Yeniden Doğdum Ben

By azalecela

116 8 15

Anlık olarak oluşturduğu yüzündeki şaşkın ifade yerini kırmızı bir ten ve sinirden kararan gözlere bırakınca... More

1.BÖLÜM

55 8 15
By azalecela

     Merhaba çok değerli okuyucular. Ben Çiçek.  Öncelikle bir 'yazar' olmadığımı
belirterek söze başlamak  isterim. Yazarlık kutsal bir meslek olup, kendimi o kategoriye koymadığım haddini özellikle sizlere bildirmek isterim.. Bu hikaye tamamen hayal gücümden oluşup, hiçbir gerçekçilik oluşturmamaktadır.  Sizleri gerçekten çok seviyorum. İlk hikayemde yanımda olan, olmayan ve beni destekleyen, eleştiren herkese şükranlarımı sunarım. İyi okumalar..

                                                                              -CESARET-

Yorgun.

6 harf 2 hece. 

Dünyadaki milyarlarca insandan bir tanesi olan ben, sadece bundan ibaretti.

Fiziksel değildi benim yorgunluğum.

Ben,  o kadar yorulmuştum ki beynimin içindeki yorgunluk beni günden güne zehirlemeye devam ederken  toprak üstünde bir hayalete dönüştürmeye başlamıştı.

Ben, Deniz Özden. Bir fani.
Dünyaya geride başlamış mı bilmiyorum ama önde başlamadığı kesin olan biri.  

Çok mu melankolik? 

Hayır. 

Gerçek mi? 

Bayağı evet.

Kendimi anlatmalı mıyım?

Yok, hayır. Sanırım hayatım kendimden daha önemli. Kendimi değil de hayatımı mı anlatmalıyım? Yoksa hayatı mı?

Bir gün bir şey oldu ve  kendimin, hem kendi hayatımdan hem de her hangi bir hayattan daha değerli olduğunu hissettiğim bir yola giriş yaptım. 

17  Eylül 00.00 sularında terkedilmiş evlerin arasında inatla büyümeye devam eden kamelyaların polenlerinin gıdıkladığı burnuma ilişen tatlı kokusu eşliğinde  başlayan yolculuğum benim yeniden doğmama sebep oldu.

Ben yeryüzündeki milyarlarca hayattan daha değerli kılındım.

                                                                                                ...

  

Genç kız, hızlıca yaptığı belli olan at kuyruğu dağınık ama temiz görünümlü saçlarından hafif terli alnına yapışan küçük ve ince saçlarını hızlı bir şekilde alnından geriye doğru yapıştırdı. 

Islak ellerini üzerindeki gri önlüğe silip kuruladıktan sonra, sol bileğindeki küçük kahverengi kayışlı saatine içinden oflayarak şöyle bir bakış attı. Uykusuzluğun verdiği sersemlikle sızlayan başı işlerini daha da zorlaştırmaya ve paydosa kalan son dakikaları kendisine eziyet kılmaya başlamıştı.

Dün gece yatağında Deniz'le birlikte uzanan düşünceleri sağ olsun onu hiç yalnız bırakmamış ve bir güzel uyamsına da engel olmuştu ki bir de üstüne Manolya'da çalışması gereken 12 saati de hatırlayınca uyku ona haram olmuştu..

Manolya, nişanlı bir çiftin yatırım amaçlı açtığı dükkanda bulunan kocaman bir kütüphane ve yeni nesil kahveler, yakın çevrede bulunan fakülte ve yaz okulu öğrencilerine, öğrenci yurdundan kalanlara çekici gelebiliyordu ki bazen öğrenciler finallere burada bile sabahlayabiliyordu.


      Dağınık raflardaki karmakarışık sırayla dizilmiş kitapları türlerine göre düzenlemeye devam ederken kolumdaki saate bakıp 15 dakikam kaldığına tekrar şükrettim. Yine bu güne meşhur geç kapanış yapacağımızdan ötürü, toparlanmaya başladığım sırada her zamanki gibi Efe ve Gamze  beni araçlarıyla eve bırakmayı teklif ettiler. 

Her çarşambayı perşembeye bağlayan gece tekliflerini kabul etmiştim fakat bu her zaman denk gelmeyebilirdi. Bir yandan geceleri yürümeye alışmam gerektiğinin de farkındaydım hem biraz müzik dinleyip yürümek iyi hisettirebilirdi. O yüzden elimde kalan son iki  kitabın tozunu alırken,

 ''Teşekkür ederim Gamze Hanım. Bugün biraz yürümek istiyorum''  diyerek teklifini nazikçe reddettim. 

İyi insanlardı fakat benim biraz yabani yaklaşımımdan olsa gerek 'hanım', 'bey' sınırını aşamamıştık. Aşmak da istemiyordum galiba ya da samimi olmak.

 Biraz ısrarlarından sonra nihayet ikna etmeyi başarmıştım ki çıkmak için hazırlanmaya başlarken Efe Bey'nin sesini duydum,

''Dikkatli ol abicim, bir şey olursa bizi ara''. 

Başımla mahcup bir şekilde teşekkür ederek onlara gülümsedim. Yalnız kaldığımda son işlerimi de tamamlayıp çıkmak için hazırdım. 

 İnce bir pudra renkli hırkayı krem rengi penye elbisemin üzerine attım, bordo minik postacı çantamı taktım ve dükkana baktım.

3 kez kapıyı kilitledikten sonra son kez kilidi kontrol edip kepenkleri indirdim. Bir yandan da  sabahtan beri içimde olan sıkıntının sebebini geç saatte yalnız yürümek olarak nitelendirip  kafamdan atmaya çalışırken bu saçma sapan gerginliği atlatmaya ve cesaretimi toplamaya hazırdım. Hırkama sarılarak yürümeye başladım.

Sonbaharın başında olmamıza rağmen Ankara ayazı burada da kendini belli ediyordu. Bir yandan rüzgar eteğemin ucunu bir sağa bir sola savururken hırkamın cebinden ne ara kendi kendine  düğüm düğüm olduğuna anlam veremediğim kulaklığımı çıkardım ve birazcık çaba gösterip çözdükten sonra kulaklarıma geçirdim.

 Etraftaki o kadar izbeliğe rağmen yemyeşil yaprakları ile adeta her karanlığın içinden, kıyısından köşesinden muhakkak çıkan iyilik gibi, saflık gibi, mutluluk gibi görünen sonbahar çiçeklerinin kokusu kulaklarımda yankılanan müzikle iyi gelmişti ki yolu yarıladığımı farkettim. Yaklaşık yarım saattir yürüdüğüm yollar artık bana kendini alıştırmış ve daha cesaretli bir şekilde yürümemi sağlamıştı. Şarkılar bana eşlik ederken içimde oluşan bir dürtü ile bir andan arkama bakma gereği hissettim.

Gözlerim bir anda korku ile açıldı, hemen soğukkanlı görünüp bedenimi dikleştirdim ve kendimi zayıf göstermekten uzaklaşmaya çalıştım. Neler gördüğümü anlamaya çalışırken, yaşlı bir adamın ceketinden zorla cüzdanını çıkaran adam gördüm. Yanındaki iki kişi ise yaşlı amcayı tutuyordu.

Neden hala hareketsiz bir şekilde onlara kilitlenip kaldığımı inanın bilmiyorum. Tepkisiz bir asık suratla hala buradaydım. Bir an şok içerisinde olduğumu ve buradan en hızlı şekilde uzaklaşmam gerektiğini farkettim. Ama uzuvlarım uyuşmuş gibiydi, beynim hareket sinyallerini bacaklarıma gönderemedi. Silkelendim.

Geri dönüp uzaklaşmak için adım attım. Ama gereksiz bir oyalanma yaşamıştım.

Beni  gördü.

Artık, 3 tane ızbandut kılıklı adam yaklaşık 40-50 metre ötemdeki amcayı bırakmış bana doğru yürüyordu. Kötü düşünmek istemedim, kötülüğü çağırmamalı ve yok olup gitmem gerektiğinin farkındaydım. Belki sessiz sakin bir şekilde uzaklaşırsam beni takmazlardı. Zaten onlara verecek değerli bir cüzdanımın olmadığını tipimden ve bu saate burada olmamdan anlamayacak kadar salak değillerdir.

 Kendimi koruma iç güdüsü ile adımlarımı hızlandırdım. Ama adımlarımı hızlandırır hızlandırmaz duyduğum ve bana git gide yaklaşan ayak sesleri bir anda nabzımın iki yüz atmasına yetti.

Arkama bakmaya cesaretim kalmamıştı çünkü baktığım an panikleyip koşamayacaktım o yüzden arkama bakmadan koşmaya atmaya başladım. Sadece saniyeler içinde eve nasıl yetişeceğim ve evin kapısını açmaya vaktim olabilir mi diye düşündüm.  Panik anında titreyen ellerim bana kapımı açmaya yardımcı olmayacak ve beni onların eline teslim etmeye hazır hale getirecekti. Koşarken binbir soru geldi geçti gözümün önümden.

Ya bana çok kötü bir şey yaparlarsa? Yaparlar mı? Beni öldürecekler mi?

Bunu farketmek beni daha da heyecanlandırmış ve korkutmuştu. 

 Bir yandan da ter içinde kalan ellerim ve ayaklarım bana yardımcı hiç olmuyordu, giydiğim bol babetler ayağımdan çıkıyor ve işimi zorlaştırıyordu. 

Ani hareketle babetlerimi ayağımdan attım ve nefesim kesilircesine koşarken bacaklarımı daha da hızlandırdım aynı zamanda  kendime bol ayakkabı giydiğim kızdım. 

Nefesim kesilmiş ve başım dönmeye başlamıştı. 

Arkamdaki iri kıyı adamların hala peşimde olduğunu ayak seslerinden duyuyordum. Allah'tan kilolulardı ki bana henüz yetişememişlerdi. Fakat kötü haber benim gözlerim daha da kararmaya ve kalbim ağzımdan çıkmaya başlamıştı ayrıca ayaklarıma batan şeyler her neyse beni yavaşlatıryordu.

Artık durma noktasına geldiğimde o üç ayının bana fazla yakın olduğunu gördüm. Hiçbir konut olmayan bu yerde çığlık atsam da işe yaramayacaktı her yer boş olduğu her halinden belli olan karanlık, 1-2 katlı yaz çiftliklerinden ibaretti ki zaten sesim çıkar mı o bile şüpheliydi. 

İçimden bir besmele çekip dururken can havliyle etrafıma bakındım. Uzaktan gördüğüm bir adam silüeti ile  içimden sayıkladım,

''Allah'ım nolur yardım et, nolur bana yardım etsin''. 

Dua ederek son nefesimle adama doğru koştum.

Adama yaklaşmama son adımlar kala beni fark etti ve çatık kaşlara sahip olduğunu fark ettiğim yüzü bana döndü.

Ve o an ben hayatımda bir ilki gerçekleştirerek tanımadığım birine sığındım, parmak uçlarıma kalktım ve ceketinin eteklerini tuttum. İlk başta sesim çıkamadı nefessiz kaldım, içten içe dua etmekle yetindim.

''Nolur yardım etsin, o da kötü çıkmasın Allah'ım yoksa biliyorum ki mücadelem burada bitecek.''

Nefesim çok az düzene girince yardım istediğimi belli edercesine yüzüne bakmak için kafamı kaldırdım. Sadece bir kaç saniye ne olduğunu kavramaya çalışan adamın şaşkınlık dolu yüzünü sokak lambaları sayesinde gördüm. Tıraş olalı bir kaç gün geçtiği belli olan yüzünün dudaklarından çıkan sıcak ve sakin nefesini, soğuk ve terli yüzümde hissederken hiç hareket etmedi. Anlık şaşkınlığı düz ifadelerinin yerini kırmızı bir surat ve sinirden seğiren bir çeneye bırakırken tam konuşacaktı ki ağlamaya ramak kalmış gözlerim ve titreyen sesimle onu susturdum,

"Lütfen gitme, peşimdeler. Hayatım senin ellerinde.''

 Sözlerim üzerine çatık kaşları düzeldi ve havaya kalktı. Belki iki saniye içerisinde binlerce kez mimik değiştirdi.

 Ardından arkama doğru ilişen gözleri sanırım o üç adamı gördü ki tekrar çatıldı ve çenesi kasılmaya başladı.

Çenesi alnımın üzerindeyken bir şeyler fısıldadı. Ama sadece tek cümlesini seçebildim,

''Şu an o üç herifi öldürmemem için bana bir sebep söyle.'' 

Şaşkınlıkla titremem artarken doluya tutunmaktan korktum.

Adam aniden beni bırakıp o üç herife doğru yürüdü. Onlardan birinin kemerinden çakı çıkardığı gördüm ve korkudan bayılacak raddeye geldim. O kadar endişeliydim panikten hareket bile edemedim .

Ki sonunda hiç tahmin edemeyeceğim bir olay yaşandı. Az önceki dolu adam ceketini hafifçe sıyırdı ve ceketinin arkasına saklı gri tabancayı üç herife gösterdi.

Bu sefer titreme sırası onlara geçen izbandutlar az önce hiç koşmamışçasına son hız ters yöne doğru hızlıca kaçtılar. Gördüklerimi idrak edemeyen beynim durmuş gibiydi. Bu kadar mafyatik ortam fazla bana geldi. Bi' dakika silahtı di mi o?

Onların gerisinden bakıp iyi bir küfür savurduktan sonra yanıma doğru yürümeye başladı.  Onlara zarar vermemişti hatta adamlar peşimi onun sayesinde bırakmışlardı ama benden nasıl bir karşılık bekleyecekti? Ne yapacaktı? 

Saniyeler içinde aklımdan geçen düşünceler korkumun geçmesine hiç yardımcı olmuyordu artık. 

Çok korktum.

Yaklaştı, daha çok korktum.

O an oksijen alamadım, titredim, terledim, üşüdüm.

Hayır hayır. Ben yıkılmam savunmasız olamam. Olmadım. 

Dayanamadım. 

Tüm duyu organlarımın yitisini kaybetti ve hissizleştim.  

Tek hatırladığım, pek inanmadığım olgu olan hayatımın film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesi oldu 

Son kez gözlerimi aralamaya çabaladığımdaysa gördüğüm son şey gökyüzü ve gökyüzünün yanında tepemden bana bakan endişeli  adamdı.

Bilincimi kaybetmeden tanrıya beni koruması için de yalvardım galiba.

 
                                                                           ...

     ''Parliament night blue verebilir misiniz?''

 İsteğim üzerine adamın bana tekel rafından bulup uzattığı paketi ceketimin iç cebine koydum. 

''Kolay gelsin.''

Elimdeki nakit 50 TL'yi küçük tozlu tezgaha bırakıp dükkandan ayrıldım. Güneş batmak üzereydi hava kızıllaşmıştı. 

Üzerinde çokca çalışıp zaman harcadığım bir davamı leyhimize olan sonuca ulaştırmanın mutluluğu ve rahatlığı ile kendime iki gün kafa dinleme ödülü vermiştim. Diğer dosyalarıma daha iyi odaklanabilmek için iyi bir dinlenmem, uyumam ve kafamı toparlamam gerekliydi çünkü  son dava yorucu ve sancılı bir süreçle, can çekişe çekişe bitmişti. Arabamın kapısını açmak için elimdeki anahtara tıkladım.

Kilit açılma sesini duyunca arabaya atladım ve güzel bir müzik açtım. Sigaramı büyük bir keyifle yakıp camımı hafifçe araladım. Araç içindeki küllüğümde söndürdüğüm ve kaçıncıyı içtiğimi sayamadığım sigaramın sonuncusunu söndürürken bahçeye varmıştım.

Burası benim hayattan kaçış noktamdı. Neredeyse şehir merkezinin çıkışında kalan bu bahçede vakit geçirmek bana terapi gibi geliyordu. Fiziksel ve mental olarak buradaki temiz hava beni güzel dinlendiriyordu. Küçük ama kullanışlı iki katlı bağ evini kendi isteğime göre yaptırmış ve tamamen kendi huzur bulacağım şekilde içeriyi dekore ettirmiştim.

Demir kapı sürülerek açıldığında turuncu arnavut kaldırımlarına sahip tek araçlık otoparka arabamı yerleştirdim. Araçtan iner inmez beni Prenses karşıladı. Geldiğime o kadar sevinmiş olmalıydı ki yüzümü yalaya yalaya bir hal olmuştu. 

"Kızım, prensesim. Bak geldim işte! Nasılsın güzel kızım?'' Gelir gelmez huzuru bulmuştum işte.

Alman kurdu olan Prenses'i, bu bahçeye ev yapılırken kontrol amaçlı geldiğimde, çok yakınlarda yaralı bir halde bulmuştum. Sanırım araba ezmiş olmalıydı ki ayakları neredeyse parçalanmıştı. Onu görür görmez arabama almış ve veterinere götürüp tüm tedavilerini yaptırmıştım. Nihayet kızım artık tamamen sağlığına kavuşmuş ve bu bahçenin sağ olsun bana bekçiliğini yapar olmuştu. 

Benim burada olmadığım zamanda da Prenses'e hiç çocukları olmamış, dünyanın en huzurlu ve hayvansever çifti olan ve beni pek seven yaklaşık 4 köpek ve 12 kediye falan sahip komşularım Ragıp amca ve Hülya Teyze bakıyordu.

Prenses'i yanıma çok almak istesem de iş yoğunluğumdan onu evde yalnız bırakmama içim el vermemişti ki zaten benden önce Hülya teyze Prenses'i bırakmamış, 

''Oralarda canı sıkılır bu hayvanın , bak burada bir sürü arkadaşı var hem bize de bekçilik eder.'' diye diye beni ikna etmişti.

Nihayetinde burada komşudan ve hayvanlardan ibaret küçük bir dünyaya ve büyük bir aileye sahiptim. 

Huzur buydu.

Prenses ile ilgilendikten sonra kendimi direkt olarak banyoya atmıştım. Sıcak su sanki tüm yorgunluğumu almış gibiydi. Belime havlu sarıp yatak odasına ilerledim, dolabımdan rahat bir eşofman rahat bir tişört alıp üzerime geçirdim.

Dizüstü bilgisayarımda kayıtlı olan dava dosyalarını tekrar inceleyip bir olumsuzluk var mı diye kontrol ederken bir yandan taze demlediğim filtre kahveyi yudumlayarak keyif yapıyordum. 

Evet biraz işkolik olabilirdim fakat mesleğimi kendimle öyle bir bütünleştirmiştim ki adaleti olmayan bu dünyada, kendi adaletini aramasına izin verilmeyen insanları korumak için bu dünyaya gelmiş gibi hissediyordum kendimi.

Bu raddeye gelebilme imkanım olduğu için tekrar şükrettim. 

Kendimi bildim bileli maneviyata aç bir hayat sürmüştüm. Ama şükürler olsun ki hukukçu olabilmiş ve geçmişin kara izlerini üzerimden atmak için en azından elimden bir şeyler gelmesine olanak sağlayabilmiştim.

Çocukluğuma gittim bir anda, gençliğime, ergenliğime.

Aklıma gelen düşüncelerimin kafamı dağıtmasına izin vermeyip kafamı sağa sola salladım ve dava dosyalarına tekrar geri döndüm. Biten kahvemi yenilemek için ayağa kalktığımda bir sigara yakmaya bahçeye doğru ilerledim.

Sigaramı içerken bir ses duydum. Prenses'in sesi miydi?

iyi de Prenses'in en büyük huyu havlamamaktı. O mu diye bir bakınmaya başladım.

Uzaktan havlama seslerinin hala geldiğini işittim. Artık emindim bu ses bizimkine aitti.

Hemen eve girip ceketimi üzerime geçirdim ve kendimi korumak için bulundurduğum, ruhsatı bana ait olan tabancamı belime sıkıştırdım. Acele bir şekilde kapıyı kilitleyip anahtarı da cebime atınca Prenses'in havlama sesine doğru yürüdüm. Yaklaşık 2-3 dakikadan sonra Prenses'i buldum.

Önce etrafa bakındım ve bir tehlike olmadığını fark edince Prenses'e doğru eğilerek onu sevdim. 

''Kızım benim noldu bakalım? Yoksa bir hayvan mı gördün ha?''

Prenses hızlıca bahçeye doğru koşmaya başladı. 

''Her neyse.'' diye söylenip yavaş yavaş ben de yürümeye başladım.

Aniden duyduğum çıtırtı sesleriyle kafamı sağa çevirdim ve şok edici bir manzarayla karşılaştım. Biri çıplak ayaklarla bana doğru koşuyordu! 

Kim bu kız? Neler oluyordu böyle? 

Olayları çözmeye çalışıp şaşkınca onu izlerken hiç beklemediğim bir olay gerçekleşti ve kız saniyeler içinde yanıma gelip resmen üzerime atladı.

Şaşkınlığımı ani şekilde üzerimden atıp sinir küpüne dönüşmüş bir şekilde tam hesap soracakken, fısıltı şeklinde çıkan, çok zor anlaşılan sesini duydum. 

''Lütfen gitme, peşimdeler. Hayatım senin ellerinde.''

Perişan haldeydi ama ona rağmen dimdik duruyordu ve olabildiğince soğukkanlıydı ve sakindi. Gözlerindeki cesareti korkusunun arkasından bile görebiliyordum.

Benden yardım isteyecek kadar cesaretli ama tanımadığı bir insana sığınmak zorunda kaldığı için ise korku doluydu. Belli etmemeye çalışıyordu ama duygularını gizleyemeyecek kadar nefes nefese ve yorgundu.

Onu sadece 5-10 saniyede analiz etmeye devam ederken kendime gelip şaşkınlık içerisinde hala bana tutunan kıza bakıp yola doğru göz attım. Ve gördüğüm manzara hiç iç açıcı değildi. 

Neler olduğunu anlamıştım ve kıza iyice yaklaştım.

 ''Korkma sana yardım edeceğim ama şu an o üç herifi öldürmemem için bana bir sebep söyle.''

Sinirden elim ayağım titriyordu. 

Savunmasız bir kadının peşleyen üç orospu çocuğunu görünce tüm sinirim hoplamıştı. Bunların dünyadan yok olması gerektiğini düşündüm tekrar ve benim en iradesiz olduğum konunun tam içerisinde bulunmuştum.  

Ama bu kızın bu saatte burada ne işi vardı? Hem de çıplak ayaklarla? Kendi kendime bunları sonra düşünmem gerektiğini söyleyip aklımdan geçen bu kadar düşünceleri bir kenara itip piç kurularına tekrar baktım, hala orada yüzsüz yüzsüz bekliyorlardı. Ani ama yavaş bir hışımla kızı kendimden çektim,

''Burda kal, gelme. Merak etme.'' diye yanından ayrılıp onlara doğru yürüdüm.

Gözüm dönmüştü ama sakin hareketlerimi koruyordum.

Onlara yaklaşmamla birlikte ortada duran kilolu, kel ve bıyıklı puştun çakı çıkardığını görünce, biraz daha yaklaşıp görmelerini sağlayacağım şekilde belimdeki silahı gösterdim. Hatta tam çıkarıyordum ki arkalarına bile bakmadan kaçtıklarını gördüm. 

Bu gibi tiplerin zaten kabadayılığının geçtiği tek şey savunmasız canlılar diye geçirdim içimden ve fısıldadım,

''Aşağılık kompleksi.''

Allah'tan sabır dileyip peşlerine düşmemek için kendime engel oldum. Bu yaratıklarının gerçekten bu dünyadan yok olması veya acılar içinde yaşaması için de elimden gelen her şeyi yapardım ve bi' nevi yapıyordum. 

Fazlasını da yapacaktım, sokak başındaki kamera onları bulmamıza yeterdi. O yüzden şu an peşlerine düşmenin yeri değildi çünkü yardıma ihtiyacı olan birinin gözleri üstümdeydi. 

Herifler gözden kaybolunca arkamı döndüm ve gerimde bıraktığım kıza doğru ilerledim. Sokak lambasından gördüğüm kadarıyla beyaz tenli ve kumral saçlı genç bir kızdı.

Hiç iyi görünmüyordu.

Ona biraz daha yaklaşınca yüzünü net bir şekilde gördüm. Bu kız tahmin ettiğimden çok daha büyüktü, sanırım 20-21 yaşlarında vardı. Sadece birkaç saniye içinde onu bu kadar detaylı süzdüğümün farkına varınca utanarak gözlerimi kaçırdım. Ona doğru yavaşça ilerlerken yüzünü net bir şekilde görebiliyordum ve artık gerçekten çok korktuğunu farkettim. Çünkü kız deli gibi titriyor, nefes nefese kalmış bir şekilde terler döküyordu.

Adımlarımı iyice yavaşlatıp ona güven veren bir ifadeyle gülümsedim ve konuştum, 

'''Sakin ol, sana zarar verecek hiçbir şey yapmayacağım'' diyerek güvenini kazanmaya ve onu rahatlatmaya çalıştım ama beni algılıyormuş gibi bakmıyordu. 

Hafifçe eğilerek biraz daha gözlerinin içerisine baktım ve hafif gülümsememi devam ettirmek istedim ama hiç tahmin etmeyeceğim bir şey oldu ve kız bir şey söylemek için ağzını açında kesik bir nefes alıp sendelemeye başladı. 

Gözlerini kapatıp açıyordu, bilincini kaybedeceğini anlayınca hızlıca kollarından tutum ve onu mahremine dikkat ederek hassas bir şekilde yakaladım.

Onu tutmamla birlikte yere yığılmıştı ve ben de onu tutarken dizlerimin üzerine düşmüştüm. 

Bu sefer terleyen bendim.

Bu sefer korkma sırası bendeydi.

Ne yapacağımı bilemeden saniyelerce yüzüne odaklandım. Takılı kaldım.

 Hareket edecekken kız hafifçe gözlerini araladı ve yeşil olduğunu farkettiğim gözlerinden kendini belli eden yorgunlukla birlikte bir damla yaş süzüldü. 

Hala hareket edemiyordum, ne yapacağımı bilemiyordum. 

Bir kaç saniye sonra bir kolumu dizlerinin altına, bir kolumu sırtına geçirip onu hassasça kucaklayarak Hülya teyzelere doğru yürümeye başladım. Benim evime götürsem tek bir adamın evinde çok güvensiz hissederdi, korkardı. Hülya teyzeyi görürse rahatlayabilirdi.

Hem yürüyüp hem saniyeler içinde planlar yapıp düşünürken onu hisssettim. Hafifçe kafasını kaldırdı.

Konuşamıyordu. Hali yoktu, korktuğunu belli ediyordu ama kendini salmıştı.

Kapanan gözlerine bakarken azıcık kaldırdığı kafası göğüsümün üzerine düştü.

Esen rüzgar ile dağılmış ama yumuşak, tertemiz kokusu ban kadar ulaşan saçları varlığını tekrar tekrar hissettirir  gibi kollarımda yayıldı.

Continue Reading

You'll Also Like

82.1K 6K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
375K 6.5K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
218K 9.9K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
282K 646 19
+18 içerir