103 GÜN

Oleh fundaygoodday

122K 9.6K 21.2K

07.04.2020 Geçmişi ardımda bırakıp önümü döndüğümde bile karşıma geçmişim çıkıyordu. Tüm yönlerim artık birbi... Lebih Banyak

1. Bölüm "Ruh Katili."
2. Bölüm "Kırmızı kırmızı oldu ellerim."
4. Bölüm "Zamanın en sevdiği film."
5. Bölüm "Kendini kendi esirliğinden kurtar."
6. Bölüm "Silikleşen bütün renkler, senin için tekrardan canlanacak."
7. Bölüm "Sönsün istemiştim ateş."
8. Bölüm "Bu hayata tutunacağım derken kendimden düştüm."
9. Bölüm "Belki de kırıklar sabit kalıyordu da, sarsılan ben oluyordum."
10. Bölüm "İçine içine ağla, dışın taştı çoktan."
11. Bölüm "Aklımın ipleri birbirine dolandı, kalbim o iplere takıldı."
12. Bölüm "Yanağına izimi bıraktım, kalbime o izin külünü."
13. Bölüm "Ben zaten hiç ilerleyemezdim."
14. Bölüm "Fark etmedikleri acımda kendimi kaybetmiştim."
15. Bölüm "Hayatıma bulaşan kötülükler, onu da sarmasın."
16. Bölüm "Kötü anıların üzerine güzel anıları kapatmaya çalışıyordum."
17. Bölüm "Zihin uyurdu da kalp hissederdi."
18. Bölüm "Sonra onu tanıdım."
19. Bölüm "Çok kan vardı."
20. Bölüm "O ihtimalin içinde, birçok hayal kırıklığım saklıydı."
21. Bölüm "Sanki şu an, yine o çocuktum."
Koral Dalkıran'dan.
22. Bölüm "Sevginin uğramadığı oda."
23. Bölüm "Zihninden kaçan tutsak."
24. Bölüm "Kanın parmak izleri."
25. Bölüm "Yatağın altındaki canavarlar."
26. Bölüm "Göğüs kafesinde biriken his."
ÖNEMLİ DUYURU.
27. Bölüm "Geçmişin nefes sesleri."
28. Bölüm "Anılara dönüşen kâbuslar."
29. Bölüm "Acının bozamadığı anlar."
30. Bölüm "Bugüne yakılan mum."
31. Bölüm "Çoban yıldızı."
32. Bölüm "Kor kokan sokak."
33. Bölüm "Canavarın gözleri."
34. Bölüm "Anıların cesetleri."
35. Bölüm "Sevginin bedendeki izleri."
36. Bölüm "Kelimelerin etkisi."

3. Bölüm "Geçmişten çalınan anı."

5.2K 461 856
Oleh fundaygoodday

Merhaba! Bölüm bitmişti pazar gününü beklemek istemedim ve geldimmm. ❤️ Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. ❤️

Umarım hoşunuza gider bu bölüm. Karakterleri tanımak açısından daha çok sohbet içerikli oldu bir kısmı.

Neyse çok uzatmadan keyifli okumalar diliyorum. ❤️

Bölüm şarkısı: Abba - Fernando

"Kırmızı balık çölde kıvrıla kıvrıla yüzüyor. Kırmızı balık çölde..." Küçük kız neşeli bir şekilde kardeşinin başında şarkılar söylerken kardeşi de gülerek ona eşlik ediyordu. Gölde demek yerine çölde diyordu ve hatasının asla farkında değildi. O sadece kardeşiyle eğlenmeye bakıyordu. "Neredeymiş benim kardeşim?" Elini gözlerinin üstüne koyup etrafına bakındı. "Aaa! Neredesin?" Minik ellerini gözlerinin üstünden çekip kendi kendine kıkırdadı. "Buradasın! Her zaman burada olacaksın!" Ve ekledi; "Buradayım, her zaman burada olacağım."


Ama bilmediği bir şey vardı: o an oradaydı ama her zaman orada olamayacaktı.

Her cümlenin etkisi her insanda farklıydı. Beni öldüren bir cümle, kimisini birkaç saniye bile üzmezdi. Ortalığa düşüncesizce savrulan kelimeler, kimin kanayan yarasına çarpıp hem acı çektirip hem de kanamayı hızlandırırdı; bu tahmin bile edilemezdi. Ben kimseden kanayan yaramı dikmesini beklemiyordum. Kanamayı hızlandırıp acımı arttırmasınlar, bu bana yeterdi.

Çünkü o kanamayı kendi başına yavaşlatmak tahmin edildiğinden çok daha zordu.

Kalbine isabet eden bir kelimeyle, omzunu sıyırıp geçen bir kelimenin etkisi aynı olur muydu hiç? Olmazdı, olmasındı da zaten.

Kalbime isabet edip ruhumla harmanlanmış acı dolu kelimeler, birleşip üzerime geliyorlardı. O kelimeleri hak edecek bir şey yapmamıştım, o kelimeleri kurup kendime yönlendiren ben değildim ama yine de benim üzerime geliyorlardı. Kelimeler bile bana cephe almıştı...

Bazı gerçekler beni korkutsa da artık bıktığım için çok tepki veremiyordum. Ve maalesef ki çoğu şeyden de korkuyordum.

En son gözlerim yarı açık bir şekilde yatağımda yatarken odamın tavanını izliyordum ve Koral'ın evimi nereden bildiği üzerine teoriler üretiyordum.

Sonrasını hatırlamıyorum, sanırım uyuyakalmıştım ve üstüne alarmı da duymamıştım. Bu ihtimale karşı hep birkaç tane alarm kurardım ancak onları da duymamıştım. Boğazımın kuruması sonucu duyduğum rahatsızlık sağ olsun ki ancak o zaman uyanabilmiştim.

Uyandığım zaman alarmdan önce kalktığımı düşünüyordum ancak saate baktığımda bir hayli telaş yapmıştım. Saat 12.30'du ve benim saat 08.00 olduğu an işte olmam gerekiyordu. Telefonumda patronumdan ve iş arkadaşımdan gelen aramayı görünce telaşım katlandı. Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra hızlıca giyinip yanıma para ve yol kartımı aldım. Yanağımda biraz iz kalmıştı, onu da fondötenle kapatmayı unutmadım. Dudağımdaki yarayı da soran olursa eğer, uçuk çıktı ve sonra da yaraya dönüştü diyecektim.

Umarım bu yalanım bana çok kötü bir şekilde dönmezdi.

Yolda üç kez patronumu aramıştım ama telefonunu açmamıştı. Patronum aksi bir adamdı ve birkaç dakikalık gecikmeyi bile burnumuzdan getirirdi. Çalışacak başka bir yer bulana kadar sabredip sonrasında da hemen istifa edecektim.

Çalıştığım kafenin kapısını itip içeri girerken çok fazla azar yememek için içimden bir sürü dua sıralamaya başlamıştım.

"İyem, neredesin kızım sen? Köpürdü Ahmet Bey burada." dedi Esra elinde tuttuğu tepsiyle yanıma gelerek. Siyah uzun saçlarını tepeden at kuyruğu yapmış, üstündeki beyaz kazak altına da buz mavisi kotunu giymiş ve oldukça güzel olmuştu. Çok açık bir teni olmadığı için açık renk kıyafetleri ona yakıştırıyordum. Benim aksime insanlarla çabucak samimi olabilen biriydi Esra. Ben onunla sohbet başlatmasam bile o sürekli konuşacak bir konu bulurdu, hatta konuşurken konudan konuya atladığı da çok olurdu. "Uyuyakalmışım," dedim oldukça kısılmış sesimle.

"Yuh! Bu kadar saat uyuyakalınır mı?" Sonra beni baştan aşağıya dikkatle süzdü. "Hiç iyi görünmüyorsun," Endişeli çıkan sesine çatılmış kaşları da eklenmişti. "Hasta mı oldun yoksa?" Başımı sallayıp etrafıma bakındım ve patronum Ahmet Bey'in buralarda olmadığını gördüm. "Ahmet Bey nerede?" dedim gerginliğim biraz daha artarken. "Bir işi vardı gelir şimdi." Sonra sesini biraz daha alçaltıp etrafı kolaçan etti. "Kiracısı parasını ödememiş, tüm gündür sinirlenecek yer arıyordu zaten. Sen de tam gününe denk geldin harbiden."

Gözlerimi devirip derin bir nefes aldım. "Bilirsin, şans hep benden yana oluyor genelde." Bu cümleyi buruk bir gülümsemeyle kurmuştum ancak Esra büyük ihtimalle bu cümlenin altındaki anlamlardan bihaberdi.

Ahmet Bey tüm sinirini benden çıkartacaktı muhtemelen. Zaten kendimi iyi hissetmiyordum, üstelik hasta olmuştum ve Koral'ın evimi nereden bilebileceği düşüncesi de zihnimi kurcalayıp duruyordu; üstüne hiç sorunum yokmuş gibi bir de Ahmet Bey sorunu çıkmıştı.

Diken üstünde hissederken hem bugünün hemen bitmesini istiyordum hem de hiç bitmemesini... Çıkışta Koral'la konuşmam gerekiyordu ve onun tarafından bakıldığında haksız olduğum bir sürü konu vardı. Eminim ki onun da soracak bir sürü sorusu vardı, onu tatmin edecek cevaplarım var mıydı; işte bu muammaydı.

Bunları düşünüp durma İyem.

Bunları düşünüp durma.

Onunla konuşmayı hiç istemiyordum.

Bunları düşünüp durma...

Zihnimin içini bir düzene oturtmak şöyle dursun, oturtmaya çalışırken daha da batırıyordum. Çalışıyordum ama dalgınlığım her işi çok kötü yapmama sebep oluyordu. Sildiğim yeri tekrardan siliyor, siparişleri alırken dalıp gidiyordum ve bu yüzden de tekrar tekrar müşterilere ne sipariş ettiklerini soruyordum. Çöpü çıkartmak için dışarı çıkıyordum ancak yanıma çöpü almayı unutuyordum. Bunun gibi bir sürü şey sayabilirdim... Ahmet Bey henüz gelmemişti ama geldiğinde maalesef epey sinirimi bozacaktı, biliyordum. Nerede olduğu önemli değildi, biri statü olarak biraz üstün olsun; bunu her fırsatta kullanırdı. İnsanlık hali diyerek geçmez ve illa burnundan getirirdi.

Çıkış saatime az kala, hem Ahmet Bey gelmediği için hafiften rahatlıyordum; hem de Koral'la konuşacağımız için geriliyordum. İki duygunun aynı anda kollarımdan tutup beni sarsması, bitkin bedenim açısından hiç iyi bir şey sayılmazdı.

İçimdeki duygu patlamasından ölmezsem eğer, iki kelimeyi yan yana getirip de Koral'la mantıklı bir konuşma yapabilirdim. Başına sadece bir bela açmakla kalmamış, birkaç tane sıkıntı yaşamasına sebebiyet vermiştim. Bunun bana geri dönüşlerinin ne olacağını bilmediğim için de zihnimde bir şeyler kurup duruyordum. Artık bu işi elime yüzüme bulaştırmakla kalmamış, bu bataklığa yüz üstü düşmüştüm.

Çıkış saatim geldiğinde hızlıca hazırlanıp kafenin olduğu sokaktan koşar adım uzaklaşmıştım. Patronumun bana bir şey demesine gerek kalmadan stresten ölecektim. Alt tarafı garsonluk yapıyordum ve bir kereliğine hasta olduğum için geç kalmıştım. Gerçekten bu kadar sinirlenmeyip mazur görmek bu kadar zor bir şey miydi?

Çalıştığım yerin sokağından çıktığımdaysa oldukça yavaş adımlarla yürüyordum. Bunun sebebi hem kendimi iyi hissetmiyor oluşumdu hem de Koral'la konuşmayı erteleme isteğimdendi.

Ben koşar adım da gitsem, emekleyerek de gitsem sonunda buraya gelmek zorunda kalmıştım işte. Titreyen parmaklarımla kapıyı iterken zihnim onunla ilk konuşmamızı acımasız bir şekilde hatırlatmıştı bana.

"103 gün sonra öleceğim, ben ölene kadar seninle olmama izin verir misin?"

"Kendini öldüreceksen 103 gün beklemene de gerek yok. Git şimdi öldür kendini."

Gözlerimi hızlıca kapatıp başımı iki yana salladıktan sonra cümlelerin bedenimin içinde farklı yerlere savrulduğunu hissettim. Kafenin içine adımımı attığım zamansa kaçmamı engellemek için kendi kendime mırıldandım; "Ne olursa olsun dedin, İyem. Öldüreceğim dese bile gidecektin. Korkaklık yapma, en fazla ölürsün."

"Hoş geldin, sefalar getirdin. Hani tek gelecektin? Sefaları neden getirdin?" Arkamdan gelen neşeli sesle irkilerek hızlı bir şekilde arkama döndüm. Ve karşımda otuz iki diş gülümseyerek bana bakan Adem...

"Hoş buldum," dedim çatallı çıkan sesimle hafifçe gülümseyerek. "Kendi kendine ne konuşuyordun?" Bu soruyu göz kırparken aynı anda başını iki yana sallayarak sormuştu. Söyleyecek bir şey bulamadığım zaman omuzlarımı silkerek, "Hiiiç, öyle." dediğimde gözlerini kısarak bana baktı. "Kapı açıkken böylece dikilmeye devam edersek kafenin sahibi bizi kovalamaya başlayacak. Vallahi hiç acımam direkt derim ki; 'kapının önünde durduğu için geçemedim. Hayatımda ilk defa gördüm, tanımam da zaten kendisini.' Sen de tek başına koşarsın artık." Bunu söylemesiyle hızlıca kapının önünden çekildim, yolu kapatmış olmam hiç hoş bir hareket değildi çünkü.

"Kusura bakma," dedim mahcup bir ses tonuyla. Hava da epey soğuktu zaten dışarıda böyle beklemesi onun açısından kötü olurdu.

"Tamam tamam." İçeri girip kapıyı ardından kapattı ve beresini çıkartıp dağılmış saçlarını eliyle düzeltmeye başladı. "Dalga geçiyorum, ciddiye alma sen beni." 'Patronun en son beni öldüreceğini söyledi, nasıl ciddiye almayayım?' diye çıkışamadım tabii ki. Sadece başımı sallamakla yetindim ve kafenin içinde Koral'a bakındım. Cam kenarına oturmuş, doğrudan bize bakıyordu. Benim ona bakmamla birlikte onun bana baş selamı vermesi bir oldu. Ben de başımı sallayarak yavaş adımlarla ona doğru yürümeye başladım.

"Yürümeyi yeni öğrenen kuzenimin oğlu bile senden daha hızlı," Adem'in şakasına kurduğu cümleler benim elimi ayağımı birbirine dolamakla kalmayıp bir iple ellerime ve ayaklarıma düğüm atılıyormuş gibi hissetmemi sağlıyordu. Utanarak adımlarımı hızlandırdım ve Koral'ın tam karşısında durdum.

"Merhaba," dedi normal bir ses tonuyla.

"Evimin adresini nereden biliyorsun sen?"

"Yuh!" Adem'in kahkaha atmasıyla tam ona dönecektim ki Koral göz devirip konuştu. "Önce bir ağzındaki baklayı çıkarsaydın." İçerisi sıcak olduğu için boynumdaki atkımı çıkartıp onun püskülleriyle oynamaya başladım ve omzumu silkerek, "Aklımı kurcalıyordu, sordum." dedim.

"İyi yapmışsın kız, aklını kurcalayacağına dökül gitsin." Adem elini havada yumruk yapıp sallayarak söylemişti bunu. Sonra Koral'a dönüp kollarını önünde bağlayarak ve gülümsemesini asla yüzünden silmeyerek konuştu: "Onun evinin adresini nereden biliyorsun?" Ben de onu desteklemek ister gibi tek kaşımı kaldırıp Koral'a bakarak başımı salladım.

"Adem," oldukça sakin konuşuyordu. "Arabayı düzgün park ettin mi sen? Bir bakıp gelsene."

"Koral," İki saniye sonra, "Bey," diye ekledi. Boğazından bir ses çıkarttı Adem ve işaret parmağını havada ona doğru tehdit eder gibi salladı. "Size bir soru sordum." Sonra kulağıma doğru yaklaştı, "Beni desteklesenize."

"Evet," dedim başımı anlamsızca yavaş yavaş sallarken. "Bir soru sorduk."

"Adem, dedektifçilik oyununu böyle gereksiz anlarda oynama demedim mi ben sana?"

"Evet, demiş olabilirsiniz."

"Yapmam gereken bir açıklama var ve ben yalnız konuşmak istiyorum," dedi Koral yine aynı sakin ses tonuyla. "Bize izin verir misin?" Adem olayın ciddiyetini anlamış olacak ki başını sallayıp arkasını dönmeden hemen önce bana bakıp omuzlarını silkti ve elini tekrardan yumruk yapıp hafifçe sallayarak beni desteklediğini gösterdi.

"Gitti," dedim kısık çıkan sesimle.

"Seni takip ettim, oradan biliyorum." dediğinde kaşlarımı çatarak ve korktuğumu belli etmemeye çalışarak ona baktım. Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki o konuşmasına devam etti.

"Konuşmaya geldiğin güne kadar beni takip ettiğini zaten fark etmiştim. Böyle şeyler çok sık olmasa da oluyor, şirketler rakiplerinin peşine birilerini takar ama sen bunu o kadar garip yapıyordun ki daha çok şüphelendim açıkçası. Konuşmaya geldiğin gün birisi yeni bir şeyler deniyor sandım. Hatta senin gazeteci falan olduğunu, yanıma yaklaşmaya çalıştığını düşündüm. Öyle konuştuğunda o kadar sert olmamın sebeplerinden biri de buydu..." Konuşurken bakışlarını bir an olsun benden ayırmıyordu ve ben de nefesimi tutmuş onu dinliyordum. Bu kadar detaylı açıklamasını beklemiyordum, hatta önce beni sorguya çekeceğini düşünmüştüm ama o öyle yapmamıştı.

"... Yanımdan ayrıldığında söylediklerine pek anlam veremedim ve bu sefer de ben seni takip edeyim dedim. Sanırım çok dalgın olduğundan fark etmedin. Sahilde o kadar saat boş boş oturman ve saate bir an olsun bakmaman ilgimi çekti, bir şeylerin peşinde olduğunu düşündüm. Ya gerçekten benim şüphelerim doğruydu ya altında bambaşka bir şey vardı. Ha bir de..." Duraksadı ve ensesini kaşımaya başladı. Baştan beri uzun uzun, ben soru sormadan açıklayan adamın birden böyle duraksaması meraklandırsa da hiçbir tepki vermedim çünkü sabırsızca davranmak istemiyordum.

"Bir ara aklını kaçırdığını da düşünmüştüm..." dedi dudaklarını büzerek ve konuşma boyunca ilk defa gözlerini kaçırdı.

Aklımı kaçırmaya beş kalayım, aklımı kaybetmeme beş dakika var sanki.

"Sonra sen kalkıp giderken amacını merak ettiğim için takip etmeye devam ettim. Tabii tedirgin olduğunu hissettiğim an buna çok pişman oldum. Bunu fark etmem biraz geç oldu..." Yüzünü eliyle ovmaya başladı. "Bunu sen bana yapmış dahi olsan, benim yapmam büyük hataydı. Kısasa kısas diye savunma yapmayacağım yani. Özür dilerim, tedirgin hissedeceğini düşünmem lazımdı." Sonra sustu, bir süre kendime kavramak için izin verdim ve sonra gülmeye başlamamla kaşları çatıldı.

"Ne gülüyorsun?" dedi ters ters. "Ben altında daha karanlık işler beklemiştim..." dedim dudaklarımı büzerek. "He," dedi yine ters bir tavırla ve kaşlarını çatarak. "Baştan alalım o zaman. Tekrar sor." Sebepsizce gülmeye devam ettiğimde kollarını göğsünde bağlayıp bana ters ters bakmaya devam etti.

Dediğine ayak uydurup "Evimi nereden öğrendin?" diye sordum tekrardan. Ama bu sefer az önceki gibi korkmuyordum o kadar.

"Mafyayım ben, her yerde gözüm kulağım vardır. Yoldan geçen kedinin annesinin kim olduğunu bile bilirim. Öyle bir mafyayım yani anlayacağın. En çok ben mafyayım. Kimin nerede yaşadığını bilirim, kimin kime küstüğünü bile bilirim..." Ben kahkaha atmaya başladığımda o da gülümsedi.

"Ben de mafyayım," dedim elimi göğsümün üzerine iki defa vurarak. "Sana kadar mafyasın işte sen de..." dedi dalga geçer gibi bir ses tonuyla alay edercesine gülerek.

Bir anda ciddileşip sormam gereken diğer soruları da sormaya karar verdim. "Peki bunu bana neden gece söylemedin?"

"Çok açıktı aslında, sorarsın diye düşünmüştüm. Hatta mahallenin başında tam üç dakika koşarak gelip bana hesap sormanı bekledim. Bir de gece pek iyi geçmemişti, daha fazla yormak istemedim. Bu olay olmamış gibi yapıp adresini sorabilirdim ama öyle yapmak istemedim sırf sen sor da ben kendimi açıklayayım diye. Eee sen nasıl fark ettin?" dedi tek kaşını kaldırarak. Aslında her şey çok sıradandı ama ben fark etmiyordum, aslında her şeyin basit bir açıklaması vardı ama ben her zaman en kötüsünü düşünüyordum.

"Uykumdan uyandım ve tüm gün de aklıma takıldı. Söylemen çok daha iyi olurdu." Sonra başımdaki bereyi de çıkartarak kısa saçlarımı serbest bıraktım ve bereyi kucağımdaki atkının yanına koydum. "Ama yine de benim açıklamalarımı dinlemeye gelmişken, önce benim soru işaretlerimi giderdiğin için teşekkür ederim."

"Rica ederim," dedikten sonra bir süre ikimizden de bir ses çıkmadı. "Başka sorun var mı?" dediğinde, "Şu anlık yok." diye mırıldandım.

"Neden bana amacını anlatıp da direkt yardım istemedin?" diye açık açık sorduğunda ortam sıcak olduğu halde üşüyen parmaklarımı atkının altına sokarak sıktım. Çok detay vermek istemiyordum, bunu yapmak kendimi kendi ellerimle geçmişe atıp üzerime yaşayamayacağım günlerin tozunu yığmak gibi bir şey olurdu.

"Anlatıp yardım istemeyi çok denedim. Bir sürü yol denedim, bir sürü seçenek eledim. Farklı bir şey denemek istedim, 'ne kaybederim?' diye düşünüp harekete koyuldum." Ve sanırım bir şeyler kaybettim, diye tamamladım içimden kendi sözümü. Sanki içimden bir şeyler koptu gitti. Titreyen alt dudağımı ısırarak onun gözlerine kavuşturmaktan kaçındığım gözlerimi ona çevirdim. Bir süre beni inceledi ve derin bir nefes alıp başını geri attı. Kısa bir süre pozisyonunu hiç bozmadan öylece kaldığında ben de hızlıca gözlerimi kırpıştırıp dolan gözlerimden yaş akmaması için kendimce çabaladım. Yutkunduğu zaman hareket eden adem elmasına gözüm kaydığındaysa onu izlememden rahatsız olacağını düşünüp bakışlarımı hızlıca ondan kaçırdım ve onun başını indirdiğini göz ucuyla görene kadar da o tarafa bakmadım.

"Tamam," dedi sol elinin parmaklarıyla şakağını ovarken. "Anlatırken bile üzülüyorsun, tamam. Üzüleceksen anlatma. Ya da yavaş yavaş anlat. Yardım edebileceğim her şekilde edeceğim sana yardım, tamam." dedi sıkkın bir ses tonuyla. Yavaşça gülümseyip karanlıkta siyaha yakın bir renk sandığım gözlerine baktım bir süre. Aslında o kadar koyu bir kahverengi değildi gözlerinin rengi.

"O adam," dedim yüzümü buruşturarak. Onu düşünmek soluk borumda zehirli yaprakların yeşermesini sağlarken tırnaklarımı avuç içime bastırıp sakinleşmeye çalıştım ve derin bir nefes aldım. Aldığım nefes o zehirli yaprakları sularken güçlükle konuştum. "Kardeşimi kopardı benden." Beni söküp aldı içimden. Canımı çıkardı götürdü yanında, bir saniye olsun pişmanlık yaşamadan.

Koral, nefesini seslice verdikten sonra alt dudağını ısırıp yine birkaç saniye inceledi yüzümü. Sanki söyleyeceği şeyleri tartıyordu. Bakışları dudağımdaki yarada takılı kaldı ve kaşlarını çattı. Tam onun vurduğu yere çevirecekti ki bakışlarını, görünmediğini bildiğim halde saçlarımı yanağıma doğru getirdim ve yanağımı kapatmış oldum. Bunu yapmamla birlikte bakışlarını gözlerimle buluşturdu. "O adam," dedi benim gibi ad vermeden ve kısık sesle devam etti: "Öz mü?"

"Hayır." Biraz daha detaylandırmam gerektiğini çok iyi biliyordum ancak farkında olsam bile bunu eyleme dökemiyordum. "Kardeşini bulmaya çalışıyorsun?"

"Evet. Neden yardım etmeyi kabul ettin?" diye sordum merakla.

"Öldüreceğimi söylediğimde bile geldin, korksan da sözünü tutuyorsun. Konunun kardeşin olduğunu bilseydim önceden daha ılımlı yaklaşırdım." Başımı sallamakla yetinip derin bir nefes aldım. Vücudumu ve içimi bir türlü rahatlatamıyordum.

"Tamam, bu kadar yeter bugün. Kalanını sonra anlatırsın." Sonra yavaşça gülümsedi. "Nasıl öldürsem acaba seni?" dedi işaret parmağını belirli bir ritimle yanağına vurarak. Evet o konu... "Hani katil değildin sen? Cani de değildin üstelik?"

"Evet ama sen söyledin ya, şüpheli hareketlerim varmış."

"Vardı." Bakışlarımı kaçırdığımda göz ucuyla başını hafifçe iki yana doğru salladığını görmüştüm.

Telefonunu çıkartıp bir şeyler yazdı ve telefonunu masanın üzerine bıraktı. Bunu yaptıktan yaklaşık üç dakika sonra yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Adem bizim yanımıza doğru yürümeye başlamıştı.

"Vallahi çok sıkılmıştım içeride, iyi ki çağırdınız beni." Sonra aniden yüzündeki gülümsemeyi silerek ciddi bir yüz ifadesine büründü ve iki elini hızlıca birbirine vurup işaret ve baş parmağı hariç diğer tüm parmaklarını kapattı. Silah gibi duran ellerini Koral'a doğrultup "FBI! Open the door!" (FBI! Kapıyı aç!) Garip ve oldukça komik bir aksanla kurduğu cümleden sonra parmaklarıyla beni işaret edip göz kırptı ve tekrar aynı aksanla konuşmasına devam etmeden hemen önce Koral'ın elini alnına vurduğunu görmüştüm. Where did you find this girl's address? (Bu kızın adresini nereden buldun?)

Ben kıkırdadığım zaman Koral alnını ovarken dudaklarını birbirine bastırdı ve sonra Adem'e ters ters baktı. "Az önce olan şeyi yaşanmamış sayıyorum Adem..." Sonra ona söz hakkı bırakmadı ve "Sen," dedi bana bakarak. "İşten çıkıp direkt buraya mı geldin?" Koyu renk kot pantolonun üzerine giydiği koyu yeşil kazağı, onu dün gecedeki halinden oldukça farklı bir havaya sokmuştu ve sanki bir tık daha genç gözüküyordu. Koyu yeşil kazak gerçekten beyaz tenine yakışmıştı. Onu inceleme işini sonraya bırakıp sorduğu soruya odaklandım. "Evet."

"Adem ben acıktım." dedi konudan alakasız. "Sen de otur da bir şeyler yiyelim hep beraber." Bugün bir şey yememiş olsam da kendimi pek aç hissetmiyordum. Dün geceden beri midem ara ara bulanıyordu ve bu gerçekten rahatsız edici bir histi.

"Ben size eşlik etmeyeceğim, teşekkür ederim." dedim çatallı sesimle ve ardından öksürdüm. Koral'ın kaşları çatılsa da o bir şey söyleyemeden Adem şaşkınlık dolu bir sesle konuştu: "İyi de buraya gelirken tıka basa doyduk ya biz."

"Sindirdim ben Adem onları," dedi sahte bir gülümsemeyle. Ardından tekrardan bakışlarını bana çevirdi. "Seni ben çağırdım buraya, eşlik etmeni rica ediyorum senden." Hem dün gece bir şeyler almıştı, hem de şimdi eşlik etmemi istiyordu. Bu sefer ben ısmarlamayı teklif etmeye karar vermiştim. Evet, para harcama konusunda her zaman endişelerim olmuştu ve her zaman da olacaktı; biliyordum. Ama mahcup olmayı da istemiyordum.

"O zaman," Halsiz bir gülümseme vardı yüzümde. "Ben ısmarlamak istiyorum."

"Aaaa! Ay ne gerek var? Ödesin işte Koral Bey. Yiyelim biz, takma. Hem o zaten parasının çoğunu yemeğe yatırıyor. Her saate iki öğün yemek desem abartmış olmam."

"Abartmış olursun Adem."

"Haklısınız Koral Bey. O kadar az söylersem abartmış olurum. Her saate beş öğün diye düzeltiyorum o zaman."

"Adem," Koral'ın cümlelerini kurarken sesinde her zaman garip hissettirecek bir sakinlik oluyordu. İlk konuşmaya gittiğim geceki adamın farklı bir adam olduğunu düşünmeye başlayacaktım artık.

"Tamam Koral Bey. Karışmıyorum artık ben. İkna etmeye çalışıyorum burada ben. Yok, illa muhalefet olacaksınız. Olun, konuşmayın ama bir daha benle. Ben oturup yemeğimi yerim sonra da kalkar giderim," dedi kollarını göğsünde bağlayıp ters ters Koral'a bakarak. Evet, bu durumda gülmek istemem biraz saçmaydı ama başımı Adem'in göremeyeceği şekilde çevirip hafifçe güldüm.

"Gül gül, arkamdan gül sen de. Ben sana da destek oldum be!" dedi az önce Koral'la konuşurken kullandığı ses tonunu kullanarak.

"Tavır almana güldüm ya," dedim gözlerimi kırpıştırarak. "Gülmem bir daha."

"Adem güzel konuştun da, yemeği yedikten sonra kalkıp nereye gitmeyi düşünüyorsun Tavırlı Şoför'üm benim?"

"Çok uzaklara..." dedi dudaklarını birbirine bastırarak. O da gülmemek için kendini zor tutuyordu, bu her halinden belli oluyordu. "Yemek yiyelim diyorum Adem."

"Ben ısmarlamak istiyorum," dedim tekrardan. "Bugünlük ben ısmarlayayım, başka zaman da sen?"

"Bugünlük ben ısmarlayayım, başka zaman da sen?" dedim ben de onun gibi. Kendim ucuz bir şey alırdım, onlar istediklerini alırdı ve belki öyle eşitlemiş olurdum. 'Ya ileride lazım olursa İyem. Ya amacına ulaşmak için o para lazım olursa.' Ben iç sesimi duymazdan gelmeye çalışırken Koral, "Peki, öyle yapalım." dedi ve Adem de garsonu çağırdı. Yanımda ne olur ne olmaz diye fazladan para bulundururdum ve bugün o paranın yetmesini umuyordum. Harcadığım paranın hesabını kendime sonra sorardım, şimdi isteksiz ve cimri görünmek istemiyordum. Garson geldikten sonra siparişlerimizi vermiştik. Kendimi çok iyi hissettiğim söylenemezdi ancak Koral'la yaptığım konuşma beklediğimden çok daha iyi geçmişti, şaşırmadım desem kesinlikle yalan söylemiş olurdum. Bu yüzden çok olmasa da rahatlayabilmiştim. Kalbimde beni asla terk etmeyen bir ağrı olmasaydı eğer, eminim ki çok daha iyi hissedecektim.

Çok yorgun hissediyordum, gerçekten başımı masaya yaslasam saatlerce uyuyabilirdim.

Herkes sessizliğini korurken ben yine atkımın püskülleriyle oynuyordum ve onlarla göz teması kurmamaya çalışıyordum. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla Koral masada duran telefonunu eline aldı ve belli aralıklarla bir şeyler yazdı. Sanırım biriyle mesajlaşıyordu. Telefonunu tekrardan masaya bıraktıktan bir süre sonra siparişlerimiz de gelmişti.

Adem, "Afiyet olsun," dedikten sonra Koral da ben de teşekkür edip bir şeyler yemeye başladık. Yedikçe acıkmış olduğumu fark ediyordum ama midem bulandığı için de halimden pek memnun değildim.

Biz sessizce yemeklerimizi yemeye koyulmuşken mutfağa çıkan kapı olduğunu tahmin ettiğim kapıdan, sayabildiğim kadarıyla dört kişi çıkmıştı. Yüzlerinde kocaman ama gerçek olduğundan şüphe duyduğum bir gülümsemeyle bize doğru yürümeye başladıklarında ne olduğunu anlamayarak kaşlarımı çatmıştım.

"N'oluyor be?" Adem'in fısıldayarak kurduğu cümleyle onun da ortada dönen olayı anlamadığını fark etmiş oldum. "O nasıl gülümseme? Kötü bir şey mi yaptık?" Dört kişi hemen dibimizde bitip etrafımızı sardığında Adem'in sorusu havada asılı kalmış oldu.

"Tebrikler!" diye bağırdı aralarından bir adam oldukça neşeli ve yüksek bir sesle. Ardından üç kişi ellerini havaya kaldırıp üçe kadar saydılar ve aynı anda üzerimize doğru bir şeyler fırlattılar. Refleks olarak gözlerimi kapattığımda yüzümde yer yer ufak dokunuşlar hissettim ve gözlerimi araladım. Masanın neredeyse her yeri ve üstümün çoğu küçük küçük kağıt parçalarıyla dolmuştu. Dört kişi aynı anda tekrar biz tebrik ettiğinde hâlâ etrafa anlamsız bakışlar atıyordum.

"Kafemizin 2500'üncü müşterileri oldunuz! Bugünkü yemeğiniz bizim ikramımız!"

"Bildiğimiz beyaz düz kağıdı mı parçalamış o?" dedi Koral kısık bir sesle dişlerinin arasından başını Adem'e doğru çevirerek. "Yanlış gördüğümü söyler misin bana Adem?"

"Yemin ederim çok eğleniyorum şu an." Adem'in kahkaha atmasıyla ben de olanları az çok anladığım için gülmemek için alt dudağımı dişledim ve Koral yüz ifademi görmesin diye başımı eğdim.

Sonra "2500 mü?" dedim bizimle konuşan adama bakarak.

"Her 500 arttığında yaparız biz bunu." Koral'ın derin ve sesli bir şekilde nefes aldığını gördüğümde bakışlarımı ona çevirdim. Koyu renk kazağının yakasını çekiştirmeye başlamıştı.

"Aa," dedi yapmacık bir şaşkınla yüksek bir sesle. "Bugün Adem'le benim şanslı günümüzmüş. Ne olursa olsun para ödemeden gidecekmişiz buradan."

"Anlamadım Koral," dedi başından beri bizimle konuşan adam.

"Anlamadın tabii Talha, anlamadın." Yüzündeki gülümsemenin sahte olduğu o kadar belliydi ki, bir an bu görüntü bana çok komik geldi ama kendimi tutarak gülmemeyi başarabildim.

"Şanslı gününüzdeymişsiniz kardeşim, ne yapayım yani?" dedi adının Talha olduğunu öğrendiğim adam. Sonra da sahte bir gülümsemeyle bana bakmaya başladı ve ben de kendimi cevap vermek zorundaymışım gibi hissettim.

"Evet," dedim ben de zoraki bir gülümsemeyle. Koral bana bakıp "Tüh, başka zaman ısmarlarsın artık," dediğinde başımı yavaşça salladıktan sonra "Aynen, başka zaman." dedim.

"Flash TV'den herkesin melek sandığı Salih gelip üçünüzü de kadroya dahil edecek biraz daha devam ederseniz. Bu nasıl sahtelik?" Aramızda en çok eğlenen kişi kesinlikle Adem'di.

Talha Bey Koral'ın kulağına yaklaşarak fısıltıyla konuştu ama ben ne dediğini anlamıştım. "Ne yapayım oğlum?" Tam devam edecekti ki Koral öksürerek onu susturdu. "Teşekkür ederiz." Talha Bey bizi tekrar tebrik ettikten sonra, arkasındaki üç diğer kişi de koro halinde afiyet olsun demiş ve hepsi birlikte arkalarını dönüp uzaklaşmışlardı.

"2500'üncü müşteri olmayan da ne bileyim..." Bu cümleyi kuran Adem'e Koral önündeki kağıt parçalarından fırlattı ve "Olmuşuz işte, ne uzatıyorsun?" diye çıkıştı.

Ağzımı açıp tek kelime etmedim çünkü bu an o kadar komik ve şirindi ki bozmak istemedim.

Koral saçının üzerine dökülmüş kağıt parçalarını eğilerek silkeledi ve ardından bakışlarını bana çevirdi. "Saçlarına kağıt parçaları takılmış." Ellerimle saçımın üzerini yokladım ve "Hepsi gitti mi?" dedim kısılan sesimle. Halsizliğimin hemen geçmesini istiyordum çünkü nefes almak bile çok yorucu geliyordu bana şu an. "Evet."

Genç bir garson yanımıza gelip tatlı isteyip istemediğimizi sordu ve hepimiz istemediğimizi söyledik. Birkaç dakika sonra Adem'in telefonu çaldı ve masadan kalkıp geri geldiğinde ciddi bir ifadeyle Koral'a yanımızdan ayrılması gerektiğini söyledi. Koral sorgulamadan tamam dediğinde Adem çıkarken biz de ayaklandık ve onu takip ettik.

Adem taksiyle gideceğini söyledi ve yanımızdan ayrıldı. Koral önde ben arkada yürürken, "Koral," diye seslendim.

"Hm?" Başını arkaya doğru çevirerek omzunun üzerinden bana bakmaya başladı. "Bugün anlayış gösterdiğin için teşekkür ederim," dediğimde duraksadı ve bana doğru döndü. "Daha bir sürü sorun olduğunu biliyorum ama hiçbirini sormadın; bunun farkındayım. Dün benim yüzümden işin baltalandı; bunun da farkındayım." Bakışlarımı ondan çekip etrafa bakınmaya başladım.

"Ben sana teşekkür ederim," dediğinde bakışlarımı ona çevirerek anlayamadığımı belli ettiğimi düşündüğüm bakışlarla ona bakmaya başladım. "Öyle bir şerefsizle iş yapmaktan beni kurtardığın için." Gözlerimi kırpıştırarak ona bakmaya devam ettim. "İmzadan sonra bunu öğrenseydim eğer, kurtulmam biraz zor olurdu."

"Kurtulmaya çalışır mıydın?" Başını sol omzuna doğru yatırarak hafifçe gülümsedi. "Duyduğum ilk saniyeden itibaren." Dudaklarımı büzüp başımı salladığımda tekrar gözlerimi ondan kaçırdım, bunu bilerek yapmıyordum.

"Sen de hep dışarıda konuşmaya başlıyorsun. Araba konuşurduk," dediğinde sanki onun konuşmasını bekliyormuşum gibi bakışlarımı tekrardan onunla buluşturdum. Bunu yapmayı hemen bırakmam gerekiyordu...

"Yine mi seninle geleceğim?"

"Olur, gel."

"Soru sordum," dedim kaşlarımı çatarak.

"Cevap verdim ben de zaten." O benim aksime kaşlarını kaldırmıştı.

"Soruyla alakasız bir cevap..."

"Alakalı yaparız biz de," dedi dudaklarını birbirine bastırarak.

"Of," dedim omuzlarımı düşürerek. Zaten çok yorgun ve bitkindim, bir de o böyle konuşuyordu.

"Arabaya yürüyelim bence."

"Ben kendim giderim taksiyle. Teşekkür ederim yine de."

"Taksiden bir eksiği mi var arabanın?" dedi kaşlarını çatarak.

"Evet?"

"Hayır?" Ona garip garip bakmaya başladığımda o da bana garip garip bakmaya başladı. "Var," dedim ben de.

"Ne eksiği varmış?"

"Müşteri almıyorsun ve taksimetre yok?" dedim başımı hafifçe iki yana sallayarak.

"Bugün ben taksici oldum. Yasak mı?" dedi ters bir ifadeyle. "Taksimetre de var ayrıca."

"Anladım..." dedim söyleyecek bir şey bulamadığımda.

"Taksi ayağına geldi, eğer biraz daha bekletirsen diğer müşterilere ayıp olur." dedikten sonra yürümeye başladı ve ben de onu takip etmeye başladım. Ona karşı mahcup olduğum olaylar artıyordu ama yapabileceğim bir şey de yoktu.

O sürücü koltuğuna yerleştiğinde ben de yolcu koltuğuna oturdum ve o ısıtıcıyı açarken ben de yolu izlemeye başladım. Yol boyunca konuşmadık ve o evimin önüne park ettiğinde gözlerimin kapanmaması için cidden büyük bir savaş veriyordum kendi kendime. Evimi biliyor olması bana hâlâ garip hissettiriyordu ama artık ilk fark ettiğim andaki kadar tedirgin hissetmemeye başlamıştım. Başım koltuğa yaslı bir şekilde ona doğru uykulu bakışlarımla döndüğümde o da başını bana doğru çevirdi.

"Tipe bak," dedi kaşlarını çatarak. Ben de onun gibi kaşlarımı çattım. "Ne varmış tipimde?"

"Hasta olduğunda izin alamıyor musun? O kadar yorgun duruyorsun ki uyumamak için direnip durman gerekiyor sürekli." Başımı biraz daha eğdim ve çenemi atkının altına doğru biraz daha bastırdım.

"Alamıyorum, almıyorum. Karışık biraz." dedikten sonra esnedim ve elimin tersiye o görmesin diye ağzımı kapattım. Sonra evimin önüne geldiğimizi hatırladım ve hızlıca başımı koltuktan kaldırıp görüşüm netleşsin diye acele ederek gözlerimi ovuşturdum.

"Bir an geldiğimizi unuttum," dedim kendimi açıklamak ister gibi. "Kusura bakma, iniyorum hemen."

"İnmeden önce belki yine unutursun geldiğimizi." Başını koltuğa yaslamış bir şekilde kısık gözlerle bana bakıyordu. Gülerek, "Taksimetre yazıyor ama?" dedim beremi düzeltirken.

"Tüh," dedi sahte bir sitemle elini hafifçe bacağına vurarak. "Para kazanma planlarımı suya düşürdün." Hafifçe tebessüm ederek karşılık verdiğimde bu sefer ben ona şakayla karışık takılmaya karar verdim. "Bir sonraki sefer de ben seni makam aracımla evine bırakacağım."

"Evimi öğrenmek için bahane mi o?" Bu soruyu gözlerini kısarak sormuştu. Dudaklarımı büzerek bakışlarımı kaçırdım. Kaşlarını çattıktan hemen sonra, "Tabii ya," dedi. Hayır hayır, söyleme dedim içimden kendi kendime. "Sen takipçilik oynarken evimi de öğrenmiştin."

Kaşlarımı çatarak "Senin de maşallahın varmış, kaçmamış gözünden hiç." dediğimde gülerek karşılık verdi. "Senin maşallahın varmış asıl... Bir insan bu kadar belli edebilirdi birini takip ettiğini." Bakışlarımı kaçırdım ve boş yolu izlemeye başladım. Ona bakmadan, "Nasıl fark ettin takip ettiğimi?" diye sordum.

"Kendi halini görsen, gülmekten ağlardın."

Evet, kendi halimi görsem ağlardım ama gülmekten değil...

Şakalaşmaya devam etmek isterdim ama birden duruldum ve birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattım. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış gibi boğazını temizleyip konuyu değiştirdi: "Makam aracın neredeymiş?"

"Bisikletim var," dedim ona bakmadan. Eski komşum beni tanımadığı halde çocuğuna yeni bisiklet aldığında çöpe atmadan önce binadaki herkese bisikleti isteyip istemediklerini sormuştu ve kimse de istememişti. Ben de çok iyi kullanamasam da komşum başta kabul etmese de az bir miktar ödeyip almıştım bisikleti. Tabii sonra para harcadığım için pişman olmuş ve başka şeylerle dengelemeye çalışmıştım.

"Ne?" dedikten sonra güler gibi bir ses çıkardı ve ben de kaşlarımı çatarak ona çevirdim bakışlarımı. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki o benden önce davrandı. "Çocuk bisikletine ben nasıl bineyim?"

"Çocuk bisikleti olduğunu nereden çıkardın?" Beni baştan aşağı yavaş yavaş süzdükten sonra konuştu: "Doğduktan sonra uzama gereği hiç duymamandan."

"Ayıp ediyorsun şu an..." Kollarımı göğsümde bağlayıp devam ettim. "Hem de çok ayıp ediyorsun."

"Asıl sen ayıp etmişsin... Biraz uzamaya zahmet etseydin."

"Baya ayıp ediyorsun hem de..."

"Şaka yapıyorum," dedi başını koltuğa iyice bastırırken. "Makam aracına binmekten zevk duyarım."

"Artık ben bindirmem seni. Çocuk bisikleti olmayan bir bisiklet bul," dedim hasta olduğum için akan burnumu çekerek.

"Bana bak Küçük İnsan," dedi hafifçe gülerek. "Küsme dalga geçiyorum."

"Küçük İnsan mı?" Bu hitap şekliyle ben de gülmeye başladım. "Gideyim artık ben," dedim uykulu bir sesle. Hemen ardından "Taksimetre kaç yazmış?" diye sordum.

"Yazmamış. Bozuldu herhalde." Çatılmış kaşlarına ve ciddi yüz ifadesine bakıp gözlerimi devirerek, "Yazmıştır yazmıştır, iyi bak." dedim.

"Üç buçuk," dedi büyük bir ciddiyetle. Yine buçuğu var... Bu adamın buçukla bir derdi vardı.

"Az yazmış." Atkı yüzünden huylanan boynumu ovaladım. "Bozuk herhalde."

"Çok yazmış." Emniyet kemerini çekiştirip pozisyonunu daha rahat bir pozisyonla değiştirdi. "Bozuk herhalde." Uzatmayarak cebimdeki paralardan üç buçuk TL aldım ve ona uzattım. Yine elime bakmadan parayı alıp cebine attı.

"Teşekkür ederim," dedikten sonra kapıyı ittim ve beni karşılayan soğuk havayla birlikte ürperdim ve kapıyı kapatmadan önce tekrar ona döndüm. "Görüşmek üzere."

"Bu," dedi cüzdanında bir şeyler ararken. Konuşmasına devam etmesini beklerken çenemi üşüdüğüm için iyice atkının içine gömdüm. "Nerede ya bu?" dedi sonra kendi kendine sert bir ses tonuyla. Sonra bir kart çıkartıp arkasına bir şeyler daha yazdı ve bana uzattı.

"Benim kartım. Arkasına da Adem'in numarasını yazdım. Ben," duraksayıp kaşlarını çattı. "O adamı araştırmaya başlayacağım. Sen biraz iyileştiğinde beni ara. Şimdiye kadar buldukların, o adamın sonradan yaptıkları hakkında konuşalım ipucu bulmak için. Bu olayla ilgili ufacık şeyde bana haber ver. Bana ulaşamazsan da Adem'e ulaş. Tamam mı?" O adamın bana yaptıklarını hatırlayınca, onu daha yeni gördüğüm gerçeği de buna eklenince kalbim öyle bir sıkıştı ki bir an gerçekten öleceğimi sandım. Titreyen ve soğuktan acıyan parmaklarımı ona doğru uzattım ve elinden kartı aldım. Konuşursam ağlardım, bu yüzden sadece başımı sallayabildim. Gözümü kırpıştırarak kapıyı kapattım ve arkamı ona dönerek hızlı adımlarla bina kapısına ulaştım. Yine arkamı dönüp bakmamıştım, kapıdan içeri girdiğimde tüm vücudumun titrediğini fark etmemle beraber derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım ve güçlükle kendi kapımın önüne vardığımda anahtarla kapıyı açtım.

Evime girdiğimde içimde tuhaf bir his vardı, bu hissi yok sayarak koltuğuma gidip yan bir şekilde ve uzanarak küçülebileceğim kadar küçüldüm.

Ne kadar garipti; gece kalbin söküldüğü için bir daha yaşayamayacağını düşünürdün, sabahsa zorunlulukların yüzünden dimdik olmasa da sürünerek kalkıp yaşamak zorunda kalırdın.

Ben dimdik durarak yaşamayalı o kadar çok olmuştu ki, dizlerim parçalanmıştı artık böyle yaşamaktan. Avuçlarım yara bere olmuştu, zihnimi kaybetmiştim, dirseklerim kanıyordu. Yüz üstü düşmekten yüzüm tanınmayacak hale gelmişti. Kalbim... En çok hasar ondaydı ve en çok hasar almamasını istediğim de oydu. Kalbimi her şeyden saklamak istiyordum, kalbimi en çok da kendimden saklamak istiyordum. Ruhumla sürekli karşı karşıya gelen kalbime, ruhum bile benden daha iyi davranırdı.

Dışarıdan kimse görmüyordu yaralarımı çünkü yaralarım gizli değildi. Gün yüzündeydi ve gün yüzündeki şeyi görmek bazen saklı olanı görmekten çok daha zordu.

İlk defa birinden doğru düzgün bir yardım alacaktım belki de. Bugünü saymazsam 100 günüm kalmıştı ve belki de artık bir sonuca ulaşacaktım. Eğer sonuca ulaşabilirsem yaşayacaktım...

Bedenimde aynı anda bir sürü his vardı yine. Eğer "Hangi his ağır basıyor?" diye sorsaydı biri bana; "Hepsi çok ağır basıyor," derdim. Hepsi o kadar çok ağır basıyordu ki altında ben eziliyordum. Altında kalbim, ruhum ve birçok şeyim eziliyordu.

Bir ortamda bağırarak konuşan insanlar varken kimse senin fısıltına kulak asmazdı, bunu biliyordum. Bir acıyla inlemeye bile her şeyin durdurulması gerekirken, kahkahalarla bastırılmıştı onca acı dolu feryat. Ama o kadar çok bastırılmıştı ki, o feryatların sahibi ezilerek can vermişti kahkahaların altında.

O ölünün arkasından, "Suçlu muyum? Ben bir şey yapmadım ki," diyorsa biri; en çok o suçluydu aslında. O bir şey yapmalıydı, ben bir şey yapmalıydım, sen bir şey yapmalıydın... Kim olduğu fark etmez; birileri bir şey yapmalıydı. Bir şey yapmalıydık...

Her önemli konuyu dünyanın altına doğru süpürürsek eğer, gün geldiğinde pislikten boğulmaz mıydık? Gerçi dünyanın altının üstünden daha pis olduğu söylenemezdi. Herkes suçluydu; ben suçluydum, sen suçluydun, o suçluydu... "Yok düzelmez bu dünya; sonu da geliyor zaten." derdim hep kendi kendime. Doğru, dünya düzelmez ama ben fark etmeden sonu gelmişti sanki çoktan.

Dinen onca kahkahanın ardından tüm dünyanın kapatılması gerekiyordu; tüm dünyanın etrafı parmaklıklarla çevrilmeli, denizler güzelliğini bizden çekerek kurumalı ve gökyüzü artık mucizelerini bizden saklamalıydı; yıldızlar ışığını kaybetmeli, ay dünyanın pisliğinden bıkıp onun etrafında dönmeyi bırakmalıydı. Güneş sıcaklığını bazen bizden çekip bazense arttırmalı ve bize eziyet etmeliydi... Nasıl oldu da hiçbir şey olmamış gibi devam edebildi bu insanlık?

Yine gözümden bir damla yaş aktı, ben suçlu olduğumu kabul etmiştim; sıra tüm insanlıktaydı. Onlar da kabul etmiş miydi suçunu?

Boğuluyormuş gibi hissettiğimde geldiğimden beri çıkartmadığım boynumdaki atkıyı çıkarttım, banyoya gidip yüzümü iyice yıkadıktan sonra Koral'ın aldığı kremi sürdüm ve salona döndüğümde ağrı kesici içtim. Üzerimi değiştirmeden ve odama uğramadan koltuğa tekrar uzandığımda direkt gözlerimi kapattım ve uykunun beni kendine hapsetmesine izin verdim.

Gözlerimi hafifçe araladığımda uykulu gözlerimi kırpıştırarak odağımı netleştirmeye çalıştım. Üzerimdeki mont yüzünden bunaldığım için fermuarını açtım ve yere bıraktığım telefonumu elime alarak Koral ve Adem'in numaralarını kaydettim. Saat 22.16'ydı ve benim hâlâ uykum vardı. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmak isteğiyle dolduğumda yavaş hareketlerle ayağa kalktım ve odama doğru yürüdüm.

Dolabımın önüne geldiğimde garip bir dürtüyle başımı yana doğru çevirip yatağımın hemen yanında olması gereken çerçeveye baktım.

Çerçeve boştu.

Sendeler gibi olduğumda dolap kapağına tutundum ve hızlı bir şekilde yatağımın yanına koştum. Boş çerçeveyi titreyen parmaklarımın arasına alıp yere çöktüğümde, içimdeki zehrin gözlerimden aktığını fark edebilmiştim.

Çerçeveyi ters çevirdiğimde gördüğüm araya sıkıştırılmış notu okuyabilmek için gözlerimi sildim ve odaklanmaya çalıştım.

"Son anı da elinden alındığına göre, senin aklını kaybetmediğine kim inanır? İrdeledikçe daha kötüsü olacak demiştim. Baltaladığın iş için bu daha bir başlangıç. Herkes akılsız biri olduğuna inanacak. Kardeşinin aslında hiç olmadığına, senin aklını yitirdiğine herkesi inandıracağım. Ama bilirsin ki çok iyi bir insanım, bu yüzden sana bir teklifle geldim. Yastığının altına bırakılan adrese geldiğinde, belki de kardeşini görürsün."

Ağlamam daha da şiddetlenirken nefesim kesiliyormuş gibi hissettim ve notu elimden tiksinircesine bıraktım. Notun sonuna büyük harflerle adını yazmıştı. Midem bulanıyordu. Biliyordum, bu da öncekiler gibi tuzaktı. Biliyordum, sadece canım yanacaktı. Ama bir ipucu uğruna, belki sıfır virgül bir ihtimale karşın; her zaman gittiğim gibi yine gidecektim. Nefesim... Nefes almam gerekiyor. Yastığımın altı? Koral... Haber ver demişti. Bir şey olursa söyle demişti. Zihnimi toparlamam gerekiyordu...

Ruhum.... kalbimi sıkma artık bu kadar, o yaşatmadı bize bunları. Lütfen gelmeyin üzerime artık. Dayanamıyorum, kaburgalarım kırılıyor; hissedebiliyorum. Ruhum sen bari acı bana. Kalbim sen bari acı bana. Orta yolda buluşun demiyorum, ortada ben varım. Gelmeyin, sakın gelmeyin yanıma. Görmüyor musunuz? Bu kadarı bana çok fazla.



Evet... Bitti. Nasıldı? Yorumlarınızı lütfen bana yazınnn. ❤️

Umarım sevmiş ve beğenmişsinizdir bölümü.

Yeni bölüm yetiştirebilirsem bu bölüm için verdiğim tarihte atmaya çalışırım. Yetişmezse de bir aksilik olmazsa, en geç bir haftaya - 05.08.2020'de- gelir diye düşüyorum. O gün veya o güne kadar buluşalım mı yine?

Kendinize çookkk iyi bakın 💙

4. Bölümden:

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

422K 22.3K 49
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
3M 161K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
254K 21.2K 38
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
888K 53.2K 70
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...