FIND ME •yizhan•

By xiaolunee

14.8K 1.5K 3.8K

Ona ihanet ettiğinde iki dünyada da cezalandırılacağını hiç düşünmemişti fakat sonuç buydu: Elinde yeşim taşı... More

Prolog
1•Aynanın içi: Bilinmeyenin rüyası
2•Aynanın içi: İnce çizgiler
3•Aynanın içi: Tatlı bir yalana inanmak
4•Harikalar diyarı: Anlatılamayan bir masal
5•Harikalar diyarı: Sınırlar ve yapılması gerekenler
6•Harikalar Diyarı: Tatlı bir yalanın melodisi
7•Aynanın içi: Cevaplanması güç sorular
8•Harikalar diyarı: Söylenemeyen sözler
9• Harikalar diyarı: Aptallık mı yoksa güven mi?
10•Harikalar diyarı: Beklenen an
11•Harikalar diyarı: Başlangıç ve son
12•Harikalar diyarı: Sen
13•Aynanın içi: Uzun bekleyişin ardından
14•Aynanın içi: Bu bir ilk ama son değil
16•Harikalar diyarı: Geçmiş ve gelecek
17•Harikalar diyarı: Geçmiş ve gelecek II
18•Harikalar diyarı: Geçmiş ve gelecek III
19•Harikalar diyarı: Geçmiş ve gelecek IV
20•Aynanın içi: Sana olan minnettarlığım
21•Harikalar diyarı: Tüketen özlem
22 • Harikalar diyarı: Çünkü

15• Harikalar diyarı: Ateş böcekleri

589 56 253
By xiaolunee

Sabah güneşinin parlak ışığı gölün yüzeyinden yansıyıp gözlerini kamaştırdığında, Ru Hua yarı yolda karşılaştığı sevimli bir köpek ile ilgilenmekle meşguldü. Kar beyazı rengindeki bu küçük tüy yumağı sevgi dolu bir şekilde ayaklarına dolanmış, şımarık hareketlerle Ru Hua'yı kendisi ile oynamaya zorlamıştı.

Sabahın en ilginç kısmı ise ilerideki konutun terasına iki bekçinin alelacele gelip oradaki kişiye bir kaç cümlelik rapor verdikten sonra aynı hızda geri dönmesi ile başladı.

Ru Hua dikkatle bakınca bu kişinin Xie La olduğunu fark etti. Terasın ahşap trabzanlarına sırtı dönük bir şekilde duruyor, yanındaki genç bekçiye bir şeyler söylüyordu. Üzerinde malum anlarındaki kıyafeti vardı ve güneş ışıklarının düştüğü bronz teni altın ışıltılarla parlıyordu.

Ru Hua terasa doğru bir kaç adım daha yaklaştı ve bakışlarını biraz daha kaldırdı. Attığı her adımda Xie La daha da yükseliyordu. Yeterince yüksekte değilmiş gibi...

Genç koruyucu onu meraklı bir şekilde incelemeye o kadar dalmıştı ki Xie La'nın ani dönüşünü fark edemedi. Hazırlıksız yakalanarak olduğu yerde kalakaldı. Küçük, itaatsiz adımları dondu. Tüm bedeni önceki gecenin anısı ile hafifçe sarsıldı. Yaşananlardan dolayı Xie La'dan kaçmamaya karar vermişti ama bu kadar çabuk yüz yüze gelmeyi de beklemiyordu ve Tanrı yardımcısı olsun Ru Hua kaçmak istiyordu.

Çünkü orkunç bir kuvvetle ona doğru çekiliyordu.

Bu tehlikeydi.

Yok ediciydi.

Yine de çok güzeldi.

Anka Vadisi'nin efendisi Ru Hua'yı fark edince büyük bir adım atarak terasın sınırına geldi. Üst gövdesini eğerek kollarını trabzanların üzerinde kavuşturdu. "Günaydın." dedi cazibe dolu, düşük tondaki sesi ile.

Ru Hua farkında olmadan ona yaklaşmaya başladı. Adımları da varlığı gibi kontrolü altında değildi.

Beyninin mantıklı tarafı resmi bir cevap verip selamlama faslını bir an önce bitirmesi gerektiğini söylüyor; duygularının kölesi olan kısmı ise Xie La'nın gecenin bin bir tonunu barındıran derinlikteki gözlerine dalıyor, uzaklaşmayı beceremeyen ateş böceklerinin ışığa doğru amansızca gitmesi gibi ona doğru gitmesini sağlıyordu.

Tüm bu kaosun ortasında bir de kafasının içinde Xie La için kavga eden iki farklı ses vardı.

"O öldürmen gereken biri." diyordu acımasız olan ses. "Sadece kardeşin için değil. Bütün herkesi, insanların canını merhametsizce alan bu caniden kurtarman gerek."

Ru Hua küçük bir adım daha attığında nispeten ılımlı olan ses "Öldürdüğü kişilerin masum olup olmadığını bile bilmiyorsun." diye savunmaya geçti. "Belki gerçekten ölmesi gereken kişileri öldürmüştür."

"Ne fark eder? Sonuçta kalbi karanlıkla dolu ateşten bir şeytan o!"

"Kalbi karanlıkla falan dolu değil! İnce düşünceli, neredeyse sevecen biri."

Adımları terasın başladığı sınırın yakınında son bulduğunda Ru Hua'nın kafasındaki sesler de derin bir sessizliğe gömüldü. Hangi tarafın haklı olduğuna bir türlü karar veremiyordu. İçinde onun karanlığını inkar edebilmişti evet ama ateş olmasını inkar edemiyordu.

Doğruydu.

Xie La bulunduğu yeri ısıtıyor, dokunduğu her yeri yakıyordu. Öpücüğü kavurucuydu. Meng Ru Hua'yı kurak çölde susuz bırakıyor, bu susuzluğun geçmesi için ona daha fazla ihtiyaç duymasını sağlıyordu.

Şimdi bile; fırsatı olsa o ateşte yine yanar, o çöle yine atlardı. Bu farkındalık Ru Hua'ya bir günaydın kelimesi ile gelmişti.

Beklenmedikti.

Duygularını güçlükle kontrol altına alıp gecikmeli bir şekilde "Günaydın." diye karşılık verdi. Xie La, sağ kenarında kıvrımın gölgesi kalan dudaklarındaki yarım gülüşü ve kıstığı gözleri ile kendisine bakmaya başladığı için sesi sonlara doğru çatallaştı.

Ru Hua bunu düzeltmek adına hafifçe öksürürken Anka Vadisinin efendisi pat diye "Dün gece iyi uyudun mu?" diye sordu ve genç koruyucu bu soruyu duyduğu andan itibaren daha da şiddetli öksürmeye başladı.

Utancı geçmiyor, aklına gelmemesi görüntüler gözünün önünden gitmiyordu. Doğumu ve ölümü kontrol eden, ankaların efendisi yüce Xie La böyle yapmaya devam ederse en sonunda Ru Hua'nın ölümünü de getirecekti. Utançtan ölünür mü bilmiyordu ama hissettiği bu sıcaklığın derecesi artarsa mümkün gözüküyordu.

Xie La kıkırdadı ve Ru Hua o an öksürmeyi bıraktı. Gülüşünün ses tonu çok güzeldi.

Ru Hua o meleksi sesin "Bu şekilde iletişim kuramayacağız galiba. Bekle yanına geleyim." dediğini duyduğunda hızlıca kendine gelip gerek yok tarzında bir şeyler gevelemişti ki Xie La saniyeler içinde tam karşısında beliriverdi.

Geç kalmıştı. Kaçacak fırsatı bulamadan Xie La'nın avucunun içine düşmüştü. İçinden cılız bir ses "Zaten orada değil miydin?" diye sorduğunda Ru Hua onu duymazdan geldi ve Xie La'nın kendisi ile uğraşmasına fırsat vermemek için alelacele konuyu değiştirerek "Bugün kahvaltı menüsünde ne var biliyor musun?" diye sordu.

Cennet ve cehennemin bir alt katmanı olan bu diyarın sahibine?

Tanrıların yeryüzündeki gölgesine?

Değersiz kahvaltı menüsünü?

Xie La'nın yüzünden belirli belirsiz bir mimik geçti. Gülmesini bastırdığı her halinden belli oluyordu ama ciddiyetle "Wonton sanırım." dedi. Ru Hua daha fazla utanmasın diye aklına ilk gelenleri söylüyordu. "Fasülye ezmeli çörek de vardır. Sonra...."

Ru Hua aptallığına mı yoksa önceki gece yaşananlara mı utandığını bilmiyordu artık. Daha fazla dayanamayarak "Yediğimizde görürüz." diyerek araya girdi. Şu saatten sonra toparlamasının imkanı olmadığını bildiği bu saçma muhabbeti bir an önce bitirmek istiyordu.

Xie La rahatlamayla nefesini bıraktı. "Yemek istediğin bir yemek var mı? Söyleyelim yapsınlar hemen."

Ru Hua başını iki yana salladı. İstese de yemek düşünebilcek bir modda değildi.

Anka Vadisi'nin efendisi Ru Hua'nın gitmeye yeltendiği yola düşünceli bir şekilde baktı. "Yanına gelmemi istemiyorsun, yemek yemek de istemiyorsun." dedikten sonra da tekrar Ru Hua'ya döndü. "Peki benimle bir seyahate gelmek ister misin?"

Meng Ru Hua bu beklenmedik teklif karşısında şaşırmıştı. "Ne seyahati?" diye sorabildi sadece.

"Bir doğum günü partisine davet aldım. Seninle gitmek istiyorum."

"Benimle mi?"

Xie La gülümseyerek başını salladı. "Evet. Seninle tanıştırmak istediğim kişiler ve görmeni istediğim şeyler var. Oldukça görkemli olacak."

Ru Hua daha fazla meraklandığı için bir şeyler sormaya niyetlenmişti ki Xie La aniden işaret parmağını dudaklarının üzerine koydu. "Daha fazla soru yok Meng Ru Hua."

Bu hareketten sonra istese de soramazdı. Bu adamın tek bir hareketi hücrelerine verilmiş bir ferman, sözsüz bir yemin gibiydi. Karşı koyamıyordu. Başını salladı sadece. O seyahate her türlü gideceğini biliyordu.


"Bahsettiğin doğum günü Fısıltı Uçurumu'nda mıydı?" Ru Hua bir kaç yüz metre ilerideki sarp kayalıklara baktı. Xie La da hemen yanında duruyor, onun baktığı yere bakıyordu.

"Evet." diyerek yanıtladı Ru Hua'ya dönerken. "Fısıltı Uçurumu ile bir sorunun mu var?"

"Ha-Hayır. Tabiki yok."

Vardı.

Fısıltı Uçurumu ile Yılan Kayalıkları eş klanlar olarak biliniyordu ve büyük bir çapta bir şölen varsa Chang Wu kesin burada olacaktı. Ru Hua bulutlu gökyüzünün altında bile parıldayan Xie La'ya korkuyla baktı. Sedefli, siyah, seyahat kaftanı ve altın işlemeli zırhıyla yenilmez gözüken, düşmanlarının bulunduğu ine gözünü kırpmadan girecek kadar korkusuz olan Anka Vadisi'nin meşhur yüce efendisine.

Öldürmesi gereken adama...

Daha doğrusu bir türlü öldüremediği adama...

O şölene gitmek ikisi için de sonlarına yürümek gibi bir şeydi ve Ru Hua, Xie La'nın neden ısrarla bu davete gitmeye çalıştığını bir türlü anlayamıyordu. "Kuğu Gölü buraya çok yakın." dedi aniden. Xie La uçsuz bucaksız kayalıklara bakmayı bırakıp tekrar Ru Hua'ya döndü.

"Bu davete katılmak yerine benim klanımı ziyaret etmeye ne dersin?" diye devam etti Ru Hua. Xie La'nın oraya gitmesini istemiyordu. Bunun için aklına gelen ilk öneri bu olmuştu.

Xie La usulca gülümsedi. "Korkuyor musun Meng Ru Hua?"

Korkuyor muydu?

Bu soruyu saniyeler içinde, defalarca sordu. Xie La'nın gücünü biliyordu. Buraya gelirken belli etmemiş olsa da etrafta mutlaka düzinelerce askeri vardı. Ruhani gücü ise cennet katına ulaşabilecek düzeydeydi ama yine de korkuyordu. Kendi korkaklığından korkuyordu. Ölmekten değil de onu öldürmek zorunda kalmaktan korkuyordu.

Evet demek istedi ama "Bilmiyorum." sözcüğü döküldü dudaklarından.

Bu kelimenin ardından Xie La küçük bir adımda yanına geldi ve yumuşak elini olması gereken buymuşçasına yanağına dokundurdu. "Korkma." Diye fısıldadı huzurlu bir tonda. "Nasıl ki bana on yıl önce zarar veremediler, şimdi de veremezler."

Ru Hua on yıl kelimelerini duyunca zihninin gerisine attığı o kanlı olayı hatırladı. Yılan Kayalıkları, Anka Vadisi'ne baskın yapmıştı. Dağın en aşağısından zirvesine kadar olan her yeri yakıp yıkmışlar, sağ tek bir hayvan ya da insan neredeyse bırakmamışlardı. Sadece, Anka Vadisi'nin veliahtı yani Xie La mucizevi bir şekilde bu kaostan kaçmayı başarabilmişti.

Bir yıl boyunca ortadan kaybolduktan sonra kimsenin beklemediği anda daha da güçlenmiş bir şekilde geri dönmüştü.

Anka Vadisi'ni geri almış Yılan Kayalıkları'nı kendisine bağlayarak itaat etmeye zorlamıştı. O süreçte neler olduğunu kimse tam olarak bilmiyordu.

Tek bilinen Xie La'nın karanlık gücünün küçümsenemeyecek derecede fazla olduğuydu.

Bunları düşünmek Ru Hua'yı daha da tedirgin etti. Xie La'yı öldüremiyorlardı ve bu yüzden Ru Hua'yı kullanıyorlardı. Peki ama neden? Bir sürü yetenekli suikastçi varken neden kendisi gibi basit bir koruyucunun onu öldürmesini istiyorlardı?

Onların bildiği ama Ru Hua'nın bilmediği şey neydi?

"Sensin." dedi Xie La ve Ru Hua bir süredir onu dinlemediğini fark etti. Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki onun elinin kendi yanağında olduğunu da unutmuştu.

"Ben neyim?" dedi gözlerini kırparak.

Xie La hiç olmadığı kadar ciddi bir şekilde bakıyordu. "Bugün buraya gelmemin sebebi sensin."

Ru Hua onun ne demeye çalıştığını anlayamadı. "Ne demek bu?"

Xie La, Ru Hua'ya birazcık daha yaklaştı. Bakışlarındaki ciddiyetin üzerine sevgi dolu bir kaç pırıltı eklenmişti. Ru Hua'nın yanağındaki elinin başparmağı ile onun yanağını okşarken "Bundan sonra bana bağlısın demek Meng Ru Hua." diye fısıldadı. Sesi okyanus yüzeyi gibi pürüzsüz ve bir o kadar da kendinden emindi. "Sana dokunan, sana en ufak bir zarar vermeye çalışan karşısında beni bulur demek."

Ru Hua şaşkınlıkla yutkundu. Xie La ise içinden devam etti. "Seni seviyorum demek."


Ee... ne düşünüyorsunuz?

Continue Reading

You'll Also Like

43.3K 2.2K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
334K 12.9K 77
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
81.5K 3.4K 29
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
52.3K 2.7K 41
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?