MIH

By _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... More

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
27-*Kor*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

22-*Billur*

127K 5.6K 3.8K
By _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamünaleyküm Mehsa'nın fedaileri! 1 ay 2 gün sonra sonunda ben geldimmmm!😍🙈

Öncelikle size yeni bölümün niye bu kadar geciktiği neden yeni bölüm sorularına cevap vermediğimi açıklamam gerekiyor.

Güzel kızlarım, kurgunun kilit noktalarına yazarlar çoğu zaman tıkanır,özellikle yeni karakterler geldiğinde. Bu bölüm ne demek istediğimi anlayacaksınız. Benim için bundan sonra nasıl devam edeceğim oldukça mühimdi. Bu yüzden kitabı baştan sona tekrar okudum. Bir prolog hazırladım ve işte buradayım.

Geciktiğim için hepinizden özür dilerim. Kurguyu oturtmuşken haftada bir gün,yani her Pazar günü bulaşım mı,ne dersiniz? Böyle gün belirleyelim ki sizde bana sormayın bölüm ne zaman diye,olur mu?😘

Bu bölümü yazarken ben,temsili falan da değil hani.🤣 Sizler ne yapıyorsunuz? Çok özledim sizi hayat nasıl gidiyor hadi burada sohbet edelim.

Sonra başlayalım.

Huh,yakınlaşma sahnemizde var ona göre kemerle takılsın,okumak istemeyen gözlerini kapatsın tamam mı çiçeklerim?😍🌸

Sizi çok sevdiğimi söylemiş miydim? Bilirsiniz hep söylerim.😏😘😏

İyi okumalar dilerim.🌸🔥

MÜZİK KUTUSU

Orhan Ölmez- Damla Damla

EMIN feat. JONY - КАМИН

Kevin MacLeod ~ Scheming Weasel faster version ( Bence Eylül'ün müziği bu 🤣)


🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


🌌☀️🌌☀️🌌☀️

28 Ekim 1995- Mısır

Korkut endişeliydi. "Bahar'ım!" dedi. Ses tonuna bile yansımıştı endişesi.

Güzel karısı kahverengi gözlerini ona doğru döndürdü. Karnı hamileliğin son haftasında olmasına rağmen çok büyük değildi. "Çok endişeleniyorsun, Korkut. Alt tarafı öğrencilerimle buluşacağım." dedi kocasının yüzünü küçük avuçları arasına alarak.

"Tehlikeli olduğunu biliyorsun, Bahar'ım." dedi genç adam. Yüzündeki endişe büyümüş karnına bakarken daha da artmıştı. Ama o yeşil gözlerde büyük bir sevgide saklıydı. Karısına ve büyümüş karnına öyle bir bakıyordu ki onlara karşı sevgisi sanki nefes alma sebebiymiş gibi görünüyordu. Nitekim öyleydi de.

"Türkiye'ye dönmeliydik." dedi endişesi daha da artarken.

Bahar onu dinlemedi, bu endişesine dokuz aydır katlanıyordu çünkü. Korkut'un yanağından öptükten sonra gülümsemesini bozmadan aynanın karşısına geçti. "Görevin bitmedi. Benimde bitmedi. "dedi

Zaten bu görev sayesinde tanışmışlardı. Korkut burada sadece Türk elçisinin korumalığını yapmıyordu. Ülke de büyük zorluklar olsa da bazı Türk devlet adamlarının İslam dünyası için kurmak istediği yeni bir kuruluş vardı. Bu kuruluş için denemeler yapılıyordu. Bu görevin Mısır ayağındaki yöneticilerden birisiydi Korkut.

Bahar'ın öğrencileri ise küçük çocuklar değildi. Genç adamlar ve genç kadınlardan oluşan küçük birliğin dini eğitimleri için öğretmenlerden birisi olmuştu Bahar.

Onu buraya gönderen bir adam vardı. Yetimhanede her sene ona bir tane mektup yollan, çocukluğundan beri sır olan kişinin talimatlarıyla büyütülmüştü. Bu adamın kim olduğunu bilmiyordu, öğrenmesine izin verilmemişti ama buradaydı. Üçüncü senesindeydi ve ilk sene tanıştığı Korkut'a aşık olmuştu. Şanslıydı. Kocası birliğin kahramanıydı ve bütün gözler onun üzerindeydi. Bahar sessizce onu sevdiğiyle kalacağını düşünürken ona haber yollanmıştı Korkut'un da ona karşı ilgisi olduğuna dair . Bahar o güne bu kadar deli gibi sevindiğini hiç hatırlamıyordu ta ki evliliğinden çok kısa bir süre sonra hamile olduğunu öğrenene kadar. O zaman da dünyalar onun olmuştu .

Ve şimdi kızlarını, Elif'ini kucağına almak üzerelerdi. Korkut karnına doğru eğildiğinde Bahar başörtüsünü yapıyordu. "Elif'im!" dedi.

Bahar gülümsedi. Kızına şimdiden böyle sesleniyordu, Korkut. "Senin annen çok inatçı. Umarım bu huylarını ondan almamışsındır. " Kızı annesinin karnında hareket etti. Korkut muzipçe gülümsedi. "İzin veriyorum, güzelliğini alabilirsin ama." dedi.

Bahar onun omzuna vurunca yeşil gözleri ışıldadı Korkut'un. Karısının karnını öptükten sonra, "Bana ikinci baharımı getireceksin sen." derken ses tonundaki sevgi ömrü boyunca kızına karşı en büyük sevgiyi vereceğine dair en büyük delildi.

Korkut kafasını kaldırdığında karısının gözlerinin dolduğunu gördü. "Benim gibi çok seveceksin onu." dedi Bahar. Korkut ayağa kalktı karısına sarıldı, yetimliğini sardı ve başını okşadı.

"Çok ama çok seveceğim." dedi Korkut. "Canımdan öte olacak."

O gece Korkut'un canından öte kızı, annesi gibi inatçı olduğunu göstererek en beklenmedik yerde, kuruluşun dar koridorlarında geldiğine dair ilk haberi verdi. Saatler sonra Korkut'un ikinci Bahar'ı, gerçekten bahar olmak için doğmuştu.

🔱⚜🔱

Elif'ten:

"Nasıl? Nasıl olur?" dedim. Geleceğimizi haber almış olacaklar ki evimin kapısı açıldı. Çocukluğuma döndüm sanki. Dedem kapıdan çıktığında boştaki elimle ağzımı kapattım.

Bastonuna rağmen dimdik duruyordu. Köstekli saati cebindeydi, her zamanki gibi gömleğini üstüne de siyah yeleğini giymişti. Eskiden simsiyah olan saçları ağarmıştı ama biliyordum, bakışları hala aynıydı.

Nitekim sanki arabanın içinde beni görüyormuş gibi gözleri gözlerimi buldu. Siraç'a döndüm. Gözlerim dolmuştu. "Nasıl?" dediğimde canım acıyordu onun da dediği gibi. Elinde olan elimi sımsıkı sardı.

"Düğünün var. " Avucumdan öptü. "Baba evin yandı ama insanların da ev olduğunu öğretti güzel bir kız bana." dedi.

Sesi boğuktu. Hissetmemeye şartlanmış bir adamın tecrübesizliği vardı. Cümleleri kurarken zorlandığını, bunun bir fedakarlık olduğunu anlayabiliyordum. Benim için yapmıştı. Sırf canım yanmasın diye kendini söndürmüştü.

Kalbim ağzımda atıyordu. "Teşekkür ederim." dedim iki elini avuçlarıma saklayarak. "Teşekkür ederim." Hafifçe gülümsedi. Ailemi vermişti bana, ailemi. Bundan güzel hediye mi olurdu?

"Git hadi." dedi. Kafamı hızla salladım sanki kaçırmaktan korkuyordum ailemi. Kapıyı açtım. Siraç 'ta açtı. Taşlı zemine ayağım değdiğinde küçücük çocuk oldum sanki. Dedem bana yaklaştı. Arkasında oğullarıyla. Artık hep bir eksiğiyle. Sonra kızları yani annemle beraber üç geliniyle. Dimdik durdu karşımda.

Yılların Kara Mehmet'iydi o. Erzurum'da adı duyulduğunda nereye gitsek saygıyla ayağa kalkarlar, bende yanında seke seke dolaşırdım. Eski toprak olan polislerdendi. Yeşil gözleri babamla aynıydı, tıpkı arkasındaki iki amcam gibi.

Beni görünce sert yüzü yumuşadı. "Dede!" dedim sesim titrerken. O da karşılık olarak o gür sesiyle, "Yadigarım!" dediğinde dökülmeye hazır olan gözyaşlarım, babam şehit olduktan sonra ona göre oğlundan kalan en büyük hazinesini adlandırışıyla düştüler birer birer.

"Dedem!" dedikten sonra o bastonunu yere bıraktı ben kollarına koştum. Sımsıkı sardı beni. Unuttuğum baba sevgisini buldum kollarında, güzel çocukluğumu, beni hep sarıp sarmalayışını hatırladım. Bazen o bana oyun arkadaşı olurdu, bazen ben onun dost meclislerine giderken yol arkadaşı olurdum.

Babaannemi erken yaşta kanserden kaybedince önce vatanına, sonra bize adamıştı kendisini. Onun adanmışlığının kollarındaydım. Başını bana doğru eğdi.

"Korkut hep derdi, senin bu torunun senin bahçendeki çiçekler gibi kokuyor. Biz de onu orada bulduk zaten, diye." Kokumu içine çektiğinde ağlarken gülümsedim. "Çok özledim." dedim ona sımsıkı sarılırken.

"Bende." dedi. Hasretti sesindeki. Sırtımı sıvazladı, babamın yası ikimizin yüreğindeyken.

"Baba, bir izin ver de biz de yeğenimizi görelim." diyen en büyük amcamın sesiyle ikimiz de kendimize geldik. Geri çekildik.

Büyük amcamın adı Yiğit'ti. Adı gibi Yiğit, iri cüsseliydi. Askerdi. Özel Hareket eğitmenlerinden birisiydi. Emekliliğine çok az kalmıştı. Diğer amcam ve babam gibi o da dedeme benziyordu. Ama kırlaşmaya başlamış saçları daha açık renkti. Kısacık kestirilmişti.

"Şuna bak." dedi gözü yaşlı yüzümü görünce. "Hala minicik, amcam sen hep hiç büyümeyecek misin?" dedi.

Yüzündeki gülümseme aynıydı, küçüklüğümden beri kuzenlerimin arasında en minik olan bendim. Ailenin en küçük kızı bile 1.70 olunca ben gibi 1.60'lar da gezen biri minik kalıyordu tabi yanların da.

"Bu sene bir santim uzadım." dedim dedemin kollarından ayrılıp ona sarılırken. Diğer amcam atıldı, "Yiğit, bu minik uzasa ne, uzamasa ne hep avucumu bile doldurmayan bebeklik halinde kalacak." dedi.

Benimle eğlense bile ses tonu gergin olan amcamın adı Furkan'dı. Her zaman aralarında en çabuk celallenen o olurdu. Bu yüzden kendisini zor tuttuğunu anlayabiliyordum. O da dedem ve babam gibi Polis 'ti. Erzurum'da dedemin yerini almıştı.

Eşi Asya yengem annemin koluna girmiş, bana gülümserken arkamda olduğuna emin olduğum Siraç'a kaçamak bakışlarla bakıyordu. En büyük yengem Yasemin ise hiç kaçamak bakışlar atmadan direkt Siraç'ı izliyordu. Gerildiğimi hissettim.

En büyük yengem matematik öğretmeni, Asya yengem ise hemşireydi. Kuzenlerim hariç bütün ailem gelmişlerdi. Annem ortalarındaydı. Yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Siraç'a başını salladığını görünce geri çekildim ve arkamda duran sevdiğim adama baktım. Elleri cebindeydi. Savaşacağını biliyordu ama o kadar sakindi ki her şeyi her zamanki gibi göze almıştı.

Ona gülümsediğimde gülüşüme baktı. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama gözlerindeki bakışa binlerce teşekkürümü sığdırabilirdim. Benden ilk kopan o oldu. Emin adımlarla yanıma doğru geldiğinde içgüdüsel olarak ona doğru yaklaştım. Hepsinin gözleri bizdeydi.

Furkan amcamın kaşları çatılırken Yiğit amcam daha tedbirli gözüküyordu. Dedemin yüz ifadesinden ise ne düşündüğünü anlayamıyordum. Siraç ,"Hoş geldiniz!" dediğinde bu yüzden en büyük amcam ve yengelerim "Hoş bulduk." derken Furkan amcam homurdanmakla yetindi.

Dedem ise başıyla selamladı onu. "Hoş mu bulduk, bakacağız." derken yapay ışıkların aydınlattığı yeşil gözleri Siraç 'ın içini görüyormuşçasına inceliyordu.

"İçeri geçelim sizin için uygunsa." dedi Siraç her zaman ki hissiz ses tonuyla. Herkes harekete geçerken Siraç' ın yanından Yasemin yengemin kolumdan tutmasıyla koparıldım. Yoldayken bir koluma o, diğerine Asya yengem geçerken annem önümüzdeydi. Arkasını dönüp bana gülümsediğinde, daha önce ağladığını fark ettim.

"Hoş geldin, sultanım." dediğimde yengem dürtükledi beni. Annem bana gülümsedi ve "Hoş buldum annem." dedikten sonra başını sonra der gibi salladı. Sanki sarılırsa kendini kontrol edemeyecek gibiydi. Gözlerinin altı kızarmıştı. Israr etmedim, bende yengeme döndüm bu yüzden.

"Bize hoş geldin yok mu fındık hırsızı?" dediğinde içten bir şekilde güldüm. Küçükken yengemin mutfağındaki fındık kavanozunu sürekli çalardım. Yengem vurmasa da az terlikle kovalamamıştı beni. Bu yüzden ondaki adım buydu.

"Hoş buldum, yengelerin en papatyası." dedim. Yasemin yengem bir Rus kadar sarışındı. Başörtüsü koyu olunca kirpiklerinin ve kaşlarının sarılığı daha çok belirginleşmişti.

Onun aksine Asya yengem ise kara kaşlı kara gözlü, tam bir doğu kızıydı. Ona doğru döndüm ve ona da, "Hoş geldin yengelerin en kara gülü." dedim. Dedem onlara böyle seslenirdi çünkü. Onları kızı ilan etmişti.

Asya yengem sırıttı. "Böyle sevimlilik yaparak kurtulabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun." dediğinde haklı olduğunu biliyordum. Nitekim Siraç 'la yan yana iki kişilik koltukta oturtulurken, dedem yanımızdaki tekli koltuğa, annem karşısındaki tekli koltuğa, amcamlar ve yengemler ise bizim karşımızdaki geniş koltuğa bir kurul gibi oturarak sorgu masasını kurmuşlardı.

Dedem bastonuna iki elini üst üste koymuş, dimdik şekilde oturarak sakin bir şekilde bize bakıyordu. Bu bakışı biliyordum, bir yaramazlık yaptığımda, ailemiz de bir gerginlik olduğunda gerçekleri talep eden bakışıydı bu. Daha da gerildim bu yüzden.

Herkes tedbirli görünüyordu. Furkan amcam ise biraz daha sabırsız. Dizimi stresten istemsizce sallamaya başladım. Hasretin, onların yokluğunun sancısı gerçeklerin üstünü bir an örtmüştü ama kavuşmanın sevinciyle hasret kenara çekilince geriye gizlenenlerin acısı kalmıştı. Siraç 'ın bahsetmiş olduğu acıydı bu. Korkuydu.

Dizim stresten daha da hızlanınca Siraç 'ın temasını hissettim, birden durdum. Bacağını hafif kaydırıp bacağıma baskı uygulamıştı. Ona doğru baktım, her zaman ki sakinliğindeydi. Lacivert gözleri sırlanmıştı. Yabancılara gösterdiği o buz gibi acımasızlığı yoktu ama yine de hissiz görünüyordu. Hissiz ve kendinden emin. Hazırlanmıştı. Her zamanki gibi.

Bacağımı sallamayı bıraktım ve amcamlara baktım. Furkan amcam benimle göz göze gelince daha fazla dayanamadı. " Bu adamın elinden yeğenimizi kurtarmamız gerekirken biz burada ne yapıyoruz?" dedi yüksek sesle. Ayağa kalktı sonra.

"Kızım!" dedi bana bakarak. İrkildim olduğum yerde. "Zorla tutuyormuş bu adam sizi, zorla evlenmişsin, belli. Annen de yanında değil, soruyoruz hiçbir şey söylemiyor. Bizden gizli saklı bir türlü suçlarını ispat edemediğimiz bütün mafyaların olduğu bir nişanın oluyor. Bu adamın da ne olduğu belli değil. "Siraç'ı gösterirken öfkeden yeşil gözleri yanıyordu. " Kim bilir bizsiz neler yaşadın." dedi tekrar bana bakarak. Burnundan soluyordu resmen.

"Kalk gidelim, benim kimseden korkum yok. Kalk, tek telefonuma bakar, bütün teşkilatı buraya toplarım. Kimse Sezenler 'in torununu zorla alıkoyamaz." dedi bana doğru yaklaşarak. Telaşlanmıştım, ne tepki vereceğimi nasıl davranacağımı bilmiyordum. Hazırlıklı değildim çünkü. İmdadıma dedem yetişti.

"Furkan!" dedi otoriter bir sesle. Furkan amcam ona ateş çıkan gözleriyle baktı. "Ne baba? Haksız mıyım?!" dedi. Dedem ona aynı yüz ifadesiyle bakmaya devam etti. "Bunları konuştuk. Otur yerine. Karşında sorguladığın bir suçlun yok, celallenme. İnfaz etme hemen." Dedem ona dik dik bakıp beni gösterince amcam bana döndü. Yüzü yumuşadı biraz.

"Babam, korkuyor musun sen benden?" dediğinde gözlerim doldu. Babam şehit olduktan sonra iki amcam da bana böyle seslenmeye başlamıştı. Sanki asla babasız, başsız kalmayacaksın der gibilerdi. "Korkma babam. Ne olursa olsun korursun biz seni." dediğinde boğazım düğüm düğüm oldu. Anneme baktım. Neye yıkıldığımı en iyi o anladı, onun da gözleri doldu.

"Otur Furkan abi." dedi. İmdadıma yetişti bu yüzden. Siraç hala sessizdi. Amcam oturmadan önce Siraç'a döndü. "Konuşsana lan! Kızımızı almışsın, haberimiz yok, evlenmişsin. Bütün suçlamaların muhatabı senken orada rahat rahat oturuyorsun." dedi. Siraç bir elini dizine dayadı ve bana bir bakış attı. Gözlerimin dolduğunu görünce yüz ifadesi sertleşti. Sanki üzülmeme kızmış gibiydi.

Amcama döndü sonra. "Aile tartışmanızın arasına girmek istemedim. Sizi buraya getirtenin ben olduğum düşünülürse sadece beni suçlayıp, Elif'i benden almanızın amacım olmadığı aşikar." Onun da ses tonu sertti ama kendini kontrol ediyordu.

"Ayrıca istediğiniz kişiyi çağırabilirsiniz. "dedi. Ellerini iki yana doğru açtı ve gözlerini tüm aile üyelerimin üstünde gezdirdi. Hepsinin üstünde hakimiyet kurabileceğini o an fark ettim. "Bizim evimizde karımın ailesi olarak ağırlanıyorsunuz. Burada suçlanabileceğim hiçbir şey yok. Bu yüzden oturun lütfen. "

Amcamın dişlerini birbirine bastırdığını Siraç 'ın üstüne atlamamak için kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Asya yengem onun boşta kalan elini tutup yanındaki boşluğa doğru çekiştirdi. Yiğit amcamın da kaşları çatılmıştı. O da öfkeliydi ama kontrol ediyordu kendisini. Dedemi bekliyordu.

Asya yengem Furkan amcama karşı savaşı kazanıp onu oturttuğunda ,iki kaşları çatılmış amcam ve hala sakin şekilde oturan dedemle karşı karşıyaydık. Dedem elini cebine attı ve bir deste fotoğrafı çıkardı. En üstteki fotoğrafları gördüğümde gözlerim büyüdü. Nişan fotoğraflarımızdı bunlar. Siraç'a gülümsediğim, onun da bana baktığı bir fotoğraftı en tepedeki. Orada ona Selvi'yi sorup ona meydan okuyordum ama bakışlarımın nasıl olduğunu hiç bilmiyordum. Şimdi görmüştüm.

Dedemin elinde olan fotoğrafta yanımda oturan adama aşıkmış gibi bakıyordum. Ona kırgın ve kızgınken bile. Şimdi anlıyordum ondan kaçmak için elimden geleni ardıma koymuyorken bile duygularımı bu kadar net nasıl okuyabildiğini. Hepsi yüzümden okunuyordu resmen.

"Bunlar dün akşam geldi. Adamlarınla birlikte." dedi dedem direkt Siraç'a bakarak. Tek elini bastona yaslamış hafif titreyen diğer eliyle fotoğrafları tutuyordu. "Adını soyadını söylediler bize. Torunumla imam nikahıyla evlendiğini öğrendik ve nişan yaptığını. Bahar'la birlikte Konya'ya gelmemi söyleyen adamlarını teker teker vurmamak için çok zapt ettim kendimi." Dedem öfkelendiğinde asla bağırmazdı ama öyle bir bakışı vardı ki insanı yerin dibine geçiriyormuş gibi hissettirirdi. Nitekim bastonuna rağmen devleştiğini hissettim. Bu öfkenin muhatabı Siraç 'tı. Elindeki fotoğrafları bir kenara bıraktı.

"Bizimle bir daha iletişime geçeceksen bunu aklında tut. Biz sadece emir kipiyle hitap ettiğin oradan oraya sürüklenecek adamların değiliz." Siraç 'la bir an karşılıklı bakıştılar. İradeler çarpıştı ve ortadaki gerilim bir an arttı. İki amcam da dedem konuştuğu için susuyorlardı.

" Evliliğimizi öğrendiğinize göre bundan sonra ihtiyaç duyulmayacak. Size karşı bir saygısızlık yapmak gibi bir amacım yoktu. Burada karşılıklı oturuyorken ayrıntıları öğrenmenizin daha iyi olacağını düşündüm." Siraç geri çekilmedi ama diklenmedi de. Dedemin bir an daha öfkeleneceğini düşündüm ama sakinleştiğini görünce tuttuğumu yeni fark ettiğim nefesimi yavaşça bıraktım.

"Bizi götürdükleri ilk yer oğlumun kül olmuş eviydi. Kızımın küllerin arasında ağlayıp çöküşüne şahit olurken bunu yapanların senin düşmanların olduğunu öğrendim. " Annem o yüzden ağlamış görünüyordu demek ki. Ona bakınca bana gülümsedi. "İyiyim." dedi dudaklarını kıpırdatarak. Başımı hafifçe yana doğru eğdim. Ona o kadar sarılmak istiyordum ki şuan ama zamanı değildi işte. Zaten her şey zamansızdı.

Dedem 'e döndüm tekrar. "Boşlukları doldurmak ister misin Siraç Vuslat?" dedi dedem ona bakarak. Siraç başıyla hafifçe onu onayladı. "Beni tanıyorsunuz." dedi sakin bir sesle. Dedemin onu onaylayacağını düşünmüyordum ama o, "Evet, tanıyorum ama bu torunumla benden gizli saklı evlenmenizi açıklamıyor." diyerek beni şaşırttı. İkisi arasında bakışlarım şaşkınlıkla gidip gelirken amcamlar ve yengemler de ondan farksızdı.

Yiğit amcam, "Baba ne diyor bu adam? Sen bu adamı nereden tanıyorsun? Sorup soruşturduklarımız haricinde ne biliyorsun?" dedi. Hepimiz dedemden bir açıklama bekliyorduk. Dedem hiç tereddüt etmedi.

"Gizlilik anlaşması imzaladım." dediğinde sanki başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Siraç'a baktığımda gözlerini ayırmadan dedemi izlediğini gördüm. Bana bakmıyordu yada şuan açıklama bekleyen yüzümle yüzleşmek istemiyordu. Yine de kalbimin sıkıştığını hissetmeye başlıyordum.

Yiğit amcam, "Ne gizlilik anlaşması baba? Bu adamın ne işle uğraştığı belirsiz, kirli işlere bulaştığı da belli. Şu korumalara bak!" dedi arkalarında duran camdan gözüken nöbetçi korumaları göstererek. "Dostu yok, düşmanı çok. Neyin gizlilik anlaşması bu?"

Dedem her zaman ketum bir adamdı, otoriterdi ama şimdi bu ketumluğunu daha fazla hissediyordum. "Adı üstünde gizlilik, Yiğit. Size söyleyebilseydim imzalamazdım, öyle değil mi?" dediğinde Furkan amcam homurdandı. Yengelerim endişeli görünüyordu annem ise eski geldiği zaman ki gibi değildi. Yorgundu, üzgündü ama Siraç'a attığı düşmanca bakışlar kaybolmuştu. Sanki bir şeyler değişmişti. Görünen oydu ki ben buradayken dünya benim etrafımda bütün gizliliğiyle dönüyordu.

Dedem tekrar Siraç'a döndü. "Bir açıklama bekliyorum." dediğinde Siraç'a karşı bir düşmanlığı olmadığını ilk defa o an fark ettim.

"Korkut beyin kızını korumak için sahte bir evlilik planladım." Dedemin kaşları hafifçe havalandı.

"Senin adın onu ömrü boyunca koruyacak mı? Sen kendini hep düşmanın önüne atıyorsun, genç adam. Bu yeterli bir açıklama değil. Ayrıca imam nikahınız da kıyılmış. Bu bana sahte bir nikahmış gibi gelmedi." dedi yan yana rahat bir şekilde oturuşumuza bakarak. Koltuk olmasına rağmen aramızda hiç mesafe yoktu. İçgüdüsel olarak Siraç'a daha çok yaklaşmıştım. Bilerek yapmadım, sadece onunla olduğumu bilsinler istiyordum.

" Evet, sonra Elif'e karşı hislerimi kontrol edemedim, bu yüzden onu gerçek bir evlilik için zorladım. Çare bırakmadım ona çünkü yanına yaklaşma isteğime karşı koyamıyordum." dedi cümlesinin sonunda gözlerimin içine bakarak. Lacivert gözlerinde bütün hissizliğine rağmen saklanmış hasreti gördüm. Bu konuşmanın sonunda zeminden sarsılan ben olacaktım, bunu o da bende biliyorduk ama eskiyi de bana hatırlatarak eskiden iki cümle kurmaktan aciz olan adamın şimdi ailemin karşısına yargılanmak için çıktığını görmeme sebep oluyordu. Acımasız olamıyordum.

Tekrar dedeme döndü. "Adım değil ama çizdiğim yol onu koruyacak Mehmet bey. Sizin de dediğiniz gibi ben düşmanın önüne atılan birisiyim. Bir canlı bomba olarak." dedi. Dedemin sert çehresi düşüncelerle kaplandı.

"Onunla gerçekten evlenecek kadar onu seviyor musun genç adam?" Bu soru karşısında onun yerine donup kalan bendim. Dedem cesaret edemediğim her şeyin üstündeki örtüyü kaldırıyordu.

" Sadece ilgin olsa ve kurduğun planla yetinsen, sahte bir evliliğe geçerli bir sebep olabilirdi bu yaptıkların. Üstelik annesi yanındayken yapardın bunu ama sen torunumu sahiplenmiş görünüyorsun ve başta torunumun gönülsüz olduğunu söyledin. Senin tarafından zorbalığa uğramışsa iki amcasına bırakmam kendi ellerimle boğarım seni."

Dedemin ve amcamların tetikte bir şekilde ondan gelen cevabı beklediklerini fark ettiğimde olaya artık müdahil olmam gerektiğini fark ettim.

" Dede." dedim titrek bir sesle. "Neden bana hiçbir şey sormuyorsun?" Dedemin gözleri bana döndüğünde yumuşadı. Sevgisini asla saklamazdı. Yanında kim olursa olsun.

"Onun yanında oturuyorsun, yadigarım. Ona düşman olmamızdan korktuğun ilk anda konuşmaya başladın. Amcan gidelim dediğinde yanında ki genç adama yaklaştın. Bunları görmüyor muyum sanıyorsun?" dediğinde ellerimi sıkıntıyla önümde birleştirdim. Haklıydı, susuyordum ama bedenim konuşuyordu. Gözlerim zaten hiç susmuyordu.

"O başta bana karşı sertti ama zaten onu tanıdığın için biliyorsundur." dediğimde dedem geldiğimden beri ilk defa gülümsedi. Bir an şaşırdım, herkes şaşırdı hatta. Siraç 'ın da yüz ifadesini görebiliyordum onun da dudakları hafif kıvrılmıştı. Sanki ikisi de aynı şeyi düşündüler hakkımda. Kaşlarım çatıldı istemsizce, devam ettim ama yine de. Ses tonum sertleşmişti.

İkisi de dilimin sivriliğinden dem vuruyorlardı gizlice. 

"Hala onun amacını, intikamını bilmiyorum. Bir gün bana anlatmasını umuyorum." Siraç 'ın başı hafifçe bana doğru döndü. Gözlerinin içine bir an baktım ama o şekilde konuşamayacağımı biliyordum. Herkesin içinde ona bakarak onu anlatamazdım. "Bütün bunların dışında ona karşı baştan itibaren bir ilgim olduğunu itiraf ediyorum."

Karşımda duran büyüklerim olduğu için bütün hislerimi ortaya dökmek benim için çok zordu, utanıyordum. Ama başta kendim dahil buradaki herkese karşı dürüst olmazsam bir türlü dolmayan boşluklar hepimizi yaralayacaktı. Bunu istemiyordum, her şeyin düzeleceğine dair umudumu yeşertmeye çalışırken bir doluya ihtiyacım yoktu.

"Bu ilgimi inkar ettim çünkü beni zorla yanında tutarken acımasızdı. Düşmanları çok olduğunu öğrendim. Bu yüzden size bir şey olacak diye de korkup yaklaşamadım size. Yine de bütün bu acımasızlığına rağmen hiçbir şekilde onun tarafından fiziksel bir zarara maruz bırakılmadım. "

Kuyu aklıma geldiğinde kalbimin üstüne bir taş oturdu sanki. Hala o acımasızlığı canımı acıtıyordu. Tekrar ona baktığımda o kuyuları lacivert gözlerinde gördüm. Pişmanlığını görmek istedim, hissizliğinden sıyrıldı ve bana istediğimi verdi. O kadar insanın içinde kalkanlarını indirdi ve kendi de girdi o kuyuya. Hafifçe gülümsedim, acıydı tadı. O kendini affetmedi ama ben onu, merhamet istemezken bile merhamete muhtaç oluşunu fark ederek sarıldığımda affetmiştim zaten.

O yara kapanmamıştı belki, kavga ettiğimizde önümüze düşecekti yine. Ama her ne olursa olsun bizim aramızda kalacaktı, bizimle gömülecekti. Buna başkasını dahil etmeyecektim.

"Bunun haricinde bu süreçte o da bende çok yol kat ettik. " Tekrar dedeme döndüm. "Ben hep olgun olandım, değil mi dedem?" dediğinde başını onaylamak için hafifçe salladı.

"Hislerime de inanırsın o zaman." dediğimde tekrar onayladı beni.

"Seni babanı kaybetmek çok büyüttü." dediğinde buruk bir tebessüm yankı buldu yüzümde. Çok ama çok büyütmüştü.

"Ben babamın mezarına gittim yangının olduğu gün." dedim. Dedemin gözlerinde evladını kaybetmiş bir babanın acısı peyda oldu. Bende babasını kaybetmiş bir kız çocuğuydum o an.

" Kız çocukları ilk annelerine söylerler bir adamı sevdiklerini ama ben babama ondan bir şey saklamayacağıma dair söz vermiştim. Bu yüzden ilk ona söyledim Siraç'ı sevdiğimi. " dediğimde kocaman bir sessizlik oldu aramızda. Amcamlar, yengemler şaşkınlıkla bakarken annem beni izlerken daha da sessizleşmişti. Onun gözlerinde bir kınama görmeyi bekleyerek korka korka bakmıştım ama yoktu. Sadece hala üzgün görünüyordu. Dedem ise tedbirli.

Siraç'a geri döndüğümde kucağıma koyduğum ellerimden birini eline aldı. Sanki sakınmayışıma teşekkürdü bu. Daha fazlasını yapmak, tepki vermek ister gibi bakıyordu ama sırları onu hapsediyordu. Elimi avucunda sakladıktan sonra sessizlik daha da sağırlaştı sanki.

"Torunumu seviyor musun genç adam?" sorusu sessizliğin ortasına bir bomba gibi tekrar düşerken bir kez daha bu sorudan kaçamayacağımızı anladım. Hayır, bakışlarında, hareketlerinde, verdiği her çiçeğin manasında sevgisini görmeyecek kadar kör değildim. Bunu bana itiraf etmesi kendisine etmesinden daha kolay olurdu. Hiç sevgi görmemiş bir adam ,çok güzel sevdiğini, kıyamıyormuşçasına sakındığını kendine nasıl anlatabilirdi ki?

Siraç dedeme döndü. "Bana onların dünyasında niye Azrail diyorlar Mehmet bey, biliyor musunuz?" dediğinde dedemin kaşları çatıldı. Sanki bildiği bilginin burada paylaşılmasının uygunluğunu sorguluyordu. Siraç cevap vermesi için ona bakmaya devam edince dudakları isteksizce kıpırdadı.

" O kulübede karanlığa karşı biriyle konuşuyormuşsun. Orada birisi yokmuş aslında. Karanlığa karşı durup demişsin ki;" Dedem sanki o anı ayrıntılarıyla biliyormuş gibi duraksadı. Siraç'a bakarken gördüğü neydi bilmiyorum ama merhametini gördüm bir an. Siraç ise buna tahammül etmezdi. Bu yüzden onun sözünü tamamladı.

"Ona dedim ki; "Daha değil, onların canını almadan değil. Hep benim yanımda olmana ihtiyacım var."

"Ve onlar sana kimle konuştuğunu sorunca Azrail'le konuştuğunu söylemişsin." dedi dedem. Tüylerim diken diken oldu. Siraç 'ın ses tonu hala o karanlıkta gibiydi. Dedem ise o anın yükünü taşıyormuş gibi gözleri bile sessizleşmişti. Siraç konuşmaya devam ettiğinde ortama acı bir sessizlik yayıldı. Sanki herkes o kulübenin enkazını hissediyor gibiydi. Yanımdaki adam hep orada yaşıyordu.

"O kulübe hep karanlıkta kalmıştı, Mehmet bey. " Bana baktı bir an. Boğazım düğümlendi. Onun mezarı hep o kulübenin dibindeydi. Ben yeni görüyordum.

" Sevmek sizin dilinizde yadigar demekmiş. Benim dilimde ise ışık oldu." Dedem cümlenin sonundaki "Işık" kelimesini duyunca bir anneme baktı. Sonra bana doğru döndü. Yüzündeki merhameti gördüğümde ağlamamak için zor tutuyordum kendime.

Ben hep kendimi o mezara mahkum zannederken o bana muhtaç olduğunu, beni sevdiğini söylüyordu. Bunu öyle güzel, öyle acı bir şekilde söylemişti ki eğer bana dönseydi ağlamaya başlardım.

"Tamam," dedi dedem uzun bir sessizlikten sonra. "Tamam, onu senden almayacağım."

"Alamazsınız zaten." dediğinde dedemin kaşları çatıldı. Siraç 'ın da kaşları çatıldığında Furkan amcamın yerinde kıpırdandığını, Asya yengemin onu zapt ettiğini gördüm.

Dedem bastonunu yere vurduğunda istemsizce sıçradım yerimden. "Şansını zorlama genç adam, hala kafamı karıştıran ayrıntılar var ve onun canını yakarsan, senin yüzünden canı yanarak bana gelirse andım olsun seni vururum. Dokunmaya kıyamadık biz onu büyütürken. Seveceksen öyle sev, yoksa onu buradan alır giderim. İstersen önüme bir koruma ordusu dik, yine de bana engel olamazsın." dedikten sonra bana doğru döndü.

Siraç'a meydan okurken yılların vermiş olduğu bir bilgelik vardı üstünde, ondan korkmadığını görebiliyordum. Dedem, "Ve sen." dediğinde bana bakarak, yüzü yumuşadı tekrar.

"Deden kurban olsun sana." Ses tonu bile değişti birden. Güldüm bu haline. Yengemler de güldüler hatta. Tutamamıştı kendisini yine.

"Dedem!" dediğinde her zaman bize gösterdiği pamuk dede kıvamına geri döndü. Gülümsedi. Sonra ciddileşti tekrar. "Tek bir sıkıntında bize bir şey olacak diye korkmadan arıyorsun. Bizi kendinden öte koymuşsun anladık da, dedene güvenmiyor musun torunum?" dediğinde başımı hafifçe eğdim.

"Özür dilerim, dedem. Tabi ki güveniyorum. " dediğimde onlara haber vermediğim için pişman olmadığımı o da bende biliyorduk. Bulunduğumuz ortam, Siraç 'ın baş ettiği adamlar aileme eninde sonunda zarar verirdi. Bunu benim kadar o da iyi biliyordu.

"Biz bundan sonra yanındayız." Önce bana sonra Siraç'a baktı. Sanki bir karar aşamasındaydı. Siraç dizime eliyle baskı yaptığında titreyen bacağımın farkında bile değildim. Ona baktım. Sakinleşmemi istiyordu, biliyordum. Gözlerinde görüyordum ama sarılmak istiyordum ona. Bedenim duygu geçişlerini kaldırmıyordu. Özellikle bu gerginlik ben mahvediyordu.

Dedem nihayet konuştuğunda gözlerimiz ayrıldı. "Eh," dedi dedem. "Konuşma bittiğine göre torunumun elinden bir kahve içerim." dediğinde omuzlarım gevşedi resmen . Büyük bir kavga çıkacağına o kadar emindim ki dedemin sakin tepkisiyle resmen şaşkına dönmüştüm.

Ama erken karar verdiğimi amcamlara baktığımda fark ettim. İkisi de öfkeli görünüyordu. Yiğit amcam, "Bu kadar mı yani?" dediğinde Furkan amcam öfkeyle tekrar ayağa kalktı.

"Baba sen iyi misin? Karşındaki adam torununu zorla zapt etmiş, ölümün kıyısında dolandırıyor. Biz buraya Elif'i almaya gelmedik mi? Ben buradaki tüm tanıdıklarımı boşuna mı ayağa kaldırdım?! Hepsi benden haber bekliyor."

Amcam yine öfkeyle bağırdığında Yiğit amcam ondan daha tedbirli olmasına rağmen o da ayağa kalktı. Siraç Furkan amcama baktı. "Hepsi evlerine geri gönderildiler." dediğinde Furkan amcama gözlerini kaçırmadan bakıyordu. Amcam sarsıldı. "Nereden, nasıl.. " dediğinde amcamın sözünü kesti Siraç.

"Karımı almak için beni karşınıza almayın, Furkan bey. " O da ayağa kalktı. "Onu da dinlediniz, burada hiçbir şey zorla değil şuan. Baştaki tutumumdan dolayı beni sevmeyebilirsiniz. Böyle bir beklentim yok zaten ama hepimizin ortak noktası Elif'ken saygımızı da bozmayalım." Amcamın karşısında durdu ve ilk defa bir adam onun yanında küçük durmadı. Furkan amcam daha da delirdi onun soğuk meydan okuyuşuna.

"Ulan sen kimsin de ben sana saygı duyacağım, yeğenimle zorla evleniyor onu annesinden ayırıyorsun. Senin yüzünden neler yaşadı bu kız kim bilir? Üstüne üstlük kardeşimin evi de senin yüzünden yanıyor." dedi ve kendini daha kontrol edemeyip Siraç' ın üstüne atılacağı zaman Yiğit amcam onu zapt etti.

Yüreğimin sıkıştığını hissettim. Korkuyla ayağa kalktığımda yengemler de ayaklanmıştı. Yiğit amcam, "Bak genç adam, babamla münasebetin ne, bilmiyorum ama bu açıklama bize yeterli değil. Bu kız daha küçük. Kardeşimin emaneti. Senin yanında sürekli tehlikedeyken biz nasıl senin yanında bırakalım onu?" dedi.

Furkan amcam Yiğit amcamın sözleriyle tekrar bilenip Siraç'a doğru saldırmaya çalışınca korkuyla öne doğru atıldım ama dedemin bastonunu yere vurmasıyla birlikte gür sesi herkesin durmasına sebep oldu. "Çünkü onun yanında olmasa daha büyük tehlike altında olacaktı!"

İki amcam da ona doğru döndü. "Ne tehlikesi baba?" dediklerinde benim aylardır Siraç'a sorduğum sorunun muhatabı şimdi dedemdi. Siraç ellerini cebine koyup sakin bir şekilde onlara baktı. Yanına geldim. Dedem kaşlarını çattı.

"Siz Korkut'u hiçbir zaman tam olarak tanıyamadınız, hepinizin kendi görevleri vatana karşı hizmeti vardı. Onun da öyleydi. Bu yüzden onunla gömülen sırlar, izinler verilmeden size bildirilmez. Susun, oturun yerinize. Bilmediklerinizi de hesaba katıp bu evliliği kabul ettim. Yoksa şuan burada, korumalarının vızır vızır dolandığı evlerinde ne işimiz var? Elif'i almak için operasyon hazırlığında olurduk."

Önce Yiğit amcam sakinleşti. "Tamam, baba. Tamam ama nasıl güveneceğiz biz bu adama? Bahar da sen de konuşmuyorsunuz. Yeğenimizi tek başına mücadele etmek zorunda bırakıyorsunuz. Nasıl yanında olacağız?"

Amcama baktım. "Baş edebilirim." dedim ona bakarak. "Bende sizin gibi neyin içinde olduğumu bilmiyorum. Annemin bir şeyler sakladığının farkındaydım ama dedemin bildiğinden haberim yoktu. " İç çektim.

" Sadece seviyorum deyip diğer her şeye kör olmadım, olmayacağım amca. Yine de kimseye bir zarar gelsin istemiyorum. Onun yanında olmamın daha doğru olduğunu biliyorum. Hiçbirinizi tehlikeye girmemelisiniz. Onlar acımasızca oynuyorlar. Beni düşünüyorsunuz, anlıyorum ama benim kadar evlatlarınızı da düşünmelisiniz. Bora abi Amerika da master yapıyor, Leyla abla Kars da öğretmen. Hangi birini koruyabilirsin, koruyabilirsiniz?"

Yiğit amcam dişlerini birbirine bastırdı. "Yapardık, babam. Elimizden geleni yapar, hepinizi korurduk. Biz sanki hiç mi tehlikede değiliz?" dediğinde yüzü ciddileşmişti ama o da biliyordu, bu iş o kadar kolay değildi.

"Amca tek değiller ki. " Ona doğru yaklaştım." Okulumda, eşya dolabında ceset buldum ben. " Hepsinden şaşkınlık sesleri yükseldi. Bir tek Siraç ciddi bir şekilde beni izliyordu. Devam etmeye zorladım kendimi.

"Siraç 'ın korumalarından biriydi. Üzerinde de benim yeleğim vardı. "Sesim o anları hatırladıkça gittikçe kısılıyordu. " Haftalar boyunca kendime zulmettim bu yüzden, vicdan azabı beni yedi bitirdi çünkü hedef bendim. Korumanın adı Elif'ti. Benim için gelmişlerdi aslında. Ama önce onu kurban ettiler."

Ağlamamak için ellerimi yumruk yaptım. Akıl unutuyor ama kalp hiç bırakmıyordu, her hatırladıkça vicdanım zulmediyordu bana.

"Sizden birine benim yüzümden bir şey olursa kaldıramam ben bunu amca. Beni yalnız bırakmak istemiyorsan bu korkuyla baş başa bırakma." Furkan amcama baktım. Sakinleşmişti ama yüzümde nasıl bir ifade varsa o da acı çekiyormuş gibi duruyordu.

"Ben hala babamın ölümünü atlatamadım, bana sevdiklerimi kaybetmenin yükünü yüklemeyin. Asıl bunun için küçüğüm ben."

Yiğit amcam kolunu omzuma atıp bana beni gövdesine bastırdığında amcam karşımda duruyordu. Yasemin yengem, "Çok yüklendiniz kıza, yeter bu kadar." dediğinde ağlamamak için, dik durmak için bütün irademi kullanıyordum.

"Tamam babam, tamam." dedi ve başımın üstünden öptü. Siraç 'la göz göze geldik. Gözlerinin öfkeyle karardığını görebiliyordum. Ben yaşanılanlar karşısında üzgündüm, o ise bunu yaşatanlara karşı öfkeli. Yeniden onlara karşı bilendiğini, intikamın gözlerini ele geçirdiğini saniye saniye izledim. Başını eğdi ve bağlantımızı kesti bu andan sonra.

Amcamın kollarından sıyrılınca dedeme döndüm. "Kahve yapayım mı?" dediğimde bana baktı. "Yol yorgunusunuzdur şimdi siz. Sonra size odalarınızı gösteririm. Olur mu?" Dedem gözlerimin içine baktı, onun kabulüne ihtiyacım vardı. Bu bir yardım çığlığıydı, o beni duyardı.

"Sade isterim. Köpüksüz olursa küçükken yaptığın gibi içine tükürmeye kalkma." dediğinde hazırlıksız yakalandım, kıkırdadım birden. Benimle birlikte olayı bilen annem de gülümsedi. 5-6 yaşındayken dedem annemden köpüklü kahve istediğinde, ben yapacağım diye ısrar etmiştim. Tabi ki ilk denemem olduğu için köpüksüz olmuştu. Annem bir şey olmaz dese de o arkasını dönünce içine biraz tükürmüş, sonra da anneme göstermeden dedeme götürmüştüm. Yılların kurdu elbette içine tükürdüğümü anlamıştı ama yine de benim için içmişti.

"Tabi ki, artık ustalaştım." dedim. Amcamlara döndüğümde, çok da gönüllü olmasalar da koltuklarına oturduklarını gördüm. Dedem onlara bakıp, "Bu iki herifin kahvesine tükürebilirsin." dedi. Furkan amcam yüzünü buruşturdu.

"Baba Allah rızası için biraz büyü ya." dediğinde dedem bastonunu yere vurdu tekrar. "Senden mi öğreneceğim büyümeyi eşekoğlueşek? Sana kalsa her işin hır gür." dedi. Amcam kaşlarını çatıp homurdanmakla yetindi. Asya yengem ise yanında gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Amcamın aniden parlamasının en çok o muzdarip olduğu için dedemle aynı takımda olurdu her zaman. Yiğit amcam ise dedemden azarı yine o yediği için sırıtıyordu.

Onların bu hallerini özlemiştim. Dedem de bunu istediğimi biliyor olacak ki bana istediğimi vermişti. Herkesin kahvesini nasıl istediğini biliyordum. Bu yüzden Siraç 'ta olmak üzere herkes yerine oturunca mutfağa gittim bende. Onu sakin bir şekilde bütün ailemin yanında otururken görmek aşırı garip geliyordu ama sakindi, gergin olmadığını hissedince bende bir nebze olsun rahatlıyordum. Yoksa her an tekrar bir kavga olacak diye diken üstündeydim.

Ben mutfağa girdikten kısa bir süre sonra yengemler ve annem de mutfağa geldi. Annem ocağın önünde durduğum için arkamdan sarılınca gözlerimi kapattım. Kokusunu, sıcaklığını o kadar özlemiştim ki.

"Kuzum benim." dedi yanağıma bir öpücük kondurarak. Bende dönüp ona sarıldım. İkimizin de üstünde yangının yükü vardı, yıkılmak için sebebimiz çoktu. Yine de ağlamamak için kendimizi tutmak zorunda hissediyorduk. "Nasıl özledim.." dedim ona sımsıkı sarılırken. Yasemin yengem duygusallaştığımızı fark edince, "Hepsi birbirinden kasıntı bunların." diyerek konuyu değiştirdi.

Mutfak taburelerinden birine o, diğerine yengem oturmuştu. Annem benden ayrılınca birbirimize gülümsedik, ikimiz de birbirimize o kadar benziyorduk ki. Bu yüzden yine acımızı gömüp gülümsedik ve Yasemin yengeme baktık.

"İkisi de bir kavga olsa da stresimizi atsak diyen ergenler gibiler Asya. Biz nasıl bunlarla evlendik?" dedi. Gülümseyişim genişledi. Asya yengem bu fırsatı hiç kaçırmazdı. Tekrar ocağa dönüp kahve için koyduğum büyük cezvenin altını açtığım da Asya yengem, "Bir ay içinde evlendiniz, bildiğim kadarıyla abla." dedi. Kıkırdadım. Kısık ateşte pişmeye başlayan kahveyi karıştırırken onlara baktım. Yasemin yengem de güldü.

"Okulumun dibinde görevde olan dalyan gibi bir asker vardı. E bakışıyorduk da, ne yapsaydım? Kaçırsa mıydım?" dedi. Anneme baktım, bir kolu hala belimdeydi. O da gülümsüyordu. Asya yengem omuz silkti.

"Ben benimkine çocukluktan beri aşıktım abla. Gözümü onunla açınca tek bakışma olayı onun mahalledeki kavgalarını izlemekti." dedi. Asya yengemin ailesi ile dedemler aynı mahallede oturuyorlardı ve Asya yengem amcama çocukluktan beri aşıktı. Tabi amcam uzun zaman onu fark etmemişti. "Gerçi sonra beni fark etti ama bu sefer de bana bakanları dövmekten yine bana bakamadı." deyince hepimiz güldük.

İşin aslı amcam onu mahalledeki her kızı kardeşi olarak görüp korumayı görev edindiği için onun aşkını görmemişti onun anlattığına göre ama zaten aşkla meşkle alakası olan bir adamda değildi amcam. Varsa yoksa görev, operasyondu onun aşkı. Sonra Asya'sı çıkmıştı tabi.

"Sen acilde yaralanınca seni eve getiren doktor yüzünden fark etti seni, değil mi?" dedim ona. Asya yengem kıkırdadı ve iki elini yüzüne koyarak tezgaha yaslandı. "Acilde koştururken kolum sensörlü kapıda sıkıştı. Kader bu ya, beni eve götürecek kimse yok, birde sağanak kar yağışı da başladı. Acil doktoru da bana yanık tabi o zamanlar. " Kaşları hafifçe kalktı ve indi. Yaşları büyük olsa da hala genç kızlara taş çıkarırdı ikisi de. Hatta üçü de. Annem de bu takımdandı.

"Uykusuzluktan da ölüyorum nöbetin son saatleri. Neyse ben o uykusuzluk sarhoşluğuyla kabul ettim. Mahalleye girdiğimiz anda benimki de nöbetten dönüyormuş, adamın da kapının önünde bana ilan-ı aşk edesi tuttu. Bu da gördü delirdi tabi. Kolumu mu tutayım, bunları mı ayırayım şaşırdım. Adamı hastanelik kendisini kendi karakolunda nezaret hanelik etti.

Doktoru ikna edeceğim diye göbeğim çatladığı gibi rahmetlik kayınvalidem bir hafta sonra evimize geldi, Furkan Asya'ya kimsenin görücü gelmesini istemiyor, kendisi istiyormuş Asya'yı diye. Benim cinlerim tepeme geldi tabi."

Kahvelerin yavaş yavaş köpüğünü alırken annem geri çekildi ve tezgaha yaslandı. Defalarca dinlediğimiz hikayeyi aynı heyecanla bir kez daha dinliyorduk. "Eğer talip geliyor diye istiyorsa bütün mahalledeki kızları kendisine alsın o zaman, dedim. Kayınvalidem bile, helal kızım sana, diyerek ayrıldı evimizden.

Tabi benimki ben böyle postayı koyunca yusuf yusuf olmuş. Hey gidi Deli Furkan sen bu hallere düşecek adam mıydın?" dedi elini hava da sallayarak. Yengem o kadar eğlenceli bir kadındı ki onun evinden asla gülmeden ayrılmazdık. Nitekim hepimiz yaptığı mimikler ve o anları tekrar yaşayan güzel yüzüyle onun neşesine bulaşmıştık.

"Tam bir sene peşimden koşturdum." dedi yaptığından memnun bir şekilde sırıtıp hafif geriye yaslanarak. Tayinler çıkmıştı, çok ayrılmışlardı ama şimdi altlı üstlü dört katlı bir evde hep beraber oturuyorlardı. Dedemin bütün emeği o evler ve önündeki güzel bahçeydi. Tüm torunlar o bahçenin toprağında büyümüştük. Bir katı boştu o evin. Bizim için ayrılmıştı ama babamın hiç oraya tayini çıkmadı.

Yengem, "Ama işte şu öfkesi hep başımıza bela oluyor." dedi. O öfkesini de sevdiğini gayet iyi biliyorduk aslında hatta bazen bilerek amcamı kızdırırdı. Amcamla uğraşmayı seviyordu.

Kahveleri doldurduğumda hepimizin morali onun sayesinde yükselmişti. Bu şekilde içeri girdik.

⚜🔱⚜

Herkesi odasına yerleştirip namaz odasında namazımı kıldıktan sonra Siraç 'ın odasına girdiğimde yorgunluktan ölmek üzereydim. Kahve içerken Furkan amcam polis evinde kalmak için yine maraz çıkarmıştı. Ben ona üzüldüğümü söyleyince yumuşamıştı ama Siraç, burada güvende olacağını düğün arifesinde zaten yeterince tehlike olduğunu, karşı tarafa koz verilmemesi gerektiğini söyleyerek amcamı ilginç bir şekilde ikna etmişti. Amcama kendisini çok fazla görmeyeceği teminatını verdiği için de kabul etmiş olabilirdi ama sonuç olarak başta annem olmak üzere hepsi benim katımda, bizim evimizde kalıyorlardı.

Annemi benim odama yerleştirmiştim. Benim katımda olan üç misafir odasına da sırayla amcamlar ve dedem yerleşmişti. Her birinin odasına seccade vermiş, bir sorun olursa diye namaz odasını göstermiştim. Onların yerleşmesine yardım edip namazı kıldıktan sonra annem odaya girmeden jet hızında üstümü değiştirmiş, pembe panter edasıyla kendi odamdan kaçmıştım.

Ayrı odalarda kaldığımızı bildiği için annemden, ayrı odalarda kaldığımızı bilmedikleri için amcamlar ve dedemden kaçmıştım. En kısa sürede eşyalarımı Siraç 'ın odasına taşıtmam gerekiyordu. Gerçi bunu yapmak bile benim için oldukça zordu eğer ailem gelmemiş olsaydı. Şimdi ise bir zorunluluk haline gelmişti.

Bunu düşünerek içeri girdim. Bacaklarım sabahtan beri çocuk taşımak, buradaki yaşadığım gerginlikten sızım sızım sızlıyordu. Kapıyı kapattığımda banyodan kısıkta olsa su sesi geliyordu. Telefonumu komodine koyduktan sonra banyonun kapısı açıldı ve Siraç sadece belinde bir havluyla çıktı.

"Çüş!" dedim kısık bir sesle. Bir bu eksikti. Yorgunluktan kapanmak olan gözlerim kahve fincanı kadar açıldığında pembe panter yakalanmıştı. Pembe panter derken abartmıyordum. Üstümdeki takım geceliğin rengi pembe panterin rengiyle aynıydı. Kısa kollu üstüne kocaman siyah bir yıldız vardı. Onun yörüngesine girmiştik.

Beni görünce banyonun kapısını yavaşça kapattı. Kaşları hafifçe havalandı. Ben ise aşağılara bakmamak için kaskatı kesildim. "Günışığı." dedi ıslak saçlarını eliyle geriye doğru itmeden önce. Sonra elleriyle saçlarını elleriyle geriye doğru taradı.

"Hı." dedim.

Hani tek başına kullanılınca hiçbir anlamı olmayan, genelde anlama kıtlığı olan insanların kullandığı kocaman bir anlamamalı soru işareti ifadesi olan. Evet, tam olarak onu kullanmıştım.

Tepkimi başını hafifçe eğmekle cevap verdi. Yüzü ıslaktı, soluk ışık o güzel yüze vurdu ve bir damla yanağından aşağıya doğru yavaşça süzüldü. Bende öyle. Süzüldüm yani. Göğe doğru. Ruhumla. Tabi ki çaktı durumu.

"Sen gelsene buraya bir." dediğinde başımı hızla sağa sola salladım. "Yoo, yoo ben çıkayım odadan. Sende giyinirsin inşAllah." dedim. Yani kısacası adamı kışkırtmak için elimden geleni yaptım. Beynim kısa devre yapmıştı bence. Bunun başka açıklaması olamazdı. Ya da kesin yorgunluktandı. Ondan olmak zorundaydı.

Siraç hareket ettiğinde iki elimi ona doğru uzattım. Görüş açımda iki elimle üstünü kapattım. "Ya valla giyin sen, ya giyin sen. Ne olur giyinsen."

Gülümsediğini görünce böyle daha fazla telaşlandım. Bence benim beynim beni terk etmişti. " Hadi giyinmelisin bence sen."

Son iki adımı kalmıştı. Benim de iki gram aklım. "Bende saçmalamayı kessem. Ah kessem!" dedim bana ulaşmadan önce öne uzattığım iki elim gövdesine değdi. Kolları belimi sardı ve ayaklarım yerden kesildi. Gövdesine yapıştığımda hakikaten hava da süzülüyorduk.

Artık yüz yüzeydik. O kadar güzeldi ki yüzü, koyulaşan gözlerinde o an aklımı kullanabilseydim, aklım kalırdı. "Devam et, hadi dinliyorum. Ne diyordun Günışığı?" dedi.

İç çektim. "Uçtu." dedim. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Gamzesi ortaya çıktığında uçan da bir şey kalmamıştı.

"Ne uçtu?" dedi lacivertine vurulduğum gözleri kısılırken. Kollarını belimde daha da sıkılaştırdı. "Aklım. Birini sevince IQ 'muz düşüyor galiba. Benimkisi direkt dibe vurdu."

Açık açık birde onu sevdiğimi söyledim ona. Arsız da mı olmuştum, nedir yani?

Ellerimi geniş omuzlarına koymak zorunda kaldım. Yoksa sürekli üstünde kayıyordum. Gerçi o halinden memnundu ama. Sevme kelimesini duyunca daha da keyiflendi gözlerinde görebiliyordum.

" Bastırılmış güdülerinin etkisi de olabilir. Bakma güdüsü, dokunma güdü..." dedi. Cümlesini tamamlamasına izin vermedim. Omzuna vurdum. Gülümseyişi genişledi.

"Ben ne diyorum, sen ne diyorsun be adam?" dedim çemkirerek. Haklı diyordu ama olsundu.

" Araba da bir çarpıldın tabi. " dedi. Kıpkırmızı oldum o anı hatırlayınca. Ateş bastı, zaten kucağındaydım. Tişörtüm üst gövdesinin ıslaklığıyla nemlenmişti. Kurulama bezi olarak ısı yayıyordum bence.

Acımadı, vurmaya devam etti gerçekleri yüzüme . "Sonra göreceklerini de bilince, kaçmak istedin. Hani birde ıslak..."Başını bana doğru eğdi. Eski bir espriyi hatırlattı. "Kütür, kütür. " dedi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Valla denedim, gülmemek için çok çaba gösterdim ama olmadı, durduramadım kendimi. "Hiç hoş değil." dedim kıkırdamamı bastırmaya çalışarak. Beceremedim.

"Hile yapıyorsun. Yaklaşmaya bahanen olsun istiyorsun."

"Aferin, bak aklın hala çalışıyormuş. " dedi. Ve ekledi;" Ben hala güdülerini tutuyorum. En çok öpme güdüsünü." dedi dudakları iki yana doğru yavaşça kıvrılırken. Gözlerinde bir yangın başladı, bir karanlık büyüdü.

Derin bir nefes aldım, gövdesi gövdemle hareket etti. Yanlış yaptığımı sessizleştiğinde fark ettim. Kucağındaydım ama sanki hiç ağırlığım yokmuş gibi rahat duruyordu. Hatta halinden memnundu ama bu temasın onu etkilediğini anlayabiliyordum.

Yine de en büyük amacı kızartmaktı, başardı da ama bunun altında yatanı düşündüm ilk defa. Utandırışında hep sakladığı istekleri vardı, biliyordum. Ama yüzü dibimdeyken, onu her sevdiğimde karanlıkta nefes aldığını görüyorken aklıma bir fikir, eski bir anım düştü. Evet, cesaretsizdim. Ama denemek istedim, beni mutlu ettiği için, şuan ailemi evimde ağırlamama sebep olduğu için onu da mutlu etmek istedim.

"Teşekkür ederim." dedim önce. Elimi yüzüne koyduğunda şaşırsa da direkt elime yüzünü yasladı. "Ne için?" dedi.

Bir anda ne için utanmayı bıraktığımı anlamaya çalışıyordu. "Ailemi bana getirdiğin için. Bana dünyaları verdin." dedim. Buna karşı ne tepki vereceğini görmeye fırsatım olmadı. Onu öpmekten daha güzel bir şey yaptım çünkü. Yüzünü iki elimle sardım ve küçükken babama yaptığım gibi öpücüklere boğdum onu. Yüzünün her yerini öptüm.

Her öptüğümde, "Teşekkür ederim, teşekkür ederim." diyordum hızlı hızlı. En son dudaklarına küçük bir öpücük kondurup geri çekildim. Yanaklarım heyecandan kızarmıştı, kalbim göğsümde atıyordu ama bunu yapmaktan o kadar mutlu olmuştum ki geri çekildiğimde gülümseyerek başımı hafifçe eğdim.

"Teşekkür ederim." dedim kısık bir sesle. Ellerim hala yüzünün iki yanındaydı. Yüzü gülmüyordu ama gözlerine bakınca gözlerim doldu. Gözlerindeki hasret, hep harla yanan o hasret sanki ilk defa biraz olsun dindi. O yalnızlıkta duruyordu ama ilk defa yalnız değildi. Ben vardım. Ben vardım.

" Ben teşekkür ederim." dedi, ilk defa sarsılmış gördüm onu. Hislerini sakladığı mahzeni kırıldı sanki. Hep kendine zulmeden yanını keşfettiğimde gözlerinde fırtınalar kopuyordu bu zayıflığını saklayabilmek için. Sevgisizce büyüttüğü, asla merhamet göstermediği yanıydı bu. Alnını alnıma yasladı. Sesi gittikçe kısıldı.

"Sen benim hak etmediğim cennetimsin, Günışığı." Başını iki yana doğru çevirip yüzünü tutan iki elimi de öptü.

Geriye çekildim hafifçe. "Sen çok güzel bir adamsın. " dedim. Ona inandırmak istedim en çok buna. "Sen hiç güzel bir şekilde sevmemişler." İçim acıdı. Gözleri o karanlığı buldu çünkü. Kim bilir orada nasıl bir sevgisizlik saklıydı.

Kollarında kan içinde yatarken kendimden geçmeden önce buna benzer bir cümle kurmuştum. O da hatırlasın istedim. "Ben seveyim mi?" dedim. Dişlerimi göstererek gülümsedim. Hafif muzipleştirdim sesimi. O kadar yoğun bakıyordu ki, sindirsin istedim bu sevgiyi. Doyasıya yaşasın.

"Güzel severim bak." Yüzümde ezberlercesine dolaştı gözleri. Sanki bu anı kaydetmek ister gibiydi.

"Seninle ilgili her şey güzel..." dedi kısık bir sesle. Tek koluyla beni taşırken diğerinin işaret parmağını çengel gibi yapıp hafifçe çenemi kaldırdı. Sevgimin yanında sevgisizliğinin yükü vardı gözlerinde. Dağılsın istedim, sessizce savaştım onunla.

"Hmm." dedim ciddileşmesine engel olmaya çalışarak. "Bence sen daha güzelsin." dediğimde gülmemek için dudaklarımı büzdüm. Çünkü onu bozguna uğratmıştım, biliyordum. "Valla sen niye güzelsin be adam?" dedim.

Kıkırdayınca o karanlığa bulanmış olan sevgisizliği dağıldı. Yerini şaşkınlık aldı. Uzanıp gözlerine yakın bir yerde parmağımı durdurdum. "Şu kirpiklere bak, şu gözlere bak. Millet senin kirpiklerini yaptıracağım diye, " elimi yelpaze gibi salladım. "Gözlerinde yelpazelerle dolanıyor. Göz rengine bak." dedim. Dilim açılmıştı ya tutabilene aşk olsundu.

" O kadar güzel ki çoğu zaman ne diyeceğimi unutuyorum. Geceye bakmayı bıraktım. " Parmağımı sallayarak gözlerini gösterdim. "Onlar yüzünden."

Dizilerde sarhoş olunca dili çözülen kızlar vardı ya, unutun onu. Sevince, sevilince, birde üstüne mutlu edilince kendinden geçen ben vardım artık. Her sözümle sarsılıyordu. Belki sayısız dil biliyordu ama benim dilim onda yeniydi. Bu sözlerim üzerine gülümseyince, onu gülümsetebilince dünyalar benim oldu.

"Bir de şu gamzeler var." dedim parmağımı gamzelerden birisine dokundurarak. "Allah'ım, düşeyim diye yaratmış. " İç çektim gerçekten içten bir şekilde.

" Onları görünce beynim hata kodu giriyor. Sonra," İki elimi teslim olmuş gibi kaldırdım. "Lacivert ekran."

Kıkırdadığımda, "O kadar." dedi. Beni izlerken yüz ifadesi gittikçe yumuşuyordu. Ona ulaşabiliyordum, hissediyordum. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Daha fazlası." Çok daha fazlasıydı. O bende çok daha fazlasıydı.

Sonra tekrar işaret parmağımı ona doğrulttum. "Tabi şımarma." dedim. "Sen gerçi tüm bunları biliyorsundur ama." diye ekledim.

"Bilmiyordum." diyerek cevaplandırdı beni. Bilmediğine emindim aslında ama çaktırmadım. Kaşlarımı kaldırdım şaşırmış gibi. "Valla mı bay kütür kütür?" dediğimde ikimizde güldük. Sonra dudaklarında takılı gülüşüyle bana baktı.

"Hani hep hazırlıksız yakalandığını söylüyorsun ya?" dedi yoğun bir sesle. Gözleri dudaklarımı buldu.

"Seni öpeceğim." Kalbim tekledi. Başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Bir daha tekledi.

"Durabilir miyim de bilmiyorum, Günışığı. Seni içime katsam," eğildi ve dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "Kaburgalarımdan çiçekler çıkacak gibi." tekrar bir öpücük kondurdu. "Sen kurak toprakları yeşertir misin?" tekrar. "Bence yeşertirsin."

Geri çekildiğinde gülümsedim. Yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Belki cesaretli olmaya çalışıyordum ama utancım hep yanımdaydı. O bu kadar karmaşıkken sevgimi göstermek, atılgan olmak hiç kolay değildi. Elimi yüzünden çekip kalbinin üstüne koydum. Bu onun kalbine ilk kez dokunuşumdu. Hiç dövmesi aramızda duruyordu. Eğilip onu öptüm.

"Kurak değil, sadece sevilmemiş..." diye mırıldandım. Bende ki her şey onda ne yazık ki hiçti. Bu yüzden üstüne hiç yazılıp kalın duvarlarla örülmüştü. Kafamı kaldırdığımda o duvarları bana göstermeye tahammülü yoktu.

Yada sabrı kalmamıştı, beni öptü. Elimi ensesine yasladım. Kollarında kayan bedenimi yukarı doğru zıplatıp, alt dudağımı ağzına aldığında belimdeki kolunu sıkıştırdı. Omurgamdan başlayan bir ürperti, bir yangını başlattı. Geriye doğru gitmeye başladı. Öyle nefes almadan öpüyordu ki bütün hasreti, tutkusu onun nefesinde başlayıp benim nefessizliğimde bitiyordu.

Ona cevap verirken kendimi tanıyamıyordum. Onun hasretliği bende tükeniyor, bende bir yangını başlatıyordu. Sırtım düz duvarla buluştuğunda geri çekildi. Gözlerindeki yangını, karanlığa dalmış arzuyu gördüğümde sesli bir şekilde yutkundum. Bunu durduramazdım.

"Bacaklarını belime dola." dedi. Sesi hırıltılıydı, verdiği emirle birlikte sanki saldırmaya dair bir yırtıcıydı. "Yap Günışığı. Bırak seni hissedeyim. " Alnını alnıma yasladı. Dediğini yaptığımda boğazından boğuk bir inilti yükseldi. "Kahretsin." elleri kalçalarım kavrayıp beni kendine yasladığında gövdesiyle duvar arasında sıkışmıştım.

Dudakları tekrar dudaklarımı buldu. Beni istediğine dair kanıtı bana yasladığı bedeninde hissedebiliyordum. Utandım, kaçmak istedim, bütün bedenimde atan kalbim cayır cayır yandı. Ellerim ensesindeki saçları çekiştirdi. Dudaklarını dudaklarımdan çekip önce çeneme doğru ilerledi.

"Siraç." dedim nefes almak ister gibi. "Dur deme." dedi. "Daha değil, deme. " Değil onu reddetmek, adımı bile unutmuştum.

"Demem." dedim fısıldayarak. Başını boynumun girintisine gömdüğünde kafamı geriye doğru attım. Başım soğuk duvara yaslandı. Dudakları boynumdaki hassas tenle buluştuğunda kollarında kıvrandım, bütün vücudum zangır zangır titriyordu.

"Siraç!" dedim, bir serzeniş gibi. Bana ne yapıyorsun, demek istedim. Kaçmak istedim, daha fazla yaklaştım. Bedenini benden uzaklaştırıp tekrar yasladı. Boğazımdan yükselen iniltiyi bastıramadım. Dudakları tenimi emdiğinde ensesine tırnaklarımı bastırdım.

"Devam et," dedi. Boğazımdaki soluğunu duyduğumda dudaklarımı birbirine bastırdım kendimi kontrol etmek için. "O sesi çıkarmaya devam et..." dedi dudaklarını boğazımdaki hassas tene bastırmadan önce geri çekildi.

"Devam et, bana sebep ver..." derken sesindeki hırıltı yüzünden gözlerimi sımsıkı kapattım. "Utanıyor musun?" dedi aynı ses tonuyla konuşmaya devam ederken. Sonra dişlerini tenime bastırdı. Bu sefer acımasızcaydı, sıkıştığım yerde yerimden sıçradım. Sanki nefesim kesilmiş gibi ağzım ve gözlerim açıldı. Isırdığı teni dudaklarının arasına aldı. Sanki izini bırakmak ister gibiydi. Nitekim sızlayan tenimde izi kalacaktı. Görünen veya görünmeyen her iz de o vardı. Sızlıyordu.

Başını boynumdan çektiğinde, "Utanmalısın." dedi. Sesi kısıktı, kısıktı ama etkisi göğüs kafesime çarptı. Nefes alamıyordum artık.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. Anlayamıyordum artık hiçbir şeyi. "Hiçbir şey irademi kilit altında tutamazdı. Sen şeytanlarımı ağlatıyorsun." Çenemden öpücükleriyle bir yol çizdi.

"Kokunla köle ettin." Köle olan hangimizdi tartışılırdı. Kollarında her dediğine evet diyecek kadar aklımı kaybetmiştim. "Tenine bağımlı." Kulağımın arkasında hassas teni öpüp geri çekildi. Yüz yüze geldik. "Hadi dur de." dedi asıl bağımlının kim olduğunu göstermek ister gibi. Bir şey söyleyemedim.

 "Sen başlattın." diye mırıldandı parmakları tenime batarken. "Ben masumdum." dedim. Kesik nefeslerimin arasında konuşmaya çalışıyordum. "Ben değilim ama." dedi dudaklarıma yaklaşırken. "Konu senken hiç değilim. Aklımdan geçenler senin kızarmış tenini günbatımına döndürür. "

Kıpkırmızı olduğumu hissettim. Aklından geçenleri duymuyordum ama bana karşı olan isteğini görüyor, hissediyordum. Dağılmıştım resmen. Ona bir daha teslim olursam bunun nereye gideceğini görebiliyordum. Onun kadar benim de iradem elimden alınmıştı ama durmak zorundaydık, şimdi değildi.

"Bırak hadi beni." dedim kısık sesle. O yaklaştıkça nefesim hızlanıyordu. Beni duymadı yada durmak istemedi. "Siraç!" dedim tekrar. Elimi durdurmak için yüzüne koyduğumda gözlerini sımsıkı kapattı. Alnımı alnına yasladı. Boynundaki şah damarının atışını görebiliyordum. Bir elimi boynuna doğru indirdim.

Nabzına parmağımı bastırdığımda dişlerinin arasından tısladı. "Git Günışığı." Dişlerini birbirine bastırmıştı. "Bana dokunmayı bırak ve git."

Ellerimi boynundan çektim ve beline sardığım bacaklarımı indirdim. Gözlerini kapatmıştı ama bu kendini son kez bana doğru bastırmasına engel olmadı. İç çektim. Bu ona da bana da işkenceydi. Nitekim ağzının içinde boğuldu iniltisi.

"Git." dedi tekrar. Elleri vücudumdan çekildi. Bende kendimi koşturarak banyoya attım. Banyonun aynasında dağılmış, teninin altında bir ateş dolanan kız bendim. Bu da onun eseriydi. "Allah'ım!" dedim ellerimi sızlayan dudaklarıma bastırarak. Boynumda oluşmayan büyük morluğu gördüğümde gözlerimi aynamdaki aksimden kaçırdım. Kendimi, ona karşı tepki veren beni tanıyamıyordum. Kalbim tüm vücudumu sarsarken bu depremin tek sebebi oydu.

Kapıyı kilitledim ve uzun bir süre banyodan çıkamadım, duş alıp saçlarımı kuruttuktan sonra da dışarı çıkmaya cesaret edebildiğimde onu odada bulamadım. Kapı aralıktı, önünde biri duruyordu. Banyodan çıktığımı fark etmiş olacak ki tanıdık sarı saçların olduğu baş kapının aralığından içeri baktı.

"Nergis!" dedim. Gülümseyerek içeri girdi. Elinde tuttuğu mavi bir güldü. "Patronun işi çıktı. Ne zaman geri geleceği belli değil. Çıkmadan önce bu gülü senin için seradan getirtmemizi istedi." dedi ve gülü elime verdi.

Biraz olsun geçen kızarıklık hastalığım tekrar nüksetti. "Ne işiymiş?" dediğimde "Bilmiyorum" diye cevap verdi . Sonra ekledi. "Ne yaptın yine barut gibiydi?"

Başımı güle doğru eğdim. "Hiç." dedim kısık bir sesle. Daha yeni ateşti, ne barutu, diyemedim tabi. Nergis güldü bu halime. Utandığımı görünce daha fazla uğraşmadı benimle çok şükür.

"Neyse biz alışkınız onun bu hallerine." dedi ve omzumu sıvazladıktan odadan ayrıldı. Bir bilseydi sebebini, alışkın olup olmadığını tekrar sorguladı. "Utançtan öteki tarafa geçmek istiyorum şuan." dedim yüzümü ellerimle kapatmadan önce.

O gece Siraç gelmedi. Elimde, sonradan öğrendiğime göre, "Sana daha ulaşamadım. Seni aklımdan hiç çıkaramıyorum." manasına gelen mavi gülle baş başa kaldım. Ulaşacak pek bir şeyi kalmamıştı. Çoktan ona hapsedilmiş hissediyordum.

🔱⚜🔱

Tuttuğum yarı dolu çay bardağına boş bakışlarla bakarken, göz ucuyla Eylül'ün Asya yengemi dürttüğünü gördüm. "Bak gördün mü abla, yine lacivert diyarlara gitti." dedi hiçte kısık olmayan bir sesle fısıldayarak.

Suratımı ekşittim. "Sen ne ara bizim tarafa geçtin? İlk geldiğin gün ben Elif'in görümcesi diye tanıtmadın mı kendini?" dedim. Eylül'ün de elinde çay bardağı, önünde kısır tabağı keyifli bir şekilde mutfak taburesinde oturuyordu.

Amcamların geldiği ilk günün sabahı buraya gelmişti. Geliş o geliş. Hemen yengemlere sevdirmişti kendini. Birde üstüne bu kısır gününün bizzat sebebiydi. Neymiş ,madem ailecek toplanılmış o zaman kısırsız sohbet olmazmış. Birde üstüne ikindinde birbirlerine aşağı kattaki hamam da göbek taşının üstünde kese atmayı düşünüyorlardı.

"Canım ben işime gelince kız, işime gelince erkek tarafındayım. Gerçi Yasemin abla bana bu kısırı yaptı ya ben şuan dünya ahiret kız tarafıyım. Tabi gelin hanım pek bir memnuniyetsiz olunca keyfine varamıyor. "

Taşı gediğine koymuş, birde Yasemin yengeme öpücük atmıştı. Yasemin yengem de, "Afiyet olsun balım." dediğinde kukumav kuşu gibi çay bardağına tekrar dalıp gitmek zorunda kaldım tekrar.

Siraç kaç gündür doğru düzgün eve uğramıyordu. Gece geç saatler de eve geliyordu. Uykumun arasında bana sarıldığını duyumsuyor, başını boynuma gömdüğünü biliyordum. Ama sabah namazımda baş ucumda mavi bir gülle yalnız uyanıyordum. İki kere aramıştım ama meşgul olduğunu söyleyip kısa sürede telefonu kapatmıştı.

İşin garip tarafı amcamlar da hazır gelmişken buradaki dostlarıyla buluşmak istediklerini söyleyip ortalıktan kayboluyorlardı.

Dedem ise evdeydi. Gayet sakin bir şekilde bazen bahçeyi turluyor, bazen salonda oturuyor, spor salonunda spor bile yapıyordu. Korumalarla bile konuştuğunu görmüştüm.

Annem ise bizle sohbet ediyor, eğleniyor ama ne zaman yalnız kalsak kaçmak için hep bir bahaneye sığınıyordu.

Herkes o kadar normal ama bir o kadar anormaldi. Akşam yemeklerinde evde toplanıldığında bile her konuda sohbet ediliyor, eğleniliyordu ama susulanlar hep konuşulanların arkasına saklanılıyordu.

Siraç 'ın da bu yüzden kaçtığını hissediyordum. Hatta biliyordum. Bu yüzdendi dalıp gitmelerim.

Evet, çok mutluydum. Amcam ve dedemleri yuvaya bile götürmüştüm, hepsi yanımdaydı. Yaklaşan düğün için yakında yoğun bir hazırlığa girişecektik. Eylül birkaç gün sonrasına Ankara'da özel bir moda evine randevu almıştı gelinlik için.

Bunların hepsi çok ama çok mutluluk vericiydi benim için ama düğün yaklaştıkça sadece buna hazırlık yapılmıyordu, görebiliyordum.

Yasemin yengem, "Neyin var yengem?" dediğinde kafamı kaldırdım. "Yok bir şey ya, daldım öyle." dedim. Sonra gülümsedim. " Amcamlardan haber var mı? Ne zaman geleceklermiş? Ona göre yemeği ayarlayalım." dedim.

Yengem elini geçiştirmek ister gibi salladı. "Bir sürü şey yaptık, gelince yerler. Biz oturmayız tekrar sofraya. Düğün var yakında, diyete gireceğimize Eylül'ün aklına uyduk kaç gündür habire yiyiyoruz." Eylül kahkaha attı.

Bende güldüm. "Yenge valla kabahat sizde. Ben dedim size, sumo güreşçisi gibi yiyiyor, uymayın siz ona diye. Dinlemediniz beni. "

Karnını gösterdim. "Merhaba göbüşler." dediğimde hepsi güldü bu sefer. Annem yapması gereken bir telefon görüşmesi için yukarıya çıkmıştı.

"Aman!" dedi Eylül elini Asya yengemin omuzuna atarak. "Aşağıda spor salonu da var. İki koşarız, ben size Mezdeke oyun havası da açarım. Hemen eriyiverir." derken kendi olmayan karnını ovalıyordu.

"Tabi canım, hemen eriyiverir. Neyse kahvemizi içelim de akşama doğru ineriz." dedi Asya yengem. Yapacak bir şey yoktu, atı alan Üsküdar'ı geçmiş koca kısır leğenini bitirmişlerdi. Benim pek iştahım yoktu bu günlerde , ben onlarla aynı kafileden değildim yani.

Sakince çayımdan bir yudum daha alırken, Eylül'ün suratı bir an düşünceli bir hal aldı. Sonra aydınlandı. Resmen aydınlandı ve dedi ki; "Kahve dediniz de hazır siz buradasınız, biz Elif'i sizden istemeye gelsek ya?"

Genzime kaçan çayla resmen boğuluyordum. Öksürmeye başladığımda Asya yengem ayağa kalktı. "Eylül, ablacım biraz kastın mı var kızın canına?" dediğinde sırtımı ovuşturuyordu.

"Ne var ama abla ya? Ne güzel düğün yapıyoruz, kına işi zaten bende. " Elini göğsüne vurdu. "Deli gibi eğleneceğiz." dedi sırıtarak.

"Olmasın mı, içmesin mi tuzlu kahve hey gidi yer altı dünyasının Azraili ?" dedi çayını höpürdeterek içmeden önce. O kadar keyiflenmişti ki bal rengi gözleri parlıyordu. 

"Eylül ben evliyim, farkındasın değil mi?" dedim. Hani bazen hiçbir şeyin normal olmadığını unuttuğunu düşünüyordum. Ya da unutmak istiyordu. Onun da yaşama sıkı sıkıya bağlanma yöntemi buydu.

"Resmi nikahınız kıyılmadı, gelin hanım. Ne var yani, adettendir. Ben Demir'i ayarlarım, çikolata çiçek. Mühim olan bizim laciverte o tuzlu kahveyi içirtmek. " dedi kaşlarını kaldırıp indirerek.

"Olmaz." dedim. Kesin amcamlar maraz çıkartırdı. Bir gerginliği daha kaldırmazdı yüreğim. "Olur, olur." dedi ve salona doğru seslendi.

"Mehmet dede!" diye. Evet, dedemle de kanka olmuşlardı. Akşam bazen yürüyüşlerinde ona eşlik ediyordu. Dedemle tavla bile oynamışlardı. Dedem de salondan ona seslendi.

"Efendim bal kız." dedi ona. Ve yine evet, dedem ona da lakap takmış, bir güzel de sahiplenmişti. Ben engel olmasaydım çoktan en büyük kuzenim Bora abiye isterdi. Ben onu koruyordum, o ilk fırsatta başıma bela sarıyordu. Hain!

Eylül beni umursamayarak kıkırdadı. Bayılıyordu dedemin ona böyle seslenmesine. "Siraç, Elif'i senden istemeye gelsin mi? Bence gelsin, ne o istemeden kız vermeler? Sezenlere yakışır mı hiç?" dedi verdi gazı dedeme.

Dedem de dünden razı zaten, "Yarın gelsin istesin." deyince bir hışımla Eylül'e döndüm. "Eylül delirdin mi sen ya?" dedim. Zaten gergindim. Kaç gündür Siraç yoktu ortalıkta üstüne birde isteme merasimi çıkmıştı.

"Yok ne delirmesi, yengecim. Yarın İnşAllah sizi istemeye geleceğiz." dedi ve telefonunu eline aldı. Asya yengem de onunla gülüyordu. "Seviyorum ben bu kızı, aynı benim gençliğim." derken herkes beni çıldırtmak için bir olmuş gibi hissediyordum.

Zaten her şey pamuk ipliğine bağlıydı, ben normal bir evlilik yapmamıştım ki ailem hiç sorun çıkarmadan keyifle bir isteme töreni olsun. Ama inat etti Eylül, aradı Demir'i. "Alo, Demir!" dedi heyecanlı heyecanlı.

"Çiçek, çikolata alın yarın Elif'i isteyeceğiz." Kısa bir süre dinledi onu. Muhtemelen Demir de benim gibi tepki verdi.

"Sanane be adam! Hem evlilerse, ne olmuş? Hazır ailesi gelmiş, hem Mehmet dede istiyor. Söyle o Siraç'a da eve uğramayı akıl edebilirse karısını istemesi gerekiyor." dedi ve pat yüzüne kapattı.

"Ay çok heyecanlandım." dedi ve ellerini çırptı. Yengemler de ona çanak tuttular ve güldüler. "İyi halt yedin." dedim ama omuz silkti.

Akşama kadar dedemi ikna etmeye çalıştım ama Nuh dedi, Peygamber demedi. Amcamlar da gönüllü değillerdi ama Eylül en büyük destekçisiydi. Annem ve yengemler sessiz kaldılar. Son kararın dedeme ait olduğunu biliyorlardı.

Nitekim dedemin en sonunda, "Yeter yadigarım. Madem kınası, düğünü her şeyi yapılacak ben oğlumun kızını usullere göre vereceğim. Geç kaldık, arda kalmayalım. " deyince bana da susmak kaldı.

🔱⚜🔱

Gece uykumdan  Siraç'ın yüzümde tüy hafifliğinde gezinen eliyle uyandım. Gözlerimi açtığımda eğildi ve boynumdan öptü. Başını boynuna gömdü. Gözlerim birden açıldı. Dedemi ikna edememenin sıkıntısı ve onun yokluğunun mutsuzluğuyla huzursuz bir şekilde uyumuştum. Onu özlemiştim, o kadar özlemiştim ki sesini duyunca gözlerim doldu.

"Seni her gece ay aydınlatıyor, ben zevkle izliyorum, Günışığı. Keşke nasıl parıldadığını görebilsen..." dedi. Başını geri çekti.

Elim yüzünü buldu. "Neredesin sen?" dedim sesim isyan eder gibi çıkmıştı. İsyan ediyordum zaten yokluğuna. İyice çıkmaya başlamış sakalları avucuma battı. Başını çevirip avucumun içini öptü.

"Gel benimle." dedi yüzündeki elimi tutarak. Yataktan beni kaldırdığında şaşırdım. "Nereye?" dedim. "Öğreneceksin." dedi ve elime kabanımı tutuşturdu.

Kabanımı giydim. Geceliğimin üstüne alelacele bir yazma yaptım ve onun sabırsızlığıyla koştura koştura arabaya bindik. Yol boyunca kaç kere sorduysam da nereye gittiğimizi söylemedi, nerede olduğunu sordum, cevap vermedi.

Ak yokuşa tırmanmaya başladığımızda, artık nereye gittiğimizi sormayı bırakmıştım. Yüzüne kaçamak bakışlar atıyordum çünkü özlemiştim. Çok özlemiştim.

Ak yokuş, Konya'nın tamamının izlendiği büyük bir tepeydi. Restauranı, piknik alanı, virajlı yolunun kenarında şehrin manzarası çok güzel gözüktüğü için arabalarını durduranlarıyla, herkesçe bilinen bir yerdi.

Ama biz bu masum tepede durmadık .Ak yokuşun en tepesine arabanın ulaşabileceği en yüksek uçuruma çıktık. Arabayı durduğunda farları açık bıraktı ve bana doğru döndü. "Neden buraya geldik?" dediğimde sadece ayın ışığıyla aydınlanıyordu.

Oradaki karanlığı gördüğümde içim burkuldu. Sonra uçurumdaki manzaraya baktı ve aşağıya indi. Kapımı açmak için arabanın etrafında dolanırken onu izledim. Üstünde gri bir takım elbise vardı. Gömleği siyahtı. O gecenin en karanlık vaktinde bile çok iyi görünüyorken ben üstümde bir kaban, başımda siyah bir yazma, altımda bir gecelikle duruyordum.

Kapıyı benim için açtı ve elini uzattı. "Sen böyle yapınca ben kendimi çok huzursuz hissediyorum, bilesin. " dedim elini tutup taş zemine ayağımı bastığımda.

Şiddetli bir rüzgar yüzüme vurduğunda devam ettim. "Benden sorgusuz itaat beklediğin zamanlar, beni deli ediyorsun. Bunu yapamam, benim karakterim de yok."

Elimi avucunda hapsetti. "Biliyorum." dedi hislerini duyumsayamadığım bir ses tonuyla. Beni arabanın önüne götürdüğünde elimi bıraktı. Kendimi yoksunmuş gibi hissettim. Ondan, yoksun. Onsuzlukla baş başa.

"Benden kaçıyorsun." dedim acı bir sesle. Soğuktu. Dışarısı da, onun buraya gelince duvarlar ördüğü gözleri de.

"Kaçmıyorum, Günışığı." dedi uçuruma doğru birkaç adım atarak. "Kaçıyorsun!" diyerek direttim.

"Seni konuşmaya zorlayacağımdan, gerçekleri isteyeceğimden korkuyorsun çünkü aramıza koyabileceğin engeller yok artık." Bana doğru döndü.

"Sormam." dedim kendimden taviz vererek. "Sen anlatmadan sormam, eğer sana bir şey olmayacaksa sessiz kalırım."

Ellerini pantolonun cebine koydu. Far ışığı üstüne vurduğunda lacivert gözleri aydınlandı, ruhu karanlıkta kaldı. İç çekti. Hislerini saklamaya çalışırken yüzü hissiz, gözleri bin bir hisle bölünmüştü.

"Eskiden yolum tekti. " dedi. "Gideceğim yön tekti. Şimdi çift yollar, seçmem gereken yönler var."

Ellerimi iki yana doğru açtım. "Bana senden başka bir yol verdin mi?" dedim. "Şimdi niye senin seçtiğin yol ben olmuyorum?"

Acıyla gülümsedi. "Her yol sensin." Bana doğru bir adım attı. Sanki burada kendisiyle yüzleşiyordu. "Her adım sensin, her kapı sensin. " Başımı olumsuz anlamda salladım.

"O zaman niye seni her zaman tutamayacağın sözler veremediğin için sessizleşirken, kaçarken buluyorum, Siraç. Bana yaşamının teminatını verir misin?" dedim. Yüz hatları sertleşti. "Yaşadığımız dünyada veremem. " dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bunu biliyorum. Benim bilmediğim karanlığa verdiğin o söz. Dedemin bu sözü bilmesi. Sen çocukluğunda ne yaşadın da ben her sana yaslandığımda sürekli o karanlıkla mücadele veriyorum?" dedim.

İlk defa sormaya cesaret ettim. Ama ne o ne de ben kaldırabildik bu soruyu. Bana kısacık bir an baktı. O an öyle bir ifade vardı ki yüzünde bir an nefreti, bir an kırgınlığı acıyı gördüm. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim o an. Sarılmak istedim ama uçuruma doğru döndü.

"7 yaşında burada intihar etmeye kalktım." dedi. Buz gibi soğuğa düştü gerçekler, ölüm uçurumun kenarında asılıydı. "Yalın ayaktım, hiçbir şeyim yoktu. Bir ayakkabım bile yoktu. " Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Sanki o küçük çocuğu yanında görür gibi oldum. Yanındaydı, hep yanındaydı. 7 yaşında hangi çocuk hangi sebeple kendine kıymayı düşünürdü? Hangi sebep onu uçurumun kenarına getirirdi?

Sesindeki buz gibi hissizlikte saklıydı. Anlatırken bile kendiyle savaşıyordu. "Öldürmedim o gün kendimi ama hep hiçbir şeyi olmayan olarak kaldım. " Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözyaşlarımı sessizce süzüldü yüzümden.

"Sonra sen geldin." Yüzünde bir an buruk bir tebessüm belirdi. " Seni her gün sahiplenmek istedim, hiçbir gün hak ettiğime kendimi inandıramadım. Ama acımasızlığıma sığındım." Elini bana uzattı ama tutamayacak kadar uzaktaydı. "Aldım."

Hıçkırmamak için elimi ağzıma kapattığımda, "Ağlama." dedi bana. Elini göğsüne koydu. "Burası hissetmeyi bilmiyor ama sen ağlayınca dünyayı ateşe veresi geliyor. Ağlama Günışığı. Çok temizsin, bu dünya senin güzelliğini hak etmiyor. "

Başımı sağa sola salladım. "Sen hak ediyorsun." dedim. Kendisine acımasızca gülümsedi.

"Asla." dedi. Ama hasreti gözlerini yaktı, beni yaktı. İkimizde yandık. "Hak etmiyorum ama istiyorum."

Elini göğsüne vurdu. "O kadar istiyorum ki kül oluyor senin için. Ne yangını.." dedi.

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım ona doğru ilerlerken. "Ağlama, Günışığı. Ben o gözyaşlarını da hak etmiyorum." dediğinde bedenlerimiz çarpıştı. Sımsıkı sarıldım ona. O da bana sarıldı. "Sana beni vereceğim. Rabbim şahit olsun eğer o izin verirse sana her şeyi ama en çokta bir aileyi vereceğim." dedim. Bedeni kaskatı kesildi.

Sanki düşüncesinden bile sakınarak sevgisizliğine hapsetti kendisini. Başımı geri çektim. Yüzüne baktığımda o hasreti göreceğimi biliyordum. Burada ölmek istemişti. Burada benimle yüzleşiyordu. Çok acı çekiyordu, saklasa da acı çekmek ne bilmiyorum dese de görebiliyordum.

Yüzümü ellerinin arasına aldı. Gözleri gözlerime, ruhu ruhuma değdi. Öyle yaralıydı ki saramadım bile. "Hiçbir şeyi olmayan bu adama, seni verir misin?" dedi.

Bir elini cebine attı. "Hiç aydınlığı görmemiş bu adama baharını getirir misin, Günışığı?" Elinde bir yüzük kutusu vardı. Kapağını açtı.

"Hiçbir şey istemedim bu dünyadan." dedi kutuyu açmadan önce. "Ama seni istiyorum çünkü ben seni ilk gördüğümden beri sana hasretim."

Kutunun kapağını kaldırdı ve yüzük aramızdan geçen ışıkta parıldadı. Gözyaşlarımdan dolayı önce bulanık gördüm. Sonra netleşti ve daha fazla ağlamamak için ağzımı kapattım ama nafileydi. Yüzüğü görünce daha daha şiddetli ağlamaya başladım. Güneş şeklinde olan elmas sarı rengindeydi. Damla şeklindeki ışıkları hepsi ona bitişikti. İçinde ince damarlar halindeki safiri gördüğümde hıçkırıklarım arasında gülümsedim.

O da benim içime böyle işlemişti. Başımı kaldırdım kafamı sallayarak. "Çok güzel..." dedim fısıldayarak. "Bu çok güzel." Yüzümde duran diğer eli akan gözyaşımı sildi. "Hiçbir şey senin kadar güzel değil, Günışığı." dedi.

Başımı çevirip avucunun içini öptüm. "Benim zorla değil, kendi isteğimle senin olmamı istiyorsun, değil mi?" dedim. Yüzümü okşadı eliyle.

"Sen her teslim olduğunda ben yenildim çünkü." dedi. Gülümsedim. Hiçbir şeyin kendine ait olmadığını düşünen bu adam, hep elde etmiş ama hiç sahip olamamıştı. Bu yüzden kendine ait bir hayatı bile yoktu. İntikama aitti. O aslında en çok kendine ait değildi, intikamın hayatını yaşıyordu.

Ben değiştirecektim bu yolu, en doğru olanı ben seçtirecektim. Kutudan yüzüğü aldım.

" O zaman.." dedim sol elimi havaya kaldırırken. "Ben sana beni de veririm. "Yüzüğü parmağıma geçirdim. "Ben sana sen istersen baharı da getiririm."

Gülümseyişim genişlediğinde gözlerimden hala gözyaşlarım süzülüyordu. "Ben seni öyle çok severim ki..."

İki eli yüzümü kavradı. "Her şeyim olursun." dedi alnımı öpmeden önce. "Olurum." dedim uçurumun kenarında. Ayakkabısı olmayan o çocuğun da, karanlıkla konuşan Azrail'in de, sürekli mezara giren, hiçbir şeyi olmayan bu adamın da her şeyi olurdum ben. 

🔱⚜🔱

Bölüm sonu ben.🤣 Pazar gününe kadar çatlamayın bu sefer, olur mu çiçeklerim?😍🤣

Gelinlik seçmeler,istemeler,kınalar,düğünler
Entrikalar daha neler neler.🤣

Hadi göreyim sizi.🤣🤣🌸

Allah'a emanet olun. Kalın sağlıcakla. 🌸💜

Continue Reading

You'll Also Like

602K 77.3K 27
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...
5.2M 282K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
1M 30.6K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
36.7K 2.1K 26
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...