KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

Oleh gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... Lebih Banyak

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

14. Bölüm: "Panzehir - umut"

974 75 47
Oleh gokadan

Bölüm şarkıları:

Clouds - If These Walls Could Speak

Les Discrets – Song for mountains

Ruin Of Romantics – Helena

Spctr – Bad Dream

* Beğenerek ve yorum yaparak bana destek olabilir ve ailemizin büyümesine yardımcı olabilirsiniz. Lütfen eksik etmeyin.*

14. Bölüm: "Panzehir - umut"

Part 1 – Bu bölüm 2 parttan oluşacaktır.

Akrebin kuyruğundan damlayan zehir, zamana damlıyor; zehirlenmiş zaman, hislerimi uyuşturuyordu. Bir tarafım tüm hissizliğine rağmen huzursuzca bekliyordu olacak şeyleri. Nelerin son bulacağının farkındaydı ve bu durumdan rahatsızdı. Düşüncelerimi tırnaklarıyla eşeliyor, sadece bir neden bulmaya çalışıyordu kalmak için. Yankı'dan uzaklaşmamak için sadece bir nedene ihtiyacı varmış gibi davranıyordu. Sabırsız ve aceleci bir tavırla hissizliğimin üzerinde çıplak ayaklarıyla adımlıyor, düşüncelerimi aradığı şeyi bulmak için darmaduman ediyordu.

Bulamayacaktı çünkü senelerdir sahip olduğum bir yanım, onun aradığı tek bir nedeni saklamıştı. Yıllardır benimle olan, bazen özen gösterdiğim bazense hiç önemsemediğim ama buna rağmen yıllardır büyütmeye devam ettiğim o yanım izin vermezdi bulmasına.

Araba yavaşlayıp durduğunda gözlerime inen buğu bir anda dağıldı. Uçuşan düşüncelerim ise yerçekimini yeni kazanmış bilincimin zeminine gürültüyle dökülmüştü. Bakışlarımı Yankı'ya çevirdim. Katran rengi gözlerini son kez yakından görmek istercesine odaklandım yüzüne ama bana bakmıyordu. Tam ileriye odaklanmıştı. Anlam veremedim başta. Hatta şaşırdım da. Bir şey demesini bekliyordum. Bir veda, bir hoşça kal, en basitinden bir görüşürüz falan... Ama sessizliğini diline mühürlemiş gibiydi. Tek bir kelime bile etmemesini belki bir nebze anlayabilirdim ama yüzüme bile bakmıyordu.

Garip bir his yerleşti içime. Daha önce birine veda etmem gerekmemişti. Kimse benden gitmemişti ki veda edeyim. Hiç tanımadığım babama bile veda edememiştim ben. Veda nedir, nasıl edilir ve kime edilir bilmiyordum. Şimdi yüzüme bile bakmayan bu adama nasıl veda edecektim? Gerçi buna gerek var mıydı onu bile bilmiyordum. Aynı sınıftaydık, her gün yüz yüze gelecektik belki ama bir daha hiç yan yana gelmeyeceğimizi düşündüğüm içindi bu garip hissiyat. Duvarlarımı eriten bu adamdan uzaklaşırsam yeniden dondurabileceğimi düşünüyordum. Yeniden güvende hissedebilirdim kendimi çünkü bu yaşıma kadar o duvarlar korumuştu beni, bunu biliyordum. Bu yüzdendi bu ısrarım. Sadece kısa zamandır tanıdığım bir adamın beni bu denli etkilemesi afallamama neden olmuştu. Şimdi ise korkarak uzaklaşmak istiyordum içine düştüğüm bu belirsizlikten.

Arabada asılı duran sessizliği dudaklarımı aralayarak bozdum. "Teşekkür ederim." Dedim sesimi düz tutmaya çalışarak. Gözlerim, Yankı'nın keskin hatlı çenesinde gezinirken bana dönmesine ihtiyacım olduğunu fark etmiştim. Üst üste gelen farkındalıklar yerimde rahatsızca kıpırdanmama neden olduğunda hissettiğim panikle kapıyı açmak için hareketlendim ama sessizliği bozarak arabanın içinde yankılanan kilit sesi şaşkına uğramama neden olmuştu. Yankı kapıları kilitlemişti.

Elim kapının kolunda asılı kaldı. Gözlerime yerleşen şaşkın ifadeyle birlikte Yankı'ya çevirdim bakışlarımı. "Bir şey mi oldu?" diye sordum sesimin şaşkın çıkmasına engel olamayarak. İleriye bakan bakışları acelesiz bir şekilde bana döndüğünde yutkunmak istedim. İşte yeniden buluşmuştu siyahları elalarımla. Nasıl hissettirdiğinin bir önemi olmamalıydı, daha doğrusu bu basit eylem bir şey hissettirmemeliydi bile.

Kendimle çelişiyordum, kendimle savaşıyordum. Hislerimi kabullenmiştim artık. Ondan hoşlanıyordum ve bunun olmamasını istiyordum. Büyük bir çelişkinin içerisinde yüzüyordum, kulaç atıyor uzaklaşmak istiyordum ama her hareketimde ileri gitmek yerine dibe batıyordum.

Bir yanım bu hislerden ölesiye nefret ediyordu, bir yanımsa abarttığımı düşünüyordu. Daha önce böyle hissetmemiş olabilirdim, düşüncesi bile ürkmeme neden oluyor olabilirdi ama bu duygular normal şeylerdi. Ben insandım ve normal olan duyguları hissettiğim için kendime kızmamalıydım. Yine de düşündüğüm kadar kolay değildi.

"Kaçıyorsun." Dedi anlam veremediğim sert bir sesle. Dudaklarının arasından çıkan o tek kelime bir uyarı gibi çıkmıştı.

Beni nasıl böyle okuyabiliyordu? Nasıl anlayabiliyordu ne düşündüğümü, bir sonraki hareketimi neden yapıyor olduğumu? Gözlerimdeki şaşkınlığın saf bir şekilde karşımda duran adama aktığını biliyordum. Bir gülle paramparça olan, çoktan sular içerisinde kalmış yamalı duvarlarıma çarpmış ve tamamen dağılmasına neden olmuştu. Şimdi yüzüm, bütün hislerimi yansıtan bir aynadan başka bir şey değildi.

Katranlarının dibi gözükmeyen kuyusundan sürünerek çıkan zehirli engerekler elalarıma süzülüyordu. Simsiyah bir yılan gözlerimden kalbime ulaşıyor, kalbimin etrafını sarıyordu tüm gücüyle. Sanki tek bir amacı vardı. Kalbime yerleşen dehşet verici sızıyı bileyerek çoğaltmak ve varlığını anbean hatırlatmak istiyordu. Bir an nefessiz kalacağımı düşündüm. Bu duygu kaçıp gitmek istememe neden oluyordu. Kapılar kilitli olmasaydı, ondan uzaklaşabilecek bir durum içerisinde olsaydım karşımda bana dikkatle bakan ve zehrini akıtan bu adamdan kaçardım.

"Ne alakası var?" Diye sordum anlamsızca. Sesim paniğin ince damarlarıyla sarılmıştı. Ondan gelecek en ufak bir hareketle o ince damarlar yırtılacak ve panik sesimi kanatacaktı.

Berbat hissediyordum. Sesindeki suçlayıcı ton yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissetmeme neden olmuştu. Sanki yapmamam gereken ama yapmakta direttiğim bir şey yapıyordum. Birinden uzaklaşmak hiç bu kadar zor gelmemişti, hiç bu kadar düşündürmemişti beni.

"Kilidi açsam koşarak uzaklaşırsın buradan." Dedi. O kadar emindi ki böyle yapacağımdan, sesinde en ufak bir tereddüt bile yoktu.

Sessiz kaldım çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum. Haklıydı ama onu haklı çıkarmak istemiyordum. Beni bu kadar iyi okuması korkutuyordu. İçimde günden güne büyütmeye çalıştığım öfkem her farkına vardığım gerçekle birlikte daha da tetikleniyordu.

Gözlerimi gözlerinden kaçırdığımı arabanın önünden geçen siyah kediyle göz göze geldiğimde fark etmiştim. Siyah kedi ürkek bir bakış attı; ortaya çıkabilecek her tehlikeye karşı, ona zarar verebilecek her şeye karşı tetikte görünüyordu. Arabanın önünden geçerken bedenini zemine daha da yanaştırmış, adeta sinmişti.

Farkında olmadan yutkundum. O kedi gibi hissetmem normal miydi bilmiyorum ama şu an olduğum durumu düşündükçe delirecek gibi hissediyor, buna engel olamıyordum.

"Aç kapıları." Dedim onu önemsemediğimi gösteren bir şekilde.

Öfke, çelişki içerisinde kalan kalbimden sızmaya başlamıştı. İncecik, soyut bir histi bu. Kalbimin kasıldığını, göğüs kafesimin altında isyan ettiğini hissedebiliyordum. İçimdeki o duygu, her nefesimde bir balonu şişirir gibi büyütüyordu öfkemi. O duygu, her göz kırpışımda bir ölüyü canlandıran bir tanrı gibi yüceliyordu.

Sana zarar vermesine engel ol, dedi içimde yankılanan öfkeli bir ses. Sana zarar verecek, ona engel ol.

Benimle konuşan, bana emirler veren o öfkeli ses, sanki benden çok uzaktaydı ama bir o kadar da yakındı bana. Sıcak nefesi boynuma çarpıyor, silueti silik bir şekilde gözlerime yansıyordu.

Uzaklaş, dedi bir kere daha. Artık sesi daha net, görüntüsü daha anlaşılırdı.

Silik siluetin açık kumral saçları vardı, ela gözleri ve bembeyaz bir teni. Ela gözlerinin içine damlayan siyah lekeleri göremesem bile orada olduğunu biliyordum. Karşımda öfkeyle dikilen tanıdık kadının elindeki şey dikkatimi çekti. Siyah bir zippoydu elinde sıkı sıkıya tuttuğu o şey.

Önce yak, sonra uzaklaş, kaç.

Hayallerimde yankılanan sesin sahibi bendim ama sanki bambaşka biriydim.

Gözlerimi sımsıkı kapatıp içine düştüğüm bu hayalden uzaklaşmaya çalıştım ama kemikleri çatlayacak gibi ağrıyan başım, hayali tekrar tekrar oynatıyordu zihnimde.

Yankı'nın içinde hangi duygunun yoğun olduğunu anlayamadığım sesi kapattığım gözlerimi açmama neden olmuştu. "Siktir!" Diye hırladı önce. Öfkeli bir şekilde kapıları açıp dışarı çıktığında ne olup bittiğini anlamamıştım bile. Gözlerim bedenini takip etti ve arabanın önüne ulaştığında şaşkınlıkla irileşti. Arabanın kaputunun kenarlarından sızan duman o kadar yoğundu ki bir an Yankı'nın bedenini bile göremeyeceğimi düşünmüştüm.

Kendimi hızla dışarı attım ve arabanın önüne, Yankı'nın tam yanına gelip elimle dumanları dağıtmaya çalıştım. Yankı ağzının içinden bir şeyler homurdanıyor, bir yandan da ne yaptığını anlamadığım bir şeyler yapıyordu. Motorla alakalı bir sorun olabileceğini düşündüm, yine de kafam karışmıştı. Aklıma düşen fikir hoşnutsuz bir şekilde bir adım gerilememe neden oldu ama gözlerim hâlâ Yankı'nın üzerindeydi.

"Sorun ne?" Diye sordum kendimi berbat hissederek. Suçluluk hissi üzerime gri bir duman gibi çökmüştü. Aklımda dönüp duran o kirli düşünce dudaklarımı sertçe çiğnememe, korkuyla titrememe neden oluyordu. Onu görmezden gelmeye çalışsam da bir yolunu buluyor ve yine düşüncelerime hâkim oluyordu. Titrek bir nefes aldığım sırada Yankı gözlerini ilgilendiği yerden çekti ve bana çevirdi. Gözlerindeki ifade titrek nefesimi içime hapsetmiş, bir süre nefessiz kalmama neden olmuştu.

"Motorla ilgili bir sıkıntı." Dedi gözlerini gözlerimden tek bir saniye ayırmadan. "Çantanı al, arabayı çektirmem lazım."

Verdiği emirlere birebir uymak normal bir zamanda olsa beni rahatsız ederdi ama tamamen şaşkın bir durumdaydım. Ne olduğunu bile tam olarak anlamamışken bir şeyleri sorgulamak sadece zihnimi yorardı.

Çantamı alıp arabada eşyam kalmış mı diye son kez kontrol ettim ve kapıyı kapattım. Yankı telefonla kısa bir görüşme yapıp kapattığında gözleri gözlerime değmiş dudaklarımı sımsıkı birbirine yapıştırmama neden olmuştu. Gergindim ve rahatsız hissediyordum.

"Çekici gelecek mi?" Diye sordum ne diyeceğimi bilemeden.

Cevap hemen gelmedi. Önce sıkıntılı bir nefes verdi ve ceketinin ceplerini bir şey ararcasına karıştırdı. En sonunda sigara paketi ve çakmağı görüş alanıma girmiş, sigarayı dudakları arasına sıkıştırdığı sırada onaylar bir mırıltı çıkarmıştı. Sigarasını usulca, acelesi yokmuş gibi yaktı ve zehri içine çekti. Tüm bunları yaparken arabanın açık duran kaputuna bakıyordu.

Gözlerim evimin olduğu apartman katına kaydı ve rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdandım. Hemen birkaç metre ötemdeydi evim. Kendimi en çok güvende hissettiğim alana bu kadar yakınken tek bir adım bile atamıyordum. Bunun sebebi ne yapacağımı bilemediğim için miydi yoksa Yankı'dan uzaklaşmak istememem miydi, bilmiyorum. Sadece sessizce durdum ve karşımda sigarasını içmesini bekledim. İkimiz de konuşmuyorduk. Sessizliği bozan tek şey ara sıra yanımızdan geçip giden arabalardı.

"Sen git." Dedi gözlerini yüzüme diktiği sırada. Sigarasından çekmesi gereken yaklaşık iki nefes daha kalmıştı. Kendime zaman vermiştim, kendime bahane yaratıyordum. Burada kalmak, ondan uzaklaşmamak için zaman tanıyordum kendime ama tükenmek üzereydi. Tam olarak iki nefeslik vaktim kalmıştı. Sonra tükenecek, bitecekti.

"Ne zaman gelecek?" Diye sordum gereksiz bir merakla. Bunu merak etmemem lazımdı, bunu merak etmeme gerek yoktu. Artık istediğim gibi ondan uzaklaşabilirdim. İstediğim gibi evime gidebilir ve onunla olan iletişimimi koparabilirdim ama sanki içimde benimle inatlaşan, benimle savaşan bir yanım vardı.

"1 saate geleceklerini söylediler."

Gözlerim tereddüt içinde yeniden yaşadığım kata çevrildi. Annemin evde olmadığını biliyordum, eve bakmamın sebebi annemi görmek veya başka bir şey değildi. Kabullenmek istemediğim bir düşünce daha doğmuştu ama onu susturdum.

"Nerede bekleyeceksin?" Sigarasından son nefesini aldı, parmakları arasından kayarak yere düşen sigaraya çevrilen gözlerim siyah postallarıyla göz göze gelmişti. Yanan sigara ayakları altında ezildiğinde bakışlarım yeniden ona doğru tırmandı. Anında göz göze geldik.

"Burada." Başı ufak bir hareketle yana eğildi. Katranları yüzümün her zerresine bulaşırken ifademi düz tutmaya çalıştım ama artık ne kadar başarılı olduğumu bilmiyordum. Sanki tamamen savunmasız kalmıştım.

Bir süre sadece sustum. On saniyelik bir duraklamanın ardından, "Yukarı gelmek ister misin?" Diye sormuş, kendimi de Yankı'yı da şaşırtmıştım. Gözlerinde parıldayan şaşkınlığın ince ışığını görebiliyordum. Direkt olarak gözlerime yansıyor, onu ne kadar şaşırttığımı görmeme izin veriyordu. "Hava biraz soğuk, burada bekleme." Diye açıklama yaptım rahatsız hissederek. Bu teklifi yaparken biraz bile düşünmemiştim. Düşünseydim zaten yapmazdım.

Kısa bir süre yüzüme baktı teklifimin ciddiyetini ölçmek için. İfademi düz tutmaya çalışsam da yine de yüzümdeki tereddüdü, gerginliği görebiliyor muydu merak etmiştim.

Yüzümde aradığı şeyi bulmuş gibi gözlerini benden ayırdığında omuz silkti ve sürücü kapısına yöneldi. Biraz önce öfkeyle çarparak kapattığı kapıyı sakin bir şekilde açıp koltuğa oturdu. Arabanın sesi kesildiğinde bir an için içinde bulunduğumuz sokakta kör edici bir sessizlik oluşmuştu. Soğuk hava yanaklarımı okşayıp beni teğet geçerken dudağımı dişlemeden edemedim. Bir şeyleri beklemek, daha doğrusu beni son derece geren birini beklemek zordu ama halledemeyeceğim bir şey değildi. Kollarımı kendime sardığımda aslında zorlukla giyindiğim soğukkanlılığımı üzerimde tutmaya çalışıyordum.

Yankı arabadan çıktı, kapıyı kapattı ve acelesiz bir şekilde bana doğru adımlamaya başladı. Gözlerimi ondan ayıramadım. Her hareketini zihnime kazırken elime hatıralarımla bilediğim keskin bir bıçak almıştım. Zihnime kazıdığım bıçak ne kadar keskin olursa o kadar düzgün hatırlardım, ne kadar düzgün hatırlarsam o kadar doğru yaşatırdım zihnimde.

Ellerini ceketinin cebine sokmuştu. Siyah saçları alnına düzensizce dağılmış, kaşlarının kapanmasına neden olmuştu. Gözlerim farkında olmadan dudaklarına düştü. Pembeye çalan dudaklarının arasından soğuğu hatırlatmak istercesine süzülen buhara takılan gözlerimi bembeyaz tenine çevirdim. Havaya rağmen kızarmaması, hâlâ bir mermeri andırması şaşırtıcıydı.

Tam önümde durduğunda göz hizamda pürüzsüz gözüken boynu kalmıştı. Soğuk havayla karışan vanilya kokusunu soluyordum. Belirgin adem elmasına öylece bakarken, "İncelemen bittiyse gidebiliriz." Dediğini duydum. Sesi alay doluydu ve bilincimde çanlar çalmasına, kırmızı ışıkların yanıp sönmesine neden olmuştu. Gözlerimi hızla ondan uzaklaştırdım ve arkamı dönüp eve doğru yürümeye başladım. Bakışlarının yoğunluğunu sırtımda hissedebiliyordum. O kadar ağırdı ki, dik bir şekilde yürümek bir an için zor gelmişti. Omuzlarımın çökmesi an meselesi olsa da kendimi bırakmadım.

Apartmana girip evimin bulunduğu kata hızlı bir şekilde çıkarken sanki arkamdan biri kovalıyormuş gibi hissediyordum. Daha önce bu merdivenlerden bu kadar hızlı çıktığımı hatırlamıyordum bile. Son basamağa adım attığımda zehir gibi bir acı hissettim ayak bileğimde. Adımımı öyle hızlı atmıştım ki ayağımın ters basması ve ardından ayaklarımın altındaki zeminin kayması beni şaşırtmamıştı. Dengem sarsıldığında merdivene yüzüstü yapışacağımı biliyordum. Bu benim için kaçınılmazdı ama koluma ve aynı anda belime dolanan sarmaşık gibi parmaklar yüzümün zemine çarpıp dağılmasına engel oldu. Sıcacık bir bedene yapıştığım sırada nefes nefeseydim. Bir kolu sıkıca belime sarılmış, diğer elinin parmakları hiç bırakmayacakmış gibi koluma dolanmıştı. Dışardaki soğuğa rağmen sıcacıktı.

"Sakar." Diye fısıldadı, beni kendine daha da çektiğinde. Sırtım göğsüne yapışmıştı. Hemen bir alt basamağımda olduğunu biliyordum.

"Düşüyordum." Diye fısıldadım ne diyeceğimi bilemeden. Kalbim boğazımda atıyor, sıcak nefesi saçlarıma her çarptığında yutkunma isteğiyle dolup taşıyordum. Belime sarılan elinin sıkılaştığını üzerimdeki montta rağmen hissedebilmiştim.

"Tuttum seni." Sesi bir bıçağın yapacağı gibi tenime dokunmuş, dokunduğu yerleri zedelemişti. Kanatmamıştı ama yanlış bir harekette her bıçağın yapacağı gibi kanatabileceğinin farkındaydım.

Birden kendimi o kadar güvende hissettim ki, sırtımı ona yaslamama engel olamadım. Sanki arkamda ona yaslanmam için var olan bir dağdı, o olduğu sürece asla zarar görmez, asla mutsuz olmazdım. Ne garip bir hissiyattı bu. Daha sabaha kadar veda etmeyi düşündüğüm bu adamdan uzaklaşmak istememek, arkamda duran, bana destek olan o bedeninin sıcaklığını hep sırtımda hissetmek istemek ne garipti. Ne hissettiğimi artık biliyordum. Bunu kabullenmek her ne kadar zor olsa da sonunda kabul etmiştim. Ne zaman kendimi bir tehlike içinde bulsam, ne zaman bana bir zarar gelecek olsa arkamda Yankı'nın varlığına güvenmek istemek, gözlerimi kapatıp ona yaslanmak, onda güveni bulmak beni aptal biri yapar mıydı?

"Teşekkür ederim." Diye mırıldandım ondan geri çekilirken ama kolunu belime o kadar sıkı dolamıştı ki ben uzaklaşmak istesem de bunu yapamadım.

Sadece birkaç saniyenin ardından kendi geri çekildi. Sıcaklığı uzaklaştığında soğuk hava montumu delip geçmiş, bir an için üşümeme neden olmuştu.

Düşünmemeye çalıştım ve kalan son basamağı çıkmak için hareketlendim ama ayak bileğimde yer edinen o acı kendini yeniden hatırlatmıştı. Dudaklarım arasından ufak bir inilti döküldüğünde öne doğru eğildim ve ayağımı hareket ettirmemeye çalıştım.

"Ne var?" Diye sordu Yankı bulunduğum basamağa çıkıp tam yüzüme odaklandığı sırada. "Bileğini mi incittin?"

"Yok, geçer şimdi." Diye mırıldandım doğrulurken. Zonklayan bileğim tek bir adım atmama izin vermeyecekmiş gibiydi. Zehrini akıtırken alaycı bir sızlama gönderiyordu tüm ayağıma. Siyah postallarıma gözlerimi dikip lanet etmemek için içimden beşe kadar saydım.

Yankı bu sırada yeniden konuşmuştu. "Sakar." Dedi yeniden. Sesinin netliği sinirlerimi bozmaya yetecek kadardı.

"Biraz sessizlik, lütfen." Diye mırıldandım. İhtiyacım olan sadece sessizlik ve ayağıma yerleşen lanet acının geçmesiydi.

Onaylamayan bir mırıltı çıkardı. "Evin anahtarını versene." Dedi bir basamak daha yukarı çıktığında. Evime üç adım uzakta duruyordu. Kaşlarımı çattım. "Tüm gün senin yukarı çıkmanı bekleyecek değilim."

Sinirle gözlerimi yumarken nasıl bu kadar umursamaz olduğunu düşünüyordum. Eğer adımlayabiliyor olsaydım onun yanına çıkar ve eve girip onu içeri almazdım ama şu an yapabileceğim bir şey değildi.

"Ben gireyim, sen de yavaş yavaş gelirsin." Dedi alayla. Benimle böyle konuşuyor olması sinirlerimi alt üst ediyordu ama ona laf yetiştirecek gücü kendimde bulamıyordum. Omzumdan sarkan çantamdan evin anahtarını çıkardım ve ona fırlattım. Zorlanmadan havada yakalamıştı.

"8 numara." Diye mırıldandım.

Kapıyı açtı. İçeri gireceğini düşünüyordum ama düşündüğümün aksine eve girmemiş bana doğru adımlamıştı. Olduğum basamağa geldiğinde yüzüne anlamsız bir bakış attım. Ne yaptığını çözmek zordu ama zaten çözmeme fırsat kalmadan bedenimi kucaklamıştı bile.

Ağzımdan ufak bir çığlık kaçtığında, "Çığırma kulağımın dibinde." Diye homurdandı. "Karga ses."

"Ne diyorsun sen be? Sensin karga ses! Bırak beni."

"Yürüyebiliyor musun da bırakayım, karga?"

"Sana beni taşı diyen mi oldu? Bırak beni!"

"Boynuma yılan gibi dolanmasan seni ciddiye alabilirdim." Sesindeki net alayı duydum ama alay etmesi, benimle alaylı konuşması şu an için önemli değildi. Dedikleri zihnimde yıldırım etkisi yarattığında sıkıca sarıldığım boynundan ayrıldım ve şok içinde Yankı'nın birkaç santim uzağımda duran yüzüne baktım.

"Bir an boğulacağımı sandım." Diye söylendi. Kapının kapandığını duymuştum ama Yankı'nın yüzünden gözlerimi ayıramıyordum. Tamamen odaklandığım tek bir yer vardı.

Gözleri.

Yakından daha da siyah görünmesi mümkün müydü? Siyahtan daha siyah bir renk var mıydı? Eğer böyle bir rengin olması mümkünse Yankı'nın gözleri tam da o renkti. Derin bir kuyunun içine düşmüş yıldızları görebiliyordum. Gözlerindeki katrana bulanmış olsalar da parlaklardı, zorlanmadan kendilerini gösterebiliyorlardı. Ölü bir yıldızın güçlü bir şekilde parladığını, geceye serpilen o binlerce parlak yıldızın aslında çoktan ölü olduğunu biliyordum. Yankı'nın gözlerinde parlayan o ışık da ölüydü. Güzelliği, gözlerine serpilen yıldızları öldürmüştü.

"Gece gibi." Diye mırıldandım elimde olmadan.

Duraksadı. "Ne?" Diye sordu. Söylediğimin anlamsız geldiğini biliyordum.

Cevap vermedim. Sustum ve burnuma dolan kokusuyla mayışan vücudumu sabit tutmaya devam ettim. Gözlerim gözlerinden ayrılmıştı, alnına odaklandım ve beni koltuğa bırakana kadar bir daha gözlerine bakmadım.

"Teşekkürler." Dedim sadece. Sesim ruhsuz çıkmıştı ama elimde değildi. Bir şey enerjimi tamamen sömürmüştü.

Yankı tekli koltuğa oturdu. Sessizliğimiz aramızda konuşmaya başladığında gözlerimi ayaklarıma dikmiştim. Postallarım hâlâ ayağımdaydı. İster istemez Yankı'nın ayağına çevrildi bakışlarım. Ayakkabılarını çıkarmıştı ama ne ara yaptığını bilmiyordum.

Kafam karışık bir şekilde önüme döndüm.

"Bir şeyler içmek istersen mutfak girişin hemen sağında. Görmüşsündür zaten." Dedim sessizliği bozarak.

Bakışlarımı yeniden postallarıma değdi. Rahatsız bir his tüm vücudumu ele geçirirken bir şeylerle uğraşırsam bunu yenebileceğimi düşündüm ve ayakkabılarımı çıkarmak için eğildim. Olabildiğince yavaş bir şekilde önce sol ayakkabımı çıkardım, sonra ise sağ. Kenara itelediğim postallarımı önemsemeden montumu çıkarmak için hareketlendim. Kollarımı kaldırdığımda kazağım yukarı doğru sıyrılmıştı.

Yankı'nın sorusunu duyana kadar umursamamıştım bile.

"Nasıl oldu?"

Kaşlarım çatıldı. Yüzüne bön bön bakarken başta neyden bahsettiğini anlamamıştım. Birkaç saniye sürdü algılamam. Sıyrılan kazağım yüzünden görünen sağ kaburgamın hemen altındaki izi soruyordu.

"Bilmem ki, hatırlamıyorum." Diye cevapladım. Dürüsttüm, gerçekten nasıl olduğunu hatırlamadığım bir izi taşıyordum vücudumda. Sağ kaburgamın birkaç santim aşağısındaydı. 16 yaşında edindiğim bu iz, bazı insanlar için çirkin görünebilirdi ama ben seviyordum. Nasıl olduğunu hatırlamasam da bana varlığımı, yaşadığımı hissettiriyordu. Sarhoş olduğum bir gecenin bana getirdiği en tehlikeli izdi. O gecenin ardından gözlerimi hastanede açtığımda net olarak hatırladığım şey, annemin korku dolu yüzü ve zihnimin pis bir suyla yarışacak kadar bulanık olmasıydı.

"Her zaman böyle sakardın yani?" Gözlerindeki ölü yıldızlar parladı.

Yıldızları dudaklarımda küçük bir gülümsemenin doğmasına neden oldu. Sebepsiz yere, nedeni yokken normalde vermeyeceğim bir cevap verdim. "Belki de sakar olmak hoşuma gidiyordur." Dedim hiç inat etmeden.

Gözleri dudaklarıma yerleşen küçük gülümsemenin üzerine kondu. Sanki dudaklarıma dokunan gözleri değil de somut bir tendi. Yumuşak bir tüyün dokunuşu gibi hissettiriyordu bakışları.

Dudaklarımı ıslatma isteğiyle yanıp tutuşurken yeniden bir sessizlik doğmuştu tam salonun ortasında. Gözlerimi ezbere bildiğim salonda gezdiriyordum, daha önce fark etmediğim, görmediğim bir ayrıntıyı görmek ve onu dikkatle incelerken yaşadığım şu andan uzaklaşmak istiyordum ama yoktu. Salon tamamen aynıydı, bildiğim gibiydi.

"Ayaklarını uzat." Dediğini duyduğumda gözlerim salonda amaçsızca dolaşmayı bırakmış, ona çevrilmişti.

Kaşları çatıktı, direkt olarak yüzüme bakıyordu. Bir an için aklım durmuş, ayaklarıma ne olduğunu bile unutmuştum. Dediğini yapıp ayaklarımı istemeye istemeye onun olduğu tarafa uzattım. Bu biraz tuhaftı. Onunla aynı evde olmak, üstelik bu evin benim yaşadığım yer olması daha da tuhaftı. Onu güvende hissettiğim bu eve getirmiş, varlığını duvarlara yansıtmasına izin vermiştim. Duvarlar bedenini tanıyor, üstümüzde bulunan tavan, varlığını resmediyordu.

"İdil'le nasıl tanıştınız?" Diye sorduğum sırada dudaklarımın arasından çıkan soruyu tam olarak duyamamıştım bile. Merakım bir bedene bürünüp konuşmuş, benden tamamen başkalaşmıştı.

Duraksadığını gördüm. Sorum muydu onu duraksatan yoksa merakım mı emin olamamıştım.

"Çok farklı bir hikâye olduğu söylenemez." Dedi sorumun üzerine çok zaman geçmeden. "Babasının kafesinde çalışıyordum." Dediğinde şaşırmıştım ama neden şaşırdığım hakkında pek bilgim yoktu. Belki de Yankı'nın bir kafede çalışması, bir şeyler için çabalaması biraz absürt gelmişti. Sanki her şeye sahipmiş gibi duruyordu.

"Şu an çalışmıyorsun yani?"

Kafasını sallayarak onayladı. Yüzü ifadesizdi. "Babasını geçen sene kaybetti."

Yankı'nın tek nefeste söylediği cümle donup kalmama neden olmuştu. Damarlarımda akan kanın hızla geri çekildiğini, damarlarımın içinde sıkışıp kaldığını hissettim. Sanki bütün vücudum onlarca metre damarlarım tarafından sıkıca sarılmış, yolunu kaybetmiş her damla kanım, kaslarımı felç etmişti.

Bir babayı kaybetmek nasıl hissettirmişti? Hiç tanımadığım bir babayı kaybetmek çok da acı vermiyordu. Belirsizlikti canı acıtan. Ben, belirsizlik dumanının içinde yolumu bulmaya çalışmış, attığım her adımda bir yere çarparak kendimi yaralamış ama o yaralarımı anneme bile göstermemiştim. Durgundum, tepkisizdim. Ben, tanımadığı bir babayı kaybeden bir kız çocuğuydum. Tanımadığım o adamı tanısaydım nasıl bir insan olurdum, diye sorgulayan o kadındım. Zihnimde dönüp duran düşünceler silsilesi içinde sıkışıp kaldığım her an boğuluyor gibi hisseder, yolumu bulmak için paniklerdim. Küçük bir kız çocuğuyken babanın yokluğunu dolduracak tek bir şey aramıştım. Tek bir şeye ihtiyacım olduğunu biliyordum ama o şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Yine de aramış, pes etmemiştim. Altına baktığım her taşı önüme dizmiş, aradığım şeyi bulamadıkça daha çok taşın altına bakmış, taşları daha çok üst üste koymuştum. En sonunda koca bir duvar olmuştu dizdiğim taşlar. Ben ise o duvarın arkasında kalmış, dış dünyaya kendimi kapatmıştım.

Peki ya İdil? Bir babayı sonradan kaybetmek nasıl bir histi bilmiyordum. Bir babaya veda etmek, yokluğunu kabullenmek nasıl bir hayata sürüklerdi insanı bilemiyordum. Tahmin bile edemiyordum.

"Sence nasıl bir histir?" Diye mırıldandım. Yankı'dan bir şeyler duymak, onun fikirlerini öğrenmek istiyordum. Bir ebeveyni kaybetmek nasıl bir histi bana tanımlamasını istiyordum çünkü ben tahmin bile edemiyordum. "Birini kaybetmek." diye ekleme yaptığımda gözlerim parke zeminden onun yüzüne tırmanmıştı. Yankı'nın gözlerindeki ölü yıldızlar artık parlamıyordu. Gergin dudakları bir süre sabit kaldı. Konuşmayacak, yine sessizliğiyle cevap verecek sanmıştım ama öyle olmadı.

"Tuzaklarla dolu bir yolun ortasında ışıksız kalmış, karanlığa gömülen o tuzaklı yolda yürümek zorundaymış gibi." Dudaklarından dökülen her kelime zehirli bir ok gibi saplanmıştı tenime. Boğazıma kocaman dikenli bir kestane yapışmış gibi hissediyordum. Yutkunmak istiyordum ama canım acıyordu. Gözleri gözlerimden bir saniye bile ayrılmadı. "Hiç umudun kalmamış gibi." Dediğinde göğsüme takılı kalan nefes dudaklarımdan zar zor süzüldü. Acı içinde çırpınıyordu kelimeler. Yankı'nın yüzü tek bir duygu bile barındırmıyordu ama kelimeleri dünyanın bütün dillerindeki acıları içine hapsetmişti sanki. Bir insan acıları nasıl bu kadar ifadesiz dökebilirdi ortaya?

Yankı sevdiği birini kaybetmişti. Belki annesini, belki babasını, belki de başka birini. Kim olduğunu bilmiyordum ama böyle olduğuna emindim. Her ne kadar ses tonu ve yüzü tam zıttını söylese de kelimeleri bunu yalanlıyordu.

"Umudu yolda bulabilir insan." Diye fısıldadım. Ne diyeceğimi, bu cevaba karşılık ne demem gerektiğini bilmiyordum.

"Umuda ulaşamadan o yolda ölebilir de." Dedi keskin bir sesle. Benimle önceden olduğu gibi zıtlaşıyordu. Benim fikirlerime karşılık kendi karşıt fikrini öne sürmekten çekinmiyordu. Her seferinde olduğu gibi, tam olarak zıt şeyleri savunmamız beni şaşırtmamıştı. Gerçi söylediğim şeye kendim bile tam olarak inanmıyordum. Umudu bulacağını, bunun mümkün olduğunu söyleyemezdim. Bu büyük bir yanılgı ve yalan olurdu. Gerçekliğe hayrandım ben. Her şeyin doğrusuyla yüz yüze gelmek her zaman için beni güvende hissettiriyordu. Zira hayaller âleminde yaşamak kendi kendini kandırmaktan başka bir şey değildi. İnsanın kendini kandırması ise güveni kıran başlıca şeydi.

Sessiz kalmayı seçtim. Onun hislerini ne kadar hayal etmeye çalışsam da yapamazdım. Ben onu da İdil'i de tam olarak anlayamazdım.

"İdil ile ne zaman tanıştınız?" Konuyu tamamen değiştirmek istiyordum ama aklımda dönüp duran tek şey İdil'in yanında şahit olduğum Yankı'ydı. Karşımda duran adamdan tamamen farklı sayılmazdı ama aynı olduğu da söylenemezdi. İdil için ne kadar endişelendiğini görmüştüm. Ona sarılırken hareketlerindeki şefkati okumuştum. Kimseye karşı öyle olmadığına o kadar emindim ki. İdil'i seviyordu, ona değer veriyordu. İçimde dakikalar geçtikçe büyüyen bir his vardı. İmrenme, kıskançlık, hayret... Hangisiydi bilmiyorum ama beni rahatsız ettiği kesindi.

"3 sene oldu."

Daha fazla soru sorma isteğime engel olamıyordum. Sanki konuşan, kelimeleri dudaklarımdan döken, sesimin salonun duvarlarında yankılanmasına sebep olan kişi ben değildim. Ben böyle biri değildim.

"Bu kadar uzun süre nasıl arkadaş kalabildiniz?" Sesim gereksiz bir alayla sarılmıştı. Kendi kendime duyduğum utancı bastırmak için böyle bir yorumda bulunmuştum ama gerçeğin çokça farkındaydım.

Yankı'nın ölü yıldızların altında dirilen siyah engerekleri benim gözlerimle karşı karşıya geldi. Bakışlarıma dolanan yılanların gözlerimdeki merakı gördüğüne ve Yankı'ya fısıldadığına emindim. Bende gördüğü şey hoşuna gitmiş gibiydi. "İdil arkadaşım değil, kız kardeşim."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Birine karşı böyle duygular beslemene inanamıyorum."

"Neden?" Dudağının bir kenarı usulca havalandı. Tepkim hoşuna gitmişti. "Kalpsiz birine mi benziyorum?"

İster istemez dudağımı ısırıp gülümsedim. "Buradan bakınca öyle görünüyorsun. Daha yakından nasılsın bilemem."

"Bakmak ister misin?"

"Hım?"

Çıkardığım mırıltı onu güldürdü. "Daha yakından bakmak ister misin?"

Göğüs kafesimin içinde bir kalp yoktu. Kemiklerime kanatlarını çarpan, yolunu bulamayacağından emin olduğum kör bir kelebek vardı. Simetrik kanatları salisede bir çırpınıyor, tıpkı kalbimin kanı yaptığı gibi havayı kanatları arasında pompalıyordu. Orada varlığını hissettiğim kelebeği bir an için kusacağımı sandım. Midem, Yankı'nın bakışları altında büzülmüş, stresten bulanmaya başlamıştı. Her an daha da yabancılaşıyordum kendime.

"Görmek için mikroskopa ihtiyaç duyacakmışım geliyor." Alaya vurmaya çalıştım çünkü diğer türlü asla rahat bir tavır sergileyemezdim.

Alayıma karşılık tek kelime bile etmedi. Ne beni onayladı, ne de karşı çıktı ama içinde zehir gibi düşüncelerin büyüdüğü aklındaki kaosu hissetmiştim.

Derin bir nefes alıp ayaklandı, kalbimin içindeki kör kelebek korkuyla çırpındı ve bir kere daha kaçmak istedi.

"Gidiyor musun?" Dudaklarım ve aklım arasındaki süzgeç kaybolmuştu. Düşünmeden sorular soruyor, düşünmeden cevaplar veriyordum.

Gözleri kısa bir an yüzümde dolaştı. "Su alacağım. İstiyor musun?"

İçime yerleşen rahatlama hissi beni rahatsız etti. "Olur." Dedim, sesim yanlış bir şey yapmış bir çocuk gibi kısık çıkmıştı.

Yankı salondan çıkıp gittiğinde koltuğun altına kayan çantama uzandım ve telefonumu çıkardım. Şarjı bitmişti.

Duru'nun bana ulaştığında neler yapacağını şimdiden tahmin edebiliyordum. Polis memuru edasıyla önüme geçecek ve tek eksiğin yüzüme yansıyan sorgu ışıkları olacağı bir sorgulama gerçekleşecekti. Ödü kopuyordu bana bir şey olmasından. Onun bu anaç tavrına bazen anlam veremiyordum. Beni bu kadar sevmesi, bana bu kadar değer vermesi ve benim için sürekli endişelenmesi bana bazen imkânsız geliyordu. Her ne kadar senelerdir birbirimizi tanıyor olsak da, her ne kadar benim çocukluğum olsa da sanki benim gibi biriyle baştan beri hiç anlaşmaması gerekiyormuş gibi hissediyordum. Beni annem bile merak etmiyordu ki başka biri etsin, diye düşünüyordum çoğu zaman ama yine de annemden gelmeyen ilginin ondan gelmesi içimdeki bir boşluğun dolmasına neden oluyordu. Onun varlığı seviliyormuşum ve buna değer biriymişim gibi hissettiriyordu.

Biz, aynı evrende yan yana durmak için çırpınan iki farklı dünyaydık.

"Mahvedecek beni." Diye söylendim kendi kendime.

Yankı'nın salona girdiğini konuşana kadar fark etmemiştim. "Kim mahvedecek?"

"Duru." Elimde şarjı bitmiş telefonu salladım. Her ne kadar Duru'ya arabada mesaj yazarak haber vermiş olsam da onu tanıyordum. Bana ulaşmak istediği her an ulaşmalıydı, aksi halde biraz deliriyordu.

Tam önümde durup elindeki bardağı bana uzattığında bekletmeden bardağı aldım ve suyu yudumladım. "Buraya gelmeden önce haber verdin." Dedi hatırlatmak ister gibi.

"Duru'yu tanımıyorsun. Kontrol manyağıdır." Duru'nun şu ana kadar yaptığı tüm manyaklıklar, tüm koruyucu halleri zihnimden hızlı bir şekilde akıp geçerken hatırladığım şeylere gülmeden edemedim. Başka biri olsa onun bu halinden bunalabilir, fazla gelebilirdi ama dedim ya, annemden gelmeyen ilgiyi başkasından görmek içimdeki boşluğu dolduruyordu.

Bazen benim bile sevildiğimi bilmeye ihtiyacım oluyordu.

Gözlerim şarjı bitmiş telefonumdan önümde dikilen Yankı'ya çevrildiğinde göz göze geldik. Sanki aramızda sessiz bir konuşma varmış gibi dimdik yüzüme bakıyordu. Kelimeler, harfler yüzümün her zerresine serpilmiş de gözleriyle onları topluyor, bir cümle haline getirip beni anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu. Yutkunmadan edemedim. Yeni yeni kendime itiraf ettiğim duyguların açtığı yaralar tazeydi. Sızlıyor, ara sıra yaranın varlığını hatırladıkça kanamaya devam ediyordu. Ona bakmak, aramızdaki bu bakışma benim için bir tuzun yaranın üzerinde bıraktığı his gibiydi. Ufak ufak kanayan yarama basılan, içimi çekmeme neden olacak kadar sızlatıcı bir tuz gibi.

Dudaklarını araladığını gördüğüm ve bir şey söyleyeceğini anladığım o anda kapının zili aramıza mühürlenen sessizliği delip geçti ve bir büyü bozulmuş gibi kesildi bakışmamız. Onun da benim gibi kaşları çatılmıştı.

"Bakabilir misin?" Diye sordum, sesim oldukça kısık çıkmıştı.

Bana cevap vermedi. Görüş açımdan çıkana kadar sırtını izledim. Tuhaf hissediyordum, bu kabulleniş canımı sıkıyordu.

Kapı açıldı ve ardından Duru'nun sesini duydum. "İyi mi?" Diye soruyordu, nefes nefese kalmıştı ama huzursuzluğunu yüzünü görmesem de sesinden okuyabiliyordum.

Yankı'nın Duru'yu onayladığını duydum. "İçeride."

Duru hızlı bir giriş yapmıştı salona. Gözleri anında beni buldu. Yeşil gözleri bir kıvılcımla yangını çıkartacak gibi görünüyordu. Öfkeli ama bir o kadar da endişeli olduğunu görebiliyordum ama bu endişeye tam olarak anlam veremiyordum. Son zamanlarda çok da normal şeyler yaşadığımız söylenemezdi ama altı üstü bayılmıştım.

Ben mi anormaldim? Olması gerekenden çok daha rahat mı davranıyordum?

Omuzunda asılı duran çantayı salonun girişine fırlatıp hızlıca yanıma geldi ve ayaklarımın hemen yanına oturdu. "Ne kadar aptal olduğunu söylememe gerek var mı?"

"Neden aptal oldum şimdi?" Diye sitem ettiğimde çatık kaşlarını ellerimle düzeltmek isterken buldum kendimi.

Birden bana doğru uzanıp yüzümü elleri arasına aldı ve yanağımı sertçe öptü. Sanki ceza vermek istiyor ama bir yandan da beni ödüllendiriyordu. Sıkıca boynuma sarıldığında, "Sen tam bir aptalsın." Diye fısıldamıştı. Bu garip sevgi gösterisi karşısında ne yapacağımı şaşırsam da ben de kollarımı boynuna doladım ve sarılmasına karşılık verdim.

Salonun kapısındaki hareketliliği fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Yankı'nın yanında duran kıza bir an için şaşırmadan edememiştim, burada görmeyi beklemediğim biriydi.

"Sare?" Sesim şaşkın çıkmıştı.

Elini kaldırıp gülümsedi ama yüzündeki tereddütlü ifadeyi görmemek imkânsızdı. "Selam."

Ne diyeceğimi bilemedim. Sare ile iyi anlaşıyor olsak da daha önce evime gelecek kadar yakın da olmamıştık. Duru'ya anlamsız bir bakış attım.

"Duru'yla konuşurken dün bayıldığını ağzından kaçırdı. Merak ettim seni."

Duru, "Gerçekten yanlışlıkla ağzımdan kaçırdım..." diye söylendiğinde gözlerim hâlâ Sare'nin üzerindeydi.

Sare'nin yanında kapıya yaslı bir şekilde duran Yankı'ya kaydı gözlerim. Beni izliyordu ama yüzündeki ifadesizliğin ardına saklanan bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Onun hislerine karşı körelen gözlerim artık sadece sezgiyle hareket ediyordu.

Sare yanıma kadar adımladı ve hemen önümde durup bana doğru eğildi. Sıcacık elleri soğuk yanaklarıma dokundu. "Bazen Duru'yu endişelendiriyorsun. Endişeli bir Duru çevresindeki herkesi endişelendirebilir." Gülümsedi. "O an çevresinde ben vardım."

Dedikleri karşısında güldüğümde yanağımın üzerinde duran elinin üzerine elimi koydum ve, "İyiyim." Dedim. "Teşekkür ederim."

Benim için endişelenecek, beni merak edecek insanların çevremde olması karşısında hissettiğim tuhaf duygulara engel olamıyordum. Bu Sare de olsa Duru da olsa değişmiyordu. Evimin salonu ilk kez bu kadar kalabalıktı. İlk kez bu şekilde önemsendiğimi hissetmiştim. Duru zaten her zaman bana karşı koruyucuydu ama onun dışında birinin daha böyle davrandığını görmek kalbimi ılık bir suyun içine yatırmış gibi hissettiriyordu.

Geri çekilip bedenini Yankı'nın olduğu yere doğru döndürdü. "Efsa'yı getirdiğin için teşekkürler." Dedi Sare, Yankı'ya hitaben.

Yankı bir saniyelik bir duraklama yaşadı. O kadar belli olmayan bir duraklamaydı ki benim nasıl gözümden kaçmamıştı, şaşırdım. "Zaten benimle birlikteydi." Dediğinde yutkundum. Sare şaşkın bir bakış attı bana. Duru'nun ise her şeyden haberi olduğu için bu konuşma ilgisini çok çekmemişti. Burkulan bileğimde parmaklarını dolaştırıyor, düşünceli bir şekilde sadece bileğime bakıyordu.

"Öyle mi?" Sare benden cevap bekler gibi suratıma baktı. "Bilmiyordum."

"Benimle kaldı." Dümdüz sesi üzerimden geçiyor gibi hissettirdi. O ses tonundan dökülen kelimelerin harflerinin altında eziliyormuş gibi hissediyordum. Evet, gerçekten onunla birlikte kalmıştım ama bunu Sare'nin bilmesine gerek var mıydı, bilmiyordum. Bana kalsa Duru hariç kimsenin bilmesine gerek yoktu.

Sare beni biraz olsun tanıyordu. Daha önce bir erkeğin evinde kalmadığımı, bu şekilde zaman geçirmediğimi biliyordu. Bu yüzden olsa gerek bir tık fazla şaşırmıştı ama yine de hiçbir yorum yapmadı.

Yankı tam karşımdaki tekli koltuğa, eski yerine oturdu. Bu beni şaşırtmıştı çünkü gideceğini düşünmüştüm. Benimle burada daha fazla oturması beklemediğim bir şeydi ama bir yanım bu yaptığına memnun olmuştu. Hatta öyle memnundu ki ara sıra gülümsemek isterken, istemsizce Yankı'ya bakarken buluyordum kendimi.

Sare, Duru'nun yanında Yankı'ya daha yakın bir yerde oturuyordu.

Sare, "Nasıl oldu?" Diye sordu. Ses tonunda saf merak ve biraz endişe vardı. "Duru bayıldığını söylediğinde aklıma farklı farklı şeyler geldi. Bir şeyin mi var?"

Keşke nasıl olduğunu, neler olduğunu, neyim olduğunu bilebilseydim. Keşke Sare'nin bu sorularına kendi içimde bir yanıt verebilseydim ama hiçbiri için söyleyecek tek bir kelimem yoktu. Son zamanlarda başıma gelen her olay için önce dehşet içinde kalıyor, sonra ise görmemiş gibi yapıyordum. Yankı'nın arabasındayken yaşadığım o tuhaf an tekrar zihnimde belirdi, aklıma bir arı ordusu gibi saldıran düşünceleri kovmak için gözlerimi birkaç kere kırpıp kendime gelmeye çalıştım.

"Ciddi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Birkaç saat bir şey yememiştim, açlıktan olmuş olabilir." Açıklamam Duru için yetersizdi. Duru, neler olduğunu az çok anlayabiliyordu. Düşünceli bakışlarını yüzümde hissettiğim için ona kısa bir bakış attım ve aklında dönen soruyu onayladım. Beni anlamıştı, biliyordum. Gözlerim daha sonra Yankı'ya döndü. Heykel gibi karşımda oturmuş direkt olarak bana bakıyordu. Açıklamamın onu tatmin etmediğini görebiliyordum çünkü onun gözleri önünde ilk bayılmam değildi. Yüzünün gerginliği kalbimin sıkışmasına sebep oldu.

"Doktora gitseydiniz, belki bir sorun vardır... Ne bileyim, tedbirli olmak gerekmez mi?"

Gözlerimi Yankı'dan çekmedim. "Gerek yok, kendimi biliyorum."

Kendimden haberim bile yoktu.

"Ayağına ne yaptın sen, yine mi düştün yoksa?" Duru'nun sorusu gerginliğimi biraz olsun azaltmıştı. Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. "Yine derken?" Diye sordum, sesim uyarı dolu çıkıyordu. Yankı'ya sakar olmanın hoşuma gittiğini söylerken böyle bir anın geleceğini düşünmemiştim bile.

Göz ucuyla Yankı'ya baktığımda sırıttığını gördüm. Kalbimdeki kelebek kalbimi gümbürdetti.

"Yine derken, mi? E, daha neler Efsa! Seni tanıdığımdan beri," Durakladı ve elleriyle tırnak işareti yaptı. "Çocukluğundan beri." Gözlerimi devirmem gülmesine neden oldu. "Sürekli olarak ya ayağını burkuyorsun, ya da vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar oluyor. Sanki bilmiyorum..." İtiraz etmek için ağzımı açtığımda sinsice güldü ve ben konuşmadan atladı. "Sen bu palavraları seni tanımayanlara anlat, güzelim."

"Sakar olmak hoşuma gidiyor dediğinde ciddiye almamıştım ama sanırım her dediğini ciddiye almam gerekiyormuş." Yankı'nın alaylı sesi midemin kasılmasına neden oldu. Gözlerim Yankı'nın yakışıklı suratına odaklandığımda ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırmıştım. Yankı benimle alay ediyor ama ilk defa bu kadar tatlı görünüyordu. Samimiyeti kanıma karıştı ve beni sarhoş etti.

Ortada dönüp duran bu alaya, bu şakaya ortak olmak istedim çünkü kendimi rahat hissetmiştim. "Oradan bakınca yalancı birine mi benziyorum? Ağzımdan çıkan her söz harflerine kadar doğrudur."

Duru kıkırdadı ama gözlerimi Yankı'dan ayıramıyordum. Gözlerindeki parıltılar kalbimin ışıldamasına sebep oluyordu. Sıcacık hissediyordum; parmaklarımın uçları buz tutmuştu, burnumun ucunun soğuk olduğunu, çorap olmasına rağmen ayaklarımın üşüdüğünü hissedebiliyordum ama damarlarımda gezen kanım kaynıyordu. İçim sıcacık bir ev gibiydi, sıcaklığı bütün organlarımı ısıtmıştı.

Sare'nin aramızdaki varlığını unuttuğumu sorusunu duyunca fark etmiştim. "Sevgili misiniz siz?" Diye sordu. Neredeyse kendi tükürüğümde boğulacaktım.

"Hayır." Sesim keskindi.

Gözlerimi kaçırdım, Yankı'nın bakışlarını yüzümde hissetsem de ona dönüp bakmadım. Sare'nin sorusunu yanıtsız bıraktı.

"Ne bileyim son zamanlarda sizi birlikte görünce ve şimdi de seni böyle görünce..."

Beni nasıl görüyordu? Farklı mı görünüyordum? Bu soruları sormadım. Kendimi yanıtsız bırakmak şu an için daha kolay gelmişti.

"Ödev arkadaşıyız. Makale yazacağız." Gözlerim yardım dilercesine etrafta gezindi. Biraz rahatsız olmuştum ama bunu ses tonumdan anlamaları mümkün değildi. "Hatta dün ödevi yapmak için bir kafeye gittik." Aklıma gelen dâhiyane konu değiştirme fikriyle birlikte Duru'ya döndüm ve gülümsedim. "Senin bir arkadaşın orada çalışıyordu."

Duru abartılı bir şekilde "Yaa..." diye söylendi. "Benim sizden başka arkadaşım mı varmış?"

Gözlerimi devirdim. Ya benimle dalga geçiyordu ya da gerçekten ciddiydi ama yine de ters bir tepkide bulunmadım. "Ders notları istemişsin çocuktan. Hazırlamış, gelip alabileceğini söyledi."

Çocuğun adını hatırlayamamıştım. Gerçi hatırlamak gibi bir derdim de yoktu. Sadece birinin yolladığı mesajı yerine ulaştırmak istiyordum.

"Mert mi?" Yüzü rahatsız bir ifadeye büründü. Oturduğu yer sanki bir karınca yuvasının üstüymüş gibi kıpırdanmaya başladığında çocuktan çok da hoşlanmadığını fark edebilmiştim.

"Madem bu kadar rahatsız olduğun biri neden not istiyorsun?" Diye bir soru attım ortaya. Sare sessizce bizi izliyordu. Yankı'nın ise ne yaptığını göremiyordum çünkü onun olduğu yere bakmaktan kaçınıyordum.

"Başka bir şey dedi mi sana? Ne dedi? Uzak dur dedikçe tam tersini yapıyor ya! Yüzsüz herif!" Tek bir nefeste söylediği şeyler karşısında kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bakışlarım ben farkında olmadan Yankı'ya kaymıştı ama onun gözlerindeki ifadenin anlamını çözmeye çalışmadan önce hemen kaçırmıştım.

"Senden mi hoşlanıyor?" Aklımı pek çalıştırdığım söylenemezdi. Özellikle de gözlerini üzerime dikmiş, sessizce yerinde oturan Yankı'nın tam karşısındayken.

Gürültülü bir şekilde ofladı. "Ne benden hoşlanacak ya, senden hoşlanıyor işte. Kafasızlık yapma."

Heyecanlandım. Birinin benden hoşlanıyor olmasına değildi bu heyecanım. Kafamı karıştıran, kendimi güvende hissetmek istediğim için yarattığım duvarları yıkan adamın önünde böyle bir şeyle karşılaştığım için heyecanlanmıştım. Hissettiğim rahatsızlık damarlarıma bir zehir gibi karışırken gözlerim benden izinsiz olarak Yankı'nın gözlerine çevrilmişti yeniden. Siyah gözleri Duru'ya odaklanmıştı, çok geçmeden mekanik bir hareketle bana çevrildi.

Bir sargı bezinin yeni oluşmuş bir yaranın üzerine kapatıldığı zaman olduğu gibi kalbime çevrildiğini hissettim. Kalbimi nefessiz bırakacak kadar sıkı, göğüs kafesimden çıkıp yere düşmesine neden olacak kadar da gevşek sarılmıştı.

Bir bakışının beni bu hale düşürmeye başlaması tuhaftı. Yeni yeni kabullendiğim şeylerin sürekli olarak yüzüme vurulması kendimi cezalandırmak istememe neden oluyordu.

"Ne zamandan beri?" Sesim hissettiğim şeylerin yoğunluğundan titredi.

"Ne bileyim, bayadır seni sorup duruyor bana. Direkt gelip seninle konuşması da gözlerimi yaşarttı..."

Konudan rahatsız olduğumu belli edercesine, "Neyse." Diye mırıldandım. Bu konu hakkında pek konuşmak istemiyordum. Sare yardımıma koşarcasına konuştuğunda gözlerim Duru'nun ayak bileğimde olan parmaklarından Sare'ye kaydı.

"Ee, sen nerede yaşıyorsun, Yankı?" Diye sordu. Ses tonu sıcacık ve ilgiliydi. Hatta öyle bir ilgiyle sormuştu ki bir an için rahatsız oldum.

"Buraya çok uzak sayılmaz."

Doğru olmadığını biliyordum. Doğum günümün ertesi günü beni evime getirirken uzun bir yol gelmiştik. Ayrıca şehrin dışında, ormanın içinde bir evi daha vardı ve o da dediği şeyin tam aksine buraya oldukça uzaktı. Yine de yorumda bulunmadım. Sessiz bir şekilde bekliyor ve Sare'nin ilgili halini sindirmeye çalışıyordum.

"Sen okula bizimle aynı yıl girişli miydin? Efsa'nın yanında görene kadar seninle okulda hiç karşılaşmamıştık da."

"Çok sık gelmiyordum." Dedi sadece.

"E devamsızlık?"

"Umursadığım söylenemez."

Sare şaşkın bir şekilde gözlerini kırpıştırdığında ne düşündüğünü anlamak çok da zor değildi. Yankı'nın ifadesizliği onu da şaşırtmış, hatta belki biraz hevesini kırmış gibi görünüyordu. "Anlıyorum." diye mırıldandı.

Gözlerim Sare'nin beyaz teninde duraklarken aklımdan geçmemesi gereken şeyler geçmeye başlamıştı. Buna engel olamıyordum. Aklımda dönüp duran saçma, gereksiz düşüncelere dur diyemiyor, mantığımı tıpkı aç bir fare gibi kemirip durmasına izin veriyordum. Sare'nin kızaran yanakları, ilgiyle Yankı'yı inceleyen yeşil gözleri ve sürekli olarak düzeltip durduğu saçlarını inceledim. Sare, Yankı'dan hoşlanmıştı ama umduğunu bulamamış gibi durgun görünüyordu.

"Dinlenmek istiyorum." Dediğimde sesimi kendim bile tanıyamamıştım. Buz gibiydi. Aklımdan geçen tek şeyin şu an karşımda duran iki kişi olması dünyanın en saçma şeyiydi belki de. Düşünmem gereken, aklımı oynatmama neden olacak onlarca şey sayabilirdim. Başımın ne tür bir belaya bulaştığından hâlâ tam olarak emin değildim; ne yapmam gerektiğini, kendimi bir anda bulduğum bu ürkütücü hayattan nasıl çıkacağımı bilmiyordum ve düşünebildiğim tek şey karşımda duruyordu. Bir an için gülmek istedim. Sinirimi gülüşüme akıtmak, içimde harlanan öfkemi gülüşümle söndürmek istedim. Tek yapabildiğim incinen bileğimi koltuktan indirmek ve Duru'nun yardımıyla ayağa kalkmak olmuştu.

"Geldiğin için teşekkür ederim, Sare." Gözlerim Yankı'nın gözleriyle buluştu. "Getirdiğin için teşekkürler." Sesim ifadesizdi. Bozulan moralim Yankı'ya karşı yeniden bir duvar yaratmaya başlamama neden olmuştu. İncinen ayak bileğim gibi günün birinde kalbimi de incitebileceğimin farkındaydım.

"Yardım etmemi ister misin?" Diye sordu.

"Duru sandığından daha güçlüdür." Diye yanıtladım, sesim buz gibiydi.

"Tabii canım, ne sandınız. Tek parmağımla beş litrelik su şişesi bile taşırım." Duru'nun neşesi ilk defa bulaşıcı değildi.

Bir anda değişen ruh halime bir anlam vermek zordu. Kendim bile bir an için şaşırmıştım. Beni yıkmak bu kadar kolay olmamalıydı.

"Sen gidebilirsin."

Yüzüme baktı, göğsümden nefesimi çaldı. En az sesim kadar buz tutmuştu bakışları. Gözlerinin içindeki yıldızlardan gözlerime kar yağıyor, buz sarkıtları gözlerime batıyordu.

Sare'nin sesi aramızdaki bakışmayı bıçak gibi kesti. "Beni metro durağına bırakabilir misin?"

Gözlerimi gözlerinden kaçırdım ama biliyordum ki bana bakmaya devam ediyordu.

"Taksiyle döneceğim eve, yol üstünde inersin." Sesindeki gerginliği duymuştum ama bir anlam çıkarmak için uğraşmadım.

Sonraki birkaç saniye ayakta durmak benim için zor olmuştu. Salonun kapısına kadar Duru'nun yardımıyla yürümüş, kapıya yaslanıp ayakta kalmaya çalışmıştım ama bu kadar zorlanmama neden olan şey burkulan bileğim değildi. Sare ve Yankı'nın evden beraber çıkıyor olmasıydı.

"Çekici daha gelmedi, onlarla konuşup arabayı çektiririm." Dedi, bana hitaben konuştuğunu biliyordum.

"Tamam." Dedim. Gözlerim Sare'ye değdi. Kapının önünde durmuş, kollarını göğsünde kavuşturmuş Yankı'yı bekliyordu. Bakışları benim üzerimde değildi, bütün dikkatini benimle konuşan adama vermişti.

Kalbimde bir ağrı alay edercesine belirdiğinde hiç tahmin etmeyeceğim bir şey yapmak için salonun yaslı durduğum kapısından ayrılıp yavaşça Yankı'nın kapıda duran bedenine doğru yürüdüm. Yürüyüşüm sancılıydı. Hem ayağım, hem de kalbim sancıdan iki büklüm olmak istememe neden oluyordu. Zorlukla Yankı'nın önüne kadar geldiğimde gözlerindeki şaşkın parıltıları gördüm. Ne yapmak istediğimi, ne yapacağımı anlamamış gibi bakıyordu. Şaşkındı, görebiliyordum.

Başımı onu daha iyi görebilmek için kaldırdım ve gülümsedim, gözleri dudaklarıma düştü. Her şey ağır çekime alınmış bir film sahnesi gibi geliyordu. Kör kelebek kalbimin duvarlarına çarptı, kanatları içimde yıkım getirebilecek kadar güçlüydü.

Birden iki kolumu kaldırıp Yankı'nın boynuna doladım ve kendime doğru çektiğim gergin bedeninin vücuduma yapışmasına neden oldum. Fazla ağırlığımı vermediğim ayağım yüzünden öne doğru sendelediğimde Yankı'nın belime saplanan parmakları dengemi yeniden kazandırmıştı.

Kızgın bir yağ tenime sıçradı. Yankı'nın boynuna doladığım kollarım yanıyordu, Yankı'nın parmaklarını sapladığı, kazağın sıyrılmasından dolayı çıplak kalan belim karıncalanıyordu. Kusmak istedim ama tamamen heyecandandı. Midem, kalbim, içimde bulunan her organ yer değiştiriyordu sanki.

Bana sarılıyordu.

Ona sarılıyordum.

Birbirimize sarılıyorduk.

Yaşadığım farkındalığın yanaklarıma yansıdığını hissederken yüzümdeki değişimi görmemesi için yüzümü ona sarılmam için eğdiği boynuna gömdüm. Tam bu sırada dudaklarım boynuna değmiş ve vücudumdaki aynı sızlamayı dudaklarımda da hissetmiştim. Pürüzsüz teninden yayılan vanilya ve tatlı baharat kokusu ciğerlerime dolarken hissettiğim yoğunluktan dolayı mayıştım.

Öfkeliydim, karmakarışıktım. Ne istediğimi biliyor, bunu bilirken kendime kızıyordum.

Benim bir mantığım vardı, şu an köşesine sinmiş ayıplayan gözlerle bana bakıyordu. Şaşkın değildi, her şeyi önceden tahmin etmiş gibi bir bakışı vardı. Beni engelleyemeyeceğini bildiği için sesini bile çıkarmıyor, sadece gözlerini üzerime dikerek bana bakıyordu. Ondan rahatsız bile olamadım. Yaptığım bu hareket doğru gelmişti gözüme. Sanki bu temasa ihtiyacım varmış gibi rahatlamıştı her zerrem. Gözlerim kapandı, çok kısa bir an Yankı'nın kokusunu soludum.

Yüzümü sakladığım boynundan ayırdığımda başını eğerek bana baktı. Şaşkınlığını görebiliyordum. Soyut değildi, elimle uzansam tutabilecektim sanki. Birbirine yakın duran suratlarımız bir an için kalbimin duraklamasına ve ardından öncekinden çok daha hızlı atmasına neden olmuştu.

Sonra uzanıp yanağını öptüm. Öpüşüm yavaş, çok yavaştı. Dudaklarım yanağından ziyade çenesine daha yakındı ama umursadığım şey bu değildi. Gözümün bu kadar dönmesine neden olan şey neydi? Çenesinde bir süre duraklayan dudaklarımı çekip, "Teşekkürler." Diye fısıldadım. Neyeydi bu teşekkürüm, bunu bile anlamlandıramadım. Beynim kokusuyla uyuşmuş, kalbim sıcaklığında erimişti. Eğer beni belimden tutmuyor olsaydı yere yığılabilirdim, eğer gözlerime bu denli yoğun bakmıyor olsaydı yaptığım şeylerden çekinebilirdim.

Gözlerini kapatıp açtı, dişlerini sıktığını kasılan çenesinden anlayabilmiştim. Derin bir soluk çekerken geri çekileceğini fark ettim, bir an için büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım ama bunu belli etmemek için uğraştım.

Ellerimi sarıldığım boynundan çektim ve bir adım gerilediğimde belimi tutan parmakları gevşemiş ve vücudumdan çekilmişti.

"Rica ederim. Dinlen ve yorma kendini."

Başımı sallayarak onaylarken biraz önce yaptığım şeyin bilincine yeni yeni varmıştım. Arkamı dönüp Duru'ya bakmamak için zor tutuyordum kendimi. Ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Beni iyi tanıyordu ve bu yaptığım şeyin sebebini anladığına emindim ama bundan çok hoşnut olduğum söylenemezdi. Gözlerim arkada şaşkın bir şekilde bir bana bir Yankı'ya bakan Sare'ye kaydı ve kendimi suçlu hissettim.

Ne zamandır ikiyüzlü bir ahmak gibi davranıyordum?

Sare benim bakışlarımı fark edince iki adımda yanıma geldi ve bana sarıldı. "Kendine dikkat et, lütfen." Diye mırıldandığında ona da aynı şekilde teşekkür etmiştim.

Geri çekildim ve ikisine de el salladım. Kendimi garip hissediyordum, bunu durdurmak benim elimde değildi. Çaresiz kalmış gibiydim ama neden çaresizdim bilmiyordum.

Yankı merdivenlerden inmeden önce son kez bir bakış attı. Çok kısa bir bakıştı ama yine de kalbimin gümbürdemesine engel olamamıştım.

Kapıyı kapattığımda bir süre arkamı dönemedim. Ta ki Duru, "O neydi?" Diyene kadar. Sesi, gülümsediğini belli ediyordu ama benim ruh halim gülümsemek için uygun değildi. Yorgundum, ihtiyacım olan tek şey huzur içinde bir uykuydu. Tüm bu huzursuzluğumun üzerini örtecek bir yorgandı.

Topallayarak Duru'nun yanından geçip odama yavaşça adımlamaya başladım. Duru da arkamdan geliyordu.

"Bana açıklama borçlu olduğunu düşünüyordum ama biraz önceki anı gördüğümde açıklamalar borçlu olduğunu fark ettim." Dedi, yatağıma oturup gözlerimi ona diktiğimde. Bir şeyleri sözlü olarak dile getirebileceğimden emin değildim. Sanki aklımda dönüp duran her bir kelime dilime dökülürse kesilecek gibi hissediyordum. Sanki o kelimeleri oluşturan harflerin hepsi bir jiletti ve dilimi acımadan kanatacak, beni dilsiz bir kadına dönüştürecekti.

"Ne anlatmamı bekliyorsun?" Diye sordum, sesim yorgun çıkıyordu. Ruhsal olarak da fiziksel olarak da yorgundum.

"Sırayla gitmeyi tercih ederim." Yanıma oturdu. Elleriyle oynarken tereddüdünü hissedebiliyordum ve onun tereddüdü beni rahatsız ediyordu. "Şu son zamanlarda ne oldu, nasıl oldu diye sormaktan nefret ettim ama sormam lazım. Nasıl bayıldın? Neden?"

"Daha önce de olmuştu, biliyorsun." Doğum günümde olan şeyi hatırlatmak istedim. Bunun daha önceki bayılmamla ilgisi var mıydı bilmiyordum ve artık hiçbir şey hakkında mantıklı fikirler üretemiyordum.

"Biliyorum ama durup dururken neden bayılıyorsun bir fikrin var mı?"

"Hatırlamıyorum ki..." Çaresizlik zehirli bir yılan gibi ayağıma dolandı. Ayağa kalksam ve uzaklaşmak istesem beni olduğum yere düşürür, zehrini vücuduma salardı. Yaşadığım şeyler, başıma gelenler hakkında tek bir açıklama dahi bulamıyordum. Neden o geceyi hatırlamıyordum? Neden normal bir insan gibi bir günümü geçiremiyordum? Huzursuzluğu bir çanta gibi yanımda taşıyor olmak beni çıldırtıyordu. Düşüncelerim dikenlere sarılmış, kendini korumak ve aklımı kaçırmama engel olmak için dış dünyadan soyutlamıştı.

"Çıldırtacak gibi oluyorum, Duru." Yaşaran gözlerimi kaldırıp ona baktım. Kaşları çatıktı, güzel yüzü düşünceli bir ifadeye büründüğünü gördüm. "Ne oluyor bana, onu bile anlamıyorum. İnsan kendini bilmez mi? Ben kendimi bilemiyorum, kendimi tanıyamıyorum. Olan şeylere tek bir mantıklı açıklama bile getiremiyorum." Sesim titredi, ağlamak istedim. "Ben ne ara böyle biri haline geldim? Çaresizim. Sen de çaresizsin. Korkuyoruz, görebiliyorum ama buna nasıl engel olacağımızı ikimiz de bilmiyoruz. Ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?"

Yutkundu. Gözlerini kaçırdığında aklından bir şeylerin geçtiğini fark etmiştim.

Kısa bir duraklama ardından derin bir nefes aldı. "Var." Dedi, tereddütle. "Ama sadece bir tahmin."

"Ne?"

"Bunu sana ben söylemek istemiyorum çünkü sanırım ben bile hazır değilim böyle bir şeye." Ayaklandı ve hızlı adımlarla odamdan çıktı. Ben arkasından şaşkın bir şekilde bakakalmıştım. "Nereye?" Diye seslendim ama bana cevap vermedi. Zaten yaklaşık 10 saniye sonra yeniden odama girmişti. Elinde çantası vardı, içinde bir şey ararmış gibi karıştırıp duruyordu.

Sadece sessizce aradığını bulmasını bekledim. En sonunda derin bir nefes verip yanıma oturdu ve elindeki kartı bana uzattı. "Camilla bize bir isim vermişti, hatırladın mı?"

Kartı alıp gözlerimi ismin üzerinde gezdirdim.

Tamay Turgut .

Yutkundum. Unutmam mümkün değildi. Camilla'nın söyledikleri üzerine aklımın ne kadar karıştığını da açık ve net bir şekilde hatırlıyordum.

"Ne yapacağız peki?" Diye sordum, aklımda bir tahmin olmasına rağmen. Kalbim farkındalıkla titriyordu. Heyecanlanmış, gerilmiş, hatta biraz da endişelenmiştim. Bir şeylerin normal gitmediğini herkes anlayabilirdi ama bunun asla düzelmeyeceğini düşünmek tamamen boşuna çırpınmak gibi geliyordu.

"Aklımızda dönüp duran, içimizi kemiren her bir sorunun cevabını alacağız." Diye yanıtladı beni. Biraz uçmuş gibiydi, başka bir zamanda olsa onunla alay ederdim ama sanki benden çok daha iyi biliyordu neler olup bittiğini. En azından bir fikri var gibiydi. Kaşlarım çatıldı. Avucumun içinde duran kartın üzerinde yazan ismi ve numarayı içimden defalarca kez okudum. Sanki dudaklarımdan dökülen her fısıltımda önümde adı yazılı olan kadın zihnimde yeniden yaratıyor ve sorunlarım için kadına yalvarıyordu.

Kadın zihnimde yeniden ve yeniden yaratıldı. Her yaratılışında farklı bir insandı. Her yeniden doğuşunda farklı bir şekilde bana yardım ediyor, beni bu soru işaretlerinin hepsinden farklı bir şekilde kurtarıyordu. Geleceği göremiyordum ama belki de hissedebilirdim, bilmiyorum. Yarattığım her anın finalinde aynı şey oluyordu işte. Bütün finaller aynı bitiyordu zihnimde. Sadece adını ve soyadını bildiğim bu kadın tehlikeli bir umut aşılamıştı damarıma. Ne olduğu belirsizdi. Belki zehirdi, belki de beni besleyecek herhangi bir şey.

Vücudumda gezinen bu his eğer bir zehir olacaksa bana, yere serilmeye hazırdım. Umutsuzluğun zehrini çok kez tatmıştım; dilimi uyuşturmuş, vücudumu felç etmişti. Panzehrini bulana kadar ziyandım. Umutsuzluğun panzehri güvendi, beni ziyan olmaktan kurtaran şeydi.

Ama umudun panzehrini bilmiyordum.

Yutkundum. Vücudum kaskatı kesilmiş, gözlerimi direkt olarak tam karşımdaki duvara dikmiştim. Heyecanlıydım. Elimde ağırlık yapan kâğıdı hissediyor, onu düşünmekten başka bir şey yapamıyordum.

"Ben hazırım." Diye mırıldandım gözlerimi duvardan ayırmadan. Duru'nun güzel gözleriyle karşılaşmak bir an için bana gereksiz gelmişti. Sanki duvar biraz daha bakarsam bana gelecek hakkında bilgiler verecekti.

Bunun olmasını çok isterdim.

"Eğer hazırsan ben zaten hazırım."

Derin bir soluk vücudumu terk ederken aşıladığı umuda tutunmak istercesine kâğıdı elime hapsettim.

Aslında söylenecek çok şey var. keşke hepinizi karşıma alıp sizinle konuşabilsem, dertleşebilsem, belki birazcık sarılır ve öyle kalırız...

uzun uzun açıklama yapmak ve bu kadar zamandır nerede olduğumu söylemek isterdim. özür dilerim, normal insanlardan çok daha gelgitli bir ruh halim var.

sizi seviyor ve özlüyorum.

umarım bölümü beğenmişsinizdir. bir sonraki bölümü hemen yarın yazmaya başlayacağım, çok yarım bir bölüm oldu ama sizi daha fazla bekletmek istemedim.

iyi geceler canlarım. umarım hâlâ burada, yanıbaşımdasınızdır.

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

195K 16.1K 42
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
275K 18.6K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
79.6K 2.3K 82
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
2.5M 77.8K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...