Prudence, just like an étoile

De obsidiyensever

17.4K 2K 2.1K

Adım Prudence'tı. Fındıklı çikolataya bayılır, sade sütten nefret eder, limonlu dondurma için gözüm kapalı ci... Mais

1. bölüm: beklenmedik eşleşme
2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings
3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları
4. bölüm: açık pencere
5. bölüm: işe yaramayan şeyler
6. bölüm: del monte sahili
7. bölüm: bayan stiles'ın sebep oldukları
8. bölüm: hikâyedeki eksik
9. bölüm: jane austen
10. bölüm: bazı değişiklikler
11. bölüm: son gece
12. bölüm: tuhaflıklarla dolu bir piknik
13. bölüm: keşke
14. bölüm: fark etmemek ya da edememek
15. bölüm: tek gerçek dil
16. bölüm: bir ses
18. bölüm: mahvediş ve mahvoluş
19. bölüm: kabahatin cezası
20. bölüm: seth'in amacı
21. bölüm: gerçeği şuursuzca inkâr eden bir alık
22. bölüm: gözde basketbol oyuncuları
23. bölüm / 1. kısım: son hak
23. bölüm / 2. kısım: aşkın dayanılmaz ağırlığı
24. bölüm: tuzlu deniz kokusu

17. bölüm: umulmayan olaylar silsilesi

463 68 61
De obsidiyensever

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. Pencereyi açıp Seth'in içeri girmesine izin verirken, yavaş yavaş içimi kaplamaya başlayan kötü his daha da güçlendi. Yüzündeki anlamını çözemediğim ifade mi, yoksa geçtiğimiz günlerde olan onca şeye rağmen buraya gelmiş olması mı bana böyle hissettirmişti bilmiyorum, ama sorgulamanın ne anlamı vardı ki, hissediyordum işte.

İçeri girip tam karşımda dikildiğinde, yüzünü çok daha net bir şekilde gördüm. Gördüğüm şeye de inanamadım, çünkü daha önce onu hiç bu kadar paramparça görmemiştim. Gözleri kıpkırmızıydı. Sanki günlerdir uyumamış ya da saatlerce ağlamıştı. Yüzü çökmüş, saçları birbirine karışmıştı. Omuzları, sanki sırtına taşıması için ağır bir yük bindirmişler gibi düşmüştü. Bakışlarında bariz bir şekilde seçilebilen acıdansa bahsetmiyordum bile.

"Özür dilerim," dedi sessizliği bozarak. "Artık buraya gelmemi istemediğini, gelemeyeceğimi biliyordum. Ama yine de geldim."

Gözlerim kocaman açılmış bir şekilde, olan biteni anlamlandıramayarak ona baktım. Öyle afallamıştım ki, ağzımı açıp ne diyebileceğimi bile bilmiyordum. Nitekim açamadım da.

Ben hiçbir şey söyleyemeyince, "Gidebilirim," dedi. Sesi son derece kırılgan çıkıyordu. "İstiyorsan hemen giderim. Zaten buraya gelirken ne düşünüyordum bilmiyorum. Sadece... Başka nereye gidebileceğimi bilemedim işte."

Geriye doğru bir adım attı. Gitmek üzere harekete geçtiğini biliyordum, bu yüzden uzanıp elini yakaladım. "Dur," dedim hızlıca. "Gitme."

Bakışları önce elini tutan elime kaydı, sonra yavaşça yukarı çıkıp gözlerime odaklandı. Herhangi bir şey söylemedi. Sadece öylece bana baktı.

"Sorun ne?" diye sordum yavaşça. "Ne oldu?"

"Ben..." Durdu, yüzünü buruşturdu, "bir şey öğrendim." İfadesi sertleşti. Hissettiği şey acı mıydı, yoksa öfke mi, anlamak mümkün değildi.

Elimle yatağımı işaret ettim. "Oturmak ister misin?"

Bakışları şüpheci bir şekilde yüzümde gezindi, ardından hâlâ elini tutan elime baktı. Bir şey diyecek gibi oldu, ama ağzından tek kelime bile çıkmadı.

"Gel," dedim, hiçbir şey söylemeyeceğinden emin olduktan sonra. "Otursan daha iyi olacağından eminim." Zaten tutuyor olduğum elinden onu çekerek yatağıma kadar getirdim ve ilk önce kendim oturup, onun da yanıma oturmasını sağladım. Elimi elinin arasından çekerken tüm dikkatim onun üzerindeydi.

"Seth," dedim sessizce. "Benimle konuşabileceğini biliyorsun, değil mi?"

Başını yavaşça bana doğru çevirip gözlerimizi buluşturdu. "Biliyorum."

"Ayrıca konuşmak istemiyorsan konuşmak zorunda değilsin. Seni hiçbir şey için zorlamıyorum, zorlamayacağım da."

Dudağını sertçe dişledi, gözlerini gözlerimden kaçırdı. Birkaç saniyeyi sessizlikle geçirdikten sonra dönüp tekrar bana baktı ve ağzından, bende şok etkisi yaratan üç kelime dökülüverdi. "Babam annemi aldatıyormuş."

Ağzım hayretle aralandı. "Ne?"

Elini kaldırıp sinirle yüzünü ovuşturdu. "Öyle salakmışım ki... Bunca zaman kör bir aptal olmaktan başka hiçbir şey yapmamışım."

"Belki doğru değildir," dedim iyi niyetli olmaya çalışarak. "Emin misin?"

Yüzünde beni ürküten, vahşi bir ifade belirdi. "Babam itiraf etti."

Ah, Tanrı'm! Çenem yere düşecek kadar şoke olmuş bir vaziyette ona bakakaldım. "Ama... Nasıl olur?" Anne babasının ayrılmasının üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, böyle bir bilgi inanılır gibi değildi ve durumu daha da kötüleştiriyordu.

"Bir süredir onları birleştirmeye çalışıyordum," dedi, sesi beni endişelendirecek kadar sakin çıkıyordu. "Biliyorsun, boşanmaları için en başından beri ortada hiçbir sebep yoktu, onlar hep harika olmuşlardı. En başında öfkelendiğim, kabullenemediğim şey de buydu zaten. Öfkem hiç dinmiyordu, dinmemesi de bir işe yaramıyordu. Ben de en sonunda bu öfkeyi yapıcı bir şeye dönüştürmeye karar verdim ve ikisini bir araya getirmek için planlar falan yapmaya başladım. Tekrar bir araya gelebileceklerini umuyordum." Derin bir nefes alıp verdi. "Ama işler istediğim gibi gitmedi. Annem, babamla tesadüf gibi görünmesini sağladığım her karşılaşmada inanılmaz sessizleşiyor, rahatsız oluyordu. Babam onun aksine duygularını pek belli etmiyordu, ama onun da bu karşılaşmalardan pek hoşnut kalmadığını anlayabiliyordum. Yine de pes etmedim Prudence. Gerçekten. Onları bir araya getirmeye devam ettim. Her seferinde tekrar bir araya geleceklerine daha çok inanıyordum. Ne kadar aptal olduğumu ise bugün fark ettim."

Söylediği her kelimeyi pürdikkat dinliyor, her geçen saniye duyduklarıma biraz daha şaşırıyordum. Onu herhangi bir şekilde bölmek istemediğim için, aklımda yüzlerce soru olsa da araya girmemek konusunda oldukça kararlıydım. Bu yüzden konuşmaya ara verdiği birkaç saniye hiçbir şey söylemeden tekrar konuşmaya başlamasını bekledim.

"Bugün," diyerek kendi sağladığı sessizliği bozdu ve konuşmasına devam etti, "abim beni aradı ve tatlı bir dille ne yapmaya çalışıyorsam, bundan vazgeçmem gerektiğini söyledi. Bu insanları üzmekten başka bir işe yaramazmış." Sesi giderek asabileşiyordu. "Ona kendi işine bakmasını söyledim. O da bana annemle babamın tekrar bir araya gelmesinin imkânsız olduğunu, çünkü babamın hâlihazırda hayatında biri olduğunu söyledi. Sean'ın benimle dalga geçmediğini biliyordum, asla geçmez. Yine de inanmak istemedim. Bana gerçekleri söylemesine rağmen ona küfrettim. Bu onu pek de etkilemedi. Bebek gibi davranmayı bırakıp bir yetişkin olmamı, gerçeklerle yüzleşmemi söyledi. Bunu yapamadığım için kimsenin bana yeterince dürüst olmadığını çok net bir dille ifade etti. Ben de telefonu onun yüzüne kapattım." Burada durup güldü. Eğlenceden yoksun, ruhsuz bir gülüştü bu. "Yüzleşmem gereken şeylerin gerçek olup olmadığını öğrenmek için ilk önce babama gittim. Babam Sean'ın söylediği hiçbir şeyi inkâr etmedi. Hatta bu ilişkinin ne zaman başladığını sorduğumda bocaladı. Annemle ayrılmalarındaki sebebin bu olduğunu da işte o zaman anladım. Şüphelerimi dile getirdiğimde, hiçbirini yalanlamadı. Annemden, ona daha fazla haksızlık yapamayacağı için ayrılmış, tam olarak böyle söyledi. Bütün dünyam başıma yıkıldı sanki. O evden nasıl çıktım, hiç bilmiyorum. Annemin yanına döndüğümdeyse bu korkunç gerçeği en son öğrenen kişinin ben olduğumun farkındaydım. Yine de emin olmam gerekiyordu. Her şeyi anlamak için annemle birkaç kelime konuşmam yetti." Başını, olan biteni anlatırken gözlerini diktiği duvardan bana doğru çevirdi ve gözlerimin içine baktı. "Sonra bütün öğrendiklerimden, her şeyden uzaklaşmak isteyerek dışarı çıktım. Bir yere gitme amacım yoktu, ama nasıl olduysa kendimi bu eve giden yolda yürürken buldum. Gelmemin doğru olmayacağını biliyordum, ama işte buradayım, kendimi durduramadım."

Anlattığı şeyler, söylediği son sözlerle birleşince sindirmesi epey güç bir hal almıştı. Anne ve babasıyla ilgili durumun benim üstümde bile korkunç bir etki yarattığını düşünürsek, şu an Seth'in nasıl hissettiğini tahmin bile edemiyordum. Bütün bunlara onun, hissettiklerini paylaşabileceği tek insanın ben olduğumu düşünmesine rağmen, buraya gelmesinin doğru olmayacağına inanması ekleninceyse, her şey çok daha kötü bir hal alıyordu. Bütün duygularım karman çorman olmuştu sanki.

Hiçbir şey söylemeden geçirdiğim saniyelerin ardından, "Sorun değil," diyebildim sessizce. "Gelmen yani. Sıkıntı değil."

Kaşları hafifçe çatıldı. Bana inanıyormuş gibi görünmüyordu. Yine de bir şey söylemedi.

"Peki, şey," dedim gergin bir şekilde. "İyi misin?"

Bunun ne kadar gerzek bir soru olduğunun farkındaydım, ama başka ne diyebileceğime dair hiçbir fikrim yoktu ve bir şeyler söylemenin hiçbir şey söylememekten daha iyi olacağı kanısındaydım. En azından soru ağzımdan çıkmadan hemen önce öyleydim diyelim.

Seth, soruma karşılık yüzünü buruşturdu. O an, sorumun ne kadar gerzekçe olduğundan daha çok emin oldum.

"Ben..." Bakışlarını bakışlarımdan kaçırıp yüzünü tekrar duvara çevirdi. "Ben bilmiyorum." Kesik bir nefes aldı. "Anneme yaşattıklarım için çok üzgünüm."

Gözlerinden bir damla yaş aktığını fark ettiğimde gözlerim kocaman açıldı. Başta inanamasam da, gerçek ortadaydı: Seth ağlıyordu.

"Ona berbat davrandım," dedi yanağından süzülmekte olan yaşı elinin tersiyle silerken. "İğrenç bir insana dönüşerek herkesten çok onu cezalandırdım. Hem de yaptığı hiçbir şey olmamasına rağmen." Konuşmaya devam ederken sesi öfkeli çıkıyordu. "Yaşattıklarım yetmiyormuş gibi bir de onu o lanet herifle bir araya getirmeye çalıştım. Annemi hiç kimsenin yapamayacağı bir biçimde yıprattım. Yaşadıklarını düşününce... Her şeyi onun için daha da çekilmez kıldım. Sean haklıydı. Bunca zaman yetişkin olmam gerekirken bir bebek gibi davrandım."

Onun kendine bu şekilde sataşıp durmasına daha fazla tahammül edemeyecektim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu, bir şeyler yapmaya ihtiyacım vardı. Düşününce çok da fazla seçeneğim yoktu, bu yüzden tamamen içgüdüsel bir hareketle onu kendime çekip kollarımı boynunun etrafına doladım. "Hey," dedim yumuşacık bir sesle. "Bilemezdin. Kimse sana bir şey söylememiş. Kendini suçlamamalısın."

"Ama suçluyum." Sesi oldukça derinden geliyordu. "Evet, gerçekleri bilemezdim, ama bilemediğim gerçekler için her şeyi zorlaştırmamın da bir anlamı yoktu."

"Olan olmuş," dedim ona sıkıca sarılırken. "Geçmişi değiştiremezsin, ama geleceği değiştirebilirsin. Bence değiştirmeye başladın bile." Söylediğim her şeyi onu rahatlatmak istediğim için söylüyordum, ama hepsi aynı zamanda inandığım şeylerdi. "Artık kimseye kötü davranmıyorsun, okulda kimseyle sorun yaşamıyorsun. Basketbol takımına da tekrar katıldın. Gayet iyi gidiyorsun."

Kollarını kaldırdı ve gevşekçe belime doladı. Başını da eğip omzuma yasladı. "Oysa berbat hissediyorum."

"Olanları düşününce, şu an böyle hissetmenden daha normal bir şey yok bence."

Belimi saran kolları sıkılaştı. "Kast ettiğim bu değil Prudence."

İstemsizce kaşlarım çatıldı. "Ne peki?"

"Bunlar olmadan önce de berbat hissediyordum." Derin bir nefes aldı ve verdi. "Hayatımda yolunda gitmeyen onca şey arasında, yolunda gitmesini istediğim tek bir şey vardı ve onun da yolunda gitmesini sağlayamadım. Ben de o şeyi bir kenara bırakıp diğer her şeyi yoluna koymaya çalıştım. Başarılı olmanın beni iyi hissettireceğini sandım, ama bunda da yanıldım." Birden beni saran kollarını belimden çekti ve benden uzaklaştı. Yanağından süzülen gözyaşlarını hızla silerken hayatımda hiç onun kadar sessiz ağlayan birini görmediğimi düşünüyordum. Burnunu çekti ve konuşmaya devam etti. "Ama haklısın. Gayet iyi gidiyorum. Bundan sonra elimden geldiği sürece sevdiklerimi üzecek hiçbir şey yapmayacağım."

Aklım yolunda gitmesini sağlayamadığı şeye takılı kalmıştı. Bana anlatmamayı tercih ettiğinin farkındaydım, ama yine de bunun ne olduğunu ona sorabilirdim. Tabii sormak istemiyordum. Sormamanın, onun da söylememesinin çok daha iyi olacağını düşünüyordum. Sanırım vereceği cevabı tahmin edebiliyordum ve tahminimin gerçek olmasından korkuyordum.

"Biliyor musun," dedi düşüncelerimi bölerek, "annem basketbol takımına tekrar katıldığımı öğrendiğinde havalara uçmuştu. Onu mutlu görmeyi çaresizce arzuladığım için bütün maçları kazansak iyi olur."

Bu söylediğine gülümsemeden edemedim. "Takımda artık sen de olduğuna göre, kazanmaktan başka çareniz kalmadı bence." Elimi kaldırıp havayı yumrukladım. "Yaşasın Monterey Tazıları!"

Göz ucuyla bana baktı ve dudaklarının kenarları seçilmesi güç bir gülümsemeyle hafifçe kıvrıldı. "Kazanır mıyız dersin?"

"Hem de hepsini." Başımı abartılı bir şekilde salladım. "Bundan çok eminim."

"Teşekkürler Prudence."

"Teşekküre gerek yok," dedim hemen. "Sadece düşüncemi söyledim."

Az önce yüzündeki fark edilmesi zor gülümseme biraz genişledi. Anlam dolu gece mavisi gözleri benim gözlerime kilitlenmişti. Bakışları öyle yoğundu ki, hipnotize olmuş gibi ona baktım bir süre. Ta ki şu an ağlamıyor olmasına rağmen, elmacık kemiğinin üzerinde kalmış gözyaşını fark edene kadar. Bunu görünce, uzandım ve elimi yanağına koyup başparmağımla nazikçe gözyaşını sildim. "Şimdi biraz daha iyi misin?"

Elimi yüzünden çekmek üzere hareket ettirmiştim ki, elini elimin üzerine koydu. "Biraz daha."

Bu soruma verdiği bir cevap mıydı, yoksa elimi yanağında tutmamı mı istiyor anlayamadım. Büyük ihtimalle soruma cevap almıştım, ama "biraz daha" deyişi çok daha farklı anlamlar yüklüymüş gibi gelmişti bana.

Elini bir süre daha elimin üstünde tuttuktan sonra serbest bıraktı. Bunun üzerine kollarımı göğsümde birleştirdim. "Peki şey... Basketbol maçlarını kazanmak dışında geleceğe dönük başka planın var mı?"

Omuz silkti. "Sanırım derslerime çalışacağım."

"Derslerin zaten iyi değil mi?"

"Öyle, ama daha iyisini yapabilirim."

Hayran kalmış bir şekilde ona baktım. "İnsanın kendisini bu kadar iyi tanıması harika bir şey olmalı."

"Neden böyle söylüyorsun Sarışın?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. "Yoksa ders çalışmak konusunda sıkıntılar mı yaşıyorsun?"

Sorusunu duydum, ama çok daha farklı bir şeye takılmıştım. "Sarışın mı?"

Ne yalan söyleyeyim, hitabı beni savunmasız yakalamıştı, çünkü Seth bana her şey eskiye döndüğünden beri sarışın demiyordu. Zaten bunca zamandır hiç konuşmuyor, sadece selamlaşıyorduk, ama selamlaşırken bile bana adımla hitap ediyordu. Şimdi onun ağzından bana hep ettiği hitabı duymak beni hem şaşırtmış, hem de içimi ısıtmıştı.

"Evet," dedi Seth, yüzünde daha iyi olduğunu belgeleyen, muzip bir gülümseme belirmişti. "Adın bu değil mi?"

Ona göz devirdim, ama onu düzeltmedim. Şu an her şey eskisi gibi hissettiriyordu ve herhangi bir sözle bunu bozmaya cesaretim yoktu.

O akşam Seth ile bir sürü konu hakkında, uzun süre konuştuk. Sohbetimizin sonu gelmiyordu ve açıkçası gelmesini isteyen de yoktu. Ama saat ilerledikçe iyice uykum geliyordu. Rahat bir pozisyon almak için yatağımın başlığına yaslandığımda gözlerim kapanmak üzereydi. Mayışmış bir şekilde, "Ailen için üzgünüm," dedim sessizce. "Gerçekten çok üzgünüm."

Kısık gözlerim arasından başını salladığını gördüm. "Ben de öyle."

"Böyle bir gerçekle yüzleşmek zorunda kaldığın için de üzgünüm Seth."

"Teşekkür ederim, ama sorun değil. Üzülme."

İtiraz eden birkaç mırıltı döküldü dudaklarımdan, ama düzgün kelimeler olmayı başaramadılar. Öyle çok uykum gelmişti ki, uykuya direnemeyerek gözlerimi kapattım.

Uzaklardan bir yerlerden Seth'in güldüğünü duydum. "Uyuyorsun."

Gözlerimi hızla açtım. "Yo, ne münasebet?"

Seth ağzını açıp bir şeyler söyledi, ama söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıktı sanki. Ne dediğinden tek kelime anlamasam da, "Evet," dedim. "Aynen."

Çok geçmeden gözlerim tekrar kapandı ve dünyayla olan bağlantım daha da azaldı. Birtakım sesler duydum, ama öyle çok uykum vardı ki, gözümü açıp neler olduğuna bakamadım. Duyduğum sesler bir süre sonra kesildi, odanın ışığı kapandı. Ardından nazik eller yatar pozisyona geçmemde bana yardımcı oldu. Yatağın diğer tarafının bir ağırlıkla çöktüğünü hissettiğimde rüya görmeye çok yaklaşmıştım.

Sıcacık bir beden beni kendine doğru çekti. Bununla eşzamanlı olarak aklıma bir şey geldi, ama aklıma geldiği gibi unuttum bu şeyi. İçimde birden tuhaf bir huzursuzluk peyda oldu. Tabii uykumun şiddetinin yanında bu huzursuzluk sinek ısırığının acısı kadar falan hissediliyordu.

"İyi geceler, Sarışın," diye bir ses duydum birden. Seth'in beni göğsüne yasladığının ve muhteşem sıcaklığıyla sarmalandığımın farkındaydım, ama herhangi bir tepki verebilmem mümkün değildi.

Belli belirsiz "Sadece kısa bir süre," dediğini duydum Seth'in. Neden böyle bir şey dediğini anlamadım. Şu an herhangi bir şeyi anlayabilecek durumda da değildim açıkçası. Yine de kafamı kurcalayan bir şey vardı. Ona bir şey söylemem gerekiyordu. Bir sorun vardı. Ama neydi? Gerçekten hatırlayamıyordum. Belki de hiçbir sorun yoktu? Bilmiyordum. Artık hiçbir şey hatırlayamazdım.

Uykuya daldım.

Ne kadar uyudum bilmiyorum, ama bir şey beni uyandırdı. Bunun sabah güneşi veya dışardan gelen korna sesi olduğunu söylemek isterdim, ama değildi. Beni uyandıran şey, odamın kapısının açılma sesiydi.

Ben gözlerimi açıktan sonra her şey sanki ağır çekimde gerçekleşti. Uyku sersemi bir halde ilk idrak ettiğim şey Seth'in kolları arasında yattığımdı. Sonra bakışlarımı sesin geldiği tarafa, kapıya doğru çevirdim ve gözlerim bir çift mavi gözle buluşunca sanki dünya durdu.

Bu Luke'tu. Odamdaydı ve yüzünde daha önce hiç görmediğim, dehşet verici bir ifadeyle bana bakıyordu.


AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!!!

NELER OLUYOR ARKADAŞLARRRRRR?!?!?!

Bu bölümü düzenlemek için iki ya da üç kez okudum ve sonuna geldiğim her seferinde tepkim elimle yüzümü kapatıp bağırmak oldu:))

Ayrıca yorumlarınıza açım, en çok da bu bölüm için düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum. Yani yorum yaparsanız çok güzel olur, şimdiden teşekkürlerrr ^-^

Continue lendo

Você também vai gostar

19K 1.7K 57
BU KİTAP UTANCIMDIR. LÜTFEN •BASKIN BİR OMEGA• ADLI KİTABI OKUMAYI SEÇİN.(DEKUBAKUDUR.)
504K 58K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
40.5K 3.4K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
SİMÜLASYON De Tuba Arık

Ficção Científica

5K 1K 20
Bütün bu metal yığını, dedim. Görüp görebildiğim her şey. Kıt aklımı öyle bir karıştırıyor ki, alışmakta hâlâ öyle zorlanıyorum ki, neyin gerçek neyi...