DİLHUN

By lawellia

39K 1.7K 816

"Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yal... More

1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. ve 15. Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm

9.Bölüm

1.4K 75 23
By lawellia

Bazen hayatınız da en ufak bir şey bile size zarar verir. Bu zarar size iyi yönden de etki edebilir, kötü de. İşte ben bundan çok korkuyordum. Ufacık bir şeyin hayatımı alt üst etmesi, bize zarar vermesi olağanca ürkütüyor gözümü.

Flash bellek...

İçerisinde ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Buna bakacak zamanımda yoktu.

Belki kuruntu yapıyorum fakat korkuyordum. Ya içindeki iyi bir şey değil de kötüyse.. Avucumun içerisinde duran küçücük flash belleğin içinde hayatımı mahvedecek derece de kötü bir şey varsa. Belki de iyi bir şeydir.

Odamın kapısının önünde dikilmeyi bırakarak içeriye girdim. Flash bellek ile vakit kaybedemeyecek kadar az bir vaktim kalmıştı.

Elimdeki zarfı masamın üzerine bırakarak giysilerimin olduğu bölüme geçtim. Ne giyebilirdim?

Kareli bir etekle onun takımı olan ceketi aldım elime. Elimdekileri yatağımın üzerine bırakarak lavaboya koşmuş, beş dakika içerisinde duş alıp çıkmıştım. Kurutma makinesiyle saçlarımı kuruttuktan sonra düzleştiriciyi prize takıp ısınmasını bekledim. Saçlarımı kurutduğumdan ötürü biraz kabarmış ve elektriklenmişti. On beş dakika içerisinde saçlarımı düzleştirmiştim. Yüzüme fondöten sürüp çillerimi kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Evet, çillerim vardı. Üzerimi giyip ayaklarıma da kalın topuklu önü kapalı ve sivri burunlu olan bir stiletto geçirdim.

(İçindeki giydiği şeyin biraz daha uzun ve teninin çok az gözüktüğünü hayal edin.)

Çantamı da koluma alarak saate baktım. Sekize beş vardı. Tam vaktinde hazırlanmıştım.  Telefonumu masamın üzerinden aldığım da Asaf'ın mesaj atmış olduğunu gördüm.

Kimden: Asaf ARKADAŞIM
Mesaj: Geldim, kapının önünde bekliyorum.

İniyorum diye mesaj atarak telefonu kilitledim. Omuzdan askılı portföy çantanın içerisine telefonumu koyduğum da odamdan çıktım. Çantaya da kimlik ve telefon hariç başka bir şey sığmıyordu.

Ayağımdaki ayakkabılara dikkat ederek merdivenlerden indim.

"İkizler, ben çıktım." diye bağırıp kapıya doğru yürüdüm. Kapıya açmadan vestiyerin aynasından kendimi süzdüm. Güzel olmuş muydum? Bilmiyorum fakat yukarı çıkıp da değiştirecek zamanım yoktu. Ki artık giymiştim bir daha da çıkarmazdım zaten üzerimden.

Dış kapıyı açıp evden dışarıya çıktım. Asaf sabahki gibi arabasının kaputuna yaşlanmıştı. Tek fark bu sefer gözlerinde güneş yoktu ve üzerinde gömlek vardı. Beyaz gömlek onda çok güzel durmuştu.

İki, üç basamağı da inip tam karşısında durdum.

"Sanırım giyinmeyi unutmuşsun." dedi belirsizlikle.

"Yo, böyle geliyorum. Olmamış mıyım?"

"Ben anlamam ki olmuşsun işte." dedi kafasını kaşıyarak. "Ama bana biraz açık geldi. Arkadaşın olarak söylüyorum biri sarkıntılık filan yaparsa ben kendimi tutamam, geceyi zehir ederim." dedi donuk donuk bakarak. Ardından kafasını yana çevirip ağzının içinden homurdanmıştı. Homurdanmasını duymak isterdim. Fakat duyamadım.

"Merak etme, kimse bakmaz. Laf atan olursa da haddini ben bildiririm, arkadaşım."

"Ben varken sana düşmez." dedi kaşını kaldırarak.

"Niye kadın olduğum için kendimi koruyamaz mıyım?" diye sordum sinirlenerek.

"Etekle adam mı döveceksin, Ecmel?"

"Yo, konuşarak da çözebiliriz." Kollarımı önümde birleştirdim. Yeni fark ettiğim şeyle dudaklarım aralanmıştı. "Sen, konuşmak yerine direk adamıdöveceksin?"

Bıkkınlıkla kafasını salladı. Yemin ederim adamı bezdirdim. "Benim yapım bu."

Bu konuyu uzatırdım da davete geç kalacaktık.

"Davete geç kalacağız." diye hatırlattım.

"Senin yüzünden beni lafa tuttun, daveti unuttum." dedi yaslandığı yerden doğrularak.

"Nasıl yine ben suçlu oldum? Anlıyamıyorum." dedim hayıflanarak.

"Karşımda öyle dikildiğin için kafam gitti." diye homurdandı ağzının içinde. Duymamazlığa vurdum çünkü kendi kendine konuşmuştu.

Arabanın kapısını açıp bindiğim de gaza basarak mahalleden çıktık. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bu şehri de çok fazla bildiğim söylenemezdi. Denizin yokluluğu üzüyordu fakat alışmıştım. Hastane hayatı bana denizi unutturmuştu.

Kavşaktan döndüğümüzde gözlerimi kıstım. Sıkılmıştım çünkü konuşmuyordu. Radyoyu da açmamıştık.

"Radyoyu açayım mı?" diye sordum çekinerek.

"Açma. Uyuşuk uyuşuk şarkılar çıkıyor sonra benim sinirim bozuluyor."  dedi. Kaşlarını çatmış öyle bakıyordu yola.

"Ankara havası?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

"Erik dalı?" dedi gülümseyerek.

Gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Normalde dudağımı ısırırdım da Asaf farkına varmıştı bu huyumun o yüzden yapamıyordum.

"Yanağının içini ısırmayı bırak."

"Bana bakmadan nasıl anladın yanağımın içini ısırdığımı?" diye sordum hayretle. Ağzım şokla aralanmıştı.

"Ben de bir insana bakmadan ne yapabileceğini anlama gibi bir yetenek var. Daha sana bu cümleyi söylerken bunu yapacağını biliyordum."

Çok zor. Bu adamın gözünden bir şeyin kaçması çok zor.

"Ankara havası, erik dalı, oh oh diyorduk en son." diye bir hatırlatma yaptım.

"Oh oh," deyip kahkaha attı. "Gerçekten öyle mi diyorduk?"

Göz devirdim. Emniyet kemerini düzeltip yola odaklanarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "Demiyorduk." deyip omuz silktim.

"Ecmel, insan seninle bir ömür geçirse asla yaşlanmaz. O kadar güzel bir insansın ki her gün seni biraz daha merak ediyorum. Acaba bugün hangi güzel yönünü öğreneceğim diye sızlıyor kalbim."

İçime bir şey olmuştu. O kadar güzel konuşmuştu ki sanki ruhuma ulaşmış gibiydi. Bir saniye bir saniye, kalbim sızlıyor mu demişti o?

Hızla yanımdaki adama döndüm. "Nefes al, ver. Şimdi sakin oluyoruz, tamam mı? Arabayı kenarıya çek."

"Ecmel, ne oluyor?" diye sordu hiçbir şeye anlam veremeyerek.

Emniyet kemerimi çözüp elimi kalbine uzatmıştım. Hızlı hızlı atıyordu. Asaf ne olduğuna, ne yaptığıma dair hiçbir şey anlayamadığı için arabayı sağa çekmişti.

"Kalbindeki sızı nasıl bir şey, nasıl bir ağrı bu? Bıçak gibi birden saplanıyor mu?" diye sordum aceleyle.

Asaf ise kaşlarını çatmış bana kötü kötü bakıyordu. "Ecmel, sen neyden bahsediyorsun?"

"Sızlıyor kalbim diye söylemedin mi? Söyledin. Olacak herhangi bir şeye karşı önlem alıyorum. Hastaneye gidip sana test yaptırmamız lazım."

Alnını direksiyona yasladı. "Ciddi misin?"

"Ciddiyim, hastaneye gitmemiz lazım."

"Ben sana iltifat gibi bir şey ettim. Ama sen benden de odun çıktın. Kalbim seni merak ediyor anlamında söylemiştim." dedi yasladığı alnını direksiyondan çekerek.

"Doktorum ya ben otomatik böyle algılıyor." dedim büyük bir üzüntüyle.

Rezil olmuştum.

Ama ben ne yapabilirdim ki? Hayatım boyunca hiç sevgilim olmamıştı. Daha doğrusu ben yapmamıştım. Şimdi ise bir erkekten böyle şeyler  duyunca ister istemez bocalıyorum.

"Beş dakikalık bir mesafe kaldı sonra varmış oluruz." 

Arabayı tekrardan çalıştırıp yola çıkmıştık. Dediği gibi yaklaşık beş dakika içerisinde lüks bir yerin önünde durmuştuk. Arabanın kapısına elimi uzattığımda vale benden önce davranmış ve açmıştı.

"Hoş geldiniz efendim."

Hoş bulduk diyerek dönemeçli olan merdivenleri çıkmaya başladık. İçeriye girdiğimiz de hafif bir müzik vardı ortamda. Asaf kolunu girmem için işaret verdiğin de usulca koluna girdim.

"Yanımdan ayrılma. Bir yere gideceksen de haber ver beraber gidelim."  diye uyardı beni.

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Emriniz olur."

"Aynen ben ne dersem o." deyip eliyle çatmış olduğum kaşlarımı düzeltti. "Bunları da çatıp durma, erkenden yüzün yaşlanır sonra gelir bana konuşur durursun. Hiç çekemem seni."

Arabada ne güzel laflar ediyordu bir de şimdiki haline bak. Dengesiz, yemin ediyorum bu adam dengesiz.

Yüzümü buruşturdum. Hiçbir şey söylemediğim için o da yüzüme bakmayı kesmiş önüne bakarak yürümeye devam etmişti. İlerideki bir masada hastanenin önünede gördüğüm adamlar vardı. Sadece onlar yoktular. Onlarla beraber üç kişi daha vardı. Adımlarımızdan da belli olduğuna göre oraya doğru yürüyorduk.

"Ecmel," deyip bana döndü Asaf. "Burası biraz soğuk şu ceketin önünü ilikleyelim." deyip ben daha ne olduğunu kavrayamasan ceketin en üstteki düğmesini ilikledi.

"Hayır, burası gayet sıcak." deyip bir adım geriledim. Ceketin geriye kalan iki düğmesi açıktaydı birini ise kapatmıştı. Kapattığı düğmeye dokunmadan ceketi düzelttim.

Kafamı kaldırdığım da Ersin ve Altan'ın olduğu masadaki insanların bizi izlediğini gördüm.

"Sizinkiler şu an bizi izliyorlar." diye mırıldandım yanımdaki adama bakarak

"Alırım ben onların boylarının ölçüsünü." diye söylendi.

"Çocuklar, hiçbir şey yapmadığı halde neden böyle diyorsun?" diye sordum.

"Ben onların ciğerlerini biliyorum ciğerlerini." dedi. Ardından eliyle ordaki masayı gösterdi. "Haydi gidelim artık şunların yanlarına da ağızlarını kapatsınlar."

Ağzı açık izliyorlardı. Ondan böyle demişti.

Kafamı salladım. Masaya doğru yürümeye başladık. Masanın yanına vardığımız da herkes susmuş bize bakıyordu. Bizim masaya gelmemizle genç bir kadın da bu masaya doğru gelmişti.

"Hoş geldiniz, komutanım."

Asaf başıyla selam verdi. Çantamı kolumdan çıkarıp masaya koydum.

"Yenge, nasılsın?" diye sordu Ersin.

"Başladı yine yenge diye." Asaf'ın homurdanmasıyla ona döndüm.

"Çocuğu bir serbest bırak. Bana nasıl hitap etmek istiyorsa öyle hitap etsin." dedim. "Hem belki seninde yengenimdir o yüzden öyle hitap etmiştir."

"He, yengem çok haklı. Ben kendisini Altan'a yakıştırıyorum." deyip etrafında bakındı. Altan daha demin buradaydı fakat şimdi kaybolmuştu. "Altan yok."

İyi insan da lafın üzerine gelirmiş. Altan arka masadan ayrılıp bu masaya doğru yürümeye başladı.  Masaya yaklaştığın da Ersin de ona yaklaşmış ve kafasına vurmuştu. "Allah'ın cezası Altan, neredeydin?"

"Arka masadaydım, kör müsün?"

"Lan, bir susun amına koyayim. Kafamı şişirdiniz. Bir yandan müziğin sesi bir yandan sizin saçmalıklarınız, yeter susun." diye girdi bir an da araya Asaf.

Ortaya konuştuktan sonra da kolumdan tutarak kulağıma eğildi. "Kimsenin yengesi filan olamazsın, arkadaşım."

Arkadaş ayağı başka bir ayağa gidiyor, hissediyorum.

"Bacım, ben sana nasılsın diye sormuştum ama kaynadı arada." diye araya girdi Ersin ben daha Asaf'a bir şey diyemeden.

"İyiyim sen?" diye sordum.

Masada başka insanlar da vardı fakat ben onlarla daha tanışamamıştım. Asaf'ın tanıştırmasını bekliyorum.

"Hamdolsun rabbim ben de iyiyim, bacım." dedi ve derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Bak yenge demiyorum, bacım diyorum komutanım."

Asaf sinirlenmişti. Sert soluk alıp vererek kollarını masaya koydu. "İsmiyle seslen, Ersin."


"Bacımın ismi neydi ki komutanım?" diye sordu Ersin.

Kendim cevaplamak için hızlıca öne atılmıştım. "Ecmel"

Kafasını salladığın da gülümsedim.

"Merhabalar, Selim." deyip elini uzattı. Ersin'in solundaki adam.

Ben daha bir şey diyemeden Asaf Selim'in eline vurmuştu. "Bir kadına el tokalaşmak için el uzatamazsınız. Rahatsız olabilir. O uzatmadan asla siz uzatmayın."

"Saçmalık, o uzattığında biz tutmak istemezsek? Bunu kimse düşünmüyor." diye araya girdi Ersin.

"Boşboğazlık yapma, abi." dedi Altan Ersin' e eğilerek.

"Sen konuşma lan puşt." deyip tekrardan kafasına vurmuştu Altan'ın.

Sanırım Ersin'in rütbesi Altan'dan daha yüksek ki ona karşı bu kadar rahat.

Asaf sabır çekerek bana döndü. Tanımadığım diğer iki kişiden birini gösterdi. "Bu Eren," Eren başını eğip selam verdiğin de ben de başımı eğdim. "Bu da Şahin." deyip Eren'in yanındakini gösterdi.

Gözlerim biz geldikten sonra masaya gelmiş olan kadına kaydı. O da bana bakıyordu. Elini uzattı. "Liman Sülay," Uzattığı eli tuttum. "Ecmel Seymen,"

"Memnun oldum." deyip gülümsedi ardından tuttuğu elimi bıraktı. "Ben de memnun oldum."

Bu kadının ismini daha öncesinden duymuştum. Asaf'a döndüğüm de "Eren'in sevgilisi." diye açıkladı. "Radyo da çalışıyor. Muhtemelen adını duymuşsundur."

Duymuştum. Ama nerede duymuştum? Hatırlamıyorum.

Eren'le yan yana duruyorlardı ve ister istemez yakıştırmıştım. Eren'in saçları kumral gözleri ise siyahtı. Liman'ın ise turuncu saçları ve siyah gözleri vardı. İkisini de birbirlerine cidden çok yakıştırmıştım. Şu an burada konuşabileceğim tek bir kadın vardı. O da Liman.

Yanımda duran kadınla aramıza biraz boşluk vardı. Ben aramızdaki boşluğa bakarken Liman düşüncelerimi okumuş gibi bana yaklaşmaya başlamıştı.

"Biraz erkeklerden uzak kalalım mı?" diye sordu. Memnuniyetle kafamı salladım. "Şu ileride koltuklar var, oraya gidebiliriz."

"Çantamı alayım, gidelim."

Göz kırıtığında gülümsedim. Arkasını dönüp Eren'e yaklaştığında masanın üzerine koyduğum çantayı elime aldım. Koluma geçireceğim sırada Asaf'ın bakışları bana kaymıştı.

"Nereye gidiyorsun?"

Tebessüm ettim. "Liman'la şuradaki koltuklara oturmaya gideceğiz." dedim gözlerimle orayı göstererek.

"Haydi, Ecmel." diye seslendi Liman.

Liman'ın seslenmesiyle arkamı döndüm. Tam adım adım atacağım sırada bir kol uzandı bileğime ve narince tutarak avuçlarına aldı. "Seni görebileceğim bir yerde ol ve hiç bir yere ayrılma."

"Senden başka nereye gidebilirim ki?" dedim doğruca. Ne söylediğimin farkına vardığım da ise yanlış anlamasın diye ellerimle kendimi savunmak için harekete geçtim. "Yani buradan başka nereye gidebilirim ki, demek istedim."

"Ecmel," dedi ileride bize dönmüş olan Liman. Sabrı tükenmiş, bedenini sol ayağına vererek sağla ise ritim tutturarak yere vuruyordu.

Bileğimi avuçlarından çekerek Liman'a doğru yürümeye başladım. Yanına geldiğimde derin bir nefes çekmiş ve ardından o da yürümeye devam etmişti. Puf koltukların olduğu kısma geldiğimizde en köşedeki, Asaf'ların bizi görebileceği, yere oturduk.

Oturduğum koltuk da Liman'a doğru döndüm. Bacak bacak üstüne atmış bana bakıyordu. İsmini duyduğum ilk andan beri merak ettiğim bir şey vardı. "İsmini neden Liman koymuşlar?

Kahkaha attı. "Çok saçma değil mi? Liman Sülay, hadi soyadını anlarım da ismin neden Liman, diye düşünüp duruyorsundur ki sorduğuna göre net düşünmüşsündür. Kafamı salladım.

"Annemle babam limanda tanışmışlar. Her gün liman da görüşürlermiş. O liman onların bir gizli yeri gibi olmuş. Babam evlenme teklifini de orada edince o gün bir söz vermişler kendilerine 'Ne olursa olsun kız ya da erkek farketmez adını Liman koyacağız.' diye. İsmim oradaki limandan ötürü böyle. Keşke ikinci bir ad ekleselermiş ama işte düşünememişler. İsmimi duyan herkes şaşırıyor. Hoş şaşırılmayacak gibi de değil ki ben olsam ben de duyduğumda şaşırırım."

Gülümsedim. "İsmin kötü değil. Hem isminin çok güzel bir anısı var. Bence isminle mutlu olmalısın."

Dudaklarını ıslatıp yutkundu. "Mutluyum. Bana en özel yerlerinin ismini vermişler nasıl mutlu olmam." deyip gülümsedi. Ardından elini bacağıma koyup tebessümünü silmedi yüzünden. "Ee, sen ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Dahiliye doktoruyum. Öyle çok bir şey yaptığım yok hastaneden eve, evden hastaneye gezip duruyorum."

Elini bacağımdan çekip arkasına yaslandı. "Bir şey olursa koşarak seni ararım."

"Ara." dedim gülümseyerek.

"Çok sevdim kız seni biz dışarıda da görüşelim. Hem yanlış anlamadıysam Asaf Abi'yle sevgilisiniz. Yedi ay oldu değil mi? Öyle diyordu Eren."

Yüzüm solmuştu. Solan yüzümü gizlemek adına tebessümümü büyüttüm. Sibel ile yedi aydır sevgililerdi. Yeni öğrendiğim bu bilgi moralimi bozmuştu. "Asaf ile sevgili değiliz. Sadece arkadaşız."

Şaşırdı. "Ee yedi aylık ilişkisi vardı. Sen arkadaşıysan onlar ayrılmışlar mı? O kadını da hiç görmedim nasıl biri olduğunu o yüzden bilmiyorum."

"Bilmiyorum, sanırım ayrılmışlar." dedim bakışlarımı Asaf'ların masaya çevirerek.

Asaf da buraya bakıyordu. Bir yandan masadakileri dinlediği ise aşikardı. Çünkü arada bir masaya dönüp bir şey söyledikten sonra tekrar buraya bakıyordu. Gözü her yerdeydi. Sanki tetikte bekliyordu.

"Hoşlanıyorsun ondan." dedi Liman çok büyük bir şeyi tespit etmiş gibi mutlu olarak.

"Hayır, hoşlanmıyorum." diye savundum kendimi.

Hülyalı hülyalı bakara turuncu saçlarını parmağını doladı. "Şuraya yazıyorum. Asaf Abi' den şu an hoşlanmıyorsan bile ilerleyen zamanlarda kesin hoşlanacaksın. Zaten şu an sende var bir şeyler ama inkar ediyorsun, zamanla anlayacaksın."

"Liman, yok öyle bir şey."

"Ne yok?" diye sordu bir ses.

Bakışlarım Liman'dan ona kaydı. Ne ara gelmişti buraya, anlamamıştım. Kömür gibi kara gözleri üzerimde dolaşıyordu.

"Hiçbir şey, Asaf abi. Sen niye gelmiştin?" diye konuştu Liman anın şokundan çıkarak.

"Ecmel'i almaya gelmiştim." dedi ve Liman' da olan bakışlarını bana kaydırdı. "Biraz tablolara bakalım mı?" diye sordu nazik bir ses tonuyla.

"Tablolar," dedim büyük bir merakla. "Bakalım tabi."

Oturduğum koltuktan kalktığım da Liman'a döndüm. "Daha sonra görüşürüz." dediğimde bıyık altı gülüp göz kırptı. Kafasıyla Asaf'ı işaret ettiğinde bedenimi bir ürperti almıştı. Yan gözle Asaf'a baktığım da bize bakmak yerine kafasını başka bir yere çevirmiş olduğunu gördüm. Derin bir nefes aldım. Kaşlarımı çattığımda Liman bıyık altı gülmeyi kesmiş alalen gülümsüyordu.

Asaf, "Ee, haydi." dediğin de başımı salladım.

Galerinin en başındaki çizilmiş olan tablonun önünde durduk. Renk cümbüşüyle harmanlanmış bir sanat eseriydi.

"Ne anlıyorsun şimdi bundan?" diye sordu sakinlikle.

Hevesle öne atıldım. "Bak şimdi," dedim ve parmağımla tablodoki en can alıcı yeri işaret ettim. "Biri siyah diğeri ise beyaz, şuraya bak" dedim ve dış taraftaki renk karmaşasını gösterdim. "Bir de buradaki rengarenk renklere." dedim.

"Baktım fakat hiçbir  şey anlamadım. Ne şimdi onlar?" diye sordu duru bir sesle.

"Siyah adamı, beyaz ise kadını simgeliyor. Bak, siyah ve beyaz birbirine dolanmış. Yasak bir ilişkinin siyah ve beyaz yüzü gibi resmetilmiş. Etrafındakiler ise dış dünyanın renkli hali."

"Sen bir resme nasıl bakarsan, nasıl görmek istersen öyle görürsün." dedi gözlerini bana değdirerek. "Mesela şimdi sen böyle anlatınca ben farklı bir bakış açısıyla baktım. Senin de dediğin gibi siyah adamı, beyaz ise kadını temsil ediyor. Adam karanlık, kadın ise tertemiz. Masumluğu dış tarafdan bile belli oluyor. Farkındaysan tabloda sadece orta tarafta siyah ve beyaz kullanılmış, bir bütün haliyle. Siyahın yoğun olan tarafda renk cümbüşleri beyaz tarafa göre biraz soluk kalıyor. Kadın neşeli, adam ise kopkoyu, içine dönük dışına ise sopsoğuk. Kadın mutluluğu dışarıya yansıtıyor, adam ise karanlığını. Bu yüzden siyah rengin yoğun olduğu taraftakiler daha solgun duruyor. Kadın da adam da birbirinin nasıl olduklarını bildiği halde tek bir vücut halindeler. Ne o ondan vazgeçiyor ne de diğeri. Beyaz renk siyahın karanlığını kabul etmiş, siyah ise beyazı buyur etmiş evinin içerisine."

Yerimde çivilendim. O kadar güzel konuşuyordu ki sabaha kadar dinleyebilirdim onun güzel sesini. Gözlerim yüzüne eşsiz bir parçaymış gibi bakıyordu.

"Çok güzel yorumladın, Asaf." dedi arkamızdan bir ses.

Asaf sakince arkasını dönerken ben irkilerek dönmüştüm arkama.

"Teşekkür ederim, Zeliha Abla. Senin ellerinden çıkmış olan her nadide eseri yorumlamak bizim için farz oldu."

Adının Zeliha olduğunu öğrendiğim kadın utanarak gülümsedi. "Bugün olduğundan daha çok naziksin yoksa yanındaki hanımefendiye mi borçluyuz?" 

"Evet, onun yanında olduğumdan daha nazik bir adama dönüşüyorum." dedi kalbimi elime vererek.

"Bizi hanımefendiyle tanışdırmayacak mısın, Asaf?" diye sordu, Zeliha Teyze'nin yanına yaklaşıp kolunu omzuna atmış olan adam.

"Tanıştırayım, komutanım." dedi ve eliyle önce beni gösterdi. "Ecmel, Timur Albay diğeri ise eşi Zeliha Abla."

"Memnun oldum." diye mırıldandım.

"Sevgilin mi?" diye sordu Timur Albay.

Niye herkes aynı soruyu soruyordu? Yeter.

"Arkadaşım," dedi Asaf elini belime atarak. Şaşkınlıkla gözlerim büyümüştü. Elimi Asaf'ın omzuna koyduğumda aramızdaki mesafe bir çocuğun sığabileceği kadardı.

Tebessüm ettim. Timur Albay gözlerini kısmış baştan aşağıya beni inceliyordu.

"Geçen gün ki olay için yanıma gel, konuşalım." dedi Timur Albay.

Asaf başını salladığın da gözlerim dikkatle onu inceledi. Buraya geldiğimizden beri tuhaftı. Sanki bir şey olmuş gibiydi. Timur Albay bunları dedikten sonra belimdeki eli yumruk olmuştu. Benim ona baktığımı farkedince yumruk yaptığı elini tekrardan düzeltti. Tüy gibi bir dokunuşla beni ilk geldiğimiz masaya doğru yöneltti.

"Sen burada dur ben hemen Timur Albay'ın yanına gidip geliyorum."

Kafamı salladım. Ardından hızla yanımdan ayrıldı. Masada sadece Ersin, Altan ve Liman vardı. Adımlarımı hızla oraya yönelttim. Masaya yaklaştığım da kulağıma Ersin'in sesi doldu.

"Ama ben sana demiştim. Hesabını bilmeyen çavuşlar döner götünü avuçlar diye."

Liman sinirlenerek eliyle Ersin'e vurdu. "Sana kaç kere diyeceğim ben varken küfretme, rahatsız oluyorum diye. Yeter ya Eren'e söyleyeceğim seni."

"Kusura bakma yenge varlığını unutmuşum."

"Bir daha unutma!" diye bağırdı Liman.

Masaya çantamı koyduğum da Liman'ın bakışları bana döndü. "Şükürler olsun, Ecmel. Bir an hiç gelmeyeceksin sandım. Eren de bir yere gitti gelmek bilmiyor. Kurtar beni şunlardan." deyip yanıma koştu.

Güldüm. "Ne yaptılar ki?"

"Küfrettiler. Şikayetçiyim, doktor hanım. Bunlara deli raporu yazın, delirmişler." dedi başını omzuma yaslayarak.

Ersin'e baktığım da suçsuz olduğunu söylemek için ellerini kaldırmıştı. "İnanmadım." diye fısıldadım Ersin'in ellerini kaldırmasına.

Ersin ellerini indirip sağ koluma elini doladı. Ardından kendine doğru çektiğinde Liman da beni sol kolumdan çekiyordu.

"Yenge, bıraksana bacımı."

"Nereden senin bacın oluyormuş?" diye diklendi Liman.

"Yenge, kızı bırak da iki çift laf edelim. Sabahtan beri aldın beni bacımdan konuşturmuyorsun."

"Liman, ne oluyor sevgilim?"

Arkama baktığım Eren'i gördüm. Beni kurtarması için  gözlerimi kırpıştırdım.

Eren'in gelmesiyle Liman kolumu bırakmış Ersin ise bedenimi yanına çekmişti.

"Bir şey olduğu yok, hayatım."

Öyle olsun dermişcesine baktı Eren Liman'a. "Gel bak  seni kimlerle tanıştıracağım." deyip Liman'ı almıştı yanımızdan.

Gözlerim ilerideki Asaf'ın bedeniyle karşılaştı. Başka bir adamla konuşuyordu. Yüzü gerilmişti. Neden böyle bir anda dışa karşı donaklaşmıştı? Normalde tanıdığım Asaf gülerdi fakat bugün hiç gülmemişti. Gamzeleri bugün bana göz kırpmamıştı. Yüzüm soldu. Bakışlarım ona çok odaklanmıştı. Ona baktığımı hissetmiş gibi kafasını çevirdi. Kömür gözleri elalarıma vurduğunda içim sızladı. Ona baktığımı farkedince gülümsedi. Ama bu gülümseyiş çok donuktu. Gamzeleri bile çıkmıyordu. Sahte gülümseyişlerinde gamzeleri çıkmıyordu ve şu an sahte bir tebessüm göndermişti ürperen bedenime.

"Yenge, sen beni dinlemiyor musun?"

Ersin'in kulağıma yaklaşıp konuşmasıyla irkildim.

"Hı, dinliyorum seni evet. Devam et." dedim elimle devam etmesi için işaret vererek.

"Komutanım en önde elinde tüfeğiyle bir koşuyor. Karşıda ki mağaradan bir anda terörist çıktı. Komutanım gördüğü gibi bir sıktı. Tak, alnından vurdu. Şerefsizin kanı akıyor böyle süzüle süzüle. Yığıldı yere ama var ya şu içim," dedi ve eliyle kalbini gösterdi. "Nasıl eridi, nasıl sana anlatamam yenge."

Asaf'ı çok mu uzun süre izlemiştim? Anlayamadım. Ersin ne ara bana böyle şeyler anlatmaya başladı?

"Anlattın ama Ersin Abi." dedi Altan.

"Sen sus Altan," dediğinde Altan susarak kafasını başka yöne çevirdi. "Yenge, ben kan filan diyorum ama miden bulanmıyor değil mi? Genellikle kadınların midesi bulanır ya böyle şeylerde."

"Ersin, doktorum ya hani ben. İnsanların orasını burasını kesiyorum, ameliyat ediyorum. Sence kanı hayal etsem midem bulanır mı?"

"Vallaha yenge, senin işin de zor ha. Onca insanın pisliğini görüyorsun."

Güldüm. "Yok o kadar da zor değil."

Güldü ve konuşmaya devam etti. "Ha, ben en son komutanımın nasıl vurduğunu anlatıyordum. Sonra yenge, soldan adam geldi. Tim mağaranın etrafını kuşatmış kimse görmüyor. Şerefsizin ayak seslerini duydum. Bir döndüm o daha tetiğe basamadan ayağımı yüzüne bir geçirdim. Bir de dibime girmiş orospu çocuğuna bak. Görüyor musun Altan yine sinirlendim." dedi Altan'a dönerek.

"Görüyorum abi."

"Her neyse yenge. Sonra silahı şakağına dayadım. Amına koyduğumun çocuğu sayıyor, bir şeyler söylüyor. Tabi ben dururmuyum. 'Cehennemde görüşürüz, şerefsiz' deyip çektim tetiği. Şak, öldü."

Öyle bir anlatıyordu ki elini silah yapıyor, şakağına götürüyor sanki o anı tekrardan yaşıyor gibiydi. Onunla o anları bir nevi yaşamış gibi olmuştum.

"Anladım Ersincim, hem de çok iyi anladım." dedim nefesimi ciğerlerime çekerek.

Ersin tam bir şey daha söyleyecekti ki gözleri arkamda bir yere asılı kaldı. "Biz gidelim, bacım." deyip ben daha ne olduğunu kavrayamadan Altan'ın kolundan tutup gitmişlerdi.

Arkamı dönmek istemedim. Biliyordum, Asaf gelmişti.

"Ne konuşuyordunuz, ne anlatıyordu sana Ersin?" diye sordu masaya yaklaşıp kollarını koyarak.

"Havadan sudan sohbet ediyorduk." dedim gözlerimi kaçırarak. Çünkü biliyordum ki Ersin'in anlattığı şeyi söylesem Ersin'i azarlayacaktı.

"İnanmadım ama öyle olsun." dedi derin bir nefes alarak. "Ee resimleri beğendin mi? Benim pek inceleme fırsatım olmadı hoş incelesem de pek anlayacağım söylenemez."

"Öyle deme. O resmi çok güzel yorumladın."

"Fikri aldım, dört nala koştum." dediğinde güldüm.

"Yorumun güzeldi."

"Ne demiştim ki hatırlamıyorum." dedi geldiğimiz andan beri yüzünde olan donuklukla.

"Sen bir resme nasıl bakarsan, nasıl görmek istersen öyle görürsün, demiştin. Aslında biliyor musun? Çok haklısın. İnsanlar da öyle değil midir? Bir resim gibi hepimiz eşsiziz. Sadece bir insana nasıl bakarsak veya nasıl görmek istersek öyle görüyoruz. O eşsiz olan insanları aslında biz eşsiz kılıyoruz."

Bugün ilk defa donuk olan yüzü canlandı. Tebessümü yüzüne dağıldığında iki yanağında da  gamzeleri çıkmıştı.

Gamzeleri, eşsizdi ve bu eşsizlik onu güzel kılan müzayedeki en değerli bir parça gibiydi.

...

Kendinize iyi bakın. Ben yine bölümü fırlatıp kaçıyorum. Bugün uzun uzun bir şeyler yazacak enerjiyi bulamadım. Şuraya cidden uzun uzun yazmak isterdim ama hiçbir şey yazamıyorum.

Neyse, sağlıcakla kalın. 🌸

Continue Reading

You'll Also Like

921K 64.3K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
123K 6.5K 33
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...
2M 118K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
1.1M 15.7K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...