KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"

747 56 67
By gokadan

Bölüm şarkıları:

Safe in a dream - Entwine
Autre temps - Alcest
Untitled - Saybia
Animals - Deaf Radio

* Beğenerek ve yorum yaparak bana destek olabilir ve ailemizin büyümesine yardımcı olabilirsiniz. Lütfen eksik etmeyin.*

15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"

Part 2

"Şimdi ne diyeceğiz kadına?"

Elimde duran telefonun ekranına bakarken Duru'nun sorusuna cevap vermedim çünkü buna verecek bir cevabım yoktu.

"Ne söylememiz gerek?" Sessiz kaldım.

"Hay böyle işe sıçayım ya, beynim ilk defa çalışmıyor."

Gözlerimi telefondan kaldırıp ona alttan bir bakış attım. Dudaklarım ip gibi gerginken dişlerim sımsıkı birbirine kenetlenmişti. Duru'nun da benden bir farkı yoktu. Gergin bir şekilde tırnaklarını yiyor, kendi kendine çocuk gibi söylenip duruyordu.

Sevimliydi.

Yaklaşık on beş dakikadır kadını arayıp ne söylememiz gerektiğini düşünüyorduk. Vücudum uçurumun hemen dibinde tek ayakta duruyormuşum gibi gergindi, kaskatıydım. Kalbim ise sanki boğazıma kadar çıkmıştı. Defalarca kez kalbimi mideme göndermek istermişçesine yutkunmuştum ama tabii ki bu eylem hiçbir etki etmemişti. Bütün korkularım, gerginliklerim boğazıma dizilmişti; beni boğuyorlardı. Zihnimde dönüp duran bütün soru cümleleri bu an için uygun değil gibiydi. O kadına ne söylersem, ne sorarsam sorayım sanki yeterli gelmeyecekti ya da uygun olmayacaktı.

Bilinçaltımın en derin kuyusuna saklanmış zehirli bir düşünce vardı. Onun zehrini, onun bana verebileceği zararı hissedebiliyordum ama hakkında en ufak bir bilgi sahibi bile değildim. Sanki sahip olduğum bütün korkular bir anda bedene bürünmüş, kılıçlarını kuşanıp tam karşıma geçmişlerdi. Onları en iyi benim gönderebileceğimi, nereden çıkıp geldilerse oraya en iyi benim yollayacağımı biliyordum.

Bunu en iyi inancımla yapabilirdim ama inancımı beslediğim ellerim titriyordu.

Birden verdiğim bir kararla derin bir nefes aldım ve kaydettiğim ismin altında duran telefon işaretine tıkladım. Gözlerimi aramayı başlattığımı gösteren ekrana diktiğimde Duru şok içinde, "Lan manyak mısın kızım, ne diyeceksin kadına da arıyorsun hemen?" Diye çığırmış ve elimdeki telefonu almaya çalışmıştı. Bana doğru uzandığında geri çekildim ve ondan uzaklaşmak için yataktan kalktım.

"Rahat dur." Diye homurdanırken çalan telefonu dinliyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse ne diyeceğim hakkında bir fikrim yoktu ama düşünmekten de sıkılmıştım.

"Ay Efsa beni öldüreceksin ya! Salak çocuk, buraya gel, kapat şu telefonu çabuk!" Yatakta ayağa kalktı ve yeni uçmaya başlayan yavru bir kuş gibi üzerime zıpladı. Çevik bir hareketle ondan kaçtığımda neredeyse kahkaha atacaktım ama sanırım dudaklarım gerçekten gerginlikten birbirine yapışmıştı. Nasıl bir surat ifadesine sahip olduğumu hayal edemiyordum.

"Canımı sıkıyorsun. Rahat dur dedi-" Cümlemi tamamlayamadan telefonun ardından bir kadın sesi duyuldu.

"Alo?"

Gözlerim irileşti, dudaklarımı ısırarak Duru'ya bakarken şok içerisinde bir bana bir telefona bakıyordu.

"Açtı mı?" Diye fısıldadı, sanki kadının onu duyabilme ihtimali varmış gibi. Gözlerimi onaylarcasına kırptım ama dudaklarımı aralayamamıştım.

"Alo? Sesim geliyor mu?"

Duru yüzünü şekilden şekle sokup yerinde zıplarken ben sadece, "Merhaba..." diyebilmiştim. Sesim kısık, pürüzlü çıktığında boğazımı hafifçe temizleyip konuşmaya devam ettim. "Tamay Turgut ile mi görüşüyorum?"

"Evet, benim. Buyurun?"

Buyurayım da nasıl buyurayım?

Şimdi ne diyecektim? Duru'ya yardım istercesine baktım ama beni tınlamadan omuz silkti ve arkasını dönüp yatağa oturdu. "Al konuş şimdi, salak çocuk." Diye mırıldandığında gözlerimi devirdim.

"Şey, ben..." Ben kimdim? "Ben Efsa Demirler."

"Fal işlerine bakmıyorum, hayatım. Eğer bunun için beni rahatsız ediyorsan suratına kapatmaktan çekinmem."

Panikle, "Hayır, hayır." Diye çığırdığımda Duru kaşlarını çatmış, "Ne oldu?" dercesine başını sallamıştı. "Fal falan istemiyorum. Ben... Ben numaranızı Camilla'dan aldım."

Birkaç saniyelik duraksamanın ardından, "Seni tanıyor muyum?" diye sordu. Sesi şüpheciydi, aklında benim adımın dönüp durduğuna emindim. Beni tanıyıp tanımadığını hatırlamaya çalışıyordu.

"Hayır, tanımıyorsunuz. Aslına bakarsanız ben de sizi tanımıyorum ama bana yardımcı olabileceğinizi düşündüğüm için size ulaşmak istedim."

Nefesimi tutup bir-iki saniye bekledim. Bir tepki vereceğini düşündüğüm için susmuştum ama ondan bir ses gelmediğinde devam etmek zorunda hissettim. "Size danışmak istediğim bir konu var." Ne olduğunu burada açıklayamazdım. Bunu telefonda tanımadığım, yüzünü bile görmediğim bir kadına söyleyemezdim.

"Dinliyorum." Dediğinde, "Telefonda kendimi ifade edebileceğimi sanmıyorum." Diye yanıtladım. "Sizinle yüz yüze görüşmem mümkün mü?"

Derin bir iç çekiş sesi duyuldu. Arka plandaki mırıltıları dinlerken biriyle konuştuğunu anlamıştım.

Bana vereceği cevabı sabırla bekliyordum ama heyecandan kusmak üzereydim. Kalbim göğüs kafesime her çarptığında olduğum yere yığılacakmış gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Yürümeyi yeni öğrenmeye başlamış bir bebek gibi bacaklarım titriyordu, buna dayanamayacağımı hissettiğimde gidip Duru'nun yanına oturdum ve kadının bana cevap vermesini bekledim. Neden bu kadar uzun sürmüştü?

En sonunda, "Tamam." Dedi. "Ama dışarıya çıkmıyorum."

Kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani?" Tam bir saf gibi sormuştum.

"Evime gelmen gerekecek." Duru'ya yandan bir bakış attım. Pürdikkat beni izliyor, bir yandan da tırnaklarını yemeye devam ediyordu.

O kadının evine gitmek istemiyordum. Tanımadığım, kim olduğu belli olmayan garip bir kadının evine gitmek içimdeki güvensizliği elleriyle beslerdi. O güvensizlik geçen her saniyede bir canavara dönüşürken korkumdan bir parça kopararak kendimi kan revan içinde bırakamazdım.

"Ben bir yabancıyım." Dedim tamamen saçmalayarak. Cevabıma karşılık güldüğünü duydum ama komik değildi.

"Evet, hayatım. Biliyorum, yabancısın ama ben de sana yabancıyım." Duraksadı. "Bu durumda iki taraf da eşit oluyor sanırım. Hem evime zamanında çokça yabancı girdi, seni de misafir etsem evim başıma çökmez diye düşünüyorum."

Dudaklarım dişlerimin arasında sızım sızım sızlıyordu, biraz daha bastırsam kanatacak, dilimle kendi kanımın tadına bakabilecektim. Duru elini dudağıma getirip onları dişlerimden kurtardığında ona yandan bir bakış attım. Yüzünü buruşturmuş bana bakıyordu. "Yeme kendini!" Diye homurdandı, neredeyse gülecektim.

Cevap vermediğimde, "Sesinden iyi biri olduğunu hissedebiliyorum." Dedi, sesi ılımlıydı. Kendi benim iyi biri olduğuma ikna olmuş gibiydi, bu kadar hızlı bir şekilde güvenmesi biraz şaşırmama neden olsa da üstünde durmadım.

Açıkça söylemek gerekirse Tamay Turgut isimli bu kadın hakkında kötü bir şey düşündüğüm söylenemezdi. Onun iyi biri olduğunu ben de hissetmiştim ama yine de sınırımı korumaya, kalan duvarlarımın arkasından iletişim kurmaya çalışıyordum. Artık bu yöntemimin ne kadar işe yaradığını veya yarayacağını bilmiyordum, kendimi ve yanımda dikkatle beni izleyen bu deli arkadaşımı korumak benim görevimdi sanki, her zaman hazırlıklı olmalı ve kimseye tam olarak güvenmemeliydim. En azından böyle hissetmeme neden olan taraf hâlâ hayattaydı.

Derin bir nefes aldım ve, "Tamam." Dedim. "Adresinizi mesaj olarak mı atarsınız yoksa şimdi mi vereceksiniz?"

"Birazdan mesaj atarım."

Teşekkür edip telefonu kapattım. Kulaklarım uğulduyordu. Elimde düğüm düğüm olmuş sorunlarımla kalmıştım yine. Açılması imkânsız olan bu düğümü çözmek için bir yardım istemiştim telefonda konuştuğum kadından. Onun bir makası olduğunu, düğümü kökünden çözebileceğini ve elimde sıkı sıkıya tuttuğum hayat yumağını yepyeni bir şekilde bana teslim edeceğini düşünmek istiyordum. Kadının elinde tuttuğu makasa güvenebileceğimi biliyordum. İçimde bana fısıldamakta olan o kısık ses bunun doğru olduğunu söylüyordu.

"Evine mi gideceğiz?" Diye sordu, Duru. Sesindeki tereddüdü hissetmiştim.

"Dışarı çıkmadığını söyledi."

Dudaklarını büzdü. "Garipmiş."

Ona dönüp, "Ciddi misin?" Bakışı attığımda dudaklarını birbirine bastırdı ve beni onaylarcasına kafasını salladı. "Şu sıralar gariplik sıralamasında zirvedeyiz. O yüzden en iyisi bu konu hakkında çok da yorum yapmayayım, değil mi?" Ben daha cevap veremeden konuyu değiştirdi ve asla konuşmak istemediğim bir yere çekti. "Anlat bakalım, o kapıda olanlar da neydi öyle?"

"Ne olmuş?" Anlamamış gibi davrandım. Elimdeki telefonda sanki işim varmış gibi davranmak olup biteni açıklamaktan daha kolaydı. Ne olduğunu, nasıl ve neden olduğunu ben bile sindirebilmiş değildim.

"Resmen yerini işaretledin, kızım. Anlamadım mı sanıyorsun? Sare'nin ilgisini fark ettiğinde Yankı'yı sahiplendin."

"Yok öyle bir şey. Sadece teşekkür etmek istemiştim."

"Ne için teşekkür?" Gözlerini kısıp yüzümü incelerken gerçeğin oldukça farkında görünüyordu. Yine de pes etmedim.

"Beni eve bıraktığı ve benimle ilgilendiği için."

"At yalanı si-" Duraksadı, kendi kendine güldüğünde küfür etmek istemediğini anlamıştım. "Sevsinler inananı!"

Gözlerimi devirdim ama ona verecek bir cevabım da yoktu. Duru'ydu bu. Beni iyi tanıyordu, çocukluktan beri benim her şeyimi ezberlemişti. Neye nasıl tepki verdiğimi, bir şeyi neden yaptığımı oldukça iyi anlayabilirdi. Şimdi de olduğu gibi.

"Sen her zaman mantıklı olan taraftın. Bir insana sırf seni eve bıraktığı için sarılmazsın. Sen mesafeni korumayı seven birisin. Bazen sınırlarını ben bile geçemeyecek gibi hissediyorum. Kaldı ki Yankı gibi yeni yeni tanıdığın bir çocuğa o sınırları yedirirdin sen."

Sınırları kendi ellerimle yıkmıştım. Bu durum her ne kadar rahatsız hissetmeme neden olsa da yapabileceğim bir şey yoktu. İş işten geçmişti. Baktığımda aynaya bakıyormuşum gibi hissetmeme neden olan o tuhaf adamdan hoşlanıyordum ve buna engel bile olamıyordum. Garip bir durumun içerisinde bulmuştum kendimi ve Sare'ye karşı mahcup hissediyordum.

"Gece bir şeyler oldu mu?"

"Hım?" Dalgın bir şekilde bedenimi Duru'ya doğru döndürdüm ve yüzüne baktım. Aptal arkadaşım kocaman sırıtıyordu.

"Diyorum ki, gece yatak kırdınız mı? Ya da ne bileyim sürtünmeden kaynaklı yangın çıkardınız mı, ya da duvarlar ateşli dakikalara tanık oldu mu-"

Elimle Duru'nun ağzını kapattığımda kahkaha atmaya başlamıştı.

"Duru, yatak falan bilmem de biraz daha konuşursan kafanı kıracağım."

"Mokommol otoşlo bor çoft olorsonuz..." Elimden dolayı boğuk çıkan sesini anlamam biraz zor olmuştu. Tam olarak şunu demişti: "Mükemmel ateşli bir çift olursunuz."

"Sen ne terbiyesiz bir şey oldun... Bak çekmem elimi boğulur gidersin böyle. Dediğin şeyleri de anlamıyorum zaten."

Gözlerini büyütüp sessiz kaldığında işareti aldım ve elimi çektim. Dediği şeyleri çok fazla düşünmek istemiyordum. Şaka yaptığını, benimle dalga geçtiğini biliyordum. Yine de bu tür şeyler düşünmek rahatsız hissetmeme neden oluyordu.

"Bana bir şeyler anlat." Dedi, sesi çok sakin ve şaşırtıcı bir şekilde ciddiydi. "Hislerini öğrenmek istiyorum, bana kendini açmanı istiyorum. Bunu yaparken benim salak saçma alaylarıma gerek olmasın istiyorum. Anlıyorsun, değil mi?"

Şaşkın bir şekilde yüzüne baktığımda oldukça ciddi olduğunu gördüm ve bir kere daha afalladım. Duru'nun bu isteği kafamın karışmasına neden olmuştu.

"İyi misin sen?" Diye sordum, sesim şaşkınlığımı ele veriyordu.

"Biliyorum, kapalı bir kutusun. Kendini açmayı sevmiyorsun, açtığında da en çok bana döküyorsun içini ama kendimi bir arkadaş olarak yeterli görmüyorum. Senin için yeterli değilmişim gibi hissediyorum. Bu sadece şu an konuştuğumuz konu için geçerli değil. Her konu için böyle düşünüyorum. Gerek babanla ilgili olsun, gerek kendinle ilgili..." Duraksadı. Ona hissettirdiğim yetersizliği şu ana kadar bana belli bile etmemişti. Kendimi berbat hissettim. Kalbimin üzerine oturan dikenli kestaneler her nefes alışımda ciğerlerime yuvarlanıyordu sanki. Duru benim her şeyimdi. Sadece bir arkadaş değil, bir kardeşti de. Her ne kadar suskunluğu seven bir insan olsam da kendimi en çok ona anlatıyordum. Bazen beni rahatsız eden şeyleri bile söylediğim oluyordu ama sanırım Duru için yeterli değildi. Onun bizim ilişkimizden beklentisi çok daha fazlaydı ve ben bunu şu ana kadar fark edememiştim.

Onu kırmış mıydım? Eğer buna sebep olduysam kendimi affetmezdim.

"Sana böyle hissettirdiğimi bilmiyordum." Diye mırıldandım suçluluk içerisinde. "Kendimi sana yeterince açtığımı düşünüyordum, üzgünüm. Ben... ben nasıl senin istediğin gibi bir arkadaş olurum bilmiyorum. Evet, kapalı bir kutuyum belki ama sende anahtarım olduğunu düşünmüştüm..."

Belki de o anahtara kendim bile sahip değildim.

"Öyle deme." Elimi tuttu. "Sen tam da benim istediğim gibi bir arkadaşsın. Sen olmasaydın ne yapardım bilmiyorum ama sadece bazen hayatına dahil değilmişim gibi hissediyorum. Senin hayatına dahil olmak istiyorum ama dedim ya, bazen o sınırlarından beni bile geçirmiyorsun." Buruk gülümsemesi kalbimi sızlattı.

"Özür dilerim." Dedim, ne diyeceğimi bilemezken. "Böyle düşünmene sebep olduğum için kendimi bok gibi hissediyorum."

"Ben seni sen olduğun için seviyorum."

Kalbim sıcacık bir suyun içine yatırılmış gibi hissettim. Duru'nun sevgisini hissetmediğin tek bir an bile yoktu içimde. Onun varlığı, onun desteği, onun sevgisi her daim benimleydi. Gittiğim her yerde, attığım her adımda desteğini hissettiğim tek insandı ve onsuz bir hayatı düşünemiyordum bile. Şu an böyle bir konuşma yapıyor olmamız canımı sıkmıştı ama en azından nerede yanlış yaptığımı, onun canını nasıl istemeden yaktığımı öğrenmiştim. Bir bakıma iyi de olmuştu. Duru'yu istemeden üzmek, kırmak istemiyordum. O eylemin öznesi olmak istemiyordum.

Kollarımı sıkıca Duru'ya doladım ve onu göğsüme sokmak ister gibi sarıldım. Sarıya dönük saçlarından yayılan kokusu burnuma dolarken boğazımdaki yumruyu yutkunmaya çalışıyordum. "Sen benim neyimsin biliyor musun?" Diye sordum, sesim çatlamıştı ama umursamadım.

"Neyinim?" Duru'nun da sesi benim gibi boğuk geliyordu. Sanırım yıllardır böyle duygusal bir anın içinde bulmamıştık kendimizi.

"Şansımsın... Sen benim şansım, sen benim duru kızımsın."

Kıkırdadı ama bir yandan da burnunu çekiyordu.

"Ve bundan sonra senin sormana gerek kalmadan tüm hislerimi öğreneceksin."

"Valla mı?" Diye sorduğunda güldüm.

"Valla."

"E bekliyorum o zaman." Dedi, sesi muzip geliyordu. Şimdi benden bir itiraf bekliyordu, bunun farkındalığıyla biraz gerilmiştim ama sıcacık kollarına sığındığım kişi benim duru kızımdı. Ondan bir şey saklamanın çok da anlamı yoktu, zaten benim içimi biliyordu.

"Zaten anlamışsındır da bir de benden duy dedim." Sesim kısıldı, hatta neredeyse fısıldamaya başlamıştım.

"Neyi canım?" Resmen eğleniyordu benimle. Hâlâ sarılıyorduk, tuhaf bir şekilde ikimiz de ayrılmak için hamle yapmıyorduk. Bu durum işime geldi. Yüzüne bakarak söylemek sanırım şu an için çok daha zor olacaktı.

"Hoşlanıyorum sanırım, çok emin değilim."

Aslında emindim.

"Duyamadım bebeğim." Zevkten dört köşeydi.

Derin bir nefes aldım. "Hoşlanıyorum."

"Aaa, kimden?"

"Ebenden."

Kahkaha attığında ben de kendimi tutamayıp ona katıldım.

"Seni çok zorlamayacağım. Zaten anladım orasını." Sarılmayı ilk bitiren Duru oldu. Kollarını benden çekip geri çekilmeye yeltenince ben de ona izin verdim ve gözlerimi yüzüne diktim. "Bu bir ilk biliyorsun, değil mi? Kutlamamız gereken bir mesele..."

"Abartma."

"Bu abartılmaya layık bir mesele. Benim güzeller güzeli arkadaşım birinden hoşlanıyor." Gözlerimi devirdim ama bu, onu susturmaya yetmedi. "Ee, ne zamandan beri?"

Omuz silktim. Bunu düşünmemiştim ve açıkçası hiçbir fikrim yoktu. İlk ne zaman bir şeyler hissetmeye başladığımı bile fark etmemiştim ki. Onunla geçirdiğim her dakika bana rahatsız edici gelirken, ondan köşe bucak kaçarak uzak durmak isterken ne ara ona karşı böyle duygular beslemeye başlamıştım bilmiyordum. "Bilmiyorum. Ondan nasıl hoşlandığımı, ne ara kendimi bu hislerle çevrelenmiş bulduğumu bilmiyorum. Bana benziyor." Gözlerim ellerime indiğinde Duru'nun bir cevap vermesini beklemeden konuşmama devam ettim. Madem ona karşı kapalı bir kutu olmamdan rahatsızdı, ben de konuşurdum o zaman. "Sessiz, çok konuşmuyor. Bir bakışıyla beni susturabilir de, konuşturabilir de. Ne düşündüğünü asla anlayamıyorum. Bana bakıyor ama gözlerindeki ifadeleri okuyamıyorum. Ne hissettiğini göremiyorum. Bana kapalı bir kutu dedin ya hani?" Yutkundum. Aklıma İdil'le olan son konuşmamız gelmişti. "Benden daha kapalı olan birinden hoşlanıyorum. Buz gibi soğuk birinden. Bir ölü gibi mimiksiz. Ona baktığımda kendimi görüyorum."

"Mizacınız böyle. Bu konuda yapabileceğiniz tek şey birbirinize alışmak. Bak, mesela sen de suratsız birisin-" Bakışların Duru'ya odaklandığında, "Bakma bana öyle," dedi ve devam etti. "Bana alıştın. Benim yanımda dilediğin gibi gülüyor, kahkahalar atıyor ve eğlenebiliyorsun çünkü benim yanımda kendini güvende hissediyorsun. Senin gülümsemeni görmem sana kolay zarar verebileceğim anlamına gelmiyor çünkü. Senin zaaflarını sana karşı kullanmayacağımı çok iyi biliyorsun." Derin bir nefes aldı. "Zor bir insansın, Efsa ama seni kazandıktan sonra hiçbir zaman eskisi gibi olmadığını biliyorum."

"Kimse senin gibi sabırlı ve anlayışlı değil. Kaldı ki ben de sabırlı ve anlayışlı değilim. O bana karşı sabretse, ben bunu onun için yapabilecek miyim?" Güldüm ama dudaklarımdaki soyut acının çeneme doğru sızdığını hissedebiliyordum. "Bu tek taraflı bir şey zaten, bir beklentim yok."

Duru ayağa kalkıp elimi tuttu ve beni de ayağa kaldırdı. Kaşlarımı çatarak yönlendirmesine izin verirken boy aynamın önünde durduğumuzu fark etmiştim. O, omuzlarımın arkasından bana gülümserken parmakları, kaşlarımın çatıklığını düzeltiyordu.

"Bak şimdi sana bir şey söylemem ve bunu söylerken de bir şey göstermem gerekiyor. Kendi gözlerinle şahit olman için getirdim seni bu ayna karşısına. Çatma kaşlarını ve kendine bir bak."

Dediğini yaptım. Suratımda sakin bir ifadeyle aynadaki yansımamı incelerken ne diyeceğini merakla bekliyordum. Derin bir nefes aldığında ben de onunla birlikte bir nefes çektim içime. Işıl ışıl gözleri gözlerime tutundu, aynı anda kalbimin tam olduğu yere hayali bir çarpı işareti koydu. "Burası var ya," dedi, sesi kendinden emin çıkıyordu. Bariz ortada olan bir şeyi bana göstermek istiyor gibiydi. "Burasının güzelliği..." Kalbimin üzerine çarpı koyan eli şimdi çenemi tutmuştu. Ufak bir hareketle yüzümü okşadı. "Sahip olduğun güzelliği yansıtıyor. Güzelliğin, kalbini yansıtan bir ayna, Efsa. Seni tanıdığında senden hoşlanmayacak, seni sevmeyecek kimse yok." Yutkundum. Boğazıma kalbimin kusmak istediği teşekkürleri dizmiştim. Her biri Duru içindi. Duru'yla beni bir araya getiren kader içindi.

"Teşekkür ederim." Diye fısıldadım boğazımdaki ağırlıktan kurtulmak için ama tek bir teşekkürün yeterli olmadığını biliyordum. Duru'nun hâlâ yüzümde olan eline küçük bir öpücük bırakıp gülümsediğimde o da bana gülümsemiş ve omzuma bir öpücük bırakmıştı.

Duru derin bir nefes eşliğinde arkamdan çekildiğinde ellerini heyecanla çırptı. O anın geldiğini anlamıştım.

"Şimdi bu aşk meşk işlerine ufak bir reklam arası veriyoruz ve şu ilginç kadının evine gidiyoruz çünkü ikimizin de alması gereken cevaplar var."

Nabzımın sesi, kör edici sessizliğin içinde bir ritim oluşturmuştu. Katlanarak artan bu ritim karanlık bir müzik gibi içime işliyor, notaların keskin uçları kalbime çizikler atıyordu. Ne işim vardı bu yerde? Neden buna mecbur kalmıştım? Kimdi bu kadın ve bana nasıl yardım edebilirdi?

Aklımda dönüp duran onlarca sorunun cevabını almak için gelmiştim buraya ve bir yanım o kadar dirençliydi ki, cevapları almadan karşımda açılmasını beklediğim bu çelik kapıdan çıkıp gitmeyecekti.

Bulanık görüşüm tam karşımda duran kapıya odaklanırken stres içinde bacağımı sallıyor, göğsümün üzerine bağladığım kollarımı geçen her saniyede daha da sıkı kendime sarıyordum.

Kapının açılma süresi uzadığında bir kere daha zile uzandım ama gerek kalmamıştı. Kapının arkasından kilit açılma sesini duyduğumda zilin üzerinde duran elimi indirip bekledim.

Bekledim.

Bekledik.

Bir kilit açıldı, ikinci kilit açıldı, üçüncü kilit açıldı...

Ağzım aralanırken Duru ile şaşkın bir şekilde birbirimize baktık.

Dördüncü, beşinci ve altıncı kilidin açılmasını gözlerimiz büyüyerek dinlerken hayatımda ilk defa bir kapının arkasından ne çıkacağını delicesine merak etmiştim. Eve adımımı atarken merkez bankasına giriyor gibi hissedeceğimden emindim.

Koyu kestane rengindeki çelik kapı sonunda aralandığında ve beyaz saçları kafasında sıkıca topuz yapılmış o yaşlı kadınla karşı karşıya geldiğimde hiç de beklediğim gibi biri olmadığını gördüm. Bohem tarz koyu kırmızı elbisesi, boynunda asılı duran doğal taş olduğuna emin olduğum kolyesi, bileklerine takılı onlarca ip bilekliğiyle birlikte tam olarak 70'lerin hippilerine benziyordu. Garip bir şekilde tarzı beni etkilemiş ve aynı zamanda şaşırtmıştı.

"Merhaba..." Bir Duru'ya bir de bana baktı. Çelik mavisi gözleri çok oyalanmadan kim olduğumu bilircesine yüzüme odaklandığında tenim karıncalanmıştı. "Efsa?" Gözlerinin rengi her ne kadar görür görmez üşümeme neden olsa da ses tonu bir o kadar dondurduğu buzları çözmüştü. Hipnoz olmuş bir şekilde başımı salladım ve karşımda duran kadını onayladım.

Kelime haznem sıfırlanmıştı ama Duru her zaman olduğu gibi yardımıma koşmuştu. "Merhaba, Tamay Hanım. Ben Efsa'nın arkadaşı, Duru. Bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz." Duru'nun tatlı sesi ve sıcak tavırları kadının kapıyı daha da aralamasına ve bizi tam olarak içeri davet etmesine neden olmuştu. Salona girmeden önce merak ettiğim o şeye bakmak için başımı arkaya doğru çevirdim ve kapının kilitlerine baktım.

Gerçekten de tam olarak altı kilidi vardı ve her biri birbirinden sağlam görünüyordu.

"Güvenliğimi çok önemserim kızlar." Dedi, Tamay. Neye takıldığımı görmüş ve kısa ama tatmin edici olmayan bir açıklamada bulunmuştu. İkna olmasam da gülümsedim ve bizi yönlendirdiği odaya girdim.

Derin nefeslerim eşliğinde incelediğim oda bohem tarzda dekore edilmiş tatlı bir salondu. Koyu mavi duvarların üzerine kondurulmuş garip figürlü tablolar, eski antika kitaplığın içerisinde yine eskidiği her halinden belli olan kitaplar, kitaplığın üzerinde kaktüsünden, hayvan biblolarına kadar her şeyde gözlerimi gezdirdim. Üzerine oturduğum acı yeşil rengindeki koltuğun hemen karşısındaki tekli koltuğun üzerinde sanki evde bir yabancı yokmuşçasına horul horul uyuyan, yaşlı olduğu her halinden belli sarı tüylü bir kedi vardı. Başka bir anda, başka bir yerde olsam mutlaka onu içime sokarak seviyor olur ve yüzümden gülümseme eksik olmazdı ama şu anki durumum ruh halimi pek aydınlatmıyordu.

Tamay Turgut, ona nasıl hitap etmem gerektiğine henüz karar verememiştim, istediğimiz bir şey olup olmadığını sorduğunda patavatsız arkadaşım, "Eğer varsa bir çayınızı içerim, Tamay Hanım." Demiş ve hemen ardından içinde bulunduğu oda hakkında yorumlarda bulunmaya başlamıştı. "Mükemmel bir tarz bu. Gerçekten hayran kaldım. Hem giysileriniz hem de eviniz şahane görünüyor." Tamay hanım mutfağından Duru'ya neşeli bir şekilde cevap verip, övgülere karşılık memnuniyetini dile getirirken bakışlarımı kitaplığa sabitledim ve hangi kitapların o kitaplığa hapsolduğunu anlamaya çalıştım ama anlamam mümkün değildi. Yabancı görünüyordu. Her açıdan.

Eğer gözlerim beni yanıltmıyorsa farklı bir dille yazıldığını söyleyebilirdim. Kendimi rahat hissediyor olsaydım yerimden kalkıp kitapları incelemek için kitaplığa adımlar ve elime alarak o eski kitapları incelerdim ama sorun şu ki nefes alırken bile rahatsız hissediyordum.

"Rahatla." Dedi, Duru. Ne halde olduğumu fark etmiş gibiydi. "Çok tatlı birine benziyor. İnsan yemediğine eminim."

Salona giren kadın ikimizin de bakışlarını kendisine çekti. "Efsacığım sen bir şey istememiştin ama yasemin çayımın tadına bakmanı isterim. Yeni demledim daha."

Teşekkür ederek bana uzattığı kupayı aldığımda Duru, "Çok severim bu çayı. Kendimi şanslı hissediyorum." Diye şakıdı. Gerçekten nasıl bu kadar rahat olabiliyordu aklım almıyordu. İçinde bulunduğumuz durumu geç, daha önce hiç görmediğimiz, bilmediğimiz bir kadının evindeydik ve o hiçbir şey olmamış gibi, sanki 40 yıllık falcısıyla muhabbet ediyormuş gibi davranıyordu.

Kaşlarım bu düşünceyle birlikte yavaşça çözülürken yüzümdeki gerginlik bir an olsun hafiflemişti. Hatta hayal ettiğim bu şey suratımda ufak bir gülümsemeyi doğurmuştu. Karşımızda oturan kadın tıpkı Duru ile gittiğimiz o falcılara benziyordu. Belki de bu yüzden bu kadar rahattı.

Ellilerinin sonunda olduğunu düşündüğüm, buna rağmen dinç ve enerjik görünen kadın, karşımızdaki tekli koltuğun üzerinde uyuyan kediyi kucaklayıp yerine oturduğunda kedi sanki hiç rahatı bozulmamış gibi kadının kucağında kaldığı uykusuna devam etti. "Evet kızlar, sizi dinliyorum. Ne için buradasınız?"

Duru ile aynı anda birbirimize baktık. Nereden başlamamız gerektiğinden pek emin değildim. Tam olarak nasıl başlamıştı bu olaylar? Bu olanların ne zaman farkına varmıştım?

"Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyorum. Aslında bu tür konuları konuşmada hâlâ amatörüm ama bana yardımcı olacağını düşünüyorum."

"Sana hangi konuda yardımcı olabilirim?"

"Bir süredir bazı garip olaylar yaşıyorum." Durakladım. İşte, başlıyorduk. Tam olarak nasıl ifade edeceğimi bilmediğim o konuyu onlarca kelimeye dönüştürecek ve o kelimeleri aceleyle dilime yuvarlayacaktım. "Beni rahatsız eden birileri var." Bu doğru bir ifade miydi?

"Birileri?" Tamay ilgili bir şekilde bana doğru eğildiğinde kucağındaki kedi rahatsız bir homurtu çıkardı.

"Aslında bir şey." Dedim, yutkunduktan hemen sonra. "Ne olduğundan emin değilim ama neyi gördüğümden eminim." Farklı boylarda tablolarla döşenmiş etrafımı çevreleyen duvarlara kısa bir bakış atıp devam ettim. "Bir gölge... Duvarlardan beni takip ediyor." Fısıltım duvarlara çarptı.

O kelime bir süredir beni o kadar rahatsız ediyordu ki, düşündüğüm an beynimi söküp atmak geliyordu içimden. Aklımı kaybetmek, bilincimin üzerine kızgın yağlar akıtmak istiyordum. O kelime aklımın bir köşesine her düştüğünde farkındalığın berbat bir şey olduğunu düşünerek geçiriyordum saniyelerimi. Saniyelerim dakikalara dönerken elime bir bıçak alıp canımı acıtmak, canımın acısıyla zihnimi uyuşturmak istiyordum sırf onu hatırlamamak için. Korku damarlarımda bir süredir akıyordu. Korku, damarlarımdan, attığım her adıma damlıyordu. Kendi yaşadığım hayattan korkmaya alışmıştım ama karşımda duran yaşlı kadının korkuyla yerinden fırlamasını beklemiyordum. Tamay'ın ani hareketinden korkan kedi bağırarak salondan kaçarken çelik mavisi gözlerdeki dehşetle karşı karşıya kalmıştım.

Kadın, "Karanlığın tohumları!" Diye bağırdı. Sesinden saf bir korku akıyordu. Akan korku kadının bastığı parke zemine damlayıp ayaklarımın olduğu yere kadar akarken gergin bedenimi rahatlatmaya çalıştım. Dudaklarımdan dökülen kelimelerin karşımdaki kadın üzerinde böyle bir etki yaratacağını tahmin etmemiştim. Bu yaşlı kadını bu kadar korkutan şey benim yaşadığım hayatın ta kendisiydi ve bu farkındalık başıma keskin bir ağrının girmesine neden olmuştu. Görüşüm bir an için bulanıklaştı, kulaklarımda uğuldayan kadının sesi bir kısılıp bir artıyordu.

"Karanlığın tohumu cezalandırmayı bekliyor!" Kadın salonun içerisinde korkuyla bir sağa bir sola adımlarken bulanıklaşan görüşümü düzeltmek için gözlerimi kırpıştırmaya çalıştım. Salonun duvarları her nefesimde giderek üzerime yaklaşıyordu sanki. Göğsümün üzerine oturan ağırlık dehşetin kendisiydi.

"Tamay hanım, iyi misiniz?" Duru'nun ayaklanıp kadına doğru yürüdüğünü gördüm ama hiçbir şey net değildi. "Oturun lütfen. Size bir su getireyim." Duru'nun sakin olmaya çabaladığını hissedebiliyordum. Sesinde, kırılmaya hazır bir soğukkanlılık vardı.

"Öldü mü? Ölmüş olamaz, izin vermedim. Saklanmam lazım. Sakin ol. Sakin. Düşünme onu." Yaşlı kadın titriyordu. Başını elleri arasına almış iki yana sallıyordu. "Buldular. Beni buldular. Saklanmam lazım. Kaçmam lazım. Kabus bu. Uyan. Uyan..."

Aklımın içindeki katil, kadının söylediği her bir kelimeyi elindeki kör bıçakla kazıyordu zihnime. Alay edercesine yeniden ve yeniden üzerinden geçiyordu kelimelerin. Zihnim kanıyor, öfkemi besliyordu. İçimde zihnimden akan o zehirli kanı bir sünger gibi emen öfkem her geçen saniye daha da büyüyordu. Gözlerimin kaydığını, bütün bedenimin öfkeyle kaskatı kesildiğini hissettim ama öfkemin kime, neye yönelik olduğunu bile bilmiyordum. Başımdaki ve göğsümdeki şiddetli ağrı giderek daha da şiddetlendiğinde boğazımın gerisinden acı dolu bir inleme çıktı. Hissettiğim acı parmak uçlarımdan, ayaklarıma kadar titrememe neden olurken yaşlı kadının sayıklamaları uğuldayan kulaklarıma çarpıyordu.

"Gömülmek istiyorum. Gömülmek istiyorum..."

Ben iki büklüm olmuş başımı tutarken büyük bir gürültü koptu. Bir an için kıyametin geldiğini düşündüm. İçinde bulunduğum bu salon üzerime yıkılıyordu sanki. Duvardaki tablolar deprem oluyormuşçasına teker teker yere dökülürken, boğazıma dolanan hayali parmaklar beni giderek daha da öfkelendiriyordu. Duru'nun adımı bağırdığını duydum ama içimde taşan öfke onu dinlememe engel oluyordu. Tamay'ın anlamsız sayıklamaları ise artık kesilmişti.

Duru neden ismimi bağırıyordu?

Neden o kadından yardım istiyordu?

Eski kitaplığın üzerinde dağınık bir şekilde yerleştirilen bibloların döküldüğünü duydum. Her biri içimdeki öfke kadar sert bir şekilde yere düşerek paramparça oluyorlardı. Gözlerimin önündeki buğu karmaşayı görmemi engellese de hissediyordum. Dört duvarın çevrelediği salon darmadağındı. Üzerimize konumlanmış basit avize yerinden kopmak istercesine sallanıyordu. Her öfkeli soluğumda daha da hızlanıyordu. Tıpkı sınıfta olduğu gibi, diye düşündüm.

"Efsa, kendine gel!" Diye bağırdı, kim olduğunu anlayamadığım bir kadın sesi. "Hemen kendine gel!"

"Durmuyor!"

"Ne yapacağız?"

"Bir şeyler yapın, lütfen! Durdurun onu!"

Sesler birbirine girdi. Burnumdan dudaklarımın üzerine, dudaklarımdan da çeneme damlayan sıcak sıvıyı hissettim.

"Kanıyor!" Diye bağırdı dehşet içinde. Sesindeki saf korku endişeye bulanmıştı. "Bir şeyler yapın, ne olur!"

Bir şeyler yapın, bir şeyler yapın, bir şeyler yapın...

Bilincimin ellerimden kaydığını hissettim. Bilincimi tutmak için kasılan parmaklarım sıkı sıkıya birbirine kenetlendiğinde uzun tırnaklarım avucumun derisine bir iğne gibi işledi. Tutmak istiyordum. İçimdeki kör öfkenin kendini çarpıp durduğu bilincimin duvarlarıydı. Her çarpmada ellerimden biraz daha kayıyor, onu yakalamamı imkânsız hale getiriyordu.

Uyumak istemiyordum. Üzerimdeki ağırlıkla beraber uyanmak istemiyordum. Nefes alamıyordum, yaşadığıma dair hiçbir şey hissetmek istemiyordum. Tezatlarla dolu bir zihne hapsolmuştum. Sessizlik ve durgunluk istiyordum ama hiçbir şey yoktu. Gözlerimi kapattığımda gördüğüm karanlık beni korkutuyordu. Çığlık atmak isterken sessizliğim sarılıyordu bana.

Zihnim fırtınaya teslim, vücudum ise işe yaramaz.

Varmak istediğim tek bir yer vardı. İçimdeki öfkeyi kılıçtan geçirecek, içimdeki fırtınayı durduracak bir aydınlık istiyordum.

Daha fazla acı çekmeyeceğim, daha fazla dokunmayacağım kanayan kör öfkeme.

Daha fazla korkmayacağım kendimden.

"Uyanıyor."

Tanıdık ses karşıladı bilincimi. Üzerimde tonlarca ağırlığı misafir ediyordum. O kadar ağırdım ve o kadar ağrılıydım ki parmağımı bile kıpırdatmaya gücüm yoktu sanki. Vücudumu tam olarak hissetmeye başladığımda kilitlenen çenemdeki ağrı saniyeler içerisinde şakaklarıma vurdu.

"Efsa, iyi misin?" Göz kapaklarımın ardına yansıyan bir gölge bana doğru eğildi. Benimle konuşan kişi Duru'dan başkası değildi. Onu daha fazla endişelendirmek istemedim. Zamkla yapışmışçasına üst üste binmiş dudaklarım birbirinden zorla ayrılıp küçük bir mırıltı çıkarttı.

Derin bir oh çektiğini duydum ama gözlerimi araladığımda endişeli yüz ifadesi hâlâ suratındaydı. Bana bütün dikkatini vermişti, yüzümü bir şey varmışçasına inceliyor, bir yandan da dudaklarını dişliyordu.

"Su." Dedim, kendime biraz olsun geldiğimde.

Duru'nun isteğimi yerine getirmesi uzun sürmemişti. Başımı kaldırarak suyu içmeme yardım ederken hafızamın bana hatırlattıklarıyla karşı karşıya gelmiştim. Neler olduğunu, neden bu kadar yorgun olduğumu unutmam mümkün değildi. Bazen bir gecemi unutarak imkânsızları yaşayabiliyordum ama bu olay yaşamam gereken imkânsızların arasında değildi.

Anbean neler olduğunu hatırlıyordum. İçimde, şimdi çoktan sönmüş olan öfkenin şiddeti hâlâ damarlarımı titretiyordu ama anlam veremiyordum. Beni şoka sokacak bir an yaşamıştım ama o anın nasıl gerçekleştiğine akıl erdiremiyordum.

Yine başlamıştı zihnimde dönüp duran tilkilerin mesaisi. Tam zamanlı olarak çalışıyorlar ve aklıma yeni düşünceler üfleyerek kafamı karıştırıyorlardı. Çok yorgundum ama bir o kadar da buradan koşarak kaçmak istiyordum.

"İyi misin?" Diye sordu yeniden. Elindeki boş su bardağını üzerinde kırık bibloların saçıldığı parke zemine koyduğunda yerimden doğrulup etrafıma baktım.

Kıyametin uğradığı bir salondaydım. Raflarda tek tük kalan kitaplarla bakıştım önce. Sonra bakışlarım yere saçılan, sayfaları dağılmış diğer eski kitaplara değdi; oradan yere devrilmiş, bütün toprağı parkeye saçılmış ev çiçeğiyle karşılaştı gözlerim. Boynu kırılmış, kahverengi topraklarını açık ceviz rengindeki parkenin üzerinde dökmüş olan ev çiçeği bütün bunların suçlusunu bilircesine bana doğru devrilmişti. Yaprakları bana uzanmış, tüm suçluluğumu yüzüme cansızlığıyla vuruyordu.

Bu kaosu yaratan ben olamazdım.

Büyüyen gözlerim Duru'ya döndü. Bana endişe içerisinde bakmaya devam ediyordu. "B-bunu ben mi yaptım?" Titreyen sesim Duru ile aramızda gidip geldi, acı verici bir yankı gerçeği bana yeniden hatırlattı.

Bu kaosu ben yarattım.

Duru'nun sessizliği Tamay'ın sesiyle bozulmuştu. Gözlerimi ona çevirdim, salonun kapısına yaslanmış, dikkatle beni izliyordu. Evini yıkıp bayıldığım yetmiyormuş gibi oldukça sakin duruyordu.

Oysa son hatırladığımda kendini kaybetmek üzereydi.

Onun telaşını, korkusunu, sayıkladığı her bir kelimeyi zihnimde yeniden canlandırdım. Söylediği şeyler yolunu kaybetmiş bir münzeviydi zihnimde. Diğer tüm şeylerden kaçarken benim akıl karmaşamda kendini bulmuş, çıkış yolunu kapatan düşüncelerim yüzünden zihnime hapsolmuştu.

"Işığın çocuğu." Dedi keskin bir sesle. "Gecenin karanlığını peşine takmışsın." Yutkundum. Duru'nun yanımdaki varlığını hissetmesem buradan kaçıp giderdim. "Benim için gönderildin sandım. Bana kehaneti hatırlatıyorsun sandım ama asıl dert, senin için geliyormuş."

Dediklerinde bir mantık yoktu. Ya da ben anlamıyordum.

"Anlamıyorum." Diye mırıldandım açıkça. Ayaklarımı uzattığım yerden çekip yere doğru sarkıttım.

"Işığın çocuğusun. Öfkenle bulunduğun ortamı başına da yıkabilirsin, en sevdiğin insanı mezara da gönderebilirsin."

Tüylerim diken diken olurken yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdandım. "Tamay Hanım," Duru sessizdi, bu sessizliği gerilmeme neden oluyordu. "Işığın çocuğu ne demek bilmiyorum ve inanın aklım o kadar karışık ki-"

"Sen cadısın." Dedi aniden. Beni nasıl bir kuyunun içine attığından habersiz bir şekilde eliyle salonu gösterdi. "Tüm bunları sen yaptın. İstersen burayı başımıza yıkardın. Ateşe verir, küle çevirirdin. İsteseydin eğer tatlı arkadaşın Duru'nun kalbini ona dokunmadan durdururdun."

Damarlarım birbirine örülmüştü sanki. Bu kadının neler anlattığı hakkında, ortada ne döndüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tamam, yaşadığım şeylerin hiçbiri gerçekçi değildi ama yaşamış ve kendi gözlerimle neler olduğuna bizzat şahit olmuştum. Bu duyduklarım harici herhangi bir şey duymayı bekliyordum. Ne bileyim, ruhların ya da daha farklı varlıkların beni rahatsız ettiğini bile söylemesini beklemiştim ama bu dedikleri... En son duymayı beklediğim şeydi. Hatta böyle bir şeyin ihtimalini bile düşünmemiştim ki...

"Güçlerinle yeni yeni tanıştığını görebiliyorum. Onları kontrol edemiyorsun. Yıkıcı öfken her şeyi yakıp darmaduman etmeden önce onları kontrol etmeyi öğrenmen gerek. Yoksa..." Durakladığında parmaklarımı incelemekte olan bakışlarımı ona doğrulttum.

"Yoksa ne?" Duru sormak istediğim şeyi sormuştu ama cevabı duymak istediğimden emin değildim.

Tamay, Duru'nun sorusunu duymazlıktan geldi. "Gölgeler bizim gibileri durdurmak, dünyanın dengesini korumak için yaratıldılar."

Kendimi bir romanın cümlelerinde, cümlelerini oluşturan her bir kelimede hapsolmuş gibi hissediyordum. Aptal bir karakterdim şu an. Hiçbir şeyi anlamayan, mantığıyla duydukları arasına çakılıp kalmış o durgun kızdım. Hiçbir şey birbirine örtüşmüyordu. Sorular sormak istiyor ama alacağım cevaplarla inancımı sorgulayacağımı biliyordum.

"Dengeyi bozacak ne yapıyorsunuz ki?" Sesim kendime yabancıydı. Sesim kadının söylediklerine de yabancıydı. Biz demek istememiştim. Biz denen şeyin daha ne olduğunu algıladığımdan da emin değildim.

Gülümsedi ama keyifli değildi. Dudaklarının kenarlarında yaşadığı yılların izini taşıyan çizgilerinden bile acı damlıyordu. Üzgündü.

"Öfkemiz yıkıcı. O öfkeyle bize ters düşen ne varsa yok edebiliriz. Bunu yaparken hiçbir şey hissetmeyiz bile. Birinin canını alır, insan olduğumuzu o an için unuturuz. Bazılarımız birini öldürdüğünde bile buna pişman olamadıklarını söylüyor." Gözlerini benden kaçırdı. Bu söyledikleri onu rahatsız ediyordu, bunu çok rahat görebiliyordum. Karşısında beni görmekten memnun değildi. Onun gibi biri olmamdan mı rahatsızdı yoksa başka bir neden mi vardı onu bu kadar rahatsız eden bilmiyorum. Söylediği şeylerin ağırlığı altında bedenimi ayakta tutmaya çalışırken bunun farkını anlamak biraz zordu.

"Gölgeler?" Diye sordum, aslında ne diyeceğimi bilmiyordum. Sadece sormak, bir şeylerin cevabına ulaşmak istediğimi biliyordum. "Gölgeler birilerine zarar vermemizi engellemek için buradalar o zaman, değil mi? Bu iyi bir şey... Ben sandım ki-"

"Her cadı için bir gölge yaratıldı. Her gölge, bir cadının kâbusu olmak için Tanrı'ya ant içti." Yutkunduğunu gördüm. "Sana zarar veremez. Gücünle tanıştığından beri seni izliyor ama izni yok. Sana zarar veremez çünkü henüz kimseye zarar vermedin..."

"Ben kimseye zarar vermem." Kesin çıkan sesim Tamay'ın yüz ifadesini değiştirmedi. Benim ne dediğimi anlamıyor gibiydi. Belki de benim dediğim hiçbir şey onun için önemli değildi. "Bırak bir insana, bir karıncaya bile elimi sürmem."

"Henüz kimseyi öldürmedin." Dedi, beni duymuyormuş gibi başını sağa sola sallayarak. Dediği şey tüm vücudumu bir titremeyle ele geçirdi.

"Ben öyle biri değilim! Ben kimseye zarar vermem!" Yerimden kalktığımda artık bağırıyordum. "Saçmalamayı kesin. Beni korkutuyorsunuz."

"Bu konuda söz hakkın olduğunu mu sanıyorsun? Biraz önce bu odada olanları engelleyebildin mi? Kendini durdurabildin mi odayı yıkarken? Hiçbir şeyin farkında değildin. Olan şeyler hakkında en ufak bir fikrin bile yok!"

Öyle miydi gerçekten? Dediklerinin doğru olma ihtimali beni o kadar korkuttu ki gözlerim Duru'yu aradı. Beni benden daha iyi tanıyan o kıza bakarken onun da benden aşağı kalır yanı olmadığını gördüm. Dehşet içerisinde Tamay'a bakan gözleri ona baktığımı fark ettiğinde bana döndü ve sesli bir şekilde yutkundu. Onun sessizliğinden ilk defa bu kadar nefret ediyordum. Bir şey söylemeliydi. Beni savunmalı, asla birisine zarar verebilecek biri olmadığımı karşımda duran kadına söylemeliydi. Beni savunmalıydı... ama hiçbirini yapmadı.

"Eğer bir cadı bir can alırsa, onun için yaratılan gölge dengeyi korumak, dünyadaki o kötülüğü silmek için harekete geçer. Cadının canını almak onun yaratılış nedeni." Kısa bir duraklamanın ardından ekledi. "Dünyadaki o kötülük biziz. Sensin."

"Anlamıyorsun-"

"Birine zarar vermek isteyeceksin. Karşına biri çıkacak ve senin o durduramadığın öfkenle karşı karşıya kalacak. Farkında bile olmayacaksın ne yaptığının. O kontrolsüz gücün, karşına çıkan zavallı insanın ruhunu çalacak."

"Sen nasıl yaşıyorsun?" Sessizlik, sorumla birlikte düşmüştü aramızdaki boşluğa. "Madem o kadar farkında değiliz yaptığımız şeylerin, sen nasıl hâlâ hayattasın?"

Tamay'ın gözlerinden geçen pişmanlık öyle yoğundu ki sorduğum sorunun cevabını bir an için almak istemedim. Tamamen toydum ve hiçbir şey bilmiyordum belki ama öğrendiğim şeyleri küçümsemeyi bırakmalıydım.

"Ölmedi." Dedi. Dolan gözlerini yerde yatan çiçeğe dikmişti. Sesi titriyordu ve çektiği acıyı net bir şekilde bana yansıtıyordu. "Ama yaşadığı da söylenemez."

"Nasıl yani?" Duru'nun kısık sesi titriyordu.

"Komada."

"Sen mi neden oldun?"

Kızarmış gözlerini bana çevirdi. "Ben yaptım. Onu neredeyse öldürüyordum ama bir şeyler ters gitti işte." Dediğine alayla güldü. Kendine yönelttiği öfkesini fark etmek zor değildi. "26 sene."

Anlamadım.

"Ne?"

"26 senedir komada. Onun ölmesine izin veremiyorum."

Aslında zaten çoktan ölmüştü. Ama karşımda duran kadının bunu bildiğine emindim.

"Ölmek istedim. Çok kez ölmek istedim. Cezalandırılmak istedim ama yapamazdım. O ölürse toprağa gider ama beni toprak bile kabul etmeyecek."

Gözlerinden damlayan yaşlar hıçkırıklara dönüştü. Tam karşımda bir kadın ağlıyordu. Bacakları kendini daha fazla taşımak istemezcesine titremeye başladığında yere çöktü ve hıçkırarak ağlamaya devam etti. "Onun ölmesine izin veremem." Diye sayıkladı hıçkırıkları arasından. İki eliyle başını tutmuş, ileri geri sallanıyordu. "Onu toprak alacak, onu benden ayıracaklar. Beni toprak kabul etmez. Etmeyecek..."

Şok içerisinde ayaklarımın dibindeki kadına bakarken Duru'nun varlığını dibimde hissetmiştim. Duru bir elini koluma doladı ve bana sıkıca tutundu. İç çekmelerinden onun da ağladığını anlamıştım.

Ağlamak acı çekmekten kurtulma süreciydi. Ağladıkça çekilen acı da hafifler, bir süre sonra çekilen acı hissedilmemeye başlanırdı ama bu yaşlı kadın her döktüğü damlada, her hıçkırığında daha çok acı çekiyordu. Onun için ağlamak, acı çekmekten kurtulmak falan değildi. Onun için ağlamak, her iç çekişinde acıyı solumaktı.

Sevdiği birine zarar vermiş bir kadın duruyordu ayaklarımın dibinde. O kişinin 26 yıldır komada olmasının sebebi Tamay'ın ölümden korkması değildi. Kendisine gelecek zararı önemsemediği belliydi. Kendi de söylemişti, defalarca kez ölmek istediğini. Sevdiği o kişinin hâlâ komada olmasının tek bir nedeni vardı. Onu toprağa verirse sonsuza kadar kaybedeceğini düşünüyordu.

Sayıkladığı onlarca kelime çarpıyordu kulaklarıma. Onlarca kelime bir bıçak etkisi yaratıyordu kalbimin tam üstünde. Onun acısını hissediyordum. Onun acısını onunla birlikte soluyordum. Duru'nun iç çekişleri benim de gücümü yıkıyordu. Neredeyse kadının yanına çökecek ve ona sarılarak ağlamaya başlayacaktım. Boğazıma dizilmişti hıçkırıklarım. Bulanıklaşan görüşümle Duru'ya döndüm ve onu görmeye çalıştım.

O da dönüp bana baktı ve demek istediğim şeyi gözlerimden anladı. O an çok şaşırdım. Beni gözlerimden okuyabilecek kadar yakınım olduğunu fark etmiştim.

"Tamay hanım, lütfen kalkın ayağa, koltuğa oturun. Size su getiriyorum hemen." Duru koşarak salondan çıktığında yere doğru eğildim ve yaşlı kadının omzuna elimi koydum. Daha önce tanımadığım birine karşı şefkat göstermemiştim ya da tanımadığım biri karşımda ağlarken ona bu kadar yaklaşmamıştım.

"Kaosun içindekiler kaosu yönetemez." Diye fısıldadım. Boğazımdaki yumru sesimin çıkmasına izin vermiyordu. Kelimelerim, kadının acısının yanında sönük kalmıştı. Alev alev yanıyordu ayaklarımın altındaki kadın. Onu söndürmek için kelimelerimi kullanamazdım. Onu söndürmek için ona sarılamazdım. Onu söndürmek, sadece sevdiği o insanı yeniden hayata döndürerek olabilirdi.

O, yanıp tutuşmaya ve ardından küle dönmeye mahkûmdu.

"Ne düşünüyorsun?"

Duru'nun sesi, gözlerimi elimde parça pinçik olan peçeteden ona çevirmeme neden oldu. Eve gitmek istemediğimi söylediğim için Duru'yla her zaman geldiğimiz bara gelmiştik. Biraz kafamızı dağıtıp öyle eve dönmek istiyorduk ama sanırım bu imkânsızdı. Geçen her saniyede daha çok bunalıyordu içim. Sanki biri göğsümün tam ortasına bastırıyor ve nefes almamı engelliyordu.

"Her şeyin çok tuhaf olduğunu."

Her şey tuhaftı, her şey farklıydı. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını fark edeli çok olmuştu ama bu kadarı fazlaydı. Dünyam tersine dönmüştü. Ben ise o tersine dönen dünyamda çırılçıplak savunmasız bir şekilde kalakalmıştım.

"Her zaman istediğim o şeyden oldu." Duru'nun sesi alay doluydu ama keyif almadığını biliyordum. Onun da aklı karışıktı. "Beni bilirsin, her zaman böyle bir hayat istemiştim. Aksiyon dolu, büyülü, mistik... Ne bileyim işte, filmlerdeki gibi bir hayat için yanıp tutuşurdum. İnanırdım çünkü bu tür şeylere ama şimdi... Şimdi o kadar tuhaf hissediyorum ki kendimi. Sanırım korkuyorum." Derin bir nefes aldı. "Üzgünüm. Bunu söylememem gerekiyordu."

Korkabilirdi. Bunu bana söylediği için ona kızacak değildim. Herkes korkardı.

"Ben de korkuyorum. Ödüm kopuyor." Diye itiraf ettim. Diyeceğim hiçbir şey içimi rahatlatamazdı.

Tamay'ın yanından ayrılalı çok olmamıştı. Onun sakinleşmesini beklemiş, bütün bir öğlen boyunca onunla konuşmuştuk. Aslında oldukça soğukkanlı bir insandı ama sadece bir günde bütün verebileceği tepkileri, bütün duygularını görmüştük. Onun hayatıyla ilgili çok şey öğrenmiştik. Tahmin ettiğim gibi sevdiği adamın ölümüne sebep olmuştu. Nasıl olduğuyla alakalı hiçbir şey söylemese de benim için önemli değildi. Bu yaşlı kadının sevdiği adama nasıl ve neden zarar verdiğini merak etmiyordum. Onun pişmanlığı ve acısı merakımı köreltmişti.

"Sana yardımcı olmak isterim." Dedi. Güçlerimi nasıl kontrol etmem gerektiğini bana öğretecekti. Hâlâ bir rüyadaymışım hissinden kurtulamıyordum ama bu duruma kendimi alıştırmaya çalışıyordum. Eninde sonunda tüm bu yaşananlara alışmam gerekecekti çünkü bu benim hayatımdı. Duru'nun hayali benim gerçekliğimdi.

Ona sürekli olarak bayıldığımı ve yakın bir zamanda bayıldıktan sonra hiçbir şeyi hatırlamadığımdan bahsetmiştim. Neden bayıldığımı merak ediyordum ve açıkçası o dağ evinde olanlardan sonra bunu bilmeye ihtiyacım olduğunu biliyordum. Artık aklımdaki her belirsizlikten kurtulmam lazımdı.

"Yakında oldukları zaman enerjin çekilir. Aslında senden daha güçlü değiller ama senden daha bilinçliler. Hiçbir şeyden haberin yokken seni yenmeleri kolaydı şimdiyse ne olduğunu biliyorsun."

Tüm o bayıldığım anlar gözlerimin önünden geçerken donup kaldım. Yakında bir gölge vardı, benim bütün enerjimi çekip alabilecek kadar yakınımda duruyordu. Ben bilinçsizdim ama o beni biliyordu. O, ben güçlerimle tanıştığım andan beri beni takip ediyordu. Evime girmiş, varlığını hatırlatmıştı. O ormanda, o gece benim yakınlarımdaydı.

Bütün vücudum titrerken, "Neden hatırlamıyorum?" diye sordum.

"Bunun cevabını bilmiyorum." Demişti düşünceli bir sesle. "Gölgeler hafızanla oynayamaz. En azından gerçek dünyada."

Kaşlarım çatıldı. "Ne demek bu?"

"Seninle rüyalarında iletişim kurabilir."

Rüyalarım...

Çoğu kez gördüğüm rüyaların korkunç bir kâbus olduğunu düşünürdüm. Tam o an aslında gerçek olduklarını fark etmiştim.

Uyumak bile artık işkenceye dönecekti. Rüyama bana zarar vereceği kesin bir varlığın girip benimle iletişime geçme düşüncesi bile mahvediyordu beni. Kaldı ki gerçekten onunla karşı karşıya gelirsem ne yapardım bilmiyorum.

Gözlerimi kırpıştırıp Duru'nun sorduğu soruya odaklanmaya çalıştım ama çoktan ne sorduğunu kaçırmıştım.

"Hım?" diye bir ses çıktı dudaklarımdan.

"Şuradaki Yankı değil mi?" diye sordu. Çenesiyle işaret ettiği yere bakarken kalbimin göğüs kafesime hızla çarptığını hissettim ve bu hisse lanet ettim. Hayatımda tek eksik olan şey platonik bir aşktı, onun da gelmesiyle bomba gibi bir hayata adımımı atmış olacaktım.

Yankı'nın yüzünü net olarak göremesem de onu tanıyabilmiştim. "Evet, o." Diye cevaplayıp önüme döndüm. Daha fazla oraya bakıp canımı sıkmak istemiyordum. Telefonumu elime alıp saate baktım. 20:23'ü gösteriyordu.

Duru, "Neler oluyor orada ya?" diye söylendi. Telefonumdaki boş bakışlarımı Duru'ya çevirdiğimde kaşlarını çatmış Yankı'nın olduğu tarafa bakıyor olduğunu gördüm. Yüzündeki huzursuz ifade beni de huzursuz ederken bakışlarımı baktığı yere çevirdim.

Yankı'nın yanında duran kızı gördüğümde başta anlayamadım neler olduğunu.

"Sare değil mi o?" diye sordu Duru.

Sare olamazdı. Neden Sare, Yankı'yla birlikte olsundu ki? Daha sabah Yankı'ya sarılarak kapalı bir mesaj vermiştim.

Ya da verdiğimi mi sanmıştım?

Daha önce hissetmediğim bir duyguyla karşı karşıya kalırken boğazıma oturan dikenleri mideme göndermek için yutkunmaya çalıştım. Bu duygunun adını biliyordum ama hiç bilmemeyi diliyordum.

Bu duyguyu vücudumdan da kalbimden de sökmek istiyordum.

Gözlerimi dikmiş ikisi arasında olup biteni anlamaya çalışırken Sare'nin müziğe rağmen duyulabilecek kadar güçlü olan kahkahası kulaklarıma doldu. Yankı'nın yüzünü göremiyordum. O da gülüyor muydu? Kalbimden bir kırılma sesi geldiğine yemin edebilirdim. Kendime de inanmıyordum, karşımda olanlara da. Sare ve Yankı'nın ne ara bu kadar yakın olduklarını anlamamıştım. Sabretmeye çalıştım. İçimde yanıp duran bir ateş vardı. Sare'nin yüzündeki gülümsemeye baktığım her saniye giderek daha da harlanıyordu. Sare ve Yankı'nın görüntüsü içimdeki o ateşe benzin etkisi veriyordu.

"Ne alaka bunlar ya? Anlayamadım."

Oraya bakmamaya çalıştığım her an kendimi daha da dikkatli bakarken buluyordum. Ne konuştuklarını o kadar merak ediyordum ki. Barın önünde dikiliyorlardı. Yankı'nın yüzü onu göremeyeceğim bir şekilde yana dönüktü. İfadelerini seçemiyordum ama Sare netti. Yüzünden aldığı bütün keyif okunuyordu. Üzerinde siyah, oldukça sade ama bir o kadar da çekici bir elbise vardı. Bu akşam için özel olarak giyindiğini anlamak zor değildi. Yankı ise her zamanki gibiydi. Siyahlar içerisindeydi; deri ceketi, siyah boğazlı kazağı ve postallarıyla onu izleme isteğimi tetikliyordu.

İçimden beşe kadar saymaya karar verdim. Yavaş sayacak, sayarken derin nefesler alarak kendimi sakin tutmaya çalışacaktım ama Sare'nin elini Yankı'nın koluna koymasıyla bu kararımdan anında vazgeçmiş ve yerimden kalkarak onlara doğru yürümeye başlamıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum ama bu beni durdurmadı.

Sare'nin gözleri kalabalık içerisinde beni bulduğunda gözlerindeki parıldamayla karşı karşıya geldim. Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü, gözlerine şaşkınlık yansırken, "Efsa?" diye seslendi. Gözlerim Sare'nin yüzünden Yankı'ya kaydığında yanlarına çoktan varmıştım. Onu inceleme isteğime engel olamıyordum. Gergin yüzü her zamanki gibi gördüğüm en yakışıklı şeydi. Artık kendimi kasmanın, germenin bir anlamı yoktu. Onun ne kadar kusursuz olduğunu kendi kendime rahatça söyleyebilirdim.

Ben bu kusursuz adamdan hoşlanıyordum.

Ben bu ifadesiz adamdan gerçekten hoşlanıyordum ve şu an içinde bulunduğum durumdan son derece rahatsızdım.

"Selam." Dedim, bakışlarımı Yankı'dan çekmeden. Bana bakmıyordu. Çenesini öyle bir sıkmıştı ki kasılan her kasını net bir şekilde görebiliyordum.

"Burada olduğunuzu bilmiyordum." Dedi, Sare bana sarılırken. Benden ayrıldıktan sonra da ne zaman peşime takıldığını anlamadığım Duru'ya sarıldı.

"Biz de sizi burada görmeyi beklemiyorduk." Dedi, Duru. Yüzündeki gülümseme sahici olsa da aslında öyle olmadığını anlayabiliyordum. Sorguluyordu ama bunu yaparken asla açık vermiyordu. "Şaşırttınız bizi."

"Ya... Aslında Yankı'yla karşılaştık. Ben bizimkilerle oturuyordum." Diyip parmağıyla arkasında gülerek sohbet eden arkadaş grubunu gösterdi. Bizim okuldan olduklarını biliyordum. Simaları oldukça tanıdıktı. "Onu burada görünce de bir selam vereyim dedim."

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Sare'nin ışıl ışıl parlayan gözleri bir Yankı'ya bir Duru'ya bakıyordu. Heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Sare'nin bu açık heyecanı içimde bir yerin tetiklenmesine neden oluyordu.

Yankı elindeki viski bardağını dudaklarına götürüp küçük bir yudum aldığında onunla birlikte yutkundum. Gözleri Sare'nin üzerindeydi ama çok geçmeden bana çevrilmişti. Tek kaşını kaldırıp bana bakarken ben de ona bakmaya devam ettim. Karşılaşmış olmaları bile içimi rahatlatmıyordu. Onları burada bir arada görmek canımı oldukça sıkmıştı ve şu an için rahatlamam imkânsız görünüyordu.

"Sare, benimle tuvalete gelir misin?" Duru'nun sorusu beni neredeyse güldürecekti. Yankı ve beni yalnız bırakmak için yaptığı bu şey dudaklarımın titremesine neden olurken Sare, "Efsa da gelsin." Demişti. Anlatacağı şeyler olduğu her halinden belliydi.

"Gidin siz." Dedim gözlerimi Yankı'ya çevirirken. "Yankı'ya sormam gereken bir şey var. Makaleyle ilgili."

Yankı'nın gözlerimde olan gözleri tehlikeli bir parıltıyla parladığında tatlı tatlı gülümsedim ama aslında ona karşı öfkeliydim. Duru ve Sare yanımızdan uzaklaşırlarken bütün bedenimi Yankı'ya çevirerek kollarımı göğsümün üzerine bağladım ve, "Sana da selam." Dedim. Ses tonum iğneliydi. "Eğlenceli bir akşam, ha?"

"Pek sayılmaz." Dedi. Bar taburesinin üzerine, Yankı'nın hemen yanına oturdum ve şaşırdığımı belli edercesine, "Aaa, neden? Sare ve sen uzaktan oldukça eğleniyor gibiydiniz." Diye sordum.

"Beni eğlenirken hayal edebiliyorsan renkli bir hayal gücün var demektir." Alaycı çıkan sesi karşısında, "Seni eğlendirecek hiçbir şey yok mu?" Diye sordum. Çenemi elime dayayarak ona ilgiyle baktığım sırada hiç beklemediğim bir şey yaparak bana doğdu eğildi. Siyah saçları her zamanki gibi dağınıktı. Alnına dökülen tutamları ellerimle arkaya doğru itme isteğime zar zor karşı koyarken burnuma beni sarhoş eden kokusu doldu. Ona belli etmeden derin bir nefes çektim içime.

Böyle kokmak yasak olmalıydı.

"Sence var mıdır?" Diye mırıldandı iyice dibime sokulurken. Çenem yasladığım elimden bir an için kaydığında kendime geldim.

"Ne var mıdır?" Diye sordum salak gibi. Sorduğum an pişman olmuştum.

Dudağının bir kenarı usulca havalandı. "Aslında biliyor musun, sanırım var."

"Ne?"

"Bana olan borcunu ödeyeceksin. Tam da şu an." Gözleri barmene döndü ve 6 tekila shot istedi.

Kaşlarım çatıldı. "Ne borcu?"

"Hafızanı yokla. Çok da uzak sayılmaz."

Dediğini yaptım. Ona ne zaman borçlandığımı düşündüm. Hatırlamak fazla zamanımı almamıştı. Duru'yu birlikte beklediğimiz gün konuşulanlardan bahsediyordu. O gün ona hem borçlanmış hem de bir ceza kazanmıştım. Henüz ikisini de yerine getirmediğimi biliyordum ama çoktan unuttuğunu düşünmüştüm.

Kaşlarım çatılı bir şekilde barmenin önüme dizdiği küçük bardaklara bakarken düşüncelerim duygularımdan daha ağır bastı ve barmenin doldurmak üzere olduğu bardağı elimle kapattım. "Doldurmayın." Dedim kesin bir şekilde. "İçmeyeceğim."

Bana sorgulayan gözlerle bakan Yankı'ya döndüm. "Bugün eve dönmem lazım. Annemle konuşmam gereken şeyler var."

Eğer eve gitme gibi bir derdim olmasaydı şu an, burada Yankı'nın isteğini yerine getirebilirdim. Onunla vakit geçirmek istediğimi biliyordum ve artık her şeyi kendime itiraf ettiğime göre geri çekilmenin bir anlamı yoktu. İsteklerime karşı çıkamazdım.

"Daha sonra olsun." Dedim.

Yankı'nın şaşırdığını görebiliyordum. Onu geri çevirmem, isteğine karşı çıkmam benden beklenen bir şeydi. Sanki Yankı'yla ona karşı çıkmam ve birbirimizi sinir etmek için tanışmıştık. En azından bugüne kadar öyle davranıyordum. Ama şimdi, Yankı'yı reddetmiş ama bunun sadece bu akşam için olduğunu belirtmiştim.

Bu, tuhaf bir gelişmeydi.

"Sare ile ne konuşuyordunuz?" diye sorarken bakışlarımı ondan uzaklaştırmıştım. Barmenin içkileri hazırlayışını izlemeye başlarken pişman olmamak için düşünmemeye çalıştım. Merakımı gidermem gerekiyordu, yoksa bu gece uyuyamazdım.

"Ne o, merak mı ettin." Sesindeki alayı umursamadım.

"Senin gibi biriyle ne konuşabildiğini merak ettim, evet."

Barmenin bakışları bana çevrildiğinde gülümseyerek, "Cin tonik alabilir miyim?" diye sordum.

"İçmeyeceğini sanıyordum."

"6 shot beni bayıltırdı. Sadece bir cin tonikle bir şey olmaz."

Yorumda bulunmadı. Viskisini yanımda yudumlarken Duru ve Sare'nin nerede kaldığını merak ettim. Duru ne yaptıysa Sare'yi güzel oyalıyor, Yankı ve benim için zaman yaratıyordu. Onu ne kadar sevdiğim hakkında bir fikri var mıydı acaba?

Gülümsedim. Bu sırada barmen önüme içeceğimi bırakmış ve yüzümdeki gülümsemeyi kendine algılayıp o da bana gülümsemişti. "Afiyet olsun." Dedi, sesi ilgiliydi.

"Teşekkürler." Yeniden gülümsedim ama tamamen öylesine bir gülümsemeydi.

"Seni buralarda daha önce görmedim. Yeni misin?"

Kaşlarım neredeyse çatılacaktı ama yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. Bakışlarım hızlı bir şekilde karşımdaki adamı inceledi. Yeşil gözleri, uzun ama seyrek kirpikleri, çenesindeki küçük gamze ve hafif kemerli burnuyla çekici biriydi. Açık kumral saçlarını sıkı bir şekilde topuz yapmıştı. Onu burada daha önce görmediğimi biliyordum. Büyük ihtimalle işe yeni başlamıştı.

"Siz yeni başladınız herhalde." Diye yanıtladım onu. İçeceğimden küçük bir yudum aldıktan sonra kaşlarımı kaldırarak gülümsedim. Tam bu sırada yanağıma yerleşen eller sıkı bir şekilde başımı yan tarafa döndürmüş ve şok içerisinde kalmama neden olmuştu. Uzun, kemikli parmaklar sıkı sıkıya çenemi tutarken gözlerim Yankı'nın çatık kaşları altındaki siyah gözlerine kilitlendi. Ellerinin benim tenimin üzerinde olması kalbimin ipinin kopmasına neden olmuştu sanki. Biraz sonra ikimizin de arasına düşecek ve işlenen bu cinayetin iki sorumlusunun ayakları altında ezilecekti.

Tutuşunda dolayı öne doğru büzülen dudaklarıma kayan gözleri çok fazla oyalanmadan yeniden gözlerimi buldu. "İşine bak." Dedi sertçe. Bunu bana demediğini biliyordum. Barmene hitaben konuşuyordu ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmamıştı. "Yoksa yeni bir iş aramak zorunda kalırsın."

Çenemi sıkı sıkıya kavrayan ellerine iki elimle tutundum. Buz gibi kesilen parmaklarım sıcacık tenine değdi. Onun temasını kesmek istemiyordu bir tarafım ama bir tarafım ise bu yaptığı hareketin mantığını sorgulamak istiyordu. Beni bu şekilde hâkimiyeti altına alamazdı. Kaldı ki bunu neden yaptığını bile bilmiyordum.

Yutkunduğum sırada ellerimin altında olan ellerine tırnaklarımı geçirdim ve kendimden uzaklaştırmak istedim ama o izin vermedi. "Huysuz kedimiz gülümseyebiliyormuş." Kaşlarım çatıldı. Sesindeki öfke bana mı yöneltilmişti? Oturduğum tabure üzerinde kayarken kalkmak için hareketlendim. Uzun tırnaklarım hâlâ elleri üzerindeydi, daha fazla bastırdım ve etine geçirdim. Hiçbir şey hissetmediğini bana ifadesizce bakan gözlerinden anlayabiliyordum. Gözünü bile kırpmıyordu. Büzülen dudaklarımın üzerine başparmağını bastırıp bütün vücudumu bir titremeye esir ederken bir elinin parmakları belime saplandı. Kalçam oturduğum taburenin en ucundaydı, bir ayağım neredeyse yere değiyordu ve eğer karşımda beni tutan bu adam izin verirse kalkıp uzaklaşabilecektim ama dalga geçercesine bana daha da yaklaşıyor, viski kokusunun karıştığı kendi kokusuyla beni sarhoş ediyordu.

Önce beni kendine daha fazla çekti, kasıklarım onun beline hizalıydı. Eğer başka bir şey yapıyor olsaydık kolaylıkla bacaklarımı onun beline dolayabilir ve kendimi ona bastırabilirdim.

Düşüncelerimden dolayı kupkuru kesilen dudaklarımı hızlıca ıslatıp, "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Afallamıştım ve dediği şeyleri anlayabilecek kadar zeki hissetmiyordum kendimi.

Teması, kokusu, bakışı, karşımdaki her şeyiyle beni kendimden geçirmişti ve bu sadece saniyelerini almıştı. Hipnoz olmuş gibiydim. Gözlerimi gözlerinden ayıramıyor, ayırsam bile sadece dudaklarına bakabiliyordum. Gecenin yıldızları göğsüme serpilmiş, sivri uçları ise Yankı'nın dokunduğu yerlerimi delmeye başlamıştı.

"Herkese gösterdiğin o gülümsemeyi dudaklarından koparıp atarım." Dedi, sakince ama sakin görüntüsünün altında kopan fırtınaya gözlerinden şahit olmuştum. Anlam veremedim. Barmene gülümsememden mi bahsediyordu? Bunu kendine neden dert ediyordu ve neden beni bu derece esir ediyordu kendine? Her zerreme dokunuyordu. Aklıma gelen fikir her ne kadar uzak bir ihtimal de olsa bir tarafım memnuniyetle büzülmüştü. İçimde ılık ılık akan bir duygu vardı susturmak istemediğim.

Farkındalığım yavaş yavaş kendine gelirken onun belimdeki parmakları gevşemeye başladı. Uzaklaşacağını hissettiğimde bacaklarına değen bacaklarımı ona doladım ve bana yaptığını yaptım. Onu bacaklarımın arasına hapsettim. Gözleri ona dolanan bacaklarıma indi, şaşırmıştı ama uzaklaşmadı. Şu an nasıl bir pozisyonda olduğumuzu hayal edemiyordum. Dışarıdan görenlerin bizi birbiriyle tartışıp duran iki kişi değil de, iki sevgili gibi gördüğüne emindim.

Adem elmasının aşağı-yukarı hayal ettiğini gördüğümde yanaklarımın üzerindeki ellerini yavaşça aşağı indirdim, bu sefer beni engellememişti. "Ne?" diye sordum tekrar söylemesi için. "Anlamadım?" Cevap vermedi. Gözleri dudaklarıma indi.

İçtiğim birkaç yudumun beni bu denli yerimde sallaması, gözlerimin odağını bu denli bozması mümkün değildi. Bütün vücudum bir sarhoşun vücudu gibi hafifti. Bir sarhoşun vücudunun rüzgarla karşı karşıya kaldığı anki gibi her an sallanabilirdim. Vücuduma baskı yapan vücudu olmasa, ondan bir ya da iki adım geri dursam kesinlikle yerimde sallanırdım. Beni sarhoş eden alkol gözlerinden gözlerime akıyor, bedenimi sallayan rüzgar teninden tenime çarpıyordu. Ona yaslı duran bedenim, ona dolanan bacaklarım, bileklerini sıkı sıkıya tutmuş ellerimle her bir hücrem ona temas ediyordu. Vücudumda bana ait olan her şey ona çekiliyor, vücudumu terk etmek istiyordu. Ateş gibi sıcaktı teması. Onun sıcaklığına mecburmuş gibi hissetmekten kendimi alamıyordum.

"Yankı..." diye mırıldandım, bileğinin iç kısmını yavaşça okşarken. Bana cevap vermesini istiyordum. Ben soru sorduğumda aklıma doluşan her bir düşünceyi, her bir soru işaretini bir çırpıda silsin istiyordum. İkna olmak istiyordum. "Herkese gülümsemem sorun mu?"

Kuruyan dudaklarımı ıslatma ihtiyacımı onun bana bakışları altında gerçekleştirdiğimde derin bir nefes alıp başını yukarıya kaldırdı ve boynuyla karşı karşıya gelmeme neden oldu.

Ondan cevap beklerken beyaz, pürüzsüz boynuna bir an için dudaklarımı bastırmak istedim ama ben daha düşüncelerimin saçmalığının farkına varamadan başını indirmiş, gözleri arkamdaki bir noktaya sabitlenmişti. Yüzü saniyeler içinde gerildi. Çatılan kaşları arkama bakmak istememe neden olmuştu. Aramızdaki olan bu şeyin, her neyse, saliseler içinde bozulduğunu fark etmek zor olmamıştı. Bacaklarına doladığım bacaklarımı çözdüm ve kendimi Yankı'dan geri çektim. Yokluğunun bıraktığı boşluk hissine odaklanmamaya çalışarak baktığı yere döndürdüm bedenimi.

Biraz ilerimizde Sare ve Duru'nun uzun boylu, yapılı bir adamla konuştuklarını gördüm. Duru'nun ilgiyle baktığı adamı daha önce görmediğimden emindim ama yine de onu incelememe engel olamamıştım. Koyu kahverengi saçları, yine koyu renk gözleri vardı. Sert yüz hatları vardı ama yüz hatlarının aksine kızlarla konuşurken gülümsüyordu ve bu da yüzünün biraz olsun yumuşamasına neden oluyordu. Geniş omuzları Duru'nun dediği bir şeyle sarsıldı ve dudakları arasından tok bir kahkaha çıktı.

"Kim bu?" diye sordum ister istemez. Yankı'nın bakışlarından ve gerilen bedeninden tanıdığı biri olduğunu anlamıştım ama kim olduğuyla ilgili bir tahmin yürütmem zordu.

Sare'nin bakışları Yankı ve benim aramda gidip gelirken gülümseyerek el salladığını gördüm. Bu hareketi adamın bakışlarının bize doğru dönmesine neden olmuştu. Dudaklarındaki gülümsemeyle birlikte önce bana baktı ve sonra ne renk olduğunu çözemediğim gözlerini Yankı'ya çevirdi. Gülümsemesindeki titremeyi aramızdaki mesafe ve karanlığa rağmen görebilmiştim.

"Ayaz." Dedi, Yankı. Ses tonundaki ifade ürkmeme neden olmuştu. Ayaz'ın kim olduğunu ya da Yankı'nın onu nereden tanıdığını bilmiyordum. Yankı'nın sesindeki ifadeye anlam yükleyemeden yeniden konuştu. "Abim."

Şaşkınlık içerisinde, "Abin mi?" diye sordum. Doğru duyduğumu biliyordum ama şaşırmıştım. Gözlerimden yansıyan soru işaretlerini Yankı'nın suratına serperken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Çok da memnun değil gibiydi. Sanki abisi değildi karşısında duran, nefret ettiği bir düşmanı vardı karşısında. "Yüzündeki ifadeyi anlayamadım." Dedim düşüncelerimi belirtirken. "Ondan hoşlanmıyor gibisin."

Gözleri gözlerime çevrildiğinde bir adım gerilememe neden olan o bakışı gördüm. Kalçam arkamdaki tabureye yaslandı. "Doğru tahmin." Sesindeki keskinlik şaşırmama neden olmuştu. Bana bu kadar açık olmasını beklememiştim.

"Neden?" diye sordum haddim olmadığını bilerek. Bu kadar meraklı biri değildim ama şu an yaptığım şey beni rahatsız bile etmemişti. İlk defa onun hakkında bir şeyler öğreniyordum ve bunu sanırım fırsat olarak görmüştüm.

"Hislerimiz karşılıklı."

Kaşlarım havalanırken bakışlarımı yeniden Ayaz ve Duru'ya çevirdim. Duru'nun adamdan hoşlandığını anlamamak için kör olmak gerekirdi. Yüzündeki flörtöz gülümseme ve bakışlarındaki ışıltı kendini ele veriyordu. Duru böyleydi işte. Birinden hoşlandığı zaman bunu göstermeye çekinmezdi. Kendini geri çekmez ve duygularını açık açık yaşamaktan korkmazdı.

Bize doğru yürüdüklerini gördüm. Yankı'nın yanımda bir şeyler mırıldandığını duyduğumda bakışlarım ona çevrildi. Bardağındaki viskiyi kafasına dikip bir yudumda içtikten sonra ellerini belime getirip beni kendine doğru çekmiş ve daha ne olduğunu anlayamadan onun yanında yerimi almıştım. Bedenimi bedenine yaslarken oldukça sakin görünüyordu ama gergin bedenini omuzlarıma değen omuzlarında hissedebiliyordum.

"Bakın kiminle tanıştık." Sare'nin neşeli sesiyle Yankı'nın parmakları belime daha da sıkı tutundu. Ona kısa bir bakış atıp karşımda bir bana bir Yankı'ya gülümseyerek bakan adama döndüm. Sanırım Yankı'nın gerginliği benim de gerilmeme neden olmuştu. "Ayaz ben." Diyerek elini uzatan adamı hızlıca inceledim. Uzaktan rengini çözemediğim gözleri artık tam karşımdaydı. Yankı'nın gözlerinin tek olduğunu, sadece onun siyah gözlere sahip olduğunu düşünürdüm ama karşımda el sıkıştığım adam bu düşüncemin üzerine koca bir çizik atmıştı. En az Yankı kadar göz alıcı görünüyordu.  

"Efsa." Diye mırıldandım. Sesimdeki gerginliği fark eden Duru, bakışlarını adamdan bana çevirdi ve çatık kaşlarla beni incelemeye başladı.

"Memnun oldum. Yankı'yla okuldan mı arkadaşsınız?" Zaten bildiği bir soruyu sorduğunu belirten bir ifade vardı yüzünde. Yankı'ya bakmadan doğrudan benim gözlerime bakarak konuşması ve tüm dikkatinin üzerimde olması rahatsız hissetmeme neden olurken, "Evet." Diye yanıtladım onu. "Aynı sınıftayız."

Kaşları hayretle havalandı ama aslında şaşırmadığını anlamak zor değildi. "Yankı okula gitmeyi uzun süre önce bıraktı sanıyordum."

Ne diyeceğimi bilemedim. O ikisi arasındaki problem her neyse buna dahil olmak istemiyordum. Yankı'nın dokunuşu altında zaten yeterince kötü hissederken bir de Ayaz'ın sorgulamasına dahil olmak giderek daha da görünmez olmak istememe neden oluyordu.

"Fikrimi değiştirdim ve gitmeye karar verdim." Yankı'nın sert sesi bakışlarımı üzerine çekti. Abisine karşı olan nefretini gözlerinden görmek beni derin bir meraka sürüklerken ona sorsam bile öğrenemeyeceğimi biliyordum. Hayatı hakkında hiçbir bilgim yoktu ve yanımdaki adamın kendini açmaya niyetli olmadığını biliyordum. Dudağımı tedirgin bir şekilde dişlerken gözlerimi ondan alamadım. "Ne işin var burada?" Diye sordu.

Ayaz biraz ilerdeki masayı çenesiyle işaret ederken giderek keyifli görünmeye başlamıştı. Onun keyfi beni geçen her saniye daha da rahatsız ediyordu. "Arkadaşlarımla bir şeyler içmeye geldik. Böyle güzel bir sürprizle karşılaşacağımı bilmiyordum..." Önce Duru'ya, sonra ise bana baktı. Gözleri Duru'nun üzerinde olması gerekenden daha fazla oyalandığını fark etmiştim.

Yankı ve Ayaz'ın arasında bir fırtınanın başlangıcını gördüm. Havada fark edilir bir soğukluk, mekandaki tüm gürültüye rağmen sağır edici bir sessizlik içerisinde geçti birkaç saniye. Gözleriyle kavga ettiklerini düşündüm bir an. Aralarında kimsenin bilmediği bu problem saniyeler içerisinde onları taştan, ruhsuz birer heykele dönüştürmüştü.

Yankı derin bir nefes aldı ve fırtınalı gözlerini gözlerime çevirdi. "Sizi eve bırakayım." Derken sanki itiraz kabul etmeyecek gibi çıkıyordu sesi. Bu emrivakisi normalde beni öfkelendirir ve ona karşı çıkmama neden olurdu ama şu an itiraz etmek istemememe neden olan bir şeyler vardı bakışında. Yutkunarak başımı salladım ve onu usulca onayladım. Bir an gözleri bu teslimiyetim karşısında şaşkınlıkla parladı.

O da beni biliyordu. Beni, benim istemeyeceğim bir şekilde tanımaya başlamıştı. Her ne kadar buna engel olmak istesem de, onu benden uzakta tutmak için çabalamanın yersiz olduğunu biliyordum. Attığım her adım ona çekiliyordu. Sanki zıt kutupları taşıyan bir çift mıknatısa sahiptik ikimiz de. Baktığım her yerde onu görmek istediğimi, onunla konuşmak için ne kadar hevesli olduğumun farkına varmışken elimdeki o mıknatısı atmaya hiç niyetim yoktu.

Yankı belimdeki eliyle beni kapıya doğru yönlendirmeye başlamadan önce Ayaz ve Sare'ye kısa bir bakış attı. Benimse tek baktığım arkada bir Ayaz'a bir de Yankı'ya şaşkın bakışlar atan Sare'ydi. O da şaşırmıştı neler döndüğüne. İki kardeşin böyle bir düşmanlığı karşısında ne düşünebilirdi ki bir insan?

Sare'nin şaşkın bakışları bana döndüğünde mahcup bir şekilde gülümseyip el salladım ve önüme döndüm. Adımlarım Yankı'nın adımlarına yetişmeye çalışıyordu. Onu biraz yavaşlatmak isterken, "Duru bu gece bende kalacak." Diye mırıldandım. Kapıdan çıkarken soğuğun yüzüme çarpması içine düştüğüm gergin ortamdan dolayı gerim gerim gerilen kaslarımı  kendine getirmişti.

"Efsa, annen evde olacak. Onunla konuşmak istemez misin?" Diye sordu Duru. Arkamızdan gelirken sesindeki tereddütü duydum.

Tamay'ın dediği şeyler zihnime kurumuş bir sonbahar yaprağı gibi uçuşmaya başladı. Duru'nun tereddütü yaşadığım o anları bir daha hatırlatmıştı. Tamay'ın dediklerini bana hatırlatmak istediğini anlamıştım.

"Senin gücünü veren şey, ailenden geliyor. Durup dururken böyle bir güçle lanetlendiğini düşünmedin, değil mi? Bu lanet, ailenin sana verdiği bir miras."

Ailemden birinin de benim gibi olması gerektiğini söylemişti. Aklıma annemden başka kimse gelmiyordu çünkü benim tek ailem oydu. Tanımadığım babamdan şüphelensem de onun bu laneti bana bıraktıktan sonra ortadan kaybolduğu düşüncesini bir süreliğine rafa kaldırmıştım. Bu düşünce bazı zamanlarda katlanılmaz bir hâl alabilirdi, şimdiden olacakları görebiliyordum.

"Senin yanımda olmanı istiyorum." Dedim, kısa bir tereddütten sonra. Duru'yu bu işe bulaştırmak istemesem de ona ihtiyacım vardı. Ateşler içinde yanan bir yolda benimle birlikte hiç düşünmeden o yola atlayabilecek ve benimle adımlayabilecek tek kişiydi o. Onsuz hiçbir şeyin üstesinden gelemeyeceğimi biliyordum.

"Önemli bir konu mu?" Yankı'nın arabasının önünde olduğumuzu kilidin açılma sesini duyduğumda fark ettim. Sabahki bozulan arabadan farklıydı ama model olarak altta kalır bir yanı yoktu. Duru beni beklemeden arka koltuğa yerleştiğinde Yankı hâlâ belimden tutuyor ve oturmama izin vermiyordu. Derin bir nefes çektim ve soğuk havanın ciğerlerime yerleşmesine izin verdim. "Ailevi bir mesele." Yalan değildi. Gerçekten ailemizle ilgili bir konuydu.

Başı hafifçe yana eğildi. Katran gözleri usulca, acelesiz bir hareketle tüm yüzümü incelerken bana inanmadığını düşündüm. Hatta öyle bir bakış yerleşmişti ki gözlerine, benim içimdeki huzursuzluğu okuyabiliyor, kasveti her soluğunda içine çekiyormuş gibi bakıyordu. Bir şeyler döndüğünü anlamış olma ihtimaliyle burun buruna geldim. Böyle bir şeyin imkânsız olduğunu bilsem de gerilmiştim.

"Yaramazlık mı yaptın?" Diye sordu alayla.

Gözlerimi devirdim. Hayatımda neler olup bittiğini yüzümden okuduğunu düşünmenin ne kadar saçma olduğunu bir kere daha anlamıştım. Bir adım geri çekilip ondan uzaklaşırken, "Ben yaramaz bir kızım." Diye söylenmeden edemedim. Benimle alay ediyorsa, ben de oyununa ortak olurdum.

Onun cevabını ya da bana olan tepkisini beklemeden arabaya bindim ve kapıyı ona bakmadan kapattım. Bu sırada gözlerim aynadan Duru'nun gözleriyle kesişmişti. Arkadan bana kaş göz yapıyor, imalı bir şekilde sırıtıyordu.

Evime giderken konuşmadım. Duru'nun soruları benim soru sormama engel oluyordu.

"Ayaz'la gerçekten kardeş olduğunuza inanamıyorum." Diye başladı sorularına.

Yankı'nın parmak boğumları direksiyonu sıkı sıkıya tutmasından dolayı beyazlamıştı. Gergin bir şekilde dudağımı dişleyip cevabı bekledim.

"Babalarımız aynı." Dedi, beni şaşırtmadan hemen önce.

"Sanırım pek sevmiyorsun onu? Çok gergin bir ortamdı."

"Öyle."

Dudaklarım arasından bir oflama çıktığında arabadaki kimse bunu beklemiyordu. Ben bile. Bu tepkim Yankı'nın kapalı kutu olmasınaydı. Duru'nun sorularının biraz olsun dilini çözmesini ummuş ve beklemiştim ama onun dilini çözecek hiçbir şey yoktu anlaşılan.

"Huysuz kedinin canı sıkılmış." Diye mırıldandı. Sesinde ufak bir keyif duyduğumu sandım ama üstünde durmadım. Bana ikidir huysuz kedi diyor ve benim daha da huysuzlanmama neden oluyordu.

"Tırnaklarımı kullanmaktan çekinmem." Sesim isteğim dışında hırçın çıkmıştı.

"Üzerimde mi kullanacaksın?" Gözleri bana döndü ve yüzündeki muzip ifadeyi görmeme izin verdi. Gözlerim onun yakışıklılığı ve tatlılığı karşısında kırpışırken, "Kanatırım." Dedim. Dediği şeyin hayali zihnimde çok farklı bir şekilde canlanmıştı. Yutkundum.

"Kanat."

Dili dudakları üzerinde gezindi ve benim bakışlarımı tamamen oraya çekti. Dikkatim de ondaydı, gözlerim de. Arkada oturan Duru'nun varlığını bile bir an için unutmuştum. Sanki arabanın içinde bir o vardı. Kulaklarım uğuldadı, gözlerim sadece ona odaklandı, etraftaki her şey bir an için aydınlanmıştı. Tehlikeli bir yol ayrımında gibi hissetmeden edemedim. Hissettiğim şeylerin bu kadar dalgalı olmasının, bu kadar hızlı büyümesinin ne kadar tehlikeli olduğunun farkındaydım. Yankı gibi birinden bir şey beklemiyordum, beklentilerim yoktu. Yine de bir şeylerin olmasını istemem, özellikle de hayatımda dünya kadar büyük bir problem varken, beni gözü dönmüş biri yapmazdı. Ben sadece bu yoğun hisleri tatmak istiyordum.

Duru'nun arabanın kapısını açtığını duyana kadar gözlerimin üzerindeki buğu kalkmadı. Bu ne kadar sürdü bilmiyordum ama rahatsız olmuştum.

Böyle bir anı daha önce yaşadığımızı fark ettiğimde dudaklarımdan kısa bir gülümseme geçti. O anın aynısı yansımıştı geçen dakikalarımıza. İnmek için bir hamle yapmadım. O da beni göndermek için acele etmedi. Duru'nun bizi rahat bırakmak için eve çıktığını biliyordum. Bu yüzden rahat bir şekilde ona döndüm ve onu beni izlerken yakaladım.

Sabah olanları kastederek, "Bugün evimin önünde yeterince vakit geçirdik." Diye takıldım ona.

"Bugün evinin önünde yeterince araba bozduk."

Dudaklarım bir gülümsemeyle ödüllendirildiğinde parlayan gözleri dudaklarıma düştü.

Aklım uçmuştu. Gözleri dudaklarımdayken sağlıklı düşünme yeteneğimi tamamen kaybetmiştim ama yine de konuşabildim. "Umarım bir problemi yoktur."

"Olmadığına eminim." Diye mırıldandı.

Bakışlarım camdan dışarı döndü. Salonumuzun ışıklarını gitmem gerektiğini hatırlamamı sağlamıştı.

"Gitmeliyim." Kapı koluna giden elimi sabahki yaptığından farklı bir şekilde durdurdu. Konuşarak.

"Benden alman gereken bir cevabın yok mu?" Sorusu kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Zihnimde ondan almak istediğim her cevap uçuşmaya başlamıştı. Birçok cevabın arasından en baskın çıkanını hatırladım. Bu gece ona sorduğum sorudan bahsediyordu.

Bu konuşmayı çok daha uygun bir zamanda yapmak istiyordum. Ona bu gece sorduğum şeyin cevabını elbette merak ediyor ve bir an önce almak için yanıp tutuşuyordum ama uygun bir zaman değildi. Her şey bu kadar üst üste gelmişken bu arabanın içinde konuşmak istemiyordum. Bu yüzden bu konuyu ertelemeye karar verdim. "Bir tek sarhoşken meraklı biri oluyorum." Dedim, küçük bir çocuk gibi burun kıvırırken. Bunu zaten biliyor olması gerekirdi. Onda kaldığım gece birlikte şarap içtiğimizde bana bunu kendisi söylemişti.  O gece, onun hayatına en fazla dahil olduğum geceydi.

Gözlerini devirirken küçük bir homurtu çıktı ağzından. Ben ise onun bu tatlı haline gülümsemeden edemedim. İşte tam da o anda oldu her şey. Ben daha ne olduğunu anlamadan belimden tutup kendine çektiğinde ani hareketi karşısında dengemi kaybedip üzerine sendeledim. Diğer eli ise barda yaptığı gibi yanaklarımı sıkıştırmıştı. Yüzü yüzümün sadece birkaç santim uzağında duruyordu. Burnu ise burnuma değdi değecekti. Şok içerisinde bakakaldım. Bakışlarım dudakları hariç bir yere bakarsa cezalanacağımı düşündüm ve ferah solukları dudaklarıma çarparken sadece onlara baktım.

"Ne yapıyorsun?" Diye sordum, fısıltıdan farksız çıkan sesimle. Bir elim yanaklarımdan boynuma kayan eline tutundu. Diğer elim deri ceketinin yakasındaydı. Tüm vücudum ateşler içerisinde kavrulurken solukları içimde yanan ateşi harlıyordu. Ağzımın içi kupkuru kesilmişti. Kilometrelerce sıcak bir güneşin altında yürümüş gibiydim.

"Sen ne yapıyorsun?" Boğuk çıkan sesi vücudumu titretti.

Saf saf sordum. "Ne yaptım?"

Başparmağı tıpkı barda yaptığı gibi dudağımın üzerine konumlandı. Yarattığı baskı iç çekmeme neden olmuştu.

"Bir daha bu şekilde gülümsersen..." Yakıcı bir his kapladı içimi. Bütün organlarım o hisle küle dönecekti, bundan kaçışım yoktu. İlk önce kalbime damladı. Kalbimin eriyip diğer organlarıma damladığını hissettim. Karnımdaki iğneler dudaklarıma değen soluklarıyla kasıklarıma iniyor, tatlı bir sızıyı yaratıyordu.

"Ne yaparsın?" Diye sordum, başparmağı alt dudağımı serbest bıraktığında. Nefes nefeseydim. Hayatımda ilk defa tahrik olmuş, ilk defa bir adamı öpmeyi bu kadar arzulamıştım. Kasılan karnım, birbirine bastırdığım bacaklarım artık canımı acıtıyordu. Onun sadece santimler uzağımda duran tenine uzak olduğum her saniye tenim iğneleniyordu.

Bir eli çenemi sıkıca kavradı ve başımı ufak bir hareketle yukarı kaldırdı. Gözlerim gözlerine kilitlendi ama çok uzun sürmemişti bu bakış. Sıcak, yumuşak dudakları çeneme dokunduğunda gözlerim hissettiğim yoğunluktan kapandı. Çenemi öpmüştü, dudakları hâlâ tenime değiyor beni ateşiyle ödüllendiriyordu. Titrek bir soluk çıktı dudaklarımın arasından. Çenemi sıkı sıkıya tutan eline tırnaklarımı geçirdim ama bu hareketim onu uzaklaştırmak için değildi. Onu yakınımda tutmak içindi.

Dudaklarını çenemden uzaklaştırmadan konuştu. "Dudaklarını bir daha gülümseyemeyeceğin duruma gelene kadar öperim."

Nefesim kesildi. Bunu hayal etmek bile bacaklarımı titretiyordu. Elleri arasında duran çenemi dudaklarına sürttüğümde kısık bir hırlama çıktı dudaklarının arasından. Benim ona karşı hissettiğim şeyleri o da bana karşı hissediyor muydu? O da benim kadar tahrik olmuş muydu yoksa sadece ben mi bu durumdaydım?

"Nasıl?" Diye sordum, ateşe barutla giderken.

"Uyuşana kadar durmam." Dudakları her kelimede çeneme çarpıyor, beni temasıyla köreltiyordu. Ona karşı çıkamazdım. Eğer beni tam şu anda öpse onu durdurmak için tek bir hamle yapmazdım. Eğer bir süre daha böyle şeyler fısıldamaya devam ederse bütün direncimi yitirecek ve o istediği şeyi ben ona yapacaktım.

"Buna hakkın var mı?"

"O hakkı kazanabilirim." Burnu yanaklarıma dokundu ve derin bir nefes aldığını duydum. "Tıpkı senin yaptığın gibi."

Benim yaptığım gibi... Ne demek istediğini anlamadım ama sormadım da. Çünkü onun ağzından dökülen çoğu şey benim için koca bir soru işaretiydi ve öğrenmek istediğim onca şey arasına sadece bir şey daha eklenmişti. Zihnim yakınlığımız karşısında zaten yeterince uyuşmuştu. Bir şey düşünemeyecek kadar mahvolmuş hissediyordum.

Birden içinde bulunduğum bu dengesiz durum yüzünden kendimi acınası hissettim. Düşüncelerime kadar sızan bir adamı nasıl bu kadar yakınımda tutabiliyordum? Kendimi bu kadar güçsüz duruma nasıl düşürebiliyordum? Ben buzdan olduğumu düşünürken, mantığımı her zaman her şeyin önünde tutarken şu an yaptığım bu şey oldukça çelişiyordu benliğimle. O buzlar çoktan erimişti ama bu kadar güçsüz olamazdım. Acı içindeydim.

Hissettiğim pişmanlık kendime olan öfkeye dönüşürken öfkem gözümün önündeki perdenin kalkmasına neden oldu. Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim, büyülenmiş gibi titreyen kalbimi yatıştırmaya çalıştım ve tırnaklarımı bir kere daha çenemde duran eline sapladım. Bu sefer onu uzaklaştırmak için yapmıştım.

Başımı dudaklarının temasından uzaklaşmak için yana çevirirken küçük bir titreme geçti vücudumdan. Buna rağmen ondan biraz olsun uzaklaşabilmiştim.

"Gitmem gerek." Sesim buz gibiydi. Ondan uzak durmam ve tüm bu hislerimi biraz olsun yatıştırmam gerekiyordu.

Derin bir nefes alıp belimdeki ellerini geri çekti ve yerime geri oturmama izin verdi. Onun bu hakimiyeti beni savunmasız bırakıyordu. Bu şekilde ona bağlanmak, onun dokunuşlarına esir olmak istemiyordum.

"Sen bu kaçmalara alıştın."

"Kaçmıyorum." Ters ters yüzüne bakarken bu sefer o gülümsedi. Bana inanmadığını belli eden bir gülümsemeydi bu. Ben de kendime inanmıyordum, ki zaten tamamen yalan söylemiştim. Ondan kaçıyordum ve aslında kaçmak zorunda hissediyordum. En azından şimdilik.

"Her kaçış bir kovalama doğurur." Sesindeki keskinlik boğazıma bir yumruyu oturttu. Bakışları bir tuğla misali üzerime yığılmıştı. "Ama ne sen tavşansın, ne de ben bir avcı."

Ondan bir adım geri gidince onun benden on beş adım uzaklaştığını neredeyse unutmuştum. Gözlerinden gözlerime yansıyan soğukluk bunu bana acı bir şekilde hatırlatırken bir an için o yakınlığı yeniden arzularken buldum kendimi. Her şeyi yıkmıştım, etrafa saçılan parçaları tek başıma ortadan kaldırmam mümkün değildi. O parçalar ben ona yetişinceye kadar aramızda kalacaktı.

Belki de böylesi daha iyidir, diye fısıldadı köşesine sinmiş olan mantığım. Yankı'dan hoşlandığımı kabul ettiğimden beri sesini çıkaramaz hale gelmişti, beni cezalandıracağını biliyordum. Senelerdir zihnimden kopmayan o yanımı bir seferde silip atabilmiş, görmezden gelebilmiştim ama şimdi yeniden buradaydı işte. Yeniden olması gereken şeyleri söylüyor, olması gerektiği şekilde beni yönlendirmeye çalışıyordu. Zaten hayatımda onca belaya sahipken ne derece mantıklıydı bu yaptığım? Yankı'yı bu berbat hayatıma sokmak ne derece iyi gelirdi bana? Birinden hoşlanmak gibi basit bir duyguyu yaşayamayacak kadar acınası bir durumdaydım.

Delirmek üzere bile olabilirdim.

Deli bir kadını kim severdi?

Deli bir kadını kim yanında isterdi?

Ben, sorundum. Hayatımda ilk defa kendimden nefret ettiğimi hissettim. Babasız büyürken, yaşıtlarım beni sırf babam olmadığı için dışlarken bile ben kendimi sevebiliyordum. Şimdi ise tamamen yabancıydım kendime. Tamamen hayattan dışlanmıştım.

Ben bir güce sahiptim.

Hayır, ben bir lanete sahiptim.

Kasveti ucuna bağlamış o yıkık dökük hayatımda kendimden kaçmak isteyeceğimi hiç düşünmemiştim. Kendime yabancılaşacağımı, kendimden kendim olduğum için nefret edeceğimi...

Sahip olduğum lanet beni günün birinde o kanlı avucunun içine alacaktı. Tıpkı Tamay'a yaptığı gibi...

Arabadan inmeden önce son bir kez daha baktım yüzüne. Belki de son kez bu kadar yakın olacak, son kez onun arabasından inecektim. Bunu istemeyen tarafım yere çökmüş ağlıyordu, görmezden geldim. "İyi geceler, Yankı." Diye mırıldandım kapıyı açıp dışarı çıkarken.

Beni bu duygularla tanıştırdığın için teşekkür ederim. Bu yüzden minnettarım.

Heyoo! Uzun bir bölümle geldim ve ufak bir duyurum var.

Gölge Adam'ın ismini değiştirmek istiyorum. Aslında bakarsanız kitabın konusuna direkt olarak uygun bir isim bu ama benim çok da içime sinmiyor. Bu yüzden daha iyi olacağını düşündüğüm bir yeni isimle geldim karşınıza. Umarım beğenirsiniz... Kapağı bitirdim, tam da şuraya koyuyorum.

Bu arada bölüm 10.900 kelime falan... beni bilen bilir eskiden bölümler en fazla 4000 kelime oluyordu. Uzun bölümler atmayı ve sizi doyurmayı istiyorum. olayların daha çok başındayız, bu yüzden her şeyin içime sinmesini istiyorum. Başlangıç nasıl sinerse içime, kitabın devamında da o kadar keyif alacağımı düşünüyorum. Yazarken keyif almam ve ardından Sizin de okurken keyif almanız önemli.

Umarım bölümü sevmişsinizdir ve umarım beklediğinize değmiştir.

Ayaz ve Yankı hakkında tahminleriniz varsa alabilirim...

Continue Reading

You'll Also Like

94.6K 7.1K 38
Biyoloji öğretmeni Kim Taehyung, öğrencisi Jeon Jeongguk'a ödev verir. #201023 #010824
4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...
1.1M 27.6K 65
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
227K 9.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...