"tenime yazılmışsın, elimden ne gelir
içime kazınmışsın, beynim kalbime yenilir." - raf, jabbar
☆ geçmişin tozlu rafları
taehyung yeniden, bir süredir hep kendini bulduğu o yerdeydi - jimin'in kapısının önünde. aslında bakınca, teoride sevgilisinin ona bu kadar kızabileceğini düşünmemişti ama park jimin sürprizlerle dolu birisiydi. taehyung, kendisine ait olan hiçbir şeyi paylaşmayı sevmezdi. aynı zamanda her şeyin en iyisi onun olsun isterdi ve şimdi de istemsizce jimin'i de böyle sahipleniyor, ona dair her şeyin yalnızca kendisine ait olmasını istiyordu. içten içe bu düşüncenin onu daha öfkeli davranmaya ittiğini biliyordu ve üstelik artık hareketlerini kontrol de edemiyordu, jimin'i öptükten sonra tam bir aptal gibi davranmıştı.
genel olarak yaşananları analiz ettiğinde abisinin tavrı, onu pek de şaşırtmamıştı. hoseok, ilk gördüğü andan - daha doğrusu taehyung'un jimin'e karşı olan ilgisini hissettiği ilk andan itibaren gözlerini jimin'e dikmiş ve sadece kendisi için istemişti. bunu biliyor oluşu taehyung'u öfkelendirdi kafasını direksiyona yaslayıp sertçe vurdu,
"neden... neden... neden?"
dokuz sene öncesi, taehyung'un ofisi
"başkan kim, umm... bir misafiriniz var?"
sekreterinin sessizce çıkan sesiyle, taehyung incelediği dosyadan kafasını kaldırıp karşısında ürkekçe dikilen jimin'e baktı,
"neden ağzında geveliyorsun? sesli konuş ve kimin geldiğini söyle. ayrıca sekreter park, sana kaç kere dik durmanı söyleyeceğim? benim sekreterim iki büklüm duramaz." sert çıkan sesi, her an kaçmak ister gibi duran jimin'i daha da korkutunca iç çekti taehyung. bu küçükle daha çok işi vardı anlaşılan.
"emredersiniz başkan kim. misafiriniz, abiniz gelmiş efendim."
abiniz. bir kelime taehyung'un tüm keyfini kaçırmaya yetiyordu bile, onun etrafındaki varlığı sadece can sıkıntısına neden oluyordu ve damağında tat bırakan kekremsi bir hüzüne.
"gelsin içeri."
jimin onaylayarak kafasını salladı ve taehyung'un fark etmediğini düşündüğü titreyen ellerini sımsıkı yumruklar yaparak sert adımlarla kapıya adımladı. bu taehyung'u gülümsetmişti, onun ürkek küçük bir kuştan gerçek bir güce - güçlü bir insana dönüştürecekti. belki onun güzel melek kanatlarını şeytanın kanatlarıyla değiştirecekti ama bu küçük meleğin kalbini kendisinden başkasının kırıp dökmesine izin vermeyecekti. özellikle de, onu iş molalarında ağlatan sözde çalışanlarının. hepsinin haddini bildirecekti ve bunu bizzat dimdik bir şekilde özgüvenle duran güçlü jimin yapacaktı.
kendi kendine gülümsedi, onu bu düşüncelerinden sıyıran şey açılan kapı ve içeriye adımlayan abisiydi.
"merhaba, taehyung."
"neden geldin?" hoseok'un gülümseyen yüzünün aksine ifadesiz kalmıştı, sahte gülümsemeler ve sahte sevgilerle işi yoktu uzun zamandır. abisinin ona karşı olan kinini bu gülümsemenin altında bile hissedebiliyordu.
"kardeşimi görmek istemiş olamaz mıyım?"
alayla burnundan soludu taehyung,
"kardeşini görmeye geldin demek? evet, neden beni görmeye geldin o zaman?"
"aslında bakarsan... senin şu ürkek sekreterin, küçük kuş. onun için geldim, annem şöyle bir bahsetti de. pek bir eğitimsizmiş? hatta güzel sanatlar lisesinden mezun. nasıl oldu da onu yanına işe alabildin? onun çok daha farklı bir sektörde ve bundan daha iyi yerlerde olması gerek, oldukça başarılı biri."
"bilemiyorum..." diye konuştu taehyung, yükselen öfkesini bastırmaya çalışarak. "ben ona dansta kazanabileceği maaşın beş katı maaş verdiğim için olabilir belki? onun yetenekli olduğunu iddia ediyorsun ama ne yapacak ki? aç karınla çalışacak hali yok ya? iyi bir geliri olmalı ve ondan sonra eğitimine rahat bir şekilde devam edebilsin, yoksa ona teklif edilen üç kuruş parayla her gün sadece hazır ramen yemesi işten bile değil."
"sen sadece maliyet olarak bakıyorsun bu işe değil mi? ne kadar da yobazca bir bakış bu. o adam yetenekli bir sanatçı ve oldukça iyi yerlere gelebilir, ona burs sağlayabilirim taehyung ve o küçük yetenekli kuş'u senden çalabilirim. onu bir yıldız yapabilirim." hoseok genişçe gülümsedi ve avuçlarını birbirine sürttü,
"böylece onda senin dikkatini çeken şeyi de bulabilirim. doğruyu söyle, onun diğerlerinden farkı neydi? olağanüstü güzelliği mi yoksa? zekası veya azmi değildir herhalde?"
"defol git. defol!" diye haykırdı taehyung, elindeki kalemi fırlatarak. neredeyse tüm katı ayağa kaldıracak bir haykırıştı. hoseok'un kastettiği şey tüm öfkesini kusmasına neden olmuştu. ne hakla sekreterini sadece güzel olduğu için seçtiğini düşünebilirdi? jimin... jimin, özeldi. onun jimin'i çok özeldi.
abisinin odadan çıkarken yüzünde oluşan bilmiş gülümsemeyle çok bir yanlış bir hamle yaptığını biliyordu, şimdi hoseok'un tüm dikkati jimin'in üzerinde olacaktı. onu koruması gerekiyordu, koruyabilirdi.
"seni koruyabilirim, ondan koruyabilirim."
☆
cama sertçe vurulmasıyla kendisine geldi, yine jimin'e aynı şekilde yakalanmıştı.
"senin burada ne işin var?" diye konuştu jimin, kapının ardından. kelimeleri yuvarlayarak konuşuyordu, halinden çakırkeyf olduğu belliydi. hemen uzanıp kapıyı açtı ve onu arabanın içine doğru çekti.
"gel buraya, üşüyeceksin dışarıda." jimin arabaya binince kedi gibi büzüştü olduğu yerde, taehyung istemsizce gülümsedi. onun gül rengine bürünmüş yanaklarına ve dağılmış güzel saçlarına baktı. içinde gittikçe büyüyen sevgisine dur diyemiyordu. bu adama her bakışında biraz daha aşık olmak sanki kaderine yazılmış gibiydi. kafasını kaldıran jimin'le göz göze geldi, gözleri kocaman olmuş taehyung'un yüzünde biraz hayranlık biraz da aşk içeren bakışlarla dolanıyordu,
"neden öyle bakıyorsun?" diye fısıldadı jimin,
"nasıl bakıyorum?" diye fısıldayarak karşılık verdi taehyung,
"ölecekmişsin gibi,"
"her an aşkından ölebilirim çünkü."
jimin'in soğuktan ve içkinin etkisiyle kızarmış yanaklarının daha koyu bir tona bulanışını gizleyemediği bir hayranlıkla izledi, bu adam - bu minik pembe avuçlarında onun kalbini tutan adam, hayatının her anında ayakta durmasını sağlayan tek sebepti. onun bundan hiçbir zaman haberi olmasa da.
"kes şunu. beni utandırıyorsun. hatanı biliyorsun, başkan kim."
taehyung onun cümlesinin sonuna eklediği başkan kelimesine güldü, jimin'in sevimli protestosu onu sadece güldürmüştü. uzandı ve onun ellerini avuçları arasına aldı, eğilerek beyaz tenine öpücüklerini kondurdu.
"özür dilesem hatamı bu hatamı affeder misiniz sekreter park?"
"ı-ıh, af için birazcık daha uğraşman lazım."
"mesela... ne yapmamı istersin? bana ne istediğini söyle ve onu önüne sermemi izle."
"hayır... hayır, taehyung. senden istediğim şey çoook ufak bir şey." kelimeleri uzatışı taehyung'a çok sevimli gelmişti, sarhoş jimin hem çok güzel hem de zavallı kalbi için oldukça tehlikeliydi. jimin kelimeleri yuvarlıyor ve kızarmış yanakları - kocaman olmuş gözleriyle ona bakıyordu. taehyung uzanıp tek eliyle onun saçlarını düzeltti, parmak uçlarının değdiği ten alev alev yanıyordu. onun hasta olabileceğini düşünerek endişelendi.
"hımm..." diye mırıldandı taehyung, sevgilisinin ellerini biraz daha sıkı sararak,
"benimle kalmanı istiyorum bu gece."
taehyung onun masum isteğine gülümsedi,
"seninle kalırım elbette, sonra bu hatalı mükemmel adamı affedecek misin?"
"evet, bu mükemmel ve hatalı adamı affedeceğim ama bana bunun için çokça öpücük vermeli."
taehyung tekrar güldü, jimin'in yanındayken ne çok gülüyordu böyle? şimdi jungkook'u anlayabiliyordu, arkadaşının yoongi'den bahsederken bile ışıl ışıl parlayan gözlerini anlayabiliyordu. arabadan indiler ve elleri yeniden birbirini buldu, ellerinin uyumları ikisini de gülümsetmişti. taehyung'un ince uzun esmer eline karşılık - jimin'in beyaz minik eli, öylesine bir uyumla birbirini bulmuştu ki sanki birbirlerinin yıllardır aranan eksik parçaları gibiydi.
eve varana kadar geçen o birkaç dakikada sessizlerdi, jimin şifreyi girdi ve açılan kapıdan içeri adımladılar. kapıda ayakkabılarını çıkarıp tek kelime bile etmeden jimin'in onu yatak odasına çekmesine izin verdi taehyung, onun içkiye bulanan güzel kokusuna kapılarak sımsıkı sardı onu o ufak yatakta. saçlarına, yumuşak yanaklarına minicik kelebek öpücükleri kondurdu. kollarında kaybolan sevgilisinin sıcacık varlığına tutundu ve rüyalar alemine daldı.
☆
yoongi elindeki kahveyi camla çevrilmiş balkonunda oturan seokjin'e uzattı,
"işte böyle hyung. ilk terapimiz ayrı ayrı olacakmış. sonra da çift olarak katılacağız ve her şeyi enine boyuna konuşacağız."
"kendiniz ve ilişkiniz için en doğru kararı verdiniz dostum, sizinlee gurur duyuyorum."
yoongi heyecanla gülümsedi ama bu heyecanına bulanmış olan hüznü hissedilebiliyordu, jungkook'u çok seviyordu. ona nasıl ve ne zaman böylesine aşık olabildiğini hiç anlamamıştı - her şey birden oluvermişti. o adam ışıl ışıl parıldayan gözlerle, taehyung'un yeni sekreterini ziyarete gelen yabancıya bakmıştı ve tam o an yoongi onun masum bakışlarında takılı kalmıştı, kendinden küçük o adamın - küçük prensinin aşkına düşüvermişti.
kavgaları ilk başladığında çok ufak sebeplerdendi; jungkook'un yüksek sesle oyun oynaması veya bazı geceler çoraplarla uyuması gibi sebepler - ama daha sonra büyük dalgalar halinde vurmuştu kuruntuları. sevgili olmadan önce, jungkook'un taehyung'tan hoşlandığını düşünürdü ve bundan da sonraları onu genç ve güzel sekreterinden kıskanmaya başlamıştı. o kızın jungkook'la yakın olmasına asla tahammül edemiyordu ve bu yüzden jungkook'la defalarca tartışmışlardı. yoongi şimdi sakin bir kafayla düşünce fark ediyordu, küçük prensine haksızlık ettiğini. jungkook, o ne istediyse yapmıştı - kendisi gibi davranmaktan bile vazgeçmişti. eşinin gözlerindeki eşsiz yıldızları son zamanlarda neredeyse hiç göremediğini düşündü. ince bir sızı yayıldı kalbine, elindeki kupaya buruk bir gülümsemeyle baktı.
"hey, nereye daldın?" seokjin, meraklı bir tavırla sorguladı.
"üzgünüm hyung." diyerek samimi bir tavırla gülümsedi yoongi ve devam etti, "sadece bu ana gelene dek yaşananları düşünüyordum. bizi ve evliliğimizi kendi ellerimle mahvedişimi. eğer jungkook o yüzüğü çıkarıp bırakmasaydı belki de hiç oturup bir şeyleri irdelemeyecektim."
seokjin destek olmak istercesine uzanıp onun omzunu sıvazladı,
"haklısın ama tek suçlu sen değilsin, böyle düşünerek kendini daha fazla üzme. bir ilişkide hatalar olabilir: senin kuşkularınla kavga çıkarman ve aynı zamanda da jungkook'un seni memnun edebilmek için olmadığı gibi biri davranması, ilişkinizdeki en başlıca sorunlardan. aranızdaki bu iletişim kopukluğu da sizi bu yola sürükledi, bu yüzden daha fazla geçmişi düşünüp canını sıkma. son kez terapistinize anlat bunları ve sonra da acı - tatlı bir anı olarak geçmişe göm." yoongi olumlu anlamda kafasını salladı, seokjin konuştukça içi rahatlıyordu ve nemlenen gözlerini sildi.
"hyung... iyi ki varsın."
"sen de öyle gigi. her zaman yanındayım, bunu biliyorsun." yoongi ona minnetle gülümsedi ve bir yudum daha aldı kahvesinden,
"namjoon ve jimin de bizim gibi iyi arkadaşlar oldular,baksana." yoongi'nin muzip sesiyle söylediği cümleye kıkırdayarak karşılık verdi seokjin,
"ee biz abi kardeşin kaderi de bu sanırım, ben seni kaçırdım - o da jimin'i kaçırdı."
"hyung!"
"tamam tamam, utanma. şaka yaptığımı biliyorsun. benim nişanlı olduğumu biliyorsun, sana takılıyorum sadece." yoongi, onun parmağındaki yüzüğe sevgiyle bakışını izledi.
"nişanlınla mutlusun değil mi?"
"evet, jisoo mükemmel bir kadın. onunla olabildiğim için çok şanslıyım."
yoongi akıl hocasına ve en değerli dostuna gülümseyerek baktı, o mutlu olduğu için sevinçliydi. bir süre daha güvenilir balkonda çene çaldılar, saat gece yarısına yaklaşırken seokjin evden ayrıldı ve yoongi'de uzun süredir bakmadığı telefonuna bakma fırsatı buldu,
―――――
jeonjungkook:
hey
hey
sen
yoongi
yoonie~
neden telefonuna bakmıyorsun ki
off sana mı gelsem
aile evindesin değil mi
ya orada değilsen
minyoongi:
selam kookie
―――――
jungkook'tan cevap hemen gelmişti, yoongi onun telefonun başında beklediğini tahmin etti ve gözlerinin önüne düşen görüntüyle kahkaha attı. sevgili kocası, telefonunu yatağın yanındaki prizde şarja takmış olmalıydı ve yorganına küçük bir dürüm olacak gibi sarılmış - soluksuz oyun oynuyor olmalıydı, bir yandan da gözü mesaj kutusunda olurdu.
―――――
jeonjungkook:
neredeydin bunca zaman
ve sadece selam mı diyorsun
endişelendim senin için
jimin'i aradım o da açmadı
sonra evine kadar gelecektim
ama belki yalnızlığa ihtiyaç duyuyor
olabileceğini düşündüm
seni rahatsız etmek istemeden
minyoongi:
oh
küçük prens
hayır böyle düşünme
sen beni rahatsız etmezsin ki
hiçbir zaman
meşguldüm üzgünüm
bakamadım telefona
seokjin hyung bendeydi
kahve içip dertleştik
seni endişelendirdiğim için üzgünüm
jeonjungkook:
üzgün olma
sadece ilişkimizi yeniden kuruyor olmak
beni tuhaf ve heyecanlı hissettiriyor
seninle her an
tıpkı ilk tanıştığımız anlardaki gibi flörtleşmek istiyorum
minyoongi:
seni engelleyen hiçbir şey yok
sevgilim,
hem
çok özledim seni
jeonjungkook:
beni böyle tavlayabileceğini mi düşünüyorsun?
evet
çok doğru düşünmüşsün
ailenizin evindesin değil mi hala
minyoongi:
jungkook....
evet
oradayım
gel,
jeonjungkook:
geliyorum
ve yoongi
sen nerede olursan ol
senin yanına gelirim,
her zaman
―――――
"cause, we remember that we were young,
our lives were grains in the sand..."
taehyung'un aldığı en huzurlu uykudan uyanmasına neden olan şey odanın kapısından ince ince sızan bir müzik sesiydi, yatakta elini uzattı - jimin'in olduğu taraf boştu. uzandı ve komodinin üstüne bıraktığı telefonunu aldı, saate baktı. her zaman uyandığı saatten çok farklı bir saatte uyanmıştı bugün. gün neredeyse öğlene dönmek üzereydi, bunun verdiği şaşkınlıkla yatakta oturdu bir süre. hayatında ilk defa geç bir saatte kalkmıştı, oysaki taehyung kendini bildi bile hep erken kalkardı.
bunu sonra düşünmek üzere zihninin arkalarına ittirdi, yataktan kalktı ve parkenin çıplak ayaklarına bıraktığı iç gıdıklayıcı soğuğu umursamadan jimin'i aramaya başladı. şarkı devam ediyordu ve taehyung, böylesine bir şeyin bile onu huzurlu hissettirmesine şaşırdı. güzel bir kahvaltı kokusu, sanatçının sesine karışan sevgilisinin sesi bugünün güzel bir gün olacağının habercisiydi.
yavaş adımları mutfağı buldu, sevgili jimin'i oradaydı işte. mutfak tezgahının önünde dikilmiş ve elindeki işle uğraşan sevimli erkek arkadaşını izledi,
"when the music always played
with the sound of our lives and the sweetest escape..."
"günaydın bebeğim."
taehyung, jimin'in onun sesini duyunca verdiği tepkileri izledi, jimin önce güzelce gülümsedi ve sonra gülmekten kısılmış gözlerini ona çevirdi. taehyung, bir an gördüğü gülümsemeyle neye uğradığını şaşırdı - jimin öyle içten ve sevgi dolu gülümsemişti ki, bir an için hayatı boyunca kalmak istediği anın tam bu an olduğunu kabul etti. jimin üzerinde ona büyük gelen bir tişörtle, bir mutfak önlüğüyle ve sevgi dolu kocaman gülümsemesiyle bu ufacık mutfakta öylesine ışıldıyordu ki taehyung onun ışıltısında kör olduğunu sandı.
"günaydın...ve yine bana öyle bakıyorsun..." taehyung onun sevimli mızırdanmasına gülümsedi ve birkaç adımda jimin'e vararak onu kolları arasına çekti, sanki göğüs kafesinden içeri sokmak ister gibi sarıldı güzel sevgilisine.
öylesine sıkı ve aşk dolu.
"çünkü sana aşığım park jimin, hayatımın her anı boyunca bu böyleydi. buna alışman gerekli güzelim."
"bu da ne demek böyle?" jimin'in şaşkın sorusuna sessiz kaldı taehyung, ona bir şeyleri hatırlatmak için henüz çok erkendi. sadece gülümsedi ve sevgilisinin saçlarına nazik bir öpücük kondurarak masaya geçti, jimin ona bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı ki keskin zil sesi bunu böldü,
"birini mi bekliyordun?"
"hayır, yoongi hyung gelmiştir belki..." diyerek kapıya ilerledi jimin, taehyung da onun arkasından kalktı. onların sabah keyiflerini yarım bırakan kişiyi kapıdan kovmayı düşünüyordu.
"merhaba küçük kuş." diyen sesi duyunca koridorda durakladı, güzel bir gün demişti değil mi -
"sikerler." diye homurdandı ve hızlı adımlarla koridoru aşarak kapıda dikilen jimin'i kolundan nazikçe tutarak geriye çekti ve hoseok'a döndü,
"merhaba hyung." iki kardeşin keskin bir nefrete bulanmış gözleri birbirini bulduğunda bu güzel olan günün mahvolduğunun işaretçisiydi.
selamlar, sevgiler. sakin bir bölümsü oldu, kaostan önceki son adımımız. kendinize dikkat edin bebişler - hepinize uçan öpçükler!! oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, yorum yapmadığınız süre nasıl olduğunu anlayamam nasıl gittiğini :(