Aşka Tapanlar

By SadeceYildizlar

1.1M 30.5K 3K

Kadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme... More

Okumadan Önce;
Önemli gibi gibi!
A.T.▪ 00: Önsöz
A.T.▪ 01 : Sırça Kader
A.T.▪ 02 : Tanrı Parçacıkları Ve Polemos
A.T.▪ 03:"Vah Vah! O Da Mı Öğrenciymiş?"
A.T.▪ 04: "Asla Pes Etmez."
A.T.▪ 05: Ivan Androviç
A.T.▪ 07 : Ölmek Zamanı
A.T.▪ 08 : SIFIR (The Zero)
A.T.▪ 09 : Savaş Ve Adras'ın Hikayesi
A.T.▪ 10 : Güvercin
A.T.▪ 11 : Kırılmaz Duvarlar
A.T.▪ 12 : Sizden Biri
A.T.▪ 13 : Yalnız
A.T.▪ 14 : Onlar
A.T.▪ 15 : Konuşma
A.T.▪ 16 : Tehdit Unsuru
A.T.▪ 17 : "Sessizlik Ve Çığlık. Susmak Ve Küfretmek."
A.T.▪ 18 : "İyi Uykular Tanrım."
A.T.▪ 19 :Güneşe Gömülenler, Ayı Selamlarlar.
A.T.▪ 20 :"Onlar, Fırtınayla Savaştılar, Eşit Olmayan Savaşta!"
A.T.▪ 21 :"Savaş ve Soykırım"
A.T.▪ 22 : Arka Perde
A.T.▪ 23 : "Trajikomedi Müptelası"
A.T.▪ 24 : Günlükler - Savaş York
A.T.▪ 25 : Günlükler - Arda Boğan
A.T.▪ 26: "Yanan Kar Kristalleri"
A.T.▪ 27 : "Sonsuza dek yoldaş"
A.T.▪ 28 : EAS
A.T.▪ 29 : Erkek Kadına Dedi Ki
A.T.▪ 30 : Amen
A.T.▪ 31 : "Hayalet"
A.T.▪ 32:"Ey Özgürlük!"
A.T.▪ 33: "Edamızdaki dünya."
A.T.▪ 34 : "İşbirliği"
A.T.▪ 35: "Kan Kokan Hayaller Havuzu"
A.T.▪ 36:"Nefes Molası-Milattan Önce"
A.T.▪ 37:"Milat"
A.T.▪ 38:"Milattan Sonra"
A.T.▪ 39:"Son Darbe"
A.T.▪ 40: Dünyayı Güzellik Kurtacak
- Son Söz -
|Teşekkür|

A.T.▪ 06: Ivan Androviç'in Evinde

23.1K 930 39
By SadeceYildizlar

  

BÖLÜM 6 - Ivan Androviç'in Evinde

Kitaplar, güzel olduğu kadar bana yabancıydılar. Çoğu kitap Rusça'ydı ve bir şey anlayamıyordum. Birkaç İngilizce kitaba rastlamıştım fakat bunlar haricinde Türkçe kitap yoktu.

Belki, bakmadığım onlarca kitabın arasında Türkçe'ye rastlayacaktım fakat kendimi yorgun hissetmiş ve kitaplar ile oyalanmayı bırakmıştım.

Koltukta otururken, gözüm, 'P' harfine takılı kaldı bir süre. Her bir Rus Harfinin yanında, o harflerin Latince'de karşıladığı harfler yazılıydı. Ayağa kalkıp o tarafa yürüdüğümde, 'Polemos' ismini aradım, bulduğumda ise küçük bir çocuğun istediği oyuncağa ulaşması gibiydi kitabı elime alışım. İlk sayfayı açtığımda kitabın isimi ve genel bilgiler ile karşılaştım. Rusça değil, İngilizce olması beni rahatlatmıştı.

THE KILLING MATRUSKA

POLEMOS YORK

Translated From Russian:

Greenly CURE

Gülümseyerek sayfayı çevirdiğimde, Türkçe Çeviride görmediğim bir şey gördüm ve bu gülümsememin genişlemesine neden oldu.

Polemos York'un bir özgeçmişi vardı ve onu elimde tutuyordum. Kapı tıkırtıları duyduğumda telefonumu çıkarıp sayfanın resmini çektim ve kitabı tekrar yerine koyduktan sonra açılan kapı ile birlikte önüme döndüm.

Fakat aklıma takılan bir konu vardı. Polemos York'un Yunan olduğunu düşünürken, kitabın yazım dilinin Rusça olması, beni şaşırtmıştı. Kitabın asıl yazım dili, Rusça olsaydı bile, Ivan'ın Rusça yerine İngilizce tercih etmesi oldukça garipti.

Beyaz teninin üzerinde parıldayan mavi gözlere diktim bakışlarımı. Bu adama kanımın kaynadığını mı söylemiştim? Sözümü tamamen geri alıyordum çünkü o mavi gözlerin ardında gördüğüm hareketlilik ve parıltı, sinsi ve kurnazcaydı.

Çok şey görmüş olabilirdi ve neler yaşadığını bilmiyor olabilirdim fakat mavi gözleri ardında gördüğüm o sinsi sırıtışı hiçbir zaman unutamayacağıma emindim.

Ona karşı içimde oluşan güven, yine onun tarafından bertaraf edilirken gözlerimi kırpıştırdım ve Savaş'a döndüm.

Gözlerinde o her zaman gördüğüm ışıktan eser kalmamıştı. Kuzguni gözleri, kısılmış, keskin çenesi kasılmıştı. İşte o anda, başından beri orada istenmediğim izlenimine kapıldım ve bu hiç hoş hissettirmedi. "Neden radyoyu açmadın?" Diye sordu Ivan, yumuşak ve sevecen bir sesle. "Sıkılmış olmalısın." Benimle bu kadar sevimli konuşması ve sıkılıp sıkılmamış olmamı dert etmesi, az önce düşündüğüm şeyler yüzünde suçluluk hissetmeme neden oldu. Düşüncelerimin bu kadar çabuk değişmesini sevmiyordum.

"Ah, sıkılmadım." Dedim, yüzüne bakarken. "Kitapları severim." Ivan, güldü. Savaş'a baktım; hala ifadesizliğini koruyordu ve kuzguni gözleri kaskatıydı.

"Bunu görebiliyorum." Dedi, Ivan. Daha sonra konuşmamızın yarım kaldığını söyleyerek koltukları işaret etti ve ardından oturmamı rica etti. Oturdum. Savaş, hala ayaktaydı. Ne konuştuklarını merak ediyordum fakat bunu sormam için bir neden olmadığını da biliyordum. Ivan, oturmadan önce, radyoyu açtı ve daha sonra karşıma, tekli koltuğa oturdu.

"Ne öğrenmek istiyorsun?" Diye sordu yanındaki fiskosun üzerinde duran konyak şişesine uzanırken.

"Sadece işime yarayabilecek bir şeyler." Dedim ona bakarken. "Pekala..." Dedi. "Fakat bir şeyi unutma, sevgili çocuğum, duyduğun her bir kelime, herhangi bir zaman diliminde işine yarayabilir. Ne işittiğin değil, işinin ne olduğu ile ilgili bir olgudur bu. Bir kısır döngü."

Yavaşça gülümsedim.

Yarım saat sonra sohbet, öyle bir yol almıştı ki, önünü kesememiştim.

"Ah, hayır." Dedi, Ivan gülerken. "Darwin'in Evrim Teorisi üzerinde çalışırken karısını kast ettiğini düşünmüyorum."

Savaş ise tek bir kelime bile etmemişti.

"Böylesi çok daha mantıklı olurdu, profesör." Dedim gülümserken. Ivan, bir şey söylemek için ağzını açtığında ortama çöken kısa süreli sessizlik arasından sıyrılan bir kadın sesi, ayaklanmama neden oldu.

"Evet şimdi bir son dakika haberi ile ekranlarınızdayız sayın seyirciler..." Dikkatimi üstüne toplayan bu kadın sesi beni kendine çekti. İzin alarak kalktım. Radyoya doğru yürüyüp sesi açarken yutkundum. İçimde kötü bir his vardı ve bunu anlatmak zorlayıcıydı. Sadece kadını dinlemeye karar verdim ve gözlerimi kapattım.

"Bu akşam üstü saat üç sularında İstanbul'un tam beş farklı beldesinde bombalı saldırı eylemi gerçekleşti. Ölü ve yaralı sayısı henüz bilinmemekle birlikte uzmanlarımızın tahminleri iç karartıcı. Saldırının düzenlendiği ortamlar, toplu taşıma araçları veya kalabalığın oldukça fazla olduğu yerler..." Endişeli bakışlarım Savaş'ı bulduğunda bana baktığını gördüm. Spiker saldırı mekanlarını saymaya başladığında dudağımı ısırıp tekrar radyoya döndüm.

"Taksim, Gezi Parkı. Galatasaray Lisesi önü. Başakşehir Belediyesi önü. Süleymaniye Camii önü. Bakırköy, (...) Hastanesi, otoparkı."

Bakırköy (...) Hastanesi!

Nefesimin kesildiğini hissediyordum. Sanki karanlığın içerisindeki o elleri yine buradaydı, yine boğazımı sıkıyorlardı. Titriyordum fakat üşümediğimi biliyordum. Ayaklarım, ellerim, tüm bedenim titriyordu.

Kalbim sıkışıyordu. Bu olamazdı, bu olamazdı, bu kadarı olamazdı. Spiker konuşmaya devam ediyordu, kaç saattir susan Savaş konuşmaya devam ediyordu, gürültüler devam ediyordu.

Çok gürültü vardı. O kadar çok gürültü vardı ki, kulaklarım duymaz olmuştu. Sadece sırtımdan aşağı süzülen o soğuk bir damla teri hissetti bedenim. Elimi düşmemek için duvara dayadığımda, duvarın yandığını hissettim. Sıcaktı, her yer sıcaktı. Kısa bir an gözlerimi yumdum. Her yer kan gölüne dönmüştü, anneler çocuklarını arıyor, bebekler anneleri için ağlıyordu. Uzun beyaz koridorlar kararmıştı ve lekeliydi.

Her yerde kan lekesi vardı. Çığlık sesleri her yerdeydi. Başım dönüyordu, başımın döndüğünü hissediyordum. Burada olmak istemiyordum, Çağan'ın yanında olmak istiyordum, Çağan'ı istiyordum. Onun iyi olmasını istiyordum.

Ah, bunların hiçbirini hak etmiyordu.

Onu istiyordum fakat uzaktı bana. Çok uzaktı. Elimi kalbimin üzerine koysam tam orada attığını hissedebilirdim fakat ben tenini istiyordum. Teninin yandığını görüyordum, şimdi duvarlardaki kan lekeleri anlam kazanıyordu. Duvarla Çağan'ın kanı ile mühürlenmişlerdi, kustaldılar.

Gitmek istiyordum. Bu evden çıkmak ve ateşten kurtulmak istiyordum fakat ateş beni takip ediyordu. Ah, diye düşündüm gözlerimi açmadan önce, Tanrım lütfen onu koru.

Gözlerimi açtığımda, Savaş vardı bana bakan. Endişeli gözleri artık kaskatı değildi, sıcaktı. Sıcağı sevmiyordum.

"Elit, iyisin değil mi?" Ona saniyelerce baktım fakat hemen sonra bir şeyler söylemem gerektiğini hatırlayıp dudaklarımı araladım.

"İyiyim. Bunu..." Durdum. "Bunu duydun değil mi? Lütfen bana yanlış duyduğumu söyle." Savaş beni güçlü kılacağını düşünmüş olsa gerek ellerimi kavradı ve sımsıkı tuttu. Söyleyecekti, bunu duyduğunu söyleyecekti. Bunun doğru olduğunu ve Çağan'ın o hastanede yattığını söyleyecekti.

Söyleyeceğini biliyordum ama bunu istemiyordum. Sorumun cevabını vermesini istemiyordum, her zamankinin aksine.

"Bunu duydum." Dedi, boğuk bir sesle. "Çağan'a ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Onun iyi olduğuna eminim. Sadece biraz sakin ol. Tamam mı?" Başımı yavaşça salladım fakat Çağan'ı o şekilde görme düşüncesi bile kalbimi yerinden söküyordu. "Tamam..." Diye fısıldadım ona bakarken. "Oraya gidelim." Dedim sonra sessizce. "Lütfen, Savaş... Çağan'ı görmeliyim. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Lütfen..."

Savaş, bana umutsuzca bakarken gözyaşlarımı engellemek zordu. Kuzguni gözleri, çaresizlikle çalkalanıyordu. "Lütfen..." Diye fısıldadım tekrar. Başını ve bakışlarını benden uzak bir köşeye sabitledi. "Radyo yayınını dinlemeliydin..." Dedi yavaşça. İçim aniden öfke ile doldu. Kırık dökük bir evin yeniden canlanması gibiydi bu.

"Dinlemem gerekeni dinledim!" Diye bağırdım. Sesim, gerektiğinden yüksek çıkmıştı fakat bu umrumda değildi. "Çağan'ı görmeye ihtiyacım var, Savaş." Sesimi biraz alçaltarak söylediğim cümle ile beraber bakışları tekrar bakışlarımı buldu.

"Elit... Olağanüstü durum ilan edildiği için gece sokağa çıkma yasağı olduğu bildirildi. Saat altı oldu bile ve..."

"Henüz yarım saatimiz var!" Diye atıldım. "Yetişebiliriz. Ben sürersem yetişebiliriz, Savaş, lütfen anla beni..."

"Seni anlıyorum," dedi. "Seni anlıyorum, Elit fakat ben..."

"Korkuyor musun?" Diye sordum tek nefeste. Nedense onun korktuğunu düşünmek içimin tarifsiz bir hayal kırıklığı ile dolmasına neden olmuştu.

"Hayır." Dedi, sert bir sesle. Yüz ifadesi ciddileşmiş, gözleri metalik bir siyaha bürünmüştü.

"O halde, beni hastaneye götür."

"Bunu yapamam." Dedi, kararlı yüzünde tek bir kas bile oynamıyordu. "Çağan'ın iyi olduğuna eminim." Sesi, kulağımda uğulduyordu. "Sadece biraz sakin olmalısın."

Gözlerine bakarken yutkundum. Tanrı Aşkına ne düşünüyordum? O sadece yeni tanıştığım, bana iyi davranan fakat tanımadığım bir adamdı.

Onun hakkında bildiklerim sınırlıydı fakat o beni yıllardır tanıyor gibiydi. Bir sapık gibi beni takip etmiş olabilirdi ya da belki bir seri katildi. Her ne olursa olsun şimdi karşısında sızlanmak gibi bir hakkım yoktu çünkü onunla gelmeyi ben istemiştim ve bu fazla düşünülmemiş aptalca bir karardı.

Onu tanımıyordum. O bir yabancıydı. Ona güvenmemeliydim bile. Bu benim hatamdı ve o anda kimseye ağlayamaz, kimseyi suçlayamazdım.

Korktuğu için onu suçlayamazdım, korkabilirdi. Bu olabilirdi ve içimdeki o iğrenç hayal kırıklığı için bir sebebim yoktu. Tekrar yutkundum ve yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu fark ettim. Arda'yı, annemi, babamı veya Çağan'ın durumunu bilen herhangi bir kişiyi aramalıydım.

Onun nasıl olduğunu merak ettiğim ve onun için endişelendiğim her an boğazımdaki karanlık eller tekrar ortaya çıkıyor ve beni tehdit ediyordu.

"Lavaboya gitmeliyim." Dedim. Yavaşça başını sallarken Ivan'a Rusça bir şeyler söyledi. Bunu merak ettim fakat beni ilgilendirmiyordu.

O sadece bir yabancıydı. Arkadaşım olabilirdi fakat sadece bir arkadaştı.

Hepsi bu kadardı.

Lavaboya girdiğimde ilk yaptığım şey cebimdeki telefonu çıkarmak ve annemi aramak oldu fakat annem açmadığı için Arda'yı aradım. Bu saatte babam işte olurdu ve çoğu zaman telefonu masasının çekmecesinde konaklardı.

Arda, bir kaç çalıştan sonra telefonuma cevap verdi, sesi endişeli geliyordu. "Lavinia, iyi misin? Neredesin?" Derin bir nefes alıp klozet kapağının üzerine oturdum.

"İyiyim. Çağan nasıl?" Bir süre hattın diğer ucundan hiç ses gelmedi. Kalbimin beynimin içerisinde attığını duyuyordum. "Arda?"

"O, iyi. Sen neredesin şimdi? Bugün okulda görmedim seni." Derin, gerçekten derin ve rahat bir nefes aldım. Uzun bir süredir ilk defa görebiliyormuş gibi kırpıştırdım gözlerimi.

"Konuşmam için araştırma yapıyordum." Dedim. "Bir profesörün evinde mahzur kaldım. Sabah ilk işim yanınıza gelmek olacak."

"Mustafa Amca'nın haberi var mı?" Diye sordu. Dudaklarımı dişlerken cevap verdim. "Duysa beni öldürür. Oyala onu. Ne bileyim okulda ya da bir kütüphanede falan kalacak diyebilirsin."

"Tamam." Dedi. "Ben hallederim fakat sabah..."

"Sabah orada olacağım." Dedim telefonu kapatmada hemen önce. Daha sonra Arda'ya veda ettim ve telefonu kapattım. Çağan'ın iyi olduğunu duymak beni rahatlatmıştı fakat aklıma başka bir konu takılmıştı.

Ah, bu gece burada kalmak zorunda mıydık? Ivan'dan herhangi bir izin almamıştık ve bu işi emrivakiye getirmek olmuştu. Bir nefes alıp kalktım ve lavabodan çıktıktan sonra elimi yıkarken aynada kendime baktım. Saçım dağılmıştı ve gözlerim açılmıştı. İçerisi çok sıcak olmalıydı çünkü yanaklarımı sıcak basmıştı. Kıpkırmızıydılar.

Salona geçtiğimde Savaş'ın orada olmadığını gördüm. Ivan, her zamanki yerinde oturarak kitap okuyordu. Bir süre Savaş'ın nerede olduğuna bakındım, bu ihtiyar ile aynı odada tek başıma kalmak istemezdim.

Mutfaktan tıkırtılar geldiğinde o tarafa yöneldim fakat Ivan'ın sesi beni durdurdu.

"Sana değer veriyor."

Yavaşça o tarafa döndüm. "Olabilir." Dedim dikkatlice. "O benim arkadaşım." Ivan koca göbeğini titreterek güldü. "Onu daha önce hiçbir kızla görmemiştim, Elit." Dedi koca bir ima ile. Sadece başımı salladım ve izin alarak mutfağa geçtim. Ah şu yaşlılar...

Mutfak, normal boyuttaydı ve kahverengi ağırlıklı ahşap eşyalar kullanılmıştı. Ivan'ın hiç evlenip evlenmediğini, ya da aşık olup olmadığını merak ettim. Yaşlı bir insanın hayatını yalnız, bir dağ başında geçirmesi kötü bir şeydi. İnsanlar yalnız kalmamalıydılar. Savaş, varlığımı fark edip bana döndüğünde yüzü kaskatıydı. Bir şeyler söyleme gereği duyarak, "Çağan'ın durumu iyiymiş." Dedim. Bana bakmadan cevap verdi.

"Senin adına sevindim." Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Kendi adına da sevinmelisin." Dedim, sakin olmaya gayret ederek. "O seninde arkadaşın."

Sonunda bana bakma gafletinde bulunup gözlerini gözlerime dikti. "Evet, öyle." Daha sonra tavayı eline aldı ve yemek yapma girişimine kaldığı yerden devam etti. "Kızgınsın." Diye mırıldandım ona bakarken. "Neden?" Bir süre hiçbir şey yapmadan öylece durdu.

"Bunun... seninle bir ilgisi yok." Dedi sonra.

"Sadece neden kızgın olduğunu merak ettim." Derin bir nefes aldıktan sonra bana döndü ve şunu söyledi, "buzdolabındaki mantarları bana verebilir misin?"

* * *

Boş tabakları üst üste dizip mutfağa taşırken yediğim yemekler midemi zorluyordu. Kesinlikle midem şişmişti ve su içmek istediğimde, ona bile yer kalmadığına emindim.

Tabakları, lavaboya dikkatlice koyup ardımdan bardakları taşıyan Savaş'a döndüm.

"Böyle yemek yapabildiğini bilmem iyi oldu." Dedim kaşlarımı kaldırarak. Bana gülümseyip bardakları mutfak tezgahına bıraktı. Ivan, Rusça bir şeyler bağırdıktan hemen sonra Savaş yüzünü buruşturdu ve "Ya, by ne khotel ob etom znat!" Dedi. Ona sadece baktığımı görünce omuz silkti ve bir şey söylemedi.

Ortalığı topladıktan sonra, Ivan büyülü bir şekilde ortaya çıktı ve dışarıya çıkıp biraz gezinebileceğimizi söyledi.

"Ivan, saat yedi buçuk ve güneş çoktan battı gerçekten ormanda gezinmemizi mi istiyorsun?" Bu soruyu o kadar hızlı sormuştu ki, kelimeleri takip etmekte zorlanmıştım. Ivan, çok normal bir şeyden bahsedermiş gibi omuzlarını silkti. "Elbette." Dedi. "Siz gençsiniz. Çıkın ve temiz hava alın. Ben buradayım. Sizin bir çığlık uzağınızda." Dedi, iki çift şaşkın göze karşılık. "Hadi şimdi çıkın ve kapıyı kapatmayı unutmayın. İçeriye sivri sinek giriyor."

Dışarıya çıkarken ceketimi almadım. Üşümek istiyordum. Bugün insanların o ateşte yandığını düşündükçe üşümek, donmak, buz küpüne dönmek istiyordum.

Ülkeme bunu yapabilen insanların kabusu olmak istiyordum fakat bu ilkine göre daha çılgınca bir istekti. Evet, dışarısı soğuktu fakat bu iyiydi. Biraz ilerleyince derin, çok derin bir nefes aldım ve ciğerlerimi temiz hava ile doldurdum. Gözlerimi kapattım ve gülümsedim.

"Üşüyeceksin." Ses ile birlikte arkamı döndüm ve ona bakmak için gözlerimi açtım. Gülümseyerek beni izliyordu. "Evet." Dedim gülerken, "bunun için mutluyum." Yanıma gelirken güldü.

"Soğuğu sever misin?" Diye sordu durduğunda. İnce tişörtünün altından belli olan sert kolu, koluma değiyordu. Ona döndüm. "Evet." Dedim. "Ya sen?" Bir eliyle saçlarını karıştırdı. "Sıcağı sevdiğim kadar değil. Zaten soğuk bir ülkeden geliyorum yani..." Omuz silkti. Kaşlarımı çatıp önüne geçtim ve muzip bir şekilde gülümsedim.

"Yunanistan'dan geldiğini sanıyordum."

"Evet," bir süre durdu. "Uzun bir süre Rusya'da bulundum." Arkamı dönüp gözüme kestirdiğim kalın gövdeli bir ağaca kadar yürüdüm ve sırtımı ağaca yasladım. "Ivan ile o sırada mı tanıştınız?"

"Bu uzun hikaye fakat evet. Yani, o sırada tanışmış olabiliriz." Güldüm. "Olabiliriz mi? Nesin sen Yağmur Adam mı?" Güldü. "Tarihlerle aram pek iyi değildir." Dedi. "Aslında senden bir şey isteyecektim." Ona bakıp başımı salladım bunun üzerine devam etti.

"Şey, şu kitap... Matruşka Soykırımı." Başımı salladım tekrar, "evet?" Diye sordum. Bir süre düşündü, sonra gözlerini kaçırarak konuştu. "Yerinde olsam onu fazla göz önünde okumazdım. Yasaklı kitaplar listesinde. Yazarından dolayı..."

"Polemos York." Dediğimde, gözlerinde garip bir hareketlilik oldu. "Evet."

"Fakat o bir düşünce kitabı!" Dedim kollarımı iki yana açıp. "İnsanlara 'diktatörü öldürün' falan demiyor!" Gözlerimin koca koca açıldığını tahmin edebiliyordum, çünkü bu inanılmazdı! Bu sadece bir felsefe kitabıydı ve yapacağı tek şey insanlara orada duran sandalyenin varlığını sorgulatmak olacaktı!

"Buna ben karar vermiyorum." Haklıydı, pekala. Bıkkınlıkla iç çekip geniş şezlong tipi tahta sandalyelerden bir tanesine çöktüm ve ona baktım. "Ellerine ne geçer ki?"

Yanımdaki sandalyeye uzanıp ayaklarını uzattı ve bakışlarını üzerime dikti. "O sadece düşünce suçu işlemiş bir adamın kitabı. Hepsi bu."

"Ah," dedim yavaşça. "Şimdi anlıyorum." Anlıyordum fakat bu onları haklı çıkarmıyordu. İsmimi seslenince ona döndüm. "Mutfaktaki tavrım için üzgünüm." Öne eğilip dirseğimi dizime, yanağımı ise elime yasladım.

"Sorun değil." Dedim, "sadece neden o kadar kızgın olduğunu merak etmiştim." Bir süre başını çevirdi ve bu sürede kuzguni buklelerin o muhteşem kıvrımlarını izledim.

Bana döndüğünde, yüz ifadesi sertti. Yine ne söylediğimi merak etmekten alı koyamadım kendimi. "Sadece hatırlamak istemediğim kötü anılar." Ona yaklaşıp hem kendimi, hem onu şaşırtarak elini, ellerimin içerisine aldım.

"Sana yabancı olduğumu biliyorum..." Dedim gözlerine bakarken. "Fakat bana, istediğin her şeyi anlatabilirsin. Hatta anlatmak istemediklerini bile." Yavaşça gülümseyip başını yana eğdi.

"Sen bana yabancı değilsin, Elit. Sen bana hiçbir zaman yabancı olmadın." Neden bilmiyordum ama bunu duymak iyi hissettirmişti. "Elit..." Diye mırıldandı soru sorarcasına. "Efendim?" Diye cevap verdim ses tonunu taklit ederek.

"Sana sarılabilir miyim?" Kalbim, kendini belli etmek istercesine güm güm attı fakat kalbim göğüs kafesimi heyecanla dövmüyordu ya da içimde bir fırtına kopuyormuş gibi hissetmiyordum. Bu, daha tatlı bir şeydi, daha yumuşak ve daha saftı. Başımı salladım, bana yaklaşıp bedenimi kolları arasına aldığında gözlerimi kapattım ve tüm bedenimin günün yorgunluğundan arındığını hissettim. Çoğu zaman beni zeki cevaplarıyla şaşırtan bu adam, şaşırtıcı bir şekilde beni kollarının arasında rahatlatıyor ve kokusuyla huzur veriyordu.

Ona daha çok sokuldum ve o anın tadını çıkarttım. İşte hepsi bu kadardı... İşte hepsi buydu.

* * *

Aşırı sıcaktı. Yorganı üzerimden atıp ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım ve soğuk zeminle buluşmasını sağladım. Sıcak nedeniyle kuruyan boğazımdaki o iğrenç tadı gidermek için yatağımın yanındaki komodinin üzerindeki su şişesine uzandım fakat elim boşluğa düştü. Gözlerimi açıp bıkkınlıkla inledim fakat o an yabancı bir evde gözlerimi açmanın şoku üzerime çöreklendi.

Odamda, yumuşak, yatağımda uyumuyordum. Salondaki ikili koltuğun üzerindeydim ve ayağa kalkıp mutfağa giderken yer yatağında yatan Savaş'ın üzerine basmamam gerekiyordu.

Mutfağa girdiğimde su bardaklarından bir tanesine uzandım ve çeşmeyi açıp bardağı su ile doldurdum.

İşte o anda çok garip bir şey oldu.

Nefesimin kesildiğini hissettim, üzerime karabasan gibi çöken o son nefesi hissettim.

Ellerim titrerken kalbimin durduğunu hissettim, doktorların bağırışlarını, Elif'in çığlığını, hemşirelerin tenimdeki ellerini hissettim.

Elektroşok cihazının kalbime yaptığı basıncı hissettim. O acının her saniyesini hissettim. Kafam sorularla doldu. Hayatım, adeta gözlerimin önünden geçip gitti. Nefes alamadım, almak istedim fakat olmadı.

Sevdiklerimin, sevdiklerinin, yüzleri teker teker önüme geldi. Son öpüşmemizi gördüm, dudaklarımın üzerindeki dudakları hissettim. Onu hissettim, onun acısını, son sözcüklerini, son hatıralarını, son duygularını, son nefesini hissettim.

Onu istedim. Sadece yanıma olmasını istedim, sadece yanında olmak ve ona sımsıkı sarılmak istedim.

Kalp cihazının o lanet olası sesini işittim. O düz çizgiye takılı kaldı gözlerim. Sadece hissettim, nefes alamadım, onu istedim, sadece onu hissetmek istedim.

Bardağın elimden kayıp gittiğini hissettim, soğuk betonda çınlayan camın sesini işittim... Düşünemedim. Işık açılırken ve Savaş yanıma gelirken hiçbir şey düşünemedim.

Gözlerimden yaş akmıyordu, kaybolmuş hissediyordum. Bomboş hissediyordum...

Gittiğini biliyordum. Hissettiğim şey buydu.

Bundan nefret ediyordum. Bundan nefret ediyordum!

Kulaklarımda çınlayan dizelerden nefret ediyordum. Her şeyden, her saniyeden, her saliseden, her soluktan nefret ediyordum.

Onun olmadığı her hayattan nefret ediyordum.

Onu istiyordum. Onu istiyordum...

bana susar bir hayalle konuşurdunuz
hani fakülteden çıkarken vurmuşlardı

kollarınızda ölen tıbbıyeli çocuk

birbirinize nasıl da uymuştunuz

sevginizde yüceltici birşeyler vardı

korku bulaşığı garip bir mutluluk

bir filmi hatırlatan belki bir romanı

uzak mavi kız dalgasız bir su
ah onun yalnızlığı benim yalnızlığım

içimizde gemiler ansızın yol kesiyor

ansızın beni de vururlar mı korkusu

izlendiğini sanmak her gece adım adım

şehrin karanlığında devriyeler geziyor

telsizde cızırtılar / cinayet alarmı

Gözlerim kapanırken isimini fısıldadım.

"Çağan..." Fakat gördüğüm kuzguni gözlerdi endişeyle dolup taşan.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı

3%B6s>uS

Continue Reading

You'll Also Like

18.2K 1.6K 47
Kapalı. Güzel bir başlangıç yapalım, tanışalım, kaynaşalım, öğrenelim. Dünya çok küçük ve eminim sizler de biliyorsunuz öğrenmenin hiç sonu yok. E n...
2.3M 36.8K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
1.3M 78.3K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
3.6M 131K 72
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...