Prudence, just like an étoile

Od obsidiyensever

17.4K 2K 2.1K

Adım Prudence'tı. Fındıklı çikolataya bayılır, sade sütten nefret eder, limonlu dondurma için gözüm kapalı ci... Více

1. bölüm: beklenmedik eşleşme
2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings
3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları
4. bölüm: açık pencere
5. bölüm: işe yaramayan şeyler
6. bölüm: del monte sahili
7. bölüm: bayan stiles'ın sebep oldukları
8. bölüm: hikâyedeki eksik
9. bölüm: jane austen
10. bölüm: bazı değişiklikler
11. bölüm: son gece
12. bölüm: tuhaflıklarla dolu bir piknik
13. bölüm: keşke
14. bölüm: fark etmemek ya da edememek
15. bölüm: tek gerçek dil
17. bölüm: umulmayan olaylar silsilesi
18. bölüm: mahvediş ve mahvoluş
19. bölüm: kabahatin cezası
20. bölüm: seth'in amacı
21. bölüm: gerçeği şuursuzca inkâr eden bir alık
22. bölüm: gözde basketbol oyuncuları
23. bölüm / 1. kısım: son hak
23. bölüm / 2. kısım: aşkın dayanılmaz ağırlığı
24. bölüm: tuzlu deniz kokusu

16. bölüm: bir ses

530 65 47
Od obsidiyensever

Daha önce hiç gerçek anlamda bir sevgilim olmamıştı. İlk ve ortaokulda bunun görünüşüm ve davranış şeklimle alakalı olduğunu düşünüyordum, çünkü saçlarımı korkunç bir şekilde toplar, birbiriyle hiç uyumlu görünmeyen renkte kıyafetler giyinir, beğendiğim çocuklara da kasıtlı olarak kaba davranırdım. Erkeklerin peşinde koşacağı kızlar listesine hiçbir şekilde giremememe şaşmamak gerekti. Neyse ki liseye geçtiğimde, büyümenin getirdiği bir olgunlukla kendimle ilgili rahatsız edici birçok şeyi değiştirmiştim. Artık saçlarımı korkunç bir şekilde toplamaktansa direkt toplamamayı tercih ediyor, baskısı dışında göze batmayacak kıyafetler giyiniyor, beğendiğim çocuklara gayet kibar davranıyordum. Bütün bunlar işe yaramış olacak ki, her zaman olmasa da çoğu zaman, ilgilendiğim erkeklerin de benimle ilgilendikleri ortaya çıkıyordu. Yalnız bu erkeklerle olan ilişkim, hiçbir zaman birkaç tatlı öpücük ve temastan öteye gidemiyordu, çünkü hiçbiri, okul müdürünün kızı ile sevgili olmak istemiyordu. Sanırım okul koridorlarında, müdüre yakalanma korkusu olmadan elini tutup yürüyebilecekleri bir kız arıyorlardı. Belli ki o kız da ben değildim işte. Kaderimi kabulleneli çok olmuştu. Tabii on üç gün önce Luke Hemmings, Monterey Lisesi'ne girerken çekincesizce elimi tutarak kabullendiğim kaderi baştan aşağı değiştirmiş oldu.

Luke'un hiçbir şeyden korkusu yoktu. Ne babamın birden karşımıza çıkabilme ihtimalinden, ne de insanların hakkımızda yapabileceği dedikodulardan çekiniyordu. Elimi o gün tutmuş olması bunun göstergesiydi ve on üç gün boyunca elimi bir kez olsun bırakmayarak bu konuda ne kadar ciddi olduğunu göstermişti. Öyle güzel biriydi ki, daha önce elimi kimse tutmadığı için neredeyse şükredecektim.

Onun gibi biriyle bir ilişki içinde olmak muazzamdı. Daha önce birlikte vakit geçirmekten bu kadar keyif aldığım hiçbir erkek olmamıştı. Bana harika şeyler anlatıyor, sürprizler yapıyor, benimle geziyor, ben ona bir şeyler anlattığımdaysa beni gerçekten dinliyordu –ki sonuncusu açık ara favorimdi, çünkü insanın kendisini gerçekten dinleyen birini bulması kadar muhteşem bir şey daha olmadığından oldukça emindim. Bütün bunlara ona duyduğum ve onun bana duyduğu sevgi eklendiğindeyse ortaya sihirli bir şey çıkıveriyordu. Her geçen gün ise ona daha fazla bağlanıyor, nasıl mümkün olduğunu anlayamadığım bir şekilde onu daha fazla seviyordum. Birini sevmenin bu kadar güzel hissettirebileceği kimin aklına gelirdi ki? Açıkçası benim aklıma hiç gelmemişti. En azından Luke hayatıma girene kadar...

"Hey, uyan artık!"

Düşüncelerim zihnimi öyle yoğun bir şekilde esir almıştı ki, Hazel'ın sesi irkilmeme sebep oldu. Sersemlemiş bir şekilde bakışlarımı ona çevirdim. "Tanrı aşkına, neden bağırıyorsun ki? Hemen yanındayım."

"Hayır, değilsin." Uzun süredir karıştırdığı dolabını kapatıp bana döndü. "Bedenin burada olabilir, ama aklın bambaşka yerlerde. Ne düşünüyordun?"

Ağzımı açmış cevap verecektim ki, konuşmaya devam ederek beni susturdu. "Sakın söyleme, çünkü zaten biliyorum: Luke'u düşünüyorsun." Gürültülü bir şekilde ofladıktan sonra koridorda yankılanabilecek bir yükseklikte, "Sıkıcı!" diye bağırdı. Çevremizdeki insanlar dönüp bize baktı, ama Hazel bunu umursamadı. "Romantizm hiçbir zaman bayıldığım bir şey olmamıştı, ama artık nefret ediyorum. Çünkü en yakın arkadaşımın beynini aldı."

Ona şaşkın şaşkın baktım. "Ne kadar da abartıyorsun."

"Hayır, abartmıyorum," diye itiraz etti. "Sen Jarvis'sin ve Ultron tarafından ele geçirildin. Ultron kim biliyor musun? Lanet olası aşk tabii ki!"

"Evet, tabii," dedim gülerek. "Age of Ultron'da olsam olsam Jarvis olabilirdim zaten, değil mi?"

Hazel yüzünü buruşturdu. "Konu bu değil. Konu senin ele geçirilmiş olman!"

Omuz silktim. "Halimden memnunum ama."

"Sıkıcısın," dedi bana dik dik bakarak. "Sevginin böylesi dehşet verici derecede sıkıcıdır ve işte, bunu hissettiğin için sen de dehşet verici derecede sıkıcısın."

"Benim hissettiğim gibi bir şeyi sen de biri için hissediyor olsaydın böyle konuşamazdın bence."

Hazel abartılı bir şekilde göz devirdi. "Âşık olmak yerine Christian Grey olmayı tercih ederim."

Kendimi tutamayıp güldüm. "Harika, o da âşık oluyor."

"Christian Grey ben olsam, hayatta âşık olmazdım. Hele ruh hastası gibi sürekli dudaklarını dişleyen birine, asla."

"Bir gün olacaksın," dedim kendimden emin bir şekilde. "Senin için doğru kişiyi bulduğunda yani. O zaman sana bu laflarını hatırlatacağım."

"Doğru kişi mi?" Hazel alayla güldü. "Şimdi de en az kendin kadar sıkıcı kelime seçimleri yapmaya mı başladın?"

Onun bu yorumunu duymazlıktan geldim. "Görürsün, bütün bu laflarını hatırlatacağım sana."

"Bekliyorum," dedi gülerek. "Hatırlatmazsan darılırım."

Daha fazla bir şey söylemedim, ama kendimden oldukça emindim. Kendimden nasıl bu kadar emin olabiliyorum, bilmiyordum, ama böyle hissediyordum işte. Hazel'ın sert mizacına ve insan ilişkilerinde zor biri olmasına rağmen son derece emindim ki, bir gün tüm kalbiyle sevebileceği, tarafından sevilebileceği birini bulacaktı. Muazzam bir şey hak ediyordu ve onu bulduğunda ondan çok daha mutlu olacaktım. Ah, bir de romantizmle alakalı söylediği tüm bu kötü şeyleri yüzüne vuracaktım.

Bütün bunları düşünürken, birden yanımızdan geçmek üzere olan iki erkeği fark ediverdim ve ister istemez bütün dikkatim oraya çekildi. Seth Tucker, yanında onunla neredeyse boyda olan, basketbol takımından dolayı Monterey Lisesi'ndeki herkesin adına aşina olduğu Nathan Ferris ile birlikte bizim olduğumuz tarafa doğru yürüyordu. İkisinin de adımları hızlıydı ve gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Tam yanımızdan geçmek üzerelerken Seth'in gözleri benim olduğum tarafa takıldı. Göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırmadım. Gece mavisi gözleri bir süre benimkilere kilitlendi ve sonra bana başıyla küçük bir selam verdi. Ardından karşımda duran Hazel'a baktı, ona da aynı baş sallama hareketini yaptı. Ardından bir saniye bile duraksamadan yanımızdan geçip gittiler.

"Vay canına," dedi Hazel. "Artık Seth ile ilgili her şey tuhaf bir déjà vu gibi."

Belli belirsiz başımı salladım. "Haklısın." Gerçekten de öyleydi. Böyle demesinin sebebi ise Seth'in bir zamanlar olduğu o parlak çocuk olmaya ve eski alışkanlıklarına geri dönmesiydi. Yanlış hatırlamıyorsam, Luke ile olan birlikteliğim herkesin bildiği bir gerçek olduğu günden üç ya da dört gün sonra, Seth okulumuzun basketbol takımı olan Monterey Tazıları'na tekrar katılmıştı. Bu, herkes, özellikle de basketbol takımının koçu için inanılmaz bir geri dönüş olmuştu, çünkü koçları için Seth oldukça iyi bir oyuncuydu ve herkes biliyordu ki, Seth takımdan ayrıldıktan sonra koç onu takıma geri alabilmek için elinden geleni yapmıştı. Tabii ailesiyle yaşadığı durumlar sonucunda basketbol da dâhil olmak üzere birçok şeye küsmüş olan Seth'in üstünde hiçbir şey işe yaramamıştı. Koç da ne kadar gönülsüz olsa da en sonunda Seth'in takıma dönmeyeceğini kabullenmek zorunda kalmıştı. Şimdi Seth tekrar ortaya çıkıp takıma girmek istediğini söylediğindeyse koçun mutluluktan gözleri dolmuştu. Bunun olduğunu kendi gözlerimle görmemiştim tabii ki, ama Monterey Lisesi'nde uzun süredir dönüp duran ve oldukça eğlenceli bulunan bir dedikodu olması sebebiyle kendi gözlerimle görmüş kadar olmuştum.

Seth basketbol takımına girdikten sonra olanlara odaklanacak olursak... Tahmin edebileceğiniz üzere, öğle aralarını bizimle geçirmeyi bırakmıştı. Aynı eskiden olduğu gibi takım arkadaşları ile birlikte oturuyordu. Onlar nerede, Seth de oradaydı. Ayrıca kimseye hiçbir şekilde sorun çıkarmıyor, insanlara eskisi gibi, belki eskisinden biraz daha bile fazla kibar davranıyordu. Bütün bunlara üzülmediğimi söylersem, yalan söylemiş olurdum, çünkü onunla vakit geçirmeyi özlüyordum. Alaycı tavrını, beni sinir edip durmasını ve o tarz şeyleri işte... Yine de sanırım bu şekilde olması herkes için daha doğruydu.

"Şimdi de seninki geliyor," dedi Hazel, başıyla arkamı işaret ederek. Dönüp bakmaya fırsatım bile olmadan nazik kollar belime dolandı ve Luke bana arkamdan sımsıkı sarılıp yanağıma yumuşacık bir öpücük bıraktı. "Selam."

Güldüm ve ben de kollarına sarıldım. "Selam."

"En kötü teneffüs," diye isyan etti Hazel. "Ders zili ne zaman çalacak? Aksi takdirde kusacağım."

Luke'un bakışları Hazel'a kaydı. "Miden mi bulanıyor?"

Hazel'ın yüzünden gülmekle ağlamak arasında kaldığı belli oluyordu. "Aynen," dedi garip bir ses tonuyla. "Gördüklerimden."

Luke olayı şimdi anlamıştı. Beni aynı şekilde sarmaya devam ederek güldü. "Sebep olduğum şey yüzünden üzgünüm demek isterdim, ama değilim."

Hazel yüzünü buruşturdu. "Tabii ki değilsin." Ardından biraz ötedeki tuvaleti işaret etti. "Siz sandviç olmaya devam ederken ben de gidip biraz kusayım."

"Sonra görüşürüz," dedi Luke ve Hazel da ona aynı şekilde karşılık verdikten sonra hızla yanımızdan uzaklaşarak tuvalete gitti. Artık Luke ile baş başa kalmıştık. Koridordaki öğrencileri saymazsak tabii.

"Günün nasıl geçiyor?" diye sordu Luke, beni ellerimden tutup kendine döndürürken.

"Harika." Ellerinin arasında küçücük kalan ellerime bakıp sırıttım. "Seni ne zaman görsem günüm daha da güzelleşiyor."

"Merci, ma chérie," dedi muhteşem aksanıyla. "Ben de senin gibi hissediyorum. Hatta senden daha tutkulu bile olabilirim." Eğilip dudağıma hafif bir öpücük kondurdu.

Daha uzun süren bir öpücüğün hayaliyle yanıp tutuşsam da, ondan bunu çok daha uygun ve güzel bir zamanda alacağıma dair kendime söz vererek şimdilik bu hayali zihnimin bir köşesine ittim. "Ee, yaklaşan sınavlar hakkında ne hissediyorsun? Hazır mısın sence?"

Yüzündeki gülümseme genişledi. "Oldukça."

"Keşke ben de kendim için böyle bir şey söyleyebilseydim."

"İyi notlar alacağından eminim Prudence. Aksini hiç düşünmedim."

"Edebiyat dışındaki bütün derslerden ümitliyim aslında." Aklıma Bayan Stiles gelince yüzümü buruşturdum. "Bu yıl o dersten kalacağımdan neredeyse emin gibiyim."

Luke, "Saçmalama," diye itiraz ettiğinde ders zili çalarak onun sesini bastırdı. Sınıflarımıza doğru yürümeye başlarken bu konu hakkında biraz daha konuştuk ve Luke nasıl yaptığını anlamadığım bir şekilde konuşmanın sonunda beni edebiyattan geçebileceğime inandırmayı başarmıştı. Bunun için onu tebrik ettim ve farklı sınıflara gitmek üzere ayrıldık.

Artık günlerim normalde olduğundan çok daha hızlı geçiyordu. Belki de etrafta sürekli mutluluk hapı yutmuş gibi dolandığımdan dolayıydı, hiç bilmiyorum. Bu gün de diğer günlerden farklı olmadı. Dersler hızla bitti ve Luke ile evin yolunu tuttuk. Hayatımdaki değişikliklerden bir başkası da buydu. Artık evden beni Luke alıyor, eve Luke bırakıyordu. Babama bu durumu açıklamak zor olur sanıyordum, ama hiç de düşündüğüm gibi zor olmamıştı. Babamın, bir erkek arkadaşım olmasıyla da, onun beni eve ve okula bırakmasıyla da hiçbir sıkıntısı yoktu. Açıkçası bu pek de nedenini kurcaladığım bir mesele değildi, bu yüzden sadece durum böyle olduğu için mutluydum.

Luke arabasını kapımızın önünde durdurduğunda, "Yarınki kahvaltıyı unutma," dedim hızla. "Annem seninle tanışmak için sabırsızlanıyor."

Luke kocaman gülümsedi ve elimi tutup avucumun içini öptü. "Ben de onunla tanışmak için sabırsızlanıyorum."

Kaşlarımı kaldırdım. "Emin misin?"

"Tabii," dedi biraz bile duraksamadan. "Sonuçta o seni yetiştiren insan. Eserinin ne kadar muhteşem olduğunu düşününce... Yarın için daha sabırsız olamazdım."

Otuz iki diş sırıttım. "Sanırım enteresan bir buluşma olacak." Uzanıp onu öptüm ve arabanın kapısını açtım. "Yarın görüşürüz."

"Görüşürüz sevgilim," dedi yumuşacık bir sesle. Arabanın kapısını kapattım ve eğilip açık pencereden ona el salladım. Muhteşem gülümsemesiyle aynı şekilde o da bana el salladı. Arkamı dönüp eve doğru ilerlerken aklım hâlâ ondaydı. Bu sebeple eve girmeden hemen önce dönüp ona tekrar el salladım. Luke ile birlikte olmaya başladığımdan beri eve girmek beni en çok zorlayan şeylerden biriydi, çünkü ben içeri girmeden kapının önünden asla ayrılmıyordu ve sürekli ona doğru koşmamak için kendimle mücadele etmek zorunda kalıyordum. Hazel bu hissettiklerimi bilse kesinlikle bıçak kadar keskin kelimeleriyle üstüme saldırırdı.

Eve girmeyi sonunda başardığımda hızla odama çıktım. Yarına kadar yetiştirmem gereken bir sürü ödevim vardı. Aslında onları yarım yamalak yapmayı kafama hiç takmazdım, ama Luke beni derslerimde daha iyi olmam konusunda neredeyse zorluyordu. Sınavlar yaklaştığı için görüştüğümüz süreden biraz kısma kararı almıştık. Derslerinde ne kadar başarılı olduğunu düşünürsek, onun bu zamanlara çok da ihtiyacı yoktu, ama benim vardı. Ne yazık ki ben başarılı olmak için çılgınlar gibi çalışması gereken biriydim ve Luke benim aksime, ne kadar başarısını çalışmakla ilişkilendirse de, zekâsı ile işi götüren tiplerdendi. Buna rağmen sırf derslerimde iyi olabileyim diye benimle birlikte olabileceği zamanlardan feragat ediyordu, hem de ben de onun için ders çalışabileceğim zamanlardan çekincesizce feragat edebilecekken. Ne diyebilirdim ki, Luke Hemmings son derece yapıcı bir sevgiliydi.

Ödevlerime başlamadan önce her zaman yaptığım gibi duşa girerken yarınki kahvaltının nasıl geçebileceğiyle ilgili fikirler yürütmeye başlamıştım. Babam yarın evde yoktu ve annem bunun Luke ile tanışabilmesi için harika bir fırsat olacağını düşünmüştü. Uzun baskıları sonucunda beni Luke'u kahvaltıya çağırmam için ikna etmişti ve konuyu Luke'a açtığımda, teklif Luke tarafından hiç düşünülmeden kabul edilmişti. Sonuç olarak yarın, annemle Luke'un tanışacağı büyük gündü. Heyecanlanmadığımı söylesem yalan olurdu. Annemin onun hakkında ve onun annem hakkında ne düşüneceğini çılgınlar gibi merak ediyordum.

Duştan kendimi harika hissederek çıktıktan sonra Luke ile biraz mesajlaştım ve ardından ödevlerimi halletmek üzere masama oturdum. Ödevlerimi erken bitirebilirsem kendimi anime izleyerek ödüllendiririm diyordum. Açıkçası böyle şeyler hep beni motive ederdi. Etti de, çünkü ödevlerimi eksiksiz bir şekilde bitirdiğimde saat sekize gelmek üzereydi. Biraz uykum gelmişti, ama pek önemsemedim. Bilgisayarımı ve telefonumu alarak yatağıma atladım ve geçenlerde başladığım, ne yazık ki sadece iki bölümünü izleyebildiğim Watashi Ga Motete Dousunda adındaki animeyi hızla açtım. İzlemeye başlamadan önce Luke'a ödevlerimi bitirdiğimi belirten bir mesaj attım. Mesajımı çabucak gördü. Benim aksime o çalışmayı bitirmemişti. Anime izlemeye zaman bulabildiğim için beni şanslı buluyordu –ki bunu söylerken benimle biraz da dalga geçiyordu.

Mesajlaşmamızı sonlandırdığımızda saat sekiz buçuk olmuştu. Daha fazla vakit kaybetmeden yatakta kendime rahat edebileceğim bir pozisyon sağladım ve animeyi başlattım. Bir bölüm su gibi akıp gitti, ben de hızımı alamayıp hemen yenisine geçtim. Yeni bölümün henüz beş dakikasını bile izleyememiştim ki, birden oldukça garip bir şey oldu.

Bir ses duydum.

Anında bölümü durdurdum ve başımı kaldırıp sesin geldiği tarafa baktım. Yanılmıyorsam ses penceremden gelmişti. Perdem kapalıydı, bu yüzden pencerenin arkasını göremiyordum. Aklıma hemen sese sebep olabilecek bir ihtimal düştü, ama bunun mümkün olabileceğini düşünmedim. Sonra sesi tekrar duydum. Bu bariz bir şekilde tıklama sesiydi.

Şaşkınlıkla yatağımdan kalktım, pencereye doğru ilerledim. Başta perdeyi çekmekte tereddüt ettim, ama en sonunda çektim ve uzun zamandır bu pencerenin ardında görmediğim, görmemeye de alıştığım o yüzü gördüm. Seth'in yüzünü.


Selam!!

Uzun zamandır bölüm atmadığımı biliyorum, ama yazmak konusunda feci biçimde kabız olmuştum. Sadece Prudence için değil üstelik, genel olarak üstümde böyle bir bela vardı, hâlâ var. Eskiden binlerce kurgu bulur, sürekli yeni şeyler yazardım, ama şimdi resmen lanetlendim. Bu lanetin Prudence'ın finalini yapmadan da peşimi bırakmayacağını düşünüyorum, bu yüzden umarım finali görebiliriz.

Ayrıca sizi etkilemek istemem, ama kendi tarafımı da şöyle köşeye bir yere bırakacağım. (#teamseth)

Bir sonraki bölümüm hazır ve sizi temin ederim, çılgın şeyler olacak! Yeni bölümü hızlı okumak içinse yorum yapmanız yeterli:))))

Hayran kurgu yazarken ikinci adam olması için yarattığı karaktere yanlışlıkla aşık olan obsidiyensever'le bölüm sonu notlar programının sonuna geldiniz,

keyifli günler dilerim <333

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

19K 1.7K 57
BU KİTAP UTANCIMDIR. LÜTFEN •BASKIN BİR OMEGA• ADLI KİTABI OKUMAYI SEÇİN.(DEKUBAKUDUR.)
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
162K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
Rahibin Kedisi Od Songül ERB

Mystery / Thriller

859 711 9
Rahip hızlı adımlarla çamların devrildiği yere gidip taşların arkasına baktı hiçkimse yoktu. Rahip korkmaya başladı eleriyle taşlara tutunarak geri g...