telepathic hearts; vmin

By feraaay

27.8K 2.3K 1.6K

[tamamlandı] eve ne zaman geliyorsun? - what's wrong with secretary kim dizisinden uyarlandı. More

0 | tanıtım
1| istifa sorunsalı
2 | o zaman benimle evlen
3 | senin için
4 | kıskanıyorum
5 | eyvah abim
reklam arası
6 | geçmişin tozlu rafları
8 | hâlâ koynumda resmin
9 | eve ne zaman geliyorsun?
10 | nerede olursak olalım, asla kaybolmayacağız
11 | dünyanın unuttuğu yerden bir yıldız gibi
12 | bence evlenmeliyiz, hem de bu sene
13 | sen beni öpersen belki fransız olurum
14 | dudaklarını yaralarıma bastır, bana sevmeyi öğret
reklam arası vol2
15 | ve sonsuza dek mutlu yaşadılar
bu şehrin sokaklarında seni öptüğüm zaman,

7 | sen kimsin?

1.2K 136 89
By feraaay

"arkamda olduğunu söylediğin tüm zamanları hatırlıyorum,

ama şimdi ayrıyız, farklı yollara ayrılıyoruz." - aj mitchell, I don't want you back

☆ sen kimsin?

"neden buradasın?" taehyung'un sert sesi, gülümseyen hoseok'un suratına çarptığında kapıdaki adam yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan ona döndü,

"jimin'le bir şey konuşmak istiyordum aslında, bunu anneme söyledim o da evinin adresini verdi." taehyung, tıslarcasına bir ses çıkardı - annesinin neden böyle davrandığına dair hiçbir fikri yoktu, bu adamı jimin'in evine kadar yollamanın taehyung'u nasıl delirteceğini düşünmemiş olması neredeyse imkansızdı. 

"konuşamazsın, şimdi git."

"taehyung!" jimin uyarırcasına iki kardeşin arasına girdiğinde, genç adam sıkıntıyla soludu. onun bu işin içine hiç girmesini istemiyordu. abisinin onu ne gibi sözlerle zehirleyebileceğini tahmin bile edemiyordu. geçmişi öğrenmek, sadece daha fazla karmaşa ve acıya sebep olacaktı. jimin'i kaybetmenin düşüncesi bile göğüs kafesini sıkıştırırken gerçekte olursa neler yapabileceğini tahmin bile edemiyordu - tam öyle bir delirme anında kendinden bile korkacak hale gelebilirdi.

"jimin. lütfen."

sevgilisinin yüzünde oynaşan tereddütü gördü ama jimin onu kıracak birisi değildi ve daha dün bu adam yüzünden tartışmışlarken şimdi tekrardan aralarına girmesine izin vermeyeceğini biliyordu, akıllı erkek arkadaşı da en az onun kadar çoğu şeyin farkındaydı.

"bay jung," diye mırıldandı jimin... "sizinle daha sonra ve daha uygun bir yerde konuşsak iyi olur, evime kadar gelmenize gerek yoktu." hoseok, yüzündeki gülümsemeyi bozmadan saygıyla eğilip selam verdi,

"elbette jimin, oh - bu benim hatam. sana önceden haber vermeliydim ama daha sonra beni haberdar et lütfen. çok önemli şeylerden bahsedeceğim." hoseok tekrar selam verdi ve sakin adımlarla arabasına doğru ilerlemeye başladı, abisi gözden kaybolunca taehyung  dışarıyı izlemeyi kesti ve sıkıntılı duran sevgilisine döndü.

"jimin... istersen, onunla görüşmene gerek yok. ben onu bir şekilde durdurabilirim. buna alışkınım."

jimin, ona bir cevap vermeden önce taehyung'u kolundan tuttu ve içeri çekti,

"şu an bunları düşünmek istemiyorum, sadece erkek arkadaşımla güzel bir kahvaltı yapıp tembellik yapmak istiyorum. çok mu fazla?"

taehyung, onun isteğine kıkırdadı ve önünde ilerleyen sevgilisinin beline kollarını dolayarak onu havaya kaldırdı. bir anda kendini havada bulan jimin'se şaşkınlıkla ufak bir çığlık attı ve taehyung'un esmer kollarına sımsıkı tutundu.

"hayır bebeğim, isteklerin çok fazla değil! o zaman rotamız mutfak öyle mi? söyle bana kaptan kim seni nereye uçursun?"

"taehyung, belini acıtacaksın eşek herif! indir beni!" sevgilisinin itirazına bir kahkahayla yanıt verdi ve mutfağa girmeden önce onu yere indirerek kendine çevirdi,

"demek eşek herif hımm? sevgilimin bu küçük ağzı..." parmaklarını uzatarak jimin'İn dolgun pembe dudaklarına dokundu ve onları yavaşça okşadı... "oldukça kirli sanırım?" jimin dudaklarını araladı ve taehyung, onun sıcak nefesinin parmak uçlarını çarpıp neredeyse tüm bedenini alevler içinde bıraktığını hissetti - daha da fenası, jimin aralanmış dudaklarından pembe dilini çıkarıp onun parmak uçlarını dokununca olmuştu. taehyung kendini daha fazla tutmaktan vazgeçmiş ve eğilerek jimin'in dudaklarına kendi dudaklarını bastırmıştı. 

jimin, bu hamleyle ellerini taehyung'un boynunun arkasına doladı ve onu daha da kendine çekti. bu istekli hali taehyung'u öpücüğün arasında güldürmüştü, bir eliyle jimin'in belini kavrayarak kendine bastırmış bir diğeriyle de onun çenesini sımsıkı kavramış ve öpücüğü derinleştirmek için dilini de araya katmıştı. arsız dili, jimin'in sıcak ve kadife mağarasında dolanıyor - onu mahvediyordu. tenlerinde dolaşan alevleri hissedebiliyordu, onu tutup yatağa götürmek ve oradan saatlerce çıkmamak istiyordu.

nefeslerinin iyice tükendiklerini hissettiklerine ayrıldılar, jimin nefeslerini düzenlemeye çalışarak öpülmekten daha da şişkin gözüken dudaklarını ayırdı ve konuştu,

"eee... kahvaltı?" taehyung onu duymazdan gelerek bir daha öpmek için eğildi ama jimin onun dudaklarına nazik bir tokat atarak kıkırdayarak ondan uzaklaştı,

"kahvaltı yapalım!"

"ben seni yesem ne olur sanki?" taehyung'un huysuzlanır gibi konuşması tezgahın önünde yarım kalan işine devam jimin'i güldürdü,

"gel otur, çabucak hazır olur."

taehyung gülümseyerek masaya oturdu, gözleri masaya birkaç tabak yerleştiren jimin'in üzerindeydi. son zamanlarda, ona evlilik teklif edişini ve sevgili olmayı denemeye karar verişlerini düşünüyordu - bu hayatında aldığı en doğru kararlardan biriydi. gelecekte daha güzel bir anda ona istediği gibi bir evlilik teklifi etmeliydi, sevebileceği bir yüzük almalı - takım elbiseler giymeliydi ve onun sevgiyle öpmeliydi. hayatını sonsuza dek ona adayacağına söz vermeliydi.

"ne düşünüyorsun öyle?"

"hiç." diye mırıldandı taehyung, çubukları eline almadan önce jimin'e sıcacık bir gülümseme verdi. 

"bazen çok şaşırıyorum biliyor musun?"

"neden?" jimin yemeğini çiğnerken biraz düşünceli kaldı taehyung arkasından gelecek şeyi merakla bekledi,

"yani... bilemiyorum, yaklaşık dokuz yılı aşan bir süredir beraber çalıştık ve sen bambaşka biriydin bana karşı. bugüne dek herhangi bir ilişkini de görmedim, arkadaşlarına bile hediyeleri sekreterin olarak ben seçip yolladım ama şimdi bakıyorum ki, aslında bunun altında başka birisin. bana o kadar farklısın ki seni hiç tanıyamadığımı düşünüyorum." taehyung, o konuşmasını bitirene dek sakince dinledi ve peçeteyle ağzını silerek geriye yaslandı.

"aslında ben başka biri değilim jimin, dokuz yıldır seninle çalışan patronun olan adamım. ilişkilerim olmadı çünkü bir ilişkiden beklediğim şey daha başka bir şeydi  - şimdilerde seninle değişik bir adam olduğumu düşünüyorsun ama bu sadece sana özel, sadece sen olduğun için bu böyle. eğer senin yerinde bir başkası, bir yabancı olsaydı ona kendimi böylesine çok açabilir miydim bilmiyorum. sen özelsin jimin, benim için her şeyden daha önemlisin."

jimin onu heyecanlı gözlerle dinledi, sevgilisinin - o korkunç derecede bencil olan adamın böyle düşünüyor olması bile kendisini heyecanlandırmaya yetiyordu. taehyung susunca kocaman gülümsedi ve uzanarak onun elini tuttu,

"öylesine gitmeme izin vermediğin için teşekkür ederim kim taehyung." 

taehyung karşılık olarak ona gülümsedi ve eline bir öpücük kondurdu,

"seni asla bırakmayacağımı bilmelisin jimin. gitmene asla izin vermem. ne geçmişte ne şimdi ne de gelecekte." 

içinden geçirdiği cümleleri ona söylemedi ama güven verircesine gülümsedi, aralarındaki konu dağılırken taehyung'un aklının bir köşesine sürekli hoseok ve anlatacakları vardı.

birkaç gün sonrası;

―――――

parkjimin:

hey, joonie

müsait misin

kimnamjoon:

selam jimin

evet, sana ayırabileceğim

biraz vaktim var

nasılsın?

parkjimin:

iyiyim

ben aslında

şey

sana bir şey danışmak istiyorum

bana en objektif aklı verebilecek olan kişi sensin

kimnamjoon:

sorun nedir?

yine şu hödük sevgilin mi?

parkjimin:

oh, tanrım

ona öyle söyleme

ve kısmen onunla da ilgili

abisi benimle görüşmek istiyor

anlatacak önemli şeyleri olduğundan bahsediyor

ve bu şeylerin benimle

taehyung'la alakalı olması beni biraz korkutuyor

onunla buluşmaya gideceğim ve

bundan taehyung'un haberi yok

ne yapmam gerektiğini bilmiyorum

kimnamjoon:

evet, şimdi baştan alalım

geçenlerde aranızda sorun çıkaran şu meşhur abi

seninle önemli şeyler konuşacağını söylüyor

seninle buluşmak istiyor

ve sen bu buluşmaya gideceğinden taehyung'a bahsetmeyeceksin?

ama neden?

sevgilin, bu konuda ters bir adam olabilir - belli ki ailevi sorunları var

ama seni kısıtlayacak birisi de değil o,

kaldı ki sen böyle bir kısıtlanmaya izin verecek biri de değilsin jimin

neden endişeleniyorsun şu an?

o adamla buluş ve derdini öğren

ama gideceğini erkek arkadaşına söyle

bazı şeyler ilişkilerde gizli kalmamalı

bu aralarında olan şey belli ki oldukça hassas bir konu 

ve taehyung'un bunu sonradan öğrenmesi

aranızda sorun çıkmasına neden olabilir

parkjimin:

namu

çook teşekkür ederim

çok haklısın

bunu ona söyleyeceğim

ve gidip jung hoseok'un derdini öğreneceğim

kimnamjoon:

önemi yok jiminie

benimle bir akşam tavuk bira yapmaya gel,

seninle şu beyzbol maçlarını yorumlamayı özledim

parkjimin:

haha

geleceğim

ama bu sefer biralar benden

kimnamjoon:

bana uyar

sonuçta ağzıyla içemeyen sensin

parkjimin:

kötü insan

çok kötü biridin

hehe

―――――

jimin gülerek mesajlaşmayı bitirdiğinde yanında ona merakla bakan stajyeri wooyoung'a baktı,

"ne oldu?"

"bay park... başkan kim bir süredir size bakıyor ve... bu bakışlar... oldukça ürkütücü." bu sessiz söylem jimin'i güldürdü, taehyung onun mesajlaştığını görmüş olmalıydı ve kiminle olduğunu sormamak için içten içe kendini yediğine neredeyse emindi de. elinin altındaki kağıtları toparladı ve saate baktı, taehyung'a hazırlayacağı bitki çayının saatinin yaklaştığını fark etti.

"başkan kim'e bitki çayı hazırlamaya gidiyorum, sen de bu kağıtları ona imzalattır tamam mı?"

"peki, efendim. şey, bay park?" 

"hımm?" jimin ceketini çıkarırken önünde kıvranan iş arkadaşına baktı,

"bay choi... şu yeni müdür, geçen size şunları getirdi." masanın ucunda duran bir iki kağıdı gösterdi ve devam etti, "işlerin tamamını bitirmiş, sizin de kontrol etmenizi istiyor ama siz burada olmayınca bay jeon'un asistanına verdim."

"ee wooyoung?"

jimin hala kendisini ilgilendiren şeyin ne olduğuna bir türlü anlam verememişti, genç stajyerin sürekli ağzında geveliyor oluşu da pek hoşuna gitmiyordu. biraz sonra taehyung'la yapacağı konuşma için yeteri kadar stresliydi zaten, onun sinirleneceğini düşündükçe başına ağrı saplanıyordu.

"bence bay choi sizden hoşlanıyor." 

"efendim, ne?"

"sürekli burada ve sizi görmek istediğini söylüyor, ee yani... bence... siz de bekarsınız... neden olmasın? değil mi?" jimin genç çocuğun bundan bahsederken üzgün duruşundan aslında yeni müdürün kendisine olan ilgisinin, stajyeri için can sıkıcı olduğunu söyleyebilirdi.

"aslında wooyoung, ben ne zaman burada olmasam bay choi o zaman geliyor. hepsi bir tesadüf olamayacak kadar denk gelmiş değil mi? bence onun asıl görmek istediği kişi ben değilim, hımm? ne dersin?" jimin ufak mutfağa ilerlemeden önce şaşkın bir tavşan gibi kalan çocuğa gülümsedi ve fısıldadı,

"ve sana bir sır... benim zaten bir sevgilim var. şimdi koş ve o belgeleri imzalat, hadi bakalım." gülümsedi ve hızlıca ilerlemeye başladı, sevimli yardımcısı bunun üzerine biraz düşünmeliydi anlaşılan.

ufak ve bir iki eşya bulunan mutfakta taehyung için özel getirilen bitki karışımını demlerken dudaklarında ince bir gülümseme saklıydı, bu işi yapmayı seviyordu. bir süre önce yorulduğunu ve bırakmak istediğini düşünüyordu ama şimdilerde ofisinde oturup çalışan sevgilisine bitki çayı demliyor bir an evvel onun yanına gitmek için çok büyük bir istek duyuyordu. böylece onun güvenli kollarında durabilir, birkaç kaçak öpücük alabilirdi ondan.

dikkatini çalan telefonu dağıtınca elindeki ufak bal paketini düşürdü, sıkıntıyla homurdanarak yere düşen bal paketini aldı ve arka cebindeki telefonuna uzandı. arayan kişi jung hoseok'tu, adamın ısrarı jimin'in canını sıkıyordu.

"efendim? bay jung?"

"merhaba jimin. bugün müsaitsen, bir kahve içelim."

"tamam, saat kaçta?" jimin'in sesi o kadar soğuktu ki telefondaki adamın bir an için donakaldığıni fark etti,

"bir saat sonra, xxx kafede. senin için de uygun mu?"

"evet, uygun. bekliyorum olacağım."

cevap vermeden telefonu adamın yüzüne kapattı. jimin, aslında onunla buluşmak istemiyordu ama bir yandan da oldukça merak ediyordu - bu adamı kapısına kadar getiren geçmişi ve onun anlatacaklarını merak ediyordu. merak, içini kemiren bir kurt gibiydi. zihninin içinde dolanıyor ve onu kıvrandırıyordu. eskiden, daha işe ilk başladığı yıllarda jung hoseok henüz bir turneye çıkmamış ve sürekli şirkete gelip jimin'e akademiden haberler getirirdi. öğrencilerin nasıl dersler aldığından bahseder ve eğer bursu kabul ederse nasıl bir hayat yaşayacağını anlatırdı. jimin, o hikayeleri uzak sahte diyarların masalları gibi dinlerdi ama hiçbir zaman onun ısrarlarına olumlu bir cevap vermemişti. o çalışmalıydı, paraya ihtiyaçları vardı. yoongi okuyordu, okul masrafları - kitaplarının fiyatları oldukça yüksekti ve onlara destek olabilecek hiç kimseleri yoktu - jimin de hayatını harcamak pahasına bile olsa okuluna ara vermiş, kim taehyung'un sekreterliğine devam etmişti. zaten jung hoseok da bir yerden sonra vazgeçmişti ısrardan, okul onu burslu okutmaktan vazgeçmişti. bu jimin'i yaralamış ve ufacık filizlenen umutlarını yok etmişti.

derin bir nefes aldı ve bir süredir ifadesizce seyrettiği tepsiyi alarak taehyung'un ofisine doğru ilerledi, wooyoung onun ellerini dolu görünce ondan önce hızlıca ilerleyip kapıyı açtı. jimin ona ufak bir gülüş vererek içeri girdi,

"merhaba başkan kim, bitki çayınızı getirdim." diyerek neşeyle şakıdı.

"tam vaktinde bebeğim." jimin'in resmi konuşması karşısında taehyung samimice konuşmuş ve bir kumandayla ofisinin perdelerini indirmişti. jimin tepsiyi masaya bıraktı ve kendisine doğru gülümseyerek gelen sevgilisini izledi. taehyung, ayakta dikilen jimin'i kolundan kavrayıp kendisiyle yumuşak koltuklara doğru çekiştirdi ve onu kucağına doğru çekti. jimin onun güçlü baldırlarına oturunca içini çekti, keyifli ruh hali jung hoseok'la olan telefon konuşmasının ardında kalmıştı.

taehyung burnunu nazikçe onun boynuna dayayarak derin bir nefes aldı, bu jimin'i huylandırdı ve güldürdü.

"hey, sorun ne? neden bir tanecik sekreterimin yüzü asık?" sekreterim derken yaptığı vurgu jimin'i daha da güldürdü,

"bugün... biriyle buluşacağım." diye fısıldadı ve taehyung'un boynunda dolaşan burnunu yok saymaya çalışarak devam etti. "jung hoseok'la."

tek bir ismin sevgilisini nasıl buz gibi yapabildiğini hayretle izledi, taehyung sanki ruh halini gizlemek istercesine jimin'in boynuna biraz daha sokulmuş ve oraya gizlenmek ister gibi öylece gözlerini yummuştu.

"kararını verdin demek?" boynuna çarpan ılık nefes genç adamı hafifçe titretirken onaylarcasına kafasını salladı jimin, göz ucuyla taehyung'un dudaklarında oluşan acı gülümsemeyi görebiliyordu.

"istiyorsan gitmem."

"gitmezsen peşini bırakmaz, her zaman böyleydi. bunu istiyorsa yapacak demek ki. anlatmak istiyorsa anlatacak." gittikçe yükselen ve sertleşen sesiyle kucağındaki jimin'i nazikçe koltuğa indirdi ve ayağa kalktı genç ceo. jimin, daha birkaç saniye önce yüzünde asılı duran acı ifadesinin kaybolduğunu fark etti. taehyung ruh halini o kadar hızlı değiştirmişti ki, bu onu şaşırttı.

"git jimin ama ona inanma çünkü dinleyeceklerin, sağlıklı bir zihnin ürünleri değil. bunu sakın unutma."

"ben... unutmayacağım." jimin toparlanarak ayağa kalktı ve sırtı dönük erkek arkadaşını izledi bir süre ama sonra onun daha fazla konuşmak istemediğini bildiğinden ofisten çıkmak için hareketlendi,

"jimin?" umutla sevgilisine döndü jimin, gitme demesini bekliyordu. hoseok'un bahsettiği şeyleri taehyung'tan duymak istiyordu.

"özür dilerim."

"ne için özür diliyorsun?"

"bencil biri olduğum için." sesindeki hüzün jimin'in endişesini arttırsa da masasına oturup bilgisayarına gömülen taehyung, daha fazla konuşmayacağını belli ediyordu.

içini çekerek ofisten çıktı, buluşmalarına az bir vakit kalmıştı ve az önce yaşadıkları o tuhaf andan sonra artık gitmek istemiyordu ama bundan vazgeçti, gidecek ve o adama artık onları rahat bırakması gerektiğini söyleyecekti. kararlı bir tavırla sandalyesine astığı kumaş cekete uzandı ve üzerine geçirdi,

"wooyoung!"

"evet bay park?"

"ben bir saatliğine dışarı çıkıyorum, başkan kim'in bundan haberi var. başkan kim'in ara öğününü hazırlamayı unutma ve yarım saate temizlik şirketini ara, başkan kim'in evine bu hafta erken gelip gelemeyeceklerini sor."

"peki, anladım." genç stajyerin hızlı hızlı not alışını izledi ve hafifçe gülümseyerek asansöre doğru yöneldi. tuhaf hissediyordu ve oldukça da kararsız. taksiye binerken ve kafeye doğru yola çıkmışken bile her an geri dönebilecek gibi hissediyordu, duyacakları her neyse bilmemek ve hayatına böyle devam etmek istiyordu.

taksiden indi ve bir süre kafenin kapısında bekledi, jung hoseok'u görebiliyordu. en uç masaların birinde oturmuş ifadesizce dışarıyı seyrediyordu.

"neden buradayım?" diye fısıldadı. kendine bir cevabı yoktu ve daha fazla ertelememeye karar vererek içeriye yöneldi. hoseok'un oturduğu masaya kendinden emin adımlarla ilerledi ve boş sandalyeyi sertçe çekerek adamın dikkatini üzerine çekti.

"merhaba, küçük kuş."

"merhaba, bay jung." diyerek adamın karşısına oturdu ve ellerini çenesinin altında birleştirerek gözlerini dimdik adamın üstüne çevirdi.

"çok fazla kalmayacağım." diye başladı konuşmaya ve adamın değişen yüz ifadesini umursamadan devam etti. "bana küçük kuş demenizden rahatsız oluyorum, ısrarla benimle görüşme çabalarınızdan rahatsız oluyorum. evime kadar gelmeniz çok kaba bir davranıştı. siz sadece erkek arkadaşımla kan bağınız var o kadar. başka türlü hiçbir samimiyetimiz ve ortak paylaşımlarımız olmayacak."

hoseok onu sessizce dinledi, jimin adamın ne düşündüğünü tahmin edemiyordu ve umursamıyordu da. tek istediği bir an önce bundan kurtulabilmekti.

"beni dinlemeden bu kadar keskin konuşman oldukça üzücü jimin." yanlarına yaklaşan garsona sakince gülümsedi hoseok,

"ne istersiniz efendim?" garson nazikçe sordu,

"ben bir sütlü filtre kahve alayım. jimin...?"

"su." garson istekleri not ederek uzaklaştı ve jung hoseok konuşmaya devam etti,

"henüz çocukken... yani annen ve baban henüz hayattayken xxx'te bir evde yaşıyordunuz, hatırlıyor musun? büyük bir bahçesi olan bir evdi, bahçede leylak ağaçları vardı - neredeyse tüm sokak o evden gelen leylak kokusuyla dolar taşardı."

"siz bunu nereden biliyorsunuz?"

"biliyorum çünkü o evin yanındaki ev bizimdi sevgili jimin, sen henüz çok küçük bir bebekken taşınmıştık. ben o sıralar ana sınıfına gidiyordum, taehyung ise daha ufaktı. evinizin bahçesinden gelen o muhteşem kokuyu arabamızdan ilk indiğim anda hissetmiş ve aşık olmuştum. hayatımda kokladığım en doğal ve muhteşem kokuydu o leylakların kokusu."

hoseok durdu, garson onlara yaklaşıp elindekileri masaya bıraktı. jimin çalışana hafifçe gülümsedi ve dikkatini yeniden eskileri anlatan hoseok'a çevirdi.

"pekala, ilkokul zamanlarımı çok az hatırlıyorum. bazı anılar oldukça karanlık ama ben tek kişi hatırlıyorum, sanki o ailenin tek bir oğlu var gibiydi."

"doğru..." diyerek güldü hoseok, bu acı dolu ve kısmen öfkeli bir gülüştü. ince parmaklarının fincanı sarışını izledi jimin ama hala bir şeyleri yerine oturtabilmek için çok erkendi. hoseok anlatmaya devam etti, "ailemin hep tek bir çocuğu vardı jimin, küçük kardeşim taehyung. o zekiydi, başarılıydı ve o küçücük boyuyla bile insanları yönetebilirdi. benim aksime. ben ondan yaşça büyük olmama rağmen daha zayıftım ve hep sporla, müzikle ilgilenirdim. oysaki ailemin istekleri, küçük kardeşim gibi olmam yönündeydi."

jimin, bir an için karşısındaki adama üzüldü. bay ve bayan kim'in başarıyı ve gücü seven insanlar olduğunu biliyordu, kadının dokuz yıl önce kendisine yaklaşmasındaki en önemli sebeplerden biri de buydu. jimin'in oldukça başarılı ve özverili birisi olmuş olması.

"bunları bana neden anlatıyorsun şimdi?" hoseok, onu duymazdan gelerek hikayesine devam etti.

"sonra sen ve yoongi'yle tanıştık. sen ufak ve cılızdın, bu yüzden kendime benzetir mahalledeki diğer çocuklardan zorbalık görmeni engellemeye çalışırdım." hatırlıyordu. bunları karanlık  bir anı bile olsa hatırlıyordu, yoongi okulda olduğu zamanlarda sokakta oynarken ona vurmak için elini kaldıran çocukların önüne geçen zayıf birini hatırlıyordu. 

"ben... ben çok az... çok az hatırlıyorum."

"unuttuğunu biliyorum jimin. sen de ufaktın o zamanlar. bu senin suçun değil, insan hafızası böyledir. her neyse, seni korurdum. çok güzel kokardın biliyor musun? hâlâ üzerinden alabildiğim o güzel leylak kokusu seni sarmış olurdu, diğerleri seni kıskanırdı. bir erkek çocuğunun nasıl bu kadar sevimli oluşunu ve güzel kokabildiğini asla anlamazlardı. o çiçekler seni çok kaşındırırdı ama onların altında oynamayı çok severdin. annen hep seni oradan uzak tutardı, polenlerin seni rahatsız etmemesi için ama sen inatçı bir keçi gibiydin, hiç uzaklaşmazdık o çiçeklerin altından. sonra... sonra bir gün felaket oldu. annen hastalandı."

"hatırlıyorum..." diye fısıldadı jimin,

"annen uzun zamanlar hastanede kalıyordu, yoongi olan şeylerin farkındaydı ve seni bundan uzak tutmaya çalışarak masallar anlatırdı. taa ki bir gün, annenin durumu kötüleşip o da apar topar hastaneye gittiği o güne kadar. sen evde tek başına kalakalmışsın ve beni aramak için evden çıkmışsın, oldukça korkunç bir kadın bundan faydalanmış. tıpkı bana da yaptığı gibi."

çocuklukları, flashback

"hyung! hyung!"

"buradayım min!" ince bir ses pencereden fısıltıyla karşılık verdi, küçük çocuk camdan kafasını uzatmış ve bahçede ürkek bir şekilde duran sevimli çocuğa bakmıştı.

"yoongi hyung da gitti, evde beni tek bıraktılar. çok korkuyorum."

"orada öyle dur, ben bir ceket alıp yanına geliyorum tamam mı? seninle evinizde bekleyeceğim, yoksa ailen dönünce seni evde bulamazsa çok üzülür."

"peki hyungie, bekliyorum." küçük siyah kafasını sıkıntıyla kaşıdı jimin, komşusunun bahçesinde sakince dikilirken evlerinin kapısında duran biri dikkatini çekti. ince uzun bir kadın silüeti - tıpkı annesi gibi, sadece dikiliyordu.

"anne?"

kadın duyduğu sesle kafasını ona çevirdi, bu annesi değildi. küçük jimin'in omuzları üzüntüyle çöktü. kadın ona seslendi,

"merhaba küçük, beni annen yolladı. ben senin uzaktan bir akrabanım. onun yanına gitmek istemez misin?"

"gerçekten mi?" küçük çocuğun umutla çıkan sesi kadını tehlikeli bir tavırla gülümsetti,

"evet tatlım. abin ve baban da orada bizi bekliyor, gelmek istemez misin?"

jimin sevinçle kafasını salladı ve kadının elini tuttu, ikisi ilerlerken bir başka çocuk korkuyla onları takip ediyordu.

"sen..." diye fısıldadı jimin, ince gözyaşları yüzünü kaplamıştı. "sen o'sun... tanrım... bu nasıl olabilir?"

"evet, minnie. ben o'yum. seni korumak için o kadınla peşinize takılan ve günlerce o evde, o korkunç kadından seni korumaya çalışan kişiyim."

jimin titreyen elleriyle suya uzandı ve bir yudum aldı, serin su onu biraz ferahlatmıştı.

"sen... ben olduğumu nasıl hatırladın ki? ben çoğu şeyi unutmuştum bile."

"adını duyduğum ilk an hatırladım, annem yeni bir sekreterden bahsedip ismini söylediği ilk an - adını duyduğum o an umutlanmıştım zaten. benim küçük jimin'im olabilir mi acaba? diye düşünmüştüm ve sonra seni gördüm; değişmemiş sevimli yanaklarını gördüm ve o güzel leylak kokusunu yıllar sonra bile alabildim. öylesine güzel ve sarhoş edici bir andı ki." adamın o andan bahsederken kendinden geçercesine konuşması, jimin'i oldukça etkilemişti.

"bu nasıl bir tesadüf böyle?"

"bu bir tesadüf değil, küçük kuş. bunu taehyung bizzat planladı. o her zaman bencildi ve seni kendine istedi. beni mutlu eden her şeyi istedi o, buna benim küçük meleğim de dahil. seni nasıl tanıdı bilmiyorum ama tanıdı."

jimin bir peçeteyle yüzünü kuruladı ve burnunu çekerek mırıldandı,

"neden beni tanıdığını düşünüyorsun? öylesine başvurmuştum o ilana, hem o öyle biri değil."

"o tam olarak öyle biri." diye hırladı hoseok, yüzünde korkunç bir öfke vardı. jimin onun kinle dolmuş yüzüne bakarken korktu.

"o benim olan her şeyi istedi jimin, benim hayatımdaki her ayrıntıyı istedi. tek olmak istedi, beni ezip geçmek istedi. ailemizi bir yarış olarak gördü ve bizi paramparça etti. seni tanıdı, sonra ben tam sana her şeyi anlatacakken yapacağını yaptı."

"ne? ne yaptı?"

"hatırlıyor musun?" diyerek artık dumanları tütmeyen, soğumuş kahvesinden bir yudum daha aldı. "sana bir burs ve iş bulduğumuzu, aynı anda hem okuyup hem çalışabileceğini söylemiştim. sonra da bu birden iptal oldu?"

"evet?" arkasından gelecek şey jimin'i deli gibi korkutuyordu, ya sevgilisi müdahale ettiyse? hoseok'un söyleyeceği şey ya buysa? o zamanları hatırladı, hoseok ona okulun burstan ve yarı zamanlı işten vazgeçtiğini söyleyince yıkılan umutlarını hatırladı. tam bu konuyu tamamen kapatmışken yeniden umutlanmış ve umutlar başına yıkılıvermişti.

hayır, diye düşündü. taehyung, bunu yapabilecek biri değil. benim geleceğimi böylece etkileyecek bir şey yapmaz. o böyle biri değil.

"biri okulla konuşmuş. büyük bütçeyle okula burs sağlayıcısı olan bir yönetici."

"hayır." zayıf bir inilti gibi çıktı bu kelime dudaklarından. korktuğu şey başına gelmişti işte.

"kim holding, başkan yardımcısı kim taehyung. hem bursu hem de işi iptal ettirmiş, sana bu imkanları sağlarlarsa tüm desteğini akademiden çekeceğini söylemiş."

hoseok'un cümleleri acımasız tokatlar gibi patlıyordu jimin'in yüzünde. dinmiş olan gözyaşları yeniden akmaya başlıyor, midesinin boğazına kadar yükseldiğini hissediyordu. hayal kırıklığı, kandırılmışlık ve dokuz yıl önce sönmüş umutlarının acısı kalbini acıtıyordu jimin'in. ne yaptığını bilmeden ayağa kalktı ve hoseok'un endişeyle kendisine uzanan elini ittirdi, sarsak adımlarla kapıya doğru ilerlerken arkasında kalan adamın seslenmelerini umursamıyordu.

titreyen ellerle cebinden telefonunu çıkardı, defalarca aramıştı taehyung onu. gözyaşları akmaya devam ederken alaylı bir kahkaha attı. duyguları o kadar karışmıştı ki, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. bir yandan ağlıyor bir yandan yürüyordu, çevresindeki insanların korkulu bakışlarına aldırmadan saatlerce yürüdü.

evler bitti. yollar bitti.

ama o sadece yürüdü, içinde yükselen alevi hissedebiliyordu. acısı keskin bir bıçak gibi onu kesiyordu, gün akşama döndü - karanlık bastırdı ama o sadece, ağlayarak yürüdü. tükendiğini hissettiğinde bir ara sokakta kaldırımın köşesine çöküverdi. tekrar titremeye başlayan telefonunu aldı eline ve bu sefer cevap verdi,

"jimin? şükürler olsun! neredesin aşkım? neden açmıyorsun telefonlarımı?" taehyung'un endişeli sesini duyunca derince hıçkırdı jimin ve eli hızlıca dudaklarını buldu.

"jimin, ağlıyor musun?" artık taehyung'un sesine karışmış koşuşturma sesini duyabiliyordu, dışarı çıkıyor olmalıydı.

"güzelim, ne olur konuş. neredesin?"

"bana..." diye başladı jimin konuşmaya, "bana bunu neden yaptın?" sesi çatladı, cümlesindeki hayal kırıklığı o kadar keskindi ki konuşurken canının acıdığını hissediyordu. kelimeler dilinin ucunda birikmişti, öfkesini ve acısını kusmak istiyordu ama sadece ağlayabildi.

"yemin ederim. sana yemin ederim, bunun bir açıklaması var. jimin, ben... ben öyle olsun istemedim. lütfen, lütfen bana güven."

"sana güveneyim mi? beni işe alırken bu alanın uzmanlığım olmadığını biliyordun. kahrolası... ben... ben bir dansçıyım! abinin yerini alabilmek için mi yaptın bunu? kim olduğumu en başından beri biliyor muydun?"

"jimin... öyle değil... anlatmama izin ver. bilmediğin şeyler var... güzelim, lütfen. bana yerini söyle."

"hayır." diye konuştu jimin, sanki az önce acıyla ağlayan o değilmiş gibi ayağa kalktı. elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve tozlanmış takım elbisesini şöyle bir çırptı. "hayır, başkan kim. aylar önce verdiğim istifamı yeniliyorum. ben istifa ediyorum. artık sizi ve şirketinizi hayatımda istemiyorum."

"hayır! jimin, hayır!"

"tazminat istemiyorum, sizden hiçbir şey istemiyorum."

"jimin..." diye konuştu taehyung, arkada gittikçe yükselen motor sesini duyabiliyordu. "gitme, jimin. lütfen. beni bırakma, bilmiyorsun... bilmiyorsun."

"senden nefret ediyorum kim taehyung! artık beni rahat bırak, senin yüzünden kaybettiğim dokuz yılımı geri kazanayım."

telefonu yalvaran adamın yüzüne kapattı.

ve az önce bir kaldırım kıyısında acıyla kıvrılarak ağlayan o değilmiş gibi demirden maskesini üzerine geçirerek yürüdü, gitti.

elindeki içkiyi kafasına dikerken namjoon'un kendi üzerinde olan endişeli bakışlarını görebiliyordu, sadece birkaç saatte nasıl bu hale gelebildiklerini bilmiyordu jimin.

"jimin... daha iyi misin?" jimin, onu endişelendirdiğini biliyordu. yer yer kirlenmiş takım elbisesi, kızarmış gözleri ve elindeki bir poşet dolusu içkiyle kapısında belirdiğinde namjoon'un az kalsın korkudan çıldıracağını sanmıştı. başına bir şey geldiğini düşünmüştü ve bunu düşünmekte haksız da sayılmazdı. seokjin bu gece evde yoktu, bu yüzden şanslıydı. namjoon ona temiz kıyafetler vermiş ve banyoyu kullanmasına izin vermişti. arkadaşının yardımları için ona minnettardı,

"pek sayılmaz." diye fısıldadı, avuçlarındaki şişeyi masaya bıraktı. elleri titriyordu, gözyaşları akmak üzere gözlerine doldu - kandırılmış olmak, hayallerinin öylece acımasızca engellediğini bilmek canını çok yakıyordu.

"ne hissediyorsun? anlat bana, anlat ki bir çaresini bulalım."

"kandırılmış hissediyorum. ben, bana anlatmadıklarına kızgın değilim - belki de beni tanıyıp işe almış olması o kadar da sorun değil namjoon ama benim geleceğimi değiştirecek bir şeyi böylece engellemesi... bunu nasıl affedebilirim? o beni kandırdı!" namjoon uzanıp onun dizini okşadı, ona desteğini hissettirmeye çabaladı. jimin, hoseok'un anlattığı her şeyi tekrar ederken titriyordu. anlattıkça gözyaşları aktı, anlattıkça içindeki yangının büyüdüğünü ve onu sardığını hissetti.

"seni anlayabiliyorum jimin. gerçekten. acı içindesin ve taehyung'un seni bu şekilde engellediğini düşünüyorsun ama belki de gerçekler tam anlamıyla bu değildir, jung hoseok bir şeyleri farklı anlatıyor olabilir mi? ona ne kadar güveniyorsun ki?"

jimin hırsla kafasını salladı,

"hayır! aptal olan benim. onun farklı birisi olduğunu düşündüm ama o hep böyle biriydi. hırslı ve istediğini elde etmek için her şeyi yapabilecek birisiydi. jung hoseok, benim... benim ilk aşkım... çocukken, aşkın bir karşılığı varsa hoseok hyung olduğunu sanırdım. beni korurdu, severdi. beni ailemden başka kimse sevmezdi çocukken. hepsi beni dışlardı... sonra biz... biz kaçırıldık? orayı tam hatırlayamıyorum hala, anılarımda bazı yerler eksik ama onun beni korumasını ve sevgisini hep hissederdim. bunları hatırlıyorum."

"jimin... şu an çok sinirli olduğunun farkındayım ama onu da dinlemelisin, bir şeyler... nasıl desem... tam yerine oturmuyor, anladın mı? yanlış bir şeyler var sanki."

jimin buna bir cevap vermedi, sadece uyumak istiyordu. uyumak ve uyanmamak. hayal kırıklığı, göğüs kafesini kırık camlarla doldurmuş gibiydi. nefes aldıkça bu kırıkların onu kestiğini hissediyordu sanki, taehyung'un bunu yapabilmiş olması bile sadece ağlamak istemesine neden oluyordu. onu düşündü; güzel kokusunu, sıcak tenini, birlikte uyurken onu sımsıkı sarışını ve onun kollarında küçük kalışını... sarıldıkları zaman ya da taehyung iş aralarında bir fırsatını bulup ondan öpücük çaldığında nasıl mutlu ve güvende hissettiğini düşündü.

şimdi ne yapacaktı?

o olmadan, ne yapacaktı? hayatına nasıl devam edecekti? nerede olacaktı? peki ya hoseok? onun anlattıkları ne olacaktı? onun ilk aşkı olduğunu öğrenmişti. evinde çocukluğunda onun için yazdığı o küçük defteri düşündü, yaptığı çocukça resimleri düşündü ve her zaman evinde onun için bulundurduğu limonlu kurabiyeleri. her zaman, küçük bir kavanozda ilk aşkı için limonlu kurabiyeler bulundururdu. 

"annem..." diye tekrar başladı konuşmaya, annesini hayal meyal anımsıyordu. yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı. "onu çok hatırlamıyorum. ara sıra, bana ninni söylerdi. saçlarımı okşardı ve hep... hep limonlu kurabiye yapardı. ben de onları hoseok hyungla paylaşırdım. çocukluk işte... ve o da çok severdi bu kurabiyeleri... sonra annem ölünce, taşındık ve ben o bir gün gelir diye hep evde bulunsun isterdim." elleriyle yüzünü kapattı,

"ben bir aptal mıyım namjoon?"

"sen sadece safsın jimin, birine değer verince o da senin gibi iyi niyetli sanıyorsun. buna ben de dahilim, hoseok'ta, taehyung'ta... ama doğru olan bu değildir, küçük. iyinin ve kötünün keskin bir çizgisi yoktur. her şeyi tüm ayrıntılarıyla oturup düşünmen gerekir. şu an çok öfkeli olduğunu biliyorum ama biraz sabret ve sakinleş olur mu? sonra her şeyi çözebilirsin. sadece biraz uyu şimdi, olur mu?"

jimin onaylayarak kafasını salladı ve namjoon'a tutunarak ayağa kalktı. başı dönüyordu, onun desteğiyle yatak olarak hazırlanmış koltuğa uzandı. namjoon onun üzerini örttü ve odadan çıkmadan ışığı söndürdü,

"iyice uyu jimin, etrafı toplayıp uyuyacağım. korkma sakın." jimin, sessiz kaldı. namjoon'sa içini çekip kapıyı da kapattı. o odadan çıkınca jimin kafasını yastığa gömdü,

"neden taehyung? şimdi ne yapacağı ben?" gözyaşları yeniden yüzünde yuvarlanmaya başlayınca hıçkırmamak için defalarca yutkundu. sırt üstü uzandı ve halının üzerinde bir yerlerde kalan telefonuna uzanarak buldu, taehyung'la konuştuktan sonra telefonu kapatmıştı. abisini endişelendirmemek için telefonunu. telefonu açılır açılmaz önüne onca bildirim düştü, neredeyse hepsi taehyung'tandı - onları okumadan acımasızca sildi, abisinin ve jungkook'un hatta stajyerinin endişeli mesajlarını okudu. buruk bir gülümseme sardı dudaklarını, abisine mesaj yazmak için girdiğinde taehyung'tan yeni bir mesaj daha geldi.

―――――

kimtaehyung:

senden haber alamıyorum

bunun nasıl bir ağırlık olduğunu bilemezsin

beni mahvediyorsun

şimdi görüyorsun mesajlarımı ama konuşmuyorsun

oysaki ben tek kelimene bile muhtacım

jimin, ne olur beni bir kere dinle

yalvarırım

bana söz verdin

ona inanmayacağını söyledin

jimin o sandığın gibi birisi değil

ne olur beni dinle

lütfen

lütfen

sensiz yapamam

parkjimin:

bana daha fazla yazmayın, bay kim

artık bunların bir önemi yok

[kim taehyung adlı kullanıcıyı engellediniz.]

―――――

minyoongi:

jimin neredesin?

o buzdolabı herif buraya geldi

ve delirmiş gibiydi,

onu ilk defa böyle gördüm

tüm kontrolünü kaybetmişti

aranızda nasıl bir sorun oldu bilmiyorum ama bana ulaş

endişeleniyorum

hiçbir arkadaşına da gitmemişsin

neredesin

biraz daha mesajlarım görülmezse polise gideceğim

parkjimin:

hyung, ben iyiyim

endişelenme

polise gitmene gerek yok

ve sana bir şey söylemek istiyorum

ben gidiyorum

yarın sabah

minyoongi:

NE SİKİM SAÇMALIYORSUN SEN

bana tam şu an mı haber veriyorsun

jimin

bana bir cevap borçlusun

neden ve nereye

ne oluyor

korkuyorum

parkjimin:

nedenini şu an anlatacak kadar iyi hissetmiyorum

sadece

sen haklıydın

ve

nereye gittiğimin bir önemi yok

hesabımda biraz para biriktirmiştim

o beni bir süre idare eder

sadece endişelenme diye haber veriyorum

sindirmem gereken bazı şeyler var

zamana ihtiyacım var

minyoongi:

ne söylersem söyleyeyim beni dinlemeyeceksin 

biliyorum

sadece beni habersiz bırakma olur mu jimin?

sen ailemizden kalan tek şeysin

sana da bir şey olursa

kendime gelemem

parkjimin:

iyi olacağım

söz veriyorum

―――――

evet, merhabalar!!! pazartesi günü okulum açılıyor... aman aman bu dönem düşmana vurur gibi ders koymuşlar... dertliyim bu yüzden :( neyse çok lafı uzatmayayım, bölümü bok etmiş olabilirim :( bundan sonra bölüm aralığını biraz düzene koyacağım... alakasız zamanlarda olması benim de canımı sıkıyor... evet, evet!! öhöm, oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen... öyle olunca çoook daha istekli oluyorum :(  bu önceki bölümün telafisi olabilmiştir umarım... hepinize uçan öpçükler!!!





Continue Reading

You'll Also Like

179K 16.3K 71
O haydutlar çetesinin kayıp lideri Min Yoongi'ydi. Bense son anda ölümün kollarından kurtardığı bir çocuktum. 'Yoonkook Vmin Namjin'
16.3K 2.4K 19
Okulun popüler, seksi, etrafa daima neşe saçan omegası okuldaki içine kapanık, farklı türden inek, korkunç derecede ruhsuz görünen alfayla? Olacak iş...
751 108 7
omegaverse Dans okulu açma hayali olan omega Hoseok başarısız bir buluşma için gittiği pahalı gece klübünde sarhoş olur ve dünyanın en ünlü rapçileri...
16.3K 1.6K 40
Soğuk bir rüyada kaybolurken geçmişe doğru düşüyorum. Elimi tut sadece ve bana yolu göster. Işığım olmanı istiyorum.