RÜZGARIN ATEŞİ

By Goldwandalpha

5.3M 50.2K 5K

Eş kutuplar birbirini iter kuralının bozgun hikayesi. Yalnızlığı ve günahı kanına katmış damarları soluklu b... More

1. Bölüm|Şeytanın Kalbi
3. Bölüm|Ölümün Uykusu
4. Bölüm|Zehirli
5. Bölüm|Kirli Pembe
6. Bölüm|Yeşil Uyku
7. Bölüm|Kan Kayası
8. Bölüm|Ay Çukurları
9. Bölüm| Kan Rengi Perdeler
10. Bölüm|Buz Duvarları

2. Bölüm|Yaşam Ritmi

155K 6K 334
By Goldwandalpha

Weezer-Go Away


28 Eylül 2015

Kasveti üstünde gökte asılı bulutlar ağır ağır döküyordu kinini. Dingin yağmur damlaları tane tane arabanın camına vuruyordu, az sonra duracak gibiydi. İkimiz de tek kelime etmiyorduk, bana düşünmem için adam akıllı bir süreç bile vermemişti. Ama onlardan uzakta kaldığım süreçte diğerleriyle konuşup, anlaşmışlardı.

Onlar bir yarışmaya katılacaktı.

Yarışmayı kazanırlarsa şirketlerin peşinde koşup anlaşma için uğraşmayacaklardı. Şirketler onlarla bir albüm yapmak isteyecekti ve bu sayede çok daha fazla tanınacaklardı. Rüzgar için bir hayal olmasa da, diğerleri için öyleydi. Hepsi için bu çok kolaydı aslında ailelerinin yardımlarını kabul etselerdi. Ama bir şeyler başarmak istiyorlardı. Ona hayallerinden birinin bu olup olmadığını sorduğumda, bunun yalnızca küçük bir istekten ibaret olduğunu söylemişti.

Rüzgar gibi görünen çocuklar hayatı gittiği gibi yaşar ve sert darbeleriyle ince bir ağaç dalı gibi ordan oraya savrulurlardı. Ama Rüzgar'ın yeşili ince gözlerinde kaybolmaya yakın sönük bir ışık vardı. Onun hayalleri vardı, henüz yeni tanıştığı birine anlatamayacak kadar değerli hayaller olmalıydı ki suskundu.

Rüzgar'ın basit isteğini gerçekleştirmek için ilerleyeceği yolda ufak bir engel vardı. Katılacakları yarışmanın şartlarından biri, bir grupta en az altı kişi olmasıydı. Grubu kendi içlerinde de oylayacak olmaları bir dezavantaj da olsa bunu istiyorlardı. Bana yarışmadan sonra istemezsem onlarla birlikte olmak zorunda olmadığımı da söylemişti. Kendi olmayacaktı, arkadaşları için yapıyordu.

"Çok çabuk gelişmedi mi her şey?" diyerek hayıflandım ve parmaklarımı belli bir ritimle dudaklarıma vurmaya başladım.

"Farkındayım, benim haberim yoktu. Sen gelmeden haftalar öncesinde Batu bu planı yapmış, bize bahsetmemişti."

Şaşkınlık bedenimde gezinirken parmaklarım hareket etmeyi kesti ve kaşlarım çatıldı. Vücudumu dikleştirerek onun yandan profiline diktim gözlerimi.

"Benimle tanışması tesadüf değildi yani? Bunu mu anlatacaktın?"

Sessizliğinden anlamıştım ki değildi. Bir tepenin üzerinde tek başına olan, ufak ama sık pencereli, dışı kırık beyaza ve yer yer kahverengiye boyanmış 2 katlı bir evin önünde durdu araba.

"İn bakalım, ufaklık."

"Bana ufaklık demeyi kes artık, saçma bir şey söyledim evet! Suratıma daha ne kadar vuracaksın?"

Mavi gözlerimin sinirle çatlayışını hissettim ve onun harelerine diktim. "Bana ismimle hitap etmeyi öğreneceksin, Rüzgar."

Sakinliğini korudu ve gözlerimin içine baktı boş boş. "İsmim Cemre benim, bana adımla seslen."

Ona doğru eğilmiştim, istemsizce dişlerimi birbirine bastırarak konuşuyordum. İşaret parmağını bir iki saniye içerisinde kaldırdı ve tam kaşlarımın ortasına bastırdı. "Erken kırışacaksın, çok mimik yapıyorsun."

Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Çok çabuk sinirlenen biriydim, tüm vücudum ateş alırdı aniden ve yanardı bedenim. Parmağı hala kaşlarımın ortasındaydı, sanki parmak uçlarından elektrik akıp beynime ulaşıyordu.

"Sana canım istemedikçe adınla seslenmeyeceğim, bunu beynine sok. İsmini bilmek bile yeterince..." Sinirle soludu. "Salla gitsin. İn hadi işimiz var."

Bir anda siyaha boyanan ses tonu kelimelerimi boğazımda düğümledi ve karmaşanın acı tadı genzimi yaktı.
Parmağını geri çekince bir boşluğa düşmüş gibi sarsılıp gözlerimi açtım. "Bana ihtiyacınız varken böyle konuşman ne kadar doğru?"

Dudakları alayla kıvrıldı ve kaşlarını kaldırdı. "Ne?" diyerek bağırdı. "Sana ihtiyacımız olduğunu mu iddia ediyorsun? Hayır aptal, senin bize daha çok ihtiyacın var. O kadar disiplin suçuyla ve işleyeceğin başka suçlarla bu okulda ne kadar barınabileceğini sanıyorsun? Eğer okul adına bir başarın olursa seni atmaları zorlaşır."

"Başka okul mu yok sanki?"

Arabanın kapısını açtı bir şey söylemeden ve sol ayağını dışarı atarken "İn aşağı," diye diretti. Ardından kendi kapısını kapatıp eve ilerlemeye başladı.

Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve kaşlarımı çatarak onu izlemeye başladım.
Uzun bacaklarını saran siyah kotunun cebine koymuştu ellerini ve gelip gelmediğimi umursamadan eve ilerliyordu. Tam ne kadar dikkatsiz olduğunu dile getiriyordum ki kendi kendime, dönüp gözlerini devirdi. Aramızdaki cam eriyebilirdi birazdan, öyle anlaşılmaz, yoğun bakışları vardı ki gözlerimi kapatsam bedenime sarmaşıklarını dolayacaktı yeşilleri.

"Beni gözlerinle yemek yerine inmeye ne dersin?"

Sağlam bi kahkaha patlattım arabadan inmeden hemen önce. "Ben mi seni yiyorum? Asıl diyene bak, sardın yeşillerini bana." Böyle gülmemi anlamsız buldum bir anda. Çabuk mu samimiyet kurmuştum onunla? Ona doğru birkaç adım attım ve huzursuzca saçlarımı karıştırdım.

"Çok flörtöz bir kıza benziyorsun."

"Dalga mı geçiyorsun Rüzgar?"

"Belki." Gözleri hala üzerimdeydi.

"Bakma bana öyle, hadi gidelim şu kadına."

"Onun bir ismi var, Semra." Benim de vardı...

Bedenini eve döndürmüş kapıya ilerlerken ellerini birbirine vurup yeniden yanlarına bırakıyordu. "Benim de bir ismim var, bana da ismimle seslensen ne iyi olur, çok makbule geçer."

Alayla söylediğim sözlerime aldırmadı ve zili çaldı. Az sonra kapıda siyah dalgalı saçları omuzlarının az aşağısında biten, kahverengi gözlü bir kadın açtı kapıyı.

"Merhaba, hocam." Gülümsedi ve öğretmenine sarıldı Rüzgar, kadın tıpkı onun gibi sevecen bir tebessümle kollarını beline sardı Rüzgar'ın. "Hoş geldiniz, içeri gelin lütfen."

Bakışları bir süre yüzümde dolandı ve bana da gülümsedi. Ne çok gülümsemişti bir dakika içerisinde. Kendi gülümsemesi kadar gerçek olmayan yalancı bir tavırla tebessüm ettim ona. Fark etmediğini düşünmek aptallık olurdu.

"Cemre, değil mi?"

"Evet, memnun oldum Semra Hanım."

Bakışlarım içeriye giren Rüzgar'a kaydı. Resmen benimle dalga geçiyordu şu an, o nasıl bir yüz ifadesiydi tanrı aşkına, komik miydi burada olanlar?

"Tete, kim geldi?"

Benim yaşlarımda, açık yeşil gözleri olan bir kız sarı uzun saçlarını savurarak merdivenden iniyordu. Bir anlık bakışlarımız birbirine değdi ama görmezden gelip bakınmaya devam etti. Gözleri iri iri oldu ve yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.

"Çikolatam gelmiş!"

Çikolatam mı?

Hızla koştu ve kollarını Rüzgar'ın boynuna doladı. Öyle ani bir tepki vermişti ki Rüzgar bile şaşırmıştı. "Hey, boğuluyorum." Gülerek o da kollarını kızın beyaz yarım kazağının açıkta bıraktığı ince beline doladı. "Özledim seni," diye fısıldadı.

Rüzgar'ın dudaklarından dökülen fısıltı şeklindeki kelimelerin her bir harfi düğüm olup etimi sardı. Kanaması durmak nedir bilmez bir yarama tuz basmışım gibi hissettim ve bakışlarımı onlardan kaçırdım. O sırada Rüzgar cebinden bir paket çikolata çıkarıp Pınar'a verdi.
"Gençler, ayakta kaldınız. Oturun. Pınar sen de artık Rüzgar'ı boğmayı bırakmalısın."

Dudaklarını büzüp kollarını Rüzgar'ın boynundan çekti ama Rüzgar hala onun ince belini tutuyordu bir eliyle.
"Tete onu aylardır görmüyorum, çok özledim." Oldukça yakın olmalılardı.

Çok özledin diye daha kaç saat sarılman gerekecek?

Semra Hanım nefesini dışarı verip bana döndü ve gülümsedi. "Bu Pınar, benim yeğenim. Roma'yı bırakamadığından uzun süredir görüşmüyorlardı."

Neyin açıklamasını yapıyordu bilmem, anlamsız bulmuştum.
Birkaç dakika içinde evin büyük salonunun köşesinde tıpkı ayrı bir oda gibi ayrılmış olan bölmeye geçtik ve haki yeşili koltuklara oturduk.

"Batuhan seni çok bekledi, Cemre."

Tebessüm etmek istedim ama yabancısı olduğum bu bakışların güven denizinden kaçınmamda yarar vardı. İnsanlara güvenmeyi bırakmıştım, zehrimi çaldıklarından beri şüpheci davranıyordum."

Rüzgar ile Pınar üst kata, Pınar'ın ona aldığı hediyeleri görmek için odasına gitmişlerdi. Ben ise o ikisinin yokluğunda bazı şeyler öğrenmiştim. Semra Hanım aslında eski müzik öğretmenleriydi, ama artık herhangi bir okulda eğitim vermiyordu. Rüzgar'ı çok seviyordu. Onu kendi oğluymuş gibi seviyordu. Cümleleri öyle sıcaktı.

"Cemre, aslında seninle ciddi bi konuda konuşmam gerek."

Sıkıntıyla yüzünü bana yaklaştırdı ve ellerini birleştirdi kucağında. "Rüzgar'ı çok zorlama."

Kurduğu cümlenin altında taşıdığı anlamları koydum terazimin iki ucuna ancak aldığım sonuçlar öyle dengesizdi ki bir çıkarım yapamamıştım. "Anlamadım, ne anlamda?"

"O inatçı biri, kimi zaman kaba kimi zaman kibar. Bazen çok iyi, bazen çok kötü. Bildiğim kadarıyla en az onun kadar hırçın, inatçı bir kızsın. Bir ipte iki cambaz oynamaz, şimdilik bırak sahne onun olsun. Sana alışacaktır. Okuldan uzak olduğum için size müdahale etme imkanım yok fakat iyi olduğunuzu bilmek istiyorum."

"Hala ne istediğinizi anlamadım," dedim düz bir sesle. İnatçı olabilirdi veya kötü, hırçın. O böyle ise ben ne yapabilirdim?

"Yani diyorum ki," diyerek nefes aldı ve duraksadı. "O ve sen, benziyorsunuz. Bu benzerliğin olumlu yönlerini kullanmaya özen göstermelisiniz. Çocuklar yarışmayı çok önemsiyorlar."

Semra Hanım sesimi dinledikten sonra pek fazla kalmamıştık, Rüzgar Pınar'ın asılan suratına aldırmadan hızlıca evden çıkmıştı. Arabanın ön kapısını açıp yerine yerleşirken telefonunu kulağına götürdü.

Ön yolcu koltuğunun kapısını açtığımda gözleri kısa bir süre bana değdi ve kaşları çatıldı. "Sana dediğimi yap, öğrenebileceğin her şeyi öğren."

Arabayı çalıştırdı ve evden uzaklaşmaya başladık. "Ne demek o kadarını bilemem?" Usulca onu izliyordum, karşı tarafa kızdıkça kaşları çatılıyordu. Yüzünde gördüğüm o tanıdık ifade nedendi, ne zamandan olabilirdi ki çocukluğuma kırmızı şeritler çeker gibi boğuyordu beni.

"Gerekirse giydiği iç çamaşırının markasına kadar öğreneceksin. Hatta evet, onu da öğren."

Telefonu kapatıp kucağıma fırlattı. "Kaydet numaranı." Boş gözlerle kucağıma attığı telefonuna baktım bir süre. Hiç hareket etmedim, bedenim hafif ona dönük, telefon eteğimin üzerindeydi. "Kendi kendime konuşmuyorum değil mi? Beyninin içinde koca bir boşluk varmış ve orayı gözlerine yansıtmaya çalışıyormuşsun gibi bakma bana."

"Araba kullanırken telefonla konuşma." Sakin kalarak sinir etme sırası bendeydi.

Ara sokaklardan birine girdik ve köşede durdurdu arabayı. Sadece bir süreliğine yüzüme sıkıntı içinde baktı. Sonra kollarını direksiyona yaslayıp başını kollarının arasına koydu. Ne yapıyor bu deli diye düşünmeye başlamıştım, vücudu sarsılıyor ve düzensiz nefes alışverişleri geliyordu kulağıma kısık kısık. Her saniye daha da yükseldi, ve o kahkaha atıyordu. Ruhunu dudaklarına taşımış mutlu bir çocuğun değil de, siyaha karışmış grinin hissiz gülüşüydü bu.

"Hasta mısın kızım sen?" Başını kaldırıp kızarmış gözlerini dikti gözlerime. Ciddiyetini takınmaya çalışır gibi bir hali vardı ama gülmemek için zorluyordu kendini. "Sorunlusun sen," dedim koltuğa iyice yayılıp telefonunu açarken. "Aynen öyleyim," dedi alt dudağını ısırıp gözlerini karşıya dikerek. "Çok büyük sorunlarım var ve her gün yenisi ekleniyor. Sen de onlardan biri gibi görünüyorsun. Eğer boğulmazsan önümüzde iki sene var."

Telefonunun kilit ekranını açıp numaramı girdim. Sinir bozucu umursamazlığımı sesime yansıtarak ekranı ona gösterdim. "Ne diye kaydedeyim?"

"Bela," dedi alaylı ses tonuyla. Arabayı çalıştırdı ve yeniden caddeye çıktık. "Tamam ismimle kaydediyorum." Elimdeki telefonu çekip aldı hızlıca, birkaç tuşa basıp kapattı telefonu ve yeniden kucağıma attı. "Madem isminle kaydedeceksin ne diye soruyorsun?"

Uflayarak tepkisini görmezden geldim ve beyaz spor ayakkabılarımı çıkarıp koltuğa iyice yerleştim. Tek bacağımı katlayıp ona doğru döndüm. Kucağıma attığı telefonun içinde kim bilir neler vardı ve ben garip bir şekilde bu tanıdık yabancıyı tanımak istiyordum. Ekranını yeniden açıp uygulamalarına göz attım. Whatsapp kısmında gördüğüm yan yana dizilmiş fazlaca rakamın grup mesajları olduğunu umuyordum. Uygulamaya tıkladığımda sessizliği bıçak gibi yardı sesi.

"Ne yapıyorsun?"

"Hangi uygulamaları kullanıyorsun merak ettim yalnızca."

"Onu demiyorum," dedi. Gözleri bacaklarıma değdi birkaç saniye, sonra çenesiyle ayakkabılarımı işaret etti. "Giy onları."

Uygulamadaki mesajların bir kısmı grup mesajlarıydı evet ama kaydedilmemiş bir sürü numaradan gelen bakılmamış tonla mesaj vardı. "Biri sanırım numaranı dağıtmış. Eski sevgilin falan?"

"Hayır," dedi sıkıntıyla. "Herhangi biridir. Ayakkabılarını giy."

"Ama giymek istemiyorum." Söyler söylemez pişman olmuştum çünkü ses tonum genelde Emir'e kullandığım o mızmız küçük kız çocuğunun ses tonuydu. Saç diplerimin yandığını hissediyordum. Aslında utanç duygusu beni terk edeli uzun zaman olmuştu fakat şu an yeni tanıştığım birinin arabasında, dünyanın en güvenli yerindeymiş gibi oturup, kırk yıllık dostummuş gibi naz yapmam kendime kızmama sebep olmuştu.

"Tekrar söyle." Gözlerinde beliren çizgiler kasıp kavurmuştu ensemi. Yola değil bana bakıyor olmasının huzursuzluğunu bahane ettim. "Önüne bak, kaza yapacağız."

İtiraz etmedi ve yola devam etti. Üstelik telefonunu kurcalamama bir şey demedi. Gizleyecek bir şeyi yoktu ya da öğrenilmesini dert etmiyordu. "Mesajlara neden cevap vermiyorsun?"

"Sence her kızla konuşan birine benziyor muyum? Hem çoğunun alt sınıfım olduğunu düşünüyorum. Üst sınıflar ismiyle yazarlar."

"Hiç kendinden küçük biriyle çıktın mı?"

"Ayakkabılarını giyer misin?"

"Bana sinir oluyorsun değil mi?" diye sordum zevkle sırıtarak. "Çünkü daha tanışalı birkaç saat olan bu kız hakkında bir sürü şey öğrenecek. En çok istediğiniz şeye bu kız dahil olacak."

"Sana sinir olmuyorum ama bu senden hoşlandığım anlamına gelmez. Çok rahatsın. Benim gibi olan insanları öyle çok sevdiğim söylenemez."

"Diğer erkeklere göre çok uzun cümleler kuruyorsun." Bunu sevmiştim.

Omuz silkti ve tanıdık bir yola girdi. Evime gidiyorduk, yaklaşık on dakikalık yolumuz vardı. Arabayı duraklattı ama hala çalışıyordu. Üzerimden eğilip ayakkabılarımı aldı. Bir kolu bacağımın üzerinden uzanmışken sol eli bacağımın hemen yanında koltuğun üstündeydi. Çikolata kokusu burnuma dolduğunda kısa süreli bir şok yaşadım. Duş jelini şimdi önüme koysalar yerdim, öyle harika bir kokuydu bu.

"Sen çikolata kokuyorsun," diyebildim bedeni benden uzaklaşırken. "Çikolataya bayılırım, mükemmel bir şey."

"Sevdin mi?" dedi ayak bileğime uzanırken. Bir anda tutunca ağzımdan kısa bir çığlık kaçtı. "Ne yapıyorsun be manyak? Ben giyerim bırak!"

"Gördük, giydin."

Ayakkabıyı ayağıma giydirdi ve diğerini giymemi söyledi. "Takıntılı mısın, ayakkabımı giymeyince kıyamet mi koptu? Sevmiyorum ayaklarıma bir şey giymeyi. Bana bir daha dokunursan parçalarım seni."

"Ne yaparsın?"

"Görüyor musun sen bunları?" dedim sinirle ellerimi kaldırırken. Tırnaklarım çok uzundu ve adeta bir bıçak gibi onları keskinleştirmiştim. Kırmızıyı ve bordoyu çok severdim bu yüzden genelde oje rengim bordoydu.

"Nasıl da korktum. Tanrım sen beni koru yoksa etimi delip geçecek, parçalayacak beni panter!"

Ellerini havaya kaldırıp dua moduna girdi. Resmen dalga geçiyordu. "İmanlı yanın da mı vardı senin?"

"Tanrım lütfen yardım, öldürecek beni."

Ellerimi tıpkı onun gibi açıp sabır diledim. "Asıl bana yardım, katil olacağım yoksa."

"Bak senin de varmış," dedi. Araba yolda ilerledikçe sitenin uzun yapıları görünüyordu. "Var, senin gibiler göremez ama."

"Atarım aşağı," dedi ciddiyetle. Dengesiz olduğunu anlamak zor değildi, az önce benimle gülen eğlenen çocuk şimdi ciddi bir adam olmuştu. Girdiği her ortama ayak uydurabilen biri olduğunu düşünüyordum, birkaç saniyede ruh hali değişen çoğu insan böyleydi. Bir örnek, ben. Ama bu sağlıklı değildi.

"Çok meraklıyız arabana."

"Bak zaten birazdan yağmur başlayacak, ıslanmış köpek yavrusuna dönersin eve girene kadar."

"Yağmurdan korkan kim, ıslanmayı seviyorum ben." Arabanın camını açar açmaz küçük yağmur taneleri hızlı hızlı yüzüme çarpıyor saçlarıma ince bir taç yapıyordu. "Yağmurda ıslanmaktan daha huzur verici bir şey olamaz bugün."

"Daha iyileri var," dedi hiç beklemeden. Gözleri kısıldı ve uzun kirpikleri birbirine girdi, kaburgalarımda kirpiklerinin hareketini hissettim. Sanki tüm bedenim birbirine geçmişti o an, keskin bakışları ön camı delecek gibiydi az sonra.

"Sence en huzurlu eylem ya da yer?"

Yutkundu. Saçlarının yanları üste göre daha kısa kesimdi ve asi bir dağınıklığı vardı. Burnunun ucu kalkıktı, şekli fazla güzeldi bir erkeğe göre. Çoğu insanın istediği burun yapısına sahip olmak onu kıskanmaları için bir sebepti. Neyse ki kendi burnum güzeldi, onu seviyordum. Yoksa çok feci kıskanabilirdim.

"Burada."

Bakışlarım kalbini üzerine koyduğu parmağına kaydı. Daha da bastırdı ve gözlerini olabildiğince kıstı. Çok ifadesiz bir yüzle bu kadar anlamlı bakmayı nasıl beceriyordu bilmiyordum.

"Burada birinin göğsü."

Orada.

Kalbinde.

Kalbinde birinin göğsünde.

Orada, birinin göğsünde huzurluydu.

Onun için en huzurlu yer,

Birinin göğsü.

Birinin yaşam ritmi.

Birinin nefesi.

Bir kadının yaşamı.

"Geldik."

Sitenin girişinde durdurdu arabayı ve bir iki saniyeliğine bana baktı. İnmemi bekliyor gibiydi.

"Evimi nereden biliyorsun?"

"Evini bilsem önünde bırakırdım. Yalnızca siteyi biliyorum."

"Pekala, iyi geceler Rüzgar."

"İyi geceler."

Kapıyı açıp tam dışarı çıkıyordum ki parmakları bileğime dokundu ve nazikçe tuttu. Gözlerimiz birbirine kenetlendi, aradan kaç saniye geçmişti bilmiyordum ama tutuşu gevşedi ve sırıttı. "Güzel bacaklarını kapatmak isteyebilirsin."

Bileğimi bırakırken bacaklarımda gezindi gözleri ve geri çekildi. Eteğim açılmıştı. Bu hareketi ise beni utandırmak için yaptığından bal gibi emindim. Dirseğini açık cama yaslayıp parmaklarını çenesine koyarak az önce bileğimi tuttuğu eliyle saçlarını karıştırdı.

"Hadi iyi geceler güzelim."

Açılan eteğimi hızla düzeltip arabadan çıktım. Kapıyı kırarcasına kapatmadan hemen önce, "İltifat için teşekkürler, başka sefere daha rahat bakabilirsin. Hiç utanma!" dedim.

Eve girdiğimde Emre koltuğun üzerinde uyuya kalmıştı ve ağır bir alkol kokusu vardı içeride. Üzerini örtmek için eğildiğim anda mavi gözlerini açtı. "Neredeydin? Hava çoktan karardı."

"Sana hesap mı vereceğim ergen, uyu hadi."

Merdivenlere yönelirken uykulu sesiyle mırıldandı. "Abla annem ve babam yok yine. Eğer açsan bir şeyler hazırladım, ye lütfen." Yüzümdeki tebessüm yavaşça soldu. Eğilip saçlarını öptüm, sarhoşken aklı hep geçmişe gidiyordu. Onlar bizimle yaşamıyordu.

İki elini siyah saçlarına geçirdi ve ufladı. "Param bitti, bırakır mısın odama?"

"Tamam."

"Seni seviyorum."

"Ben de seni, Emre."

"Herkesten çok hem de."

Sesi gittikçe karmaşık bir hal alıyordu. Yukarı çıkmaktan vazgeçip yanına geri döndüm. "İyi misin?"

"Deniyorum."

Orta sehpadaki şişeleri kucakladım ve çöp poşetine doldurdum. Yarın sabah atardım. Emre henüz küçüktü, aramızda iki yaş vardı ama bazen benden çok daha olgundu, yirmi beş yaşındaki bir adam konuşuyor sanabilirdiniz. Ama o hala çocuktu, fiziksel olarak.

Masanın üzerine bıraktığım telefonum titreyince düşüncelerimin gri bulutları dağıldı. Whatsapp uygulamasından yeni bir mesajım vardı ve numara kayıtlı değildi.

İyi geceler, Ateş. Yeniden.

Merhabalar hepinize. Umarım hepiniz iyisinizdir.

Eskisine göre farklılıklar var karakterlerin özelliklerinde fark ettiniz biliyorum. Yeniler ise habersiz çoğu şeyden, darararam.

Bu ilk iki bölüm sadece iki baş karakterin tanışma kısmıydı, buradan sonra gelişecek tüm olaylar bilenleriniz var zaten ama artık düzenlemiyorum konuyu saptırmadan yeniden yazıyorum. O yüzden çok kızmayın olur mu? Öpüyorum hepinizi, mutlu kalın.

Continue Reading

You'll Also Like

56.2K 5.3K 62
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.
186K 16.6K 35
Alışılmadık bir aile kurgusudur💥 Bol kahkaha garantilidir💃🏻 Kitaptan küçük bir alıntı⤵️ 🪷 Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim o...
375K 21.6K 44
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
103K 10.7K 36
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...