KARANLIK

Galing kay hikayelerindeyasar

795K 72.1K 56.5K

Görme engelli bir iş adamı olan Alp Merih Demirhan, insanlardan uzakta izole bir yaşam sürmektedir. Kimseye a... Higit pa

1.BÖLÜM "TANIŞMA"
2.BÖLÜM "MUM IŞIĞI"
4.BÖLÜM "DANS"
5.BÖLÜM "HEYECAN"
6.BÖLÜM "AŞK"
7.BÖLÜM "İTİRAF"
8.BÖLÜM "KOVULMAK"
9.BÖLÜM "HİSSETMEK"
10.BÖLÜM "İSTİFA"
11.BÖLÜM "YAĞMUR"
12.BÖLÜM "GEÇMİŞ"
13.BÖLÜM "MÜZİK"

3.BÖLÜM "VAZGEÇMEMEK"

50.3K 5.8K 4K
Galing kay hikayelerindeyasar

Instagram: hikayelerindeyasar

Karanlıklara sitem edeceğimize hepimiz bir mum yaksak, karanlıklar aydınlığa dönerdi.

3.BÖLÜM "VAZGEÇMEMEK"

Bir poğaça yapmak için gereken bir kaç şey vardır: süt, yağ, şeker, kuru maya, un ve tuz. Gerekli malzemeleri birbirine karıştırırız ve hamuru yoğurduktan sonra mayalanması için bekletip fırına veririz. Her şey bu kadar kolaydır.

Fırına gülümseyerek baktım. Bundan önceki iki denememde başarısız olmuştum ama mantığı çözmüştüm, bu sefer güzel olacağına inancım tamdı. İçine sevgimi de katmıştım, peynir de... Bu poğaçanın güzel olmaması mümkün değildi.

Eldivenlerimi takıp fırını söndürdükten sonra fırının kapağını açtım ve tepsiyi ucundan tutup dışarı çektim.

"Allah kahretsin ya!" Poğaçalardan birini kaldırırken ofladım. Yemek yapmak asla bana göre değildi, özellikle de poğaça! Altı yanmış poğaçaları daha önce iki kere daha yaktığım poğaçaların olduğu çöpe dökerken aynı zamanda saati kontrol ettim. Bugün Alp Merih Bey'in evindeki beşinci günümdü. Bu beş gün boyunca Alp Merih Demirhan'ı sadece iki kere görebilmiştim, adamın kendi özel şefi bile vardı ama yemeklerini çalışma odasında yiyordu. Bahçeye bile çıkmıyordu, ona ulaşmaya çalıştığım her an daha kapısını çalar çalmaz girmemem gerektiğini söylüyordu. Delirmek üzereydim, kaskatı kesilmiş bir duvarla karşı karşıya gibi hissediyordum. Ona ulaşmak için harcadığım tüm çaba birer hiç oluyordu. Tek yaptığım salonda oturmak ve asık bir suratla telefonuma girmek ya da kitap okumaktı. Onun için çabalamak istiyordum ama beni habire reddetmesi gururuma dokunuyordu. En sonunda bende ılıman bir barış çağrısı yapmak istemiştim ve bulduğum fikir ona poğaça yapmaktı.

Sırf bu yüzden sabahın beşinde kalkmıştım. Gecede uyumadan önce elli tane tarif izlemiştim. Hayatı boyunca omletinde yumurta kabuklarıyla yemiş biri olarak kendime inanamıyordum, şaka gibiydi. Şu an üstümde mutfak önlüğü ve ellerimde pişirdiğim hamurun kokusu vardı.

"Tamam Ada," dedim kendimi sakinleştirmek ister gibi. "Hayatta yapamadığın hiçbir şey yok, bir poğaça seni caydıramaz. Tekrar dene."

Artık neredeyse una bulanmak üzereyken tarifi tekrar okudum ve peynirini bol bol koyarak poğaçaları yaptım. Fırına verdiğimde aynı zamanda saate de baktım. Çok az vaktim vardı ve tarife göre yazan dakikada fırını söndürmem mümkün olmadığı için hızlıca hazırlanıp on dakika önce poğaçaları çıkardım.

"İnanmıyorum, bu sefer yanmadı."

İnanılmaz güzel görünen dereotlu, peynirli poğaçalarıma bakarken mutlulukla gülümsedim. Poğaçaları bir mucizeyi elimde tutar gibi güzelce kaba yerleştirip aynı zamanda Ahu da uyanınca yesin diye kenara koyarken mutlulukla dans ettim.

Her zamanki rutinimi yapıp üç otobüs ve bir minibüs değiştirip sabahın köründe bir kilometre yol yürüdükten sonra artık canım çıkmışken güvenliğe her zamanki gülümsememle selam verdim. Hala poğaça dolu kap elimdeydi. Çantamdan bile daha sıkı korumuştum onları.

"Günaydın."

Artık yavaş yavaş sabah enerjime alışmış olan Seyfi Amca gülümseyerek "Günaydın kızım," dedi. Onun yanından seke seke geçip eve girerken kapıyı bana Elif açtı. Elif eğlenceli bir kızdı, çok çalışkan ve hamarattı. Ben dağıtıyordum, o topluyordu, okumayı seven biriydi, boş zamanlarımda okumam için kütüphanesinden bana Dostoyevski kitapları vermişti. Evin daimi çalışanıydı, gece buraya çok yakın olan kendi evine dönüyordu.

"Günaydın, bu ne neşe?" Ona da gülümseyip içeri geçtim. Yavaş yavaş bu eve alışmıştım, o kadar geniş bir bahçesi vardı ki bir ucundan diğer ucuna gidene kadar günlük spor rutinimi tamamlıyordum.

"Poğaça yaptım Alp Bey için."

Elif pek inanmayarak elimdeki kaba baktı. "Sen mi?"

İçeceğim suyu bile Elif'ten istediğim için şaşırması normaldi. Ona daha fazla açıklama yapmadan gülümsedim ve mutfağa geçtim. Evin ikinci daimi çalışanı dünyaca ünlü bir şefti. Bir kere çalışan buzdolabından değildi mutfaktaki buzdolabını kullandığım için beni yarım yamalak Türkçe'siyle azarlamıştı, suratsız herifin tekiydi. Menüleri de hiç düzgün menüler değildi. Nerede antin kuntin bir böcek, kabuklu hayvan var onu yapıyordu, Alp Bey'in bu yemekleri yemesi bile inanılır gibi değildi.

Elif arkamdan mutfağa gelirken şef daha gelmediği için rahatça tabaklardan birini çıkardım.

"Alp Bey yemez onları ama, haberin olsun."

Ona dönerken şaşkınlıkla baktım. Poğaçalar o kadar güzel görünüyordu ki ve biraz fırında ısıttıktan sonra mükemmel olacaktı.

"Neden kahvaltı için erken değil mi? Yoksa kahvaltısını yaptı mı?"

Elif olumsuz anlamda başını salladı. "Birazdan ben hazırlayacağım ama diyorum sana yemez. Onun sağlıklı olmayan bir şeyi yediğini görmedi bu gözler. Her kahvaltısı aynıdır, hiç değişmez."

Elif'in olumsuz konuşmasına aldırmadan omuz silktim. "Bu poğaçalar için ne kadar uğraştım biliyor musun, yemesin de göreyim. Hadi hadi söylenme de çay koy şuradan. Demli olsun."

Elif tuhaf tuhaf bana baktı. "Çay koyayım koymasına ama Alp Bey çay da içmez, kahvesi özeldir onun, yanında standart sporcu kahvaltısı. Ben yine onları hazır edeyim, sonra bana kızar."

Onun yalakalığına gözlerimi devirirken fırında poğaçaları ısıttım. Onun demlediği çayın da tadını kontrol ettim. "Aferin bak güzel çay demliyorsun, şuradan da sana zahmet iki çay bardağı uzat."

Elif şaşkınlıkla bana baktı. "İki mi çay bardağı?"

"Evet tabii ki, bende hiçbir şey yemedim. Alp Bey'le bir kahvaltı edelim."

Elif çay bardaklarını uzatırken yarım ağız güldü. "Bu günde adadan sen eleniyorsun demek."

Poğaçaların yanına çay fincanlarını koyup tepsiyi elime alırken Elif kararlı gözlerime bakıp son kez sordu. "Bak emin misin? Kızmasın sonra bana?"

"Ay Elif ne çok konuştun, başım şişti, alt tarafı bir poğaça buna da kızarsa zaten..."

Onu geçip asansöre doğru ilerledim, Elif bana kapıyı tutarken bire bastı ve korku dolu bakışlarla bana baktı. Onun bu haline keyifle gülerken idam mahkumunu dar ağacına yolluyormuşçasına bir ifade yerleşti kaldı yüzüne.

Asansör birinci katta durunca çayları dökmemek için ekstra bir çaba harcayıp tabaktaki poğaçalara gururla baktım. Annem bu halimi görse gözyaşlarına boğulurdu hiç şüphesiz.

Ellerim dolu olduğu için kapıyı çalamayıp "Alp Bey ben giriyorum," diye bağırdım. Bir cevap gelmezken topuklu ayakkabımın topuğuyla kapıyı ittim ve boş çalışma odasına baktım. Burada değildi.

Elimdeki tepsiyi ne yapacağımı bilemezken kenardaki masaya bıraktım. Odasındaysa oraya gidecek değildim. Ama kapıdan beraber kahvaltı yapmayı teklif edebilirdim sanırım. Olduğum yerde nefesimi tutarken cesaretle yüklendim ve en son kendi kendime verdiğim kararı hatırlayı çalışma odasından dışarı çıktım.

"Alp Bey?" Alp Demirhan bir karşılık vermezken odasında da olmadığını anladım. Oflayarak çalışma odasına geçerken el mecbur kendisini beklemekten başka çarem kalmadı.

Dışarıda olsa Elif bana söylerdi. Oflayarak gelmesini beklemek yerine yeniden asansöre ilerledim, belki kütüphanedeydi belki de spor salonundaydı. Kütüphanenin genişliği karşısında şaşırıp yine de Alp Merih'i göremezken en sonunda son çare spor salonu gibi düzenlenen kata indim.

Burası inanılmazdı, o kadar büyüktü ki, kendimi burada kaybedebilirdim. Aletler, tenis kortu, camla kaplı duvarlar, içeri sızan gün ışığı... Hayran hayran aletleri incelerken bir ses duydum.

Sesin geldiği yere doğru ilerlerken çok geçmedi, onu gördüm. Ağzım açık ona bakakalırken, sertçe yutkundum. Ağırlık kaldırıyordu, üstündeki atleti terlediği için çıkarmıştı sanırım. Üstü çıplaktı, karın kasları hareketinin etkisiyle daha da belirginleşirken boğazımın kuruduğunu hissettim. Bakışlarım karnındaki V'den üzerindeki şorta rağmen belli olan kaslı bacaklarına, oradan da epey şişkin kol kaslarına ilerledi. Adam gerçekten spor yapıyordu...

Birkaç tutam saçı alnına değerken uzun uzun ona baktım, ne söylemeye geldiğimi unutmuştum bile.

"Ada Hanım?" O bulunduğu yerde birinin varlığını hissedip belki de benim sessiz iç çekişlerimden ben olduğumu anlarken başı benim olduğum tarafın biraz daha soluna kaydı, ben rahatsız bir ifadeyle konumumu düzeltirken de başı tam bana çevrildi.

"Günaydın Alp Bey," dedim utanarak bakışlarımı ondan çevirerek. Yanaklarım hızla kızardı. Ne için gelmiştim ne yapıyordum, şaka gibiydim gerçekten. Durumu adamı izlemekte neydi?

O, kaldırdığı ağırlığı sanki bunu hep yapıyormuş gibi kolayca yerine koydu ve olduğu yerde doğrulurken kenardaki tişörtüne uzandı ve hızla onu bulup terleyen göğüs kaslarının üzerine bastırdı.

Bakma Ada, bakma...

O bir şey söylemezken benden bir açıklama beklediğini fark ettim. Ne diyeceğimi bilmezken kısaca bir düşündüm. Cümlelerin anlamlı bir bütün haline gelmesi zor olurken yanaklarım iyice kızardı.

Bakma, Ada.

Başımı kaldırdım ve tekrar ona bakmadan önce aramızdaki mesafenin giderek azaldığını gördüm, buraya doğru yürümüştü. Olduğum yerde gerilirken bakışlarımı onun karanlık gözlerine çevirdim, düz bir ifadeyle hemen karşıya bakıyorlardı, ifadesizlerdi. Onların salt karanlığı taşıdığı fikri o kadar korkunçtu ki...

"Alp Bey günaydın." Dudaklarımı ıslattım. "Ben, şey demek için gelmiştim-" Sıkkın bir nefes verdim. Elif'in neden beni cepheye gönderir gibi davrandığını şimdi anlıyordum. Adamın karşısında konuşmak hatta dik durmak bile çok zordu.

"Buyrun Ada Hanım? Ne için gelmiştiniz?"

Tek cümleyle söyleyip kurtulmak için dudağımı ısırdım ve cesaret ettim. "Ben sabah poğaça yapmıştım da sizin için de getirdim, belki yersiniz diye-"

Alp duraladı, sanki yüz çizgilerine sinen şaşkınlığı hissettim ama hızla yüzü ifadesizlikle tekrar gölgelendi.

"Ben poğaça yemem Ada Hanım, bir daha bunlarla uğraşmayın, evde bunlarla ilgilenen gerekli çalışanlar var zaten."

Daha fazla bir şey söylemeden yanımdan çekip giderken ağzım açık öylece katılığına bakakaldım. Şaka gibiydi.

Nasıl onun çelik gibi iradesine sızıp onunla arkadaş olacaktım, hiç bilmiyordum.

Gerisin geri Elif'in yanına geçtiğimde yüzüm asıktı. Elif beni görür görmez sırıttı. "Alp Bey'le kahvaltı keyfinize ne oldu?"

Ona gözlerimi devirdim. "Bu adam iyilikten falan anlamıyor. Resmen azarladı beni, evde bununla ilgilenen çalışanlar var diye. İçimden gelmiş, yapmışım, bir tadına bak, nezaketen bir teşekkür et ama değil mi? Yok, yok beyefendinin egosu zedelenir."

Elif güldü. Bana aldırmadan Alp Bey'in kahvaltısını hazırlamaya girişti. "Ee poğaçaları nereye bıraktın?"

"Alp Bey'in çalışma odasına. Gelirken getir bari, ziyan olmasın."

Elif yine gülerek başını sallarken içinden benimle dalga geçtiğine emin bir şekilde ofladım. Poğaça planımın ilk aşamasıydı, onunla beraber kahvaltı yaparken sohbet edip dost olmak için iyice birbirimizi tanımayı umuyordum. Ama şimdi her şey suya düşmüştü. Başka bir şey düşünmem gerekiyordu.

"Alp Bey akşam yemeğini kaçta yer?"

"Saat yedi gibi. Çok ünlü yabancı bir şefle çalışıyor, birazdan burada olur, sende tannıırsın, ismi Enrico."

"Akşam yemeğini de mi çalışma odasında yer?"

"Yok, sadece kahvaltılarını ve öğle yemeklerini orada yer. Akşam yemeği için yemek odasını kullanır."

Düşünceli bir ifadeyle başımı salladım. Ne yapıp edip bu akşam ki yemeğe katılmam ve onunla tanışıklığımı ilerletmem gerekiyordu.

O zamana kadar bir şeyler düşünmek için kahvemi alıp salona geçerken Elif'te hazırladığı kahvaltıyı çalışma odasına götürmek için harekete geçti.

Salonda uzanıp neler yapabileceğimi düşünürken çok geçmedi, Alp Bey'in kahvaltısını götürmek üzere yukarı çıkan Elif elinde yine aynı kahvaltı tepsisiyle geldi. Mutfağa geçmek yerine direkt benim yanıma gelirken yüzü gülüyordu. Olduğum yerde doğrulurken ona sordum.

Sıkkın bir ifadeyle sordum. "Ne oldu, yemedi mi?"

Elif güldü. "Odasına gittiğimde senin koyduğun poğaçalardan yiyordu. Bu kahvaltıyı istemedi."

Sıkkın ifadem hızla geçip giderken az önce inatla bana söylediği ben poğaça yemem Ada Hanım lafları kulağıma çalınır gibi oldu. "Ciddi misin sen?"

"Valla. Hatta hiç çay içmeyen adam çay da içiyordu."

Gülümseyerek dudağımı ısırdım. Çok mutlu olmuştum. Hiç olmazsa poğaçalar boşa gitmemişti ve bu ikimiz içinde bir adımdı.

Ben mutlulukla gülümserken Elif "Gözün aydın," diyerek içeri geçti. Onun mutfağa geçmesiyle ben olduğum yerde sırıtmaya devam ettim. Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı ve Alp Bey direkt poğaçalarımı kabul etseydi. Ama önce yemeyeceğini söylemiş, sonra dayanamamış ve yemiş olmalıydı. Neymiş efendim, hep sağlıklı beslenirmişte, sporcu kahvaltısı yaparmış da, biraz alışkanlıklarının dışına çıkmalıydı. Onun bu katılığını eritmek için uğraşacak ve onunla en sonunda iki iyi dost olacağımıza inanıyordum.

Akşama kadar hiçbir şey yapmadan geçip giderken bir daha Alp Bey'i göremedim bile. Bu geçen süre boyunca, hayatımdaki tek yeni şey Şef Enrico ile tanışmak olmuştu. Adam kırklı yaşlarının sonunda, İtalyan asıllı bir aşçıydı. Açıkçası Akdeniz'in sıcakkanlı yapısını beklerken, fazla kızgın ve soğuk bir adamla karşılaşmıştım. Onunla tanışmak için mutfağa girdiğimde kırık Türkçesiyle "Lütfen ben çalışırken beni rahatsız etmeyin, ayak altında insan istemiyorum," diye beni azarlamıştı resmen.

Yeni işimde olay çıkartmamak için onunla kavga etmezken bu hareketini de aklıma bellemiştim, eğer görünmeden otoparka gidersem arabasını çizme planları yapıyordum.

Akşam yemeği için Enrico bir şeyler hazırlayıp Elif'te yemek odasındaki masayı kurarken sessiz sessiz onları izledim.

Kalp atışlarım ağzımda atıyordu. Alp Bey'e gidip yemeği beraber yiyelim mi diye nasıl teklif edecektim ki? Tırnaklarımı yiye yiye kendi cesaretimi toplamaya çalışırken Elif yanıma gelip sordu. "Sana da yiyecek bir şeyler hazırlamamı ister misin?"

Olumsuz anlamda başımı salladım. "Bana bir servis aç, lütfen, Alp Bey'in yanında yiyeceğim."

Elif şaşkınlıkla bana baktı. "Sen delirdin herhalde? Gerçekten amacın kendini kovdurmak mı?"

Omuz silktim. "Şu an Alp Bey yemek odasında mı?"

Elif başını salladı "Evet ama bak gerçekten uyarıyorum seni, çok sinirli bir adamdır. Çok kızabilir. Seni kırabilir."

Vazgeçme isteğiyle içim dolarken tekrar düşündüm. Hayır, daha dün bu adamın karanlığına bir mum ışığı yakabilmeyi dilememiş miydim? Bütün gün odasından çıkmıyordu. Yapayalnızdı. Ona arkadaş olmak istiyordum. Ve risk almam gerektiğini biliyordum.

Vazgeçemezdim.

Hızla merdivenlere yönelip yemek odasına geçtim. Alp Bey masanın başındaydı. Enrico'nun ona servis ettiği çorbayı içiyordu.

Hala dönmek için çok geç değil.

"Alp Bey merhaba, Ada ben."

Alp kaşığı bırakırken başını sesin geldiği yani benim olduğum tarafa çevirdi. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı, üstüne tam oturmuştu, dağınık saçları ve birkaç günlük sakalıyla çok yakışıklı görünüyordu.

"Ne vardı Ada Hanım?"

Nefesimi tutmadan önce konuştum. "Ben, sizin için uygunsa beraber yemek yiyebilir miyiz diye soracaktım."

Alp'in ademelması hareket ederken benimde kalp atışlarım heyecanımın etkisiyle epey hızlandı. "Tek başıma yemek yiyemiyorum da oldum olası, Elif'te çoktan yemiş, acaba size eşlik etmem uygun olur mu?" Saçma bahanemi öne sürdüğüm gibi utandım.

Alp başını benden yana çevirmeden, birkaç saniye duraladı. Ardından servisi yapmak için kapıda hazır olan Enrico'nun tarafına doğru başını çevirmeden, konuştu. "Ada Hanım için de bir servis açın."

Enrico şaşkınlıkla bana bakarken pis pis ona gülümsedim.

Dolaptan tabakları çıkartıp Alp'in tam karşısına, baş köşeye koyarken ona olumsuz anlamda başımı salladım ve konuşmadan Alp'in hemen yanındaki sandalyeyi gösterdim. Sinirli bir ifadeyle dediğimi yapıp Alp'in hemen sağına benim için servis açarken arkasından yürüdüm ve gülümseyerek yerime oturdum.

Önüme çorbayı servis ederken "Garmugia çorbası," diye sundu. "Üzerinde de parmesan var."

Ona başımı salladım. "Teşekkürler."

Başını sallayıp Alp Bey'e döndü. "Başka istediğiniz bir şey yoksa-"

"Şimdilik yok."

Enrico yemek odasından dışarı çıkarken bende Alp'i daha yakından görmenin heyecanıyla ona baktım. "Afiyet olsun, Alp Bey."

"Size de Ada Hanım."

Çorbadan bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Tadı iğrençti. Tek kelimeyle berbattı hatta. İkinci kaşığı almak yerine bırakırken çorbasını içen Alp'e baktım.

Alp çorbasını bitirirken bende çorbayı bırakıp onu izlemeye başladım. Ne konuşacağımı da bilemiyordum. O çok sessizce yemek yiyordu.

Çorbanın ardından kabaklı, yine tatsız tuzsuz bir şey yedikten sonra hala ne konuşacağımı bilemiyordum. Ana yemek için de Enrico servis tabaklarımızı önümüze koydu. "Yengeç rangoon."

Tabağımdaki sarı yemeğe bakarken mide bulantım nedeniyle safra tadı ağzımın içine kadar yayıldı.

"Gerçekten bunu yiyebilecek misiniz?"

Alp'in dudakları yana kıvrılırken başını sağına doğru çevirdi. "Siz Enrico'nun yemeklerini beğenmediniz sanırım?"

"Bir sandviçi bunlara tercih ederdim sanırım."

Alp'in dudakları tekrar kıvrıldı.

Tekrar lafa karıştım. "Gerçekten Enrico'ya boşuna para ödüyorsunuz." Çatalımla tabağımdaki yengeci eşeledim.

"Hala geç değil, size sandviç yapabilirim, yanında da portakal suyu sıkarım. Bundan on kat daha güzel olacağına eminim."

Alp yemeğinden bir çatal alırken başını bana çevirmeden konuştu. "Bırakın herkes işini yapsın."

Çok ağrıma giderken başımı kaldırdım ve öfkeyle ona baktım. "Tamam," dedim hızla. "Zehirlenirseniz, sizin mideniz."

Enrico hiç dokunmadığım yengeç servisini önümden alıp tatlılarımızı servis ederken Alp'e baktım. Bir konu açmam ve sohbet etmem gerekiyordu, buraya geliş amacım buydu ama ne desem bilemiyordum, Alp öyle sessiz ve katı biriydi ki, sanki bir şey söylersem beni tersleyecek gibiydi.

Tatlıdan bir ısırık alıp yine beğenmezken bu sefer Alp Bey de tatlısına dokunmadı. Suyundan bir yudum alırken sırf konu açılsın diye araya girdim.

"İşleriniz çok yoğun mu? Sizi pek odanızdan dışarı çıkarken göremiyorum."

Alp'in ademelması oynarken yüzü gölgelendi. "Öyle."

Yeniden sessizlik olurken tekrar bir şeyler söyledim. "Eviniz çok güzel, özellikle bahçeniz, yani arazide göl bile var. Bayıldım doğrusu. İnsan burada hiç sıkılmaz."

Alp Bey buna bir yorum yapmadan sessiz kalırken dudağımı ısırdım. "Ama tek başına yaşayan biri için fazla büyük bir yer."

Alp ayağa kalktı. "Size afiyet olsun." Odanın çıkışına doğru yürürken ofladım. O kadar çelik gibiydi ki, asla içine işleyemiyordum.

Neyse, hiç olmazsa bir iki kelime de olsa benimle konuşmuştu. Düne göre elimde bir şeyler vardı hiç olmazsa.

Elif masayı toplayıp müştemilata geçerken Enrico'da yaptığı yemekleri kaldırıp bana kötü kötü bakarak evden çıktı. Bu adamın benimle ne alıp veremediği vardı hiç bilmiyordum ama bir çalışana sanırım hizmet etmek zoruna gitmişti.

Onun mutfaktan çıkmasıyla beraber kendim için çay demleyip bugün kalan poğaçalarımı mikro dalgada ısıtıp bir tabağa koydum. Onun yaptığı yengeçten bin kat daha güzeldi.

Demli çayım da vardı.

Poğaçadan bir parça alıp çayımı içerken gözlerim istemsizce kapandı. Gerçekten çok iyi olmuştu. Yemek konusunda çok başarılı biri değildim ama uzun yıllar öğrenciliğini yalnız yapmış biri olarak birkaç çeşit yemek yapabiliyordum. Özellikle makarna konusunda ihtisasım vardı. Ama ilk defa poğaça yapmayı denemiştim ve gerçekten tadı mükemmeldi.

"Sen hala gitmedin mi?"

Ağzımda poğaça öylece kalakalırken yutkunamadım, öksürüğe boğulurken Alp Bey mutfağa girdi.

"İyi misiniz?"

Sıcak çayı fondip yapıp boğazımı yumuşatmasını beklerken ona döndüm.

Ben olduğumu nasıl anlamıştı?

"İyiyim teşekkür ederim, Alp Bey."

"Bu saatte burada ne yapıyorsunuz?"

Çaydan bir yudum daha alıp oturduğum yerden kalktım ve ona doğru yürüdüm.

"Şey, yemek yiyordum."

"Yemek mi?"

"Evet," dedim. "Sabah yaptığım poğaçalardan yiyordum, tabii yalnız yediğim için boğazımdan geçmiyordu."

Alp bana doğru bir adım atarken nefesimi tuttum. Sanki sabah poğaçaları yediğini bilmiyormuşum gibi davrandım. "Size de ikram ederdim ama siz poğaça sevmiyorsunuz."

Alp'in üst dudağı yukarı kıvrılır gibi oldu, tamamen yanıma ilerledi. Bana siz demeyi bırakıp direkt konuşurken kalp atışlarım heyecanla çarptı, gülümseyiverdim.

"İkram et."

"Hemen Alp Bey, çay da koyuyorum, yanına şeker ister misiniz?"

"Hayır."

Bir tabağa iki poğaça ve yanına da demli bir çay koydum.

Alp yanıma oturdu. Bende bir poğaçayı alıp ısırdım. Alp Bey konuşmadan poğaçadan bir ısırık aldı, neredeyse poğaçanın yarısını yerken dört lokmada hepsini bitirdi ve çayını içti.

Allah'tan poğaça sevmiyordu(!)

Bende kendi poğaçamı bitirdim, aramızdaki huzurlu sessizliği bozmak istemezken içim kıpır kıpırdı.

Alp Bey çayını bitirdikten sonra ayağa kalktı. Bende aynı şekilde ona uydum ve ayağa kalktım.

"Şoför sizi bıraksın."

Tekrar bana siz diye hitap ederken bir moralim bozulur gibi oldu ama üstünde durmadım, beraber benim ona yapığım poğaçaları yemiştik, bir nevi sabah ki hayalim gerçeğe dönmüştü. Bu yüzden bununla mutlu olmakla yetinecektim.

Onunla beraber mutfak kapısına yürüdük. "İyi geceler, Ada Hanım."

"İyi geceler Alp Bey."

O artık ezberlediği yolu desteksiz yürüyüp asansöre geçerken arkasından ona baktım. Çok uzun boylu, yapılı biriydi. Onun kendini hapsettiği bu hayat için tekrar üzülürken bend dış kapıya doğru yürüdüm.

"Ada Hanım?"

"Buyrun Alp Bey?" Asansöre binmeden benim olduğum tarafa doğru vücudunu çevirmişti.

"Yarın yine bu poğaçalardan yaparsanız sevinirim."

İçimde kelebekler uçar, etraf pembeye dönerken neredeyse ona sarılacak kadar mutlu oldum. "Tabii Alp Bey, yaparım. İyi geceler."

"İyi geceler."

Dış kapıdan çıkıp kapıyı sessizce kapatırken dans ede ede yürüdüm. Alp Merih Demirhan'ın çelik gibi iradesini yavaş yavaş delmenin ilk aşamasını geçmiştim sanırım. Ve malzemeleri sadece süt, yağ, şeker, kuru maya, un ve tuzdu.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum <3

Instagram: hikayelerindeyasar

Twitter: dilektarinci

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

747K 19.2K 81
Herkesin korkulu rüyası olan Yer altının en büyük mafyası yer yüzünün hakimi sadist sinir hastası piskopat bir adamın bir kıza aşık olması Ve haya...
780K 32.6K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
721K 27.6K 90
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
653K 82K 28
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...