TEK ODA

By didasei

5.1K 237 16

"Dışarıda bekle, içeride bekle, öldükten sonra bekle, gelecekteki hayatında bekle. İstersen sonsuza kadar b... More

TEK ODA
BÖLÜM 2: TOPRAĞIN ALTINDAKİ MELODİ
BÖLÜM 3: ANLAMINI YİTİREN KELİMELER
BÖLÜM 4: YIKICI SESSİZLİĞİN DÜZEN BOZAN GÜRÜLTÜSÜ
BÖLÜM 5: MASKELER ARDINDAN ÖZGÜRLÜK NEFESİ
BÖLÜM 6: YILDIZLARLA KIRIK GÖKYÜZÜ
BÖLÜM 7: KAYBETMEMEK İÇİN KAYBOLAN İNSANLAR
BÖLÜM 8: YALANLAR AĞLAMAZ
BÖLÜM 9: SADECE KAN
BÖLÜM 10: KELEBEK ÖMÜRLÜ HUZUR
BÖLÜM 11: TEK ODA RÜYASI
BÖLÜM 12: İNSANSIZ YAŞAM MÜCADELESİ
BÖLÜM 13: SINIRLI VADE TEKERİ
ÖZEL BÖLÜM: RESİTAL
ÖZEL BÖLÜM: GEÇMİŞ

BÖLÜM 1: YÜKTE HAFİF ANLAMLAR, PAHADA AĞIR İNTİKAMLAR

1K 48 2
By didasei

Ağır mommy issues içerir.

🕒
BÖLÜM 1:
YÜKTE HAFİF ANLAMLAR, PAHADA AĞIR İNTİKAMLAR
🕒

Mükemmeliyet. Hayatımda daha göreceli bir kavram görmedim. Kendiniz dışında başka herkesin sizi, kendi uydurdukları kalıplara sokmalarından başka bir şey değildi. Yüzeysel hiçbir şey mükemmel olamayacak olsa bile insanların tek gördüğü bu değil mi? Beğenmedikleri bedenlerin ruhunu tanımak istemezler, beğendiklerine de başka ruhlar koyarlar. Ruhumu gören kimse yok şu hayatta. Ve sanırım, isteyen de olmadı. Kendim göremezken aynada, neden başkası dokunmak istesin ki ruhuma? Bu yüzden, sadece yokmuş gibi davranmam gerekiyor, bir ruhsuz gibi. Mükemmel bir bedenden ibaretmişim gibi, başkalarının kurallarıyla yaşamam gerekiyor. Hayatımı iyileştirecek ne de olsa, beni içinden çıkılmaz bir kalıpta büyüten annem hep iyiliğimi düşünmüştür. Küçükken bunu sevgi sanırdım. Herkes öyle olduğunu söylerdi. Ama büyüyünce, sevginin bu kadar acı verici bir şey olmaması gerektiğine karar verdim. Hem sevgi hem sevgisizlik... İkisini de aynı noktada öğrenmiştim. 5 yaşında, bir gecede. Ama ikisinin aynı şey olduğunu yeni anlıyorum, ve düşündüklerimle hiçbir alakası olmayan tek bir duygu olduklarını. İkisine de arkamı döndüğüm an...

"Linay! Linay buraya gel!"

"Linay, kızım!" Adım, kendime olan hayranlığımla dolu yıllarımın ortasına şimdi bir çığ gibi düşmüş, kendimden nefret etmeme sebep olmuştu. Onlar, üstelik ikisi birden, ismimi ağızlarına alınca kendimden iğrenmiştim. En değer verdiğim şeyden. Yok olmak istememe sebep oluyorlardı beni var edenler.

Dışarı çıkıp tüm gücümle kapıyı çarptım. Elimdeki çantaya hâkim olmaya çalışırken adımlarımı hızlandırıp evin geçidinden çıktım. Kendimi sokağın ortasına attığım gibi koşmaya başladım. Durmak istemeyerek, yorulmak istemeyerek koştum. Kaç kez topalladım, kaç kez yalpaladım bilinmez ama kendimi, benim gibi bir hiçlikte bulduğumda tökezleyerek durdum. Nefes nefese kalmıştım, nefes de almak istemiyordum zaten.

Ortasında durduğum yolun sol tarafı çam ağaçlarıyla kaplıydı. Koca ormanda göz gezdirdim. Çıkaramayacağımı bildiğim bir tanıdıklık vardı bu ormanda.

"Yokluğa ulaşmak için koştuğun yollarda yürümeye başlayınca anlayacaksın zaten yok olduğunu."

Hata yapmıştım. Ruhsuz gibi davranmam gerektiğini anladığımda iki ruhum olduğunu unutmuştum. Ruhsuzlar gibi davranmalıydım. İçimdeki canavarı da susturmalıydım. Susmadı. Ben de susmasını istemedim zaten. Çünkü ben de hiç susmak istemedim. Kulağıma hep fısıldadı, benim ona anlattıklarımı.

Alçak olan ağaçlardan birine yaklaştım. Dolan gözlerime karşın dudaklarımı birbirlerine bastırıp elimi kaldırdım. Titrek elimle ağacın dallarından birine uzandım. Aşağı çektim yavaşça, çam iğnelerinde birikmiş yağmur damlalarıyla göz göze geldim. Dalı bırakmaya gücüm kalmamış gibi hissediyordum. Bunu kendime yapabilecek gibi hissetmiyordum. Ama bıraktım, tutunduğum dalı bıraktım. Çünkü kendime, tutunduğum dalı bırakmaktan daha fazlasını yapmıştım çoktan. Ağacın yağmuru üzerime yağınca gözyaşlarım da onlara eşlik etti. Hıçkırıklarla kendimi yere bıraktım. Çantamı yere vura vura bağırdım. Ellerimi yere çarptıkça yüzüme yağmurdan kalma kirli sular sıçradı. Ama önemi yoktu. Hayatım yeterince pislik içindeydi. Bu kirli su da beni o pisliğin içine çekmek için ellerimin altındaydı.

Elimi son kez yere vurduktan sonra bir anda tüm duygularımı yitirdim. Yorgunluğumdandı belki de. Ya da ben kendimden nefret ettikten sonra başka duygular adına bir şey kalmamıştı bende. Ellerimden destek alarak kendimi çevirdim ve bacaklarımı kendime çekerek yere oturdum. Duygusuzca ileriye baktım. Arkamda zengin bir orman, karşımda duru bir deniz vardı. Ama ben bu ikisini de görmüyordum. Gözlerim kapalıyken bir şey göremezdim. Sadece bir boşluk. Hayaller kurarak doldurabileceğim. Ama hayallerim beni bir boşluğa hapsetmekten başka bir şey yapmazlardı. Gözlerim açıkken de görmüyordum ya bunları, bendeki yokluğu bunca varlık bile dolduramazdı.

🕒

Uyandığımda birkaç saniye, gözlerimi açmadan nerede olduğumu kavramaya çalıştım. Başım pürüzlü bir duvara yaslıydı ve pürüzler başımı acıtıyordu. Burada uyuyakalmadığım belliydi, tabii çok yorgun değilsem.

Yağmurun şırıltısını duyuyordum. Başka hiçbir ses yoktu. İnsanlar evlerine kaçışmış olmalılardı. Ben de yağmur yağmaya başladığında bir yerlere saklananlardandım ama benim gidecek bir evim yoktu. Evsiz sanılıp önüme para atılsa bile yadırgamazdım.

Derin bir nefes alarak gözlerimi açtım. Yağmur kokusundan, yağmurun kendisinden nefret ettiğimden daha çok nefret ederdim. Oturduğum yerden kalktım. Buraya nasıl geldiğim hakkında tek bir fikrim yoktu. Sanırım yine bir şeyler nüksetmişti, buraya gelmiştim ve uyuyakalmıştım ama şimdiyse hiçbir şey hatırlamıyordum. Sorun etmedim, bu birkaç kez başıma gelmişti. Bir barda sızıp kaldığımda veya deniz kenarında sırılsıklam yatarken kendimi evde bulduğum olmuştu.

Oturma pozisyonum yüzünden bacaklarım ve kalçam uyuşmuştu. Nasıl ayağa kalkabildiğimi bile anlamamıştım. Ayaklarım yürümeye çalışırken kontrolsüzce yana yatıyordu. Hava yağmurlu ama soğuk olduğu için aceleyle ellerimi ceplerime soktum. Ellerimi ceplerin içinde sürtmeyi düşünürken sağ elimin bulunduğu cepte bir kâğıt olduğunu fark ettim. Çıkarıp, bunun bir kart olduğunu görünce gözlerimi devirdim. Yine birinden aldığım ama asla dönüp bakmayacağım bir karttı. Bir şeylerle ilgilenmek için onu okumaya başladığımda bu kartı daha önce hiç görmediğimi fark ettim. Birinin numarası bile değildi bu, bir kurumdu. Önünde adres, telefon bilgileri ve kurumun amblemi vardı. Arkasını çevirdiğimde daha mantıklı şeyler beklerken birkaç, kendilerine özgü kelimeyle karşılaştım.

"Tek oda, iki kişi, tek hikâye. Bir odalık bir labirente, Tek Oda'ya dahil olmak ister misiniz? Dünyaya yok, Tek Oda'ya çok olmaya var mısınız?"

Kaşlarımı çatarak kartı göz hizamdan indirdim. Bu çok tuhaftı. Önce etrafıma bakınmaya başladım. Yine kimsecikler yoktu. Tekrar kartı kaldırdım. Adres bilgilerine ve telefon numaralarına bir daha, bir daha baktım; arkasındaki yazıyı tekrar tekrar okudum ama yine bir şey çıkaramadım. Başımı yeniden kaldırıp yanımdaki binanın üzerindeki sokak tabelasına baktım. "E... Sokağı" yazısını görünce başımı eğip yeniden karta baktım. Aynı sokak... Başımı yeniden kaldırıp geri geri ilerlemeye başladım. Kaldırımdan inip, az önce duvarına yaslanıp uyuduğum binanın ismine baktım. Koskocaman harflerle "TEK ODA" yazıyordu. Tüm bedenimin titrediğini hissettiğimde elimdeki kartı yere attım. Ağzım açık kalmış, bu tesadüfü algılamaya çalışıyordum.

"Burası bir labirent. Ama sen zaten kayıpsın."

"Belki de benim evim kaybolmaktır? Kendimi kaybetmek. Ama insanlara kaybetmek, kendime kaybetmek değil. Onlara kaybedecek, ama kendime yenilmeyeceğim."

"Yolun sonunda herkes kaybedecek. En çok da sen. Çok şey kazandın Linay, her şey bittiğinde, her şeyini kaybedeceksin. Kendini de öyle. Herkese, en çok da kendine kaybedeceksin."

Artık hiçbir şeyi merak etmiyordum. Hepsi birer umuttu. Merakıma değil, hâlâ umut edişime yenilip binanın kapısına koştum. Cam kapıyı itip içeri daldığımda aslında etraf, kafamın içinden daha sessizdi. Göz göze geldiğim kadının arkasındaki televizyonda haberler açıktı. Televizyon biraz eski ve hava şartlarından dolayı arada bir yayında aksamalar olduğundan rahatsız edici bir gürültü çıkıyordu ortaya. Birkaç saniye sessizce kadınla bakıştıktan sonra n'apacağımı bilemeyip ellerimi bacaklarıma sürttüm.

"Ben... Kartlarınızdan buldum." Başka diyecek bir şey bulamıyordum. İçimden, hadi atın beni bir odaya, demek geliyordu. Ama henüz hiçbir şeyi anlayabilmiş değildim. Kendimi toplayıp asıl Linay hâlime dönebilmek için önce yutkundum ve kendime kim olduğumu hatırlatıp masasının önündeki sandalyelerden birine oturdum.

"Peki... Size nasıl yardımcı olabilirim?" Göz temasını kesmeyerek hemen söze girdim.

"Bu kurumda tam olarak n'oluyor acaba?" Neden bu kartın cebime girdiğini ve neden burada uyuya kaldığımı anlamak istiyordum. Her ne kadar yüzde elli ihtimalle umudum yeniden sönecek olsa da insansal içgüdüm bu belirsizliğe dayanamayacaktı.

Kadın yerinde doğrulup anlatmaya başladı. "Burası... bir psikolojik destek merkezi." dedi etrafı hayranlıkla süzerek. "İnsanlar, genelde kendi iradeleriyle, buraya dış dünyadan uzak olmak için gelirler. Halk arasında, kaçmak için." Başımı yana eğip daha da ilgiyle dinlemeye başladım.

"40 metrekarelik odaları en az 6 aylığına kiralayabiliyorsunuz. Zorunlu bir program değil, ama disiplin çerçevesi içerisinde olmak için bu süreyi belirledik. Genelde internet bağımlıları, madde bağımlıları falan gelirler buraya. Zaafları dışarıda bırakacak şekilde, odada 2 kişi olur. Bir tek işte, müzikle, sanatla uğraşıyorsanız onun için gerekli materyaller odada olacak. Enstrüman, şövale, tuval falan." Gözlerim kocaman açık kalarak kadına bakakaldım.

"Yani 6 ay ev gibi yaşıyoruz mu, burada?

"Pek ev gibi değil. Dışarı çıkamıyorsunuz, dış dünyayla bağınız kesiliyor. Telefon, televizyon gibi cihazlar da olmayacak."

"Yani kapatıyorsunuz bizi buraya?" deyiverdim. Başını yana eğip rahatsızca cevapladı.

"Kabaca öyle. Ama istediğiniz zaman çıkabilirsiniz." Düşünmek için başımı öne eğip arkama yaslandım. Kendimi nasıl buraya getirmiştim emin değilim ama bir şekilde burada olmam gerektiğine inanıyordum. N'olacağını merak etmiyordum, sadece olmasını istediğim şeyin gerçekleşmesini umut ediyordum, her ne kadar imkânsız olsa da.

"Tamam... N-nasıl kiralıyoruz, yani?"

"Dahil olacak mısınız?" Hiç düşünmeden cevapladım.

"Evet." Kadın gülümseyerek bilgisayarına döndü. "Kayıt için isminizi öğrenebilir miyim?" Parmakları bilgisayarın tuşlarına erişip bir şeyler yazdı ve sonra dönen sandalyesinde dönüp arkasındaki yazıcıyı açtı. Ben de yanağımın içini dişleyerek ellerimi sıktım. Artık cevap vermek istediğim bir soru değildi bu. Kadın neden yazıcıyı açtığını düşündüğümü sanıyor olabilirdi ama ben kaçıp gitmemek için kendimle bir savaş veriyordum.

"Linay... Kaya." Kadının beni magazinden veya haberlerden tanıyor olmamasını umarak nefesimi tuttum. Neyse ki gözlerini hiç ekrandan ayırmadan tuşlara bastı. Sonrasında ellerini kavuşturarak masasında eğildi.

"Linay Hanım, şimdi sizi birkaç teste tabi tutmamız gerekecek. Sağlık ve psikoloji testleri. Odada bu kadar süre kalmayı kaldırabilecek misiniz diye." Başımı yana eğerek onayladım, elbette önlerine geleni almayacaklardı.

"Tamam."

"Odalardan bahsedelim biraz da. Dediğim gibi, 40 metrekareler. Yiyecek, içecek, vitaminler... yani temel ihtiyaçlarınızı karşılayacak malzemeler odada mevcut. Yemeğinizi kendiniz yapabileceksiniz. Neyse, düzeninizi tamamen değiştireceğiz. Dışarısı aslında bizim içimizdir ve bizim gördüğümüz gibidir. Ve biz bu dışarısını tamamen yok etmek için size soracağımız soruların arasında bu tip, düzeninize ve sevdiğiniz şeylere dair sorular olacak. Oda arkadaşınızın da sevdiği şeylere tezat olarak değiştirilecek. Mobilyaları ve odada bulunacak diğer, aktivite alanına giren şeyleri bu temaya uygun belirliyoruz." Söylediklerini kavramaya çalışırken gözlerimi bulunduğum yerde gezdirip durdum.

"Tamam..." dedim kelimeyi uzatarak. "Bir şey daha söylemek istiyorum... Benim parayı şimdiden çekmem lazım. Çıktığım zaman ödeyebilecek kadar param olmayabilir." Annem aşırı hırslı bir kadındı. Bu tarafım tamamen ona çekmişti. Ortadan kaybolduğum için kartlarımı kapatıp hesabımdaki parayı kendi üzerine alabilirdi. Şu an muhtemelen eve nasıl olsa geleceğimi düşünüyordu. Elimi çabuk tutmalıydım. Eve gelmeden bir gün bile geçirirsem geri dönmem için paramı yok edebilirdi. Kalacak bir arkadaşım olmadığı için bunu yapmaktan başka bir çaresi yoktu.

"Elbette, hemen sokağın ucunda bir banka var. İstiyorsanız oradan parayı çıkarabilirsiniz. Paranızı bırakabileceğiniz kasalarımız bulunmakta. Telefonlarınızı da bu kasaya bırakacaksınız. Bu ücret de..." Masasındaki kâğıtlardan birini kaldırırken içimi bir ürperti sandı. Açıkçası, bu miktardan korkuyordum. Çoklu birkaç kötü duyguyla kalkıp maddi bir zararla oturmak asla istemezdim. Ama sonra annemin ne kadar sinirleneceği gelince aklıma, bu miktarın umduğumdan büyük gelmesini diledim.

"Ay başına 10 bin lira. 6 ay da 60 bin oluyor." Bu miktar sandığımdan da azdı. Her şeyimizi karşılayacaklardı ve ay başına 100 bin lira kadar bekliyordum. Ki 60 bin lira, annemin bir çanta parasıydı. Parayı çektikten sonra fark edeceğini bile sanmıyordum.

"Tamam. Ben hemen parayı çekip geleyim." Tam ayağa kalkacakken durdum ve pozisyonumu yeniden kadına çevirdim.

"Son bir soru, aileme haber gidecek mi? Bilecekler mi burada olduğumu, falan?" Kadının yüzünde kararsız bir ifade oluştu.

"Siz istemezseniz... hayır." Teşekkür eder bir gülümsemeyle ona bakıp kapıya yöneldim.

"Ben parayı alıp geleyim o zaman." Küçük adımlarla kapıdan çıkıp, kaldırımda kaymamak için yavaş adımlarla, ıslana ıslana sokakta ilerledim. Montumun kapüşonunu başıma geçirip ısınmaya çalıştım. Ama bu yağmura son dokunuşlarım olabilirdi. Ellerimi ceplerimden çıkararak yağmur damlalarının avuçlarıma düşmesine izin verdim. Bu oda beni dünyanın kötülüklerinden koparırken aynı zamanda güzelliklerinden de ayıracaktı. Kurunun yanında yaş da yanacaktı.

Köşedeki bankaya varınca ayaklarımı girişteki paspasa sürtüp içeri girdim. Sıcak bir ortama girmiş olmanın rahatlığıyla geniş adımlarla ilerledim. Zaten bankadaki iki müşteriden biri ben olduğum için hemen bir masaya yanaştım.

"Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?" Kadının memnuniyetsizce bakan baygın gözlerine diktim gözlerimi. Gözlerim beğenmezce üzerinde gezindikten sonra isteğimi belirttiğim. İç çekerek sandalyeye oturmam için eliyle işaret ettiğinde gözlerimi devirerek karşısındaki rahatsız koltuğa oturup beklemeye başladım. Dakikalar boyunca bekledikten sonra, üç hesabımdan da farklı miktarlarda para çekip oradan ayrıldığımda özgürlüğümü hissettim, her ne kadar bir hapis hayatı için çekmiş olsam da bu parayı. Ama yine de özgürdüm. Kaybettiklerimden bile kurtuluyordum. Koşa koşa Tek Oda'nın binasına gittim. İçeriye girip koltuğa yeniden oturdum. Kadınla konuşup uzattığı kâğıttaki benden istediği boşlukları, yazanları dikkatlice okuyarak doldurdum. Sanki hayata yeniden başlamamın kontratını imzalıyordum. Benim için yeni bir şarkı başlıyordu. Bu şarkı hep hayatımda bir yerde arka planda çalmıştı. Annemin varlığı, babamın ve abimin yokluğu derken hep es geçmiş, başarıma odaklanmıştım. Şimdi kendimi bu odaya kapatıp benim müziğimi dinleme zamanıydı. Kulaklığımda çalan, o şarkıydı artık, etrafımdaki insanların konuşmaları değil. Benim şarkımdı ve beni anlatıyordu. Tek korkum odadan çıkınca şarkımın son bulmasıydı. Ya da Tek Oda'nın bir rüya olması. Rüyalarımda tanık olduğum, hayal bile edemeyeceğim şeylerden biri miydi Tek Oda yoksa uyandığımda kendimi bulduğum, içinden hiç çıkmak istemediğim sıcak yatağım mı? Peki rüyalar mı daha güzeldi sımsıcak bir yatakta uyumak mı?

Kalemi kâğıdı bırakıp kadına buruk bir şekilde bakmaya devam ederken yağmurdan nasibini almış birinin, sarsılan adımlarla kapıyı açıp içeri girmesiyle gözlerim ona döndü.

"Linay Hanım, şu andan itibaren kendinizi uzun süreli bir yokluğa hazırlamanızı istiyoruz. Şimdi sizi önce sağlık testine, sonra da psikiyatri servisimize yönlendireceğim." Kadın arka planda konuşurken benim şarkımın çoktan kulaklarımda çalmaya başladığını anladım. Hiçbir şey umurumda değildi. Her zaman yaptığım gibi kendimi düştüğüm her bir çukurdan çekmeye devam ediyordum. Ve karşımda sırılsıklam duran adam... tek bir notam, aynı zamanda şarkımın tüm melodisiydi.

Arka taraftaki bir başka odaya geldiğimizde ufak bir hastane odasıyla karşılaştım. Bembeyazdı her yer ve oldukça temizdi. Hiç vakit kaybetmeden iki ünite kan alındı ve çabucak çıkacak testler yapıldı. Önemli bir hastalığım yoktu. Testi yanlış şeye yapmışlardı ama, olsun.

Yalnızca dakikalar sonra başka bir odaya gönderilmiştim. Karşımda Esma'ya benzeyen başka bir kadın oturuyordu. Esmer teni mavi gözlerini saran bir çöl gibiydi.

"Merhaba Linay, isminle hitap edeceğim senin için de uygunsa." Gözlerim yeniden kadının üzerinde gezindi. Söylediği şey annemin asla kabul etmediği bir şey olsa da kadın öyle seviyeliydi ki kendimi bakan gibi hissetmiştim.

"Tabii... Sizin isminiz?"

"Hatice ben, memnun oldum." Elini sıktıktan sonra bir süre sevdiğim veya sevmediğim şeylerden bahsettik. Kadın söylediğim tüm şeyleri not alırken ben susmadan anlatmaya devam ettim. Kayda değer çok fazla şeyim vardı. Tek başıma gittiğim konserler, yazdığım besteler, okuduğum kitaplar... Okul başarılarım, sosyal hayatım, arkadaşlarım... Hepsi apayrı şeyleriydi, apayrı kişiliklerimin.

Şimdi... Hazırsan esas alanıma geçeceğiz." Nefesimi tutup yutkundum. Her şeyi anlatsam beni odaya alırlar mıydı ki? Bir anda üzerime çığ gibi devrilen sorunların altında sakin durabilmem belki tepki vermemden daha garip karşılanacaktı. Ama alışık olduğum içindi bu sakinliğim. Sinirimi yerlerde tepine tepine atmıştım zaten.

"Sana olan her şeyi bilmek istiyorum Linay. Linay Kaya kimdi? Ve birazdan anlatacaklarından farklı kişi mi olmuş durumda? Kısacası, neden geldin buraya?" Sorularını pek kavrayamasam da dudaklarımı aralayıp söze girdim.

"Ben... artık Linay Kaya olmak istemiyorum." Dudaklarımdan dökülen ilk şeyin bu olması beni de şaşırtmıştı. Oysa böyle olabilmek için çok çalışmamış mıydım? "Altın Kızılay'ın tek başına büyüttüğü, ve hatta büyütemediği kız olmak istemiyorum." Annemden söz edince duraksayıp ellerime baktım. Uzun, ince, zarif, bakımlı parmaklarıma... Artık çocuk elleri değillerdi. "Ben bazen..." diyerek yeniden söze girdim. "o şımarık, zengin kızım. Bazen ikinci kadın... Bazen herkesin olmak istediği o mükemmel, kusursuz, mavi gözlü, kumral kızım. Herkesin hayaliyim bazen, bazılarının da en nefret ettiği kişi. Hepsi olabilirim ama babasının abisini öld-" Dudaklarım benden habersiz titremeye, gözlerim dolmaya başladığında başımı eğdim. Nefesim kesiliyordu, engel olamadım.

"Kusura bakmayın... Ya da, bakın. Umurumda değil... Bilmiyorum," Gözlerim yeniden dolmaya başlamıştı. Canım çok acıyordu. Derin bir nefes alıp bu rüyadan uyanmak istiyordum. Ya da yeniden doğmak. Veya ölmek. Her birini en içten şekilde istiyordum. Her birini teker teker yaşayıp tüm bu zamanları geride bırakmak istiyordum. Ama en fazla ölmek istiyordum. Çabucak onun yanına gidebilmek.

"Ben sadece... abimi çok özledim." Hayatımdaki tek masum şey... Yıllar öncesinde kalmış, ölü birini, mükemmel olmamı istemeyen tek kişiyi sanki bir adım uzağımdaymış gibi özlüyordum. Benden yol bile değil, yıllar uzağımda olsa da, imkânsız bir şey değilmiş gibi özlüyordum onu. İşte bu yüzden, aslında onu var edebilecek kadar özlemiyordum. Benim içimde, benim için hâlâ var olduğu için onu gerçekten var edemiyordum. Burukluğum bu itirafımdan sonra giderek büyüdü ve gözyaşlarımın deta gözlerimden, savaş hâlindeymiş gibi kaçışmasına sebep oldu. Hıçkırıklarım nefes almamı engelliyordu, elim kalbime gitmişti bile. Ve sinirimi bozacak kadar sessiz duran kadın hiçbir şey söylemiyordu.

"N'oldu abine?" Gözyaşlarım henüz dinmese de başımı kaldırıp cevaplamaya çalıştım.

"Şey," O adama babam demek istemiyordum. "Babası, öldürdü." Onun da babası olarak hitap etmek istemezdim. Özür dilemek istedim ondan, sırf bu yüzden. Kadın dudaklarını birbirlerine bastırıp arkasına yaslandı.

"Anlatmak ister misin? Dinlemek için buradayım." Buna gülmüş bulundum. Ya evet, çok anlarlardı çünkü.

"Anlatsam da kimsenin anlamayacağını gördüm. Anlatmam hataydı." Belki de en büyük hatamdı. Acımı paylaşmak. Düpedüz bencillikti. Başkalarının da acılardı vardı elbet. Ama ben sadece duyulmak ve samimiyetsiz de olsa bir "geçecek" duymak istemiştim. Her ne kadar bunu söylediler diye onlardan tiksinecek olsam da.

"Bazen sadece anlatmak iyi gelir." Sözlerin uçmasının kimseye bir faydası olmazdı. Sırf kadın beni ikna etmeye çalışıyor diye her şeyi kusabilirdim ama buna engel olacak şey de yine kendimdim. "Anlaşıldığın zaman zaten bitmez mi her şey?"

"Denerim." desem de sözlerini dikkate almadım. Yutkunup söze girdim. "Babamız, abimi o 8 yaşındayken öldürmüş. Ben 5 yaşındaydım. Bir gece beraber uyuduk. Cumartesi gecesiydi. Ertesi gün pazar tabii, öğlene kadar uyumuştum. Uyandığımda yoktu. Babasıyla çıkmıştılar. Bir daha görmedim... onu." O günü hatırlamaktansa o günün aklımdan silinmeye başlamasını hatırlıyordum artık. Daha dün hatırladıklarımdan bir parça daha kopmuştur şimdiye.

"Ben bu olayı bi', 9-10 yaşına kadar anlamadım. Annem de benimle bu konu hakkında pek konuşmadı. Daha doğrusu hiçbir zaman konuşmadı. Bir tek aşağılayacağı zaman." Son cümlemi biraz yutarak söylemiştim. Bunu duymasına o kadar da gerek yoktu. Burnumu çekerek devam ettim. "Anladığımdaysa hiçbir şey yapamadım. Abimin ölümünden yıllar sonra anca elim kolum bağlanabildi. Olayı anlama sürecim çok ağır geçti. En ağır süreç bu olur zaten. Hatta benimki öyle ağır geçti ki..." Cümlemin devamını hiç söylememeye karar verip duruşumu düzelttim. "Abimi kimin öldürdüğünü bugün öğrendim. Birkaç saat önce." Gözlerimi kaçırmadan edemedim. Suçu kendim işlemiş gibi bir utançla gözlerimi sakladım kadından. Belki de ilk defa, annemden başka birinden saklandım. Ama ilk kez annemden başka birinin önünde ağladığımın belkisi yoktu. Bundan son derece emindim. Olup da unuttuğum bir anıya denk geldiyse bile aklıma kazınmıştır.

Bir süre nefes alıp verdim ve yeniden başımı kaldırdım. "Neyse... Kısacası çok düşüp kalktım. Hepsinde ben kendimi düşürdüm ama hepsinde yine ben kaldırdım. Dizlerimi ben kanattım bazen de dirseklerimi. Ama yine o yakıcı ilaç ve merhemleri yine kendim sürdüm, yaralarımı ben sakladım." Kadın bir kez yutkunup kendini öne verip masasına dirseklerini koydu ve ellerini bağlayarak söze girdi.

"Anlıyorum Linay." Anlamıyor. "Peki, anlatacağın tek şey bu mu?" Gözlerimi silerek doğruldum. Elbette bununla bitmemişti. Anlattıklarım tanıtım, hatta özetiydi her şeyin. Sebepten ibaretti.

"Annem... Kalbi de ismi gibi altın olsaydı keşke. Babam gitti, abim gitti... geride 5 yaşındaki ben kaldım tabii. Öcünü benden aldı. Ona benzedim ben. Acımasız oldum. Acımasız ama acınacak hâlde oldum. Acınacak bir hayatı olan, ama bunu bir gurur hikâyesine dönüştüren bizzat ben oldum. Babamın yokluğuyla, annemin bana davranışlarıyla hırslandım. Bu hayatta disiplinden başka bir şeyim olmadı." Veya çok fazla şeyim oldu ama hepsini çoktan kaybettim.

Alt dudağımı ısırıp başımı öne eğdim. Ellerimle oynamaya başladığımda devam ettim. "Annene benziyorsun dediler. Kendimi kınadım. Güzelsin, akıllısın dediler, annen gibi. Ve tam bir pisliğim dedim kendi kendime." Sesim istemsizce alçaldı. "Belki bunların hepsi, öylesine söylenmiş yalanlar hatta iltifatlardı ama hiçbir yalan bu kadar gerçek, hiçbir iltifat bu kadar hakikat gibi gelmemişti." Başımı iki yana sallarken sanki buna inkâr edişim kendimi kızdırmaya başlamıştı. Başımı hiddetle kaldırdım. "Hem anneme bu kadar benzerken, aynı zamanda nasıl bu kadar farklı olabiliyorum ki ben!" Nefesimi tuttum, sustum. Burnumu çekerek sakinleşmeye çalıştım. Tüm bunları bir anda dökmek, ama bırakamayacak olmak acıttı bu sefer.

"Kınadığımız insanlara dönüşebiliriz Linay." diyerek söze girdi kadın. "Bizim aynamız olan insanlar bize kötüyü gösteren yalancı birer ayna olabilirler. Ama gerçeği anlayıp o aynayı paramparça ettiğinde artık çok geçtir. Yalanları işlemiştir içine. Ve sen de artık başkasının yalancı aynasısındır." Başımı salladım. Elimle bir gözlerimi bir burnumu sildim. Hıçkırıklarımı tutmaya çalışmaktan nefessiz kalıp bayılabilirdim.

"Ama artık biz yokuz." diyerek arkasına yaslandı. "Yalnızlık bazen en iyi çözümdür. Biz yokuz ve sen Tek Oda'da var olacaksın. Sen hep kaybedilmişsin Linay. Yere itilmişsin, bazen kendini atmışsın ama yine sen kaldırmışsın. İşte bu yıpratmış seni. Hem çok güçlü olup aynı zamanda zayıf olman. Yere düşecek kadar zayıf, kendini onlarca kez kaldırabilecek kadar güçlü olman. Merak etme. Bu odada asla düşmeyeceksin. Çünkü biz olmayacağız. Sadece oda arkadaşın. Çok yokluk da iyi değildir fazla kalabalık da. Seninle birlikte bir insan olacak, onun başına gelenleri kabullenmeye çalışan. Birbirinize yardım edebilirsiniz umarım." Gözlerimi yumarak minnettar olduğumu belli etmeye çalıştım. Kirpiklerimin birbirlerine yapışmasıyla makyajımın aktığını anladım. Ve bundan son derece mutluydum. Sonunda kurtuluyordum makyajsız dışarı çıkamama sorunsalından. Bu makyajı son kez silecektim, bir daha asla yüzümde yer bulamaması üzere.

"Umarım."

"Şimdi, son kez istediğin kişilere mesaj atabilirsin." Veda mesajı atılabilecek tek bir kişi vardı. Burnumu çekerek telefonumu açtım. Şifremi son kez girip karşıma çıkan uygulamalarda göz gezdirdim. Parmaklarım mesaj uygulamasına uğramayı bile düşünmeden notlara girdi. Yıllarca hüznümü kaydettiğim notlarda yeni bir sayfa açtım. Ve başlık attım.

İlkay'a

Merhaba diye başlayacak hiçbir mektubum olamadı abi sana. Ama yine de, merhaba. Göremedin ama şu an 23 yaşındayım. Hâlâ inanamıyorum üzerinden 18 yıl geçtiğine. Hayal meyalsin artık aklımda. Bana acı veren bir şeyi unutmanın acısı daha caniceymiş. Bir yerlerim ben diriyken kesiliyormuş gibi hissediyorum. Eşek sudan gelinceye kadar dövülmüş ve bıçaklanmış gibi hissediyorum her aklımdan bir tık daha silindiğinde. Birlikte doğru düzgün geçirdiğimiz 2-3 yılda, babamızla diktiğimiz, normalde mini minnacık da olsa bizim, en azından benim çünkü sen zaten uzundun, iki katımız olan bir çam ağacı vardı hatırlıyor musun? Hemen ertesi sabah ortalığı sel götürmüştü. Banyo yaptı deyip gülmüştük. O sabah bahçeye çıktığımızda üzerinde su damlaları birikmişti ya. Sen de dallarından birini çekip bırakmıştın. Yağmur yağmıştı üzerimize. Manyak gibi ağlamıştım, gözlerim çıkana kadar. Deliye dönmüştün yine saçma bir şeye ağlıyorum diye. O zaman ıslanmayı hiç sevmezdim. Ama şimdiyse yağmurda doya doya yürüyebiliyorum abi. Senin sayende. Bizim çam ağacımız sayesinde. Sen gittikten sonra o çam ağacının yanına uğramayı da kestim. Boynu gün geçtikçe bükülmeye başladı ama ben yine de yanına gidemedim. Ne yağmurlar yağdı, ağaçlardaki de yağmur olacak ama ben asla kendime bir yağmur yapamadım. Ben hâlâ çocuğum abi. 18 yıl geçti ama ben büyüyemedim. Bedenim büyüdü, liseyi bitirdi, üniversiteyi yarıladı ve daha bir sürü yetişkinlerin yapacağı şey yaptı ama ruhum hâlâ 5 yaşında. Bedenim yaşıyor ama ruhum ölmek üzere. Kırılan bedenime saplanan bıçakların yerinden kan bile çıkmıyor artık. Çünkü aslında bıçaklanan bedenim bile değil, ruhum. Ruhum kanayamıyor bile. Benim uzanamadığım dalları çekip bırakacak, bana yağmur yaratacak birine ihtiyacım var. Ama bil bakalım ne eksik? Komik olmayayım... Sen eksiksin ama acın çok fazla.

Asla edemediğim vedayı bir kez daha anlamsız satırların sonuna yazıyorum.

Elveda...

Linay

Yazmaktan yorulmuş parmaklarımla birlikte ekrana bakakalmışken Hatice Hanım konuştu.

"Tek Oda'ya hoş geldin Linay. İstersen ilk geceni burada geçirebilirsin, ya da saba-"

"Bu gece... başlayalım." Gözümden akan son bir damla yaşı da silerek ayağa kalktım. Onunla son kez el sıkışıp çıktım. Dışarı çıkıp koridorda yürümeye başadığımda telefonumu kapattım. Artık bulunmak istemiyordum. Dönüp dolaşıp, nasılını hatırlamadığım bir şekilde kendimi evimde bulmak istemiyordum; annemi istemiyordum, kendimi bile istemiyordum. Artık sadece boş bir oda istiyordum ve beni o odaya götürecek olan kadınla karşılaştığımda istemediğim geri dönüşün kapılarının kapandığını hissettim. O kadını ilk görüşüm bu, ikinci görüşümse getirildiğim yerdeki odaya giden koridorda yürürkendi. Normal bir eve benziyordu burası. Uzunca bir koridordan geçtik. Bir odanın önünde durduğumuzda kadın kolumdan ayrılarak -yolda koluma girmişti- konuştu.

"Odada her türlü kıyafet var. Siz ikiniz uyurken de yenilenecek, ama siz kimseyi görmeyeceksiniz. Kitaplarınız gençlik ve eğlence yöneliminde, ikiniz de edebiyat ağırlıklı seviyormuşsunuz. Sen müzikle uğraştığın için piyano, oda arkadaşın da ilgilendiği için keman da var. Belki birbirinize öğretirsiniz! Odada banyo, yatak, mutfak ıvır zıvırları... her şey mevcut. Kendini evinde hissetmemen dileğiyle." Bu son cümlesine ikimiz de kıkırdadığımızda elini uzattı telefonumu ister gibi. Korkak ellerle çantamı eline bıraktım. Buraya bir mont, nemli pantolon ve bazı yerleri çamur olmuş kazakla giriyordum. Şarkım işte tam şu an, kalbimin çarpışlarıyla bir ritim oluşturuyor, sesi artıyordu. Arkamda bıraktıklarım kendi kendilerine kıvranmaya devam edeceklerdi. Buraya sadece kendimi kurtarmaya değil, onlara hayal kırıklığını ilk defa yaşatmak için de giriyordum. Her yerde en başarılı oldum, tıbbı kazandım, sınıflarımı birincilikle geçtim. Şimdi herkes beni buraya düştüm sanacak. Ama ben buraya yükseldim. Çünkü ben intikamı insanlardan uzakken de alabilirdim. İntikam aynı yöntemlerle alınmalıydı, öyle değil mi? Onlar beni terk ettiler, ben de onları terk ediyordum. Benim katilim ve abimin katiline, iki katile bu acıyı yaşatacaktım. Parasını kestiği ve bir saate kalmadan eve damlayacağını sandıkları kızları her şeyini arkasında bırakarak bu odaya giriyordu. Onlara yok, Tek Oda'ya çok olmaya gidiyordu. Ve odanın kapısını açtı, artık Linay Kaya değildi. Artık isminin hiçbir geçerliliği yoktu. Kızları bir şarkıya dönüşmüştü, insanların kalpleri acıyarak dinleyeceği. Ve onlar bunu göremeyeceklerdi. Onlar bu acıyı görmeden yaşayacaklardı. Ve kızlarının intikamı bu olacaktı. Bu benim intikamımdı.

🕒

Continue Reading

You'll Also Like

736K 6.4K 21
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...
13.3K 8.8K 24
Gerçek bir hayat hikayesidir iki kitaptan oluşacak, ikincisi biraz daha bizim kurgumuz olucak. İnanıyorum çocuk bir gün sana sevginin koşulsuz olduğu...
28.2K 1.9K 31
Sadece boş zamanı doldurmak istemişti... Hiç bir şeyin farkında değil hiç kimse... Sadece bir kişi hiç bir şeyin farkında olmadan ilk kendini...
2.6M 148K 63
054*: Sen yakışıklı çocuk, 054*: hayatının geri kalanına 054*: benimle iskender yiyerek devam etmeye 054*: ne dersin? Kaya: Valla sen ısmarlıyorsan...