DİLHUN

By lawellia

39.2K 1.7K 816

"Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yal... More

1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. ve 15. Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm

6.Bölüm

1.6K 75 45
By lawellia

"Ecmel,"

Daldığım yerden kafamı kaldırarak karşımda oturan kadına baktım. Neydi bunun adı? Hatırladım. Rümeysa'ydı.

"Efendim?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

"Dalgınsın, iyi misin?"

Kafamı aşağı yukarı sallayarak geçiştirdim onu.

Herkes kahvaltıyı yapmış şimdi ise sohbet ediyorlardı.  Sohbetlerine katılamıyordum. Çünkü aklım notta kalmıştı. Nasıl buraya geldiğimi bile bilmiyordum.

"Ecmel, sen ne düşünüyorsun?"

Dönüp soruyu soran kişiye baktım. Yusuf muydu bu?

"N-Ne?" diye ağzımda geveledim.

"Dün geceki hasta hakkında ne düşünüyorsun? Sen ve o adam gittikten sonra askerler almaya geldi. Polise teslim edilecekmiş. Asker, ne alaka?"

Yusuf, dedikodu kazanı mısın sen, ne bu sorular?

"O esnada onlar oradaydı. O yüzden onları alıp karakola götürmeleri hiç de tuhaf bir durum değil."

Gülümseyerek sağ dirseğini masaya yaslayarak sağ elini yanağına koydu. "Sevgilin mi?" dedi ağzını yaya yaya.

"Arkadaşım."

Gözlerini devirdi. "Hıı, inandım inandım tamam."

"İnanıp inanmaman benim hiç umurumda değil, Yusuf."

Telefonu tam elime alacağım sırada Rümeysa çığlık atmış ve bir anda ağlamaya başlamıştı. Elindeki telefon masaya düştüğünde gözüm kaymıştı. Bir gazete haberi okuyordu. Tekrardan Rümeysa'ya baktığım da göz yaşlarını siliyordu.

Tüm herkes başına toplanmış Rümeysa'ya ne olduğunu soruyordu. Elimi uzatıp masanın üzerinde duran telefonu aldım.

Ne öğrenmişti de yıkılmıştı?

Gözlerimi ekrana kaydırarak haberi okumaya başladım.

Geçtiğimiz yıl büyük bir projeye yatırım yapan Ferhat S. (53) genç nişanlısı olan Yeşim T. 'u boğarak öldürdü. Cinayetin nedeni kıskançlık. "Nişanlıma aşıktım. Çok seviyordum onu...!" diyen Ferhat S. namusunu temizlediğini söyledi.

Kanım dondu.

Başım dönüyordu. Doğru muydu, bu?

Nasıl, nasıl öldürmüştü gencecik kızı?

Annem gibi huzur kokuyorsun, abla.

Ölmüştü. Daha dün gece başını göğsüme koyup annesi gibi koktuğumu söyleyen gencecik kız, ölmüştü.

Yetmiş üç yaşında demişti, bilerek. Belki elli üç derse onu kurtarmam diye mi korkmuştu gencecik kız.

Ne hayalleri, ne umutları vardı onun? Okuyordu ya daha...

Ölüm neydi, ne demekti? Yakışmamıştı ki gencecik kıza ölüm. Kime yakışırdı ki zaten?

Gözümden bir damla yaş aktı, silmedim. Bir tane daha sonra bir tane, bir tane diye diye ağlamaya başladım. Delicesine ağlıyordum.

Yanıma birileri gelmişti fakat görmüyordu gözüm hiç kimseyi.

İki avucumu da alnıma bastırmış masaya doğru eğilmiş ağlıyordum.

Neden gitmemiştim ki peşinden neden yani, neden?

"Ecmel, haydi gel bir lavaboya gidelim elini yüzünü yıkayalım."

İnci başını sırtımı yaslamış, konuşuyordu.

İstemiyorum. Kendime gelmek, hiç istemiyorum.

"Ecmel, hadi güzelim."

Zorla masadan başımı kaldırdığımda Rümeysa'nın toparlanmış olduğunu gördüm. Ayağa kalktığım sırada İnci koluma girmişti. Lavabonun içerisine girdiğimizde aynaya bakmak istemedim. İnci suyu açtığında avuçlarımın içerisine suyu doldurup yüzüme çarptım. Kendime gelene kadar suyu yüzüme vurdum. Gelemedim... Kendime gelemedim.

Önüme peçete uzatıldığında İnci'den alıp yüzümü kuruladım. Kafamı yavaşça aynaya doğru kaldırdığımda sabah evden çıkarken yapmış olduğum makyajın tamamını yüzüme gördüm.

"Islak mendilin var ?"

İnci kolundaki çantanın içerisini açıp içinden ıslak mendili çıkarıp uzattı. Yüzümdeki tüm makyajı ıslak mendille sildiğimde kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Tekrardan yüzüme su vurup, kuruladım.

İyiydim ama o iyi değildi. Ölmüştü... Ben onu koruyabilirdim. Koruyamadım...

Benim yüzümdendi.

Annem gibi huzur kokuyorsun, abla.

***********

Oradan nasıl çıkmıştık, nasıl hastaneye gelmiştik bilmiyorum. Ruh gibiydim. Elim ayağım birbirine girmişti.

Hastalarımın çoğunu Çağatay Bey üstlenmişti. Bana da eve gidip dinlenmemi söylemişti fakat ben gitmek istemiyordum. Geriye kalan hastalarımla ilgilenmem lazımdı.

Toparlanmalıydım.

Şimdi ise odamdaki koltukta oturmuş başımı avuçlarıma almış, düşünüyordum. Kapım tıklatılıyordu ve benim içeri girebileceğini söylemeye gücüm yoktu.

Kapım bir kez daha tıklatıldı. "Gel." dedim sesimin güçsüz çıkmasına aldanmayarak.

Kapı açıldı fakat benim başımı kaldırıp gelen kişiye bakacak cesaretim yoktu. Ama bakmalıydım. Ayıp olurdu.

Kafamı yavaşça kaldırdığımda hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım.

Asaf Demir ile...

Oturduğum koltuktan yavaşça ayağa kalktım.

Kapıyı kapattı daha sonra tekrar bana döndü. Gözümden bir yaş aktı. Bir tane daha ve bir tane daha...

Aradaki mesafeyi kapatarak tam önümde durdu. Ben ne olduğunu anlamadım. Çünkü kollarını bedenime dolayarak bana sarılmıştı. Ağlamam şiddetlendi. Şimdi daha fazla ağlıyordum. Ellerim benden izinsiz hareket edip sırtında durmuştu. Tişörtünü avuçlarıma alarak sıkmaya başladım.

Bazen sadece konuşmadan tek bir kelime bile etmeden birinin size sarılmasına ihtiyacınız vardır ya hani.

Bana sarılması o kadar iyi gelmişti ki.

Sağ eliyle saçlarımı sevip bir yandan da sarılıyordu.

Bu, bu bana çok iyi hissettirdi.

Bana daha önce kimse böyle sarılmamıştı...

"Kendini suçlu hissetme, tamam ?" diye fısıldadı kulağıma.

Yavaşça ayrıldım ondan. Saçım yanağına takılmıştı. Elimle saçımı düzelterek kollarımı bedeninden kopardım. Böyle kalamazdık, yanlıştı. Daha birbirimizi tanımıyorduk bile.

Dün hafif çıkmış olan sakalları bugün yoktu. Ve bu sakalsız hali de çok güzeldi.

"Nasıl hissetmem? O kız benden yardım istedi. Söz vermiştim yardım edeceğime. Kurtaracaktım onu o zindandan, okuyacaktı. Hayallerim var abla, demişti. Gerçekleştiremeden..." Nefesim sekteye uğramıştı. Ama vazgeçmedim o kelimeyi söylemeye nefesim yetmemişti. Fakat o kelimi almıştı onu bu hayattan. "Öldü." diye tamamladım en sonunda.

"Hayır hayır, sen kendini niye suçlu hissediyorsun ki?"

Kaşlarım istemsizce havalandı. "Neden hissetmeyeyim?"

"Hiçbir şey belli değil fakat araştırıyorum. Korkma tamam mı, hiçbir şeyden."

Omuz silktim. "Korkmuyorum ki zaten."

Korkmuyordum ki. Hem unutmayın ki polis kızıyım ben.

Dudakları kıvrılmıştı. Gülümsedi, gülümsedim.

Bazen kelimeler yetmez anlaşmak için, konuşmak için ama nasıl oluyorsa konuşmadan da sadece gözlerle çözebiliyorduk. Bu bize ait bir sırrdı.

Anlatılmayacak kadar özel, anlatılmayacak kadar güzeldi.

Arkadaş olmuştuk, bence. Ya da olamamıştık çünkü tanımıyorduk birbirimizi.

"Kendine iyi bak."

Gözlerim açıldı. Ne yani gidiyor muydu, bu kadar erkenden mi gidiyordu?

"Nereye?" diye sordum kendimi tutamadan.

Göz kırptı. Sanane diyor galiba. "Karargaha geçeceğim de, sen hayırdır?" Dudakları kıvrılacak da kıvrılamıyor gibiydi.

Göreve gidiyor sandım.

"Ha, pardon. Ben bir an öyle bir boşlukta bulundum. Şey yapma ya, takma."

Gülümsedi.

Çıktı yine iki yanağında da gamzeleri... Gülmesene oğlum böyle. Ben de kalp diye bir şey var hani, hatırlasan mı?

İstemsizce gülümsedim.

"Geçireyim ben seni o zaman."

"Geçir sen beni o zaman." diye tekrarladı beni.

Elimle kapıyı işaret ettim. Bir yandan da yüzümde asılıkalmış gözyaşlarımı siliyordum.

Önden geçip kapıyı açacağı sırada bir an da durdu. Bir kaç adım arkasında duruyordu ayaklarım.

"Ha bu arada, zaten çirkinsin ağlayınca daha da çirkinleşiyorsun. Ağlama bir daha, çirkin şey."

Yüzüm asıldı. Cidden çirkin miydim? Yoksa yüzümdeki makyajı sildiğimden ötürü mü bu kadar çirkin gözüküyordum?

Ne yani ben şimdi makyaj güzeli miydim?

Hiç mi yoktu doğal güzelliğim?

Gözlerimi devirerek onun önünden geçerek çıktım kapıdan.

"Pişt," dediğinde arkamı döndüm. "Arkadaşız değil mi?"

"Seni tanımıyorum, Asaf. Sen beni araştırmış olabilirsin, her şeyimi biliyor da olabilirsin. Peki, ya ben? Hiçir şey bilmiyorum. Bir kaç kez karşılaştık sadece o kadar. Ne ara arkadaş olabilecek kadar tanıyoruz birbirimizi."

Bar da karşılaştık. Ben o geceyi hatırlamıyordum. Evet ama kesit kesit hatırladığım bazı yerleri vardı. Ki bu yerler bizim o gece konuştuğumuzun bir göstergesiydi. Ama dediğim gibi sarhoştum.

Sonrasında ise kendisinin evinde görmüştüm onu ve haddim olmadan pansuman yapmak istemiştim. İnsanlık hali işte, doktorum ya ben yara olan bir yer görünce dayanamam.

Pansuman yapıldı. Açlıktan ve uykusuzluktan yorgun düşen bedenim yüzünden soluğu hastanede almıştım. Merak etmiş ve işi çıksa da hastaneye arkadaşlarını göndermişti. Sağlık durumum içindi...

Teşekkür için eve davet etmiştik. Sarma olayı yaşanmıştı, yemek yememi istemişti. Bir daha bayılıp da aynı şeyleri aileme yaşatmamdan rahatsız olmuştu belki de.

Sonra telefonum çalmış, hastaneye o götürmüştü beni. Şakağıma yaslanan silahtan kurtarmıştı yorgun bedenimi. Sonra ise eve bırakmıştı.

Ve o gün ki hastam ertesi gün canice katledildiğinde yanıma gelmişti, nasıl yıkıldığımı görmek içindi. Sarılmıştı. Bir insanın başına gelebilecek, onun acısını dindirecek sıcaklığı paylaşmıştı belki de.

Ha, bir de bunlardan çok önce de Sibel vardı. Onunla olan konuşmalarına tanık olmuştum.

Seviyordu ya da âşıktız diyemeyeceğim ikisi içinde. Çünkü Asaf sevseydi şu geçirdiğimiz küçük anlardan dahi tanıdıysam onu, bırakmazdı. Peşine düşer onu ikna ederdi.

Ama ben Asaf'ı tanıdığımı düşünmüyordum.

Asaf Demir, asker. Gerisi yok. Annesi var, babası var, bir erkek kardeşi ve onlarla yaşayan bir de kuzeni.

Gerisi yok.

O ise park da onları dinlediğim ilk gün araştırmıştır beni. Asker olduğu için her şeyin herkesin farkındaydı.

"Tanıyoruz ya birbirimizi. Dün arabadan inerken 'Birbirimize uzak olsak da yanıma gel. Arkadaş oluruz, belki.' demiştik."

Baş parmağımı ve işaret parmağımı bir zaman aralığını göstermek için paralel olarak birleştirip havaya kaldırdım. "Belki, demişiz. Birbirimizi tanıdıktan sonra oluruz, belki."

Terazi burcuyum da ben. Dengesizim, yani. Alışacak artık. Çünkü bir gün 'tamam' derim diğer gün 'hayır, kesinlikle olmaz' deyip insanı çileden çıkartırım.

"Bir kahve ısmarlasam tanışmış olur muyuz?"

Yo, olmayız.

Göz devirmekle yetindim Asaf'a.

"Gidiyorum o zaman ben."

Ne ara gelmiştik hastanenin dışına ben de anlamadım.

Kollarımı iki yana açarak geriye indirdim.

"Komutanım, biz burada mıyız?"

Kafamı sola doğru çevirdiğimde hastane bankında oturan iki adamın kalkıp bize doğru yaklaştığını fark ettim.

"Ersin, zevzeklik etme lan." dedi yanındaki adam.

Ersin denilen adam kollarını iki yana açarak teslim oluyormuş gibi hareket etmişti. "Sibel Yenge, kusura bakma eşeklik ettim."

Kaşlarım istemsizce havalanmıştı.

Sibel Yenge... Ben ve yenge... Bir de Sibel olanından...

Ersin kaşlarını çatmış yanımda duran Asaf'a bakıyordu. Göz ucuyla Asaf'a baktığımda işaret parmağımı boynundan hızla geçirmişti. Boynunu koparacağım, dedi galiba.

"Ha, sen Sibel değilsin. Komutanım, siz de ne çapkın çıktınız."

Onun yanındaki adam ise sessizce Ersin'e doğru  eğilmiş. "Yengeye Sibel dedin, salak." diye söyleniyordu.

"Ersin aslanım, karargâhın bahçesi desem, yirmi tur desem ve daha fazlası desem." Göz kırptı.

"Komutanım, Allah da benim belamı versin. Özür dilerim, yengeye de Sibel dedim."

Asaf öne doğru hareketlenmişti. "Hala yenge diyor, puşt."

Ersin geriye dogru kaçmıştı. "Susayım o zaman ben, batırdım çünkü.. Değil mi, Altan?"

"Evet, gerizekalı." dedi isminin Altan olduğunu öğrendiğim adam.

Bu hallerine güleceğim, gülemiyorum.

"Tutma tutma, gül."

Kaşlarım havalandı. "Ne?"

"Gülmek istemediğin zamanlar dudağını ısırıyorsun. Isırma da gül, hadi."

Kahkaha attım. Dudağımı mı ısırıyormuşum? Ben neden farkında değildim?

"Gir hadi içeriye gidiyorum zaten." Kafamı salladım.

Sanırım Ersin ve Altan buradaydı. Ne alakaysa...

Elimi havaya kaldırdım. "Görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz."

Arkamı döndüğüm gibi hastaneye girmiş odama çıkmıştım. Önlüğümün yakalarını düzelttiğim sırada kapım tıklatılmış ve içeriye İnci girmişti.

"Nasıl oldun diye bakmaya gelmiştim." diye girdi içeriye şen şakrak sesiyle.

Koltuğa oturduğumda o da yanıma oturmuştu. Elindeki bardaklardan birini bana uzattığında elime aldım. Kahve vardı içinde.

"İyi sayılırım."

İç çekti. "Çok kötü ya resmen ölmüş. Canice katledilmiş."

Nefesim hızlandı. Gözlerim dolmaya başlayacaktı.

Bu kadar duygusal olmamalıydım.

Koltuktan kalkıp camın önüne geldim. Kahvemden bir yudum aldığımda pencereden dışarısına bakıp nefes almaya çalışıyordum.

Bir rüzgar esti yüzüme aldı tüm acılarımı, çekti içine. Gözlerim takılı kaldı güneşin batışına. Nefes aldım. Düşünmemeye çalışıyordum. Düşünmeyecektim!

Asaf ve arkadaşları hastanenin bahçesinden yeni çıkıyordu.

"Gidiyorum o zaman ben." diye seslendi İnci.

Pencerenin önünden ona döndüğümde kafamı sallayarak onayladım onu. Kapıdan çıkıp gittiğinde koltuğa doğru yürüdüm. Elimdeki bardağı sehpanın üzerine bıraktığım gibi koltuğun üzerine uzanıp gözlerimi yumdum.

Tekrardan kapı tıklatıldı.

Söveceğim ama yeter artık.

Koltuktan doğrulduğum da içeriye girmişti Çağatay. "Ömer Bey'in dosyasını almak için gelmiştim ama müsait misin?"

"Müsaitim," deyip koltuktan kalktım. Dolapdan Ömer Bey'in dosyasını alıp ona doğru döndüğümde masamdaki kalemlerle oynuyordu. "Al." deyip elimdeki dosyayı ona uzattığım da masadaki kalemleri bırakmıştı. Dosyayı aldığında göz kırpıp "İyisin değil mi?" diye sorduğunda gülümsedim.

Kafasını sallayıp eliyle kapıyı gösterdi. "Çıkıyorum."

Zahmet olacak ama çıksanız iyi edersiniz.

Çağatay Bey benim bir şey söylememi beklemeden çıktığında kendimi tekrardan koltukta otururken buldum. Bu sefer elimde telefon da vardı. İkizler ne yapıyordu acaba? Gruba girip mesaj yazmaya başladım.

Ecmel: Pişt, ikizler ne yapıyorsunuz?

Doğa: Esila'yla alışverişe çıktık, abla. Eğer hastaların bittiyse gelsene sen de. Uzun zamandır beraber vakit geçirmiyoruz.

Esila: Evet abla lütfen gel.

Ecmel: Ne alışverişi ya bu?

Doğa: Karı kız

Esila: HALDJWLDJWLDHMWJSD SALAK

Ecmel: Lan, dingil otur oturduğun yer de.

Esila: Abla cidden ikizim yanımda karı kız kesiyor. Patlatayım mı kafasına?

Doğa: Sen benim kafama bir vur bak bakayım bu ikizin sana neler yapıyor?

Esila: Neler yapıyor?

Doğa: Yemek yedirmem, aç bırakırım seni. Ve bir de şu daha demin ağzın sulana sulana baktığın çocuğa  lez olduğunu söylerim.

Ecmel: Hop hop bir saniye, durun bakayım.

Doğa: O çocuk da sana bakıyordu. Sen görmedin ama ben söyliyeyim sana.

Esila: Canım ikizim, aşk ikizim, burnunu sevip ağzını yüzünü mıncırdığım... Lütfen, öyle bir şey yapmıyoruz hatta ve hatta bu ikizini o çocukla tanıştırıyorsun.

Ecmel: Siz yan yana değil misiniz?

Esila: Değiliz, ablam.

Doğa: Esila bana canım dediğine göre yağlamaya geçmiştir. Vatana millete hayırlı olsun.

Esila: Öğh ne canımı ya, yazmadım ben öyle bir şey.

Doğa: Bok yazmadın.

Esila: Evet, bok diye bir şey yazmadım. Haklısın ikuzum.

Doğa: Kaç lan oradan uskdbsmdbsmdbdm

Ecmel: E ama ben fransız kaldım. Doğa sen neredesin, Esila sen neredesin?

Doğa: Ben cehennemdeyim.

Esila: Ben de cennette.

Ecmel: Kafalarınız neden bu kadar güzel?

Esila: İkiz olduğumuz için...

Doğa: İkiz olduğumuz için...

Bu iki salak yine ne işler peşindeydi?

Ama yüzümü güldürmüşlerdi. Hatta kahkaha bile atmıştım. Doğa son olarak bir alışveriş merkezinde olduklarını Esila'nın kadın reyonunda onun da erkek reyonunda olduğunu öğrenmiştim. Hatta Esila'ya yardım eden karadenizliymiş. Esila o yüzden 'ikuzum' yazmıştı.

Gitmek isterdim fakat ayaklarım hayır diyordu. Biliyordu en çok o yorulacak diye.

Ama gidecektim.

Önlüğümü çıkarıp çantamı aldığımda masanın üzerindeki kitap çekti dikkatimi. Sabah içinden not çıkan kitaptı bu. Uzanıp elime aldım. Kapağını açtım. Orada duruyordu not. Kitabın sayfalarını karşıtırdığımda kitabın yapraklarından bir kağıt yavaşça esip ayaklarımın ucuna düşmüştü.

Bu da neyin nesiydi?

Kalbim ağzımda atıyordu. Korkuyordum hem de iliklerime kadar... Daha bugün korkmayacağım diye söz vermiştim oysaki.

Yavaşça eğildim yere, aldım kağıdı elime. Gözlerim kağıt da takılı kaldığında sabah ki gibiydi. Sarı bir not kağıdında güzel bir yazıyla yazılmıştı.

Korkuyordum. Ama okumalıydım da.

Sesli bir şekilde okumaya başladım not kağıdında yazanları.

"Duydum ki Yeşim'in ölümü seni çok üzmüş. Öldürtmese miydim?"

Ne?

Bu da ne?

Ciddi olamazdı. Kim di ki bu, kim? Ne istemişti o kızdan?

Bu bana gelen ikinci notdu. Ve benim bu notu birine söylemem lazımdı. Babama söylersem telaş yapardı.  Hastaneye gelmeme bile izin vermezdi. Asaf... Sana söylesem olur muydu?

Söyleyecektim. Asaf'a sabah ki not kağıdını da şimdi okuduğum bu tüyler ürpertici mesajı da okutturacaktım.

Böyle mesajları ben küçükken annem de almıştı. Babama söylemişti ve biz ailece neredeyse üç ay boyunca evden dışarıya hiç çıkmamıştık. Gökyüzünü özlemiştim. Aynısı yaşansın istemiyordum.

Daha önce eve gelenler hep tehdit mesajıydı. Ama bu sefer hepsi bana yönelikti ve nasıl oluyorsa dibime kadar girebilip mesaj bırakılıyordu.

Anlatacaktım. Asaf'a her şeyi anlatacaktım.

Karargaha mı gitseydim? Yoksa onu da mı alışveriş merkezine çağırsaydım?

Kitabı ve notu çantama dikkatlice koyup telefonumu elime aldım.

Ben de numarası yoktu ki.

Nasıl bulacaktım?

Annemden Zehra Teyze' nin numarasını isteyebilirdim. Telefonumdan rehbere girdiğimde hiç olmayacak bir şeyle karşılaştım.

Asaf ARKADAŞIM

Ne zaman kaydetmişti numarasını? Bir de arkadaşım diye yazmış koca koca harflerle.

Gülmeye başladım. Hatta kahkaha attım.

Bence bu çocukta da vardı biraz delilik?

Hiç ellemedim, değiştirmeden mesaj yazmaya başladım.

Kime: Asaf ARKADAŞIM
Mesaj: Asaf, seninle görüşmem gereken bir konu var. Bir ara buluşsak olur mu?

Mesajı yazdığımda telefonu kilitleyip elime aldım. Odadan çıkarken düşünceler esir almıştı beynimi.

Sabah ki notu bulduğum da bu not yoktu. Bu sonradan konmuştu kitabın arasına. Ama işte ne zaman?

Asaf'ı yolcu etmek için çıkmıştım odadan. İnci gelmişti odaya ve bir de Çağatay Bey.

Ben dosyayı alırken o kalemlerle oynuyordu.

Saçmalama Ecmel. Böyle bir şeyi neden yapsın?

Tövbe tövbe az kalsın ne düşünüyordum.

Hastaneden çıkmış hatta ve hatta taksiyi  durdurmuştum. Şoföre alışveriş merkezinin adını söylemiştim. Elimdeki telefon titrediğin de bakışlarım  kucağıma kaymıştı. Hızlı hızlı ekranı açtığımda ise sırtımdan aşağıya soğuk soğuk terler dökülüyordu.

Kimden: Asaf ARKADAŞIM
Mesaj: Müsait değilim, Ecmel. Başka bir zaman konuşalım mı?

Başka bir zamana erteleyemeyecek kadar önemliydi. Ama bunu ona diyemeyecek kadar da uzaktık birbirimize.

Kime: Asaf ARKADAŞIM
Mesaj: Peki o zaman, daha sonra görüşürüz.

Telefonu çantamın içine fırlattığımda taksi alışveriş merkezinin tam önünde durmuştu. Cüzdanımdan parayı uzatıp taksiden indim. Alışveriş merkezinden içeriye girdiğimde telefonuma bir bildirim düşmüştü.

Çantamdan çıkardığımda ikizlerle olan gruptan mesaj geldiğini ve mesaj da hangi mağaza olduğunu belirttiklerini gördüm.

Hızlı adımlarla mağazaya doğru ilerlediğim de bir yandan da etrafıma bakınıyordum. İkizlerin bulunduğu mağazaya girdiğimde şimdiden iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi yapmıştım, diye düşünmekten kendimi geri alamıyordum.

"Abla, buradayız."

Sağa doğru döndüğüm de Esila' nın ileriden bağırıp el salladığını gördüm. Ona doğru yürümeye başladığım da bir yandan da onu süzüyordum. Üzerin de çok güzel bir elbise vardı. Tam yazlık efil efil, yaşına uygundu.

"Üzerindeki güzelmiş ablacım."

Gözleri parlamıştı. "Değil mi, ben de çok beğendim. Fakat," Yüzü düşmüştü. "Fiyatı da çok güzel."

"Ne kadar ki?" diye fısıldadım ona doğru yaklaşarak.

" Yüz elli lira. Bu elbise için değmez. Bu kumaşın benzerini alıp terziye diktirsem daha ucuza kapatırım."

Kaşlarımı çatıp ellerimi belime koydum. "Unutuyorsun ki senin bir ablan var. Ben boşuna maaş alıyorum, ablacım? Dert ettiğin şeye bak ya hadi git çıkar alırım ben sana. Parasını da dert etme."

Yedi bin lira maaş alıyorum. Size harcamayacağım da kime harcayacağım, canım ailem.

Esila tekrardan kabinlere doğru yöneldiğinde arkasından seslendim. "İstediğin başka bir şey varsa söyle, ablacım."

Kabine girmeden bana doğru dönüp öpücük atmış ve  içerisine girmişti. Etrafıma bakındığımda çok güzel bir elbise görmüştüm. Pembe tonlarındaydı. Hatta bu renge çay gül rengi deniliyordu. İki yandan ayrılan elbisenin çok güzel bir göğüs dekoltesi vardı. Elbisenin arka tarafından çapraz ipler geliyordu.

Denemek istemiyordum. Bedenim olan elbiseyi elime aldığımda sanki çok arıyormuşum da bulmuşum gibi sevinçliydim.

"Abla," dedi arkamdan biri. Arkamı döndüğüm de Doğa'nın elinde gömlek tuttuğunu ve anlamsızca bana baktığını fark ettim. "Kaybettiğin çocuğunu bulmuş gibi elbiseye sarılıyorsun. Korkutma beni."

Kıkırdadım. Elbisenin askısından tutarak önünde sallandırıp üstüme doğru tuttum. "Yakıştı mı?" diye sorup gülümsedim.

Kafasını salladı. "Abla sen çuval giysen o bile yakışır sana çünkü çok güzelsin. Fakat abla bu elbisenin hem önü hem de arkası açık babam sana bunu giydirmez."

Moralim bozuldu. Babam cidden bana bunu giydirmezdi.

"Ama sen çok istiyorsun al. Ben babamı ikna etmek için çok güzel bir şey düşündüm."

Tebessümüm yüzüme yayıldı. "Alıyorum o zaman."

Gülümsedi. "Alıyoruz."

Esila yanımıza geldiğinde kasaya geçmiştik. Esila kolunda tuttuğu kıyafetleri kasadaki kıza verdiğinde ağzım şaşkınlıktan açılmıştı. İstediğin başka bir şey varsa alırız, derken tüm mağazayı alacağımdan kastetmemiştim. Ama Esila öyle anlamış olacak ki bulduğu her elbiseyi atmıştı koluna.

Tüm kıyafetleri torbanın içerisine koyduklarında parayı ödemek için cüzdanımı çıkardım. Kıyafetlerin tuttuğu miktarı duyunca bir miktar şaşırmıştım.

İki bin lira verdim.

Ciğerim yanıyor.

İki, üç ay boyunca Esila'ya bir şey almayı düşünmüyorum.

Mağazadan dışarıya çıktığımızda Esila koluma girip başını da omzuma yaslamıştı. "Ablası bu kardeşlerine ne yemek yedireceksin?"

"Lan ikiz, iki bin lira verdirdin kadına utan biraz."

"Yo sadece ben almadım ki o kadar kıyafet."

Ağzım şaşkınlıkla açıldı.

"İki gömlek bir de ablamın kendine aldığı tek bir tane elbise diğer hepsi sana ait, Esila."

"Bak işte hepsi bana ait değilmiş."

Kahkaha attım. Ne yapalım işte ablalık görevi mecbur.

"Alışveriş merkezinden çıktıktan sonra sağ da bir tane restaurant var. Oraya gidebiliriz abla?" diye söyledi Doğa.

Onayladığımda alışveriş merkezinden çıkıp Doğa'nın dediği yere gidip içeriye girdik. Dışarıya bakan tarafa oturduğumuz da garson önümüze menüleri koymuştu. Menünün kapağını açtığımda Esila kaş göz yapıyordu.

"Ne ağzını yüzünü büzüyorsun?" deyip ağzımı  yüzümü onun gibi hareket ettirdim. "Direk açıkça söylesene."

"Abla o kadın burada ha-"

Sözünü kestim. "Hangi kadın?"

"Arkana bak istersen."

Yavaşça arkama döndüğümde şaşkınlıkla ağzım açıldı. Asaf buradaydı, Sibel de buradaydı. Karşılıklı oturuyorlardı. Sanki hissetti burada olduğumu bir an da ayağa kalkıverdi Asaf. Sibel de kalktı ayağa sonra hiç ummayacağım bir şey oldu. Birbirlerine sarıldılar.

"Oha, Asaf abi de mi buradaymış? Bu kadın sevgilisi mi yoksa?"

Kulaklarım uğulduyordu. Tek bir şeye odaklanmıştım  o da sarılmalarıydı.

Önemli bir işim var dediği Sibel miymiş. Ama benim ona diyeceklerim daha önemliydi.

'Müsait değilim, işim var.' diye mesaj atmıştı.

Meğersem önemli işi Sibel'miş.

Bu gördüklerimi unutmak istiyordum.

                                           ...

Notların yazan kişi kim ve amacı ne, acaba?

Sibel... Ben de ne zaman ortaya çıkacaksın diye düşünüyordum.

Neys.

Ve bir de şu Ecmel'in aldığı kıyafeti ilerleyen zamanda giyecek o zaman fotoğrafını koymayı düşünüyorum. O yüzden ballandıra ballandıra anlatmadım.

Bana ayrılan sürenin sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 72.2K 48
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
376K 21.6K 44
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
75.9K 3.7K 30
°Aile kurgusu° İzel 17 Yıl boyunca hayatını Cehenneme çeviren Ailesinin gerçek Ailesi Olmadığını öğrenir. Peki ya Yıllar sonra çektiği acılara rağmen...
39.6K 870 18
Bakışları geceliğin açıkta bıraktığı tenimde dolanırken ona yaklaştım boynuna doladığım kollarımla ona daha çok çekilip "Özledin mi beni?" diye fısıl...