Fırtına

By ClassicsTR

1.7K 145 21

Fırtına, günümüze ulaşan bilgilere göre Shakespeare'in son oyunudur. Yazarın ölümünden (1616) beş yıl önce, 1... More

Perde 1 | Sahne 1
Perde 1 | Sahne 2
Perde 2 | Sahne 2
Perde 3 | Sahne 1
Perde 3 | Sahne 2
Perde 3 | Sahne 3
Perde 4 | Sahne 1
Perde 5 | Sahne 1
Sonsöz

Perde 2 | Sahne 1

150 12 2
By ClassicsTR

(Adada başka bir yer. Alonso, Sebastian, Antonio, Gonzalo, Adrian, Francisco ve ötekiler girer.)

Gonzalo — Ne olur efendim, neşelenin biraz.

Aslında siz de biz de sevinmeliyiz;

Çünkü, nasıl kurtulduğumuzu düşünürsek,

Kayıplarımız hiç sayılır.

Herkesin başına gelebilir böyle şey:

Her gün bir gemicinin karısı,

Bir ticaret gemisinin kaptanı veya sahibi

Aynı acıya katlanmak zorunda.

Kurtuluşumuza gelince, doğrusu mucizeydi;

Bu şans ancak milyonda bir kişiye nasip olur.

Bu nedenle, efendim, felaketimizle tesellimizi

Birer kefeye koyup değerlendirmek en iyisi.

Alonso    — Lütfen, yeter artık.

Sebastian(Antonio'ya) Teselliye karnı tok.

Antonio   — (Sebastian'a) Ama adamın da vaazı bırakmaya niyeti yok.

Sebastian— (Antonio'ya) Bak bak, zekâsının saatini kuruyor; birazdan çaldıracak.

Gonzalo — Efendim...

Sebastian(Antonio'ya) Bu bir. Say.

Gonzalo — Kapımıza vuran her derdi içeri alırsak...

Sebastian— Köşeyi döneriz.

Gonzalo — Düşündüğünüzden daha isabetli konuştunuz:

Evet, öteki dünya köşesini.

Sebastian— Siz de düşündüğümden daha ustaca çevirdiniz sözü.

Gonzalo — Bu nedenle Lordum...

Antonio   — Vay canına, adam lafına amma savurgan ha!

Alonso    — Lütfen kesin artık.

Gonzalo — Tamam, bitti zaten. Ancak...

Sebastian— Konuşmadan duramıyor.

Antonio   — Önce hangisi ötecek, bahse girelim; o mu, Adrian mı?

Sebastian— Kart horoz.

Antonio   — Toy horoz.

Sebastian— Oldu. Nesine?

Antonio   — Kahkahasına.

Sebastian— Tamam.

Adrian      — Bu ada çöl gibi görünse de...

Antonio   — Ha ha ha!

Sebastian— Kazandın.

Adrian      — Issız ve yaşanmaz görünse de...

Sebastian— Aslında...

Adrian      — Aslında...

Antonio   — Kaçmazdı.

Adrian      — Tatlı, yumuşak, hoş bir havası var gibi.

Antonio   — Tıpkı böyle bir kız tanımıştım.

Sebastian— Ne kızmış! Tarif de çok bilimseldi ama!

Adrian      — Havanın tatlı soluğunu hissediyor insan.

Sebastian— Akciğerleri de var, hem de çürümüş!

Antonio   — Bataklık kokusu üfürüyor.

Gonzalo — Tam yaşanacak yer burası.

Antonio   — Evet de, sağ kalabilirsek.

Sebastian— Görünüşe göre, pek kolay değil.

Gonzalo — Otlar nasıl canlı ve diri! Ne kadar da yeşil!

Antonio   — Her yer ne kadar da boz!

Sebastian— Ve nasıl da dikkati çekiyor göz göz yeşil.

Antonio   — Adamın gözünden de bir şey kaçmıyor.

Sebastian— Evet, gerçeğin dışında.

Gonzalo — Ancak, asıl ender görülen, ki gerçekten neredeyse inanılmaz bir şey...

Sebastian— Evet, ender görülen çok şey gibi.

Gonzalo — Giysilerimiz, yani denizde sırılsıklam oldukları halde, her nasılsa yine de canlı ve parlak. Tuzlu suyla lekelenmiş gibi değil de, yeni boyanmış gibi sanki.

Antonio   — Ceplerinden biri konuşabilseydi, yalanını yüzüne vurmaz mıydı?

Sebastian— Vururdu; ya da çaktırmadan kanıtı cebe indirip iç ediverirdi.

Gonzalo — Bence giysilerimiz daha yepyeni; hatta onları Afrika'da, Tunus Kralı'nın kibar kızı Claribel'in düğününde giydiğimiz günkü kadar yeni.

Sebastian— Ne hoş düğündü! Dönüşümüz de harika oldu doğrusu!

Adrian      — Tunus Tunus olalı bu Kraliçe kadar güzel birini görmemişti.

Gonzalo — Yani, Dul Dido'nun zamanından beri.

Antonio   — Dul mu? Hadi canım sen de! Dul da nereden çıktı? Dul Dido!

Sebastian— Ne yani, Dul Aeneas da diyebilirdi. Ne var şimdi bunda?

Adrian      — Dul Dido mu dedin? Biraz kafam karıştı. Dido Kartacalıydı benim bildiğim, Tunuslu değil.

Gonzalo — Bu Tunus, Kartaca'ydı bayım.

Adrian      — Kartaca mı?

Gonzalo — Emin olun Kartaca'ydı.

Antonio   — Tılsımlı arpten daha etkili sözleri.

Sebastian— Hem duvarları hem de evleri dikti bu.

Antonio   — Şimdi hangi olmaz şeyi oldurmanın bir yolunu bulacak acaba?

Sebastian— Bence bu adayı cebine atıp memlekete götürecek ve elma diye oğluna verecek.

Antonio   — Çekirdeklerini de denize ekip başka adalar çıkaracak.

Gonzalo — Tabii!

Antonio   — Ne demezsin!

Gonzalo — Bakın, diyorduk ki, Tunus'ta kızınızın düğününde ne kadar ye-niyse giysilerimiz, şimdi de o kadar yeni; hani şimdi Kraliçe olan kızınızın.

Antonio   — Üstelik Tunus'un görüp göreceği en muhteşem Kraliçe.

Sebastian— Yalnız, dul Dido hariç, müsaadenizle!

Antonio   — Dul Dido mu? Ha evet, Dul Dido!

Gonzalo — Şimdi şu cepkenim ilk günkü kadar yeni değil mi, ha? Yani, nerdeyse.

Antonio   — Hah, "nerdeyse" deyince oldu.

Gonzalo — Kızınızın düğününde giydiğim günü kastediyorum.

Alonso    — Duyularım bu sözlere çoktan doydu, ama sen hâlâ

Kulaklarıma tıkıştırıp duruyorsun onları.

Kızımı orada evlendirmez olaydım keşke!

Çünkü, oradan dönüşte oğlumu kaybettim;

Aslında kızımı da kaybettim sayılır,

Çünkü o kadar uzak düştü ki şimdi İtalya'dan,

Onu bir daha göreceğimi hiç sanmam.

Ah evladım benim, Napoli ve Milano veliahtı;

Hangi acayip balığa yem oldun kimbilir?

Francisco — Efendim, belki de yaşıyordur.

Ben gördüğümde vargücüyle mücadele ediyordu,

Dalgaların sırtına binmişti.

Düşmanca saldıran suları yanlara savurarak

Üstte kalmayı başarıyor,

Önünde kabaran en yüksek dalgayı bile göğüslüyordu.

Başını yılmadan azgın dalgaların üstünde tutuyor,

Güçlü kollarını kürek gibi kullanıp

Attığı yaman kulaçlarla sahile doğru yol alıyordu.

Sahil de sanki, kolaylık olsun diye eğilir gibi,

Dalgalarla aşınmış temelini biraz daha aşağı çekiyordu.

Bence mutlaka sağ salim karaya çıkmıştır.

Alonso    — Yok yok, gitti artık o.

Sebastian— Bu büyük kaybın sorumlusu sizsiniz efendim:

Kızınız gibi bir nimeti Avrupa'ya bahşetmektense,

Onu salıverip bir Afrikalıya gitmesine göz yumdunuz.

Böylece, hiç değilse gözünüzden uzak oldu; yani,

Gözünüzün üzüntüden yaşarıp durmasına şaşmamalı.

Alonso    — Lütfen susun.

Sebastian— Bunu yapmayın diye hepimiz önünüzde diz çöküp

Size yalvardık. Zavallı kız, kendi de,

Gönülsüzlük ve itaat duygusu arasında bocalıyor,

Hangi yönde karar versin bilemiyordu bir türlü.

Korkarım oğlunuzu sonsuza dek kaybettik.

Sonuçta Milano ve Napoli'de o kadar insan dul kaldı ki,

Sağ kalanlar onlara teselli vermeye yetmeyecek.

Kusur da sizde.

Alonso    — Ama en büyük kayıp da bende.

Gonzalo — Lordum Sebastian,

Sözleriniz doğru, ama nezaket sınırını biraz aşıyor,

Zaman seçimi de yanlış. Yaraya merhem süreceğinize,

Deşiyorsunuz siz onu.

Sebastian— Çok doğru.

Antonio   — Tam bir doktor!

Gonzalo — Sizin yüzünüz bulutlanınca

Hepimizin de havası bozuluyor, sayın efendim.

Sebastian— Hava mı, bozuluyor ha?

Antonio   — Fena bozuluyor.

Gonzalo — Lordum, bu adanın sorumluluğu bende olsa...

Antonio   — Her yerine ısırgan tohumu ekerdi.

Sebastian— Ya da, labadayla ebegümeci.

Gonzalo — Buranın kralı olsam ne yapardım acaba?

Sebastian— Şarap bulamayınca ayyaşlıktan kurtulurdun.

Gonzalo — İdeal devletimde her şeyi ters uygulardım;

Her türlü ticareti yasaklardım;

Yargıç filan olmazdı;

Okuryazarlık bilinmezdi; zengin, yoksul,

Uşaklık kalkardı; sözleşme, miras,

Arazi sınırı, çit, tarım, bağ bahçe olmazdı;

Madene, buğdaya, şaraba, yağa gerek kalmazdı;

Kimse çalışmazdı; herkes aylak olurdu,

Kadın erkek, herkes; ama saf ve temiz olurdu;

Hükümdarlık olmazdı.

Sebastian— Hani kral olmak istiyordu!

Antonio   — Devletinin kuyruğu başını unuttu.

Gonzalo — İnsana gerekli olan her şeyi doğa üretirdi,

Tersiz, zahmetsiz. İhanet, cinayet,

Kılıç, kargı, hançer, top tüfek

Gibisine gerek olmazdı. Her şeyi doğa üretirdi,

Kendiliğinden; bol bol, istediğin kadar;

Her türlü yiyecek bulurdu günahsız kullarım.

Sebastian— Kullar arasında evlilik yok mu?

Antonio   — Yok yahu, herkes aylak: Fahişelerle serseriler.

Gonzalo — Öyle mükemmel yönetirdim ki efendim,

Altın çağı kat kat aşardım.

Sebastian— Tanrı Majestelerini korusun!

Antonio   — Gonzalo çok yaşa!

Gonzalo — Sonra... dinliyor musunuz efendim?

Alonso    — Lütfen yeter artık. Hepsi boş söylediklerinin.

Gonzalo — Ekselansları çok haklı; şu beylere fırsat çıksın diye yapıyorum: O kadar duyarlı ve işgüzar ki akciğerleri, boş şeylere bile gülerler hep.

Antonio   — Biz sana gülüyorduk.

Gonzalo — Şapşallıkta size kıyasla ben hiç sayılırım; onun için hiçe gülmeye devam edin siz.

Antonio   — Müthiş bir darbeydi bu!

Sebastian— Yazık ki kılıcın kör ağzı rastladı.

Gonzalo — İkiniz de çetin cevizsiniz doğrusu. Yani gökteki ay bile beş hafta süreyle değişmeden dünya çevresinde dönecek olsa, yörüngesinden çekip alırdınız onu.

(Ağır tören müziği çalarak (ötekilere görünmez olan) Ariel girer.)

Sebastian— Alır, sonra da ışığında kuş avına çıkardık.

Antonio   — Bize kızmadınız ama değil mi, Sayın Lordum?

Gonzalo — Yok yok, merak etmeyin; böyle ufak şeylere kolay kolay sinirlenmem. Uyumadan önce biraz gülmeye ne dersiniz? Bana çok ağırlık bastı.

Antonio   — Hadi o zaman siz uyumanıza bakın; işte gülüyoruz; oldu mu?

(Alonso, Sebastian ve Antonio dışında herkes uyur.)

Alonso    — Şu işe bak, herkes uyumuş bile!

Keşke gözlerim kapandığında düşüncelerim de kararabilse;

Galiba kapanıyorlar çünkü.

Sebastian— Uyku hazır gelmişken bence karşı koymayın.

Hüznün ziyaretine kolay kolay gitmez çünkü;

Ama gittiğinde huzur verir.

Antonio   — Siz dinlenirken biz ikimiz nöbet tutar,

Sizi koruruz efendim.

Alonso    — Sağ olun. Hayret, nasıl ağırlık çöktü!

(Alonso uyur. Ariel çıkar.)

Sebastian— Hepsine böyle uyku bastırması ne tuhaf değil mi?

Antonio   — Buranın havasından olsa gerek.

Sebastian— Bizim göz kapaklarımız niye ağırlanmıyor peki?

Benim hiç uykum varmış gibi değil.

Antonio   — Benim de. Dipdiri hissediyorum kendimi.

Sanki anlaşmış gibi hep birlikte yıkılıverdiler.

Yıldırım çarpmış gibi düştüler. Peki ya...

Hey yahu Sebastian... Peki şimdi... Hayır hayır.

Ama sanki yüzünden okuyorum bile ne olduğunu.

İşte fırsat karşında;

Başına inen tacı hayalimde görebiliyorum.

Sebastian— Ne? Uyanık mısın sen?

Antonio   — Konuştuğumu duymuyor musun?

Sebastian— Duyuyorum, ama kesin

Uyku dili bu;

Uykunda konuşuyorsun sen.

Ne demiştin ha?

Tuhaf bir uyuklama bu:

Gözlerin ardına kadar açık uyuyorsun.

Ayaktasın, konuşuyorsun, kımıldıyorsun,

Ama yine de derin uykudasın.

Antonio   — Soylu Sebastian,

Uykuda olan, hatta ölüm döşeğinde yatan

Senin kısmetin aslında.

Sen uyanıksın ama gözlerin kapalı.

Sebastian— Sen de açıkça horluyorsun;

Ama anlamlı bir horlama bu.

Antonio   — Her zamankinden çok daha ciddiyim ben.

Bence sen de öyle olmalısın.

Bunu yaptın mı üç misli büyüyeceksin.

Sebastian— Duran suyum ben şimdi.

Antonio   — Ben sana yükselmesini öğretirim.

Sebastian— İyi bari; çekilmesini de

Doğuştan gelme miskinliğim öğretiyor çünkü.

Antonio   — İşi şakaya vururken,

Ne kadar isabetli bir şey söylediğini bilsen!

Bir bilsen, alçak gönüllülük edeyim derken

Yüce konumunu nasıl vurguladığını!

Aslında, "çekilen" insanlar, çoğu zaman

Kendi korku ve miskinlikleri yüzünden

Dipte kalmaya mahkûmdurlar.

Sebastian— Lütfen devam et;

Gözlerindeki ifadeye ve yanaklarındaki renge bakılırsa

Bir şey demek istiyorsun.

Aklındaki neyse, doğum sancısı çektiriyor sana.

Antonio   — Peki öyleyse:

Şu belleği zayıf lord var ya,

Toprağa verildikten sonra da

Belleklerde o denli az kalacak olan şu lord,

Oğlunun hayatta olduğuna Kralı nerdeyse inandıracaktı

(İnandırmak için yaratılmış çünkü; işi bu).

Ama, şurada uyuyan adamın yüzmekte olduğu nasıl mümkün değilse,

Onun da boğulmamış olması mümkün değil.

Sebastian— Benim de hiç ümidim yok;

Boğulmamış olamaz.

Antonio   — Ah, o ümitsizlikte

Ne büyük ümitler olabilir aslında!

O yönde ümit yok demek,

Öbür yönde öyle yüce bir ümit var demektir ki,

İhtiras bile ondan ötesini göremez artık.

Ferdinand'ın boğulduğunu kabul ediyor musun?

Sebastian— O artık yok.

Antonio   — O halde söyle bakalım;

Napoli tahtının sıradaki varisi kim?

Sebastian— Claribel.

Antonio   — Yani, dünyanın öbür ucunda yaşayan Tunus Kraliçesi;

Güneşi ulak diye tutmadıktan sonra

-Aydaki adam biraz yavaş kalır-

Yeni doğmuş çenelerde bıçağa gelecek tüy bitmeden

Napoli'den haber alamayacak olan Kraliçe.

Onu ziyaretten dönerken hepimizi deniz yuttu baksana.

Sonra da içimizden bir kısmını geri çıkardı.

Geçmiş, artık yeni bir oyunun önsözü sayılır;

Bu oyunda rol almak da seninle bana kısmetmiş.

Sebastian— Bu da ne demek oluyor? Ne diyorsun sen?

Doğru: Ağabeyimin kızı Tunus Kraliçesi;

Napoli tahtının da varisi;

Bu iki ülke arasında biraz mesafe olduğu da doğru...

Antonio   — Evet; üstelik de her karışı,

"Acaba bu Claribel nasıl edecek de,

Bizi aşıp Napoli'ye geri dönecek? İyisi mi,

Sen Tunus'ta kal ve bırak Sebastian uyansın!"

Diye haykıran bir mesafe!

Diyelim ki şunlar ölmüş yatıyor olsun;

Şimdikinden daha kötü durumda olmazlardı.

Napoli'yi, şurada uyuyan kişi kadar

İyi yönetecek biri var. Şu Gonzalo kadar

Çok ve boş konuşacak lordlar da bol.

Bunlar gibi laklak etmeyi

Kargalara bile öğretirim ben.

Ah, benimle aynı kafada olsan;

Yükselmen için şu uykudan âlâsı olamazdı!

Beni anlıyor musun?

Sebastian— Sanırım evet.

Antonio   — Peki, kısmetin bu kadar yakın oluşuna ne diyorsun?

Sebastian— Hatırladığıma göre,

Sen de kardeşin Prospero'nun yerine geçmiştin.

Antonio   — Doğru.

Bak giysilerim nasıl güzel oturuyor üstüme;

Eskisinden çok daha iyi.

Kardeşimin uşakları o zamanlar benim ayarımdı;

Şimdi ise hepsi benim adamlarım.

Sebastian— Peki ama vicdanın...

Antonio   — Nerede bulunur bu vicdan dediğin?

Topuğumda nasır olsaydı, terliğimi giyerdim;

Ama böyle bir ilahi varlık hissetmiyorum içimde.

Milano Dükü'yle aramda, her biri bir buz parçası

Yirmi vicdan birden olsa ve hepsi eriyip aksa,

Yine rahatsız etmezdi beni!

İşte şurada yatıyor kardeşin.

Eğer şu anda göründüğü gibi - yani ölmüş - olsaydı,

Üzerinde yattığı topraktan farkı olmayacaktı.

Aslında, şu elimdeki uysal çeliğin ucuyla,

Onu sonsuza dek döşeğinde yatırabilirim.

Bu arada sen de, aynı şeyi yaparak,

Her davranışımıza bir kulp bulan

Şu geçkin et parçası Bay Çıtkırıldım'ın gözlerini

Bir daha açamayacağı gibi kapatabilirsin.

Ötekilere gelince; kedi önüne konan sütü nasıl içerse,

Onlar da öyle kabullenir anlatacaklarımızı.

Merak etme, biz ne yapmayı uygun görürsek,

"Tam zamanıydı diyeceklerdir."

Sebastian— Senin durumun bana emsal olacak sevgili dostum.

Milano'yu sen nasıl ele geçirdiysen,

Napoli de öyle benim olacak. Çek kılıcını.

Tek bir darbeyle ödediğin haraçtan kurtulacak

Ve ben Kral'ın sevgisini kazanacaksın.

Antonio   — Birlikte çekelim.

Ben kolumu kaldırdığımda sen de kaldır

Ve Gonzalo'nun üzerine indirelim.

(Kılıçlarını çekerler.)

Sebastian— Yalnız, bir dakika!

(Antonio'yu konuşmak üzere kenara çeker. Ariel (görünmez olarak) müzik ve şarkıyla girer.)

Ariel        — Efendim sanatını kullandı

Ve sen dostunun tehlikede olduğunu gördü;

Herkes hayatta kalsın

Ve planları suya düşmesin diye beni gönderdi.

(Ariel, Gonzalo'nun kulağına eğilerek şarkı söyler.)

Sen horul horul uyurken burada

Kuyunu kazıyor hainler yanında

Hem de göz göre göre, inan.

Eğer canını seviyorsan,

Aç gözünü şimdi hemen;

Uyan artık, hadi uyan.

Antonio   — O halde hemen bitirelim işi.

Gonzalo (Uyanır ve Alonso'yu da uyandırır.)

Aman Tanrım! Melekler Kral'ı korusun!

(Ötekiler de uyanır.)

Alonso    — Ne var? Ne oldu? Hey, uyanın!

Kılıçlarınız niye çekilmiş?

Yüzünüzdeki bu korkunç ifade neden?

Gonzalo — Ne oluyor?

Sebastian— Siz dinlenirken biz burada nöbet tutuyorduk;

Birden müthiş bir böğürme duyduk;

Sanki boğa; daha doğrusu aslan sesine benziyordu.

Sizi uyandırmadı mı?

Korkunç bir sesti benim kulaklarıma gelen.

Alonso    — Ben bir şey duymadım.

Antonio   — Oo, bir canavar duysa o gümbürtüyü ödü patlardı;

Yer gök sarsılmıştı. Bence kesin,

Koca bir aslan sürüsünün kükreme sesiydi.

Alonso    — Sen duydun mu Gonzalo?

Gonzalo — Vallahi, efendim, ben bir mırıldanma duydum,

Tuhaf bir mırıldanma; ona uyandım.

Sizi sarstım ve seslendim. Gözümü açtığımda,

Kılıçlarını çekilmiş gördüm. Bir gürültü vardı,

Bu kesin. Bence çok dikkatli olalım;

Hatta, en iyisi buradan gidelim.

Herkes kılıcını çeksin.

Alonso    — Hadi sen öne düş;

Zavallı oğlumu aramaya devam edelim.

Gonzalo — Tanrı onu bu canavarlardan korusun;

Çünkü bence o da mutlaka bu adada bir yerlerde.

Alonso    — Yol göster.

Ariel        — Efendim Prospero ne yaptığımı bilecek.

Hadi bakalım Kral, sen rahat rahat oğlunu ara.

(Çıkarlar.)

Continue Reading

You'll Also Like

67.8K 3.8K 20
Aşk, nefret ve intikam hırsıyla dolu kalplerde yer edebilir miydi? İskoçya ve İngiltere arasında yaşanan en kanlı savaşın ardından bir anlaşma yapıld...
11.3K 709 17
Her biri birbirinden bağımsız AlGon hikayeleri...
PAŞAM B×B By Einsames_Rosa

Historical Fiction

37.1K 2.3K 23
1496 yıllarında Osmanlı'nın en korkulan ve saygı duyulan paşası Cemal Paşa ve onun biricik oğlan kölesi Niko'nun aşkı ( kitap tarihten bağımsızdır)