RÜZGARIN ATEŞİ

By Goldwandalpha

5.3M 50.2K 5K

Eş kutuplar birbirini iter kuralının bozgun hikayesi. Yalnızlığı ve günahı kanına katmış damarları soluklu b... More

1. Bölüm|Şeytanın Kalbi
2. Bölüm|Yaşam Ritmi
3. Bölüm|Ölümün Uykusu
4. Bölüm|Zehirli
5. Bölüm|Kirli Pembe
7. Bölüm|Kan Kayası
8. Bölüm|Ay Çukurları
9. Bölüm| Kan Rengi Perdeler
10. Bölüm|Buz Duvarları

6. Bölüm|Yeşil Uyku

129K 4.6K 257
By Goldwandalpha

6 Ekim 2015

Cennetin ağırladığı sabahın altısı çökmüştü üzerime. Altı kadeh kırmızının altı kadeh beyazla çarpışması mıydı bu, beyazın kırmızıya ne çok yakıştığı mıydı? Ne sabahın bir cevabı vardı buna ne de benim, güneş aynasını bana çevirdiğinde gördüklerim beyaz ve siyahın eşsiz güzelliğiydi. Beyaz çarşafların içinde kıyafetlerimin bir kısmı üzerimde uzanıyordum. Beynim uyuşmuştu, ne gördüğümü unutmuş gibiydi. Unutmalıydı.

Yataktan kalktığımda eteğim üzerimde değildi. Tişörtümü çekiştirerek üzerimi düzelttim ve gözlerimi etrafta gezdirerek odayı inceledim. Bu odada lanet bir banyo olması gerekmez miydi?

Bembeyaz odanın sağ tarafı tamamen camdı ve manzarayı zaten çok iyi biliyordum. Burası ona aitti. Sol taraftaki kapıyı açarak banyoya girdim. Aynadaki yansımam benim aksime yorgun görünüyordu, ben yorgun hissetmiyordum. Makyajımı çıkarmadan uyuduğum için gözlerimin altı simsiyahtı. Önce ellerimi yıkayarak rafları karıştırmaya başladım ve bulduğum bir yüz yıkama jeliyle yüzümü yıkadım, olabildiği kadar temizledim göz makyajımı. Artık daha az yorgun görünüyordum.

Soğuk sudan dolayı dudaklarım kıpkırmızı olmuştu. Beyaz ile kırmızının uyumu, bana da en az onun kadar yakışmıştı. Ellerimi lavabonun kenarlarına yasladım gözlerimi kapatarak ve o geceye döndüm yeniden.

***
Midemde ne varsa zemine boşalttıktan sonra elinde tuttuğu tişörtünü bana uzattı.

"İyi misin?"

Elimle ittirip duvardan destek alarak vücudumu dikleştirdim ve bakışlarımı yüzüne çevirdim. Beyaz teni loş koridorda parıldıyordu. Omuzları, göğsü, boynu ve yüzü. Az önce yaptığı şeyden olsa gerek, teninin aksine dudakları ıslak ve kırmızıydı.

"Sana diyorum, iyi misin?"

Şu durumda bile aramıza koyduğu o koca duvara gözlerimi diktim, ruhum yavaşça devirdi onları. Koridorun diğer ucundan bana yaklaşan kişiyi seçemiyordum ama beyaz gömleği onu ele veriyordu. Önümde durduğunda görüntü artık daha netti, bu kapıda bana gülümseyen adamdı.

"Cemre Hanım, iyi misiniz?"

Elindeki beyaz havluyu ve su şişesini bana uzattı. "Üzgünüm, yeni haberimiz oldu."

"Teşekkürler," diyerek elindeki havluyu aldım ve dudaklarıma bastırdım. Daha sonra suyu içtim, bu daha da mide bulandırıcıydı.

Bakışlarım Rüzgar ve adam arasında gidip geliyordu. Adam neredeyse Rüzgar'a hiç bakmıyordu, Rüzgar ise bakışlarını bir an olsun üzerinden çekmemişti.

"Bu size," diyerek elindeki telefonu bana uzattı. Telefon çoktan açılmıştı ve ben hattın diğer ucundaki kişiyi biliyordum. Telefonu ağır hareketlerle kulağıma yerleştirdim ve konuşmasını bekledim.

"Onunla git, sabah konuşacağız istediğin gibi."

Hiçbir şey söylemeden telefonu kapattım ve adama geri uzattım. "Burada bir yere mi," diye sordum. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Elini uzatarak geldiği yönü işaret etti. Önünde ilerlemeye başlamadan hemen önce omzumun üstünden Rüzgar'a baktım. Sağ yanını duvara yaslamış çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Önüme döndüğümde artık o bakışlar sırtımdaydı.

***

Gözlerimi açtığımda aynadaki yansıma artık sadece bana ait değildi. Hemen arkamda dikkatli bakışlarıyla aynadan beni izliyordu. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve düğmeleri açıktı. Bakışlarımı gömleğin açık bıraktığı göğsünde ve karnında gezdirdim. Göğsüyle karın kaslarının hemen arasında uzunca kırmızı bir tırnak izi vardı. Alayla karışık gülümseyerek "Harika," dedim. Onun gözlerini buldu gözlerim ve zindanlarına girerek sessizliğe vurulmuş mührü parçalara ayırdım. "Yeni pati izlerin sana yakışmış."

Aynada saçını düzeltirken alttan bir bakış atarak "Pati değil," dedi. "Pençe."

"Büyük av yani," dedim başımı dikleştirerek. Cevap vermedi, bacakları çıplak bacaklarıma temas ediyordu. Tenim oldukça sıcaktı, onun teni ise buz gibiydi. Bir süre aynadan yalnızca birbirimizi izledik hiç konuşmadan. Yüzümdeki soluk ifade yerini yavaş yavaş kızgınlığa ve üzüntüye bırakıyordu.

"Neden bunu yapıyorsun," diye sordum aynadan gözlerinin içine bakarak. Devamını getirmemi bekliyordu, bu cümlenin altında yatanlar onun dikkatini çekmişti anlaşılan. Ellerini iki yanımdan uzatarak lavaboya yasladı. "Neyi yapıyorum?"

"Kardeşimi neden zehirliyorsun?"

"Bunu yapmadığımı biliyorsun."

"Yapıyorsun," dedim avcumun içini lavaboya vurarak. "İzin vermeyeceğimi biliyorsun değil mi?"

"Senin gibi olmasından mı korkuyorsun?" Sol elini tişörtümden içeriye sokarak belime yerleştirdi, parmakları soğuktu. Teniyle tenim her buluştuğunda ürperiyordum, belimden karnıma doğru hareket ediyordu ve başparmağı usulca tenimi okşuyordu.

"Kork," dedi aramızdaki küçük mesafeyi kapatarak. Diğer eliyle önüme düşen saçlarımı omzumun arkasına aldı, eli saçlarımda asılı kaldı sanki. Çenesini başımın üzerine yasladı aynadan gözlerimin içine bakarken, gördüğüm en güzel mavilere sahipti. En donuk bakışında bile benden daha yoğun bakıyordu. Öyle renksiz kalıyordu ki gözlerim onunkilerin yanında, aynadaki ben bir ölüden farksızdı.

"O sana benzemeyecek," dedi. Göbek deliğimin etrafında daireler çizen parmağı ölümcül bir yavaşlıkla aşağıya iniyordu. Soğuk tenini tam orada, kasıklarımın üstünde hissetmek beni mahvediyordu. Kapılarına kalın zincirler vurduğum bir cennet vardı, onun cehenneme çevirdiği bir cennet. Asla toparlayamıyordum, küllerinden yaratamıyordum cennetimi. Mahvolmuştum.

"Bana benzeyecek."

Fısıltısı bütün bedenimi ele geçiren bir zehir gibi yayıldı hücrelerime, alt dudağım titriyordu. Gözlerimiz aynada buluştu ve zaman ikiye yarıldı. Aynada gördüğüm hayali çatlak akrep ve yelkovandan küçük bir izdi yalnızca. Şiddetle birbirine vurmuş, zaman avuçlarımdan akmıştı.

Elimi kasıklarımın üstündeki elinin üstüne koydum ve "Çekil," dedim. Sesimin titrememesi için harcadığım çabayı onu itmek için harcasaydım, belki çoktan başarmıştım fakat bu gücü kollarımda. bulamıyordum.

"Korktuğun tek şey bu değil, biliyorum." Diğer elini de karnıma yerleştirdi tişörtümün üstünden. "Sana bu kadar yakın olmamdan da korkuyorsun."

Sırtım göğsüyle bir bütün olduğunda, vücudum belli belirsiz titremeye başlamıştı. Beni böyle görmesinden nefret ediyordum. Siyah ojeli tırnaklarımı parmaklarına batırdım sinirle ve vücudumu ona daha çok bastırdım. "Senden de, bana yakın olmandan da korkmuyorum. Korksaydım burada, yatağında olmazdım."

Hoşuna gittiğini belirten bir ses çıkardı gözlerini kısarak. "Burada kal," derken sesinde hissettiğim o şey, dudaklarımdan kan akıyor hissi vermişti. "Bu gece."

"Ala," dedim sesimin titremesine engel olamayarak. "Çek ellerini üzerimden." Histerik gülüşü banyoda yankılandı, ellerini bedenimden çekti ve çenemden tutarak yüzümü kendisine çevirdi.

"Gözlerime bak, Cemre." Bakışlarımı önce yüzünde sonra dudaklarında gezdirdim. Pembe güzel bir renkti. Gözlerinde bir deniz güneşin altında çalkalanıyordu, kıyıdan çok uzaktaydım şimdi. "Ne zaman bir kadın gibi oynamayı öğreneceksin?"

"Ben kendi kurallarımla oynarım."

"Sen, küçük bir kız çocuğu gibi oynarsın."

Hiçbir şey demeden gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Onun için umutsuz vakaydım. Asla istediği gibi biri olmayacaktım, onun kalıplarına sığmayacaktım çünkü. Gözlerindeki acıma duygusu muydu yoksa hayal kırıklığı mı kestiremiyordum. Muhtemelen ilkiydi, zavallı olduğumu düşünüyordu.

"Ne istediğini senden daha iyi biliyorum, ne acı." Parmakları çenemi savururcasına itti ve o son kez gözlerimin içine bakıp, banyodan çıktı. Artık yalnızdım.

30 Ekim 2015

Yapboz olayından sonra o hafta okula gitmemiştim. Bugün günlerden cumaydı, bütün hafta okula gelip derslere eksiksiz girmiştim. Rüzgar yalnızca bazı günler gelmiş, kimya, fizik ve dil derslerine girmişti. Hiçbirinde o geceyi konuşmamıştık, beraber oturmamıza rağmen elle tutulur bir şey bile konuşmamıştık. Doruk ve Batu'nun didişmelerini izliyor, onlara gülüyordum.

"Rüzgar elinde top haline getirdiği kağıdı Doruk'a fırlatarak "Yeter," dedi. "Duyduğumu anlamıyorum pezevenk bir sus artık."

"Rüzgar abim ders dinliyor," dedi r harfini uzatarak ve kafasına çarpıp yere düşen kağıdı aldı eğilerek. "Sessiz olmalıyım hemen."

"Zahmet olacak ama," diye ekledi Rüzgar. "Kağıdı da geri yollarsan, içinde fizik soruları var."

"Fizik soruları sende ne arıyor lan," dedi kağıdı bir çırpıda açarak. "Bunlar sınav soruları mı?"

"Biraz daha bağır okul duysun," dedi Batu ensesine vurarak ve kağıdı elinden aldı. Batuhan fotoğrafını çekerken Doruk kağıdı alıp buruşturdu. "Çözmemişsin kardeşim, bir işe yaramaz bunlar," dedi eliyle saçma bir hareket yaparak.

Rüzgar'ın dudakları şaşkınlıkla aralandı, küfür etmesini beklerken o sadece "Bu çocuk mal," demekle yetindi. "Yazık seni doğurana."

"Bence biz hep burada oturalım," dedi Doruk sırtını iyice duvara yaslayarak. "Ben Rüzgar'a yakın olmaya bayılıyorum. Beyza ve Burcu önümüzde kalsın." İşte buna katılıyordum.

En arkada Rüzgar ve ben, önümüzde Doruk ile Batu onların önündeyse Beyza Burcu ikilisi oturuyordu. Doruk sabahın köründe sıraya yerleşmiş ve kalkmamıştı. O kadar kalkmamıştı ki, kantinden yemek almam için 2 ders yalvarmıştı ve en sonunda kızların sabrı taşmış, pes etmişlerdi. Doruk'un bu çocuk halleri onları deli ediyordu.

"Sen o sıraya yapışmadın mı?"

Bu ders ilk kez ağzımı açıp bir şey söylemiştim. "Vay," dedi ve elindeki kağıdı bana attı. "Cemre konuşuyor!" Bakışlarım kucağıma düşen kağıt ile Doruk arasında gidip gelirken ona kızgın bir bakış attım ve "Dilim var," dedim dilimi çıkararak.

"Ne komiksin sen öyle," dedi Rüzgar ve kucağıma düşen kağıdı aldı. Kime dediğimi anlamasam da uğraşmak istemediğimden hiçbir şey söylemedim. Parmaklarıyla etim arasındaki kumaş parçası onu hissetmemem için yetersizdi. Parmak uçları eteğime değdiğinde, altındaki tenim karıncalandı. Sessiz ama sert bir nefes aldım ve ona baktım göz ucuyla. Gözlerimiz kısa bir anlığına birbirine değdi ve yeniden önüne döndü.

Ben onu görmezden geliyordum o da beni, sadece diğerleriyle birlikteyken benimle konuşuyordu. Varlığını hissettiğim her an kızın boynunda gezinen dudakları geliyordu aklıma. Garip bulmuyordum aslında, o bulunduğu sınıfa rağmen, buradaki bütün öğrencilerden büyüktü. Çocuk diyemeyeceğimiz bir yaştaydı. Hem o kızıl kız, oldukça güzeldi. Onun kollarının arasında olmak için biçilmiş kaftandı.

Sana ne tüm bunlardan?

Bana ne tüm bunlardan?

Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım ve sıraya koydum başımı. O yanımdayken düşünmeyi kesmeliydim. Aklımı kurcalamasına ve zamanımı çalmasına izin vermemeliydim.

"Ne?"

O yanımdayken sesli düşünmeyi de kesmeliydim.

Başımı kaldırdım ve uzun zaman sonra yeşil cennetin derinlerine daldı gözlerim. "Hiç," dedim yalnızca. "Sanırım sesli düşündüm."

Yarım bir gülümseme yerleşti dudaklarına ve alaycı bakışlarını gezdirdi yüzümde. Yeşilin en güzeli, mavi sulara karışmıştı. Aramızdaki anlam veremediğim göz teması dakikalarca sürdü. Çıkış zili çalınca ilk kalkan o oldu.

"Bu yakışıklı için eğlence vakti," dedi Doruk sıradan kalkarken ve göz kırptı. "Şimdi gidip uyuya kalana kadar oyun oynayacağım."

Söylediklerine gülerek sıramdan kalktım ve çantamı aldım omzuma. Gözlerim yeniden Rüzgar'ı buldu. Siyah kot ceketini askıdan alıp giydi, düşünceli görünüyordu. Hemen yanında durdum ve ben de kot ceketime uzandım, yandan beni izlediğini görebiliyordum. Önce davranıp ceketimi askıdan aldı ve "Hava bulutlu," dedi giymem için açarken. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım, çok güzeldi. Orada gördüğüm her şey çok güzeldi. Çok çok güzeldi.

"Teşekkürler," dedim ve kollarımı ceketin içine sokup giydirmesine izin verdim. Beyza yanımızdan geçerken bana öyle bir bakış atmıştı ki, az sonra küle dönüşebilirdim. Korkunç mavilerini bunun için kullanıyordu, insanlara 'öldün sen' bakışları atmak için.

Doruk yanımızdan geçerken bakışlarıyla Rüzgar'ı işaret etti ve göz kırparak çıktı sınıftan. Bu çocuk dalga geçmeye ve eğlenmeye gelmişti dünyaya, bundan artık emindim.

Son bir kez baktım ona ve çantamı sırtıma takıp çıktım sınıftan. Güzel oğlanların güzel yanları vardı, aynı zamanda aklını kaybettiren anlaşılmaz tavırları. Dengesiz olmak ortak özellikleriydi.

"Neden yalan söyledin?"

Sesi boş koridorda yankılandı. Kimse yoktu, herkes gitmişti anlaşılan. Bir an durdum, o geceyi konuşmak isteyip istemediğimi düşündüm. İstemiyordum. Ayaklarım beni çıkışa götürüyordu. Okul formamın üzerine geçirdiğim büyük sweatin kapüşonundan tuttuğunda, sessiz bir küfür savurdum ve ona döndüm.

"Ne istiyorsun Rüzgar?"

"Hiç." Ellerini iki yana açtı ve omuzlarını silkti. "Yalnızca merak ediyorum, neden yalan söyledin?"

"Neyden bahsediyorsun sen?" Dilim, kelimelerim tepki doluydu. Ona ne için kızgındım ki? Böyle tepkiler vermem için hiçbir neden yoktu. Kendi suçumu hafifletmek için böyle davranmaya hakkım da yoktu.

"O gece yalnızdın, o adam gelene kadar. Neden biriyle gideceğini söyledin?"

"Yalnız olduğumu da nereden çıkardın?" Yüzüne baktım tepkilerini ölçmek için. Devam etmemi bekliyor gibiydi. "Bak," diyerek ona bir adım yaklaştım. "O gece orada yalnız olup olmamamın bir önemi yok, yalan söyleyip söylemediğimin de."

Kaşlarını kaldırdı alaycı bir ifadeyle, dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm yerleşti. "Asıl sorun senin orada ne işinin olduğu. Yapboz ile bir alakan var mı Rüzgar?"

Parmağını şıklatıp işaret parmağını bana doğru uzattı. "Ben de sana aynısını soracaktım."

Başımı yana eğdim gözlerimi kısarak. "Dalga geçiyor ol lütfen," dedim ve arkamı dönerek uzaklaştım ondan. Koridor boyunca duyduğum tek şey zemine çarpan ayakkabılarımın sesiydi.

Eve geldiğimde ilk olarak annemi aradım. Telefonu hala kapalıydı, Emre ve babamın telefonu da öyle. Kötü düşünceleri kafamdan atmam gerekiyordu.

Odama çıkıp üzerimdekilerden kurtuldum. Tam duşa girmeye hazırlanıyordum ki, telefonum çaldı. Batuhan arıyordu. Aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüğümde duyduğum bir kız sesiydi.

"Alo," dedi ve cevap vermemi bekledi. "Evet," diyerek dinlediğimi onayladım. "Selam, Cemre. Burcu ben, numaranı almamışım üzgünüm, Batu seni aramamı istedi. Rüzgar'ın evine gelebilir misin? Bir şarkıda karar kıldık ve senin de fikrini almak istiyoruz."

"Üzgünüm," dedim aynanın önündeki rujları düzeltirken. "Yeni duş aldım, zaten hastayım. Sizin için uygunsa yarın gelebilirim."

"Anladım," dedi umutsuz bir sesle. "Bizimkilere iletirim, görüşürüz."

"Görüşürüz," diyerek aramayı sonlandırdım ve banyoya girdim. Gitmek istemiyordum, henüz almamış olsam da gerçekten duş alacaktım. Dışarı çıkmak beni hasta edebilirdi.

Uzun bir duştan sonra saçıma ve vücuduma havlu sarıp banyodan çıktım. Odanın içinde ilerlerken telefonuma gelen mesajları kontrol ediyordum. Whatsapp üzerinden, kayıtlı olmayan bir numaradan gelen fotoğraf dikkatimi çekmişti. Fotoğraf karanlık olduğundan, çok fazla şey görünmüyordu. Gördüğüm ilk şey beyaz bir vücuttu ve uzaktan çekilmişti. Yakınlaştırdığımda bunun Rüzgar olduğunu fark ettim, hemen yanında kusan kişinin de ben olduğumu. Yüzümü buruşturarak fotoğrafı kapattım ve telefonu yatağımın üzerine attım. O gece orada olan biri eğlenmek istiyordu herhalde, ona bu fırsatı vermeyecektim.

Kıyafet dolabımın kapağını açtığım sırada alt kattan bir ses geldi. İlk başta bunu garipsemesem de, evde tek olduğumu hatırladım ve mantığım birkaç saniyeliğine uzaklaştı olduğum yerden.

Odamın kapısını yavaşça aralayıp merdivenlere yöneldim. Temkinli adımlarla aşağı iniyordum, ayaklarım çıplaktı ve hala ıslak olan vücudumdan damla damla su akıyor merdiveni de ıslatıyordu. Eve kimsenin giremeyeceğini biliyordum, sitede güvenlik vardı ve her yer kilitliydi. Merdivenleri bitirmeden evin giriş kapısına takıldı gözlerim. Anahtar neredeydi?

"Bunları mı arıyorsun?"

Korkuyla yerimden sıçradım, bu ses Rüzgar'a aitti. Gözlerimi kocaman açmış onun salladığı anahtarlara bakıyordum. "İçeri nasıl girdin?" Gözlerini kıstı ve 'şaka mı yapıyorsun' bakışlarından attı. "Elimdekilerle olduğu çok bariz değil mi?"

"Orasını anladık," dedim tuttuğum havluyu daha da yukarıya çekerek. "Anahtarlarım sende ne arıyor?"

"Kapının üstünde bırakmıştın," dedi. "Daha ne kadar orada öyle dikileceksin?"

"Ne," dedim aniden. Aklım hala anahtarları kapının üzerinde bırakacak kadar aptal olmamdaydı.

"Islak," dedi bakışları vücudumda gezinirken. "Çıplak." İki kaşımın ortasından bir darbe yemişçesine uyandım yeşil uykumdan, duştan yeni çıktığımı unutmuştum. Merdivenleri çıkmaya başladığımda o hala, merdivenin kenarındaydı. "Otursan iyi olur, Rüzgar."

"Böyle iyiydim ya," diyerek güldü ama dediğimi yapıp salona geçti. Odama girip her şeyden önce saçlarımı kuruttum. Altıma siyah iç çamaşırı ve gri bir penye şort giydim, üstüme ise bulduğum ilk beyaz tişörtü geçirip, Rüzgar'ın yanına indim.

Koltukta yanındaki yerimi aldım ve bağdaş kurarak ona döndürdüm bedenimi. "Çabuk konuşsan iyi olur çünkü canım feci şekilde seni evden atmak istiyor."

"Senin duştan yaklaşık 1 saat önce çıkmış olman gerekmiyor muydu?" Cevap vermedim, alay ediyordu apaçık. "Bak," dedi ve o da bedenini bana döndürdü. "Burcu'ya gelemeyeceğini söylemen yeterliydi, yalan söylemene gerek yoktu."

Gözlerimi devirdim ve "Soyunmuştum bile," dedim. "İkna etmeye çalışacaktı. Onu benden daha iyi tanıyorsun, bunları bilmen gerekiyor."

"Tam bir belasın," dedi başını iki yana sallayarak ve telefonunu çıkardı cebinden. Telefonu titreşimdeydi, biri onu arıyordu. Ekranda Beyza ismini görmemle eş zamanlı olarak gözlerimi devirdim ve arkama yaslandım. Bu kızı gerçekten sevemiyordum. Burcu ne kadar iyi ve sıcakkanlıysa Beyza o kadar kötü ve soğuktu.

"Nerede olduğum çok mu önemli cidden," diye bir soru yöneltti ona. Bir süre dinledi ve "Evet," dedi. "Onun evindeyim." Beyza'nın telefonun diğer ucundan mırıltı gibi gelen sesi gittikçe yükseliyordu. "Evet yalnızız!" Biraz tepkili, biraz da sıkılmış bir sesle konuşuyordu. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra koltuktan kalktı ve mutfağa yöneldi.

Kapıyı ardından kapadığında, Beyza'ya acımaya başlamıştım bile. Gerçekten kendini nerede görüyordu, aralarında ne vardı hiç bilmiyordum ama hiçbir şey o gece gördüğüm gerçeği değiştiremezdi. Rüzgar'ın dudaklarının değdiği gerçeği.

Mutfaktan çıktığında kaşları çatılmış bir biçimde ekrana bakıyordu. "Bu," dedi yavaşça yanıma yaklaşarak. "Bunu gördün mü?" Ekranı bana çevirdiğinde, yine o fotoğrafı gördüm. Başımı salladım evet anlamında.

"Orada seninle birlikte olduğumu sanıyorlar," dedi ekranı kapatıp telefonu cebine koyarken. "Üstümde tişört yok, ne hoş tesadüf. Üstelik o gün ikimiz okuldan beraber kaçıyoruz."

"Kaçan sendin," diyerek düzelttim. "Ben izinliydim." Anlamsız bir bakış atıp alkışladı. "Aferin, aptal. Bir tek buna takıldın öyle mi?"

Omuz silktim ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Nasıl sanarlarsa sansınlar canım, bana ne?"

"O zaman dua et," dedi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Bu fotoğraf yayılmasın. İnan olacaklara karışmam, senin problemin."

Küçük bir çocuğa anlatırmış gibi kelimeleri vurgulayarak söylüyordu ve başını eğmiş, tam gözlerimin içine bakıyordu. Gözbebekleri bir büyüyüp küçülüyor, yeşil tondan tona bürünüyordu. Cennete güneş açıyor ve yağmurlar yağıyordu.

Ellerini yüzümden çekerken refleks olarak sağ elini tuttum ve omzumda kaldı ellerimiz. Geri çekmesine izin vermemiştim. İlk ellerimize, sonra bedenlerimiz arasındaki olmayan mesafeye baktı. Anlam vermeye çalışıyordu.

"Bir fotoğraf," dedim yalnızca. "Bir fotoğraf. En kötü ne olabilir?"

"Hiç," dedi başını iki yana sallayarak. "Bir fotoğraf."

Benden uzaklaşıp koltuğa oturmasına izin verdim. İçinde bulunduğu durumu garipsemiştim. "Beyza," diyerek girdim söze. "Kızıl kızı biliyor mu?"

Başını iki yana salladı. "Ben istemediğim sürece bilmeyecek. Ona söylemeyeceksin."

"Hadi ya," dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. "O benim bileceğim iş." Gözlerini devirerek arkasına yaslandı. "Üzülmesini bu kadar çok istiyorsan git söyle."

"Hangisi sevgilin?"

Sesimdeki alay barizdi. Beyza ile arasındakini bilmiyordum fakat o kızı görmüştüm. Beyza'nın onu kıskanmak için ve o kız yüzünden üzülmesi için bir sebep olmalıydı.

"Beyza sevgilim değil," dedi gözlerini benim mavilerime dikerek. "Diğeri hakkında soru sorma, seni daha önce uyarmıştım bu konuda."

"Uf," dedim yalancı bir şaşkınlıkla. "Ne kadar da tehlikeli bir kız!"

"Öyle veya değil, uzak durmalısın. Yalnızca sen değil, Beyza da öyle. İki gram beyniniz varsa bir kez olsun beni dinlersiniz."

"Bana emir vermeyi kes."

Bir şey söylemedi, birkaç defa ne için geldiğini sorsam da umursamadı. O yokmuş gibi odama çıkıp etraftaki dağınıklıkları toparladım, ta ki zil çalana kadar.

Odamdan evin ön tarafını göremiyordum, annemler gelmiş olmalıydı.

"Ben bakarım!"

Aşağıdan Rüzgar'ın sesini duyduğumda, her şey için çok geç olduğuna emindim. Buna rağmen koşarak indim alt kata ve tam kapıyı açacakken yakaladım onu. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Bağırışım bir fısıltıdan ibaretti. Tek dileğim Rüzgar'ın sesini duymamış olmalarıydı.

"Kapı çalıyor!"

"Şş," diyerek susturdum onu. "Duyuyorum, zeki oğlan! Annemler gelmiştir, seni görmemeliler."

Kaşlarını çattı ve ellerini kaldırdı "Ne alaka," diyerek. "Biz yetişkiniz farkında mısın?"

"Ama hala lise öğrencisiyiz!"

"Lise için büyük lise öğrencileriyiz! Sadece arkadaşın olduğumu söyleyebilirsin."

"Hayır," diyerek ellerimi göğsüne yerleştirdim ve itmeye çalıştım onu, kapıdan uzaklaştırmayı deniyordum. Anahtar sesi duyduğumuz anda, onu bileğinden kavradım ve koşmaya başladım merdivenlere doğru. Mecburen peşimden geliyordu. Emre'nin anahtarı vardı, biz ise bir saattir oyalanıyorduk aptal muhabbetlerle!

Onu odama soktum ve kapıyı kapattım üzerimize. Sırtımı yasladım, nefes nefeseydim. Bedenim o ve kapı arasındaydı, hemen önümde duruyordu gülünç ifadesiyle. "En son bunu yaptığımda 14 yaşındaydım," dedi ve küçük bir kahkaha attı. Gözleri gülüyordu, bu onu eğlendirmişti.

"Burada kal, tamam mı?"

Söylediklerime cevap veremedi, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. "Tamam mı," diye sordum yeniden fısıltıyla. Başını sallayarak onayladı söylediğimi fakat önümden çekilmedi. Ah, işte yine yapıyordu. Aklımı allak bullak eden o bakışını atıyordu ve yüzümü avuçlarının arasına almıştı. Bunu yapmasına izin verecek kadar asla yakın değildik, zaten kimseye izin vermezdim.

Ama o tanıdığım en arsız adamdı, sanki hakkıymış gibi istediği her an yüzüme dokunabiliyordu. Küçük bir çocuğu sever gibi davranıyordu, bu bazen iyi hissettirse de çoğu zaman üzüyordu.

"Öyle olsun, bücür," dedi başparmağıyla yanağımı okşarken. "Kalırım burada." Kaşlarımı çatarak eline vurdum ve hafifçe ittim onu.

"Gülme, komik değil! Uyudukları zaman çıkarabilirim seni ancak." Başını salladı dudaklarını birbirine bastırarak. Neden bir anda sevimli bir çocuğa dönüştüğünü bilmiyordum ama dalga geçtiği için kızıyordum ona, okuldaki soğuk halinden eser yoktu.

O çok güzeldi. Kirpikleri birer mızraktı sanki ve her gözlerini açıp kapadığında kalbime batıyorlardı. Can alıcı bakışlarının ardındaki zehir, panzehir... Hissediyordum, kalbimin ve zihnimin en derinlerinde ama nasıl olduğunu bilmiyordum.

"Cemre!"

Emre'nin sesini duymamla Rüzgar'ı kapının arkasına itmem bir oldu. Emre kapıyı açtığında nefes nefeseydim, kalbim göğüs kafesimi parçalayacak kadar güçlü atıyordu.

"Aramışsın," dedi elini kapının pervazına yaslayarak. "Üzgünüm şarjım bitmişti." Başımı sallamakla yetindim yalnızca.

"Özlemedin mi beni?"

Ne kadar büyürse büyüsün, Emre bana göre hala bir çocuktu ve sevgiye muhtaçtı. Benim yüzümden yaşadıklarını düşündükçe kendimden nefret ediyordum. O hala, bir çocuktu. Yaşaması gereken bir ergenliği ve ilişkileri vardı. İyi ya da kötü, hepsi elinden kayıp gidiyordu. Hafifçe gülümsedim ve yanağına uzanarak öptüm onu. "Özledim," dedim. Sesimdeki titremeyi gizleyememiştim.

Sıcak bir gülümseme uğradı dudaklarına ve yukarı kıvrıldılar. "Biraz konuşalım mı?"

Ne konuşacaktık? En önemlisi şu an doğru zaman mıydı?

"Onunla ilgili," diye söze başladığında lafını kestim "Emre," diyerek. "Sonra konuşsak daha iyi olur." Rüzgar'ın Ala ve uyuşturucular hakkında hiçbir şey duymasını istemiyordum.

"Sana verdiğim o paket," dedi derin nefes alarak. "O paketi aldığım geceyle ilgili."

Gözlerim korkuyla irileşti ve elim ayağım birbirine dolandı adeta. Onu göğsünden hafifçe itip bir adım gerilemesini sağladım.

"Emre, tamam! Konuşalım, odana geçelim. Burada değil, annemler duyabilir!"

Odadan tam çıkacakken işaret parmağını uzattı ve dikkatlice süzdü beni gözleriyle. Yüzünde şüpheci bir ifade belirmişti. "Evde biri mi var?"

"Ne?" Ani tepkime karşılık kaşlarını çattı ve parmağını geri çekti. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Giyiniksin," dedi üzerimdeki tişört ve şortu işaret ederek. "Evde teksin ve üzerinde iç çamaşırı dışında bir şeyler var."

"Haha ne komik," dedim ve kapıyı kapatarak odama geri girdim. Yatağın üzerindeki telefonumu alıp çıkacakken, kapının arkasında duran Rüzgar'ı hatırladım.

"Üzgünüm, evde tek olduğun anları kollayacağım artık," dedi ellerini suçlu gibi havaya kaldırarak. Gözlerimi devirerek havaya kaldırdığı ellerini indirdim. "Ona bir merhaba dememe izin vermelisin."

"Kes sesini, Rüzgar. Ses çıkarmazsan bugün buradan çıkabilirsin."

Kafasını salladı ve "Keyfime bakıyor olacağım," dedi yatağıma uzanırken. "Öyle yap," diyerek odadan çıkıp Emre'nin odasına girdim. Yatağına oturup sırtımı duvara yasladım hayıflanarak. "Evet," dedim. "Dinliyorum seni." Bir süre mahçup bir ifadeyle yeri izledi, nihayet yüzüme baktığında gördüğüm ifade beni ürkütmüştü.

"Ala ile arandakini anlat bana."

Bir süre onu izledim şaşkınca. Kelimeler ipe dizilmiş ve sımsıkı tutunmuşlardı, ne diyeceğimi bilmiyordum. "Önemli değil," diyebildim birbirini kovalayan tam 6 dakikanın sonunda. "Çok eski, ergenliğimden kalma bir hikaye işte."

"Nasıl tanıştığınızı sormuyorum zaten umrumda da değil, ben aranızdakini soruyorum."

Bıkkınlıkla nefesimi dışarı verdim ve saçlarını karıştırdım "Çok fazla şey merak ediyorsun," diyerek. Kaşlarını çattı ve elimi itti. Çok kızmıştı ama dilinin ucuna gelen kelimeleri tutması gerektiğini biliyordu. Ayağa kalktım ve kapıya yöneldim, uyku bedenimi her an ele geçirebilirmiş gibi hissediyordum.

"Onunla yattın mı?"

Odadan çıkıyordum ki Emre'nin ağzından çıkan kelimeler tam olarak üzerinde bulunduğum zemine çiviledi beni. Elim havada asılı kalmıştı, sırtım ona dönüktü. Kurduğu cümlenin aklıma getirdiği her bir saniye film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden.

"Amacın ne?"

Saçma sapan iki kelime çıkıverdi dudaklarımdan. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak ona döndüm. "Bunu aklına sokan kim? Ala mı?"

Başını iki yana salladı ve ayağa kalktı. "Bir kadın, eskiden birkaç kez onunla Yapboz'da aynı odada kaldığını söyledi. Uzun süredir görmemiş, artık birbirinizi görmezden geliyormuşsunuz."

Hiçbir şey demeden yüzünü izledim, itiraz etmemi bekler gibiydi yüz ifadesi. Ben konuşmayınca devam etti. "O geceden sonra, paketi ona geri vermeye gitmişsin. Hatta, Ala'nın senin için beni bu kadar önemsediğini söyledi. Sanki, seninle eskisi gibi olmak için beni kullandığını ima etti."

"Saçmalama," diye çıkıştım. "Ala'nın seni umursadığı falan yok! Eskisi gibi olmaya da çalışmıyor, hatta daha kötü olması için çabalıyor. Onunla aramda bir şey yok, olmamalı. Tamam mı?"

Başını salladı yavaşça ve yeniden yatağına oturdu. "Bunu hangi kendini bilmez söyledi bilmiyorum ama öğreneceğim, emin olabilirsin. İyi geceler," diyerek çıktım odadan.

Az önce duyduklarım beni delirtebilirdi. Hayır, gerçek değillerdi.

Onu benim için önemsemiyor, onu benim için önemsemiyor. Benimle olmak için onu kullanmıyor, hayır, bunu yapmıyor. Asla yapmaz, bitti. O sadece Emre'yi yetiştiriyor, bunun benimle tek alakası onun kardeşim olması. Kardeşim olduğu için yapıyor. Onu kullanmıyor, hayır, onu kullanmıyor. O böyle ucuz bir adam değil.

Sürekli aynı cümleleri tekrarlayarak aklıma sokulmuş bu kirli düşünceyi temizlemeye çalışıyordum. O asla böyle bir şey yapmazdı, onu kullanmazdı. Beni isteseydi, hep yaptığı gibi istediğini alırdı.

Odama girdiğimde ancak hatırlamıştım içeride cennetten koparılmış bir güzelliğin olduğunu. Yatağımda, beyaz çarşaflarımın üzerinde boylu boyunca uzanıyordu. Sırtı bana dönüktü, siyah tişörtü gerilmişti ve omuzlarını zorluyordu.

Düzenli spor yapmadığını, çok fazla alkol tüketmediğini ve sağlıklı beslenmeye çalıştığını biliyordum. Giydiği her şeyin içinde güzel duran bir vücudu vardı. Orantılı ve estetik. Bunu hareketli yaşam tarzına borçlu olmalıydı, kimse hiçbir şey yapmadan bu kadar güzel bir bedene sahip olamazdı.

Yatağımın etrafından dolaştım ve yüzünün dönük olduğu tarafa, büyük camın önüne geçtim. Lanet olsun.

Uyuyor.

Benim yatağımda, çarşaflarımın üzerinde ve yastığımda uyuyor.

Dudaklarının arasındaki ince boşluktan, uykuya dalalı çok olduğunu anlamıştım. Bu çocuk hiç uyumuyor muydu?

Yüzüne bak.

Gerçek olduğu için cezalandırılması gereken bir güzellikti bu. Böyle güzellikler karşıma nadiren çıkıyordu, Ala gibi.

Aynı güzelliği sol yanında bulamadığımız insanlar, zihninde bulamadığımız bulanık insanlar...

Ala bulanık değil.

Ala karanlık.

Yeniden yatağın diğer tarafına geçtim ve bir kenara ittiği beyaz yorganı üzerine örttüm. Odanın kapısını kilitleyip sırtım ona dönük bir şekilde oturdum yatağın öteki ucuna. Ne yapacaktım? Onunla daha önce uyumuştum, şimdi de uyumalı mıydım? Bazı gerçekler, bu yanlışmış gibi hissettiriyordu.

Ama o gerçekleri görmezden gelecektim.

Yorganı kaldırıp bacaklarımı içine soktum ve sırtüstü yanına uzandım. Yatak büyük olduğu için aramıza iki kişi daha yatabilirdi.

Ona yandan bir bakış attım, hala uyuyordu ve düzenli nefes alıp veriyordu. Güzeldi. Çok güzeldi. Beynim uyuşmuş gibiydi, bir yanım hala Emre'nin söylediklerini düşünüyordu. Ala'ya eskisi kadar güvenmiyordum, güvenemezdim ama bunu yapacak kadar aptal olmadığını biliyordum. O kadar olaya rağmen hala onunla konuşuyor olmam şaşılasıydı, böyle bir şey yapsaydı bütün iletişimimizin kopacağının farkındaydı. Eskisi gibi olamazdık, bunu en iyi o biliyordu.

Peki, ondan başka birine güvenebilecek miydim? Babasına bile güvenmeyen ben, Ala'ya güvenmiştim. Emre'nin söyledikleri doğru çıkarsa hayatım boyunca kimseye güvenemezdim. Kadınlara güvenemeyeceğimi hep biliyordum fakat Ala, o benim için bir yıkım olurdu. Yıkımdan doğan yıkım.

İçimde olup biten kavgalardan o kadar çok sıkılmıştım ki, birine her şeyi anlatıp kurtulmak istiyordum. Hayatım boyunca kimseye güvenemeyeceğimi söyleyen o ses beni çok yoruyordu. Güvenmem gereken biri mi vardı da beni böyle yoruyordu anlamıyordum fakat onu susturmak için elimden gelen hiçbir şeyi ardıma koymayacaktım. Birine güvenmem gerekse bile.

Biri.

Tanıdık ama yabancı biri.

Bakışlarım yeniden onun güzel sırtını buldu. Peki o? Ona güvenmeli miydim?

Bunun cevabı her neyse, şu an hiç umrumda değildi. İstediğim tek şey ona dokunmaktı, güzelliğiyle kendimi büyülemek istiyordum. Yavaşça ona yaklaştım ve yan yatıp bacaklarımı kendime doğru çektim. Alnımı sırtına dayadığımda, kokusu ciğerlerimi çoktan doldurmuştu. Eşsizdi, yeni doğmuş bebeklerin kendi kokuları olurdu, mis gibi kokarlardı. Anneler derdi ki, cennet kokuyor.

Cennet kokuyordu.

Bu kokuyu tanıyordum, daha önce de vücudumu sardığını biliyordum. Hiç böyle yoğun, böyle güzel olmamıştı. Şimdi öyle net, öyle gerçekti ki hipnoz olmuş gibiydim. Çok, çok güzel kokuyordu.

Elimi koluna koydum ve tişörtünün kolunu omzuna kadar sıyırdım. Vücudu çok sıcaktı. Elimi geri çekmedim, yatakta biraz daha yukarı çektim kendimi ve bir kolumu kolunun altından geçirip omzuna sarıldım. Hissedip uyanmasından korkuyordum fakat, yine o derin uykulardan birine dalmıştı. Gözlerimi kapadım ve kokusunun bedenimi sarmasına izin verdim. Saçlarımın her bir teli, tenim, ellerim, tüm vücudum o kokmalıydı.

Mantığımın ne yaptığımı sorgulamasına izin vermiyordum. Bu gece kendimle küçük bir oyun oynayacaktım ve ona sarılmak, bu masum oyunun bir parçasıydı. Alnımı yeniden sırtına yasladım ve oyunuma teslim oldum, uykunun derin kuyuları beni çağırıyordu.

31 Ekim 2015

Odanın içinde ılık bir huzur vardı, güneş doğmuş ve bulutların arkasına saklanmıştı. Yağmur damlaları balkon camına hızla çarpıp aşağı süzülüyorlardı. Gözlerimi yeni güne açtığımda, beyaz çarşaflarımın içinde bir letâfet uzanıyordu. Huzurlu görünüyordu. Burada, günlerce bu yatakta böylece uyusa bile onu kaldıracak iradeyi bulamazdım kendimde.

Başımı yastıktan nihayet kaldırdığımda, gözüme ilk çarpan şey yatağın içindeki telefon oldu. Bu onun telefonuydu. Uzanıp aldığımda ekranı açıldı, bildirimlerini okumak ne kadar doğruydu bilmiyordum fakat içimden bir ses okumam gerektiğini söylüyordu.

Gece

23:17 Neredesin?
23:17 Seni bekliyorum Rüzgar.

23:19 Gelmen gerektiğini biliyorsun.

23:38 Ciddi olamazsın, hala seni bekliyorum.

23:45 Pekala, işine bak. Senin için ertelemeyi deneyeceğim.

00:21 Lanet olsun.
00:21 Başımı nasıl bir derde soktuğundan haberin var mı senin?
00:21 Ölmezsem yarın görüşürüz.

00:28 Eğer resim çiziyorsan lütfen beni ara. Birkaç dakika yalnızca.

03:47 Yarın aynı yerde olacağım. Yapboz 19, burada olmak zorundasın.

Gözlerim Yapboz yazısını gördüğüm anda korkuyla irileşmişti. Bu kız kimdi ve Yapboz'da ne işi vardı? Rüzgar'ı neden Yapboz'a çağırıyordu?
Aklımdan korkunç senaryolar geçiyordu gerçekten. Ekranı aşağı kaydırdığımda, cevapsız aramayı gördüm.

Annem
Missed Call

Ekrana aptal aptal bakarken telefon yeniden çalmaya başladı, yine annesi arıyordu. Ürkerek telefonu sol elime aldım, sessizdeydi. Yatakta ona yaklaştım, sanırım uyandırma vaktim gelmişti. Nasıl yapacağımı bilmiyordum, üstelik o yatağımda böyle tapılası bir güzellikte uyurken.

Telefonu yatağa geri bıraktım ve avuç içlerimden destek alarak kollarımı başının iki yanına koydum. Sırtüstü uzanıyordu, dudakları huzursuzlukla aralanıp geri kapanıyordu. Bir eli çıplak göğsündeydi, diğer eli ise yorganın üstünde. Neden tişörtü üstünde değildi? Gece onunla uyuduğunu biliyordum.

Bakışlarım yüzünde gezinirken, kirpiklerinde ruhum ve ben asılı kalmıştık. Kalbim kirpikleri kadar büküldü, kemiklerimin etime battığını hissettim. Kaburgalarım birbirine geçiyordu, zamanı ve mekanı yitiriyordum güzelliği karşısında. Hangi kadın bu yüze karşı koyabilirdi? Böyle sessizce uyurken, dünyanın en masum görünen yüzüne kim karşı koyabilirdi?

Vücudum gittikçe ısınıyordu ve ben cehennemin en ücra köşesinde, günahlarımla dans ediyor gibiydim. Aldığım nefes bile o olmuşken, nasıl bu kadar yakınımdayken öpmeye hakkım yoktu? Bir aydan fazla olmuştu, benim her gün aklımdan geçen şey ise göz kapaklarından göğsüme uzanan kirpiklerini öpmekti.

Uyuyor.

Derin uyuyor.

Kalbimin titrediğini hissediyordum, dudaklarım kirpiklerine çok yakındı. Çok yakın. Öpmeliydim, belki bu son şansımdı.

Harcayamazdım.

Yüzümü ona biraz daha yaklaştırdım ve şimdi dudaklarım, zehirli okların tam üzerindeydi. Hiçbir engel yoktu, öpmeliydim. Bana aitmiş gibi. Boynumda hissettiğim sıcak nefesi, artık daha keskindi. Gözlerini araladığında, kirpikleri dudaklarıma değdi ve boğuk sesi kulaklarıma doldu.

"Günaydın."

Göğsümü yarıp geçen korku bütün damarlarıma işledi ve dudaklarımdan kaçan günahın sesi, onu gülümsetti. Kollarım gücünü yitirmişti, üzerine yıkılmaktan son anda kurtarmışlardı beni. Bakışlarım yeşil gözlerine indi ve beni tam oraya, can ormanına hapsetti. Böyle güzel bakmamalıydı.

"Korkuttun," diyebildim, sesimin titremesine engel olamamıştım. "Annen," dedim ve yutkundum güçlükle. Hala çok yakındık, çok fazla yakın. "Annen arıyordu."

Üzerinden çekilmek için yeltendiğimde, hiç beklemediğim bir şey yaptı. Bileğimi tutup göğsüne çekti ve güçlükle duran bedenim, yavaşça üzerine yıkıldı. Kalbim göğsümü parçalıyordu, korkunç biçimde hızlı atıyordu.

Hiçbir şey söylemedi, yalnızca yüzümü izledi. Bakışları dudaklarımla gözlerim arasında mekik dokuyordu. Dudaklarımızın arasında santimler vardı. Daha önce bir erkeği bu kadar yakınımda, aynı zamanda uzağımda tutmamıştım. Ortası hiç olmamıştı. Ölüyordum.

"Açar mısın?"

Gözlerine baktım şaşkınlıkla. "Onunla ben mi konuşayım yani?" Başını salladı yavaşça. "Ne söyleyeceğim peki?"

"Uyuduğumu," dedi fısıldayarak ve birkaç kez yavaşça gözlerini açıp kapadı yutkunarak. "Çok uyuduğumu söyle."

Hemen yanına koyduğum telefona uzandım, artık çalmadığını söyleyecektim ki arama yeniden ekranda belirdi. "Adı ne?"

"Umay," dedi. "Umay Poyrazoğlu."

Başımı salladım yavaşça ve aramayı cevapladım. Telefonu kulağıma götürdüm "Alo," diyerek. "Alo," dedi sesindeki şaşkınlığı gizleme gereği duymadan. "Kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?"

"Ben Cemre," dedim ve ekledim. "Rüzgar'ın..." Birkaç saniyeliğine yüzünü inceledim, uykulu ve düşünceli görünüyordu. Arkadaşın mıyım diye sormak için doğru bir an mıydı?

"Rüzgar'ın arkadaşıyım."

Yüzünde oluşan yarım tebessüm, paha biçilemezdi. Hoşuna gitmiş gibiydi bu can çekişen halim ve uykulu, keyifli bir ifadeyle izliyordu beni. "Rüzgar dün geceden beri uyuyor, yaklaşık 9 saattir. Birkaç gündür uykusuzdu bildiğim kadarıyla."

"Peki," dedi kadınsı sesiyle ve gülercesine bir ses çıkardı. "Rüzgar telefonunu birinin açmasına kolay kolay izin vermez, senin kim olduğunu öğrenebilir miyim Cemre?"

Gözlerimi kırpıştırarak ekrana baktım ve "Sanırım anladı," dedim fısıltıyla. Gülümseyerek başını salladı. "Korkma, sadece soyadını soruyor," dedi o da fısıltıyla. Bu kaşlarımı çatmama sebep olsa da çok üzerinde durmadım ve "Atasoy," dedim. "Cemre Atasoy, memnun oldum Umay Hanım."

"Ben de memnun oldum, Cemre. Oğluma iletmeni rica ediyorum, bir sonraki sefere telefonunu kendi açma nezaketini göstersin."

Dudaklarımı birbirine bastırdım gülmemek için ve "Peki efendim," dedim. "İyi günler." Telefonu kapatıp yatağa geri bıraktım kaşlarımı çatarak ve ona çevirdim bakışlarımı. İfademin aksine kızgın değildim, annesiyle konuşmak hoşuma gitmişti.

"Kötü bir oğlansın sen."

Başını salladı ve bir eliyle saçlarını karıştırdı. "Başka?" Derin bir nefes aldım ve tırnaklarımı göğsüne batırdım. Çıplak göğsünde uzanıyor olduğum o ana kadar aklımdan çıkmıştı, acıyla inlediğinde fark etmiştim. "Patilerine dikkat et, kedi."

Vücudumun ısısı gittikçe yükseliyordu, bunun utanmakla hiçbir alakası yoktu. Bedenim, onun bedenine tepki veriyordu. Uykusundan yeni uyanmış bir oğlanın üzerinde uzanmam mantıklı değildi.

Yutkundum ve nihayet sesimi bulduğumda "Tişörtün nerede," diye sordum. "Yerde," dedi başını geriye atarak. "Giyinmemi mi istiyorsun?" Ellerimi göğsüne yerleştirdim ve destek alarak doğrulmaya çalıştım. Kollarım tüm gücünü yitirmişti sanki, ondan uzaklaşmak istemiyordum ama mecburdum.

"Sen gece uyandın mı?"

"Hıhım," dedi başıyla onaylayarak. "Çok sıcaktı." Kısık sesle söylediği her bir kelime göğsümde küçük sancılara sebep oluyordu. "Fazla sıcak."

Fısıldayarak söylediği bu cümlede ima ettiği şey, ona sarılmamdı. Bundan adımın Cemre olduğu kadar emindim. Uyanmıştı, ona nasıl sarıldığımı görmüştü. Ses tonu kasıklarımdan aşağı yayılan o sıcaklığı arttırmaya yetiyordu. Derin bir nefes aldım göğsümün titremesine engel olamadan ve bu sefer başardım. Göğsünden kalktım, aramızda ince bir yorgan olması kucağında oturduğum gerçeğini değiştirmezdi ama görmezden gelmemi sağlayabilirdi. Becerebilirsem.

"Üstünü örtmüştüm, ondandır." Kaşlarını kaldırdı dalga geçer gibi ve benim altımda, onun üstünde olan yorganı tuttu. "Buna ihtiyacım yok," dedi. Alt dudağım titriyordu ve ben buna engel olamıyordum. Ona her baktığımda vücudumun verdiği tepkileri asla dizginleyemiyordum.

Sol elini saçlarımın üzerine koydu ve tarıyormuş gibi uzun parmaklarını arasından geçirdi. Saçlarımın en ucuna ulaştığında, eli belimdeydi. Sağ elini uzatıp yanağıma koyduğunda, gözlerimi kapadım. Tüm bu dokunuşlar, beni cehennem çukurlarıma gömüyordu. İstediğim tek şey, daha fazlasıydı. Tüm bu dokunuşların ardında yatan duyguları istiyordum, eğer varsa şefkatini ve kirli hayallerini, cennetin vaadettiği uçurumları.

Hepsinin karşılığında ona istediği her şeyi verebilirdim, parmak uçlarıyla dokunduğu her şeyi... Sahip olmak istediği ne varsa onun olabilirdi, ona cenneti verebilirdim, beni uçurumun en kıyısına götürseydi, ona tüm okyanusları verebilirdim.

Parmakları yüzümden enseme doğru kayıyordu, tepkilerimi dikkatle izliyordu. Belimdeki parmaklarını ise yavaşça sırtıma çıkardı, dokunuşlarıyla beni yönlendiriyordu. Sırtıma ve enseme uyguladığı hafif baskıyla, eğildim. Ellerimi başının iki yanına koydum, saçlarım yüzüne dökülüyordu. Başparmağını dudaklarımın üstünde gezdirirken gözlerime değil onlara bakıyordu.

Dudaklarını araladı, yüzümü iyice kendi yüzüne yaklaştırdı. Yalnızca bir iki santim vardı, onu öpmem için bir iki santim... Alnını alnıma yasladı ve "Nefes al," dedi dudaklarını çeneme sürterek. Nefes almayı dahi unutturacak cinsten, tehlikeli bir oğlanın kollarının arasına bırakmıştım kendimi ve hiç pişman değildim.

"Beni öpmek istiyorsan, fazla düşünmemelisin." Sıcak nefesi boynuma çarpıyordu, ağzından çıkan her kelimeyi tenime kazıyordu fısıltısı. "Fazla düşünmek delirtir."

Elimi başının yanına koydum ve parmağımı uzatıp kirpiklerine dokundum. "Çok güzeller," dedim fısıltıyla, sesimin çıktığından bile şüpheliydim. Başını salladı hafifçe gülümseyerek, gülümsemesinde alayla karışık hoşnutluğu sezmiştim. "Sadece onlar mı güzel?"

"Hayır," dedim. "Sen güzelsin." Gözlerinde bir cennet taşıyordu, melekler ve şeytanların dans ettiği alevli bir cennet. "Cennet yanıyor," dedim gözlerimi kapatarak. Alev alev...

"Ateş düştüğü yeri yakar." Kelimelerin dilinden kayıp düşmesi, gözlerimi açmam ve ardından dudaklarının dudaklarımı bulması bir olmuştu. Gerçekliğin kıyısından aşağı yuvarlanıp onun kucağına düşmüştüm. Şimdi dudakları dudaklarımda, bedeni altımda ve parmakları belimde, saç diplerimdeydi.

Dudaklarını aralayıp üst dudağımı arasına aldı ve yavaşça emdi. Dili önce üst dudağımı, ardından alt dudağımı ıslattı. Mantığım yatağın öbür ucuna çekilirken, içimdeki arsız kız başkaldırdı. Dudaklarımı araladığımda boşluğu diliyle doldurdu, benimkiyle buluştu. Bu saf bir öpüşme ya da bir savaş değildi, beyaz bayrağı kaldırmak isteyen iki savaşçının sarılışıydı. Barışıyorduk.

Çok kısa bir anlığına dudakları dudaklarımdan ayrıldı. İtiraz eden sesler çıkarıyordum, alt dudağımı esir alana kadar susmamıştı içimde beslediğim şeytan. Dişlerini etime geçirdiğinde acıyla inledim, yüzünde bundan memnun olduğunu belli eden arsız bir tebessüm oluştu. Küstah.

Belimdeki parmakları adeta etime gömüldü, bedenim kıvrıldı acıyla. Diğer eli saçlarımın arasındaydı. Saçlarımı her çektiğinde tırnaklarımı karnına batırıyor, canını yakmaya çalışıyordum ama bu onun ateşini harlamaktan başka bir şeye yaramıyordu. Elimi aşağıya, pantolonunun fermuarına indirdiğimde saçlarımı aniden çekti ve acıyla inledim. Dudaklarını açıkta kalan boynuma bastırdı. Küçük sert öpücüklerini diliyle süslüyor, etimi emiyordu.

Bu öpücükler ısırıklara dönüşmeye başladığında artık altta olan bendim. Aramızda bir yorgan yoktu ve üzerimdeyken daha imkansız görünüyordu, daha mükemmel, daha ulaşılmaz.

Dudakları boynumdan şahdamarıma bir yol izledi ve tam orada, kanımın hiç olmadığı kadar hızlı aktığı noktada durdu. Dili ve dişleri orayı mühürlüyordu sanki, canım dudaklarına çekiliyordu. Başımı geriye atıp derin bir nefes aldım ve ona daha çok yer açtım. Elimi saçlarına daldırıp tıpkı onun bana yaptığı gibi asıldım, buna karşılık dişlerini etime geçirdi yeniden. Dudaklarımdan kontrolsüzce bir inleme kaçtı ve "Rüzgar," dedim çatallaşan sesimle. Tırnaklarım sırtına uzun kırmızı izler bırakıyordu. Beyaz teni yine kırmızıyla süsleniyordu.

Sırtındaki elimi yavaşça beline indirdim ve daireler çizmeye başladım vücudunda. Buzlu bir rüyanın içinde gibiydim, ateş düştüğü yeri öyle bir yakmıştı ki kül olmama çok az kalmıştı. Bedenimin onun için böyle yanıp tutuştuğundan bihaber geçirdiğim tam 1 ayın acısı çıkıyordu. Parmaklarım vücudunda geziniyordu.

Elim karnı ile beli arasında bir noktada durduğunda, dudakları da durdu. Bedeni kaskatı kesildi. "Elini oradan çek," dedi buz gibi sesiyle. "Ne var orada," diye sordum gözlerinin içine bakarak. Nefes nefeseydim. Cennet artık yanmıyordu, buzdan bir duvarın arkasında kalmış gibiydi. "Söylesene," dedim ensesindeki saçlarla oynayarak. Cevap vermedi, kararlılıkla baktı gözlerimin içine. "Çek elini."

Başımı iki yana salladım ve onu üzerimden ittim var gücümle. Zorluk çıkarmadı ve çekildi, ayağa kalktığında dokunduğum yere baktım. Bir dövme vardı. Latin alfabesiyle yazıldığına emindim ama ne olduğunu bilmiyordum.

Banyoya girip kapıyı kapattığında, bedenim soğumuştu. Her şey öyle ani olmuş, öyle çabuk büyülemişti ki bedenimi ne olduğunun farkına yeni varabilmiştim.

Düşünme, düşünme, düşünme.

Ne hissettiğini düşünme.

Ayağa kalktım ve etrafa bir göz attım. Telefonumu bulmam gerekirken, gözüme ilişen şey onun tişörtü olmuştu. Eğilip yerden aldığımda kokusu yeniden burnuma doldu, bedenim titriyordu ve ben az önce olanlar hiç yaşanmamış gibi devam etmek istiyordum.

Banyonun kapısı açıldığında elimdekini dolabımın içine attım görmemesi için ve dolaptan başka bir tişört çıkartıp iç çamaşırı aldım. Yanından geçip banyoya girdim, üstümü değiştirecektim.

Elimi yüzümü yıkadım ve aynadaki görüntüme baktım. Dağılmış görünüyordum, ellerim hala titriyordu. İçimde bir şeyler mahvolmuştu ama umursamamak benim en iyi yaptığım şeydi. Görmezden gelebilirdim.

İç çamaşırımı ve tişörtümü değiştirdikten sonra saçlarımı tarayıp dişlerimi fırçaladım ve çıktım banyodan.

"Tişörtümü bulamıyorum," dedi nefesini dışarı vererek. "Tamam," dedim yalnızca ve başka bir dolabın kapağını açtım. İçinden aldığım siyah tişörtü ona uzatarak "Emre'nin," dedim. "Büyük, olur sana."

Kaşlarını çatsa da itiraz etmeden giydi ve telefonunu aldı yataktan. Yeniden bana döndüğünde bakışları yüzümde gezindi, ufacık bir duygu arıyordu ama bulamıyordu. Ona kızmamı, belki de kovmamı bekliyordu ama yapmadım. Tepkisizce durdum karşısında ve onun yaptığını yapıp, yüzünü izledim. Bakışları boynuma indiğinde kaşlarını çattı yüzünü buruşturarak.

"Boynun."

Boynum.

İzlerini bıraktığın boynum, mühürlediğin boynum...

"Sorun değil," dedim kaşlarımı çatarak. "Geçer birkaç güne." Tam bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki onun söyleyeceklerini ben önceden söyledim. "Evet, hataydı biliyorum," dedim. Gözlerinde bir parça şaşkınlık görsem de, aldırmadım. Bunu söylemeye cesaret edemeyeceğimi düşünecek kadar aptaldı.

"Unut gitsin, yaşanmadı."

Kaşlarını çattı ilk önce, sonra ise alaycı bir ifade yerleştirdi yüzüne. "Unuttum bile," diyerek çıktı odadan. Arkasından çıktım o hızlı adımlarla merdivenlerden inerken. "Rüzgar!"

Merdivenleri bitirince bana döndü ve "Anladım," dedi. "Aramızda kalacak."

"O değil'" dedim merdivenin sondan üçüncü basamağına inerken. "Senin de tırnak izleri için bir şeyler yapman gerekebilir."

Eli boynuna gitti usulca ve ensesine uzandı parmakları. "Uslu bir kız olsaydın hiçbirine gerek kalmazdı," dedi ve arkasını döndü gitmek için.

Ama gidemedi.

Çünkü annem, babam ve Emre tam karşımızda dikiliyordu.

"O benim tişörtüm mü?"

Annem, babam ve Emre gerçekten tam karşımızda dikiliyordu!

Yorumlarınızı bekliyorum, öpüldünüz.

Continue Reading

You'll Also Like

124K 6.9K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
120K 6.5K 13
Sera: Numaranızı yönetici olan Asuman hanımdan aldım. Sera: Yemeyin beni. 05***: Asuman hanımın neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum ama üzgünüm...
4.3M 122K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
1.9M 70.2K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...