ESİR RUHLAR ALEMİ

By Elif_Tepe

15.9K 1.2K 896

Geçmiş hayatını kaybetmiş Ayza, kazada ailesi ölünce bırakıldığı yetimhaneden ayrılıp bir medyumun yanında ç... More

1
2
3
4
5
6
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19

7

722 63 60
By Elif_Tepe

Şu anda sorgulamam gereken bir sürü konu vardı. Birincisi bu kadın benim ortaya attığım yalanı nasıl öğrenmişti? İkincisi Halit beyin, bu kadınla ne gibi bir bağlantısı vardı? Üçüncüsü neden Baybars bey her an burayı ateşe verecekmiş gibi burnundan soluyordu.

Bu kadar sorunun içinde tek bir cevap vardı o da yine kendimi saçma sapan bir duruma düşürmeyi başarmıştım.

Medyum Lâl kulağıma doğru eğildi ve ürkütücü bir ses tonuyla "söyleceğim her şeyi kabul edersen yalanın ortaya çıkmaz." dedi. Üstü kapalı ya da açık açık beni tehdit ediyordu.

Onun karşısında yalancı durumuna düşmenin düşüncesi bile kötüydü. Neden bilmiyordum ama kalkıp bana 'Böyle bir şeyi yapmandaki amaç neydi? Kime ne kanıtlamaya çalıştın?" dese verecek bir cevabım olmadığı için gözlerim dolu dolu "tamam... Ne istersen yapacağım." dedim.

Belki düşüncelerimi gören olsa fazla abarttın bu meseleyi diyecekti. Bunca zaman insanlara çok kolay yalan söylemiştim. Doğruların ortaya çıktığı zaman da gelmişti önüme fakat bu sefer farklıydı.

Yanımıza gelmiş ve Halit beyin tam karşısında durmuştu "senin burada ne işin var?" dişlerinin arasından boğuk çıkan sesi ortamı buz gibi etmeye yetmişti. Halit beyden başka kimseye odaklanmayan gözleri kısa süreliğine diğerlerine kaydı ve tekrar dikkatini topladı "çok sevgili ablamla güzel bir yemek yemeye geldim."

Medyum Lâlin kardeşi Halit beydi... Öyle mi? Duysam da inanmazdım. Bir saniye duymuştum ama aralarında en küçük bir benzerlik bile yoktu. Baybars, önce Lâl ile göz teması kurdu. Çok geçmeden amcamın evlatlığı diye tanıttığım adamı fark etmişti.

Yavaşça bana döndü "neden üvey kuzenin, bir koruma gibi burada dikilmiş bekliyor?" Medyum Lâl anlaşmaya çabuk uyduğunu göstermek için hemen araya girmişti "ben de Ayzayla onu konuşuyordum. Bu benim oğlum Selim. Babası küçükken bırakıp gittiği için maddi sıkıntıya düştüm. Sağ olsun Ayzanın amcası da bizi gördü ve oğlumu büyütmek için evlat edindi. Çok geçmeden Selimin gönlü, Ayzaya kaydı fakat bu kız inat ediyor. Biz de Selimin dayısıyla birlite Ayzayı ikna etmeye geldik." dedi. Cidden bu kadarını ben de beklemiyordum.

Baybars, Halit beye bir adım daha yaklaştı "benim nefes aldığım bir yerin yanından bile geçerken iki kere düşün demiştim. Sürekli buraya geldiğimi bile bile inatla buraya gelmeyi mi seçtin?" Halit bey başıyla beni işaret etti "Ayzayı başka türlü konuşmaya ikna edemezdik. Hele ki başka bir mekana hiç gelmezdi. Biz de..."

Öfkeliydi, her kelimesinde sesi biraz daha yükseliyordu "siz de... Kız istemiyorum demesine rağmen kalkıp çalıştığı yerde sıkıştırmaya çalıştınız. Müşterisiniz sonuçta sizi kovma gibi  bir ihtimali de yok. Zaten böyle bir şey yapsa işinden olur."

Kavgadan rahatsız olan müşterilerin çoğu yavaş yavaş gidiyordu. Neredeyse salonun yarısı boşalmıştı "Selimle evlense çalışmaya ihtiyacı kalmaz." Lâlin sözlerine karşılık alay edercesine güldü "bu kız kendi ailesinden bile para almayı kabul etmeyecek kadar gururlu. Kendi alın teriyle kazandığı parayla geçinmeye çalışan bir insanın kalkıp da koca parası yemesini mi bekliyorsunuz?"

Sözleri içime batmıştı sanki. Daha fazla dayanamayarak ağlamaya başlamıştım "bana bak Halit! Ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Bu sana son ikazım, bir daha seni benim göz gezdirdiğim herhangi bir tarafa görürsem yemin ederim ki kafanı bedeninden ayırmak için kendime engel olmam."

Aralarında çok büyük bir düşmanlık vardı sanırım. Basit olmayacak kadar kin dolu bir düşmanlıktı. Onu izlediğimi fark edince nihayet bana bakmıştı "işin bitince yanıma gelir misin?" başımı salladığım zaman masasına doğru ilerlemişti.

Medyum Lâl kürkünü omuzlarına aldı "daha fazla burada durmayalım ki sıkıntı çıkmadan rahat rahat konuşalım. Mekanın yeri hâlâ aynı. İş çıkışı yanıma uğra." gözlerimi sildim ve sakinleşmeye çalıştım "tamam."

Yan tarafta duran çantasını aldı "kesin gel ama. Yaptığım iyiliklerin karşılıksız kalmasını sevmiyorum. Gidip insanlarla dertleşesim geliyor." Lâl ve Halit bey önden, Medyum Lâlin adamı ise arkalarından gitmişti.

Salonda kalan müşterilerin kendi aralarında fısıldaştıklarını duyabiliyordum. Bu ona söylediğim son yalandı. Daha fazla söylemeyecektim. Sakince, oturduğu masaya doğru ilerledim.

Benim yaklaştığımı anladığında, masaya gömdüğü bakışlarını bana çevirdi "neden ağlıyorsun? Ağlamak çaresiz insan işidir." içimdeki bazı şeyleri bastırdım "ben de çaresizim belki!" kaşlarını çatmıştı "neden çaresiz olasın? Sen istemediğin sürece kimse sana bir şey yaptıramaz. En basiti ben engel olurum."

"nasıl... Neden yani?" oturuşunu düzeltti ve sırtı dikleşti "yani ben polisim ya... Zorla güzellik olmaz ya hani... Öyle bir şeyler işte!" cevap alamayacağımı bildiğim halde yine de o muhteşem soruyu sorma cesareti toplamıştım "Halit beyle neden düşmansınız?"

Adamın ismini duyar duymaz gözü dönmüştü "yalan yüzünden. Bize öyle bir yalan söyledi ki hem ailemin hem de benim hayatım altüst oldu." korkum daha da büyümüştü "çok büyük bir yalan olduğu için mi bu kadar nefret ediyorsun?" elinde sıktığı peçeteyi masaya fırlattı "yalanın büyüğünü küçüğünü ayırmam ben. Yalan yalandır! Bu hayatta affetmeyeceğim tek suç bana yalan söylenmesidir."

İçimi okuyormuş gibi konuşması tekrar gözlerimin dolmasına sebep olmuştu "ben... Beni orada savunduğun için teşekkür ederim." masada duran çatalı aldı eline "teşekkür gerektiren bir şey yapmadım."

Yemeğinden bir çatal almıştı "tamam öyleyse ben artık işime döneyim." cevap vermediği zaman usulca arkamı döndüm ve uzaklaştım. Yeni gelen bir çiftin yanına giderek yemek listesini uzattım. Önlüğümün cebinden çıkardığım not defteriyle beklemeye başladım.

Bu tesadüf olmayacak kadar saçma bir olaydı. Önce Halit beyle karşılaşmamız ve sonra onun, Medyum Lâl ile kardeş olması. Etrafımda olmamasına rağmen nasıl her şeyi böyle kolay öğrenmişti? Ters giden bir şeyler vardı.

Bu gece gidip tatlı dille konuşacaktım. İllaki beni anlardı. Yani anlamayabilirdi de ama belki anlardı  "hanımefendi!" genç kadının  sesi dikkatimi dağıtmıştı "buyurun efendim." yemek listesini masaya bıraktı "sanırım bugün biraz dalgınsınız. Geçen sefer çok güzel ilgilenmiştiniz çünkü!"

Oldukça nazik bir şekilde dikkatimi toplamamı sağlaması hoşuma gitmişti doğrusu "kusura bakmayın lütfen duymadım. Siparişiniz?.." siparişleri not defterine yazdıktan sonra mutfağa indim. Temel amca elinde tuttuğu tavayı öfkeyle tezgahın üstüne fırlattı.

"Murat! Kaç defa dedim şu tavaları ocağın üstünde unutma diye." tavanın kulpu kızdığı için Temel amcanın eli yanmıştı. Koşarak dolaptan aldığım buzlu suyu eline bastırdım. Acısı dinmişti, yüz ifadesi sakin bir hal alınca bana döndü "siparişleri söyle de müşteri beklemesin."

Fuat bey gibi birine de gerçekten böyle bir usta yakışırdı "ama elin..." kızarmış yanaklarını şişirdi ve gülümsedi "bizim meslekte böyle şeyler çabuk unutulmak zorunda. Parmağın kesilir iyileşir, elin yanar iyileşir, gözlerin yaşarır, genzin sızlar, için daha fazla kaldırmaz ama bir süre sonra alışırsın. Canının yanmasına da içinin almamasına da bir süre sonra alışırsın."

Kaşlarım havalandı "tam olarak neyden bahsediyoruz?" Temel amca tekrar gülmüştü "ben yemekten bahsediyorum ama sen, şu güzel yüzünü mutsuz eden derdine alın istersen." gülmek bulaşıcıydı sanırım.

"derdim yok da bekleyen bir sipariş var." siparişleri söyleyerek üste geri döndüm. Baybars yemeğini bitirmiş, önündeki dosyaya odaklanmıştı. Boş tabakaları almak için masaya yaklaştığım zaman hızla dosyanın siyah kapağını kapattı.

Bu hareketine oldukça garip bir şekilde baktığım için açıklama yapmak zorunda hissediyordu sanırım kendini "bu karakol dosyaları dışında bir araştırmam onun için yani. Zaten karakoldaki dosyalara da karışmaman gerekir de neyse."

Boş tabağı masadan aldım "sakin ol sadece tabağını alıp uzaklaşacağım ve seni muhteşem gizli dosyanla yalnız bırakacağım."

Salon günün geri kalanında dolmaya devam etmişti fakat çok yorulmamıştım. Kapanışa yarım saat kaldığı için yavaş yavaş giden müşterilerden hesabı almak için aşağıya indiğim için Murat da yukarı çıkmış, kalan müşterilerle ilgileniyordu.

Salonda hiç müşteri kalmadığı zaman temizliğini yapmış ve çıkmıştım. Medyum Lâl ile görüşmeye gitmem gerekiyordu fakat oraya giden bir otobüs bulmak çok zordu. Zaten otobüsle gitmeye kalksam büyük ihtimalle çok geç olurdu saat.

Pastanenin karşısında bulunan taksi durağından bir taksiye bindim. Pos bıyıklı ve kel bir adam aynayı ayarladıktan sonra arabayı çalıştırdı "nereye gidiyoruz?" birkaç saniye kararsız kalmıştım. Bana bakarak bekleyen adamın yüzüne baktım "Medyum Lâl ve  Ruhların Gözü mekanına gidelim lütfen."

Çoktan yola çıkmıştık fakat adam rahatsız olmuş gibi bana bakıyordu "bizim durak cadde üzeri olduğu için günde en az on kızı o mekana götürüyorum. Yapmayın ablacığım kim geleceği bilip, ruhlarla konuşabilir? Resmen para tuzağına çekiyor sizi?"

Geleceği tabii ki bilemezdim ama ruhlarla konuştuğumu duysa ne yapardı acaba? Tek taraflı sohbete devam ediyordu "geçenlerde benim hanım da gitmiş. Kadın buna 'kocana dikkat et. Senden bir şeyler saklıyor.' demiş. Bir hafta başımın etini yedi sen beni aldatıyorsun diye! Sabah yemekhanede çalışıp, gece şoförlük yapan adamın. Uykuya zor zaman ayırıyorum. İkinci kişi olarak kendimi sevecek zamanı zor buluyorum bir de tutup iki kadını aynı anda sevip idare edemem ki!"

Adamın bayağı canı sıkılmıştı sanırım "bir de demiş ki senden başkasına bakarken içi titriyor. Evet titriyor hem de kayınvalideme bakarken titriyor. Böyle aniden bir Azrail titremesi ya da ölüm okşadı derler ya... Hah işte kadına bakarken aynı öyle bir bulantı ve titreme geliyor bana." susmaya niyeti yoktu sanırım.

"hayır yani kızınla evlenmişim, yıllardır sevgim bir milim eksilmemiş. O, sırf rahat etsin diye çift işte çalışıyorum kalkmış hâlâ beni, bizim hanıma kötülüyor. Hayır yani kızın benden boşansa ne olacak. Kendi kızın üzülecek, torunların üzülecek. Anlamadım ben bu kadının derdini."

Adamın anlatım şekline dayanamamış gülmüştüm "gül tabii abla. O kadın saçma sapan şeyler uydurup paranı alınca gülemeyeceksin zaten. Gel seni evine bırakayım söz ücretin yarısını alacağım. Hem bu saatte oralara gitme hem de o yalancıya paranı verme."

Böyle düşünceli insanların olması güzeldi "Medyum Lâl benim eski bir tanıdığım. Konuşmam gereken bir mevzu var onun için gidiyorum. İçiniz rahat olsun!" başını salladı "tamam öyleyse. İşin uzun sürmezse ben seni aşağıda bekleyeyim. Taksimetreyi de kapatırım sen inene kadar yazmaz. Bu saatte oralarda taksi arama. Pek tekin yerler değil."

Mekanın önüne gelmiştik. Büyük, kırmızı ışıklarla süslenmiş tabelaya baktım Medyum Lâl ve Ruhların Gözü" yazısını okuduğumda zihnimde eskiler canlanmıştı. Taksiden indim ve girişte bekleyen iki adamla göz göze geldim. Biri sürekli Lâlin yanında dolaşan Selimdi. Diğerinin ismini bilmiyordum.

Benim geldiğimi gören Selim kapıyı açmış ve kenara çekilmişti. Mavi ışıklandırmayla aydınlatılmış hole girdim ve meşalelerle donatılmış merdiven tırabzanlarının arasından çıktım. Yerde zeminle birleşmiş kırmızı halılar haricinde değişen bir şey yoktu. Eskiden güven duygusu uyandırsın diye girişte mavi ışık ve yeşil halı kullanırdı.

Ruhların Gözü odasına doğru yürürken Halit bey odadan çıkmıştı "sonunda geldin Ayza. Seni çok özledik." yanıma kadar geldi ve benimle yürümeye başladı. Odaya girdiğimde birbirinden farklı ve etkileyici resimler, heykeller ve büstler beni karşıladı.

Bir duvar boyutunda olan Lucifer tablosu odanın direkt karşı duvarında duruyordu. Tablonun önüne dizilmiş küçük şeytan bibloları ve iki başta duran melek heykelleri büyük bir göz ve düşünce çatışması sağlıyordu.

Ortadaki  büyük masanın üstünde asılı duran kristal avize kırmızı ışık saçıyordu etrafa. Baş köşede oturan Lâl oturmam için yanındaki sandalyeyi işaret etti "oturamam. Böyle iyi!" Halit bey masada yerini aldı ve kadehinde dolu olan kırmızı şarabından içmeye devam etti.

"sabah sana yaptığım iyiliği unutmaman hoşuma gitti doğrusu." önündeki küçük içki bardağını tek yudumda içti ve bardağı masaya bıraktı "işe geri dön!" direkt lafa girmesi hoşuma gitmişti doğrusu "hayır, dönmeyeceğim." onun gibi net olarak belki kıbarca belki kabaca teklifini geri çevirmiştim.

Halit bey başını önüne eğerek gülümsedi "haftada üç gün, geceleri burada çalışacaksın. Yoksa Baybars denen o adama her şeyi anlatırım." Halit bey biten kadehini şarapla doldurdu "Baybars sana anlatmıştır... Yalandan ne kadar nefret ettiğini. Sırf söylediğim küçük bir yalan için kaç yıldır bana düşman bir bilsen. Benden nasıl nefret ettiğini anlasaydın asla ona yalan söylemeye kalmazdın."

"bu o kadar da büyük bir yalan değil." dedim öfkemi bastırarak "kendini bir başkası gibi tanıtmak ve olduğun durumdan utanmak... Bence senden nefret etmesi için bayağı büyük bir neden." söyledikleri gibi benden nefret eder miydi gerçekten?

"ama Medyum Lâl, size daha önce anlattım. Burada çalışmak beni günden güne yok ediyor." oldukça kararlı yüz ifadesiyle "biliyorum Ayza anlattın. Fakat ben de sana, seni çok yormayacağımı söyledim." dedi.
Benden nefret etsin istemiyordum, onunla çalışmak güzeldi gerçekten. Hem onlardan duymasındansa benden duymasını  tercih ederdim. Sonucu ne olursa olsun bir şekilde beni anlayacağını biliyordum "tamam, haftada üç günlük teklifi kabul ediyorum."

Arkamı döndüm, bir an önce çıkmak istiyordum fakat Halit bey beni durdurmuştu "Baybarsın bir kız kardeşi olduğunu biliyor musun?" yavaşça Halit beye döndüm. Olsa aile yemeğinde görürdüm "yalan söylemeyi kesin. Hem olsa bundan bana ne?"

Kahkaha attı "ben insanların gözünden anlarım. Sen bu adama bayağı bir bağlanmışsın." ne saçmalık. Bir ayda olacak şey değildi! Hem neyine ya da niye bağlanayım "bu ne demek şimdi?"

"Ayza, benim için bir şey yapman gerek. Baybars çok iyi bir polis fakat özel olarak dedektiflik yapmakta. Ben de aynı meslek içerisindeyim. Bana çok büyük bir rakip." konu yine çıkmaz bir sokağa doğru sürükleniyordu  "bunları bana neden anlatıyorsunuz? Daha çok çalışın ondan iyi olun o zaman?"

İkide bir saçma sapan gülmesi canımı sıkmaya başlamıştı "Baybarsın bir kız kardeşi var Ayza. Onun, ölü sandığı ama aslında benim elimde olan bir kız kardeşi var. Eğer senden istediğim dosyanın resimlerini çekip bana ulaştırırsan Baybarsın kardeşini serbest bırakırım. Düşünsene... Onu alıp ağabeyine götürdüğün an sana nasıl minnettar ve güven dolu olur. O zaman söylediğin yalanı açıklasan bile sana duyduğu hayranlık ne sana kızmasın ne de senden nefret etmesine izin verir."

Nasıl manyakların arasına düşmüştüm böyle "neden onun kardeşini öldü olarak gösterdin?" kadehini masaya bıraktı ve ayağa kalktı "çünkü benim canımı çok yaktı. Ben de onun canını yakmak için bir fırsat aradım. Masum bir insanı gerçekten öldürecek kadar kötü değilim Ayza! Bunun için onu sakladım ve doğru zamanı bekledim."

Tam önümde durdu ve elini uzattı "Baybars için basit ama benim için çok önemli olan dosyaların resmini getir. Baybarsın kız kardeşini al ve götür. O zaman söz veriyorum ablam, senin burada çalışmanı da istemeyecek."

Medyum Lâl ile göz taması kurduk. Elini kalbinin üstüne götürdü "söz veriyorum Ayza. Bize güven ki her şeyin nasıl yoluna girdiğini gör." masum bir kızı esaretten kurtaracaktım. Hem Baybars da kim bilir kardeşini görünce nasıl mutlu olacaktı.

Belki de gerçekten dedikleri gibi olurdu her şey. Güvenini kazanırdım, bana minnet duyardı. Halit beyin havada duran elini sıktım "nasıl bir dosya?" yarım bir gülüş sergiledi ve hafif eğik başının altından parlak bakışlarını gönderdi "siyah bir dosya. Üstünde Güzel Yurt Kumaş Fabrikası yazıyor."

Elimi geri çektim ve daha fazla konuşmadan kendimi dışarı attım. Yaptığım şeyin doğru olduğundan emin değildim. Fakat yapacağım şeyin sonucu gerçekten güzel olacaktı.

Dışarıda beni bekleyen taksiye bindim "iyi misin abla,? Yüzün kireç gibi olmuş." "benim yüzüm ne zaman düzeldi ki abi!" aldığım nefesi düzenlemeye çalıştım ve evin adresini verdim. Koltuğa yaslanmış öylece dışarıyı izliyordum.

Zaman beni değiştirdi sanıyordum fakat yanlış düşünüyordum. Zaman kimseyi değiştiremezdi. Zaman herkesin gerçeğini ortaya çıkarırdı sadece. Benim gerçeklerim bile yalan doluydu. Çocukluğumdan belliydi böyle biri olacağım.

Bize sadece bayramlarda şeker verilirdi. O zamanlar on yaşında falandım, Sıla isminde bir kız vardı benimle aynı katta kalan. Herkesin canından bezdirmiş bayağı kötü biriydi.

Bayram günü gelmiş ve bize dağıtılan şekerleri elimizden almak istemişti. Herkesin şekerlerini aldı fakat sıra bana gelince, ben vermemek için direndim. Kalıplı bir kızdı kendisi. Benim neredeyse üç katım kadardı. Beni dövüp, elimdeki bütün şekerleri almıştı. O bayram bir kere bile şeker yiyememiştim. Artık o kızın bana yaptığı zorbalıktan usanmıştım.

Bir gün yetimhanenin müdiresi beni sesledi ve odasının tozunu almamı istedi. Tatlı dilim sayesinde bana pek güvenirdi. Müdirenin yanından ayırmadığı bir uğurlu kalemi vardı. Altın kaplama bir kalemdi ve oldukça değerliydi. Müdire şans eseri kalemi masanın üstünde unutunca, kalemi çalmış ve Sılanın yatağının altına saklamıştım.

Müdire kalemini bulmak için arama yaparken de Sılayı şikayet etmiştim. Hem ceza almıştı hem de katı değişmişti. Belki iftira kötü bir şeydi fakat o günden sonra ne bana ne de başkasına zorbalık yapmıştı. Canı yanmayan insan, yananın halinden anlamaz ya o hesap işte.

Bu olayın üstünden seneler geçmişti ama yine de değişmeyen bir tek şey vardı o da bendim. O günden sonra bir daha böyle bir şey yapmayacağım diye söz vermiştim ta ki Medyum Lâlin yanında çalışmaya başlayana dek. Aslında onun yanından ayrılmamın tek sebebi rahatsız olmam değildi.

Evet bedenen rahatsızlık duyuyordum fakat insanların duygularıyla oynamak ve onların umutlarını kullanarak geçinmek oldukça zor geliyordu bana.

Yaptığım anlaşma aklıma geldikçe için sıkılıyordu. Taksi, evimin önünde durdu "ücretim ne  kadar?" tutarı söyleyen taksiciye parayı uzattım ve aşağı indim. Bahçe kapısını açarken taksi gitmişti. Bahçedeki iri gövdeli ağacın dallarına yapılmış salıncakta bir kız oturuyordu.

Uzun sarı saçları vardı, masmavi gözlerini üstüme dikti. Başını hafif yana yatırdı ve dolgun dudaklarını araladı "merhaba hanımefendi." diyince başımla küçük bir selam verdim ve binanın kapısını açmak için çantamdan anahtarları aramaya başladım.

"kaybettin sanırım." dedi kısık bir sesle. Çantamdan başımı kaldırdım. Gülümseyerek bana bakıyordu. İki yanağında da oldukça belirgin gamzeleri vardı. Yüzü çok tanıdıktı. Biraz daha incelesem ya güzelliğinden aşık olacaktım ya da tanış çıkacaktık.

Gözleri büyük ama badem şeklindeydi. Sarışın olmasına rağmen kirpikleri kaşına değiyordu. Sokak lambasısının ışığı yüzüne vurdukça, kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerinin üstünde belli oluyordu "biz daha önce tanışmış olabilir miyiz?"

İleri geri sallanıyordu yavaşça "aynı apartmandayız. Belki de daha önce karşılaştık." salıncağı durdurdu "benim adım Hayal. Seninki ne?" sonunda aradığım anahtarı bulmuştum "ben de Ayza. Birinci katta oturuyorum. Şimdi evime girmem gerekiyor ama daha sonra bana beklerim. Kanım çok  ısındı sana."

Uzun saçlarını geriye doğru savurdu "istesen de istemesen de evinde olacağım." söylediği şey garip geldiği için kaşlarımı çatmıştım. Tekrar güldü "sadece şaka yapıyorum. Gelirim demek istedim çünkü benim de kanım sana ısındı. Nasıl mümkünse?"

Apartmanın kapısını açtım ve merdivenleri hızla çıkıp, evime girdim. Aslında şimdiye kadar aç değildim fakat eve girip rahatlayınca acıkmaya başlıyordu insan. İnce bir tişört ve siyah taytımı giyinip, saçlarımı at kuyruğu bağladım. Yüzümdeki makyajı temizleyip kendime bol domates soslu bir makarna yapıp televizyonun karşısına kuruladum.

En sevdiğim filmlerden birini görünce anında durdum ve televizyonun sesini yükselttim. Sesi biraz fazla açmıştım sanırım. Hayriye teyze her zaman ki gibi bastonunu duvara vurarak yan taraftan beni uyarmayı ihmal etmiyordu.

Normalde yanında konuşsan duymayan kadın nasıl oluyorduysa azıcık televizyon sesinde kulakları kesinleşiyordu. Televizyonun sesini kıstım ve öyle izledim.

Yemeğim bitmişti, filmim bitmişti ve tabii benim de uyanık kalmaya mecalim yoktu. Yeni günden yeni umutlar bekleyerek yatağıma gittim.

--------------------------------------------

Sabah alarmdan birkaç dakika önce kalkmıştım. Gözlerimi dinlendirmek için kapatmış ve öylece duruyordum.
Ardı arası kesilmeyen mesaj sesleriyle gözlerimi açtım.

"pazartesi, çarşamba ve cuma günleri burada çalışacaksın."

"her şey söz verdiğim gibi olacak."

"bu iş bitince seni serbest bırakacağım."

"Halit de Baybarsın kardeşini sana teslim edecek."

Bugün günlerden salıydı. Dün vardiyam değişmişti ve sabahçı olmuştum. Yorganı kafama kadar çektim ve nefessiz kalıp ölmeyi bekledim. Fakat bu iş o kadar da kolay değildi.

Mecburen kalkmış ve hazırlanıp işin yolunu tutmuştum. İş yerine gidince mor bir tulum ve sarı bir çift sandalet giyindim. Mutfağa girdiğimde Temel amca selam sabah demeden elime kahve ve bir paket tutuşturdu "kızım neredeyse ben çıkıp gidecektim. Bunları Baybars bey acil olarak sipariş etti. Açılışı yapmadan koşarak götür de gel."

Paketi aldım ve karakola doğru koşturmaya başladım. Sıcak ve çıtır ekmek ile birbirine karışmış yağlı beyaz peynir kokusu buram buram burnuma eserken kahvaltı için kendine sandviç sipariş ettiğini anlamıştım.

Karakola girdim ve asansöre binerek onun bulunduğu kata çıktım. Odasının kapısı aralıktı. Ellerim dolu olduğu için yan durup dirseğimle ittirdim. Arkası dönük bir şekilde dosya dolabında bir şeyler ararken, bir yandan da telefonla konuşuyordu.

"kızı ilk gördüğümde çok saf zannettim fakat şimdi hareketleri çok tuhaf olmaya başladı. Bilemiyorum bakışları sözleri hepsi yalan sanki. Hele bana söylediği o büyük yalan... Anlamadığımı düşünerek bir de devam ettiriyor. Kim bilir neden böyle bir yola başvurdu. Dolandırıcı mıdır nedir? Sanırım kendini iyi aile kızı göstermeye çalışıyor."

Demek anlamıştı aile yalanımı. Öyleyse neden ses etmemişti? Paketi öfkeyle masaya bıraktım "dolandırıcı senin sülalendir. Evet yalan söyledim ama senin annen o zehirli bakışlarıyla beni yedi bitirdi. Ne yapsaydım?"

Telefonu yavaşça kulağından çekti ve bana doğru döndü. Doğrudan gözlerime bakıyordu "ben sana döneceğim Ali. Hadi görüşürüz." telefonu masanın üstüne fırlattı ve yanıma geldi.

Odanın kapısını kapatıp önümde durdu "sen neden bahsediyorsun?" bilmezlikten gelmek de yeni bir sorgu şekliydi herhalde "sen... telefon... Yani konuştun daha doğrusu söyledin. Kızdan dedin şüpheleniyorum dedin."

"yeni bir cinayet dosyayı var. Daha önce içkili bir mekanda dans eden bir kızdan şüpheleniyoruz fakat kız orada çalıştığını inkar edip türlü yalanlar söylüyor. İlk başta çok saf görünüyordu biz de inandık fakat sonradan duyduk ne işle meşgul olduğunu." derin bir nefes verdim "haa demek benimle bir ilgisi yok."

Sandviçin paketini elime aldım "şunu açayım da ye!" kolumu sıkıca kavradı "demek o gece yemekte bize yalan söyledin öyle mi Ayza hanım. Peki öğrenebilir miyim anlattıklarınızın hangisi yalandı?"

Kendi ağzımla faş olmak da varmış kaderimde. E sonuçta yalancının mumu yatsıya kadar demişler. Öğle, ikindi falan derken sanırım yatsıya gelmiştik.

"ben..." bana öyle bakarken ağzımı açmam çok zordu. Fakat daha fazla kaçamazdım.

_______________________________

Bölüm sonu!!!
💙 🌼 🌼 🌼 🌼 🌼 🌼💙

Continue Reading

You'll Also Like

772K 29.2K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
1.3M 78.8K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
1.1M 22.6K 10
Doktor Annabelle Clarke, dönemin en ünlü ruh sağlığı merkezi Windsor Kliniği'ne kabul edildiğinde, sadece hastalarla başa çıkmak için değil, kendi iç...
2.9M 53.6K 19
"Orada!" "Kim orada lan?" "Oğlum geçen aylarda Fransız bir diplomatın kızı kayıplara karıştı ya, o kız işte."