Aşka Tapanlar

By SadeceYildizlar

1.1M 30.5K 3K

Kadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme... More

Okumadan Önce;
Önemli gibi gibi!
A.T.▪ 00: Önsöz
A.T.▪ 01 : Sırça Kader
A.T.▪ 02 : Tanrı Parçacıkları Ve Polemos
A.T.▪ 03:"Vah Vah! O Da Mı Öğrenciymiş?"
A.T.▪ 04: "Asla Pes Etmez."
A.T.▪ 05: Ivan Androviç
A.T.▪ 06: Ivan Androviç'in Evinde
A.T.▪ 08 : SIFIR (The Zero)
A.T.▪ 09 : Savaş Ve Adras'ın Hikayesi
A.T.▪ 10 : Güvercin
A.T.▪ 11 : Kırılmaz Duvarlar
A.T.▪ 12 : Sizden Biri
A.T.▪ 13 : Yalnız
A.T.▪ 14 : Onlar
A.T.▪ 15 : Konuşma
A.T.▪ 16 : Tehdit Unsuru
A.T.▪ 17 : "Sessizlik Ve Çığlık. Susmak Ve Küfretmek."
A.T.▪ 18 : "İyi Uykular Tanrım."
A.T.▪ 19 :Güneşe Gömülenler, Ayı Selamlarlar.
A.T.▪ 20 :"Onlar, Fırtınayla Savaştılar, Eşit Olmayan Savaşta!"
A.T.▪ 21 :"Savaş ve Soykırım"
A.T.▪ 22 : Arka Perde
A.T.▪ 23 : "Trajikomedi Müptelası"
A.T.▪ 24 : Günlükler - Savaş York
A.T.▪ 25 : Günlükler - Arda Boğan
A.T.▪ 26: "Yanan Kar Kristalleri"
A.T.▪ 27 : "Sonsuza dek yoldaş"
A.T.▪ 28 : EAS
A.T.▪ 29 : Erkek Kadına Dedi Ki
A.T.▪ 30 : Amen
A.T.▪ 31 : "Hayalet"
A.T.▪ 32:"Ey Özgürlük!"
A.T.▪ 33: "Edamızdaki dünya."
A.T.▪ 34 : "İşbirliği"
A.T.▪ 35: "Kan Kokan Hayaller Havuzu"
A.T.▪ 36:"Nefes Molası-Milattan Önce"
A.T.▪ 37:"Milat"
A.T.▪ 38:"Milattan Sonra"
A.T.▪ 39:"Son Darbe"
A.T.▪ 40: Dünyayı Güzellik Kurtacak
- Son Söz -
|Teşekkür|

A.T.▪ 07 : Ölmek Zamanı

20.1K 793 35
By SadeceYildizlar

                                           

BÖLÜM 7 - Ölmek Zamanı



Çağan Ertürk bir perşembe günü, saat dört buçukta, (...) Hastanesinde kalbi durduğundan dolayı ölüme mahkum edildi.

Yirmi ikinci günün sabahında...

Buna karar veren kişi, kendisiydi. Bunu kendisi istemişti ve onu hiçbir zaman anlayamayacaktım. Neden beni bıraktığını veya neden hayata tutunmadığını.

Onu özlemiştim.

Kalbimdeki donuk sızı, adeta günden güne büyümüş ve alevlenmişti. İstediğim tek şey ona sımsıkı sarılmaktı sonsuza dek. Onu o kadar istiyordum ki, ismimi unutuyordum zaman zaman.

Onu özlüyordum ve gün boyunca yaptığım tek şey buydu. Odamda, pencere kenarında duran o tek kişilik yatağım, mezarım olmuştu adeta.

Derslerime, hayalet gibi girip çıkıyordum ve çoğu zaman benim yerime imza atan arkadaşlarım sayesinde devamsızlık kotam dolmuyordu.

Evde olduğum zamanlarda, odamın kapısı kapalı ve kilitliydi. Kimseyi görmek istemiyordum. İstediğim tek şey gün boyunca yorganıma sarılmak ve... durmaktı. Sadece, öylece durmak istiyordum.

İçimde tarif edemediğim bir boşluk vardı günden güne büyüyen. Gözlerim açılmak, gözyaşlarım akmak bilmiyordu. Gözlerimin önünden yüzü gitmiyordu. Son anında yanında olamadığım gerçeği derimi dağlıyor iken yaşamak zordu.

Kendi gerçeğimdi bu ve gerçeklerden nefret ediyordum. Onu son kez görme ayrıcalığına bile sahip değildim. Bana onu göstermemişlerdi. Sadece bekliyorduk. Sadece bekliyordum.

Odamın kapısı çalınmıştı. Bir kere, iki kere, üç kere... Şu son iki haftada belki binlerce kere. Onların evde olmadıkları zamanda ihtiyaçlarımı gidermek için dışarı çıkabiliyordum ancak çünkü onları görmek bana onu hatırlatıyordu ve bu acı veriyordu.

İçimde, iç organlarımı yakan bir volkan patlamıştı ve onu durduramıyordum. Bazen geceleri sarsılarak uyanıyordum çünkü ölümünü izliyordum.

İlk hafta daha zor geçmişti.

Her gece yatağımdan sıçrayarak uyanmak o kadar berbattı ki, uyuduğum için kendimi suçluyordum kimi zaman. Hislerimi yazdığım bir giz defteri edinmiştim o gittiğinden beri.

Konuşmuyor, yazıyordum ve bu yetiyordu.

Hiçbir şey yapmak istemediğim halde yazmak rahatlatıyordu beni. Vizelerim yaklaşıyordu ve kendimi toparlamam gerektiğini biliyordum. Gözlerimi yavaşça açtığımda, birkaç siyah noktanın dansını izledim bir süre görüşüm netleşene kadar. Hemen karşımda duran kıyafet dolabımın üzerindeki hurca takıldı gözlerim. Beyaz kumaşın üzerine kırmızı çiçekler basılmıştı. Her çiçek birbirine yeşil, ince çizgiler ile bağlıydı. Bu hurcu fazla yorgan ve yastık yüzlerimizi koymamız için anneannemin diktiğini hatırlıyordum. Sanırım o zaman on yaşındaydım ve Çağan hurcun içerisine girip bana zorla fermuarı çektirmişti. Annem ve babam uzun bir süre Çağan'ı ararken, Çağan, o hurcun içerisinde anneannemin yatağının altında saklanıyordu ve o anda bile küçük kıkırtılarını duyabiliyordum.

İstemsizce gülümsediğimi fark ettim. Şanslıydım. Şanslıydım çünkü onunla geçirdiğimiz onca zamandan kalan ve gülerek hatırlayacağımız anılarımız vardı. Bunun için şanslıydım fakat bu onu hala özlediğim gerçeğini değiştirmiyordu.

Ah, o adli tıp raporunun çıkmasını istiyordum çünkü... Çünkü her şeyin sonunda ona bunu yapan insanların ellerini sallayarak sokaklarda gezmesi düşüncesi beni öfkelendiriyordu. Mahkeme görülmeden Çağan'ın pes etmesi, davayı nasıl etkileyecekti bilmiyordum.

Gözlerimi çiçek desenli kumaştan çekip çalışma masama diktim. Kapalı bir diz üstü bilgisayar ve birkaç kağıttan başka bir şey yoktu. Tüm eşyalarımın kilitli çekmecemde olduğunu bildiğimden o tarafa baktım.

Odama kahverengi tonları hakimdi. Küçüklüğümden beri pembe rengini sevmemiştim ve yaşıtlarım oyuncak bebekler ile oynarken haberleri izlemiş veya Çağan ve Arda ile birlikte araba yarıştırmıştım.

Sadece bir ay önce Çağan gözlerime bakıyordu. Gözlerime bakıyor ve gülümsüyordu fakat şimdi yoktu. Yoktu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Onu bir daha göremeyecek olmak yeterince kötüydü ve onun öldürüldüğü düşüncesi beni kahrediyordu. Kahrolmamın nedeni ise, katillerinin ceza almayacağını bilmemdi. Tarih, tekerrür ederdi.

İşte hepsi bu kadardı. Yine de, sonucu her ne olursa olsun ona bunu yapanların cezalarını çekmelerine yardım edecektim. Ah, nasıl!

Hiç yardımcı olmuyordum. Orada, yatağımda kokuşmuş pijamalarım ile yatarken hiç yardımcı olmuyordum. Ayaklarımı yatağımdan aşağı sarkıttım ve ardından yorganı üzerimden atarak ayağa kalktım. Güzel, rahatlatıcı ve uzun bir duşa ihtiyacım vardı, ardından odama gelecek ve pencerelerimi açacaktım. Çalışma masamın başına geçecek, notlarımı derleyecek ve bugün kapıyı kilitlemeyecektim.

Bu, tam bir haftadır tekrarladığım cümleler artık yapılmayı arzuluyorlardı ve bunu kendime daha fazla yapamazdım. Her şeyden önce iğrenç kokuyordum ve bu kokunun geçmesini istiyordum. Havlumu alıp kapıdan çıktım ve banyoya gidip ardımdan kapıyı kilitledikten sonra üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine attım.

Sıcak suyu şofbenden ayarlamak her zamanki gibi zor olmuştu fakat her şeyin sonunda kendimi ılık suyun altına rahatlıkla bırakabilmiştim.

Başka şeyler düşünmeye çalıştım. Bu banyodan çıktıktan sonra da başka şeyler düşünmeye çalışacaktım. Bir iş bulmalıydım, vizelerim için gerekli notlarımı toplamalıydım. Belki bir pasta kursuna yazılmalıydım, babaannem her zaman hamurun tüm dertlere deva olduğunu söylerdi.

Derin bir nefes alıp şampuana uzandım ve Tanrı'ya küçük bir dilekte bulundum. Tanrım bana yeterli gücü ver. Eğer güçlü olursam, her şey düzelecek.

Üzerimi değiştirip odadan çıktıktan sonra aynanın karşısına geçtim ve gülümsedim. Fakat bu şeffaf bir gülümsemeydi.

Öyle bir gülümsemeydi ki, beni hiç tanımayan bir insan bile anlardı ne kadar yapmacık olduğunu. Bunun için gülümsemekten vazgeçip arkamı döndüm ve gördüğüm yüz ile tüm kaslarım kilitlendi.

Nefesim kesildi.

Onu görmek. Onu yeniden görmek! Ah, Tanrım hiç iyi hissettirmemişti. Olduğum yere çökerek ve bağırarak ağlamak istiyordum.

Bu aşamaları geçtiğimi hissettiğimi biliyordum. Bu aşamaları geçmiştim. Böyle olmaması gerekiyordu.

Bana bakışı duygusuzdu. Onun gerçek olmadığını biliyordum, o gerçek değildi fakat aynı zamanda burada olduğunu hissediyordum. Hala buradaydı, bunu biliyordum. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve bekledim. Ne kadar beklediğimi bilmeden bekledim ve gözlerimi açtığımda gitmişti.

Bu beni rahatlatmıştı. Tam bir yıkıntıydım, Tanrım. Çağan, arkasında koca bir yıkıntı bırakmıştı ve bunu bilmiyordu bile. Onu gerçekten ne kadar çok sevdiğimi bilmiyordu.

Burnumu çektim ve gözlerime dolan yaşları savuşturdum. Motorumun anahtarına uzanırken kendime verdiğim sözü tekrarladım.

Güçlü olacağım.

Kampusa girdiğimde anlamsızca tüm insanların gözlerini üzerimde hissettim. Bu, rahatsız hissettiriyordu ve bu kampusa defalarca Çağan olmadan girdiğim halde eksik hissediyordum. Bu bina, ağaçlar ve hafif puslu hava eksikti. Eksikti ve ben eksik olan şeyin ne olduğunu biliyordum.

Güçlü ol. Gülümse. Sakın başını eğme.

Gülümsemek o an için yapabileceğim en iyi şey değildi fakat yapmaya çalışacaktım. Buna karar vermemin nedeni, bir sabah güçlü olarak uyanmak değildi. O gün Çağan'ı ilk görüşüm değildi aynanın önündeki görüntü.

Rüyamda Çağan ile birlikte uçsuz bucakız bir ovada oturduğumuzu görmüştüm. Konuşmuştuk fakat ne konuştuğumuzu hatırlamıyordum yine de... Sabah kalktığımda Çağan'ın gerçekten artık olmayacağını anlamıştım.

Bu bir gelişme olmalıydı. Hala içimdeki o boşluk büyümeye devam ediyordu fakat Çağan'ın gülen gözlerini gördüğümde birlikte kurduğumuz hayaller aklıma gelmişti ve sırf onun için bu hayalleri gerçekleştireceğime yemin ediyordum.

Binadan içeriye girdiğimde kulağıma dolan sesler nedeniyle yüzümü buruşturup büyük panoya doğru ilerledim. Değişen ders programımızın bir fotoğrafını çektim. Sonra binadan çıkarak yürüdüm. Yağmur yağmaya başlayınca, adımlarımı hızlandırdım. Yağmur tanelerinin tenime düştüğünü hissediyordum. Hızlı olmak zorundaydım çünkü istemediğim iki şey vardı; ıslanmak ve derse geç kalmak. Elimdeki telefonu sıkıca tutup ilanlara bakmaya devam ettiğim anda, sert bir şeye çarptım ve boş anıma geldiğinden telefonum elimden yuvarlanıp yerle buluştu. Gözlerimi sımsıkı kapadım. Tam bir şeyler söylemek için ağzımı açmıştım ki, onun sesini duydum.

"Bunu alışkanlık haline getirdiğimizi bilmiyordum." Gözlerimi açıp yüzüne baktım. Aynıydı.

Ah, nasıl olmasını bekliyordum ki? Sadece iki haftadır onu görmüyordum fakat daha uzun bir zaman geçmiş gibi hissediyordum. Gözlerine bakamadım çünkü bakarsam, her şeyin netlik kazanacağını biliyordum. O geceyi tekrar yaşayacağımı, o anki duygularımın tekrar gün yüzüne çıkacağını biliyordum. "Bunu artık yapmamalıyız." Dedim omzunun üzerinden park alanını izlerken. Bir süre bir şey söylemedi ardından parmaklarını yanağımda hissettim.

Teninin sıcaklığına şaşırarak ona baktım fakat ardından gözlerimi kaçırmak durumunda kaldım. Parmakları hala yanağımdayken bir şey söylemesini bekledim. Bekledim ve o söyledi.

"Bunu yapmayı seviyorum." Dedi. Bir süre durdu sonra, "seninle konuşmak istiyorum." Dedi. Ona bakmadan sordum, "hangi konuda?"

"Herhangi bir konuda." Yüz ifadesini göremiyordum fakat ses ifadesini tanıyabiliyordum. Normaldi. Sesi o kadar normaldi ki, kahkahalar ile gülebilirdim.

Hiçbir şey normal değilken sesinin normal çıkması o kadar komikti ki! Bir an için öfkelendim. Çevremdeki insanlar anlamıyorlar mıydı? O gideli sadece iki hafta olmuştu!

Kendimi durdurdum. Öfkelenmeye hakkım yoktu. İnsanlar istediklerini düşünebilirlerdi fakat asıl istediğim şey beni anlamalarıydı. Bir adım geri çekilip gözlerine baktım.

Bakışlarımın taşıdığı anlamlar altında ezilen bakışlarından kaçmaya çalıştığım o gözlerin, üzerimde bıraktığı etki tarif edilemezdi. Yutkundum ve bir şeyler söylemek için ağzımı açtım fakat bir şey söylememe izin vermedi.

"Dersin var mı?" Diye sordu. "Evet." Diye yanıtladım kısaca.

"Peki dersine girmemezlik yapabilme şansın var mı?" Sorduğu devrik cümleli soru karşısında rahatsızca kıpırdandım.

"Hayır, yok." Ona bakmadan eğildim ve telefonumun parçalarını toplamaya başladım. Onun paramparça olduğunu görmek garip bir şekilde gözlerimin dolmasına neden olmuştu.

İkiye ayrılmış telefon ekranına üzgün gözlerle bakarken önümde bir karaltı daha hissettim ve başımı kaldırıp ona baktım. Topladığı parçaları elime verip dudaklarını büzdü. "Bunun için üzgünüm."

"Sorun değil." Derken o lanet sesim titremişti. Savaş tüm parçaları topladıktan sonra kolumdan tutarak yavaşça kaldırdı beni. Gözlerime baktı, o kadar yoğun baktı ki, gözlerimi kaçıramadım tekrar.

"Benimle gelmeni istiyorum." Dedi yavaşça. "Seninle konuşmayı özledim, Elit." Bende seninle konuşmayı özledim, Savaş. Diye düşündüm. Gözlerimin hala dolu olması sinirlerimi bozuyordu.

"Sadece iki hafta oluyor, Savaş." Savaş ise hala gözlerimin içine bakıyordu. Orada bir şeyler arıyor gibiydi bakışları. Merak doluydu. Sanki o küçük bir çocuktu ve ben keşfedilmeyi bekleyen karmaşık bir oyuncak.

Fakat durumun tam tersi olduğunu ikimizde biliyorduk. "Bana yıllar geçmiş gibi geldi."

Ve yine o yamuk gülümseme. Gülümsediğine inanamıyordum.

Yine de yarım saat sonra sahilde yan yana otururken bir şekilde beni ikna etmişti ve bunu nasıl yaptığını merak ediyordum.

Hava ılıktı. Yarım saat önce olduğu gibi yağmur yağmıyordu fakat hala kara bulutlar gökyüzünde seyirdelerdi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

"Sesini duymak istiyorum." Diyen Savaş'a garip bir bakış attım. Bunu gerçekten söylemiş miydi? Bakışımın anlamını idrak ettiği an gözlerinde gördüğüm, ifade tarifsizdi.

"Özür dilerim." Diye mırıldandı bir süre sonra. Gözlerim dolarken yutkundum. "Neden yaptın?" Diye sordum gözlerim ufuktayken. "Neden beni bırakıp gittin?"

Cevap vermedi.

Çünkü veremezdi, çünkü korkmuştu ve korktuğunu söyleyemezdi.

O bir korkaktı. O, sadece bir korkaktı.

"Düşündüğün gibi değil." Dedi elini elimin üzerine kapadı fakat elimi geri çektim. "Düşündüğüm gibi." Dedim ayağa kalkarken. Ayağa kalkıp karşıma geçti ve gitmemem için kolumu tuttu. "Değil." Dedi, "her şeyin bir açıklaması var."

"Açıkla o zaman!" Dedim gözlerine bakarken. "Beni neden onca polisin içerisinde yalnız bıraktığını açıkla o zaman, Savaş! Neler hissettiğimi biliyor musun? Sana güvenebilirim sanmıştım..."

"Bana güvenebilirsin!" Dedi beni engellemeye çalışırken. "Bana hala güvenebilirsin, Elit."

"Bırak beni!" Diye bağırdım çırpınmalarımın sonuç getirmediği o anda. "Beni dinlemeni istiyorum..." Dedi. "Bana güven, Elit. Seni asla yüz üstü bırakmadım."

"Bırak beni!" Diye bağırdım tekrar. Beni bıraktı ve onu ittim. "Sana güvenemem!" Diye bağırdım ardından.

"Güvenebilirsin..." Dedi bitkin bir sesle.

"Güvenmeni istiyorum."

"Anlat o zaman." Dedim sakin olmaya çalışarak. "Bana açıkla o zaman, Savaş. Bana, o gece beni neden yüz üstü bıraktığını açıkla ve sana güvenebileyim." Gözlerini sımsıkı kapattı ve ellerini saçlarının arasından geçirdi.

"Bunu sana açıklayamam." Dedi, yorgun bir sesle. Ona yaklaştım. Ona yüzlerimizin neredeyse birbirine değeceği bir mesafeye gelene kadar yaklaştım. Gözlerini açtığında gözlerime baktı ve ben fısıldadım;

"Sana güvenmiyorum."

Ve ardından gözlerindeki darbe izini görmeye fırsatım kalmadan arkamı dönüp motoruma ilerledim. O geceyi hatırlamak istemiyordum fakat hatırlamıştım işte.

Bunun için ondan nefret ediyordum.

* * *

O gece, gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şeydi kuzguni gözleri. Bana iyi olup olmadığımı sorarken sadece gözlerine bakabilmiştim. Dudaklarımı açıp haykırmak istediğim halde tek yapabildiğim şey yüzüne, gözlerine bakmak olmuştu.

Sanki nefes almıyor gibiydim, canım yanıyordu fakat kanayan yaram olmadığını biliyordum. Kalbim atmayı kesmiş gibiydi, her yer sessizdi. Sessizliğin gürültüsü içinde boğulduğumu hissediyordum.

Sınırlarım çizilmişti sanki ve ben o sınırların içerisinde tutsak kalmıştım. Ne kadar nefes alırsam alayım yetmiyordu, yetmiyordu ve ben vücudumun tutuştuğunu hissediyordum.

Ağlamak istiyordum hiç olmazsa boğazımdaki o lanet düğümden kurtulmak adına fakat zorla açtığım gözlerimden bir damla bile düşmüyordu iyiliğimin inadında.

Nasıl bildiğimi bilmiyordum fakat biliyordum işte! Hissediyordum, artık bu dünyada olmadığını. Gözlerime bakıp gülümseyemeyecek olması beni kahrediyordu. Onu son gördüğümde bir ölü gibiydi teni, soğuktu ve onu bir daha hiç göremeyecek olma düşüncesi beni kahrediyordu.

Ah, onu bir daha göremeyecektim.

Savaş'ın parmakları yüzümde dolaşıyordu, hissediyordum. Endişeli sesini işitiyordum fakat bir şey söyleyemiyordum.

"Elit?.. Lütfen bir şeyler söyle..." Diye mırıldandı gözlerime bakarken. Filmlerdeki umutsuz baş karakterler gibi, ne oldu bana? Demedim. Öyle bir şey söyledim ki, Savaş'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü, Ivan ise bir şeyler olduğunu anlarcasına daha da yaklaştı yattığım koltuğa.

"Çağan..." Dedim. "Gerçekten öldü mü?" Sesimin soğukluğu karşısında Savaş'ın ürperen bedeninin her saniyesini hissettim. Ivan, koltuğa yaklaştı, beyaz kaşlarının ortası kırışmıştı. Bir şeyler olduğunu anlamıştı. Savaş'ın yardımı ile doğruldum. "O... gitti değil mi?"

Savaş gözlerini benden kaçırdı. Bildiğini, o anda anladım. "Üzgünüm, Elit." Gözlerine baktım. Kuzguni gözleri parlıyordu. Onu böyle görünce, gerçeğin bir kere daha farkına vardım.

Gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Savaş, başparmağı ile yakaladığı o bir damla yaşı yok etmişti fakat devamının geleceğini biliyordu. Gözlerimi kapattım ve kendimi güvende hissettiğim kollarının arasına bıraktım. Gözyaşlarım gözlerimden akıp giderken ve omuzlarım hıçkırıklarımla birlikte sarsılırken sadece onun sıcaklığına sığındım.

Yarım saat sonra, saat beş buçukta, o eve ilk girdiğim anda ki gibiydim. Beni, korumak istercesine saran yünlü kazağımın üzerine giydiğim ceketim, rahat fakat bir o kadar rahatsız görünen botlarım, omzumdan tek bir örgü halinde göğsüme dökülen saçlarım ve Savaş'ın uzattığı siyah kask ile birlikte aynı on iki saat öncesinde olduğum gibiydim.

Görüntümün aksine içimde yanan ateş, yerini küllere bırakmıştı ve ne zaman rüzgar esse, o küllerin savrulduğunu hissediyordum. Kor gibi yanan küller canımı acıtıyordu ve nefes borumu tıkıyordu.

Saat yedi olmamıştı bunun için sokaklarda askerler dışında kimse olamazdı. Dikkatli olmalıydık, eğer elimizden gelirse askerlerden uzak durmalı ve onlardan saklanmalıydık. Savaş gergin görünüyordu, onu suçlayamazdım.

Yaklaşık kırk beş dakika sonra boş bir caddede son sürat giden bir motorun üzerindeydik.

Çevremizde iki araba ile birlikte.

Arabaların içerisinde askerler vardı ve bizi defalarca uyarmışlardı. Savaş, kulağımın dibinde bir şeyler fısıldayıp duruyordu. Ne olduğunu anlayamıyordum fakat durmamam için bir şeyler söylediğine emindim.

Durmayacaktım, ah, Tanrı Aşkına Çağan'ı istiyordum! Gözümü adeta 'Çağan' bürümüştü ve ondan başka bir şey görmek ya da duymak istemiyordum.

Bir ara sokağa saptık.

İşte tam o sırada karşıdan gelen askeri araç nedeniyle yavaşlamak zorunda kaldık. Savaş'ın kulağıma bir şeyler söylediğini duydum ve bu sefer anlam kazandı her şey.

Savaş'ın motordan atlayışı, kaşla göz arasında kayboluşu ve benim orada, onca asker ve polis arasında yalnız olmam.

Kendimi o kadar çaresiz ve zavallı hissetmiştim ki, bana bunları hissettirdiği için Savaş'tan nefret ediyordum. Neden gittiğini bilmiyordum ya da nereye gittiğini.

Beni karakola çekmişler ve ifademi aldıktan sonra bırakmışlardı. Sanırım ölen arkadaşının cenazesine yetişmek için yasağı yok sayan bir kızdan daha büyük dertleri vardı. Bombacıları bulmak gibi ya da o bombaların nedenini.

Kısa bir süre sonra Çağan'ın bedeninin mezardan önce otopsi raporu için adli tıpa gönderildiği haberi duyuruldu.

Sadece üzüntümü gölgeleyen bir haberdi çünkü o rapordan sonra Çağan'ı bir polisin vurduğu anlaşılacaktı ve o polis gereken cezayı alacaktı. Her şey bitecekti.

İstediğim şey bir darağacında boğazında ilmekten bir kolye ile sallanmasını izlemekti. Evet, istediğim buydu.

İyi ya da kötü bir düşünceydi belki bencillikti belki kindarlık fakat tüm istediğim buydu. Evin kapısını açıp içeriye girdiğimde ne kadar sessiz olduğuna şaşırdım. Derin bir nefes alırken ayakkabılarımı ve ceketimi çıkardım ardından salona geçtim. Annem ve babam saat yedi gibi eve gelirlerdi ve Arda'nın nerede olduğunu bilmiyordum.

Karnımın guruldadığını duyduğumda mutfağa gittim ve buzdolabından çıkardığım kahvaltılıklar ile karnımı doyurduktan sonra televizyonun karşısına geçip koltuğa kuruldum. Çok geçmeden kapı çalındı ve ben bin bir zorlukla kalkıp kapıyı açtım.

Karşımda gördüğüm manzara ile nefesim kesildi. Mavi gözler kan ve çamurun içerisinde parıldar iken elini kaldırdı ve gülümsedi, "ben geldim!"

Ardından onu tutmak için ileri atılan bedenimin üzerine yığıldı.

* * *

Yaklaşık on dakika sonra onu karşı daireye taşımış ve iki kapıyı da kilitlemiştim. Yaraları kötü görünüyordu. Bu nedenle elimde bir kase ılık su ve bir bez ile yanına gittim ve dudaklarımı dişledim. Ona karşı öfkeliydim fakat onu bu şekilde görmek içimi acıtıyordu. O kadar korkmuştum ki, ellerim titriyordu.

"Arda?" Diye fısıldadım ve cevap olarak kısık sesli bir inleme sesinden başka bir şey alamadım. Gözlerim dolarken yutkundum. Kan ve yaralardan dolayı vücuduna yapışmış tişörtü çıkarmak zor olacaktı bu yüzden bir makas buldum ve kumaşı keserek çıkardım. Bezi, ılık suya batırıp hafif sıkarak göğsünün üzerindeki kesiğe korkarak değdirdiğimde, Arda'dan acı dolu küçük bir inleme duyuldu.

Bunun zor olduğunu biliyordum fakat kimin için daha zor olduğu konusunda aklımda soru işaretleri vardı.

Onu öyle görünce, defalarca kapıda dövüşten çıkmış gibi görünen Çağan'ı bulduğum o anları hatırlamaktan alı koyamamıştım kendimi. Eğer sonu, Çağan gibi olacaksa Arda'yı eve kilitleyebilirdim. Bunu gerçekten yapabilirdim çünkü bu hayatta canımı verebilecek derecede sevdiğim sayılı insan vardı.

Bir tanesini yitirmiştim. Çağan'ı yitirmiştim ve aynısının Arda'nın başına gelmesini kaldıramazdım.

Evet, bunun için onu ne pahasına olursa olsun eve kilitleyebilirdim. Bezi, korkarak yarasına bastırdığımda Arda, yüksek sesle inledi ve gözümden dökülen o bir damla yaşa lanet okudum.

Pekala, ılık suyun içerisinde bir miktar oksidan olabilirdi fakat eğer olmasaydı, yaraları iltihap kapardı ve bu daha kötüydü. Bu çok kötü olurdu. Durdum ve acı içinde kıvranan yüzüne baktım.

Ardından vücuduna.

Bu kadar kötü yaraları ne açabilirdi merak ediyordum. Dikkatimi çeken en büyük yara, sol omzundan sağ göğsünün altına kadar uzanan soluk kırmızı izdi. Hafif kanlı, yanığa benzeyen kalın bir yara iziydi bu.

Ne yapacağımı bilemeyerek öylece Arda'ya bakıyordum. Ambulansı aramalı mıydım? Anneme veya babama haber vermeli miydim?

Daha iyi bir soru vardı kafamı kurcalayan, onu buraya kim getirmişti?

Tek başına gelmesinin imkânı yoktu. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve yanağına bir öpücük bıraktım. Bunu hissetmiş gibi kaşlarını çattı.

Bense işe koyuldum.

Yarım saat sonra tüm pansumanları yapılmış bir şekilde koltukta uzanan Arda'ya gözümü dikmiş bakıyordum.

Artık özgür değildi. Artık özgür değildim. O güzel karaoke gecelerimiz veya sek çarşamba günlerimiz sona ermişti. Artık her sıkıldığımızda motora atlayıp geceleri açık olan bir kafe bulmak gibi bir şansımız kalmamıştı.

Artık Türkiye özgür değildi.

Ve belki de, hiçbir zaman olmamıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

Son Tehdit By Kadriye

Mystery / Thriller

205K 2K 5
Büyük bir yangınla son buldu fakat şimdi dalga dalga geri dönüyor. Unutulan her şey bir kıvılcımla yeniden alevlenir. Damla, Savaş, Beyza, Metin, Ard...
8.2K 2.2K 200
acı çekmek, savt, ses sada Ne şiir tadında, Ne söz tadında, Ne söyleşi tadında, Nede yazı tadında. Ortaya karışık... :)
1.7M 79.8K 60
İnsan korkularını saklayıp kimsenin görmesine izin vermeyince mi daha cesur olurdu yoksa onları saklamadan,onlarla yaşamayı öğrendiğine mi? Bunun c...
2.8K 415 7
Bakalım Uraz, parçalarına ayrılan Pırıl'ın kalbini toparlayabilmek için ne kadar kararlı olacak...