Serencâm

By Yazarparem

746K 41.3K 12K

Bir ameliyat sonucu son beş yılıyla beraber karısını ve değişen hayatını tamamen unutan bir Tarık.. Hafızası... More

1.kavuşacağız
2.sen kimsin
3.saklı cennet mi, çilli cadı mı
4.bal köpüğüm, aslan parçam
5. çok özlediğimizden
6.seninle mutlu olmak
7. portakal cadısı
8.gel-git
9. hoşgeldin
10.yeni hayat
11. istediğim hayat bu
12. aşk yeniden
13. evim burası
14.Ne yapayım
15. sitkom
16. davetsiz
17. "kızım"
18.yatı
19. acı şeyler
21. vazgeçme
22. big-bang
bölüm değil ☺️

20. Yasemin çayı

20.8K 1.6K 545
By Yazarparem

Tarık kendisiyle tekrar baş başa kaldığında o ipek gibi tene, şefkat kokan ellere ilişmeye hakkı olmadığını hissetti. Kadın o kadar yüce gönüllüydü ki kocasını suçlamak bir yana hatırlamasın diye yalan söylemeyi bile göze almıştı.

Konu her açıldığında nasıl da gerildiğini düşündü karısının. Korkuyla irileşen gözlerini. Annesigilin düşündüğünün aksine Esma konuyu atlatmıştı, atlatamayan Tarığın ta kendisiydi ve kadın bunu çok iyi bildiği için kaçabildiği kadar kaçmıştı.

Birden Esma hakkında ne kadar az düşündüğünü fark etti. Onu tanımak için ne kadar az çaba sarf ettiğini.

Sahi Esma için hiç çaba sarf etmiş miydi adam?

Hak etmediği bir mutluluğun üzerine mirasyedi gibi çökmüştü. Bu sabahki küskün halini göz önünde bulundurursa hazıra dağ dayanmıyor gibiydi.

Uzak uzak bakmıştı kocasına, normalde ki nazlı ama en ufak özürde hemen çözülüveren tavrından farklıydı sanki biraz.

Gerçi kendi de epey ağır konuşmuştu. Ablasını yargılayıp hafiflikle suçladığını düşünmek son damla olmuş gibi içinden geçen geçmeyen her ne varsa dilinden dökülmüştü.

Şimdi düşününce kadının hafiflikle suçladığı da belli değildi. Hatta büyük bir telaşla Tarıkı uyandırma şekline bakılırsa gerçekten endişelenmiş gözüküyordu.

Sıkıntı basınca üstten iki düğmesini açtı Tarık. Asıl kendisi , değil yargılamak , yargısız infaz yapmıştı galiba.

Esma ki, yok sayıldığı konağa gururunu hiçe sayıp gitmekten vazgeçmeyen kadındı. Yargılayacak olsa başta ailesini yargılar, fırsat da elindeyken bütün ilişiği kesiverirdi.

Ellerini yüzüne kapayıp sıvazladı. Farkında olmadan karısını hiç olmayacak yerden kırmıştı galiba. O öfkeyle Ne dediğini bile doğru düzgün hatırlamıyordu. Ama emin olduğu bir şey varsa açıkca saygısızlık ettiğini söyleyip haddini bildirmişti, kendi haddini bilirmiş gibi.

Freni patlak kamyon gibi yokuş aşağı saydırmış da saydırmış mıydı. Bir ara yabani de demişti, kime demişti ki onu?

Bu nokta , ne kadar ileri gittiğini fark edip ayağa fırladığı noktaydı. Kadın altı üstü kendi bakış açısıyla Funda'nın tehlikede olduğunu ifade etmeye çalışırken kendisi demediğini bırakmamıştı.

Ağlayacaktı. Ağlamak istiyordu. Tüm hücrelerine, hücrelerinin içindeki organellere kadar çöken utanç duygusu başedilir gibi değildi. Ne fırlattığı kalemlik, ne devirdiği sandalye hiç yardımcı olmuyordu.

****

Kocasını işe uğurlayan Esma kafasındaki karmaşayla başbaşa kaldığında kendini halsiz hissetti. Grip olacakmış gibi bütün etleri lime lime dökülüyordu.

Çocukluğundan beri böyle olurdu. Ne zaman baş edemeyeceği bir üzüntüyle karşılaşsa vücudu hastalık belirtileri vererek zihnini meşgul ederdi.

Bir şekilde zarar görmekten, zarar vereni derdest edip kabinden dışarı etmekten kaçış şekliydi vücudunun. Düşünmeyi ötelemenin en ilkel haliydi.

Hızla soyunup dökünerek yatağa girdi.

Gözleri, üzerine sallanan parmağı gördüğünü rededer gibi yanıyordu. Kulakları " saygısız, yabani " sözlerini duyamazmış gibi uğulduyordu.

İnkar, devam edebilmek için tek seçenekti, kabul etse dönemezdi.

Çok sürmedi nefesini tutup ağlamaya direnirken yarı baygın kendinden geçmesi.

***
Biri vicdan azabı, digeri en sevdiğinin bıraktığı yürek yangını ile kavrula kavrula akşam ettiler.

Ne vurup kırmak, ne kabuğuna çekilip uyumak ikisine de fayda vermemişti.

Adam elinde koca bir şakayık buketiyle geldi kapıya. Özürüne bu çiçekler şahit olsun istiyordu. Yüzü yoktu bakmaya, buketin arkasına saklanarak konuştu

- Bu kusurlu adamı kocalığa kabul eder misin?

Etmezdi Esma! Onun kabul ettiği kocası kusurlu olmaktan çok uzaktı. Kusursuzluğu, mükemmelliğinden değil, kusurunu bilip düzeltme gayretinden geliyordu.

Karşısındaki adam kusurlarıyla kabul görmek istiyordu, kusurlarından vaz geçmemek istiyordu.

Bu bile ikisinin farklı kimseler olduğunu kanıtlarken madem bile isteye evet demişti, çiçekleri kabul etti adamı da kabul etmiş gibi.

Madem hayat insanın kabul etmem dediğini, vazgeçilmezi olarak önüne koyuyordu, o da alışmayı deneyecekti.

Tarık yavan bir tebessümle karşılandığında işinin kolay olmadığını hissetti. Özürlerini başbaşa kaldıkları zamana saklayarak karısının herşey normalmiş gibi "çocuklar duymasın" tavrına uyum sağladı.

Kadın çocuklarıyla oyun oynuyor, sohbet ediyor ve günlük rutinine devam ediyordu herzamanki halleriyle.

Bu öyle incelikli bir iluzyondu ki kadının gözlerine bakmayan aradaki farkı anlayamazdı, fakat gözlerine bakan, oradaki yabancıyı açıkca görebilirdi. Korkusundan bakamadı Tarık.

Karısının eline iki fincan alıp gelerek içindeki zehri dökeceği saati bekledi.

***

Yaklaşık bir saat önce çocukları beraber yatırmışlardı.

Esma işleri olduğunu söyleyerek ilk kata inmiş, Tarık da eline , ikinci Tarığın kitaplarından birini alarak terasa geçmişti.

Kitap kader olgusundan söz ediyordu. Buraya göre her zaman önümüzde seçenekler vardı. Ne tamamen özgürdük ne de tamamen mahkum. Başımıza gelecekleri çoğunlukla seçtiğimiz adımlar belirliyordu.

Kıra döke sevmek bir seçenekti.

Yada bir süre önce bu vücutta hayat bulmuş adam gibi bir gün bile incitmeden sevmek bir seçenekti.

Eğer becerebilseydi ikincisini seçer, şimdi suçlu çocuklar gibi karısından gelecek azarı hevesle beklemezdi.

Hevesle bekliyordu çünkü bu karısının ondan vazgeçmediğini gösteren seçenekti.

***

Saat ilerlediği halde hala ortaya çıkmayan Esma, adamın içine bir kurt düşürdü. Okuduğu kitabın arasına bir ayraç koyup bırakmak, sonra da kaçak karısını girdiği delikten çıkarmak için ayaklandı.

Kütüphane kapısının aralığından süzülen ışıkla kaşlarını çattı, işim var diyen kadın burada oturup tek başına kitap mı okuyordu yoksa!?

Oyalanmadan kapı kulpuna asılan adam hızla içeri daldı. Pek çok manzara görmeyi bekliyordu, fakat yaklaşık beş adet selenin ortasına oturmuş oyuncak ayrıştıran bir kadın beklemiyordu. Çünkü bu işi pekala çocuklar kendileri de yapıyorlardı.

- Sevgilim ne yapıyorsun burda?

- Hı? Efendim?

- Burada tek başına ne yaptığını sordum.

- Hiçç, oyuncakları seçiyorum. Fazla olanları kaldıracağım.

- Söyleseydin beraber yapardık?

- Teşekkür ederim, yapıyorum ben.

Ne bir azar, ne bir sitem, ne bir kurallar manifestosu. Kadın sanki hiç kırılıp dökülmemiş, kalbi derinden incinmemiş gibi usul usul, sorulan soruya cevap verip tekrar kendi kabuğuna çekilmişti.

Tarık bu manzarayı bir yerden tanıdığını fark etti.

Esma, anne babasına da aynı bu şekilde muamele ediyordu. Kibar, sade, gerektiği kadar. Ne bir eksik, ne bir fazla. Araya çekilmiş şeffaf duvarların ardından. Görülebilir ama dokunulamaz bir mesafede.

- Esma bana bakar mısın?

- Ne oldu, bir şey mi lazım?

- Evet, sen lazımsın. Yoksun çünkü burada değil gibisin. Neler oluyor?

- Hiç.

Sıradan bir geçiştirme kelimesi. Öfke yüklü bile değil. Ölümüne umursamaz.

Adam bir hışımla kadının bileğini yakalayıp kaldırdı

- Tarık, dur ne yapıyorsun?

Kadının koyvermişliği adamı çileden çıkarmıştı.

- Hiç!!

- Kolum acıyor.

Adam tutuşunu gevşetse de kadını bırakmadı. On adımlık mesafedeki yatak odalarına girip kapıyı güzelce örttü. Karısı ile orta çaplı bir tartışma icra edecekti ve çocukların uyanmasını istemiyordu.

Kadını omuzlarından tutup yatağa oturttu. Tuvalet masasının pufunu çekiştirip kendisi de tam karşısına oturdu.

Kadın itiraz etmeden, bir hayat belirtisi göstermeden, düşük omuzları ile öylece oturup bekliyordu. "Bekliyordu?"

- Esma neler oluyor?

- Nasıl ne oluyor?

- Bir saattir seni bekliyorum, eline fincanları alıp geleceksin, konuşacağız diye.

- Neyi?

- Esma kırgın olduğunu biliyorum, böyle umursamıyormuş gibi davranmana gerek yok. Azarla, hesap sor, canıma oku, hakettim.

- Tarık ne diyorsun Allah aşkına, kırgın değilim.

- Değil misin?

Kadın omuzlarını çekince yalıdaki ilk kahvaltıdan sonra yaptıkları konuşma geldi adamın gözlerinin önüne. Kadın yüzüne bakılmayıp, görmezden gelinmesine kırgın olmadığını söylemişti. Demek umudunu kestiği yerde kırgınlığı da bitiyordu.

Öyleyse şimdi kocasından umudunu kesmiş miydi!

- Evet, kırgın değilim. Karı-koca arasında fikir ayrılığı olur sorun değil. Ben dert etmiyorum.

Kadının suskunluğu adamın umutlarını da bir bir öldürüyordu. Çünkü şimdi tam da şu anda karısının gözlerinde gördüğü kabulleniş, telafisi olmayan bir yola girdiklerinin habercisi gibiydi.

Kadın bir kez vazgeçtiyse geri dönüp bakmıyordu. Panikle karısına sesini duyurmaya çalıştı

- Esma bak gerçekten, ben öyle söylemek istemedim. Ben asabi bir adamım ve bazen önce konuşup sonra düşünüyorum. Gerçek düşüncelerim onlar değildi. Sen ablam için endişelenmiştin ama o anda bunu göremedim. Sevgilim yapma böyle nolur, benden vazgeçme.

- Tarık yorma kendini.

Kadının sesi buz gibi geliyordu. Yorma kendini, çünkü artık çok geç, yorma kendini çünkü umrumda değilsin, yorma kendini çünkü ne halin varsa gör.

- Esma kurban olayım, görüyorum, bu sen değilsin. Yabancıya bakar gibi bakıyor gözlerin. Tanıdım ben seni.

Kadının yüzünde ilk kez acı dolu bir ifade gezindi. Ölü gibi bakan gözlerinde beliren hüzün bir umut olduğunu müjdeler gibiydi.

- Belki yabancıyızdır, tenimizden başka herşeyimiz değiştiğine göre, sade bir çekim kalmıştır belki. Belki bu kadarıyla yetinmek zorundayızdır.

Kadının dili çözülüp zehiri aktığında Tarık derin bir nefes verdi.

- Nasıl bunu söylersin, Hayatı herşeyiyle paylaşıyoruz. Kocanım ben.

Kadın gözlerini kıstı. İçinde kabaran bir öfke vardı. O böyle biri değildi. Hırsına yenilmezdi. Nefsine oyuncak etmezdi kendini. Ayaktaysa oturur, oturuyorsa ayağa kalkardı.

Ama karşısındaki adam daha dün akşam parmağını sallaya sallaya haddini bildirmemiş gibi hayatı paylaşmaktan söz ederken bir temiz delirmek istiyordu.

- Sen? Kim mişsin bir daha söyle?

- K'kocanım?

- Benim kocam adaletliydi, merhametliydi, anlamadan dinlemeden ön yargıyla kimseyi itham etmezdi. Ben ablanın zarar görmesinden endişe ederken karşıma geçip onu yargıladığımı söylemezdi. Ben o adamla beş yıl yaşadım dolu dolu. Bir kez bile "saçmalıyorsun, yat uyu" demedi.
Söylesene senin o adamla kabuğundan başka neyin benziyor?

-Herkes hata yapar. Ben de yaptım. Ama düzelteceğim ne olur benden vazgeçme.

- Senden vazgeçen ben değilim.

Adam yağlı urganı elleriyle geçirip, kendi sehpasını kendi tekmelemiş gibi nefesinin kesildiğini hissediyordu. Dilinde zehir gibi bir tat bırakan soruyu korkarak sordu

- Affetmeyecek misin?

- Tekrarı olmayacak kusurlar affedilir. Sen kusurunla kabul görmek istiyorsun. Ben de kabullendim. Sorun yok.

- Nasıl sorun yok yavrum, gözlerime yabancı gibi bakıyorsun.

- Yabancısın çünkü, yeni tanımaya başladığım birisin. Benim tanıdığım adam öldü. Sen başkasın.

- Ben başkaysam neden ölmüş gibi hissediyorum?

- Gömmesi sana düştü, ondandır.

***

Evlerine ölü toprağı serpilmiş gibi derin uykudaydı sanki Esma, mutfakta, terasta, yatak odasında her yerde vardı, ama yok gibiydi. Bir tek çocukları ile ilgilenirken gerçek Esma sis bulutlarının ardında kendini belli ediyordu.

Tarık sorunun affetmek yada affetmemek olmadığını artık anlamış, özür dilemeyi bırakmıştı. Ne yapsa kadının kabuklarını kırsa diye düşünürken aklına işe yarayabilecek bir ihtimal geldi.

Madem kendi arkasından iş çevirebiliyordu Mahir efendi, şimdi de Esmaya hazırlayacağı sürprize yardım etmeliydi.

Aradan geçen günlerden sonra nihayet beklediği haber geldiğinde çocuklar gibi sevindi.

Osman dayı ve Zeliha yenge Tarığın ısrarına dayanamamış , münasip bir çoban bulduklarında sürüyü emanet ederek İstanbul yolunu tutmuşlardı.

Sabahın en erken saatlerinde uyanan Tarık heyecanla "Bismillah" dedi. Herşeyin yolunda gitmesini o kadar çok istiyordu ki, attığı her adımda besmele çekse yine fazla gelmezdi.

İkinci Tarıktan kalan kitaplara göre Besmele okumak, "savulun ben karamurat" der gibi "savulun ben Müslümanım" demek oluyordu ve açılmaz kapıların açılmasına yardım ediyordu.

Karısına poğaça simit alacağına, dair bir not yazarak evden ayrıldı. Mahir otogara kendisinin gidebileceği konusunda ısrar etse de onun, dayı ve yenge ile eve gitmeden evvel konuşması gereken şeyler vardı.

Heyecan ve endişenin kol gezdiği kısa bir bekleyişin arkasından Osman dayı ve Zeliha yenge ellerinde çantalarla gözüktü.

Tarık çölde su görmüş gibi ikisini hasretle karşıladı. Tuhaf bir şekilde bu Anadolu insanlarını görmek bile yükünü şimdiden hafifletmiş gibiydi. Eğer çok yorgun değillerse biraz oturup konuşabilirler mi diye sorduğunda ikisi de anlayışla karşıladılar. Sakin bir kafeteryaya girip hızlıca meramını anlatmaya girişti.

- Duymuşsunuzdur, ben Esma ile geçen yıllarımı hatırlayamıyorum. Sadece kesik kesik görüntüler. Ben onun evlendiği adam olamıyorum. Esma da bunu Kabullendi kırgın değilim sorun yok deyip duruyor. Sanki herşey yolundaymış gibi. Ama ben biliyorum, ilk gördüğüm tanıdığım Esma bu değil. O Esmaya ulaşamıyorum bile. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Osman dayı ayrıntıları bilmese de tarığın hafızakaybından elbette haberi vardı. Düşünceli düşünceli pamuk sakallarını okşarken herşeyden haberdar olan Zeliha yenge yaşmağının altından gözlerini kısmış bakıyordu.

- Sen de bakayım barışmak için ne ettin?

- Küs değilim diyor, sorduğumda söylüyor, yapması gereken herşeyi yapıp kabuğuna çekiliyor.

Tarık bunu söylerken o olaydan sonraki karısıyla yakınlaşmasını düşündü. Kadın itiraz etmeyince affetti zannetmişti. Kendi şehvetinden belki de aradaki farkı anlayamamıştı bile. Ama herşey bitip bulutlardan inince kadını göğsünde dinlendirmeye kalktığında "banyoya gideceğim" deyip odayı terk etmiş, geldiğinde de arkasını dönüp uyur gibi yapmıştı.

O kadar yabancıydı ki herşey, Tarık bir daha aynı şeyi denemeye bile kalkışmadı. Bir tenlerimiz aşina kaldı geriye demişti ama hayır, ruh olmayınca ten kavuşsa bile gurbet hissi geçmiyordu.

- He işte, kabuğundan çıkarayım diye ne ettin?

Sınava tabi tutar gibi dimdik sorulan soru vaktinde bir kız isteme borcu kaldığını hissettirdi. Esma önüne gümüş tepsi ile konulmuştu, bu kadar kolay ulaşınca da kıymeti bilinememişti besbelli.

- Çiçek aldım, yemeğe götürdüm, hediye verdim.

Ağzından çıkarken bile öyle yavan bir tat bırakmıştı ki yaptıkları son heceyi duyulmayacak kadar kısık sesle tamamlayabilmişti.

- Esma ne etti ya?

- Zahmet etmeseydin dedi. Mutlu olmadı, teşekkür etmedi. Zahmet etmeseydin dedi. Yani ne gerek var, sen ne yaparsan yap artık dönüş yok der gibi. Ben başka ne yapabileceğimi bilmiyorum o yüzden sizi yordum buraya kadar. Nolur gerçekten ne gerekirse yapabilir gibi hissediyorum kendimi.

Oturduğundan beri ağzını açmayan Osman dayı sordu

- Baştan böyle değildi sonradan oldu diyorsun. Ne olduğunu da söyle de sorun neymiş bilelim.

Tarık alnında boncuk boncuk terlerin biriktiğini hissetti. Şu an yaptıklarıyla yüzleşmek öyle ağrına gidiyordu ki. Yer de yarılmıyordu içine girseydi.

- Ben ne yaptığımı anlayamadım. Ablam alkol almıştı, şimdi size söylerken tuhaf geliyor ama bizim ailede normal böyle şeyler. Esma dışarıda alkol alınca başına bir iş gelir diye korkmuş. Ben ablamı suçluyor zannettim. Sen başkalarını yargılarsan başkaları da seni yargılar deyip susturdum.

- Hmmm . O da hepten sustu. Susar çünkü, onun huyu öyle.

- Çok pişmanım, onu kaybederim diye ödüm patlıyor.

- Daha kaybetmedim diyorsun yani?

- Ayrılmadık.

- Ayrılmayınca kaybetmemiş mi oluyorsun sence. Esma ayrılmak konusunu hiç açmış mıydı?

- Evet konuşmuştuk önceden. Senin hamurun güzel, zaten iyi bir insansın dedi. Alkolden uzak dur, namahremlik işlerine dikkat et dedi. Ben de onun hassasiyetine dikkat ettim.

- o da bunlara dikkat ettiğin sürece senden ayrılmayacak, çünkü söz vermiş.

- Y'yani ben Esmayı aslında kaybettim, ama sözünden dönemiyor diyorsunuz!

Adam öyle bir dehşete düşmüşmüştü ki ağzından çıkanı duymayı kulakları reddediyordu.

- Demiyorum, sen diyorsun. Neden şaştın bu kadar, görünen köy klavuz mu ister?

Tarık inanamaz gibi başını iki yana salladı. Farkında olmadan ne büyük bir yıkıma sebep olduğunu ancak farkediyordu.

Haketmediği bir mutluluk hazır olarak ellerine bırakılınca kendinin zannetmiş, vura kıra hoyratca kullanmıştı. Ve şimdi görüyordu ki bu hiç haketmediği hazır mutluluk ellerinden kopup gitmek üzereydi.

Boş kalmış hissettiği ellerini yüzüne bastırdı.

- Bir yol söyleyin nolur, böyle olacağını bilemedim. Ben onu gördüğüm anda sevdim. Işıl ışıl gözlerini. Hiç yabancılık çekmedim. Kaldıramayacağım yüklerin altına girmeye cüret ettim yanımda olsun diye. Yanımda olunca benim de olacak sandım. Öyle değilmiş. Karım beni aynı evin içindeyken terk etmiş. Nolur bir yol söyleyin, ben çok aciz hissediyorum.

Zeliha yenge kendi oğlu gibi sevdiği bu adamın çaresiz çırpınışlarına kayıtsız kalamadı

- Tamam, bir yol bulunur, helak etme kendini. Daha yeni hastalıktan çıktın, bu kadar üzülmek iyi değil.

- Bir yol kaldı mı gerçekten?

-Sen hatandan ders almayı bil. Gerçekten yanlışlarını görüp düzeltmeye niyet et. Esma çok kıyımsızdır. Zaten kimseye kıyamadığına böyle kabuğuna çekiliyor. Bi zararı kendine. Sen çocuklarının babasısın. Kolayla atmaz seni, illa ki affeder.

Osman dayı karısını dinleyen Tarık' ı ince ince süzerken içinden "o kadar da kolay değil" der gibi bakıyordu.

Elinde avucunda bir babalık vasfının kaldığını hissetti. Kadın daha evvel de söylemişti zaten ortak çocuklarımız bizi birbirimize bağlıyor diye. Her an kopmaya meyilli bu incecik bağa daha ne kadar asılabilirim diye düşündü Tarık.

Süklüm püklüm evin yolunu tuttular. Tarık zannetmişti ki akrabaları bir yol gösterir, sihirli değnek değmiş gibi herşey eskiye döner.

Hayatındaki herşeyi ne çok eskittiğini fark etti o an.

Eskitip yazık ettiği hazinelerin yükü omuzlarında herşey yolundaymış gibi simit poğca aldı adam. Bu evin erkeği olan adam kendiymiş gibi kapıyı anahtarla açtı.

Akrabalarını karşısında gören Esma bir anda bütün yenilmişliğini unutarak ışık saçan haline dönünce adam da nefes aldığını hissetti.

- Yenge bu nasıl bir sürpriz, nasıl mutlu ettiniz beni, hoşgeldiniz.

- Damat oğlum, sana sürpriz yapmak istemiş. Geçen sefer hastaydım birşey anlamadım deyince kalktık geldik.

Esma kaçamak bir bakış attı kocasına, sanki bir an, kısacık bir an yitirdiği kocası gözlerinin önüne gelmişti, iç çekip daysına sarıldı.

- Allah başımızdan eksik etmesin sizi, ne muradınız varsa versin. Ömrünüzü bereketlendirsin.

- Ablmın emaneti, biricik kuzum benim. Sen mutluysan ömrümüze bereket gelir,siz sararıp solunca yaşasak neye yarar.

Esma yengesiyle konuşmuştu, biliyordu zaten. Ama galiba dayısının da bir şeylerden haberi vardı. Kaçamak bakışlarını önce yengesine, sonra kocasına çevirip tekrar dayısına döndü

- Hadi masa hazır sofraya geçelim. Birşeyim yok iyiyim ben.

Çocukların uyanıp sevinç çığlıkları atması iyice hayat getirmişti eve. Ölü toprağı silkelenmiş, tekrar bahar gelmiş gibiydi.

Hem Tarık, hem Mahir işten kaytararak uzun uzun kahvaltı etti. Çocuklar da kreşi kırdı haliyle.

Hep beraber neşe içinde geçen saatlerde Tarık kendini bu tabloya yakıştırmaya çalıştı. Bir vakitler bu ailenin vazgeçilmez bir parçası olmuşken şimdi neden eğreti durduğunu düşündü. Aradaki fark ne bir bulsa çözecekti de.

Öğlene uzanan kahvaltı bitip kahveler de içildiğinde bir dolanıp gelelim deyip iki adam işe yollandı, maksat Esma ve ailesine konuşma fırsatı tanımaktı tabi.

Çocuklar da öğlen uykusuna yatınca Esma dayısının bakışlarından artık kaçamayacağını biliyordu.

Usul adımlarla suçlu çocuklar gibi yanlarına gitti. Neden böyle hissetti kendi de anlamamıştı. Yengesiyle konuşurken, "sabret kızım, onun için de kolay değil, kendinden soğutma" deyip duruyordu her defasında.

"Odanıza küslük sokmayın sakın" diye alttan alttan uyarırken arkasını dönüp uyuduğunu bilse ne kadar kızardı kim bilir.

Ama dayısı ile farklı bir iletişimi vardı. Söz konusu Esma olduğunda yaşlı adamın gözü birşey görmediği için kolay kolay hüznünü, kederini yansıtmıyordu. Gözünden akan bir damla yaş için bütün gemileri yakardı çünkü dayı. Yengesi de bu konuda en az Esma kadar hassasken geriye bir Tarık kalıyordu kendini ispiyonlayacak.

" Beni üzdüğünü söylerek kendi topuğuna sıktığını bilse " diye geçirdi içinden. Şimdi el mecbur kırgın olduğu kocasını müdafa edecekti, yoksa dayısı Esmanın kırıldığı yerde istenmeyen tüy muamelesi yapardı kocasına.

- Rengin atmış kuzum, betin benzin solmuş. Ben Mahire gözün üstünde olsun ablan bize söylemez damat oğlan ne yapıp ediyor diyordum. Ama ayakta uyumuş bizim sıpa. Neyse damat saf biraz da Kendi kendini açık etti.

Esma dayısının sözlerine gülmeden edemedi. Hakikaten kendi kendini ele vermişti zavallı kocası. Bilse dayısının huyunu hiç kendi eliyle davet eder miydi ecelini!

- Dayı inanki birşey yok. Hata bende, konuşmayalım dedikçe üstüne gittim. O da ablasını savundu. Bimiyoruz ki birbir huyumuzu. Düşe kalka ilerliyoruz işte.

- Esma sen ufak tefek şeyden kimseye yüz cevirmezsin. Kendi dedi gitti benden diye. Ne yaptı o hergele söyle bana!

- Dayı inan ki bişey yok. Gittiğimi nerden anlamış Allah aşkına, sizi de telaş ettiriyor. Ailevi bir konu, dinlemeden yargıya varınca gücendim biraz. Bilmiyor huyumu ondan.

- Biz iki gün daha buradayız. Gözüm üstünüzde. Bir yanlışını görürsem gözünün yaşına bakmam haberin olsun. Sen de bir silkelen. Kendine gel. Kalk bize birer kahve yap bakayım, demin damata sinirliydim, içtiğimden bir şey anlamadım.

Esma dayısının sözlerine neşeyle tebessüm ederek mutfağa gitti. Hakikaten dayısına anlatırken kendi gözünde de küçülmüştü sanki sorunlar.

Kocasının kıvrandığını zaten gözleriyle görüyordu ama dayısını çağırması gerçekten beklemediği bir hamle olmuştu. Günlerdir kimse birşey fark etmesin diye bol keseden dağıttığı sahte gülüşlerinden gınağ gelmişken, şimdi yüzünü kaplayan gerçek tebessümle ne kadar hafiflediğini hissetti.

Kırgın değilim derken bile kırılıyordu.

Beklentim yok derken bile bekliyordu.

Sen o değilsin derken bile içinde uyuyan adam uyansın istiyordu.

Bir sabah uyandığında bıktım sizden, ben evime gidiyorum deyip tıpkı geldiği gibi bir ceketini alarak gitmesinden ödü patlıyordu.

Bunları kendine itiraf etmesi için dayısının sorgusuna ihtiyaç vardı demek.

Kendini yükünden azad olmuş hissetti.

***
Akşam olduğunda bütün aile terasdaki masanın başında toplandı.

Zeliha yenge yine köyden dünyaları getirmişti, üstelik bu gün Esma ile beraber bir güzel el mantısı da açmışlardı.

Tarık çok alışkın olmasa da Zeliha yenge "ye oğlum, yüzüne kan gelsin" dedikçe içinden " oğlun muyum hala gerçekten" deyip deyip sırıtarak boşalttığı tabağı tekrar uzatıyordu.

Esma kocasının mutluluğu ile kendi de mutlu olduğunu fark etti. Adam güldükçe gözleri gülüşüne takılıyor, her defasında ya dayısına ya kocasına yakalanıp mahcup mahcup gözlerini kaçırıyordu.

Nasıl ki günlerdir bir kez bile gerçekten yüzü gülmemişse kocası ondan da beterdi aslında. Çökmüş gözaltlarından şimdi anlıyordu.

Adamın yüzüne uyanıkken bir kez bile bakmamıştı gerçekten. Uyurken seyrediyordu usul usul, çünkü uyurken yitirdiği kocasından hiçbir farkı kalmıyordu adamın.

Ömrümüzden kopup giden günlere yazık diye hayıflandı. Adam öyle yada böyle mutlu olsunlar diye çabalarken daha fazla görmezden gelmeyecekti.

Esmadaki rahatlamayı dayısı da fark ediyordu. Kocasına bakarken gözlerinden taşan özlem herşeyi açıklıyordu. Böyle derin severken ayrılsalar ikisi de yaşayamaz ölürdü. Neyse ki damat oğlan saftı falan ama Esmanın gözünün içine bakıyordu.

"Olur bunlar" diye geçirdi içinden. Yarın erkek erkeğe çıkar biraz sohbet ederlerdi. O zaman gerçek ifadesini de alırdı hergelenin.

Herkesin aklında binbir düşünce, umut, hayal yenen yemekler içilen çaylar ve edilen sohbetlerle gece tamamlanınca dayısı ve yengesi Mahir'in evine geçmiş, Esma ne kadar ısrar etse de kalmamışlardı.

Tarık da yarım ağız kalın demişti. Ama gönlünden geçen karısı ile başbaşa kalıp tahmin ettiği şey gerçek mi bakma isteğiydi.

Neyse ki yaşlı çift yol yorgunluğunu bahane edip geçe kalmadan gitti.

Esma çocukları yatırmaya gittiğinde Tarık ışık hızıyla önce terasdaki çay bulaşıklarını mutfağa indirdi, sonra da bir güzel makineye dizdi. Hatta kıyı köşe evi turlayıp yapılacak iş var mı diye baktı ki böylece karısı kaçacak bahane bulamasın.

Nitekim çocukları uyutup terasa çıkan Esma ortalığı pırıl pırıl görünce mutfağa indi. Ama mutfak da derli toplu gözüküyordu. Beğeniyle kaşları havalandı kadının. Kocası ev işinde yardımcı oluyordu istemese bile ama bu gece bütün işi tek başına yapmıştı.

İki fincan yasemin çayı hazırlayıp kocasına bakındı. Adam günler önce beklemişti bu fincanları. İkisi de elindeki nimeti, kaybedince fark edebildiğinden bu güne kısmet olmuştu.

Büyük akvaryumun başında mırıl mırıl balıklarla sohbet eden kocasını görünce kalbi pırpır etti kadının.

Seviyordu ne yapsaydı. Öldü, bitti, gitti demekle ne bitiliyordu, ne gidiliyordu.

Tarık karısının elinde fincanla geldiğini burnuna değen mis kokudan anladı. Üstelik bu ilk kez birbirlerinin oldukları gece içtikleri çaydı.

Vücudundaki kan akışı yine güneye yoğunlaşınca derin bir soluk alarak önce doğruldu, sonra ağır ağır kapının önünde bekleyen kadına döndü.

Günlerdir ilk kez tanıdığı kadını karşısında görünce gözleri doldu. Acıdan değil mutluluktan.

Aynı evin içinde kendinden mahrum bırakan zalim kadını saç diplerinden tırnak uçlarına kadar özlemişti. Ne vardı tam şimdi kadını kucağına aldığı gibi odaya fırlasa, sabaha kadar hasret giderse?

"Yavaş gider" deyip azarladı kendini. Bir güler yüz görünce aklı yine uçmuştu.

Ama aklının uçma lüksünü kendi elleriyle paramparça ettiği için önce kırıp döktüklerini toparlayıp düzeltecekti.

Derin bir nefes daha verdi.

- Esma, çay mı yaptın?

- Evet sana sormadım ama geçen sefer sevmiş gibiydin.

Sevmişti de sevişmişti de geçen sefer. Geçen sefer tahmini kaç milyon yıl önceydi de böyle içi dışı hasretten çatlıyordu adamın?

- Sev.. sevmiştim. Ço..k güzeldi. Güzeldi çok evet.

Kadın kocasının koyu bakan gözlerinden aklından geçenleri kitap gibi okusa da oralı olmadı. Her yaptığı çay bir şekilde boşa gidiyordu. Bunu hele bir sonuna kadar içsinler, bakardı o zaman.

- Burada mı oturacaksın?

- Senle oturacağım. Yani sen izin verirsen, nerede istersen, ben seni istiyorum. Çay istiyorum yani. İçerim ben.

Kadın kaşlarını oynatıp başı ile "beni takip et" yaptı.

Tahmin ediyordu ki bu çaylar da yalan olacaktı. Yine de pes etmedi.

Zarif adımları önce merdivenlere oradan terasa ilerledi. Tekli koltuğa kurulup Beşiktaşlı fincanı masanın üzerine bırakırken, kiraz çiçeği desenliyi kucağına çekti.

Kendini Bir lokmada yutacakmış gibi bakan adamdan korumak için iki eliyle sıkıca tuttu dumanı üstündeki çayı.

Adam da hemen köşesindeki koltuğa oturunca dizleri birbirine dokundu.

İkisinin de tüyleri saniyesinde havalanıp diğer yarısına kavuşmak için uzanmaya çalışıyordu sanki.

Adam transtan çıkmak için gözlerini sımsıkı kapayıp üzerine parmağını bastırdı. Yüzünün acı çeker ifadesi kadının gözünden kaçmıyordu.

- Ağrın mı var?

- Hı? Hı hımm.

- İlaç vereyim mi?

Adam beklediği işaret buymuş gibi aç gözlerini saklamaya çalışmadan konuştu

- Verir misin gercekten?

Continue Reading

You'll Also Like

28.3K 3.5K 57
Bilinmeyen numara| Neclaaa Siz| Ne var lan Bilinmeyen numara| Yan sınıftaki Begümün hoşlandığı biri var mı Siz| Bilmiyom kereviz sapı Bilinmeyen numa...
9.8K 1K 29
Garip bir dünya döngüsündeyim. Ey hayal bana neler sunduğunu bilmem ama sunduğun her neyse enfes bir lezzeti var
1.4M 98.6K 60
BEDEL SERİSİ 2 Biz, hayatımızla ilgili planlarımızı yaparken kaderimizin, bize hiç ummadığımız yollar çizdiğinden habersizdik. Nazlı ve Harun.. Yılla...
leylâ By 📚

Spiritual

35.2K 2.9K 48
Yüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden...