm arasındaki mesafeyi açtım.

Aras'ın dudağının bir tarafı yukarı kıvrılırken, "Emniyet kemerini tak," dedi muzip bir ifadeyle.

Pekâlâ, kesinlikle Aras uyurken ona bir şeyler olmuştu. Kumsaldaki konuşmamızdan bu yana, yüzündeki o her zaman kullandığı derin ifadesizlik yoktu, vardı ama genel olarak muzip bir gülümseme ile dolanıyordu etrafta. Birkaç defa yüzü ifadesizleşmiş ve o sert bakışlarına denk gelmiştim ama sadece bu kadardı. Sadece birkaç defa karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım oysaki Yeraltı'na indiğim günden bu yana, onun yanındayken büyük bir belirsizlik içindeydim.

Şimdi neden bu kadar rahatlamış hissediyordum ki?

"Ne soracaksan, ben sinirlenmeden sormanı tavsiye ederim," dediğinde ona olan bakışlarım değişmemişti. "Ah, sen sinirlenebiliyor muydun?" dedim kuru imalarla dolu bir sesle. Başını iki yana sallayıp bana döndü ve "Bilirsin..." dedi, sözünü tamamlamasına izin vermeden, "O senin en sakin halindir, bilmez miyim?" diye mırıldandım.

"Yavaş yavaş öğreniyorsun," dediğinde, başımı olumlu anlamda sallayarak emniyet kemerimi taktım ve "Berk'le olan tartışmanız baya hararetliydi, ne yapmayı planlıyorsun?" dedim büyük bir merakla.

Arabayı çalıştırdıktan sonra gözleri beni buldu ve gözlerindeki ifade öyle bir ifadeydi ki yerime sinmeme neden olmuştu. Öfke, nefret ve ihanet hissiyle harmanlanmış bu karanlık gözler, o kadar ölümcül bakıyordu ki dakikalar önce hissettiğim rahatlama hissi anında yok olup gitmişti. O yeşil gözlü adam, artık adı her neyse, Aras'ın ona güvendiğini ve ihanetiyle sarsıldığını anlamam sadece bu kısacık göz temasında gerçekleşmişti.

Derin bakışları altında ezilirken, "O piçi öldüreceğim, hem de köpekliğini yaptığı herifin önünde," dedi. Sesi de en az gözleri kadar ölüm saçıyordu ve ilk defa gerçekten de Aras Soykan'ın korkulacak birisi olduğunu fark ettim. Üstümdeki montun cebine tıkıştırdığım ellerim soğuktan ya da korkudan titriyordu, damağım kurumuştu ve yüzümdeki ifade ne haldeydi hiçbir fikrim yoktu.

"Peki, beni yanında sürüklemenin amacı ne?" diye sordum, içimde yayılan korku seline karşın sesim oldukça cüretkâr çıkmıştı. Alt dudağımı stresle dişleyerek, iyice hızlandığımız arabanın içinde kendimi biraz daha koltuğa bastırdım ve Aras'tan cevap bekledim.

"Dikkat dağınıklığı? Belki de o temiz zihnini bir kan gölüyle kirletmek? Hangisini istersin Kedicik?" dediğinde dişlerimi sıktım ve alt dudağımın kanamasına neden oldum. Elimi hızla ağzıma götürürken, "İkisini de istemiyorum desem, beni bırakma şansın yüzde kaç?" diye sordum.

"Boğa Ayşen'in, Berk'e âşık olması kadar," dediğinde, anında kaşlarım çatılmış ve saniyeler sonra Ayşen'in lezbiyen olduğunu hatırlayarak bu örneğine bir anlam verebilmiştim. "Dikkat dağıtmak tam bana göre," diye mırıldandım Tanem'i anımsayarak.

Bir şişe biradan sonra oldukça güzel dikkat dağıtabilirdi. En yakın arkadaşımı düşünmeyi bir kenara bırakarak Aras'a odaklandım ve "Gerçekten birini öldürmeyeceksin değil mi?" diye sordum tereddütle.

"Bugün bunu öğrenmek için bir şansın olacak..." dedi, ardından karanlık gözlerini yola dikti.

Ölüm sessizliği eşliğinde geçen uzun araba yolculuğumuz son bulduğunda saat dörde geliyordu. Uyuşmuş eklemlerimi esneterek arabadan indiğimde, Aras çoktan inmiş ve ellerini siyah kotunun ceplerine yerleştirerek yürümeye başlamıştı. Boş bir arazideydik, arazinin ortasında iki bina vardı ve bu binalar en fazla iki ya da üç katlıydı. Aras'ın adımları karşı karşıya yerleştirilmiş binalardan koyu renkli olanına doğruydu, karşısındaki bina ise ona göre daha açık tonlarda bir griye boyanmıştı.

İki binanın da önünde bekleyen güvenlik tarzı insanlar vardı fakat güvenliklerden tek farkı, ellerinde ağır silah taşıyor oluşlarıydı sanırım. Hafifçe yutkunarak hızlı adımlarla Aras'a yetiştiğimde, soğuk ve umursamaz hallerinden taviz vermeksizin yürümeye devam etti.

Bir adam aniden önümüzü kestiğinde, "Buraya giremezsiniz Aras Bey," dedi.

"Girebilir miyim diye sormadım, giriyorum," derken Aras'ın sözleri kesin, sesi ise bıçak kadar keskindi. Karşımızdaki adam yaklaşmakta olan Aras fırtınasına ne yapacağını bilemeyerek ilk önce arkadaşlarına ardından da bana baktı. Damarlarımdaki tüm kan çekilirken kaşlarımın kalkmasına engel olamadım. Başımı iki yana sallayıp Aras'a biraz daha yaklaştım ve ona dönüp, "Sanki içeri girmesek daha iyi gibi," diye mırıldandım.

Gözleri beni bulurken, hafifçe kıstı ve "Korkak bir kedi gibi yürümeyi ve etrafa ürkekçe bakmayı kes, böyle birisi olmadığını ikimizde biliyoruz Deniz," dediğinde derin bir nefes aldım ve onun dediklerine uyarak omuzlarımı dikleştirdim.

"Bak bana," Aras'ın sesi kulağıma bir fısıltı misali ulaşırken etrafı tarayan gözlerim Aras'ı buldu.

"Sana, yanımda olduğun zamanları kolaylaştırman için güzel şans vereceğim Deniz. Benim için kolaylaştırdığın her zor durum, kardeşinle bir saat konuşma hakkı kazandırır sana... Ne dersin? Birazdan içeri girdiğimizde çeneni kapalı tutabilir misin?" diye soru.

Gözlerimi kırpıştırırken neredeyse sırıtacaktım. "Şu dünyada benim için kolay olan bir şey varsa... O da, sessiz olmaktır," dedim. Aras'ın gözleri, dediklerime zerre inanmadığını belirtircesine kısılmıştı. Bense sadece sırıtmıştım, kardeşimle çene çalmak için şimdilik çenemi kapalı tutabilirdim, öyle değil mi?

Koyu renkli binanın kapısına geldiğimizde kapıdaki iki adam, ellerinde tuttuğu silahları bize doğrulttu ve esmer olan çocuk konuşmaya başladı. "Aras Bey sizi ikaz ettik, içeri giremezsiniz."

Esmer çocuğun yanındakiyse, doğrudan benim gözlerime bakıyordu. Ela gözleri ve turuncuya çalan saçları, bembeyaz yüzündeki çilleri belli ediyordu. Biçimli kaşları çatıktı ve dudakları düz bir çizgi halindeydi.

"Hem de yanınızda başka birisi varken..." dedi, beni inceleyen çocuk. Ela gözlerini bir an olsun benden ayırmamıştı.

Aras, umursamazlığın ve soğukluğun karışık olduğu sesiyle, "Ona, öyle bakmaya devam edersen, o gözlerini bir daha yerinde bulamazsın," dedi ve adamın gözleri, büyük bir ifadesizlikle Aras'a kaydı.

"Bırakın gelsinler!"

Soğuk bakışmaların yaşandığı anda, içeriden yükselen kadın sesiyle kaşlarım çatıldı ve Aras'a döndüm oysaki Aras'ın yüzüne çoktan soğuk bir gülümseme ve küçümser bir bakış belirmişti.

Kapı açıldığında, fabrikaya benzer bu yerden simsiyah uzun saçları olan bir kadın çıkmıştı. Üstündeki beyaz mini elbisesi o kadar dardı ki, elbisenin kadının vücudunda sardığı kısımların nefes aldığından bile emin değildim.

Kadın kapıya yaklaşırken, gözlerindeki açlık ve dudaklarındaki pişkin sırıtışıyla Aras'ın yüzünü incelemeye başlamıştı. Muhtemelen etkileyici ya da seksi olduğunu düşündüğü bir sesle, "Hoş geldin Aras... Görüşmeyeli epey olmuştu, değil mi?" diye mırıldandı.

Aras, düz bir ifadeyle kadına bakarken, "Sürtüklüğünü yaptığın pezevengi çağır bana," dedi. Aras'ın ses tonunda gizli olan öfke, havada dağılmaya başladığında kadının gözlerindeki açlık yerini büyüyen bir öfkeye bırakmıştı. Aras'ı es geçerek hafifçe başını yana eğdiğinde beni fark etti. Anında yüzüne alaycı bir ifade yerleşirken, "Az önceki cümlenin sorumlusu, bu sürtük mü?" diye sordu, yüzündeki yılışık gülümsemeyle.

Başımı hafifçe omuzuma eğdiğimde, kollarımı göğsümün altında bağlamıştım. Derin bir nefes alırken, karşımızdaki bu kadını inceliyordum. Güzel bir yüzü, çekici bir vücudu vardı ama tüm bu güzelliklerin altına saklanmış büyük bir pislik de vardı. Sadece gülümsemekle kaldım, tek kelime dahi edilmeyi hak etmeyen bir kadındı. Aras, kadınla olan göz temasımızı dağıtırken, "Seninle aynı mesleği paylaştığını sanmıyorum," dedi.

Daha cümlesinin ortasındayken de kolunu omzuma atarak beni kendine çekmiş ve aramızdaki mesafeyi kapattıktan sonra omuzumdaki kolunu belime indirip, elini kalça kemiğime koymuştu. Tepki vermeksizin put gibi durmaya başladım, bu durum fazlasıyla kafamı karıştırıyordu. Aras'ın neyin peşinde olduğunu anlayamamak başlı başına büyük bir dertti benim için.

Kadının bakışları iyice sertleşirken öfkeyle, "O kim ki? Neyden kıyasla bana böyle atıflarda bulunurken bu kızı koruyorsun?" diye sorduğunda, Aras gözlerini kısarak hafifçe gülümsemişti. "Senden daha önemli olduğu belli olan bir kız, hem senin için söylediğim bir atıf değil gerçeklerdi," dedi, Aras. Sesi öylesine nazik çıkmıştı ki, kadın hakaret yediğinin farkına bile varmaksızın gülümseyerek Aras'a bakmaya başladı.

"Doğru... O kız, Deniz Hazar. Öyle değil mi Soykan?"

Adımı duymamla birlikte başımı yukarı, ikinci kata kaldırdığımda konuşan kişiyi fark etmiştim. Ellerini korkuluğa yaslayarak bize bakan adam, ilk bakışta öyle bir tanıdıklık hissi yaratmıştı ki... Afallayarak kaşlarımı çattığımda, bir Aras'a bir de yukarıdaki adama bakmaya başlamıştım. Adamsa konuşmasına devam etmişti, "Senden istemediğim bir şeyi yapmışsın Aras."

Aras düz bir ifadeyle adama bakarken, beni kendine biraz daha çekmişti. Nedense burada bir tehlike vardı ve bu tehlike, şu an Aras'tan daha az kaçınmama neden oluyordu.

Aras, "Mete, beni fazla oyalama ve telefonda dediğin gibi köpeğini yolla," dedi düz bir sesle. "Biz onu hallettik ve vazolar için üzgünüm Aras," diyerek karşılık verdi Mete, sesinde yapay olduğu belli olan bir üzüntü vardı. Ardından gözleri parlayarak bana döndü ve "Annene çok benziyorsun tatlım," dedi, sesi ilgili çıkmıştı.

"Gözleriniz neredeyse aynı ama sanki annenin gözleri daha parlak ve saç rengi... Ah annenin saç rengi gerçekten çok güzeldi, aynı seninkiler gibi..." diyerek devam ettiğinde, kalp ritmim, zamanla yarışırcasına hızlanırken çenemi kapalı tutmak için büyük bir çaba harcıyordum.

Adam beni kışkırtmak istermişçesine annemle olan benzerliklerimi saymaya devam ediyordu, "Yüz hatlarınızda fazla benziyor ama büyük ihtimal kardeşinin yüz şekli annene daha çok benziyordur çünkü her ne kadar anneni andırsan da, babanın kopyası olduğun gerçeği göz ardı edilemeyecek kadar belli oluyor. Ah, Ulaş'tan bahsetmişken..." Aras adamın cümlesini yarıda kesti, "Mete..." dedi. Mete kısa bir bakışı Aras'a sunduğunda yeniden bana döndü ve devam etti. "...Adana'ya gitmişti değil mi?"

Daha fazla dayanamayarak, "Bu seni ne ilgilendirir?" diye sorduğumda, Aras'ın elini bileğimde hissettim. Gözlerim hızla onu bulduğunda, dudak hareketleriyle: "Şansını kaybettin," diye mırıldandı. Gözlerimi kapatıp sinirle adama döndüm ve şansımı kaybetmişken çenemi açtığıma değmesi için, "Anneme benzediğim kadar babama da benzediğimi biliyorum fakat bunları anlatarak neyi elde etmeye çalıştığınızı anlayabilmiş değilim," diyerek devam ettim, sesimin düz çıkmasını sağlayarak.

Aras'ın bileğimdeki eli sertleşirken dudaklarımı birbirine bastırıp adamdan cevap bekledim fakat karşımızda dikilen siyah saçlı kadın gözlerini devirerek, "Ah, Mete... Bu kız neler olduğuna dair hiçbir şey bilmiyor," diye mırıldandı. Bu cümle üzerine Mete onaylarcasına bir kahkaha attı.

Dişlerimi sıkarak kadına bakmaya başladığımda, "Bana öyle saldıracakmışsın gibi bakma tatlım, saldıramazsın," dedi. Kendinden emin oluşu, sözlerinin keskinliği onun üstüne atlayıp yüzünü dağıtmak istememe neden olsa da Aras'ın bileğimdeki eli bedenime uyarılar gönderiyordu. Her hareketimde, eli biraz daha sıkılaşıyormuş gibi hissediyordum.

Ben de düz bakışlarıma eşlik eden yapay bir gülümsemeyi yüzüme ekledim ve bileğimi belli etmeden kendime çekmeye çalıştım, aynı zamanda, "Gereksiz insanlarla kavga etmek prensiplerime uymuyor. Aynı şekilde boş muhabbetiyle beni kışkırtmaya çalışan kişilere karşı da fazlasıyla sakin bakabilirim. Yani Mete Bey... Aras'ın istediğini verin ve bu gereksiz konuşmaya bir son verelim," dedim. Sırf bu kurduğum cümle için bile Aras beni fazlasıyla pişman edebilirdi ama bir kere hakkımı kaybedince, arsızlaşabiliyordum.

Aras, bileğimi bırakmak yerine beni biraz daha kendisine çekmişti. Mete ise merdivenleri inene kadar konuşmamıştı. Ağır adımları sinir bozucu bir yavaşlıktaydı, birkaç dakika içinde Aras'ın karşısında dikildiğinde gülümsedi ve "Anahtarı verirse, neden olmasın?" diye sordu pişkince.

Gözlerim ikisi arasında mekik dokurken, "O, anahtar değil. Her zamanki gibi yanlış atlara oynuyorsun," dedi Aras soğukluğundan ödün vermeyerek.

Mete, "Görünüşe bakılırsa sen doğru ata oynamışsın Hades," dedi, sesindeki ima yüklü alayla. "Onun hiçbir şeyle ilgisi yokken, ona el uzatmana izin vermeyeceğim Mete, boşuna çırpınma ve şu itini getir artık," dedi.

Aras'ın sesi bıkkınlıkla çıkmaya başladığında adam bana döndü ve "Aras'tan ne zaman kurtulmak istersen bana gelebilirsin güzelim," diyerek, elini yanığıma uzatmasıyla birlikte, saniyeler içinde boşta kalan sağ elimle bileğini kavrayarak tırnaklarımı bileğinin iç kısmına bastırdım. Mete'nin elini yanağımdan uzaklaştırırken, bacak arasına spor ayakkabımın topuk kısmıyla sert bir tekme geçirmiştim.

Mete yüzünü buruşturarak geri çekildiğinde ensemde hissettiğim soğuklukla hemen arkama döndüm ve bir silahın namlusuyla burun buruna geldim. Gözlerimin irileşmesine engel olamayarak aramızda santimler bulunan silahın namlusuna bakakalmıştım.

Saniyelerin şahitlik etmekte zorlandığı bir hızda yaşanan olaylar beynime bir şimşeğin, ilk önce sesinin duyulması daha sonrada o şimşeğin gökyüzünü ikiye ayırması gibi yavaşça işlemişti. Biraz önce yaşananlar teker teker zihnime düşerken, biz içeriye girmeden önce kapıda gözlerini gözlerime dikmiş bana bakan genç adam, şimdi namlunun diğer ucunda silahını alnıma dayamış bakıyordu.

Aras içine çektiği derin nefesi yavaşça verirken, "O silahı götünde patlatmadan indir Tamer," dedi, bu sefer sesinde bıkkınlıkla karışık öfke de vardı. Nedensizce bu öfkenin hedefi olduğumu düşünmeye başlamıştım ve bu düşünce burnumun ucundaki silahı düşünmekten daha iyi hissettiriyordu.

Silahı tutan kişinin gözleri arkama kaydığında başını hafifçe 'tamam' dercesine salladıktan sonra silahın emniyetini kapatarak beline yerleştirdi. Bir adım geri çekilerek Aras'ın yanına geldiğimde, ona bakmıştım. Gözlerini doğrudan bana silah doğrultan kişiye dikmiş ve düz bir sesle, "Sende listedesin," demişti.

Ardından Mete'ye döndü ve "İtini getir ve bu işi burada bitirelim," dedi net bir sesle.

Bense hâlâ daha bana silah çeken adama bakıyordum, düz bakışları ve tereddütsüz ifadesiyle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek tiplerdendi. Ela gözleri donuk bakıyordu ve turuncuya çalan saçları darmadağınıktı, karşımdaki adamı izlemeyi bırakarak Mete'nin olduğu tarafa döndüğümde merdivenlerden sürüklenen birkaç kişiyi fark ettim, ayrıca Mete'nin gözlerinin üstümde olduğunu da...

Aras, beni omuzunun arkasına çekerken gözlerini kısıp Mete'ye baktı, Mete ona aldırmadan belindeki silahını çıkardı ve merdivenlerden sürüklenen adamların yere atılışlarını izledi. Yere atılan adamlardan birisini hemen tanımıştım, yeşil gözlü adamdı bu. Üstünde yine çizgili bir takım elbise vardı fakat bu takımı lacivertti. Yüzü kan çanağına dönmüştü, yeşil gözleri yarı kapalı bir halde kendi kendine mırıldanıyordu. Gözlerimi kısarak adamı incelemeyi bıraktım ve Mete'ye bakmaya başladım.

"Bunlar," dedi, elindeki silahın namlusu ile yerde yatan yarı baygın adamları gösterirken, gözlerini Aras'tan ayırmıyordu.

Aras, gözlerini yerde yatan adamlardan ayırıp da Mete'ye bakmaya başladığında, "Bu itler geberecek ve bizim anlaşmamızda burada son bulacak Mete. İstediğim her şeye sahibim artık sana ihtiyacım yok," dedikten sonra sert bir tekmeyi kendinden geçmek üzere olan yeşil gözlü adamın burnuna geçirdi.

Depoda yankılanan korkunç sesi umursamayarak, parmakları bileğimin etrafına sardı ve beni kapıya doğru sürüklemeye başladı. Gözüm yine yeşil gözlü adam takılı kalmıştı fakat bu sefer onun gözleri kapalıydı ve hareket dahi etmiyordu. Aras, arkasına bakmadan, "İşimiz bitti Mete, bir daha sakın karşıma çıkma," diyerek, deponun kapısına ilerlemeye devam etti.

"Yanılıyorsun Soykan, bu iş burada bitmedi tekrar karşılaşacağız!" diye bağırdı Mete sesini duyurmak istercesine.

Aras, Mete'yi umursamadan kapıya doğru ilerlemeyi sürdürdü ve kapıdan çıktığımızda hırsla bana döndü. Gözleri ölüm saçarken etraftaki kimseyi umursamayarak, "Sadece o çeneni kapalı tutacaktın," dedi öfkesini saklamadan.

"O herif neyden bahsediyor?" diye sordum Aras'ın tehdit dolu sesini yok sayarak. Aras gözlerini kısıp üstüme doğru bir adım daha attığında bedenlerimiz arasında santimler kalmıştı. Başını hafifçe öne eğdiğinde ben de başımı hafifçe arkaya atmıştım. Nefesini yüzüme üfleyerek konuştuğunda bir adım geri atmak için hazırlanıyordum.

"Şansını kaybettin ufaklık," dedi ve konuşmama izin vermeden, beni yeniden sürüklemeye başladı. Arabaya yaklaştığımızda binmeden önce Aras'ın gözlerine bakıp, "O herifin neyden bahsettiğini bana söylemek zorundasın," diyerek sesimi yükselttim. Binalardan uzaklaştığımız için Aras'tan başka kimse beni duymuyordu.

"Berk'e senin kafatasını gönderirim, çene kemiğinden de kendime küllük yaparım Deniz. Kapa çeneni ve bin şu arabaya."

Arabaya binip sertçe kapıyı çektikten sonra tekrar Aras'a döndüm ve "Neden beni istiyor?" diye sordum. Gözleri yoldan bana kaydı ve beni inceledi, tekrar yola döndüğünde yüzünde öfkesinden eser kalmamıştı, "Belki de ateşli olduğun içindir," dediğinde, gözlerimi devirerek başımı cama yasladım. "Bir kere de ciddi ol be... Beni mahvediyorsun!" diye söylendim.

"İstediğim de bu zaten," karşılığını verdiğinde, hızla başımı kaldırıp Aras'a baktım. Gözleri yoldaydı, sanki biraz önce hiç konuşmamış gibi yolu izliyor kendi kendine şarkı mırıldanıyordu. Dişlerimi sıkarak cama döndüm ve hafifçe camı aralayarak soğuk havanın, sıcak arabanın içine doluşuyla yolu izlemeye devam ettim.

***

Derin bir sessizlikle yazlığa geri dönmüştük. Akşam serinliğinde sahil kesimi dondurucuydu. Arabadan indiğim anda üstümde mont olmasına rağmen dişlerim takırdamaya başlamıştı ya da soğuktan ziyade yol boyunca gördüğüm kâbuslardan dolayı takırdıyordu. O yeşil gözlü adamın hareketsiz bedeni gözümün önünden bir türlü gitmiyordu, neden sonrasında idrak ettim bilmiyorum ama o binadan tam tamına üç ceset çıkmıştı, belki de daha fazlası...

"Deniz, ne düşünüyorsun?"

Aras'ın içten sorusu düşüncelerimi dağıtmış gözlerimin odağı, onun gözleri olmuştu. "Onları öldürdüler mi?" diye sorduğumda, sesim gözyaşlarım olmamasına rağmen ağlamaklı çıkıyordu fazla kırılgan ve düşünceliydi.

"Büyük ihtimalle, titreyerek bunu mu düşünüyordun?" diye sorduğunda, evin içine girmiştik. Berk ve Rüya koltuğa yayılmış, film izliyorlardı. Bizi gördüklerinde yüzlerine yerleşen şaşkınlıkla birlikte merakı da fark etmiştim, Aras ise onları es geçerek beni odasına sürüklemeye koyuldu. Berk'ten birkaç soru yükselmişti ama Aras cevap vermeye tenezzül bile etmemişti.

Odasına girdiğimizde omuzlarımdan tutup gözlerime baktı, "Neden bu kadar geç ve büyük tepki verdin?" dedi düz bir sesle. Başımı yavaşça kaldırıp gözlerine odaklandım, gözleri karanlık birer kuyu gibiydiler, hem sıcaktılar hem de soğuk. Hem güzeldiler hem de karanlık, hem kurtuluştular gibiydiler hem de ölüm.

İçim titrerken, "Ailesi yok mudur onun? Kardeşi, annesi, babası... Belki de karısı ve çocukları vardı. Neden öldürülmelerini istedin ki?" diye sordum, sesim fazla sakin ve düşünceli çıkıyordu. "Sen bir katilsin," dedim omuzlarımdaki ellerinden kurtulmak için çabalarken.

"Onları ben öldürmedim," dedi, büyük bir soğuklukla. Ses tonu öyle soğuk gelmişti ki, alev alev yanan bir ateşi söndürebilirdi.

"Senin tekmenden sonra hareket etmedi," dedim.

Aras'ın, o adamı öldürdüğü düşüncesi zihnimde yankılanırken, panik duygusu bedenimi sarmaladı ve kollarımda toplandı. Aras'ı iterek kendimden uzaklaştırırken başımı iki yana salladım, sanki başımı sallayınca zihnimdeki düşünceler dağılacakmış gibi.

"Deniz ben katil değilim," dediğinde ondan kaçırdığım gözlerimi, gözlerine odaklayıp boş bir şekilde Aras'a baktım.

"Beni buna nasıl ikna edebilirsin ki? Sen..." ne diyeceğimi bilemeyerek yüzümü buruşturduğumda, başımı iki yana sallamayı bırakıp, "Sen uzun zamandır bu işlerin içindesin, Yeraltı'nda acayip bir yeriniz var, sen ve baban bu işin başındasınız... Siz nesiniz? Benden ne istiyorsunuz?" diye sordum. Kafamın içi çok doluydu, aynı zamanda o kadar karmaşıktı ki hiçbir şeyi toparlayamıyordum.

Aras bir süre bana baktıktan sonra arkasını döndü, sağ eli ile saçını dağıtırken tekrardan bana baktı ve soğuk sesinin oluşturduğu cümlenin verdiği zararları umursamadan kelimeleriyle beni vurdu.

"Ben eline silah almış birisi değilim Deniz ama bir katil hakkında konuşmak istiyorsan, konuşabiliriz çünkü ben de karşımda bir katil görüyorum. Sen farkında değilsin ama çevrendeki insanlar senin yüzünden acı çekiyor, çevrende olmayanlar bile... Sen dolaylı yollardan bir katilsin ve bu yüzden buradasın çünkü birinin sana hesap sorması gerek, o kişi de benim. Bu yüzden hiçbir durum lehine çevrilebilecek kadar basit değil!" 


~~

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz!

Bana ulaşmak için:

Instagram: semihaakaya

Twitter: semihaakaya

Tekrar görüşmek üzere! Sizleri seviyorum, beklediğiniz için hepinize teşekkürler...

Continue Reading

You'll Also Like

53.4K 2.9K 22
Kaybetmek Yok Ölüm Var. Ölüm bizi çağırıyor. Bu oyunda; Şah da benim, Vezir de, Kale de benim, Piyon da. Bu oyunu başlatan benim, bitiren de ben ol...
194K 9.8K 49
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
750K 25.5K 58
"Seni öldürürüm Demir! Öldürürüm!" "Tabii ki öldürürsün ama sen beni öldürmek yerine, ailene umut olacaksın ve benimle evleneceksin. " Mideme kramp...
3.5M 105K 75
Ada: Son bir defa gör beni Ada: Son bir defa duy Ada: Son bir defa sarıl bana Ada: Son bir defa ellerimi tut Ada: İmkansız biliyorum Ada: Ama son bi...