DEHARİR

By melisyazafir

1.4M 69.6K 43K

Kaşları derinden çatılmışken dudakları üst dudağımı kavrayıp ısırdı. Elleri kazağımın altından sırtımı okşadı... More

•DEHARİR ~Zamanın Şiddetleri~|| TANITIM
EPİSODE 1
EPİSODE 2
EPİSODE 3
EPİSODE 4
EPİSODE 5
EPİSODE 7
EPİSODE 8
EPİSODE 9
EPİSODE 10
EPİSODE 11
EPİSODE 12
EPİSODE 13
EPİSODE 14
EPİSODE 15
EPİSODE 16
EPİSODE 17
26.12.2018, Arslan Ateşbar.
EPİSODE 18
EPİSODE 19
EPİSODE 20
EPİSODE 21
EPİSODE 22
03.01.2019, Saltuk Alpay.
EPİSODE 23
EPİSODE 24
EPİSODE 25
EPİSODE 26
EPİSODE 27
EPİSODE 28
EPİSODE 29
EPİSODE 30
10.03.2019, Alev Yaltır.
EPİSODE 31
EPİSODE 32
EPİSODE 33

EPİSODE 6

44.6K 2.1K 935
By melisyazafir

Selam beylerim ve beybilerim!

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız^^

Keyifli okumalar🖤

EPİSODE 6

Hüzünbaz gözlerinin yosunu,

İçimi ürküten hislerin tohumu.

Bakma bana öyle içli içli dağ gölü.

Gördüğün ne varsa yüzümde, içimde gömülmeye yüz tutmuş birer  ölü.

Ölü öfkemin sırtını yere serdiği ceseti göğsüme düştü.

Ürkek hislerim o cesetin üstüne toprak atmaya korkarken yosun tutmuş gözlerin içinde siyah ağlar gördüm. Örümceğin ağları o gözlerin içinde kendine bir mağara inşa ederken aralanan dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ne demek istemişti?

Ne anlamalıydım da ne söylemeyliydi kelimeleri dökmeye geri duran dudaklarım?

"Ferimah! Hadi be kızım, hadi be güzelim!"

Feza'nın isyan dolu sesi göğsümde gür bir yankı uyandırdığında kesik bir nefesi ciğerlerime çekip yutkundum.

"Benim olana el koyamazsın," diye mırıldandım bavulumu kendime çekerek. Yanından geçip gitmeden önce konuştum. "Onu senden alacağım, Yüzbaşı Çakır Alaca."

Bavulumu sürüye sürüye koridoru aşıp kapıya geldiğimde içimde duru akan bir şelale vardı. Suyu birkaç saniye önce ürkekçe aşağı dökülürken şimdi döküldüğü yerde hiddetle kabarıyor, köpükleri içimi bulandırıyordu.

"Tamam mısın Ferimah?"

Feza'ya olumlu anlamda kafamı salladığımda diğerleri asansörü bekliyordu. Botlarımı ayağıma geçirmek için eğildiğim sırada gözlerimin kadrajına bir çift ayak düştü. Bakımlı ayaklarının bileğinde de tıpkı sırtında olduğu gibi izler vardı. Çakır'ın teni zamanın şiddetlerinde sürekli savrulmuş bir tuvaldi.

"Akşam yanına uğrayacağım," diye konuştu dayım içeriden çıkıp yanımıza gelirken. Muhattabı Çakır'dı. "Dolaptaki içkilerin de hepsini lavaboya boşalttım."

Çakır elini kapı pervazına yaslarken kafasını sol omzuna yatırdı. "O şişeler götüne girsin, Arslan. Bende seni boşaltacağım şimdi, siktir git."

Botlarımı giyip doğrulurken yanaklarımın içini ısırdım ve çenemi dinleştirip ela gözlerimi Çakır'ın yosun yeşili gözlerine doğrulttum. Yeşilin içine doğan mavi lekeler sönmüş yıldızlar gibiydi. O yıldızlar gözbebeklerinden bir bir kaymaya başladığında yutkundum.

"Her şey için teşekkürler."

İçten içe halime gülüyordum. Ne içindi bu teşekkür? Laflarıyla yerden yere çarptığı için mi yoksa beni aşağıladığı için mi? Dayım ve Feza olmasaydı asla teşekkür etmeye yeltenmezdim ama şimdi bunu yapmasaydım tuhaf kaçardı.

Kendi içimde ikileme düştüğümde dudağının kenarında belli belirsiz bir kıvrım oluştu.

"Eyvallah."

Alaycı ama umursamaz tavrına takılmadım. Bavulumu Feza aldığı için oyalanmadan evden çıktım ve diğerlerinin içinde olduğu asansöre bindim.

"Yanıma gelebilirsin kız kardeş Ferimah. Yani tamamen konfor amaçlı."

Erbil'in sözlerini duyan Feza birden yanımda belirip beni arkasına aldı. "Oğlum bak uzak dur lan. Gömerim seni."

"Size iyilik yaramaz devrem ya."

Erbil tıpkı çocuk gibi söylendiğinde asansörün metal duvarına sırtını yaslayan Cellat istifini bile bozmadan sadece gözlerini hareket ettirerek Erbil'e baktı.

"Sus, insan evladı."

Erbil yediği uyarıdan sonra köşeye sindi. Biz de Feza ve dayımla asansöre bindikten sonra zemin katın düğmesine bastılar ve birkaç saniye sonra apartmanın önüne geldik.

Lojmanın arka kısmındaki otoparkta duran araçlara yöneliyordu herkes. Ben ve dayım Feza'nın cipinin önüne geldiğimizde Abay ve diğerleri de yanındaki cipe gidiyordu.

"Abay, Hıncal komutana söylersin. Sabah çiçeğimle çikolatamla kapısındayım."

Abay gülmeden edemezken ben anlamadığım için öylece bakıyordum.

"Söylerim komutanım söylemesine de. Çiçek çikolata işini anlayamadım."

"Allah'ın emri peygamberin kavliyle yeni görev yerimi istemeye geleceğim."

Saltuk ön yolcu koltuğunun kapısını açtığında kafasını iki yana sallayarak parmaklarıyla aracın kapısında ritim tuttu.

"Komutanım, yanlış anlama ama açığa alındın farkında mısın? Göreve gittin yarısında çağırdılar. Yeni görev beklemek biraz... Boş bir umut."

Saltuk'un son dedikleriyle gözlerim aniden dayımın yüzüne saplandı ama gözlerinde karşılaştığım ifade beni kendimden utandırdı. Açığa alındığını bilmemi istemiyor gibiydi fakat duyduğumda da kızgınlıkla değil gülümseyerek baktı. Kendimi sağanak yağmur yağmur altında bir kibrit çöpünün saçtığı ateşin ışığına, o ateşin sıcaklığına muhtaç hissettim.

Açığa alınmıştı.

Ömrünü uğruna yatırdığı meslekte açığa alınmıştı.

Parmaklarım avuç içlerime batıp yumruk olduğunda, "Ağzını dikeceğim şimdi," diye homurdandı dayım. "Basın gidin hadi. Abay sende karargâha gittikten sonra tekrar Çakır'ın yanına gel."

Abay elini şakağına koyup resmi selam verdi. "Emredersin komutanım."

Onlar cipe binip otoparkı terk ettiğinde ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ama ne hissetmem gerektiğini bilen kalbime bir ağırlık çöktü. Dayımın ve Feza'nın yüzüne bakamadan aracın arka koltuğuna bindim ve kapıyı yavaşça kapattım. Üşüyen bedenime kollarımı sarıp öylece beklerken onlar da araca bindi ve cip Feza'nın ani, sert manevrasından dolayı öne tekleyerek hareket etti.

"Asma o suratını."

Dayıma omuz silktiğimde Feza homurdandı. "Düştü düşecek ha o küçük burnun."

Derin bir nefes alıp yüzümü cama çevirdiğimde konuşmak istemediğimi anlamış olacaklar  ki ısrar etmediler. Onun yerine dayım açıklamaya koyuldu.

"Bu sabah Antalya'dan döndük. Orada yapamadın, kendini yalnız hissettin ve İstanbul'a yatay geçiş yapacaksın."

Yüzüme ard arda darbeler almış gibi irkilirken yutkunamayarak dayıma baktım. Çatılan kaşları ve sert yüz ifadesiyle tek bir yere odaklanmıştı. Ne dönüp bana baktı ne de benden geriye kalan harabeye.

İtiraz edemezdim. Başıma aldığım bela sadece beni değil ailemi ilgilendiriyordu. Bencil olamazdım. Evet, dayıma duygusuzca davrandığı için kızabilirdim ama ötesini yapamazdım. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırıp üşümemi dindirmeye çalışırken istemeye istemeye aralandı dudaklarım.

"Yatay geçiş tarihi çoktan geçti."

"Üst mevkilere durumunu bildirdim. Yardımcı oldular. Yarın gidip evraklarını vereceğiz." Omzunun üzerinden kafasını bana doğru çevirdi ve yaralı kaşından hafif sızan kan şakağına damladı. "Ferimah, ben seni anlamadım ama sen beni anla tamam mı?"

Feza bir an yola bakmayı bırakıp bize döndü. Yüzü sertleşirken tekrar  yola baktı. "Bu ne demek şimdi? Neyi anlamadın Arslan?"

Dudaklarım sızladı ve acıyla yukarı kıvrıldı. Bana vurduğunu bilmiyordu. Arslan'ın sinir problemi olduğunu bilirdi ama bu siniri benim üzerime kusacağını tahmin etmezdi. Çünkü o ilk kez bana o zaman vurmuştu. Gözü karardığı, kendini kaybettiği o nöbet anında.

Ona kızmak ve kızmamak istiyordum. Onu sevmek ve sevmemek. Ona gitmek ama ondan da gitmek...

"Genel konuşuyor," diye mırıldandım dayımın gözlerine bakarak. "Genel olarak anlaşılmadığımdan. Beni anlayamadığınızdan..."

Arslan dayım bana benden özür diler gibi baktığında şakağına akan kanı elinin tersiyle silip önüne döndü. Onun için içim yandı ama el uzatamadım.

Onu seviyordum, ona kızamıyordum. Ve evet.... Onu anlıyordum.

Bana ölüm gibi gelen ama aslında çok da sancılı geçmeyen yol boyunca sessizlik hakim olmuştu. Evimizin önünde durduğumuzda dudaklarıma istemsiz tebessüm kırıntıları düştü. Ailemi özlemiştim. Bahçemizi, o bahçeye diktiğimiz fidanları sulamayı, yüzüm gözüm toprak olup eve girdiğimde annemin tatlı isyanını...

Gülümsemem genişlediğinde kapımı açan Arslan dayım oldu. Kumral saçları kış güneşinin altında belli belirsiz parlayıp daha açık renge büründüğünde aşağı indim ve avuç içlerimi kotumu sürttüm.

Feza aracı garaja park etmesi için Ahmet abiye verdikten sonra bana doğru döndü.

"Gel bakalım küçük cadı."

"Ferimah?"

Bahçede yankılanan annemin sesi uzak dağların ardından karlarımı eriten sıcak bir rüzgâr gibi kulaklarıma çarptı. Boğazıma kadar özleme battığını hissederken, "Ferimah," dedi tekrar küçüklüğümün masallarına can veren ses. "Kızım..."

Merdivenlerin başında hasretle bana bakan anneme dayanamadım ve atakla ona doğru koşup kolların atıldım.

"Deli kızım," dedi annem saçlarımı öpüp beni sıkı sıkıya kavrarken. "Ne çok özledim seni. Haberin var mı?"

"Özür dilerim," diye mırıldandım gözlerimi sımsıkı kapatıp sadece ve sadece sarılırken. "Çok özür dilerim anneciğim..."

"Lerzan, bırak meleğimle biraz da ben özlem gidereyim güzelim."

Sımsıkı kapalı gözlerimi açıp geri çekilirken dağ gibi babamın bana bakarken parlayan gözleriyle karşılaştım.

"Gel buraya, ay ışığım benim."

Babamın güçlü kollarına atılıp tek sığınağım olan etten bedenine sarıldığımda kirpik diplerimde feryatlar vardı. Acı acı kıvranış ve bir damla gözyaşı için kaynayan kazanlar...

"Babam," diye fısıldadım alnımı göğsüne yaslarken.

Güldü. "Söyle babam?"

"Seni çok özledim."

"Aaa," dedi annem her zaman bu durumlarda verdiği tepkiyi tekrarlayarak. "Yine baba- kız bir oldunuz, bizi saf dışı bıraktınız."

"Kıskanma Lerzan kıskanma," diyen Arslan dayım oldu.

Onun alaylı sesine annem homurdandı.

"Abla de sen önce bir bana. Ayrıca iki hafta beş gün kızımı aldın bizden. Konuşma hakkın yok."

"Enişte," dedi dayım anneme yüzünü buruşturarak. "Karın uzi gibi beni bombardımana tuttuğuna göre içeri mi geçsek artık?"

"Bu kez hak ettin Arslan."

"Dakikada altı yüz mermi götüne girsin diyorsun yani?"

"Höst lan diyorum."

Babamın tepkisi dayımı güldürdü. "O da olur Albayım."

"Hergele."

Babam gülerek dayıma takıldıktan sonra Feza elinde bana ait bavullarla kapıdan içeri girerek, "Şu mıç mıç faslını geçsek mi?" diye söylendi. "Ayıptır söylemesi malum taraflarım dondu da birazcık."

Arslan dayım Feza'nın ensesine bir tane vurduktan sonra içeri girdik. Annem kapıyı kapatıp içeriye soğuk havanın dolmasını engelledi. Üç koca adam iri boylarıyla salona geçeceklerdi ki, "Ben banyo yapıp üzerimi değiştirdikten sonra size katılırım," diye mırıldandım. "Siz geçin içeri."

Babam göz kırpıp içeri geçtiğinde dayım da üstelemeden peşinden gitti. Fakat Feza durup omzunun üzerinden bana baktıktan sonra, "Bavulunu yukarı taşıyayım o halde," dedi tekrar bana doğru gelirken. "Kuş kadarsın zaten. Taşıyamazsın."

Kaşlarımı çattım. "Küçümseme beni."

"Gerçekleri söylemek küçümsemek değildir Ferimah," dedi Feza bavulu alıp merdivene yönelirken. "Gerçekler ağır geldiğinde okları farklı yöne çekmen lafı çarpıtmaz, yönünü şaşırtır kız kardeşim."

Tıpkı benim gibi ela olan hareleri açık renk kirpiklerinin arasına karışırken gözünün bebeğinde biriken kelimelerin mürekkebi yolumun taşlarına dökülmeye başladı.

"Feza..."

Abim merdivenleri elinde ağır bavulla dimdik çıkarken, "Mesaj alındı Lerzan Sultan," diye konuştu yavaşça. "Sustum."

Annem kafasını iki yana sallayarak Feza'nın arkasından bakarken anneme zoraki gülümseyip Feza'nın peşinden gittim. Dönemeçli uzun merdivenleri çıkmayı bitirdiğimde odamın aralık kapısından içeri girdim. Bavulum kapının eşiğindeydi. Feza ise yatağımın üzerine oturmuş dirseklerini dizlerine yaslayarak öylece durmuştu.

Onu böyle görmek içime gömmeye çalıştığım duyguların ateşini harladı. İçimin yangınını körükledi. Küçük adımlarla yanına gidip yatağa, hemen yanına oturdum.

Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra uyuşuk dilimi ısırdım.

"Bana çok mu kızgınsın Feza?"

Güler gibi burnundan sert bir nefes verdi. "Kırgınım Ferimah. Şu kalbim sana kızmaya kıyamıyor ama kırılmaktan da geri durmuyor kardeşim."

Sırtını doğrultup bana baktı. Mürekkebin elasınının ikimizin göz kazanına devirdiği irislerimiz birbirine karıştığında kafasını iki yana salladı. "Hayatında biri olduğunda babamdan önce bana gelecektin. Söz vermiştik. Kardeş sözü..."

"Abi..." Gözlerim dolu dolu oldu birdenbire. "Hayatımda değildi. Aniden... Hayatım aniden tepetaklak oldu abiciğim..."

Gözümden bir damla yaş kirpiklerime tutundu. Bu, kirpiklerinin kısılmasına neden oldu. O yaş yanağıma yağmur tanesi gibi düştüğünde kaşları şimşek olup çaktı.

"Gidip o orospu çocuğunun amından girip damından çıkmamak için tek bir sebebim yok," dedi dişlerinin arasından. "Ağlama Ferimah. Arslan kendini zapdetti ama ben yapamam. Bulursam onu, sike sike öldürürüm."

"Feza, lütfen."

"Ne lütfen, Ferimah? Sana bununla ilgili tek soru sormuyorum. Çünkü alacağım her cevapta ya da her susuşunda ben bu aklı sıyıracağım ve örgüte çalışan o Ünal köpeğinin etini kemiğinden ayıracağım."

Hızla elimin tersini yanağıma sürtüp yutkundum. "Dayıma anlattım. Beni anlamadı ama anlattım. Sana anlatamam... Evet, yapamam. Ama anlamayacağından değil anlayıp daha çok delireceğinden."

Feza kafasını salladı yavaşça. Yüzünde korkutucu bir ifade vardı. Elini, yeni çıkan sakallarından geçirdi. "Arslan o piç yüzünden açığa alındı."

"Benim yüzümden," diye devam ettim sözüne.

Kızgınlıkla baktı gözlerime. "O it yüzünden. Örgütün gözde adamlarından ama elimizde bir ispat yok. Olmaması olmayacağı anlamına gelmez. Onu hak ettiği deliğe sokacağım." Ayağa kalktı oturmaya tahammül edemiyormuş gibi.

"Bu süreçte tek kalmayacaksın. Okula gidip gelirken ben, Arslan ya da başka biri ama illaki biri seni götürüp getirecek."

Dişlerimi sıktım. Ellerimi birbirine bağlarken, "Beni tutsaklığın içine sürüklüyorsunuz," diye mırıldandım.

Bahar gözlerine zemheri çöktü. "Düştüğün çukurdan sürüklenmeden çıkamazsın, küçük kardeşim. Her yolun bir sonu, her sonun bir bedeli var. Senin bedelin de bu. Düştüysen kaldırırım ama ne sen yara almadan ne de ben o yarayı açandan öc almadan bu işten sıyrılamayız."

Benliğini bütünüyle saran öfkeyi çok net solurken ilk kez kendine hakim olamadığını görüyordum. "Beni korkutma Feza."

"Korktuğum kadar korkutuyorum sadece."

"Feza..."

"Söyleme abim. Bana böyle masum masum seslenme. Yemin ederim öfkem dinmek yerine harlanıyor."

"Ama... Ama seni seviyorum..."

Tek cümleye tüm gardını indirerek  gözlerini sımsıkı kapattı. Sonra dakikalardır öfkeden sıktığı yumrukları tomurcuğunu açıp yapraklarını yüzüme dokundurdu. Alnımı öptü şefkatle. Aramızda hiç kopmayacak o bağa kördüğüm attı.

"Bende seni seviyorum minik kardeşim."

...

Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, o yağmurun sesini mermi gibi kulaklarıma dolduran çetin bir hava vardı. Annemin göğsünden kafamı kaldırıp elimdeki romanın kalın kapaklarını kapattım ve sırtımı esnettim. Dün gece boyu babamla sohbet etmiş, ara ara Arslan dayım ve Feza'nın dalaşmalarına maruz kalmıştık. 

Babam ne beni ne de dayımı sorguya çekmişti. Sadece iki hafta boyunca onu aramadığım için burnumu sıkmış, alındığını belli etmişti.

"Uykun mu geldi?"

Annem elindeki kahve kupasını masaya bırakıp bana baktığında, "Biraz," diye mırıldandım. Gece neredeyse hiç uyumamıştım. Gözlerimi annemden çekip Alev ile göz göze geldiğimizde göz kırptı.

Kış bahçesindeydik. Gece saat onu gösteriyordu. Babamlar salonda çilingir sofrası kurmuştu. Arslan dayım ve askeri ekibi gelmişti. Çakır... O da buradaydı. Kış bahçesine girerken görmüştüm. İsteksiz ve aksi suratıyla Erbil'e laf saydırıyordu tabi...

Bilekliğimin onda olması canımı sıkıyordu. Hakkı olmayana el koyduğu gibi zaten karmaşık olan aklımı da alıp götürmüştü. Öyle laflar ediyordu ki ne anlam çıkaracağımı şaşırıyordum.

"Uyumaya git istersen Ferimah,," dedi genç Alev. Aile avukatımızdı ama zamanla ailemizden biri olmuştu. Babam, küçüklüğünden beri ona burs imkanı sağlamıştı. Bir nevi ailenin ikinci kızıydı. Kızıl saçlarıyla o kadar güzeldi ki gözlerimi onu izlemekten alıkoyamazdım. "Solgun görünüyorsun zaten. O düşüncesiz dayın bakamamış sana."

Gülmeden edemedim. Arslan dayım ile hep didişirlerdi. Aralarında ne vardı bilmiyordum ama yan yana geldiklerinde birbirlerine geçirmeden edemiyorlardı. 

"Kardeşimi harcatmam ama..."

"Of ama Lerzan teyze, kızını mı harcayacaksın yani?"

İkisinin yine dayım yüzünden birbirlerine nazlanacağını anladığımda romanımı elime alıp ayaklandım.

"Ben uyumaya gitsem iyi olacak."

Alev gözlerini kısarak güldü. "Kaç tabi..."

Kıkırdayarak kış bahçesinden çıktım. Yağmurdan nasibimi almamak için kıyıdan köşeden geçerek bahçeyi aşıp mutfak kapısından içeri girdiğimde salondan sesler geliyordu. 

"Beni bilirsiniz Albayım, götüm sıkışmayadursun afedersiniz. Tillahını tanımam."

Bunu diyen Erbil'den başkası değildi.

Gülme seslerine kadeh sesleri karıştı.

"Nasıl bir şerefsiz olduğunu dillendirmene gerek yok," diyen dayımı duydum. "Biliyoruz aslanım biz seni."

"Bliyor musun harbiden Aslancığım?"

Feza'nın alaylı sesi dayımı hiddetlendirdi. "Aslan senin ebenle sıcak dakikalar geçirsin lan puş.."

"Yavaş ol."

İçerisi birden sus pus oldu. Babamın uyarısı herkesi susturmuştu. Galiba bir an onun burada olduğunu unutup kendilerini koyvermişlerdi.

Daha fazla takılmayarak mutfaktan çıktım ve odama gitmek için merdivenlere yöneldim. O sırada masada gür bir kadeh yer buldu ve peşine de babamın sesi adımlarımı kesti.

"Ferimah, kızım gelsene. Bir selam vermek yok mu?"

Gözlerii sımsıkı kapatıp açtım. İçten içe babama beni durdurduğu için kızsam da yavaş yavaş bedenimi onlara döndürdüm. Hepsi gözlerini bana çevirmişti lakin bir tek kişi bana bakmayı inatla reddediyordu. Çakır Alaca yosun yeşili gözlerini masaya tıpkı bir bıçak gibi saplamış, bir dirseğini masaya yaslayıp elindeki rakı bardağından koca bir yudum almıştı. Kaşlarını çattığı için derin bir çukur oluşmuştu o iki kaşının arasında. Yüz kemikleri bile o kadar belirgindi ki kime, neye sinirliydi Allah bilirdi.

Masanın başına geldiğimde babam elini belime doladı. Bende kuruyan dudaklarımı ıslatıp gülümsemeye çalıştım. "Sizi rahatsız etmek istemedim. Afiyet olsun hepinize."

"Hiç rahatsızlık eder misin kız kardeş Ferimah?" diye atıldı Erbil. "Albayım yanlış anlamayın tamamen temiz duygularla dile getirmiş bulunmaktayım hislerimi."

Adını Güven olarak hatırladığım genç adam sırıttı. "Kız kardeş Ferimah ne abi öyle? Rahibe mi bu kız?"

"Bu kız ne lan göt? Kardeşim o benim."

Dehşetle Feza ve diğerlerine bakakaldım. Birbirlerinin üzerine üzerine çöküyorlardı resmen. 

Bu durumdan sıkıldığını belli eden Çakır oldu. Sertçe masaya rakı kadehini bırakıp masadakilere düz düz baktı ve kısık sesle konuştu.

"Kesin sesinizi, öttürmeyeyim sonra düdük gibi." Erbil ağzını açacaktı ki Çakır beyazı kızıllaşan yosun yeşili gözlerini mavzer gibi üzerine doğrulttu. "Cellat," dedi hemen yanında oturan donuk bakışlı adama. "Anladın sen."

Abay bana gülümseyip ayağa kalktı ve babamın yanındaki yerini bana verip sandalyeyi yanıma bıraktı. Kendisi başka bir sandalye aldığı sırada, "Teşekkür ederim," diye mırıldandım.

Kafasını salladı. "Ne demek."

Abay masanın sonuna doğru giderken Çakır'ın, "Yalaka göt deliği," diye tersçe konuştuğunu duydum. Kısık ve uyuşuk bir dille söylemişti. Sanırım çakırkeyif olmuştu. Bu yüzdendir ki Abay lafına alınmamış aksine kafasını iki yana sallayıp gülmüştü.

Ben babamın ve Arslan dayımın arasına oturmuş bulunurken babam Çakır'ın dağılmış halinin farkında gibi ona uzun uzun baktı. Sonra rakısından bir yudum alıp boğazını temizledi.

"Bugün her zamankinden daha bir aksisin Çakır."

Çakır kıpkırmızı olmuş gözlerini bir an babama ardından bana dokundurduktan sonra sertçe yutkunup önüne döndü. "Öyle mi Albayım?"

"Değil mi oğlum?"

Çakır bir an çağladığı şelalede durgunlaştı. Yüzünün gergin hatları kırılmaya, ördüğü sert duvarları yıkmaya başladığında rakısından koca bir yudum aldı. "Öyledir Albayım."

"Şarap kadının teninden, rakı kadının derdinden içilir demiş eskiler. Su gibi içiyorsun dert verene. Kime yandın böyle de içi içine sığmayınca içini yiyip bitiren o adama dönüştün yine?"

"İçimi içimde bıraktılar mı ki?"

Öyle solukla söyledi ki gözlerim onun yüzüne mevsim rüzgarı gibi çarptı. Kalbinin dirayetini yitiren zarları sökülürken durdu ve sustu. Sustu ve içinin sesini durdurdu. Gözlerini sımsıkı kapatıp açtıktan sonra hırıltılı bir nefes verip Abay'a döndürdü yosun yeşillerini.

"Abay," dedi yalpalayan dili. "Sevdiğim türküyü söylesene."

Abay, Çakır'ın gözlerine baktı ve kafasını sallayarak kabullenirken gözbebeklerine kelimeleri sıkıştırıp koca koca paragraflar sığdırdı. Saltuk yanında diktiği sazı eline aldı ve tellere vurmaya başladı. Abay da türküyü döktü dudaklarından da Çakır'ın kasılan yüzü daha da kasıldı.

Gesi bağlarında dolanıyorum

Yitirdim yarimi aman aranıyorum

Bir çift selamına güveniyorum

Gel otur yanıma hallarımı söyleyim

Kalbim, duvarları işgalle kuşatılan vatan toprağı gibi zincire vurulurken Çakır'ı izledim. Sevdiğini mi yitirmişti?

Derdimden anlamaz ben o yari neyleyim

Derdimden anlamaz ben o yari neyleyim

Gesi bağlarında üç top gülüm var

Hey Allah'tan korkmaz sana bana ölüm var

Ölüm varsa bu dünyada zulüm var

Atma garip anam beni dağlar ardına

Kimseler yanmasın anam yansın derdime

Atma garip anam...

Şiddetli yıkımları beraberinde getiren türkü beni bilinmez hislerin kuyusuna, o kuyunun dibine atarken aniden ayağa kalktım fakat benimle birlikte aynı anda ayağa kalkan Çakır oldu.

O ayakta zor duruyor, ben ayakta durduğum her an kendi içimde zorlanıyordum.

"Nereye?" diye soran Cellat denen adam oldu. Buz gibi sesi beni üşütürken Çakır ona ters bir bakış attı. "Sana ne lan yarrak?"

Gözlerim kocaman olurken Arslan dayım, "Çakır..." diyecekti ki babam onu susturdu. Kafasının iyiden iyiye içki yüzünden iyi olduğunun farkındaydı. Ki zannımca Çakır normal bir anda babamın yanında rahatça küfür edebilecek biri değildi.

Çakır yalpalayarak yürüyüp merdivenlere yöneldiğinde lavaboya gittiğini anlayabiliyordum. Bende daha fazla burada bulunmak istemediğim için babama döndüm. 

"Ben uyuyayım artık. Size tekrar afiyet olsun."

"Bir ara beraber olsun." Erbil, babamın ters bakışlarına maruz kalınca korkarak sırıttı. "Yani kardeş kardeş..."

Gülümseyip iyi geceler diledim ve dönemeçli  merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenin sonuna geldiğimde sırtını duvara verip zorlukla nefeslenen bir Çakır Alaca görmeyi beklemiyordum. Gür, siyah kirpikleri yosun yeşili gözlerini kapatmış ve kafasını duvara dayayıp göğsünü aldığı nefesle şişiriyordu.

"Çakır," diye mırıldandım onu böyle görmek dengemi sarsarken.

Sertçe yutkunurken pürüzlü sesiyle konuştu. "Ferimah."

Adım dilinde yine vurgu ile telaffuz olduğunda gözlerini açtı ve beyazı kızılcık şarabı olan yosun yeşili gözleri ela gözlerimin kadehine doldu.

"Kafam sik gibi ya, bulamadım lavaboyu."

Güleceğimi sandım ama o kadar durgundu ki bu beni güldürmeye değil de ağlamaya yeltendiriyordu. "Gel böyle."

"Geleyim tabi."

Sırtını duvardan ittirip peşime düştü. Arkamda onun uzun ve heybetli bedeninin varlığını hissetmek ensemden terlememe neden oluyordu. Bacaklarımın titremesine engel olamadığım sıralarda lavabonun kapısını açtım ve geriye çekilip girmesi için yer açtım. Bana bakmadı, açtığım yerden banyoya gireceği sırada öne yalpaladı ve elim istemsizce ona tutundu. belini sarmaladığım ilk saniye gözleri şimşeklerini üzerime çakıp üzerime kurşunlar yağdırmaya, bulutlarından kan akıtmaya meyletti.

"Yavaş," dedim nefessizce. Göğsüm şiddetle inip kalkıyordu. "Düşeceksin yavaş..."

Belli belirsiz kafasını salladığında lavabonun önüne kadar geldik. Elleri beyaz taşı kavrayıp destek alırken kollarımı sert kaslarla çevrili belinden çözüverdim. O da atakla musluğu açıp birden kafasını soğuk suyun altına soktuğunda gözlerimi iri iri açmaktan kaçamadım. Kafasını suyun altına tuttuğu an dudaklarının arasından rahat bir nefes verdi.

O dakikalarca o soğuk suyun altından çekilmedi ben de geriye adımlamadım. Sonunda kendini geri çektiğinde ıslak saçlarındaki su boynuna, göğsüne akıp kazağını ıslattı.

Aralık dudaklarımla ona bakmaya daldığımda kalçasını lavabo taşına yaslayıp kafasını sol omzuna yatırdı ve yüzüme dağıttı yosun yeşillerini.

"Bakma bana öyle," diye fısıldadı güçsüzce.

Yutkundum. "Nasıl bakıyorum?"

"Böyle," dedi ela harelerim titrerken. "Böyle böyle bakıyorsun ve ben böyle böyle..." Dilini ısırdı. "Bakma işte."

Temiz havlulardan birini alıp boynuna astığımda gözlerine baktım yine. Bakma dese de... Havlunun ucunu çenesinden damlayan suya sürttüm ve çenesini kuruladığımda eli elimin üzerine kapandı. Gözbebeklerim bir şehrin ışıkları altında kalmış enkazı gözler önüne serdiğinde beni parçalara ayıran darbeyi göğsüme indirdi.

"Bakma bana öyle içli içli dağ gölü. Gördüğün ne varsa yüzümde, içimde gömülmeye yüz tutmuş birer ölü."

•••

Bölüm Sonu.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?

Gelecek bölüme kadar hoşça kalın canımın içleri, sizi seviyorum^^




Continue Reading

You'll Also Like

HAWAR By Milyakettt

General Fiction

135K 8.5K 16
Bir çığlıktı Hawar... Bir haykırış, bir yürek yangını... Bir feryat. Bir direniş. ... Bir kadın olmak... ... Bir kadın, hiç çocuğu olmadığı için suçl...
657K 38.5K 62
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
129K 9.4K 41
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.