a queen and her tears

By rosiewrosie

326K 33.2K 20.6K

eğer sorun bir kadın olmakla ilgiliyse, o hâlde bugün ben bir kralım. [ » rosékook ] 2019 | lilah More

« warning
0, the day
1, goodbye
2, arrival
3, first interactions
4, reconciliation
5, message
6, heartbeats
7, rumor
8, don't know what to do
9, wedding
10, wedding night
11, do not tempt my fury
12, hunting lodge
13, tears
14, handsome
15, riding
16, the hunter becomes the hunted
17, what happened between you two
18, secret
19, cunning
20, inheritor
21, will be fine
22, there is someone behind you
23, closer
24, she is here
25, trust
26, would like to see
27, fortune teller
28, all together now
29, non stop
30, sorry for everything
31, collapse
32, too late
33, guest
34, death night
35, everybody goes
36, killer
37, hurts like hell
38, had very little
39, pain
40, mercy
41, a little painful story
42, funeral
43, hidden truths
44, poison
45, lust
46, can't handle this
spoiler [special chapter]
47, in pieces
49, enemy
50, love and death
51, playing with fire
52, sins of the past
53, cursed queen
54, for the queen, her reign and all she lost
55, every story needs an ending
thank you letter,

48, coming home

4.6K 539 963
By rosiewrosie

RM - Tokyo.

Senga, 1448 Eylülü

Sindiğim soğuk duvarın köşesinde ağlarken daha fazla devam edemeyeceğimi hissediyordum. Her şey elimden alınmıştı. Arkadaşlarım, daha yeni doğmuş olan bebeğim, şimdi de ailem... Hepsi teker teker beni terk ediyor, yalnızlığa mahkum ediyordu.

Kalbimi teslim ettiğim adam, beni bir kuyuya hapsetmiş; karanlığa gömmüştü. Beni öldürüyordu. Beni günden güne zehirliyor, mezarımı kendi elleriyle kazıyordu. Ben, ben, buna dayanamıyordum. Ben bu kadarıyla başa çıkamıyordum. Ben bu kadar yalnız hissetmeye dayanamıyordum.

Öylece ağlamaya devam ederken soğuktan uyuşmuş parmaklarım soğuk duvara tutundu. Ne yapacağımı bilemeden birkaç kez avuç içimi çarptım duvara. Bir elim ağzımı kapatıp hıçkırıklarımı duymasını engellerken bir elim bunları yediremezcesine duvara sertçe vuruyordu.

Dışarıdaydı. Kapının önündeydi. İçeri girmeye yüzü yoktu. Olmamalıydı da.

Ben, onun için her şeyi yapmıştım. Ben onu koruyabilmek için olmadığım, olmak da istemediğim birine dönüşmüştüm. Ben, o zarar görmesin diye hıçkırıklarımı dindirmiş; onu korumaya çalışmıştım. Ben, hep onun yanındaydım. Peki o neredeydi?
Öncesini bilemezdim. Çünkü olanlara bakılırsa yanımda olmadığı kesindi. Fakat şimdiye ve geleceğe bakacak olursak, o kesinlikle benim karşımdaydı.

Ve karşımda durmaya cesaret eden herkes bunun bedelini ödeyecekti.

Ben salak değildim. Buraya geleli çok olmamıştı. Jennie'i bana yardımcı olsun diye Conall'a çağırmıştım ve o an ikisinin de bana yalan söylediğini sezsem de sesimi çıkarmamıştım. Sonra da bir aptal gibi unutmuştum. Bana nasıl yalan söylediklerini unutmuştum.

O pazarda karşılaştığımız falcı haklıydı. Ben onların sonu olacaktım. Senga bedelini ödeyecekti. Her şeyin, yaptığı her yanlışın bedelini çok ağır ödeyecekti.

"Roséanne..." Adım dudaklarından döküldüğünde kulaklarımı kapatmak istedim. Sesini duymak istemiyordum. Varlığına tahammül edemiyordum. Ben onun gerçekte kim olduğunu bildiğimi zannederken bile yanında kalmış, her şeye rağmen ona yardımcı olmak için çok çabalamıştım.

Ben onu gerçekten çok sevmiştim. Hayatımda birine bu denli bağlı olduğumu hatırlamıyordum. Ailem başka bir tarafta o başka bir taraftaydı benim için. Şimdiyse o, kurduğum teraziyi alaşağı etmişti.

"Ben, özür dilerim..." Titreyen sesini duyduğumda döktüğü gözyaşlarını görmeme gerek yoktu. Biliyordum, ağlıyordu. Fakat bundan sonrası benim için önemli değildi.

Hayatta dikkat ettiğim tek bir şey vardı: sadakat. O ise her şeyi yerle bir etmişti. Kurduğumuz o inciden sadakat köprüsünü hırçın sularının darbesiyle yok etmişti.

Ailem... Nasıl gitmişlerdi? Beni böylece bırakıp nasıl gitmişlerdi? Babam, annem, ağabeyim, Henry, Elsie... Jennie... Hepsi gitmiş miydi?

"Böyle olacağını yemin ederim bilmiyordum." Sus diye bağırmak istiyordum. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. İsyan etmek, bana nasıl ihanet ettiğini sormak istiyordum.

"Ben ülkemi düşünmeye çalıştım... Oraya gönderecek askerleri kaybedersek ülkem alaşağı olurdu." Kendi ülkesini kurtarmak için benimkini paramparça ettiğini dili öyle kolay dile getiriyordu ki... "Sonunun böyle olacağını bilemezdim."

Sesini duymak istemiyordum. Anlattığı her kelimenin ihanetinin üzerine damlamış birer kan damlası olduğunu fark edemiyor muydu?

Yalnızca acımla baş başa kalmak istiyordum. Acımı yaşamak istiyordum. Evime gitmek istiyordum. Aileme kavuşmak istiyordum.

Titreyen parmaklarım soğuk betona değdiğinde zorlukla emekledim ve titreyen bacaklarım yüzünden duvardan tutunarak ayağa kalktım.

Ayağa kalktıktan hemen sonra yeniden düşmekten çok yorulmuştum. Acı içerisinde bırakılmaktan çok yorulmuştum.

Duvardan tutuna tutuna kapıya ulaşmaya çalıştığımda "Saraya bir saldırı olmuş... Yalnızca bunu biliyorum... Oradakilerin çoğu sağ çıkamamış..." diye ağlayarak konuştu. Kulaklarımı kapatma isteğiyle dolup taşıyordum. Sesini duymak dahi istemiyordum, neden anlamıyordu?

"Ve... Ve gönderilen mektupta son bir şey yazıyordu..." Hıçkırdı. "Kraliçe Roséanne..."

Ailemi paramparça etmişlerdi. Evimi, yuvamı darmaduman etmişlerdi.

Ailemin gözyaşlarına neden kayıtsız kalmışlardı? Ülkemin ağıtlarına neden kulak tıkamışlardı?

Ben de yapacaktım. Onların çığlıklarına sağır olacaktım. Ben, daha acımasızı olacaktım. Bastıkları toprağın üzerine kanları damladığında son sözleri yalnızca merhamet olacaktı.

Elini tutacağım kimse kalmamıştı. Herkes yalancıydı.

"Zamanı geriye almayı çok isterdim..." Gözlerimden düşen yaşların bedelini nasıl ödeyecekti?

Duvardan tutuna tutuna kapıya vardığımda birkaç saniye duraksadım. Gözlerimden akan yaşları kirli elimin tersiyle gelişigüzel sildiğimde burnumu çektim.

Demir kapıya inen elim, acımaya başladığında irkildiğini hissettim. Çatlayan sesimle "Aç şu kapıyı!" diye bağırdım. "Aç şu kapıyı!"

Jungkook'un oturduğu kapı köşesinden ayrıldığını çıkan seslerden anladığımda "Aç şu lanet kapıyı!" diye bağırdım. Boğazım hem ağladığım için hem de böylesine bağırdığım için acıyordu fakat önemli değildi. Eve gitmeliydim.

"Aç şu kapıyı!" Adını ağzıma alamıyordum. Hayatımda yalnızca bir isimsiz olarak yer edinmesini istiyordum. Her şeyimi benden alan isimsiz adam, hayatımdan yok olup gitmeni diliyorum.

"Açamam." dedi titreyen sesiyle. "Açamam, gidersin!"

"Beni burada tutamazsın! Aç şu kapıyı, katil!" Katil. İsimsizden sonra ona yakışan güzel bir sıfattı. Üzerine cuk oturmuştu.

"Ben katil değilim..."

"Sen katilsin, duyuyor musun beni?!" Kapıya ardı ardına yumruklarım indi. "Sen benim ailemin katilisin! Sen benim katilimsin, duyuyor musun beni?!" Boğazım çok acıyordu. "Herkes senin yüzünden ölüyor! Hayatıma girdiğin ilk anda anlamalıydım, senin üzerinde kara bir lanet var! Duyuyor musun beni?!"

Kelimelerimin ne kadar sivri olduğu önemsizdi benim için. Canını acıtacaktım. Yok edecektim onu.

"Aç şu kapıyı!" Avazım çıktığı kadar bağırdığımda yumruklarım ardı ardına kapıya indi. "Aç şu lanet kapıyı!"

Ben bağırdıkça o daha da sessizleşiyordu.

Tekrar bağırmaya hazırlanıyordum ki koridorda bir hareketlilik hissettim. Birileri koşarak buraya geliyordu.

"Jungkook!" Leydi Mina'nın sesini duyduğumda titredim. Beni buradan çıkartmalıydı. Beni hemen birileri buradan çıkartmalıydı. Eve gitmeliydim. Hemen. Hemen eve gitmeliydim.

"Rosie!" Lisa ve Jisoo'nun da seslerini duyduğumda kapıya vurmaya başladım. "Çıkartın beni buradan! Eve gideceğim ben! Açın kapıyı!"

"Jungkook, ne yapıyorsun?" Leydi Mina'nın titreyen sesini duyduğumda Jungkook, "Anne... Anne gidecek..." diyerek ağlamaya başladı. "Anne, bırakacak beni..."

Sonra dışarıdan gelen birkaç bağrıştan sonra demir kapının kilidine sokulan anahtar sesini duydum. Hızlıca kendimi geriye attığımda kapı açıldı ve Lalisa kollarını bir saniye bile kaybetmeden bedenime doladı.

"Rosie? Rosie, iyi misin?" Yutkunamadım. Her şey boğazıma düğümlenmişti sanki. Acının kıymıkları tenime gömülmüş gibiydi.

"Lalisa..." Dudaklarımdan ismi döküldüğünde "Efendim, efendim güzelim?" diye soludu. Kafasını hafifçe geriye çektiğinde "Gideceğim," diye fısıldadım. "Ben evime gideceğim."

Ne yapacağını bilemiyormuş gibi bana baktığında bakışlarımı ondan alıp Jisoo'ya çevirdim. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken kapının koluna asılmış öylece bana bakıyordu. O da kandırmıştı beni. Yanıma gelmeye yüzü olmamalıydı.

"Lalisa," diye fısıldadım gözlerimi Jisoo'dan alıp annesine dizlerinin üzerine çöküp sarılmış olan Jungkook'a çevirdiğimde. Hıçkırarak ağlıyor, korku dolu gözlerle bana bakıyordu. "Benim ailem yok."

Bakışlarımı ondan aldığımda Jungkook'un "Anne," diye haykırışını duydum. "Anne gidecek! Bırak! Anne, bırak!"

Bırakmasını dilediği bir annesi vardı. Annesi yanındayken onu bırakmasını istiyordu... Sahi benim annem hayatta mıydı? Hâlâ nefes alıyor muydu? Kardeşlerim yaşıyor muydu? Peki ya Jennie? O... O nasıldı? Jimin şu an neler hissediyordu?

"Rosie," dedi Lisa. "Jennie yaşıyor."

Sanki buna ihtiyacım varmış gibi hızla ona döndüğümde heyecanla kasıldım. "Y-yaşıyor?"

Lisa kafasıyla beni onayladı. "Kurtulmuş..."

"P-peki... Ailem? Onlar? Onlar nasıllar?"

"Ben..." Lisa'nın gözleri kapandı. "Ben... Ben bilmiyorum... Yalnızca bunu biliyorum..."

Lisa'nın gözlerinin içine baktığımda hafifçe gülümsedi. Ağlarken bunu yapmayı nasıl başardı bilmiyorum fakat gülümsedi. Parmakları yanaklarımdaki yaşları silmeye başladığında "Sen, benim ailem oldun. Bunca zaman... Yanımda durdun, beni herkese karşı korudun... Ben de senin yanında olacağım, kardeşim. Seninle geleceğim."

Dudaklarım titremeye başladığında hızla çekip ona sarıldım. "Teşekkür ederim... Teşekkür ederim..." Jungkook'un bağrışları kelimelerimi yutsa da Lalisa'nın ona minnettar olacağımı anladığını biliyordum.

Birbirimizden ayrıldığımızda bir adım geriye gitti. "Alarick geliyormuş." dedi. "Seni almak için geliyor. Gece gerçekleşen saldırıdan hemen sonra yola çıkmış."

Titredim. Alarick'in gelip beni alıp eve götürmesi iyi olmuştu. Yine de gördüğüm rüyalardan sonra ismini duyduğumda istemsizce titriyordum.

"Geleceksin, değil mi?" diye fısıldadığımda Lalisa kafasını salladı. "Geleceğim."

Onun yanından geçip kapıya ilerlediğimde Jisoo ile göz göze geldim. Kafam darmadumandı. Ne yapacağımı bilemiyordum, kime güvenip kiminle yola devam edeceğimi bilmiyordum fakat bildiğim tek bir şey vardı: bundan sonra dilinin bel kemiğine yalan dolanmış insanları hayatımda barındırmayacaktım.

Jisoo yalvarır bakışlarla gözlerimin içine baktığında öylece yanından geçip gitmekle yetindim. Titreyen bacaklarım her an tıpkı çevremdeki herkes gibi bana ihanet edecek zannetmiştim fakat böyle olmadı. Bedenim ne kadar zayıf olursa olsun beni yarı yolda bırakmadı.

İleride, yere çökmüş olan ikiliyle karşı karşıya kaldığımda Jungkook annesinin kolları arasından çıkmaya çalıştı fakat Leydi Mina ona izin vermedi.

Jungkook, "Bırak." diye hırladı. "Anne, bırak!"

Leydi Mina onun güçsüz bedeninden faydalanarak sıkı sıkıya tuttu belini. "Daha fazla Rosie'i üzmene izin veremem." dediğinde kurumuş olan gözyaşlarım tekrardan akmak için hazırlandı fakat buna direndim. Artık kimse için dökecek gözyaşım kalmamıştı.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadığımda Leydi Mina'nın gözlerinden yaşlar süzüldü. Onu böylesine derinden sarsılmış gördüğüm sayılı anlardan birindeydik. Gözleri öylesine hüzünlü bakıyordu ki kalbim sızlamıştı. Kimse için dökecek gözyaşım kalmamıştı fakat kalbim hâlâ üzülen insanları gördükçe derinden sarsılıyordu. Sanırım bu eski Rosie'den bana kalan yegane özelliklerden biriydi. Ve bu özellikler artık bir elin parmaklarını geçmezdi.

"Kendine iyi bak." dedi Leydi Mina. "Unutma Roséanne, sen çok güçlüsün."

Dudaklarım ona teşekkür etmek için aralandığında koca sarayda yankılanan haykırışları duydum. İsmimin dillerden dökülüşünü duyduğumda yutkundum.

Gelmişlerdi.
Ve benim için artık gitme zamanıydı.

Jungkook duyduğu seslerle annesinin kolları arasından çıkmak için yeniden uğraştı fakat bu çabası yetersiz kaldı. Gücü çekilmiş gibi duruyordu.

Ona acıyordum. Bu kadar güçsüz olmamalıydı. Yaptıklarının ardında dursaydı belki de ikimizde bu kadar çok yıpranmazdık.

Bakışlarımı ondan alıp Leydi Mina'ya çevirdim. "Tekrar karşılaşacağız," dedim çatlayan sesimle. "Yeniden karşılaşacağız ancak bu sefer aynı safhada olmayacağız." Tekrar Jungkook'a çevirdim bakışlarımı.

"Tekrar geleceğim. Bu sefer karşıma çıkma," Başım dikleşti. "Bu sefer sana acımam."

Sonra onu ve herkesi ardımda haykırışlarla bıraktım. Jungkook yere kapaklanan bedeniyle adımı haykırırken yalnızca ilerlemeye devam ettim.

Geçmişi unutmak, geleceğe ilerlemekten daha kolaydı. Öyleyse neden kalbim bu denli acıyordu?

Ben zindanların olduğu koridorda sarsak adımlarla ilerlemeye devam ettiğimde Lalisa bana yetişti.

Bakışlarım ona çevrildiğinde öylece arkasına bakıyor olduğunu gördüm. "Ardına bakma," diye mırıldandım. "Bakacaksan da benimle gelmen iyi bir fikir olmayabilir. Çünkü ardımızda kalan herkes düşmanımız olacak."

Tökezlediğini görür gibi oldum ancak durmadı. "O hâlde olsunlar." dedi.

Zindanlardan çıkar çıkmaz bahçeye indik. Zindanlar sarayın sağ cephesindeki bloğu oluşturuyordu. Sabah buraya sürüklenirken ezdiğim çimler, bir zamanlar kahkahalarıma ev sahipliği yapmıştı. Şimdi ise hepsi sanki gelecek olan fırtınadan habermiş gibi çamura bulanmışlardı.

Akşam olmuştu. Jungkook'un beni hapsettiği zindanda ne kadar vakti devirmiştim bilmiyordum fakat bir yandan da iyi olmuştu. Şimdi sayesinde gözyaşlarımı akıtmış, insanların karşısına daha güçlü çıkmıştım. Artık gözyaşlarımın ıslattığı yanaklarımı kimse göremeyecekti.

"Rosie!" İlerideki kalabalık asker topluğunun arasında, atının sırtında endişeyle etrafa bakınan Alarick'i gördüğümde yutkunamadım. Herkes bitap hâldeydi. Alarick'in yüzü kan revan içerisindeydi.

O, atından hızla atladığında ben de hızlı adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. "Alarick!" Sesim kulaklarıma ulaştığında titremediğine Tanrı'ya şükrettim. Alarick beklediğimin aksine bana doğru koşmadı.

Atından iner inmez tek dizinin üzerine çöktüğünde arkasındaki askerler de bir anda dizlerinin üzerine çöktüler.

Alarick, eğdiği kafasını kaldırdığında kızıl saçları dalgalandı. "Çok yaşa kraliçe Roséanne!"

Alarick'in hemen ardından askerler de "Çok yaşa kraliçe Roséanne!" diye bağırdığında duraksadım.

Kraliçe Roséanne.
Tahtına kan bulaşmış kraliçe.

Alarick çöktüğü dizinin üzerinden yavaşça doğrulduğunda "Kaybın için üzgünüm, Roséanne." diye fısıldadı. "Ben... Çok üzgünüm."

"Kim?" diye fısıldadım dudaklarımı araladığımda. Bunca gürültünün arasından dudaklarımı okuyarak beni anladığında o bir şey demese bile ben yanlış soruyu sorduğumu anladım. Kim değil, kimler.

Alarick'in gözlerinde hüzün dalgalandığında titremeye başlamıştım. Duyacaklarımdan endişe ediyordum. "Jennie, Henry ve Elsie yaşıyor, Rosie."

Bana yalnızca geriye kalanları söylemişti. Annem, babam, ağabeyim... Saraydaki sevdiğim çoğu insan ölmüştü. Herkes gitmişti.

Yere düşecek gibi olduğumda Alarick hızlı davranarak beni tuttu. Bana sarıldığında "Şimdi değil, güzelim." diye fısıldadı. Parmakları saçlarımı okşarken hissettiğim huzursuzluğa anlam veremedim. O ailemden biriydi. Ailemden geriye kalanlardan biriydi. Neden onun yanında böylesine huzursuz hissediyordum? Aptal rüyalarımı bir an önce unutmam gerekiyordu. Bana zarar vermekten başka halta yaramıyorlardı çünkü. "Eve gittiğimizde acımızı sonuna kadar yaşayacağız fakat düşman topraklarında boynumuzu büküp acımızı gözleri önüne sermeyeceğiz."

"Eve gideceğiz, değil mi?" diye fısıldadığımda kafamı göğsüne yasladı. "Ev bizi bekliyor."

Darmaduman edilmiş evime gidip acımı sonuna kadar yaşayacaktım. Tekrar ayağa kalktığımda ise düşmanlarım çok tedirgin olacaklardı çünkü ben eski ben olmayacaktım. Önce çocuğumu öldüren haini bulacaktım. Bu evimden biriydi, artık bunu biliyordum. Sonra ise ailemi parçalayan herkesi doğduğuna pişman edecektim.

"At arabası hazır, hadi bin." dedi Alarick kollarını bedenimden çektiğinde. "Gerek yok," diyerek reddettim onu. "Ata bineceğim." Rüzgâr gözyaşlarımı gizlerken kalbime yapılmış olan ihaneti düşünecektim.

"Eşyaların ve Isla'yı aldık. At arabasındalar." dediğinde kafamla onu onayladım. Alarick, Lalisa'ya bir bakış attı. "Arkadaşın toparlanmanda yardımcı oldu."

"Lalisa, sen at arabasında git. Hava soğur gece, üşütme." dediğimde Lalisa'ya sesimin sertliğiyle cevap verme hakkı tanımamıştım.

Alarick'in emriyle bir asker bana at verdiğinde vakit kaybetmeden ata çıktım. Eyerleri sıkıca kavradığımda bakışlarım ardıma düştü.

Buraya nedimelerimle birlikte gelmiştim. O günü dün gibi hatırlıyordum. Başıma taktığım tül, rüzgârla dalgalanırken hissettiğim tereddütü dün gibi hatırlıyordum. Mutlu olacak mıydım? Jungkook beni sevecek miydi? Ben onu sevecek miydim? Senga'daki hayata alışabilecek miydim? Hepsi benim için büyük birer sorundu başlangıçta. Şimdi ise yalnızca küçük bir kızın merak ettiği aptal soru işaretleriydi. Çok toydum. Çok gençtim. Her şeyin başındaydım ve üzerinden çok geçmemesine rağmen olduğum kişi tam anlamıyla enkazdan geriye kalan cesetten farksızdı.

Sonra buraya alışmıştım. Buradaki insanlara alışmıştım. Tek sorunum So-Yeun'un saçmasapan tripleriydi mesela. Ya da yarın ne giyeceğimdi.

Önce nedimelerim gitmişti. En yakın arkadaşlarım. Çocukluğum. Hepsi beni bu karanlık dünyada yalnız bırakmışlardı. Nedimelerimden sonra arkadaşım bildiğim Taehyung ve hemen sonrasında küçük bebeğim... Hayatımdaki herkes teker teker veda etmişti bana.

Şimdi ise ailem... Her şeyim. Her şeyimi ellerimden almışlardı.

Benim artık Senga'da özleyeceğim tek bir şey bile kalmamıştı. Senga ihanet demekti. Burası bana artık yalnızca acı dolu günlerin varlığını hatırlatıyordu.

Annem, ben de babaannemin kaderini görürken yalnızca bir taraftan haklı olmalıydı. Babaannem de kardeşlerimi bir suikastta kaybetmişti. Ailesinin acısını iliklerine kadar hissetmişti fakat onun yanında hep sevdiği adam vardı. Sevdiği adam için tüm dünyayı karşısına almıştı.

Benim sevdiğim adam ise, bir dünya uğruna beni karşısına almıştı.

Çok yazıktı. Verdiğim onca emeğe, onun için yaptığım her şeye çok yazıktı. En çok da bana çok yazıktı. Değeri bir kuruş bile etmeyecek adama kendimi adamakla büyük hata yapmıştım.

Saçlarımı dalgalandıran rüzgâr, beni geçmişsin sisli penceresinin önünden çekip aldı. Bundan sonra geçmişi düşünme zamanı değildi. Bundan sonra yalnızca intikamıma odaklanacaktım ve kimseye artık değer vermeyecektim. Değmiyordu çünkü.

Eyerleri sıkı sıkıya kavrayıp başımı ilerideki yola çevirdiğimde "Rosie!" diye bağrışını duydum. "Rosie! Bekle!"

Bekleyemezdim. Bundan sonra kimse için bekleyip hayatımı heba etmeyecektim.

Eyerleri vurduğumda atım hızla öne atıldı.

İşte tarihin tozlu sayfalarındaki Kraliçe Rosie'nin hükümranlığı böyle başladı.

Hayat hatalarla, acılarla ve tebessümlerle doluydu. İnsan her şeyi sonuna kadar yaşıyordu. Hissettiği her duygunun beraberinde getirdiklerine direnemiyordu.

Karşımdaki büyük saraya baktığımda neden benim için fırtınanın bu kadar çetrefilli olduğunu düşünüyordum. Neden fırtınaya direnemiyordum? Neden bunca acıyı göğüslemek zorundaydım?

Çünkü ben bir kraliçeydim. Tarih kitaplarına konu olan hayatım insanlara örnek olmalıydı. Bunca acıyla nasıl baş ettiğim bilinmeli, insanlar küçük sızılarına karşı ses etmemeliydi. Ve bilinmeliydi ki, intikamım hayatımdan daha acı verici olacaktı.

Bahçedeki acılı kalabalığı görmek hücrelerimi inim inim inletti. Tüylerim ürperdiğinde atımı hemen çevirip arkamı bile bakmadan buradan, bu yaşamdan kaçmamak için kendimle savaştım.

Alarick'in liderliğindeki topluluk durduğunda ben de atımı durdurdum. Karşımdaki kalabalığa baktığımda beni karşılayacak bir ailem kalmadığı için içim parçalandı.

Ben, buraya böyle gelmemeliydim. Buraya ailemi yeniden görmek, özlem gidermek için gelmeliydim. Cenazeleri için değil.

Hâlâ aklım bazı şeyleri almıyordu. Sanki hepsi bir rüya gibiydi. Ya da her şey aptal bir şaka. Bunca şeye akıl sır erdiremiyordum. Sanki her an bir köşeden ağabeyim çıkacak ve anında didişmeye başlayacak gibiydik. Jennie ve babamın yakınlığına imrenecek, annemin azarlamalarını duyacağım gibi geliyordu.

Alarick atından indiğinde vakit kaybetmeden benimkinin yanına geldi. İnmem için elini uzattığında duygusuzca etrafa bakınıyordum.

Şimdi ne olacaktı? Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Ne demem gerekiyordu? Karşımdaki kalabalık beklenti içerisinde bana bakıyordu. Haini bulmamı bekliyorlardı, kral ve kraliçelerinin acısını ben daha tam anlamıyla hissedemeden konuşmamı istiyorlardı.

Alarick sanki iç sesimi duyuyormuş gibi "Bir şey demene gerek yok." dedi. "Senden beklenti içerisinde olsalar da sessiz kalmanı anlayacaklardır."

Kafamla onu onayladığımda beni attan aşağıya indirmesine izin verdim. Ayaklarım yerle buluştuğunda vücudum acı içerisinde inledi. Her yerim ağrıyordu.Lalisa'nın da atından indiğini fark ettiğimde bakışlarımız kesişti ve o hızlıca yanıma geldi.

Conall, berbat hâldeydi. Bahçedeki ağaçlar devrilmiş, annemin özenle diktirdiği güller solmuş, altından sarayımıza kara bir leke sıçramıştı.

"Hadi," dedi Alarick. "İçeriye girelim."

O, önden ilerlemeye başladığında kendimi zorlayarak yürümeye başladım. Ürkmüş görünen Lisa, bana sokulduğunda ona mutlulukla anlattığım evime sıçramış olan lanetin onu ürküttüğünü anlamıştım. Hayallerinde canlandırdığı altından, büyük ve rengarenk çiçeklerle donatılmış olan sarayın bir enkaza dönüştüğünü görmek onu şoke etmiş olmalıydı. Tıpkı beni ettiği gibi.

"Roséanne! Prenses Roséanne!" Adımın dudaklardan döküldüğünü duyduğumda bel kemiğimin kırıldığını düşündüm. Kulaklarımı herkese tıkamak istiyordum. "Aptal!" diye bağırdı biri. "O artık bir prenses değil!"

Alarick ve askerlerin görüşümü kapatması dolayısıyla kalabalığı göremiyordum. Bu iyi bir şeydi. İnsanların acı dolu bakışları altında ezilmekten hazzetmiyordum. Fakat yine de bu ileride, acılar içerisinde bana bakan aileyi görmeme engel değildi. Bu, Lizzie'nin ailesiydi. Benim küçüklüğümden beri yan yana olduğum, bir yangında kaybettiğim can dostumun. Katili hâlâ bulunamayan dostumun... Sonra Lizzie'nin ailesinin hemen arkasında fenalaşmış gibi görünen kadını gördüm. Bu Anna'nın annesiydi. Bakışlarım çok değil, birkaç metre uzağına kaydığında ise Mary'nin ailesini döndüm.

Ben buradan birçok insanla beraber, mutlu ve huzurlu bir vatan için ayrılmıştım. Savaşın kırıntıları yeni yeni kaybolmuştu topraklarımızdan. Şimdi ise her şey o kadar farklıydı ki...

"Hızlı." dedi Alarick askerlere. "Kraliçeyi bir an önce yukarı çıkartalım." Kalabalığın bana ulaşmaya çalıştığını askerlerin bedenlerine çarpan ellerle fark ettim. İnsanlar bana ulaşmaya çalışıyorlardı fakat bilmiyorlardı ki ulaşmaya çalıştıkları kişi yalnızca bir cesetti.

Sarayın merdivenlerini hızlıca tırmandığımızda ayağım burkulur gibi oldu fakat düşmeden Lalisa yakaladı beni. "Tuttum seni." dediğinde hafifçe gülümsedim.

Merdivenleri çıktığımızda istemsizce ardıma baktım. Onu terk ederken ardıma bakacak gücüm yoktu fakat şimdi, iki ayrı pencereden gökyüzüne baktığımızı biliyordum.

Bir zamanlar, bir pencereden benim için yaktığı dilek fenerlerini beraber izlerdik. Şimdi ise aynı gökyüzünde farklı dünyalardayız.

Ben, onun beni nasıl kandırdığını asla unutmayacaktım. Yüzüme bakarak yalan söyleyişini, günden güne beni ona aşık etmesini... Hiçbirini unutmayacaktım.

Unutturmayacaktım da.


Conall, 1448 Martı

"Anladın değil mi?" diye sordu genç adam sert bakışlarını karşısındaki ürkmüş adama diktiğinde. Korkmuş olan uşak başını hızlıca salladı. "Evet, efendim." diye mırıldandı ve efendisinin bakışları altında hızlıca odadan çıktı.

"James, her türlü zehri tanıyor. Onun yemeğine katmamız yalnızca kendi zararımıza olur." Kızıl saçlı olan arkadaşına dönüp açıklama yaptığında karşısındaki genç omuz silkti. Jackson, Senga'dan buraya bir elçi olarak gelmişti. "Ben Henry'i zehirleyeceğim. Siz de o prens bozuntusunu yok edecek her türlü şeyi yapın."

Jackson hafifçe güldü. "Jaehyun şu anda doğuda isyan çıkartmaya devam ediyor."

"Piçin babasının kim olduğunu yazdığı mektubu kime göndereceğini seçti mi?"

"Jungkook, abileri tarafından sevilen bir çocuk. Böyle bir bilgiyle güvenlerini sarsmak zor olacaktır." dedi Jackson. Sonra kaşlarını çattı. "Fakat biri var."

Kızıl saçlı olan kaşlarını kaldırdı. "Kim?"

"Yoongi." dedi Jackson. "Herkese kolay kolay güvenmiyor. Annesi sıradan bir köylüyken kralın metresi olmuş. Kral, Yoongi ve annesini geç kabul etmiş. Bu yüzden her türlü kötülüğü görmüş bir çocuk."

Kızıl saçlı olan gür bir kahkaha patlattı. "Çok acıklı bir hikâye, tam aradığımız." Elindeki kristal bardaktaki şarabı dudaklarına götürdü ve bir yudum aldı. "Ona ayda bir olmak üzere mektup gönderin. Hemen söylemeyin, biraz şüphelendirelim. İpuçları bırakın."

"Mektup gönderme işini So-Yeun halleder." dedi Jackson omuz silkerken.

Kızıl saçlı olan başını salladı. "Jennie sarayda gezinip duruyor. Yakın zamanda Conall'a gidecek. Giderken ona gözükmeden çık dışarı."

Jackson, arkadaşının onu ayak üstü kovmasını göz ardı ederek "Tahtı istemiyorsun," dedi. "Zenginsin, kralın yeğenisin, herkes avucunun içinde." Kaşlarını kaldırdı. "Peki sen neyi istiyorsun, Alarick?"

Alarick duraksadı. Kızıl saçları alnına gölge gibi düştüğünde hafifçe yutkundu. Kristal bardağı parmak boğumları ezdiğinde, "Benim olanı." diye fısıldadı. "Benden zorla alınanı geri istiyorum, Jackson."

"Senin olan mı? Neymiş bu?"

"Yanlış soru. Ne değil, 'Kim?'"

Jackson sorusunu yinelemek için dudaklarını araladığında Alarick, "Git artık." dedi. "Kral beni bekliyor. Fazla gecikemem."

Jackson bir şey demeden omzunu pat patlayıp odadan dikkatle ayrıldığında Alarick hafifçe sırıttı.

Her şey yeni başlamıştı. Yaptığı her şey, yapmadıklarının yanında bir hiçti.

sınır: +330 oy, + 470 yorum.

Bir sonraki bölüm içerisinde zaman atlaması olacak. O yüzden zamanları takip edin lütfen.

Herkes sanırım hainin Alarick olduğunu biliyordu, sondaki gibi olayları netliğe kavuşturmak için 3. kişi ağzından kısımlar yazmaya devam edeceğim.

Bir sonraki bölüm görüşmek üzere, sizi seviyorum 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

246K 20.3K 52
"Her saat, yaralar sonuncusunu öldürürmüş. Sense her saat yarama yaralar ekliyorsun. Yaktığın yeter cehenneminde, kül oldum. Dokundukça savruluyorum...
135K 14.5K 52
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
50.7K 7.3K 24
sektör tarafından kara listeye alınmış kötü şöhretli müzisyen jeon jungkook'un yeni menajeri park chaeyoung, yanlış anlaşıldığına inandığı patronunun...
49.6K 3.3K 23
"Sargılı bileklerine gizlediğin acılarını bilmek istiyorum." ★★★ Her gün okula sargılı bilekleri, mor göz altları ile gelen Jeon Jungkook, okulun öz...