DİLHUN

By lawellia

39.2K 1.7K 816

"Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yal... More

1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. ve 15. Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm

4.Bölüm

1.8K 103 48
By lawellia

Dünya o kadar dar, o kadar küçük ki... Yarın ne olacağı belli olmayan bir evrenin içerisinde nefes alıyoruz. Bir daha görmeyiz dediğimiz insanlarla belki binlercesine karşılaşıyor hatta ve hatta onlarla belki de aynı yerde nefes alıyorduk. Olmaz dediğimiz her şey başımıza yıkılıyordu. Olmaz deyip geçtiğimiz her şey eninde sonunda oluyordu. Bu hayatta insanlar ya mutlu oluyor ya da üzülüyorlardı. Bir bilinmezliğin içerisinde yaşıyorduk.

Halının desenleri ne kadar da güzeldi. Siyah halka detayları, toz pembe noktacıklar, çizgi detayları... Hepsi çok güzel duruyordu. Güzel yapmışlar. Mesela bu halı yamuk değil, hatalı da değildi. 

Kafamı eğmiş halının desenlerini inceliyordum.  Kafamı ciddi anlamda kaldıracak gibi değildim. Asaf gelmişti. Şaşkın şaşkın bakan gözleri yerine öfkeyi almış daha sonra da yorgunum diyerekten odasına çıkmıştı.  Biz de yorgunuz sadece sen yorulmadın pislik herif! Ben niye evime gidemeyip burada işkence görüyorum? Yorgunum ben de çok yorgunum.

Kolum Doğa'nın omzunda, başımı ise dik tutmaktan yorulmuştum.  Zehra Teyze anneme mahalledeki insanları tanıtıyordu. Hangisinin fesat hangisinin kötü niyetli olduğunu ayırt edemeyen annem her defasında şu o muydu diye sorarak tekrardan kafasına yer etmeye çalışıyordu. Banu ile Esila moda hakkında konuşuyorlardı. Gökhan ile Doğa da derslerden konuşuyorlardı. Ne hikmetse öğretmenlik okuyan birine gelecek hakkında soru soruyordu. Son senesi ya herhalde o sebepten. Babamla İlhan amca ise galatasaraydan girmiş fenerden çıkmış soluğu beşiktaşta alarak futbolcuları konuşuyorlardı.

Ersin Destanoğlu, topları tutan o kollarına kurban olduğum adam. Geçen geceki maçını da izleyemedim. Burak Yılmaz, senden de özür dilerim be abim sen de vardın o maçta... Vida, Nsakala, Atiba, Necip Uysal...

Ay Necip kardeş seni izlemediğim için hiç yalan söyleyemeyeceğim, üzülmedim. Sekseninci dakikada oyuna girip seksen bir de sarı kart yediğin gün biz bir uzaklaştık seninle.

Doğrularak önümdeki sehpada duran çay bardağını elime aldım. Yarıladığım bardağı tek dikişte içtiğimde içerisindeki çay bitmişti. Soğumuştu zaten iyi oldu.

Koltuğun kenarından destek alarak ayağa kalktım. Çay bardağını altlığıyla beraber elime alarak Zehra Teyze'ye doğru döndüm. Annemle dedikodunun dibine vurmaya çalışan Zehra Teyze benim ayaklandığımın hiç farkında değildi.

"Zehra Teyze," diye seslendim. Bakışları annemden kopup bana çevrildiğinde gözlerimle elimdeki bardağı göstererek havaya kaldırdım. "Mutfak ne tarafta?"

"Salondan çıkınca sağa dön zaten bir tane kapı var orası mutfak, kızım."

Teşekkür ederek salonun çıkışına geldim. Aklıma bir şey daha sormak gelince arkamı dönüp Zehra Teyze'ye baktım. O da bana bakıyordu. Sarsak adımlar attığım için kaşları çatılmış, vücudumu tarıyordu. Annem gözünü bir kere değdirip bana bakmamıştı. Baksaydı o da beni anlar ve görürdü.

"Ha bir de lavabo ne tarafta?"

Çatık olan kaşları iyice çatılarak parmağıyla üst katı gösterdi. "Merdivenleri çıkınca sol da kalıyor."

Kafamı sallayarak mutfağa gittim. Çay bardağını tezgahın üzerine bırakarak etrafıma bakınmaya başladım. Mutfak kahverengi tonlarındaydı. Çok fazla incelemek istemediğim için mutfaktan çıkarak merdivenlere yöneldim. Merdivenlerin basamaklarını yavaşça çıkarak üst kata ulaştım. Sağda ki oda mıydı yoksa solda ki miydi? Sağ oda lavaboydu. Öyle demişti, iyi hatırlıyorum. Kapının kulpunu çevirip açtığımda beni lavabo yerine bir oda karşılamıştı. Burası değildi, anlamalıydım.

Tek kişilik bir kız odasıydı. Kapıyı kapatarak bu kapının biraz daha yanında duran kapının elceğine dokundum. Sağ demişti iyi hatırlıyordum.

Kulbu tutup aşağıya çekerek kapıyı ardına kadar açtım. Önce içeriden yoğun tarif edemeyeceğim kadar güzel bir koku burnuma çalındı. Ferahlatıcı ve dinginlik hissi veren bu koku istemsizce ayaklarımı odanın içerisine doğru yönlendirmişti.

Bir oda olduğu belliydi fakat kimin odasıydı bilmiyorum. Kapının ardından bakınca da hiçbir şey gözükmüyordu. Merakıma ve kokuya yenik düşerek iyice içeriye adımladım.

Yatağın bir yüzeyi görünene kadar ilerlemiş. Artık odanın içerisine girmiştim. Yatağın üzerine baktığımda Asaf'ı görmek ise beni bir hayli telaşlandırmıştı.

Burası onun odası mıydı?

Yüz üstü yatmış, kafasını yastığa gömmüştü. Üzerine  çektiği pike çıplak olan belinin sadece küçücük bir yerini kaplıyordu.

Kaşlarımı çatıldı. Gözlerim gördüklerinden hiç de memnun değildi.

Sırtında bir sürü yara izi vardı. Morluklar ve kemer izleri çoğunluktaydı fakat yara almayan yerleri pürüssüzdü.

Elim istemsizce öne doğru uzandı. Dokunmak istiyordum. Morluklar yeniydi ve pansuman bile yapılmamıştı. Kanayan yeri bile vardı.

Yanlıştı, ayaklarımın ona doğru gitmesi, elimin morluklarına dokunmak istemesi çok yanlıştı.

Doktorum ben, yanlış anlamazdı. Yaralarına bakması için zaten bir doktora ihtiyacı vardı. Aranan doktor ayağına geldi, kızmaz herhalde.

"Daha ne kadar izlemeyi düşünüyorsun?"

Uyumuyor muydu? Nasıl anlamıştı ki burada olduğumu?

"Şey, odaları karıştırdım."

Sağ kolunu yastığa iyice sararak yüzünü yastığa iyice gömdü. "Odadan çıkmak için neyi bekliyorsun?"diye sordu boğuk bir sesle.

"Yaraların," diyerek ona doğru hareketlendim.

"Seni ilgilendirmez." diyerek yattığı yerden doğrularak yüzüme bakmaya başladı.

Ayaklarım birbirine dolanmıştı. Ne öne adımlıyabiliyordum ne de geriye, çakılmıştı buraya.  Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım fakat hiç bir kelime çıkmıyordu iki dudağımın arasından.

Yumruklarımı sıkarak omuzlarımı dikleştirdim. "Yaraların, taze. İltihap kapmadan pansuman yapılması gerekiyor. Doktorum ben, benim önceliğim insanların iyi olması. Kusura bakma fakat ben o yaraya bakacağım."

"Baktım, kusura baktım. Odama izinsizce girip bana ahkam kesemezsin." dedi ve sesini yükselterek konuşmaya devam etti. "Kimsin ki ya sen, kim?" Durdu. Nefeslerim sekteye uğramış yumruk yaptığım  avucumu açıp kapatıyordum. Dik dur, Ecmel.

"Onu senin yüzünden kaçırdık."

Kimden bahsediyordu? Ben, sarhoş olduğum gece ne yapmıştım ki bana bu kadar öfkeliydi.

"Ben, ne yaptığımı bilmiyorum."

Oturduğu yataktan kalkarak karşıma dikildi. "Ne yaptığını bilmiyorsun." diye söyledi. "Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun?"

Kafamı sağa sola salladım. "Hiç," diye fısıldadım.

Başım dönüyordu, dik durmalıydım.

"Hiç," deyip beni tekrar etti.

Ayaklarım, biraz daha sabredin ne olur. Lütfen, size yalvarıyorum şimdi olmaz, şimdi olmaz.

"Çık hadi odamdan öyle de her bulduğun kapıdan içeriye girme."

Ama yaraları?

"Pansuman yapmadan gitmem."

Bir küfür savurup eliyle burum kemerini sıktı. Gitmeyeceğimi anlamıştı. "İnadın batsın. Senin.inadın.batsın."

Sanırım koskoca Türk askerini bile bezdirdim. 

Omuzlarını indirerek kapıya doğru yürüdü. Kapının elceğine uzandığı an da seslendim. "Rica ederim ya ne demek."

Kapının oradan dönüp yüzüme baktı. Dişlerini sıkıyordu. Eliyle yatağı göstererek yüzüme bakındı. "Otur şuraya ben geldiğimde iki dakikalık pansumanını yapar sonra da siktir olur gidersin."

Hop, küfür filan ayıp oluyor ama yeğen.

Kafam nasıl güzel ama... Hep uykusuzluktan hep.

Asaf odadan çıkıp gittiğinde yatağa doğru bakındım. Elimi alnıma götürerek dönen başımı durdurmak istercesine alnıma bastırdım.

Başımın dönmesi azaldığında yatağın ucuna oturarak bozulan yatağa bakındım.

Yatak bozuk filan değildi. Sadece üzerine örttüğü battaniye buruşturulmuş ve yatağın bir kenarında toplanmıştı. Elimi çarşafın yüzeyinde gezdirerek belimin arkasında bıraktım. Çarşafın dokunuşu çok güzeldi. Arkada olan elime doğru belimi kırarak koluma yaslandım.

Kapı açıldı, içeriye girdi. Ayak seslerini duyumsuyordum. Yürüdü, yürüdü ve görüş alanıma girene kadar hiç durmadı.

Kendisini gördüğüm esnada yüzüne bakmıştım fakat o bana bakmak yerine ne olduğunu bile anlamadan yatağa oturmuş ve elindeki çantayı yanıma bırakarak nefesini bırakmıştı. "Çabuk yap şu pansumanı."

Sonra da siktir olup git, demek istiyor.

Pansumanı yapmam için tentürdiyot çıkararak yatağın yüzeyine koydum. Enfeksiyon kapmaması için eldivenleri elime geçirerek morluklarına bakındım. Aslında o kadar da kötü görünmüyordu. Yani sadece kanayan yeri.. İki ceviz büyüklüğündeydi. Yaranın etrafını temizlemeye başladığım da solukları sıklaşmıştı. Canı yanıyordu. Pamuğu yaranın etrafında gezdirirken yaranın üzerine eğilerek üflemeye başladım. Belki acısı dinerdi.

"Ne yapıyorsun?" Hızla arkasını dönmüş yerimden sıçrayacağım bir şekilde bağırmıştı.

"Canını yaktım. Acısı hafiflesin diye yarana üflüyordum."

Hışımla elimdeki pamuğu alarak ayağa kalktı. "Üfleme! Niye üflüyorsun kızım? Canımın yanması sana mı kalmış?"

"Canını yakan benim, pardon." Soğuk kanlılığımı koruyarak hissizce konuşmuştum. "Oturur musun? Canın yanmadığına göre devam edeceğim."

"Hayır, pansumana devam etmeyeceksin. Çık şimdi odamdan!"

"Kanaman çok fazla temizleyip, yarana bakmam lazım." dedim ve nefeslenerek bu sefer tane tane konuştum. "Lütfen, oturur musun?"

Sırtını bana dönmüş yarasını gösteriyordu. İki ceviz büyüklüğünde olan kanı silmiş, küçücük bir bıçak izinin olduğu ortaya çıkmıştı. Ve hala o izden kan akıyordu.

"Küçücük bir yara. Hem merak etme askerim ben gerektiği zaman pansuman yapacak bilgiye sahibim."

Doğru, askerlere öğretiyorlardı değil mi?

"Küçücük bir yara, küçük. Şimdi lütfen odamı terk eder misin?"

Oturduğum yataktan ayağa kalktım. Yine başım dönmüştü.

E ama benim de başım haklı yani, ben de bu kadar güzel bir kadın görsem ben de dur duraksız bayılacak gibi olurum. Hatta artırıyorum, ben direk bayılırım.

Başımın toparlanmasını beklemek için vaktim yoktu. Öne doğru düzgün bir adım atmış olmama rağmen ikinci adımımda tökezlemiş düşecek gibi olmuştum. Asaf koşarak kolumdan tutmuş, bir şeyler söylüyordu fakat sesler buğuldanıyordu.

Bir adım atmaya mecalim bile kalmamıştı. Elden ayaktan boşalmıştım, resmen.

Bacaklarımı bir adım için daha zorlayacağım esnada başım iyice dönmüş bedenim sert kolların arasına yığılmıştı.

En son gördüğüm kömür gözlerdi.

Kömür gözleri elalarımdaydı.

*********

Salonda sessizlik hakimdi. Herkes susmuş, sessizliği  dinliyorlardı. Fuat ile Naciye'nin gözleri kapıdaydı

Bu sessizliğin çok sürmüş olduğunu düşünen Zehra Hanım ise ortaya doğru konuşmak için eğilmişti. Sessizliğin sebebi bariz belliydi.

"E havalar da çok sıcak."

"Evet." dedi Naciye Hanım.

Bu konuyu hiç dinlemeyen Fuat Bey ise bir anda ayağa kalkarak "Ecmel de bir gelemedi." diyerek kalktığı yere tekrar oturarak derin bir nefes çekti ciğerlerine.

"Ben bir ablama bakayım." deyip ayağa kalkan Esila'nın arkasından Doğa da kalkmış ve salondan çıkmışlardı.

O esnada Asaf, kollarına yığılmış olan kadını sıkıca tutarak kucağına almıştı. 

Her karşılaşmalarının sonucunda bu kadın böyle bayılacaksa vay halime, diye geçirdi içinden genç adam.

Kucağına aldığı kadınla odasının kapısından dışarıya çıkmış merdivenleri inmeye başlamıştı. O sırada merdivenleri çıkmaya başlayan Esila ve Doğa ikilisi ablalarını Zehra Teyze'lerinin en büyük oğlunun kucağında gördüklerinde bir çığlık atıvermişlerdi. 

Salon da oturmak da olan herkes çığlıkla yerinden zıplamış, ayağa kalkarak birbirlerine bakınıyorlardı. Banu, göz temasını keserek salondan çıkmış gördüğü manzara karşısında o da bir çığlık atmıştı. Bu sefer herkes bir transtan çıkarmışçasına irkilerek kendilerine gelmiş ve birer birer koşarak hepsi salondan çıkmıştı. 

Herkes gördüğü manzaradan oldukça şaşkındı. Merdivenlerin ortasında kucağında Ecmel ile aşağıda ki kalabalığa bakan Asaf ise ciddiyetliğini koruyordu. Gözleri Ecmel'in üzerindeyken açıklama yapması gerektiğini düşündü. "Lavabonun önünde baygındı." diye açıklayarak kalan basamakları indi.

Yalan söylemişti, hem de ailesine... İlk defa tanımadığı bir kız içindi bir de.

"Nasıl, nasıl bayılmış?" dedi Naciye Hanım.

Esila annesine dönerek bağırmaya başladı. "Ablam, bu gece çok kötüydü ama bunun farkına bile varamadın. Bize de iyiyim, iyiyim diye geçiştirdi. Sağol anne, cidden sağol."

Asaf kimsenin konuşmasını dinlemek istemediğinden dış kapıya kadar yürümüştü. Kapıyı nasıl açacağını düşündüğü esnada Doğa ona kapıyı açmış kafasıyla dışarıyı göstermişti. Ayakkabılarını hızlıca ayağına geçirerek evden çıktıkları gibi Asaf arabasına yürüdü. Arka koltuğa Ecmel'i yatırarak kendisi şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı. Doğa yandaki koltuğa oturduğu esnada Asaf arabayı son süratle hastaneye doğru sürüyordu.

Evde ise durum biraz karışmıştı. Esila sürekli annesine bağırıyordu. Fuat Bey kızını ilk defa böyle gördüğü için tutunacak bir yer arıyordu. İlhan Bey Fuat'ın koluna girerek burada olduğunu belli etmek istediği için omzunu sıkıp bırakmıştı.

Zehra Hanım olayın şokun atlatamamış eli hala açılan ağzını örtmek için kapanmıştı. Banu ve Gökhan ise Asaf'ların evden çıktığını gördükleri gibi onlarda peşinden çıkmışlardı.

Zehra Hanım olayın şokunu atlattığında ortaya doğru konuşmuştu. "Esila tamam kızım. Naciyecim hadi biz de gidelim peşlerinden."

"Evet doğru söylüyor." diye onayladı İlhan Bey.

Evde kalan diğerleri de teker teker arabalarına atlayıp kontağı çevirmişlerdi. Esila hangi hastaneye gittiklerini Doğa'dan öğrenmiş ve telefonu kapatmıştı. O sırada Asaf hastanenin acil kısmında arabayı durdurduğu gibi arka koltukta baygın olan kızı kucağına alarak acilin kapısından girmişti.

Her şey bir an da oldu. Sedyeye yatırıldı, bir odaya aldılar onlara ise orada beklemeleri gerektiğini söyleyip hastane koridorunda yalnız bırakılmışlardı.

Herkes hastaneye geldiklerinde koridora Asaf ile Doğa'nın yanına geçmişlerdi. Esila Doğa'nın omzuna başını koymuş kapıya bakıyordu. Fuat Bey koridorda geziniyordu. İlhan Bey de daha yeni arkadaş olduğu adamı yalnız bırakmamak adına o da koridorda onunla beraber tur atıyordu.

Nurcan Hanım dizlerini ovuşturuyordu. Zehra Hanım ise yanındaki sandalyede oturmuş kadına bakıyordu.

Banu ve Gökhan ise koridorun sonunda peteklerin orda oturup koridoru izliyorlardı.

Asaf ise duvarın önünde kollarını göğsünde toplamış kapıya bakıyordu. Kendisi kadının gözlerindeki baygın bakışların farkındaydı. Belki öğrenebilmek amacıyla kabul etmişti pansumanı yoksa kimse ona istemediği bir şeyi asla yaptıramazdı.

Neden bayılmıştı ki?

Bilmiyordu ve bilmemek onun canını çok fena sıkıyordu.

*********

Gözlerimi aralamaya çalıştım. Sanki gözlerimin üzerine bin tane eşya koymuşlardı da göz kapaklarımı o sebepten açamıyordum.

Evet, hatırlıyorum bayılmıştım. Hem de Asaf'ın kollarına.

Göz kapaklarım zor da olsa açılmıştı. Hastane odasındaydım, kendi çalıştığım... Kolumda serum vardı. Serum karnımı doyurmuş...

Uykusuzdum bir de ilaç verdilerse tahminen bir günden fazladır uyuyor bile olabilirdim.

E doktor olunca her şeyi anlıyorsunuz. Malum doktorum da ben.

Kaç yıl doktorluk okudum az kendi kendime övüneyim ama değil mi?

Kapı açılmış içeriye beyaz önlüklü bir kadın girmişti. Arkasını dönüp kapıyı kapattığından yüzünü görememiştim.

"Daha iyi misin, Ecmel?"

İnci'ydi. Sesinden tanımıştım. Arkasını dönüp serumu kontrol edip yanımdaki koltuğa oturdu.

"Kendimi iyi hissediyorum. Zaten iyiydim de açlıktan bayıldım."

Zehra Teyze önümüze sadece çay koymuştu. Çayla da karın doymuyor ama değil mi? Annem tembihlemiş sakın bir şey yapma, yaparsan darılırım diye.

"Keşke acil de sen kalmasaydın. Sana söylediğim için o kadar pişmanım ki yüzüne bakmaya yüzüm yok." deyip kafasını iyice aşağı eğdi. Zaten geldiğinden beri sadece bir kez bakmıştı yüzüme sonra da koltuğa oturup yere bakınmıştı.

"Kendini suçlu hissetme. Bu benim hatam yemek yiyebilirdim fakat hiç istemedim. O nöbeti de er ya da geç bir başkasından duyup yine ben alırdım. Kendini hiçbir şey için suçlu hissetme, bak darılırım. Ve şu kafanı kaldırıp yüzüme bakar mısın?"

Kafasını yavaşça kaldırıp yüzüme baktı daha sonra da gülümseyerek gözlerini yumdu. "Evet de ben kendimi suçlu hissettim. Sanki her şeye ben mesul olmuşum gibi geldi."

Annem yüzünden yemek yiyemedim, diyemedim.

"Hayır, hayır sakın. Hem ben ne zamandır uyuyorum, ya?"

"İlaç verdik. İki gündür uyuyorsun."

Dudaklarım yukarı ve aşağı olmak üzere kocaman açılmıştı. "İnci, iki ne? Hiç uyanmasaymışım." dedim ve kafamı yastığa iyice bastırdım. "Ama var ya ben bu iki günlük uykuyla dört gün nöbete kalırım."

"Aman, aman sakın yok sana nöbet falan." dedi telaşla.

Kıkırdayıp gülmeye başladım.

"Annenler, kapıdalar." dedi ve kapıyı göstererek ayağa kalktı. "Çağırıyorum."

Kafamı salladım. Korkmuşlardır. Uyandığımı görsünler de sevinsinler.

İnci çıktıktan iki dakika sonra annem, babam ve ikizler odanın içerisine girerek kapıyı kapatmışlardı. Hepsi yorgunluktan gözleri bitap düşmüştü. Yahu, hiç mi uyumamışlardı?

"Annecim, iyi misin?" 

"İyiyim anne. İki gündür uyuyormuşum. Sapasağlamım hiçbir şeyim yok."

Annemin gözleri kızarmıştı, ağlayacak. Yatağın kenarına oturup elimi tuttu. Babam da yatağın diğer tarafına oturup diğer elimi tutmuştu. İkizlere baktığım da ayakta bakınıyorlardı.

"Siz de kafamı tutun, ikiz dingiller." diye takıldım onlara.

"Ha, ha ha ve ha şakacı seni." dedi Esila.

Doğa, elini havaya kaldırarak yıkıl karşımdan dermişçesine hareket ettirmişti. "Bu kız gayet formunda baksanıza bize dingil demeye bile başladı."

"La sus, dingil." dedi babam ve elimin üst kısmını okşayarak yüzüme baktı.

"Yine dingil olan ben oldum, iyi mi?" Doğa'nın homurdanmasına Esila gülerek karşılık vermişti.

Annem elimin üzerini öptüğünde başım ona doğru dönmüştü. "Birazdan çıkış işlemleri yapılacak. İyisin değil mi annem?"

"İyiyim anne gayet iyiyim."

"Seni Asaf abinin kucağında baygın bir halde görünce çok korktuk." diye lafa girdi birden Esila.

"Asaf oğlumdan Allah Razı olsun seni lavabonun önüne de baygın görünce direk kucağına almış. Teşekkür etmek lazım onlara da tüm gece bizimle beraberdiler." dedi babam.

Lavabonun önünde bayılmışım...

"Evet, zar zor gönderdik onları da."

Asaf da mı buradaydı, yani.

"Annecim," diyerek bana döndü annem. "Sen neden doğru dürüst yemek yemedin. Bu hastanede öğlen yemeği vakti yok mu, var. E o zaman neden yemiyorsun, annecim?"

"Vaktim olmadı." diye geçiştirdim annemi.

"Asaf abi de," diye söze girdi Doğa. "Çok endişelendi senin için  sabaha kadar gözlerini kapıdan ayırmadı. İşi çıktı, gitmek zorunda kaldı biz de Zehra Teyze'leri gönderdikten sonra Asaf Abi direk buraya bir adam göndermiş. Koridorun sonunda sürekli doktorlara uyandı diye sordular."

Annem şokla ağzını aralamıştı. Fark etmemişti sanırım...

"Teşekkürlerimi iletmem lazım, Asaf Bey'e."

"Babacım, üç gün izinlisin. Perşembe başını yapacaksın." diye girdi konuya.

"İzne gerek yoktu." dediğim sırada Esila "Vardı. Sus bakıyım sen." diyerek susturmuştu beni.

"Naciye, kız toparlandıktan sonra İlhan Bey'leri yemeğe davet et."

Annemin gözleri parlamıştı. "Yarına toparlamış olur. Yarın akşam bizdeler o halde." deyip ellerini çırptı.

Anne, niye bu kadar sevindin gözünü sevdiğim? Neden yani anlat biz de bilelim.

Annem ve babam odadan çıkıp kantine kahve almaya inerlerken Esila yanıma gelmiş kulağıma eğilerek nefesini üflemişti. Huylandığım için kıpırdanarak kulağımı ona daha çok yaklaştırdım.

"Ablana söyle bana hesap verecek, dedi Asaf abi. Ne hesabı abla, sen neyin hesabını vereceksin?"

Ecelimin...

***********

Hastaneden dün çıkmıştım. Eve geldiğim gibi iyi olduğum halde annemler zorla yatağa yatırmışlardı. Uykum yok, deyip durmuştum fakat bir zaman sonra yatak uykumu getirmiş ve uyumuştum.

Bugüne uyandığımda kahvaltımı yapıp koltuğa oturmuş televizyon kanallarını gezineceğim sırada Esila evi süpürmeye başlamış. Annem ise mutfaktan salona oradan oraya mekik dokuyordu.

Bugün Demir ailesi bize gelecekti, değil mi? Unutmuşum.

Şimdi ise mutfaktaki masada oturmuş ellerimle sarma sarıyordum. Annem dün geceden tatlıyı yapmış. Sarmaya gerek yok deyip durduğu halde benim canım istemişti. Oturdum tek başıma sarıyorum. Arada bir de çiğ çiğ yiyorum. Böyle de çok güzel pişince de... Her şeyiyle o kadar güzel ki, ah canım sarma aşk olsaymışsın sen.

"Oo hamarat kız, yardıma ihtiyaç var ?"

Mutfak kapısından Esila gözükmüştü. Sinsi sinsi bakıyor, Sinsirella.

Masanın yanına yaklaşıp hala sinsi sinsi gülerken elini tencerenin içindeki sardığım sarmalara uzattığını gördüğümde hızla eline vurdum fakat nafileydi almıştı sarmalarımdan. "Çiğ çiğ yeme, karnın ağrır. Hem elleme benim sarmalarımı."

Asla ben çiğ çiğ yemedim.

Tencereyi oradan alıp üzerine kapağını örterek sıkı sıkı sarıldım. "Benim sarmalarım."

"Ay, anladık. Sen sarmışsın aferin sana. Yardım filan istesen de etmiyorum, hıh." deyip saçını savurarak mutfağın çıkışına yöneldi.

"Bitti ki zaten, hıh."

Kalan diğer yaprakları da sararak tencereyi ocağa koydum. Çok güzel sardım, incecik.

Gelmelerine bir kaç saat kalmıştı. Yukarıya çıkarak kendimi duşa attım. Duştan sonra odama geçtiğimde  üzerimde bornozla ne giysem diye düşünmeye başladım.

Siyah boyundan bağlamalı body ile beli lastikli koyu mavi mom jean pantolonu giyerek saçlarımı havluyla kuruladım. Islak olan saçlarımı örerek omzumdan aşağıya bırakarak odadan çıktım.

Merdivenleri inerken zil çalmıştı. Arkamda Doğa'nın olduğunu hissediyordum. Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde Doğa da yanımda durmuştu.

Annemler kapıyı açmış salona geliyorlardı. Göz göze geldiğimizde başımı eğerek selam verdim. Herkes teker teker salona geçtiklerin de Doğa'yla biz de salona geçtik.

"Masaya geçelim mi? Acıkmışızdır." dedi annem.

Zehra Teyze onu onayladığında herkes ayaklanmış ve masaya geçmişlerdi.

Sandalyeyi çekip masaya oturduğum esnada Zehra Teyze, "Ecmel, iyisin değil mi kızım?" diye sormuştu. O sırada annem de kaselere mercimek çorbalarını döküyordu.

"İyiyim, çok şükür. Nöbetten geliyordum. Yorulmuştum o yüzden bayılmışım. Teşekkür ederim sizlere annemlere yardımcı filan olmuşsunuz."

"Ne demek kızım. Asıl sen Asaf'a teşekkür et. Seni fark edip hastaneye yetiştiren oydu." dedi Zehra Teyze ve yanında oturan Asaf'ın omzuna başını koyarak saniyesinde kaldırdı.

Gözlerim kömür gözlerine ulaştığında gülümsedim. "Teşekkür ederim, Asaf."

Dudaklarının ucu kıvrılmıştı. "Rica ederim, Ecmel."

Bu bizim ilk defa birbirimize adımızla seslendiğimiz andı.

"Hastaneden izin aldın değil mi, Ecmel?" diye sordu İlhan Bey.

Mercimek çorbasından bir kaşık içtiğimde başımı hafifçe salladım.

Başka kimse bana soru sormamış herkes çorbasına yamulmuştu. 

E ama masada benim sarmalarım yok.

Üçüncü kaşığı almak için kaldırdığım kaşığı yerine koyarak sandalyemden kalktım. Masadaki sessiz bakışlar bana döndüğünde "Hemen geliyorum." diyerek salondan çıktım. Mutfağın kapısından içeriye girdiğimde sarmalarımın tezgahın üzerindeki tencerede gördüm.

Tencerenin kapağını açtığımda yüzüme dumanlar gelmişti. Yukarıdaki dolaptan kayık tabak alarak sarmaları oraya dizmeye başladım.

"Neden yemek yemiyorsun?"

Yerimde sıçrayarak arkamı döndüm. Sessiz bir şekilde nasıl gelmişti ki buraya?

"Yiyorum," dedim fısıltıyla.

"Yeseydin, bayılmazdın." diyerek sol kaşını havalandırmıştı.

Önüme dönerek sarmaları tekrardan tabağın içerisine dizmeye başladım. "Canım istememişti ben de yememiştim. Bayılacağımı düşünmedim."

"Bayılacağını düşünmedin." diye tekrarladı beni.

"Hı ,"

Bir an da belimden tutarak beni kendisine çevirdiğinde afalladım. Mutfak tezgahı ve onun bedeni arasında sıkışıp kalmıştım. Sol eli sol kolumdaydı.

"Konuşurken yüzüme bak."

Ne?

"Ben senin emir erin değilim. Bana emir veremezsin."

Sağ eliyle burun kemerini sıkarak yüzüme bakındı.

"Yemek," dedi ve ne zaman eline aldığını bilmediğim sarmayı ağzıma tepiştirdi. "Yiyeceksin."

Sarmayı çiğnerken o da iki parmağıyla tuttuğu sarmanın suyunu yalayarak bir adım geriledi. Ağzımdaki sarmayı yutup yüzüne baktım.

"Yemek yiyip yememem seni neden bu kadar ilgilendiriyor?"

"Askerim ben," deyip ağzıma tekrardan sarmayı koyduğunda bu sefer kanmayıp sadece sarmanın yarısını ısırdım. "Benim önceliğim düşmanları yok etmek. Belli ki senin de düşmanların var. Sen yemek ye ki o düşmanlar ortadan kaybolsun. Bu asker de rahat etsin."

Sarmanın yarısını ağzına atarak çiğnemeye başladı.

Yutkundum. Ben hiç bir şey söylemeyince o da söylemedi. Arkasını dönüp mutfaktan çıktığında tek başıma kalmıştım.

Dudaklarımı yalayarak tabağa sarmaları dizmeye devam ettim.

Bu anlar ölümsüz olarak hafızama kaydedildi. Ölsem unutmam...

Yalnız, sarmalar çok güzel olmuştu.

                                                                                  ...

Okuyor musunuz, okumuyor musunuz anlayamıyorum. Ses verin, sinyal çakın, oraya bir yere çiçek böcek koyun da okuyorsunuz diye sevineyim.

Continue Reading

You'll Also Like

750K 8.9K 5
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
95.3K 10.1K 35
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
409K 21.9K 69
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 44.5K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...