KARANLIK İKİLEM

By leyagediz

18.7K 4.2K 1K

© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir b... More

K.İ.1
K.İ.2
K.İ.3
K.İ.4
K.İ.5
K.İ.6
K.İ.7
K.İ.8
K.İ.9
K.İ.10
K.İ.11
K.İ.12
K.İ.13
K.İ.14
K.İ.15
K.İ.16
K.İ.17
K.İ.18
K.İ.19
K.İ.20
K.İ.21
K.İ.22
K.İ.23
K.İ.24
K.İ.25
K.İ.26
K.İ.27
K.İ.28
K.İ.29
K.İ.30
K.İ.31
K.İ.32
K.İ.33
K.İ.34
K.İ.35
K.İ.36
K.İ.37
K.İ.38
K.İ.39
K.İ.40
K.İ.41
K.İ.42
K.İ.43
K.İ.44
K.İ.45
K.İ.46
K.İ.48

K.İ.47

110 25 3
By leyagediz


İyi okumalar.

****

Birileri doğuyor, tam da birileri ölürken...
Birileri ilk nefesini alıyor, tam da birileri son nefesini verirken...
İlk adımını atıyor birileri toprağa, tam da birileri toprağın altına girerken...
Onun o güzel çehresi tam şuan o toprağın altında kalıyor ya, haykırmak istiyorum; durun durun yapmayın, o sevmez yüzünün örtülmesini demek istiyorum. Ama sadece izliyorum. Hiçbir tepki vermeden, ağlamadan, konuşmadan, nefes bile almadan donuk bir biçimde sadece izliyorum.
Birileri toprak atıyor, birileri omzuma dokunup baş sağlığı diliyor, birileri ağlıyor, birileri susuyor... Ve ben sadece izliyorum.
Baş sağlığı diliyorlar ya bana, nasıl sağ olsun ki başım? Nasıl yaşasın, sağ kalsın bu başım?
Canım gidiyor... Canım benden gidiyor, ben nasıl kalayım geride; nasıl durayım arkada?
Hadi be abiciğim, hadi güzel abiciğim, hadi uyan da hep birlikte bir mucizeye tanık olalım. Sana yemin ederim böyle uyumaya devam edersen ben delireceğim. Uyan da sevinçten delireyim bari.

Öykü koluma girmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Nefret ediyordu oysaki Kağandan.
Emir, abimin mezarına toprak atıyor. Sevmiyordu ki o da abimi.
Atıl, tam karşımda durmuş ürkek bir çocuk gibi etrafı izliyor.
Merih, tam Atıl'ın yanında donuk gözleriyle gözlerimin içine bakıyor. Tek saniye ayırmıyor bakışlarını benden. Her an tetikte, bana bir şey olur diye.
Cenk çökmüş abimin mezarının dibine, dünyası yıkılmış gibi. Sahi ya dünyası yıkılmıştı onun da benim gibi değil mi?
Yaman, hemen Cenk'in dibinde o da çökmüş. Susuyor, ağlamıyor ama içten içe haykırıyor duyuyorum. Biliyorum, dışa vurmuyor ama içten içe kahroluyor.
Meral Sultan... Ne zaman duyup da gelmişti yanıma, feryat ediyor?
Fuat abi, dimdik, kaya gibi sert bakışları ile her zaman abimin arkasında durduğu gibi bu sefer mezarının arkasında duruyor.
Ve diğerleri...

Bir ses geliyor, işitiyorum ama anlamıyorum. Bir şeyler görüyorum ama idrak edemiyorum. Bir dünya yok oluyor, yanarak ama ben sadece izliyorum.

Gözlerim usulca onun mezarından hemen yana kayıyor. Babamın mezarı... Az dibinde, annemin mezarı...

KAYA SOYKAN.

DALYA SOYKAN.

KAĞAN SOYKAN.

O yazıları okuyunca daha fazla dizlerimin üzerinde duramıyorum. Çöküyorum yere, Öykü de benimle. Merih koşuyor hiç beklemeden bana. "Güzelim?" Dedi yüzümü avuçlarına alırken. O an daha fazla dayanamadım. Onun elleri yüzüme değdi ya, saatlerdir tutuyor olduğum göz yaşlarım bir bir süzülmeye başladı yanaklarımdan.

Ellerimi onun ellerinin üzerine koydum. "B-ben bittim Merih." Kurabildiğim tek cümle... Ve benim özetim olan cümle...
Ben bittim. Annem gitti, babam gitti şimdi de abim. Ben nasıl kalırım ki? Nasıl bitmem? Yalvarırım bana cevap verin. Ben şimdi nasıl kalayım sağ?

Yanaklarımı okşadı sevgilim, ama bir türlü ağzını açıp da konuşamadı. Ne diyebilecekti ki zaten? Ne anlatacaktı? Neyle avutacaktı beni? Sadece çekip sarıldı. Benim de göz yaşlarım böylelikle acı dolu feryatlara dönüştü.

**

Mezarlıktan ilk çıkan biz olmuştuk. Abime veda etmemiştim. Herkes oradayken ona veda edemezdim. Daha sonra gelecektim, bir başıma.

Şimdi Merih'in arabasında bizim eve gidiyoruz. Ne kadar da ısrar etseler, ne kadar da direnseler eve gitmemem konusunda beni ikna edemediler. Onlarda gelmek istedi ama kabul etmedim. Gitmeliydim, bir başıma kalmalıydım ki olanları daha çabuk idrak edebileyim.

Arabadaki ölüm sessizliğini bozan Merih oldu.

"Küçük kız, sana aileni veremem. Gücüm yetmez buna." Durdu, soluklandı. Her bir kelimesini özenle seçiyordu, beni incitmemek adına. Ben daha ne kadar incinebilirdim ki? Ben çok incinmiştim, dahası olamazdı.

Devam etti. "Yetse, yemin ederim hiç düşünmeden sana onları geri veririm." Hiç şüphem yok ki bundan. O yola bakarken ben onun yüzüne bakıyordum. Bak Merih ben sevgilin Dolunay, artık bir ailem yok. İyi bak bana, çok incindim ben.

"Sana aileni veremem ama sana aile olurum." Burukça gülümsedim. Bütün o acıya rağmen, bütün o kahroluşa rağmen burukça gülümseyebildim. Sana aile olurum... Sen zaten bana her şeysin Merih. Zaten bana her şey...

Ama acım dinmiyor. Ciğerimdeki ateş biraz olsun azalmıyor. Yangınım biraz olsun sönmüyor. Sönmeyecek de, biliyorum.

Yüzünü bana çevirip dudağımdaki ufak o tebessüme baktı. Bir an rahatlayacak gibi oldu ama perişan halim buna müsade etmedi. Ona bir cevap vermek istedim, ona bir şeyler söylemek istedim ama dilimde bir kilit var gibi konuşamıyordum.

Araba yavaşladığında evimize geldiğini anladım. Evimiz... Biz kim? Annem ile benim evim mi? Yoksa babam ile benim? Ya da abim ile benim? Hayır, sadece ben. Artık bir tek benim evim. Göz yaşlarımı güçlükle bastırdım. Ben bir başıma olmak istemiyorum ki.

"Sen gelme." Dedim kuruyan boğazım ile. Biraz zor konuşuyordum. Sesim çatallıydı.

"Dolunay..." Dedi yalvarır gibi. Sözünü kestim. "Yalnız kalmam gerek. Olanları kendime inandırmam için tek başıma kalmam gerek. Lütfen anlayış göster."

"Sana bir şey olursa dayanamam." Dayanırsın sevgilim, dayanırsın. Bak bana kimime kimime bir şey oldu da hala dayanıyorum.

"Bir şey olmaz. Biraz yalnız kalayım, sonra tekrar seni arayacağım zaten." Gözlerinin içi kararsızlıkla parlıyordu. Bırakmak, gitmek istemiyordu ama inanın onu buna zorlamam gerek. Kendi kendime kalmadığım sürece olanlar bana bir rüyadan ibaretmiş gibi gelmeye devam edecek. Oturup kendime anlatmam lazım olanı biteni.

"Tamam." Dedi dakikalar sonra. Çok uzun sürmüştü kabul etmesi. "Dikkat et ama tamam mı? Bir şey olursa hemen ara beni beş dakikadan uzun sürmez sana gelmem." Çok endişeliydi ve kendini her zamanki gibi gizlemiyordu. "Tamam." Dedim ve gözlerine acı ile son kez bakıp arabadan indim.

Bahçe kapısından girdiğim an aklıma en son buradan nasıl ayrıldığım gelmişti. Keşke, keşke ayaklarına kapansaydım da beni göndermesine izin vermeseydim. Yanağıma ne ara düştüğünü bilmediğim yaşları hızlıca silip cebimden anahtarı çıkardım.

Kapıyı açışım, içeriye girişim o kadar uzun sürmüştü ki sanki her şey ağır çekimdeydi. Kapıyı kapatıp içeri döndüğüm an artık göz yaşlarımı serbest bıraktım. Kokusu... Hala evin içindeydi. Hıçkırdım.

Yavaş adımlar ile merdivenleri çıkıp odasının önüne geldim.

"Kapıyı açacağım ve sen içeride olacaksın." İmkansız diye bir şey yok diyenler vardı ya hani, o an kapıyı açtığımda yanımda olmalıydılar. Kesinlikle gözleri ile göreceklerdi imkansız nasıl olurmuş.

Titreyen parmaklarım kapı kolunu zorla çevirdi. O an eğilip kapı kolunu öpmemek için kendimi zor tuttum. Buraya en son o dokumuştu ya...

İçeriye girdim. Hıçkırıklarım artık kontrolüm dışındaydı. Kokusu... O kokusu var ya hala yaşıyordu. O gitmişti ama kokusu buradaydı. Keşke, keşke o kalsaydı da kokusu gitseydi.

Gidip yatağına oturdum. Yastığını alıp burnuma bastırdım. "Neredesin abi? Söylesene neredesin şimdi? Yukarıda mısın sen de? Buldun mu annemi, ha? Gördün mü babamı?" Nefesim kesiliyordu artık ağlamaktan.

"Bıraktın beni bir başıma, yakıştı mı Kağan Soykan? Konuşsana benimle. Susma gittiğin yerden de ulaş bana, gittiğin yereden de duyur sesini bana. Gelsene yanıma ya artık, ne çok kaldın gittiğin yerde. Çok saat oldu gel artık bana. Al annemi de babamı da yanına ve gelin bana. Ya da yol göster bana da ben koşayım size. Yalvarırım canım abim, yalvarırım yol göster bana ben kayboluyorum çünkü."

İnsan çıktığı yolda elinde bir kılavuz olsun ister. Yolunu bulmaya yardımcı bir pusula ya da. Benim ne kılavuzum var ne yanımda bir rehber ne de elimde bir pusula... Benim yolumu aydınlatacak bir ışık bile yok artık.

Yatağını okşadım, yastığını sevdim sanki yanağını seviyormuşum gibi. Kalktım kıyafetlerini kokladım hepsini tek tek. Onları de sevdim usul usul.
Hepsini alıp içime koymak istiyordum. Hepsini bir bir içimde muhafaza etmek istiyordum.

Geri gidip yatağına uzandım tekrar.

Böyle ciğerlerimi yerinden çıkarmışlar da yerine koca bir ateş topu bırakmışlar gibi hissediyorum. Nefes aldığımı hissetmiyorum. Biliyorum o soluk içime giriyor ama ben o soluğu hissetmiyorum. Boğuluyorum, kendi nefesimde. "Şimdi burada olsaydın ve hasret gideriyor olsaydık... Ben... Boğulmazdım abi."

Yatağını okşayıp kokusunu derin derin içime çektim. "Söylesene Kağan Soykan, ne yapsın bu küçük kız şimdi? Nasıl yaşasın, ne ile avutsun kendini? Sen benim anne ve babamdan geriye kalan tek canlı yanımdın, şimdi sen de gittin; söylesene nerelere gideyim ben? Nasıl atayım şu içimdeki ateşi?"

Üç ayrı insan... Üç aynı kader...
Gözlerimin önünden gitmeyen anne ve babamın ölüm görüntülerine bir de abiminki eklenmişti. Gözlerimin önünde, gözlerimin içine baka baka gelip almıştı ölüm meleği onları. Onların canını almıştı ama keyif kahkahalarını benim yüzüme bakarak, benim için atmıştı. Çünkü biliyordu onların ruhunu alırken benimkini de sağ bırakmıyordu. Onların ruhunu alıp götürürken benimkini olduğu yerde, bedenimin içinde yok ediyordu. Zalimce...
Ve biliyordum, bunu yaşayan sadece ben değildim. Dünya üzerinde her gün birilerinin gözleri önünde diğerlerinin ruhu giderken geride kalanların da canı gidiyordu... Yalnız değilim biliyorum, ama inanın bu kendimi avutabileceğim bir şey değil. Biz aynı kaderi yaşayanlar, hallerimizi çok iyi anlarız ancak birbirimizi asla avutamayız.

Hıçkırıklarım boğazıma takılınca öksürerek yerimde doğruldum. Beni de götürmeliydi... Kesinlikle o ölüm meleği beni de götürmeliydi.

Yataktan çıkıp bu kez de çalışma masasına gidip oturdum. Bütün eşyalara tek tek dokunup varlığını hissetmeye çalıştım. Çekmecesini açınca içinde simsiyah kapaklı bir defter olduğunu fark ettim. Tıpkı dünyam gibi kapkaraydı o defter de. Defteri açtığımda ilk sayfada sadece adı soyadı yazıyordu. KAĞAN SOYKAN. Benim canımın en içi abim...

Öbür sayfaya geçince defterin en üst köşesinde tarih yazılı olduğunu gördüm. Altında da uzunca bir yazı... Günlük gibi bir şeydi. Buna çok şaşırmıştım o an. Kimse Kağan Soykan'dan günlük tutmasını beklemezdi. Sayfaları çevirince aslında bir günlük değil de bazı zamanlar yazmış olduğunu anladım. Tarihler arka arkaya gelen günler değildi çünkü. Ara ara yazılmıştı. Burukça gülümseyip defteri göğsüme bastırdım ve gidip yatağına oturarak okumaya başladım.

Kimi sayfaları okurken gülümsedim, kimilerini okurken göz yaşlarımı bastıramadım, kimilerinde öfkelendim, kimilerinde kırıldım... Bütün sayfalarda abimin kafasının içine girebildiğimi hissediyordum. Bana neden yıllarca öyle davrandığını, niye bizi bu duruma soktuğunu, çoğu şeyin cevabını alabilmiştim. Keşke, dedim kendi kendime. Keşke bu defteri daha önce fark edebilseydim.

Ama son sayfalara geldikçe bu düşüncem yerini tarif edemeyeceğim duygulara bırakmıştı. O son sayfaları okuyunca daha ne kadar yıkılabileceğim diye düşünmeye başlamıştım.

15.01.2017

Ona o piçten uzak dur dedikçe ben, ona daha çok yaklaşıyor. Çıldırıyorum, beni dinlememesi ve ona daha fazla yaklaşıyor olması beni çıldırtıyor. Gerçekte Merih'in kim olduğunu öğrenince ne yapacak bilmiyorum ama iyi olmayacağını görebiliyorum.

Kaşlarım çatılıyordu sayfaları her çevirişimde ve göğsümün üzerine bir korku çöküyordu. Okuyacaklarımın beni hiç iyi olmayan yerlere sürükleyecekti biliyorum ama okumaktan kendimi alıkoyamıyordum.

17.01.2017

Çok merak ediyorum gerçekleri öğrendiği zaman da ona böyle korkusuzca koşabilecek mi? Merih Karan'ın, Demir Karan'ın oğlu olduğunu öğrendiği zaman da böyle kolay güvenebilecek mi ona? Anne ve de babamızın katili olan adamın oğluna bu denli yakın durabilecek mi, diye çok merak ediyorum. Ona bunu söyleyemem. Kahretsin duyarsa ne kadar üzüleceğini görebiliyorum. Sadece beni dinlemeliydi. Söylediklerimi dinlemeli ve ondan uzak durmalıydı. Yapmadı. Allah kahretsin ki, o şerefsize koşmadan duramadı. Hem o pisliğin niye karşımıza çıktığını da hala anlamış değilim.

Okuduklarım karşısında elim ayağım titremeye başlamış ve defter ellerimin arasından kayarak yatağa düşmüştü. Aldığım nefes boğazıma takılınca ellerim ile oraya bir baskı uygulamaya başladım. Neler okumuştu gözlerim öyle? Neler yazmıştı abim? Doğru muydu bunlar? Merih'in babası mı benim çocukluğumun katiliydi? Elimi boğazımdan çekip zonklamaya başlayan kafama vurdum arka arkaya.

Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladığı sırada bedenim daha fazla dik duramayıp üzerinde oturuyor olduğum yatağa yığıldı. "Bu nasıl olur?" Aklım almıyordu. Beynim kabul etmiyordu. Niye etmediğini bilmiyorum ama sevgilimin babasına bunu konduramıyordum bir türlü. Tam o an Merih'in baba kelimesini duyduğu an verdiği tepkiler gelmişti ki bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Peki Merih... O biliyor muydu bunu?

Yalvarırım Allah'ım bilmiyor olsun. Eğer biliyorsa... Eğer o da biliyorsa katilimizin oğlu olduğunu... Ben ne yapardım? Ona kırılmadan duramazdım ki. Ondan kaçmadan duramazdım. Peki ben bu sefer de onusuz mu kalacaktım? Yalvarırım Allah'ım bilmiyor olsun.

Bedenim ne kadar da yaşadıklarım karşısında dayanıksız olsa da ayağa kalkmış ona gitmeye başlamıştım bile. İçimden dua ediyordum onun bunu bilmemesi için. Size yemin ederim ki ben bu sefer dayanamazdım. Ciğerim yanıyordu, kalbim sızlıyordu.

Kaçırıldım. Kurtulduğuma sevinemeden acıların en büyüğünü üçüncü kez yaşadım. Daha bunu kendime nasıl anlatacağım diye düşünürken bir de sevgilimin babasının katilimiz olduğunu öğrendim. Ben şimdi nasıl delirmeden durabilirim ki? Soruyorum sizlere benim bu kalbim nasıl dayansın? Ne olur bilmiyor olsun. Yalvarırım, yalvarırım bilmiyor olsun.

İçimde kıyametler koparken taksi ile onun evine gelmiştim ve şuan kendimde kapıyı çalacak güç arıyordum. Lütfen kulaklarım artık kötü şeyler duymasın. Akacak kan damarda duramazdı. Kopacak kıyamet de kopmadan...

Titreyen ellerimi önce gözlerime götürüp orayı kuruladım sonra zile uzanıp dualar ederek çaldım kapıyı. Yalvarırım... Bilmesin. Benden öğrensin, lütfen bilmiyor olsun.

Kapıyı Emir açınca burukça gülümsedi bana. Dudaklarımı kıpırdatacak mecalim bile yoktu. "Dolunay? Niye tek başına geldin? Arasaydın gelip alırdık seni." Merhamet dolu sesine karşılık veremeden bir robot misali yanından geçip içeriye girdim.

Salondan beni gören Atıl ve Öykü ayaklanıp yanıma geldiyseler de onlara da takılmadan Merih'e yürüdüm. Ya kıyametimin devamı olacak, ya da kıyametimi dindirecek olan adama...

Odasında olduğuna emindim. Dizlerimde mecal olmamasına rağmen güçlükle merdivenlere yöneldim. "Yaprak gözlüm?" Kimseyi duymuyor kimseyle ilgilenmiyordum o saniyelerde. Sadece o...

Merdivenleri bitirdiğimde nefes nefese kalmıştım. Bu attığım adımlar yüzünden değil korkunun beni ele geçirmesindendi. Arkamdaki adım sesleri onların da peşimden geldiğini gösteriyordu. Önemsemedim.

Odanın kapısını açıp ürkekçe içeriye girdim. Yatağında uzanıyordu ki kapı sesini duyar duymaz gözlerini açıp ayaklanmıştı.

"Güzelim?" Kaşları çatılmıştı. Çünkü onu aramalıydım ve o gelip beni almalıydı. "Ben gelip seni alacaktım?" Yanıma gelip yüzümü avuçladı. Ona o kadar fazla sarılmak istedim ki o an, sanki tam o saniye sarılmazsam bir daha böyle bir şansım olamayacak gibiydi. Ama yapmadım. Sarılmadım ve hatta yüzümü de ellerdinden çekip kurtardım. Affalladı bu tepkim üzerine. Ama hiçbir şey söylemeden küçük kızından gelecek olanları bekledi.

"Sadece bir soru soracağım ve bana tek bir cevap vereceksin." Sesim acı ile kavruluyordu. Yalvarıyordu hatta. Yalvarıyordum sevgilime bana iyi şeyler söylesin diye.

"Tamam." Dedi kafasını sallarken. Sesi birden soğuklaşmıştı. Beni üşütmüyordu, yanıyordum ben nasıl üşüyeyim?

"Dolunay?" Arkadan gelen Öykü'nün soru işareti dolu sesini umursamadım.

"Demir Karan'ın, annemin ve babamın katili olduğunu biliyor muydun?"

Gözleri öyle bir yıkıldı ki o an... O gözlerin öyle bir baktı ki o an cevap ortadaydı. Nefret etti sanki o an kendinden, nefret etti Demir Karan'ın oğlu olmaktan. Bir adım geriye doğru sendeledi. Ve tam o saniye benim az evvel durdurduğum göz yaşlarım tekrar akmaya başladı.

"Küçüğüm..." Dediği sırada lafını kesmiştim. "Tek bir cevap Karan!" Dişlerim titriyordu, bedenim de ona eşlik ediyordu. Deprem başlamıştı işte, birazdan da nasıl enkaza dönüşeceğimi izleyecektik.

"Biliyordum."

Dünya ne zaman yok olur bilemezdim. Herkesin sonu ne ara gelir göremezdim. Ne zaman insanlar yok oluşa doğru koşar anlayamazdım. Ama ben... Ben Dolunay Soykan, tam o an yok oldum. Başlamış olan kıyametim tam onun cümlesi ile daha büyük yıkımlara başladı.
İçimde depremler oldu, fırtınalar çıktı, dünyam yerle bir oldu... Dışımda ise son kez dudaklarım bir hıçkırık bırakırken bedenim de artık isyan ederek yere yığıldı. Düşen benim bedenimdi, yıkılansa dünyam...

Sizin dünyanızın kıyameti nasıldı bilmiyorum ama benimki böyleydi işte. Ve şimdi size tek bir soru soruyorum, tek bir cevap istiyorum.

Ben nasıl delirmeden duracağım?

***

Bölüm sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

118K 7.3K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.7M 67.3K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
1.1M 15.3K 38
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
1M 34.5K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!