ESİR RUHLAR ALEMİ

Da Elif_Tepe

15.9K 1.2K 896

Geçmiş hayatını kaybetmiş Ayza, kazada ailesi ölünce bırakıldığı yetimhaneden ayrılıp bir medyumun yanında ç... Altro

1
2
3
4
5
6
7
8
9
11
12
13
14
15
16
17
18
19

10

568 56 29
Da Elif_Tepe

Sonra söylediği o cümle geldi aklıma "bunu yapanı yaşatmam!" demek Halitin oynadığı oyuna inanmamış, sadece inanmış gibi yaparak beni kandırmayı başarmıştı.

Elinden kaçamazdım, bir adım gitsem ikinci de önümü bile göremez düşerdim. Yaptığım hatanın sonucuna razı oldum ve gözlerimi sıkıca kapatarak ölmeyi bekledim.

Yüzüme çarpan nefesiyle gözlerimi açtım. Kolumu tuttu ve kulağıma fısıldadı "şimdi arabanın yanına çök ve sakın sesini çıkarma. Sana doğru gelen birini gördüğün zaman sessizce uzaklaş buradan." bir sorun vardı ve bu sefer benimle ilgili değildi.

"neler oluyor? Niye indik arabadan?" arada bir yola bakıyordu "eğer kaçmak zorunda kalırsan arabanın kapısını açtığında çıkan ses seni ele verecektir. Güvende olman gerekiyor. Buraya saklan ve bekle. Ne olursa olsun sana doğru gelmelerine izin vermem."

Beni kollarımdan tuttu ve arabanın önünde bir yere oturttu "ne duyarsan duy sakın ortaya çıkıp kendini onlara gösterme. Ben hemen döneceğim." arabaya yaslandım ve Baybarsa güvendiğim için dediğini yaptım.

Uzaklaşan adım sesleri korkumu arttırmıştı. O gittikten dakikalar sonra karanlık bir orman ve ıssız bir yolda tek başıma kalmıştım. Köpek sesleri o kadar yakından geliyordu ki nefes alsam beni duyup buraya geleceklermiş gibi hissediyordum.

Nerede olduğuna bakmak için başımı kaldırdım hafifçe. Yolun en başında arka arkaya park etmiş iki araba ve birkaç adam vardı. Baybars, en önde duran adamın yaklaşık üç metre uzağında durmuş öfkeyle bir şeyler anlatıyordu.

Arabalarının farları yandığı için ne olup bittiğini rahatlıkla görüyordum. Şimdi neden Baybarsın arabasının mat siyah olduğunu anlamıştım. Karanlıkta zerre kadar parlamıyordu.

Tekrar başımı uzattım. Bu sefer en önde duran adamın silahının namlusu, Baybarsın başına çevriliydi. O silahın ateş alma ihtimalini düşününce yüreğim ağzıma gelmişti.

Neden böyle olduğunu bilmiyordum ama ona zarar verecekleri hissi canımı yakıyordu. Baybars ise korkması gerektiği yerde gayet rahat bir tavırla konuşmaya devam ediyordu.

Adam silahını indirdi ve adamlarına bir şey söyledi. Lafı daha bitmeden, adamlar araçlara binmişti bile. Adam, Baybarsın dibine kadar yaklaştı ve gülümsedi. Söylediği şey, Baybarsın deliye dönmesine sebep olmuştu.

Adam bana doğru baktığı an başımı geri çektim ve geriye yaslandım. Beni görmesi imkansızdı ama göz göze gelmek bile beni korkutuyordu. Elimi göğsüme bastırdım ve sakinleşmeye çalıştım.

Başımı tekrar çevirdiğim zaman adamların gitmiş olduğunu gördüm. Fakat Baybarsı göremedim. Başımı geri çektiğim zaman yanımda durduğunu fark edince istemsizce çığlık attım.

Yüzüme bakıyordu. Ayağa kalkmak için elimi uzattım fakat her zaman yaptığı gibi tutmadı. Birinin elini tutup kaldırmak ne kadar zor olabilirdi ki? Arabaya tutundum  kalktım "neler oluyor? Kim bu adamlar?"

"arabaya binermisin? Herkesin olduğu gibi benim de düşmanlarım var." gayet açıklayıcı olmuştu. Arabaya bindik ve ana yola geri döndü "ben neden senin arabanın mat siyah olduğunu anladım. Çünkü karanlıkta parlamıyor."

Başını salladı "günaydın diyelim o zaman. Bu arabanın her yeri özel olarak yapıldı. Karanlıkta asla parlamaz. Lastiklerin jantları bile siyah ve mattır." insalar neleri düşünüp de üretiyordu "kaza yaptırmaya tam bilet yani"

Bir tek tuşa bastığı an aynalardaki koruma kapağı kalktı "bunu da mı sen yaptın?" herhangi başka bir engel için tedbir amaçlı hızını artırmıştı "tehlike anında ayna, far ve plaka gibi tek ışık kaynağıyla bile çok fazla parlayan bölümler kapaklarla kapanıyor. İstediğin zaman açıp kapatabilirsin." dedi az önce bastığı düğmeyi işaret ederek.

"müzik açmak istediğinde de radyoya kibarca rica mı ediyorsun?" başını hafifçe sola doğru yatırıp yüzüme baktı "hayır. Sen içinden en sevdiğin şarkıyı geçiriyorsun. Sonra birden müzik çalmaya başlıyor."

O kadar da değil denecek türdendi "bu da biraz fazla oldu sanki!" gülümsedi "dene ve gör!" o an içimden en sevdiğim şarkıdan bir cümle geçirdim içimden.

Radyoyu açmasını beklerken o yola odaklanmış bir şekilde derin bir nefes aldı ve şarkı söylemeye başladı.

"Fikrimin ince gülü
Kalbimin şen bülbülü
O gün ki gördüm seni
Yaktın ah zalim beni

Ateşli dudakların
Gamzeli yanakların
O gün ki gördüm seni
Yaktın ah zalim beni"

Cidden doğru tahmin etmişti. Üstelik sesi harika ötesindeydi "sen bugün beni çok şaşırttın. Daha başka neler göreceğiz acaba?" arabayı durdurmuştu "neden şaşırıyorsun ki? Ben de bir insanım sonuçta. Gülerim, yemek yerim, sohbet ederim ve hatta şarkı söyleyip yemek bile yapabilirim. Ne yapmam gerekiyor seni şaşırtmamak için? Sana çok mu soğuk davranayım; ben öyle şarkıdan, çiçekten böcekten anlamayan sinirli ve asi bir adamım pozları mı keseyim? Ben o an ne hissediyorsam onu yansıtır, ne düşünüyorsam onu söyler ve ne istiyorsam onu yaparım."

Haklıydı, sonuçta o da bir insandı. Hem de sesi çok güzel olan bir insan "neden gitmiyoruz?" diye sordum. Etrafa baktı ve tekrar bana döndü "arabayı evin içine kadar sokamam çünkü ben Vecihi değilim."

Sanırım evime gelmiştik ve ben bunu yeni fark ediyordum "gitmeden sana sormam gereken bir şey var? Sen hiç pançonu, benim montumun üstüne koydun mu?"

Ateş yandığı zaman çok sıcak olmuştu ve ben de çıkarmıştım "evet sanırım öyle bir şey oldu ama diğer taraflarda yer kaplamasın diye aynı yere koymak istedim. Neden ki?" yine düşünceli haline bürünmüştü "sordum sadece. Parfüm kokun oldukça kalıcı ve kumaşa çok çabuk tutunacak kadar da keskinmiş."

Montuna mı sinmişti? Arabada durmuş öylece bekliyordum "sanırım eve gitmek istemiyorsun" yine eve geldiğimizi unutmuştum "yok ineceğim de kahve içmek ister misin ya da yok sen çay seversin, çay yapayım mı?"

Kolundaki saate baktı "gitmem gerekiyor şimdi." haklıydı. Adam sabahtan beri benim yanımdaydı.
"iyi geceler." dedim ve arabadan indim. Ben apartmana girene kadar beklemiş ve sonra da gitmişti.

Bugün Hâyal ortalarda görünmüyordu. Anahtarla kapımı açtım ve evime girdim. İçimden kıvrak bir Ayza çıkmıştı. Dans etmek istiyordum ama o kadar da mutlu değildim "hem neden mutlu olmam gerekiyor ki?"

Kendi kendime konuşurken kıyafetlerimi çıkararak duşa girmiştim. Saçıma bile duman kokusu sinmişti. Güzel bir duş aldıktan sonra pijamalarımı giymiş ve televizyonun  karşısına kurulmuştum.

Telefonumu elime alma fırsatı bulduğum zaman, beş cevapsız çağrım olduğunu gördüm. Üçü Sevgi hanımdan, diğer ikisi de Halittendi.
Haliti arayacak değildim. Saat geç olduğu için de Sevgi hanıma mesaj göndermeye karar verdim.

"buluşma mekanımızı ayarladım. Konuştuğumuz saatte Nostalji Pastanesi isimli salonda olacağız. Sizi de oraya bekleriz."

Kadına mesajı gönderdikten sonra aynı şekilde Baybarsa da mesaj attım "Sevgi hanımı saat dörtte bizim pastaneye çağırdım. Haberin olsun."
Daha sonra telefonu bir köşeye bıraktım ve televizyonu açtım.

Kanalların arasında boş boş dolaşırken dışarıdan gelen bağırma sesleriyle televizyonu kapattım. Kalktım ve iyice dinledim. Birkaç adamın kavgası gibi görünse de küçük bir çocuğun ağlama sesi geliyordu.

Perdeyi hafifçe araladım ve olayı izledim. Üç tane adam karşılıklı kavga ediyordu. İçlerinden en iri olanı küçük bir erkek çocuğunu yakasından tutmuş bırakmıyordu.

Etraftaki evlere baktım. Kimse yardım etmiyor aksine pencere aralarından izliyorlardı. Adam, küçük çocuğa vurduğu an içim sızlamıştı. Telefonu elime aldım ve kapıya doğru gittim.

Polisi arayarak ihbarda bulunmuş ve adresi vermiştim. Polisler gelene kadar adamlar, çocuğa bir şey yapabilirdi. Ayakkabılarımı giydim ve montumu bile giymeye fırsat bulamadan soluğu dışarıda aldım.

Salıncakta oturan Hâyal arkamdan seslendi "sen bu şekilde fazla yaşamazsın!" demek aşağı inme saati gelmişti salıncak güzelinin. Bahçe kapısından çıktım ve adamlara doğru yürüdüm.

Yukarıdan göründüğü hallerinden daha kalıplı olan adamlar korkudan dilimi yutmama sebep olmuştu. Yanlarına kadar yaklaştım ve
"çocukla derdiniz ne? Bıraksanıza!" diye bağırdım. O an kendimi fillere kafa tutan karınca gibi hissediyordum.

Adamların bakışları beni bulunca arkama bile bakmadan kaçma isteği sardı içimi. Çocuğu tutan adam gülmeden duramamıştı "tabii patron sen nasıl istersen!" diyerek çocuğu yere fırlattı. Yere düşen çocuğun boynunda asılı olan kese dışarı çıkmıştı. Çocuk telaşla keseyi geri koymaya çalışırken adamlardan diğeri görmüş ve "ne bu?" diyerek, keseyi boynundan çekip koparmıştı.

Çocuk, adamın ayaklarına sarıldı "o annemin hastane parası. Aylardır biriktiriyorum ne olur almayın!" diye ağlamaya başladığı zaman yine bir tokat daha yemişti.

Çocuk köşede içli içli ağlarken adamların yeni odak noktası ben olmuştum "ee bu hanımefendi ne diyiyordu tam olarak?" çocukla göz göze geldiğimiz an kaçmasını işaret etmiştim fakat o gitmiyordu.

Sanırım adamın elindeki kesesini almak istiyordu. Adamlar üstüme üstüme geliyorken mantıklı düşünmem imkansızdı. Onları farklı bir yere çekersem polislerin bizi bulması zorlaşırdı.

Yerimde kaldım ve sakin olmaya çalıştım "bakın o daha küçük bir çocuk. Ne istiyorsunuz ki?" yerdeki taşa gözüm takılmıştı. Adamlar tamamen yaklaşmadan kendimi korumak için eğildim ve taşı yerden aldım.

Adamlardan biri çocuğu tutuyordu kaçmasın diye. Diğer ikisi ise bana yaklaşıyordu. Elimdeki büyük taşı adamlardan birinin kafasına attım. Başından kan akarken eliyle yarasının üstüne bastırdı ve inledi.

Diğeri koşarak üstüme gelirken kenara çekildim ve arkasına geçerek sırtına atladım. Koala gibi yapışmıştım adamın sırtına. Dengesini şaşırıp sağa sola gidiyordu. Düşmemek için sıkıca tutundum ve elindeki keseyi almaya çalıştım.

Ani bir frenle önümüzde duran arabalardan inen polisler bize doğru gelirken Baybars da arabasından inmişti. Polisler önce çocuğu tutan adamı, sonra da kanı durdurmak için yere oturmuş bekleyen adamı aldılar.

"ne yapıyorsun orada? İn adamın sırtından!" diye seslenen Baybarsı aldırmadan en sonunda adamın elindeki keseyi almıştım. Beni sırtından atan adam kaçmaya çalıştığında polisler peşinden gitmişti.

"yanından ayrılalı iki saat bile olmadı." ayağa kalktım ve kollarıma bulaşan çamuru temizlemeye çalıştım "bu halde neden dışarı çıktın. Saçların ıslak, üstünde incecik bir pijama... Hastalığa davetiyesin resmen."

"bana bir şey olmaz. Al şunu çocuğa ver. Zavallı zaten perişan oldu. Annesi için hastane parası biriktirmiş." keseyi elimden aldı "Mustafa!" adamları araca bindiren polis memurlarından biri yanımıza geldi "bu çocuğun emanetiymiş. Verirsiniz bir ara!"

İleriden iki memur, elleri kelepçeli adamı getirirken "hepsini aldık komiserim." demişti. Baybars polislere döndü "tamam arkadaşlar sağ olun. Siz gidin. Adamların sorgusuna Tevfik girsin!" diyerek bana baktı.

Kolumdan tutup apartmana geri götürdü. Eve çıkıyorduk "sen neden geldin?" Aralık olan kapıyı iterek açtım ve ayakkabılarımı çıkardım "ihbar telsizime yansıdı. Baktım senin evinin adresi..."

Kapının sövesine yaslandım "sen de merak ettin." dedim lafını tamamlayarak. Sol kaşı havalandı "evet ettim! Tarzan mısın sen? Adamların üstüne atlamak da ne demek. Silahları olsaydı ya da bıçak çekselerdi ne yapacaktın. Polisi arayıp beklemek hiç mi aklına gelmedi de adamları kendi üstüne çektin?"

Hiçbir şey olmamıştı ama öfkeliydi "ama bir şey olmadı. Durup bekleyemezdim çünkü çocuğun canını yakıyorlardı." başını hafifçe aşağıya doğru eğdi "tamam ama bir daha böyle bir şey yapma. Biz zaten bütün herkese aynı şeyi söylüyoruz. Eğer bir tehlike varsa polisi arayıp bekleyin. Kendinizi de aynı tehlikeye atmayın diyiyoruz."

"ha yani herkese aynı tepkiyi veriyorsun?" montunun fermuarını çekiştirdi "aynen öyle yapıyorum. Şimdi ben gideceğim. Lütfen bir olaya karışma... Lütfen!" tanıştığımızdan beri öyle çok büyük olaylara karışmamıştım zaten. Tepkisi boşunaydı.

"gitmeden önce sormam gereken bir şey var. Sen benim en sevdiğim şarkıyı nasıl tahmin ettin? Arabada söylediğin hani..."

"yerleri temizlerken hep aynı şarkıyı mırıldanıyorsun." oysa ben o gün dosyalardan başka bir şey görmüyor diye düşünmüştüm. Gözleri etrafı incelerken "görüşürüz." dedi ve merdivenlerden hızlı hızlı inerek gitti.

Kapıyı kapatmış öylece kalmıştım.

___________________________________

Oldukça eski bir mahallenin taş yolunda ağır ağır yürüyordum. Ahşaptan yapılmış evlerin bazıları restore edilmiş hatta mavi, yeşil, beyaz ve kırmızı gibi renklere boyanmıştı. Fakat benim en çok hoşuma giden olduğu gibi kalan ve ahşap kokusu iliklerine kadar sinen evlerdi.

Bahçe içinde, iki katlı bir evin sahibi, bahçe kapısını çocuklara açmıştı. Yanına aldığı malzemelerle, bahçesinde mis gibi gözlemeler yapan yaşlı kadın, sokakta oyun oynayan çocuklara dağıtıyordu.

Beni görünce durmam için seslendi "dur bakalım güzel kızım. Hele bir içeri gel." tombul yanakları şeker gibi tatlıydı. Altında çiçekli basmadan bir etek ve örgü yeleğiyle, elleri hamur kokan bir ana sıfatı oluşturmuştu gözümde.

Hani göğsüne yattığınızda o pamuk gibi elleriyle saçlarınızı okşar ya işte tam o anın hayali yakmıştı bağrımı. Ne garip! Hiç bilmediğim bir duyguyaydı içimde büyüyen bu özlem.

Yanında duran minderin üstüne oturdum "buyur teyzeciğim." tepsiden aldığı dumanı üstündeki gözlemeyi tabağa koyarak bana uzattı "al sıcak sıcak ye." beni tanımadığı halde pişirdiği yemeğe ortak etmişti.

"seni öyle geçerken gördüm. Yüzün bana ölen kızımı hatırlattı. O da senin gibi çok güzeldi." gözleri dolmuştu. İçini çekti derince "başın sağ olsun." diyebildim sadece.

Tabak kucağımda duruyordu. Daha yeni pişirdiği gözlemelerden bir tane daha koydu tabağıma "al bak bu da kıymalı." anne yüreği böyle bir şeydi demek ki.

Baybars beni ararken kapının önünden geçiyordu "buradayım!" diye seslendim. Bahçenin kapısına yaklaştı "gel oğlum gel. Çekinme de gir içeri. Ne şanslıyım ki bugün daha çok kişiyle paylaşacağım nasibimi."

Baybars 'ne oluyor?' dercesine göz kırpmış sonra da içeri girmişti. Yaşlı teyze bir minder daha koydu benim yanıma "ben bu güzel kızı yanıma sesledim." dedi ve aynı şekilde Baybarsa da bir tabak hazırladı.

Sokakta oyun oynayan çocukları rahatsız etmemek için arabasını mahallenin girişine park etmişti Baybars. Bana önden gitmemi söylediği için ondan önce gelmiştim buraya.

Sevgi hanımla görüştükten sonra Baybars yeni bir dosya açmıştı. Bugün, adamın nasıl öldüğünü öğrenmek için Sevgi hamının evine gidecektik.

Genç bir kız, elindeki tepsiyle çıktı evin kapısından. İki büyük ayran bardağını önümüze bıraktı "afiyet olsun." dedi. Bahçeden içeri giren çocuk koşarak yanımıza geldi. Koşmaktan yüzü domates gibi kızarmıştı.

Saçları terden birbirine yapışan çocuk nefes nefese "Gülsüm Ana... Gülsüm Ana!" diye bağırarak lafına devam etti "Fatma teyzenin gelini hamileymiş. Gözleme kokusu ta oraya kadar ulaşmış. Sen beni görevlendirdin ya. Hasta ya da hamile olursa gel bana söyle diye."

Gülsüm teyze bir tabak daha çıkardı masanın altından. Tabağı doldurup çocuğa verdi "koş bunu Fatma teyzene götür." biri bir şey ister diye kapısını kapatan insanlara kıyasla kapısını ardına kadar açan ve her bir lokmayı paylaşan insaları görmek beni tekrar hayata bağlamıştı.

O gece, küçücük bir çocuk yardım isterken perde arkasından bakanlar da kendime insanım diyiyordu güya. Oysa insanlık, sadece bir varlık ismi değil şahsiyet meselesiydi.

Baybarsla birlite oturmuş hem Gülsüm teyzenin sohbetine katılmış hem de yemeğimizi yemiştik. Sevgi hanımı daha fazla bekletmek istemeyen Baybars yüzüme baktığı zaman "kalkalım." demek istediğini anlamıştım.

Çantamı yerden aldım ve Gülsüm teyzenin elini öptüm "seninle tanışmak çok güzeldi Gülsüm teyzem. Biz artık kalkalım." dediğimde bana sıkıca sarılmıştı "yine gel olur mu? Bir saat bile olsa kızıma olan özlemim dindi sanki biraz."

Baybars da Gülsüm teyzenin elini öpmüştü. Birlikte bahçeden çıktık "biz seninle ne zaman bir araya gelsek ya bir şey yiyoruz ya da bir şey içiyoruz. Bu gidişle kilo alacağız." söylediklerinde gayet haklıydı.

"bu kadın sana çok büyük bir miktar para teklif etti ama neden burada oturuyor?" işaret parmağıyla şakağına vurdu "sence bu beyin boşa iş yapar mı? Araştırdım... Eşinden kalan şirketleri oğulları yönetiyormuş. Kadın da doğduğu evi yenilemiş. Huzur içinde yaşamak istiyormuş."

Yaş tahtaya basmamak için gerçekten araştırma yapmıştı. Oldukça büyük bir evin önüne geldiğimiz zaman zili çalmam için bana müsaade etmişti.

Zili çaldım ve bekledim. Kapı açıldı ve evin hizmetçisi bizi içeri aldı. Gözümde beliren görüntüdeki kadın bu kadın değildi. Sevgi hanım bizi odada bekliyordu.

Oldukça eski bir tarza sahipti evi. Mobilyalar bile ceviz ağacından yapılmıştı sanırım. Koltukların ve avizelerin altın sarısı rengi evi oldukça aydınlık ve zengin göstermişti.

Ceketlerimizi çıkarıp yan yana oturduk. Sevgi hanım misafirperver bir şekilde "hoş geldiniz. Ne ikram edelim size? Çay, kahve ya da soğuk bir şeyler?.."

Önümüzde duran sehpada hazırlanmış ikramlara bakamadım bile. Oldukça toktum ve tıka basa doluydum. Baybars da benimle aynı halde olacak ki ikimiz de sadece kahve istemiş ve sohbete dalmıştık.

Havadan sudan konuşurken konu Abdullah beyin ölümüne gelmişti. Baybars, Sevgi hanımla derin bir cinayet sohbetine daldığı zaman ben etrafı izlemeye koyulmuştum.

Karşı duvarda kocaman bir aile resmi asılıydı. Zor bir şey olmalıdır ki inanın içi bu denli çok yanıyor. Ölüm acısıyla büyümek farklı bir şeydi ama canından çok sevip, ömrünü paylaştığın birini sonradan kaybetmek... Düşününce bile inanın içi paramparça oluyordu "müsaadenizle biz biraz araştırma yapalım." dedi ve ayağa kalkarak bana bakmaya başladı.

Ben sohbeti kaçırmıştım. Belli etmemek için onunla birlikte kalktım "evet biraz araştırma yapalım." Sevgi hanım önden, biz ise arkasından Abdullah beyin çalışma odasına girmiştik "o günden sonra kimsenin bir şeye bile dokunmasına izin vermedim." dedi.

Göz yaşlarını tutamayarak "siz araştırma yapın. Ben odada bekleyeceğim." diyerek kapıyı çekip çıkmıştı. Baybars etrafa bakarken "nereden başlayacağımızı biliyor musun?" diye sordu.

Abdullah beyin çalışma masasına doğru yürüdüm ve ilk anındaki gibi duran sandalyeye oturdum. Gerçekten hiçbir şeye dokunmamışlardı. Baybars, tam karşıma oturdu ve beni izlemeye başladı.

Geriye yaslandım ve Abdullah bey gibi masada duran fincanı elime aldım. Fincanın içinde kurumuş telve vardı. Başım istemsizce geriye düştü ve gözlerim karardı.

Gözlerimi tekrar bu odada açtım fakat Ayza olarak değil. Odada ne Baybars vardı ne de ben. Abdullah bey, önündeki dosyalarla ilgileniyordu. Geçen sefer gördüğümden çok daha iyi görüyordum.

Kırmızı kapaklı bir dosyayı eline aldı. İçindeki kağıtları imzalayacağı zaman telefon çalmıştı. Telefonun ahizesini eline aldı ve kulağına götürdü "alo... Buyurun!" kalın bir ses yankılandı telefonun diğer ucundan "elindeki dosyayı imzalarsan yaşama imkanın yok!"

Daha sonra telefon kapanmıştı. Ahizeyi yerine bıraktı ve "ne olursa olsun imzalayacağım!" diyerek kağıtlara imzayı attı. Telefon tekrar çalmıştı, açtı "hayatına elveda de!" o sırada içeri hizmetçi girmişti.

Elinde tuttuğu tepsiyi sıkıca kavramıştı. Abdullah beyin karşısında durdu ve kahveyi masaya bırakıp aceleyle odadan çıktı. O anın geleceğini anladığımda kendimi acıya hazırlamıştım.

Sakinleşmek için kahvesini içmişti. Başına yayılan ağrı, çiğerlerini zorlayan bir nefese dönüştü. Ciğerleri şiştikçe, göğüs kafesi genişliyordu. Acıdan ter döken adam sesini bile çıkaramıyordu.

Titreyen ellerini kapıya uzattı. Aynı anda ağzından ve burnundan kan geliyordu. Yaşadığı acının aynısını hissediyordum. İç organları parçalanmıştı. Son nefesini vermeden önce hizmetçi koşarak odaya girdi ve kırmızı dosyayı alarak bahçeye açılan kapıdan dışarı kaçmıştı.

Kollarımdan tutmuş beni sarsan Baybarsın yüzünü görünce kendime geldiğimi anlamıştım. Aşağı doğru kaydığım için boynum acımıştı. Acıdan ağlamış olmalıydım ki yüzüm ıslanmıştı.

Yüzümü kendine çevirdi "iyi misin? Kalkabilir misin?" koltuğun yanlarından tutundum ve ayağa kalktım. Nefes aldıkça göğsüm batıyordu. Koluna girmek istemiştim fakat yine kabul etmemişti.

"gidelim mi? Sen bana yolda anlatırsın." Sevgi hanımın yanına gitmiştik. Baybars sözcü olarak durumu anlatıyordu "biz bir şeyler bulduk. Müsaade ederseniz şimdi gidelim. Muhakkak sizinle iletişime geçeceğim."

Vedalaşmış ve evden çıkmıştık "sen şurada otur beni bekle. Araba çok aşağıda, oraya kadar yürüme." diyerek arabayı getirmeye gitmişti. Kaldırıma oturdum ve bekledim.

Çok geçmeden arabayla geri dönmüştü. Evime doğru yola çıktığımız zaman "eğer iyisen anlatır mısın, neler gördün?" diyerek konuyu açmıştı.

"Abdullah bey bir telefon konuşması yaptı. Kırmızı bir dosyayı imzalarsa öleceğini söyleyen biri vardı telefonun diğer ucunda. Abdullah bey tehdite kulak vermedi ve dosyayı imzaladı. Hizmetçisinin getirdiği kahveyi içince zehirlendi ve bütün iç organları parçalandı. Hizmetçi de dosyayı alarak bahçe kapısından kaçtı."

Kaşları çatıldı yine, bu düşünceli olduğu anlamına geliyordu "otopsi raporuna kalp krizi sonucu hayatını kaybetti diye yazmışlar. İç organları parçalansa doktorlar kesinlikle şüphelenir ve polise haber verirdi."

Elimdekini saklamaya çalışıyordum "ya otopsi doktoruyla anlaşma yapan bir katilse aradığımız kişi?" başını salladı "doğru... Kolaylıkla sonuçları değiştirebilir. Peki o zehri nasıl kanıtlayacağız?"

Elimdeki fincanı havaya kaldırdım "ben bunu çaldım. Sevgi Hanım hayatta vermezdi." bir yola bir fincana baktı "kafayı mı yedin acaba? Kadın kimsenin dokunmasına izin vermezken sen yanına almış... Pardon çalmışsın! Ne işine yarar ki o senin?"

Acaba panik mi yapmıştı? Mantıklı düşünmesi gereken bir insandı çünkü kendisi "içinde kahve telvesi var Baybars!" cıkladı ve derin bir nefes aldı "ne yapayım yani? Telveden fal bakıp, katili mi bulayım?"

Alay etmesi sinirimi bozuyordu "hayır ama incelemesi için birine verebilirsin. Böylelikle Abdullah beyin kahvesine ne katmışlar öğreniriz." kaşları havalandı ve yüzüne bir gülümseme yayıldı "aklına kurban olurum kız senin! Ben bunu nasıl düşünemedim."

Çantamda bulduğum bir poşete fincanı koydum ve torpidoya bıraktım "durumdan beni haberdar et." evime gelmiştik. Kapının önünde durdu ve etrafa baktı "o kadar güzel mahalle varken burada ısrarla kalmasan keşke." o da ne kadar tehlikeli bir yer olduğunun farkındaydı.

"belki bir gün..." dedim ve "görüşürüz." diyerek lafımı tamamlayıp arabadan indim. Ben apartmana girdiğim zaman uzaklaştı.
Yukarı çıkmadan önce ısrarla çalan telefonuma baktım.

Halit defalarca aramıştı. En sonunda dayanamadım ve cevapladım "efendim." adam Joker gibi sürekli gülüyordu "sözümü tutmak için aradım. Bir saat içinde attığım adreste buluşalım. Baybarsın kız kardeşini sana vereceğim."

Gözlerimi sıkıca kapattım ve duvara yaslandım. Demek gerçekten sözünü tutacaktı. İçim içime sığmıyordu sanki. Onun, kardeşini görünce nasıl mutlu olacağını düşünüyor ve heyecanımı ikiye katlıyordum.

Kardeşini, ona götürdüğüm zaman her şeyin gerçeğini anlatacaktım. Bugün bu iş bitecekti.

______________________________

Bölüm sonu...

💙🌼💙🌼💙🌼💙💙🌼💙💙

Continua a leggere

Ti piacerà anche

VİSAL Da 🐣

Narrativa generale

156K 7.7K 44
İçimde bir yerler durmadan sızlıyor, nefes dahi almayı haram kılıyordu bana. Ciğerlerime hapsettiğim havayı özgürlüğüne kavuştururken kendimi sonu ol...
345K 15.8K 45
Laz bir kız... İnatçı, dediğim dedik, ağzından çıkan her sözü yemin bilen bir kız. Peki kim bu kız?? Namı değer muallim hanım yani; DURU ZORLU An...
KESKİN Da BERNA ILGIN

Storie d'amore

22.3M 903K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
762K 28.8K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...