YERALTI

By ianinprensesi

1.1M 50.9K 4.5K

Aras Soykan, Kendi karanlığının içinde, kaybolmuş ruhunun son parçasında nefretini, öfkesiyle körükleyerek in... More

Bölüm 1: YERALTI
Bölüm 2: KARANLIK
Bölüm 3: MAHKEME
Bölüm 4: KAFES
Bölüm 5: MOTOSİKLET
Bölüm 7: TELEFON
Bölüm 8: ŞİRKET
Bölüm 9: VEDA
Bölüm 10: ATEŞ
Bölüm 11: SALDIRI
Bölüm 12: ANAHTAR
Bölüm 13: PLAN
Bölüm 14: KOKU
Bölüm 15: ZİNCİR
Bölüm 16: BULUŞMA
Bölüm 17: KÛRA
Bölüm 18: AİLE
Bölüm 19: MESAJ
Bölüm 20: PARTİ
Bölüm 21: KAN
Bölüm 22: KAYBOLMUŞ
Bölüm 23: CEVAPLAR
Bölüm 24: TUTSAK
Bölüm 25: DÖVME
Bölüm 26: NEFRET
Geri Döndüm!
Bölüm 27: KORKU
Bölüm 28: ÇİZGİ
Bölüm 29: DOSYA
Bölüm 30: SOĞUK DENİZ ~ FİNAL
İkinci Kitap - Duyuru, Tanıtım ve Kapak

Bölüm 6: AĞVA

42K 2K 152
By ianinprensesi


Bölüme başladığınız tarihi ve saati buraya yorum olarak bırakabilirsiniz!


***


Bölüm 6: AĞVA

Motosiklet hızlandıkça, kollarımı daha da sıkı sarıyordum Aras'ın beline. Kollarım sıkılaştıkça da, Aras gaza biraz daha yükleniyordu.

"Daha ne kadar sıkı sarılabileceğini merak ediyorum!"

Aras'ın sesi, birkaç santim ötemden boğuk bir şekilde yükseldiğinde, yüzünü görmesem dahi yüzünde alaycı bir ifade olduğunu tahmin edebiliyordum. O anda gelen deli cesaretiyle kollarımı gevşettim ve sırtına gömdüğüm başımı hafifçe geri çekerek sırtımı dikleştirdim.

Gerçekten... Ama gerçekten acayip hızlı gidiyorduk, etrafımızdaki ağaçlar birbiri ardına yok oluyormuş gibiydi ve aniden ön tekeri kaldırmasıyla dudaklarımdan, hayatım boyunca atmış olabileceğim en tiz çığlık yükseldi. Kollarım tekrar mengene gibi onun gövdesini sardığında alaycı bir gülüş kulaklarıma ulaştı. Derin bir nefes alıp, gideceğimiz yere bir an önce varmamız için sessizliği bozmadan gözlerimi kapattım.

Bu hız ve arada sağ sola kayan direksiyon, kalp ritmimin hızlanmasına ve gözümde o anların canlanmasına neden oluyordu. Asıl korkum bu motosikletten düşüp ölmek ya da tekrar hastanelik olmak değildi, geride bırakacağım insanlardı.

Motosikletin yavaşladığını hissedince gözlerimi aralayarak etrafıma bakındım ağaçlık bir alandaydık, arkamızda tek tük arabaların geçtiği bir yol bırakmıştık.

Kollarımı yavaş yavaş gevşettiğimde motosiklet tamamen durmuştu. Titreyen kollarımı hızla harekete geçirerek motosikletten indim ve kafamdaki kaskı çıkartarak etrafı incelemeye başladım. Aras'ın alay kokan sesi kulağıma ulaştığında, kulaklarım hâlâ uğulduyordu, ne dediğini anlayamamıştım. "Efendim?" diyerek ona döndüğümde dudakları yukarı kıvrıldı.

"Efendim..." diyerek tekrarladı beni, kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Hemen ardından göz kırpıp başımı iki yana salladığımda, "Kes şu hareketleri serseri ergenler gibisin," dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

Aramızdaki kısa samimiyet kolumdan tutarak beni çekiştirmesiyle son bulmuştu. Beni, karşımızda kalan büyük eve doğru sürüklemeye başladığında karşı koymadım ve ağır adımlarla onu takip ettim. İçimi yiyip bitiren bir merakla, "Neden buradayız?" diye sordum.

Kapıya ulaştığımızda Aras kapıya iki kere sertçe vurdu ve verandada öylece durmaya başladık, kısa bir an Aras'a baktığımda yüzündeki sertlik ve beni delip geçen siyah gözleri, gözlerimi kapıya dikmeme neden olmuştu. O sert maskesinin altında neler sakladığını, neden bu kadar öfkeli olduğunu merak ediyordum.

Gözlerim tekrar ona kaydığında kapı açılmıştı ve Aras'ın gözleri kapıyı açan kişiyi bulmuştu. Karşımızda siyah üzerine gri çizgili takım elbise giymiş bir adam duruyordu, bakışları Aras'tan bana kaydığında kaşlarını çatsa da saniyeler sonra yüzüne muzip bir gülümseme yayılmıştı. Boş bakışlarıma eşlik edercesine kalkan kaşlarım sol bileğimden beni kendine çeken Aras'ın ani hareketiyle şaşkınlığa, ardından soğuk bakışlarıma dönmüştü. Adamın yüzündeki muzip ifade silinirken, kolunu içeri doğru uzattı ve "Buyurun efendim, Mete Bey sizi bekliyor," dedi.

Aras vakit kaybetmeden içeri daldı ve hızlı adımlarla karşımızdaki beyaz merdivenleri tırmanmaya başladı. Kolumu bıraktığı için arkasından gidip gitmeme konusunda ikileme düşmüştüm, bu yüzden olduğum yerde durup etrafıma kısa bakışlar attım ve bize kapıyı açan adamla göz göze geldim.

Kirli sakalı düzgün kesilmiş, küçük yuvarlak, güzel bir buruna sahipti. Ağzı o kadar küçüktü ki, sakallarının arasından belli bile olmuyordu. Fakat zümrüt yeşil gözleri, ben buradayım dercesine parlıyordu.

Adamın yüzüne diktiğim gözlerimi evin içinde dolandırmaya başladığımda salon olduğunu tahmin ettiğim odadaki devasa camdan gökyüzünü gördüm. Gökyüzündeki ton bana huzur vermişti, dışarıdayken Aras yüzünden dikkat edemediğim gökyüzü, şimdi tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. Hava kararmaya yüz tutmuştu ve yıldızlar hafif hafif kendini belli etmeye başlamıştı.

Gökyüzüne diktiğim gözlerim, bana huzuru aşılarken omuzlarımda hissettiğim rahatsız edici bakışlarla arkama döndüm. Gözlerim, kapıyı açan adamın parlak yeşil gözleriyle buluştuğunda bedenimdeki tüm tüylerin huzursuzlukla ürperdiğini hissettim. Bu ürperti ve huzursuzlukla merdivenlere doğru ilerlemeye başlamıştım ki, ben daha üç adım atamadan adamın eli kolumu kavramış ve beni olduğum yere sabitlemişti.

Kolumu sıktığında, dün akşamki kafes macerasından kalan acı, kolumdan süzülerek ense köküme kadar yükseldi ve yüzüm buruşurken dudaklarımdan acı dolu bir inleme kaçtı. Bunun üzerine adam kolumu sıkan elini hafifçe gevşeterek, "Mete Bey, sadece Aras Bey'i çağırmıştı, çıkamazsınız," dedi dişlerinin arasından.

Aradan saniyeler geçmeden, "Çek o elini kızın kolundan!" diyen Aras'ın silueti merdivenlerde belirdi. Sesindeki öfke havada oksijen niyetine solunabilecek hale gelmişti. Adam, Aras'ın gelmesi ile elini çekmiş ben de bir adım geriye çekilmiştim. Öfkesinden alev alev parlayan siyah gözleri evin içindeki ışıklandırmayla koyudan da koyu bir kahverengiye dönüşmüştü. Merdivenleri saniyeler içinde inmiş ve sağ yumruğunu adamın yüzüne geçirmişti. Şaşkınlıkla birkaç adım daha gerilediğimde gözleri bana kaydı ve başını iki yana salladı.

Gözlerim yerde yatan ve burnunu tutan parlak yeşil gözlü adama kaydı. Burnundan oluk oluk akan kan çenesinden boynuna oradan da beyaz gömleğinde kırmızı bir leke şeklinde yayılıyordu. Yeşil gözleri öfkeyle kısılmış ve incecik dudakları sinirle gerilmişti.

Aras biraz önce adamın bıraktığı kolumu sıkıca kavrayarak beni sürüklemeye başladığında gözüm yerde yatan adama takılı kalmıştı, bu sefer kolumun acısını değil de yerde yatan adamın öfkesini tüm bedenimde hissediyordum. Yeşil gözlü adamla gözlerimiz kesiştiğinde öfkeyle parlayan yeşil gözleri ben dışarıya çıkana kadar benden ayrılmamıştı. Derin bir nefes alıp Aras'a döndüğümde, durmuştu ve burun buruna gelmiştik.

"Kimsenin sana dokunmasına izin vermemeni söylemiştim," dediğinde kelimeleri oldukça net ve sesi sertti. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Kolumu sıkan elinden kurtulmak istercesine kolumu salladım fakat o kadar sıkı tutuyordu ki elinden kurtulmak imkânsız gibiydi.

"Kolumu bırakır mısın?" diye öfkeyle mırıldandığımda kolumu geriye iterek bıraktı. Ani hareketiyle dengemi kaybetsem de birkaç geri adımda hemen toparlamıştım. Öfkeli bakışlarımı yüzüne dikerek öylece durdum. Bir süre yüzüne baktıktan sonra gözlerimi kaçırarak etrafı incelemeye başladım.

"Neredeyiz?" diye sorduğumda ağaçlık alanı izliyor lacivertimsi bir tonda huzur veren gökyüzüne kısa bakışlar atıyordum. Cevap vermediğinde ona baktım ve "Bu öfkeni hak edecek ne yaptım?" diye sordum. Siyah gözlerindeki parıltılar koyulaşırken dudağının bir tarafı hafifçe yukarı kıvrıldı ve "Bu benim en sakin halim. Bence sakin halimi hak edecek ne yaptığını düşünmelisin," dedi.

"Bu sakin halinse..." diye ağzımda geveledim ardından bana bakışlarını umursamadan geldiğimiz yolu yürümeye başladım. Tek tük arabaların geçtiği yola çıkmama birkaç adım kala arkamdan yükselen motor sesiyle olduğum yerde dona kalmıştım. Tekerin, toprak zeminde çıkarttığı sürtünme ve motorundan yükselen o ciyaklama sesi zihnimdeki tozlu anılara rüzgâr misali eserken gözlerim anın şaşkınlığıyla irileşmişti, kalp ritmim değişmiş ve teklemeye başlamıştı.

Derin bir nefes alıp tekrar yürümeye başladığımda kolumda hissettiğim elle hızla arkama döndüm ve onun siyah gözleriyle karşılaştım. Elindeki kaskı uzatarak, "Bin," diye mırıldandı. Başımı iki yana salladığımda sinirini belli edercesine motosikletin gazına yüklendi. Tüylerim ürperirken başımı iki yana sallamaya devam ediyordum. Derin bir nefes eşliğinde motosikletten inerek karşıma dikildiğinde gözlerine bakmak dışında her şeyi yapmıştım. Etraftaki ağaçları ve ağaçlık alanın biraz ilerisindeki çeşmeyi incelemiştim.

Etrafı inceledikçe içimde büyüyen tanıdıklık hissi git gide artarken, "Ağva'da mıyız?" diye sordum. Gözlerini gözlerime dikmişti ve öylece beni izlemeye devam etmişti. İçimde yükselen kaçma hissiyle yerimde kıpırdandığımda gözlerini kısmış ve ne yapacağımı beklercesine motosiklete yaslanarak kollarını birbirine dolamıştı.

Bir adım geriye atıp çeşmenin olduğu yere doğru koşmaya başladığımda o da motosikletten doğrularak peşimden koşmaya başlamıştı. Buraları hiç bilmiyorum, bir keresinde Ağva'ya tatil için giderken buna benzer bir çeşmede durup su içtiğimizi hatırlıyordum ve çeşmenin yanından uzanan bir patika olduğunu anımsıyordum. Patika ormanlık alanın içine uzandığı için hep merak etmiştim nereye gittiğini fakat hiç merakıma yenik düşüp de o patikaya girememiştim. Sanırım şimdi merakıma yenik düşme zamanıydı.

Çeşmenin yanından dolanarak karanlıkta görebildiğim kadarıyla dalların ve ağaç köklerinin üstünden atlayarak patika yolu takip ediyordum, yol boyunca uzanan birçok çeşme ve çeşmenin ardından devam eden birçok patika yol vardı ve bu hangisiydi bilmiyorum ama tek umudum bu patikanın köy ya da kasaba gibi bir yere çıkmasıydı. Böylelikle sığınacak bir ev bulabilirdim ya da telefonunu kullanabileceğim birini...

Hava fazlasıyla soğuktu, denizden gelen soğuk esintiler deri ceketin içine işliyor ve tüylerimin ürpermesine neden oluyordu. Birkaç kesilmiş ağaç parçalarının üstünden atlayarak çamurlu yolda ilerlemeye devam ettim. Arkamdan gelen ayak seslerini hâlâ duyabiliyordum, ne bir adım geri düşüyordu ne de bir adım öne çıkıyordu sabit bir sesle, gölge gibi peşimdeydi.

İndiğim patika yolun sağ tarafına, büyük ihtimalle Ağva tarafına giden yol üzerinde koşmaya devam ettim. Ağaç dalları bileklerime dolanıp dururken, bastığım yerde ne olduğunu göremeyeceğim kadar karanlık bir yere girmiştim.

Hava daha yeni kararmaya başlamış olsa da, ağaçlık alanda tek bir ışık huzmesi kalmamıştı. Bastığım yeri göremediğim için yavaşlamak zorunda kalmıştım, yine de kendimi boşluğa basmaktan sakınamamış ve bir anda yuvarlanmaya başlamıştım. Toprak parçaları yüzüme çarparken elimi durmak için yere sürtüyordum, bu durum parmak uçlarımın yangın varmışçasına yanmasına neden olmuştu.

Peşimden koşan Aras, düştüğüm yere hızla inerken, derin bir nefes alıp, yerden destek alarak ayağa kalktığımda eli hemen kolumu kavramış ve beni sertçe kendine çekmişti. Ani hareketi karşısında nefesim kesilmiş ve sırtım gövdesine çarpmıştı. Bir kolu, bileğimi tutarken diğer kolu da belime yerleşmiş ve beni kendine iyice bastırmıştı. Kesik kesik soluduğum nefeslerim eşliğinde, "Bırak beni," diye mırıldandım. Koşmaktan nefes alış veriş düzenim bozulmuş ve temiz hava içime çektiğim her nefeste ciğerlerimi yakmaya başlamıştı. Burun deliklerim sızlarken nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum.

Çenesini omzuma yaslayarak dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında ürpermiştim. "Korkularından kaçarak uzaklaşamazsın Kedicik," dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım ve "Bana öyle seslenme," diye mırıldandım. Bir anda bedenimi serbest bırakarak beni kendine çevirdi ve bileğimi bırakmadan gözlerini gözlerime dikti.

"Evet, Kedicik... Sen şanssı bir kedi olmalısın çünkü her kedi gibi dört ayağının üstüne düşemiyorsun!" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp burnumdan derin bir nefes verdim. Havanın soğukluğuyla nefesim duman misali süzülmüştü.

"Bu yüzden kardeşini görme şansını yavaş yavaş kaybediyorsun," dediğinde hafifçe yutkunarak bir adım geri attım ve "Benden ne istiyorsun?" diye sordum.

Bunu öğrenmem lazımdı, olay babamın beni Yeraltı'na göndermesinden çıkmıştı. O basitlikten çıkıp daha büyük bir şeye dönüşmüştü ve o şeyin ne olduğunu öğrenmeliydim. Aras beni istemişti, her ne kadar babamdan nefret etsem de beni bırakacak bir insan değildi çünkü bana ihtiyacı vardı, benim de ona ihtiyacım olduğu gibi... Her ne kadar birbirimize zarar veriyor gibi gözüksek bile, biz bir aileydik ve birbirimize ihtiyacımız vardı.

Gözlerimi kısıp Aras'ın yüzünü incelemeye başladığımda bir adım üstüme gelerek aramızda açtığım mesafeyi kolayca yok etti ve ılık nefesini yüzüme üfleyerek konuştu. "Senden birçok şey istiyorum," dediğinde devam etmesini bekledim fakat devam etmediği için, "Niye?" diye sordum.

"Çünkü benden birçok şey aldın," dediğinde ise afallamıştım. Daha ilk defa gördüğüm birinden nasıl birçok şey alabilirdim ki?

"Şaşkınlığını kendine sakla, şimdi buradan gidiyoruz," dediğinde bileğimi bırakıp tekrar kolumu kavrayarak beni peşinden sürüklemeye başlamıştı bense hâlâ Aras Soykan'dan neler almış olabileceğimi düşünüyordum.

***

Uzun bir motosiklet yolculuğundan sonra tüm bedenim uyuşmuş bir halde Üsküdar sahilinde ilerliyorduk. Buraya neden geldiğimizi bilmiyorum ama önüme iki seçenek sunmuştu, ya motosikletle yola devam edecektik ya da yürüyecektik, ben de hiç düşünmeden yürümeyi seçerek kalbimin sıkışmasını ve bedenimin kasılmasına bir son verdim.

Ellerimi deri ceketimin cebine biraz daha sokarak, yumruklarımı sıktığımda gözlerim yanımda yürüyen Aras Soykan'a kaymıştı. Soğuktan etkilenmiyor gibiydi, deri ceketinin önü yarısına kadar kapalıydı, üstündeki siyah tişörtten göğüs kasları oldukça belli oluyordu ve elleri ceplerindeydi. Rüzgârın verdiği dalgalanmayla birlikte gece siyahı saçları geriye doğru havalanıyordu ve gözlerini her zamanki gibi kısmıştı. Gözlerine dikkatle bakmaya başladığımda kahverenginin en koyu tonlarında olması beni şaşırtmıştı, oysa Yeraltı'ndayken gözleri dipsiz bir kuyu misali simsiyahtı.

Başımı önüme çevirmemle birlikte genç bir adama çarpmam ve dengemi kaybederek Aras'ın ayaklarının dibine düşmem saniyelerimi almıştı. Gözlerimi kırpıştırarak araladığımda koyu kumral kıvırcık saçları olan bir oğlanın üstüme eğildiğini, daha doğrusu çocuğu üstüme çektiğimi fark ettim. Kaşlarım hızla kalkarken ellerimi oğlanın –ne zaman tuttuğumu fark etmediğim- kollarından çektim ve yere koyarak kendimi Aras'ın ayaklarına daha yakın bir yere çekerek oğlana baktım.

Oğlan çevik hareketlerle yerden kalkarak elini bana uzattığında, kalkabilmek için elini tutacaktım ki Aras omuzlarımdan tutarak beni bir çocuk misali hızla ayağa kaldırmış ve genç adamla aramıza girerek, "Önüne bakmaz mısın sen?" deyip, oğlanın üstüne yürümüştü.

Kıvırcık oğlan, "Ne diyorsun abi ya?" diyerek Aras'a diklendiğinde, aniden gelen refleksle Aras'ın kolundan tutarak kendime çektim. Yerinden hareket ettiremesem de Aras'ın dikkatini üstüme çekmiştim.

"Pardon, benim dikkatsizliğimdi kusura bakmayın," diyerek oğlana hafifçe gülümsedikten sonra oğlanın başını sallayarak uzaklaşmasını izledim hemen ardından gözlerini kısmış ve bana ölümcül derecede soğuk bakışlar atan Aras'a dönmüştüm. Havanın soğukluğu biraz daha artarken, çenem soğuğa daha fazla direnemeyerek hafifçe titremeye başlamıştı. Bir adım geriye attığımda sahildeki kayalıklardan birine takılarak kayalıkların arasındaki boşluğa düştüm. Biri bana ayakta durmayı öğretse fena olmazdı sanırım.

Aras kollarını göğsünde birleştirerek tek kaşını kaldırıp bana bakmaya başladığında derin bir nefes eşliğinde etrafımı saran deniz kokusunu içime çekerken ellerimden destek alarak ayağa kalktım ve Aras'ın tam karşısında dikilerek, "Burada ne yapacağız? Yakınlarda Yeraltı'na iniş falan mı var?" diye sordum.

"Hayır," derken sesindeki soğukluk bile susup onu takip etmem için geçerli bir nedendi fakat susmak yerine, "Yeraltı'na gitmiyorsak nereye gidiyoruz?" diye sordum. Kolumdan tutarak beni çekiştirmeye başladığında, "Yeraltı'na inmeye meraklıysan seni hemen indirebilirim ve tekrar çıkman birkaç seneni alabilir," dediğinde tek kaşımı kaldırarak, "Kardeşim?" diye sordum.

İçine çektiği derin nefesi bıkkınca vererek, "Deniz, sadece sus ve yürü," dedi.


~~

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı buraya bırakabilirsiniz!

Bana ulaşmak için:

Instagram: semihaakaya

Twitter: semihaakaya

Tekrar görüşmek üzere! Sizleri seviyorum, beklediğiniz için hepinize teşekkürler...

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
SİYAH By Selin

Teen Fiction

284K 8.2K 77
Gökkuşağı denilince akıllarına orada olmayan tek renk 'SİYAH' geliyordu. Neden siyah yoktu gökkuşağında? Dışlanmış mıydı? Yoksa oradaki renklere göre...
3.4M 168K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 103K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...