Çiçekler ve Yasemin

By SumeyyeDemirkan

808K 102K 85.8K

Yasemin, kendine ait dünyasında ona bu dünyayı veren birçok dostuyla beraber yaşayan, kalbi yaralı ama yarala... More

1.Bölüm: ''Panayır''
2.Bölüm: ''Elmalar''
3.Bölüm: ''Boyalar''
4.Bölüm: ''İfadeler''
5.Bölüm: ''Adımlar''
6.Bölüm: ''Yasemin''
7.Bölüm: ''Kırgınlık''
8.Bölüm: ''Vedalar''
9.Bölüm: ''Yağmur''
10.Bölüm: ''Eller''
11.Bölüm: ''Rüya''
13.Bölüm: ''Özlem''
14.Bölüm: ''Dönüşler''
15.Bölüm: ''Aile''
16.Bölüm: "Kalp Yorgunluğu"
17.Bölüm: "Üşümek"
18.Bölüm: "Kayıp"
19.Bölüm: ''Yalnızlık''
20.Bölüm: ''Yitirilenler''
21.Bölüm: ''Beklenen''
22.Bölüm: ''Bir Kap Çörek''
23.Bölüm: ''Dönme Dolap''
24.Bölüm: ''Final''
Kitap olduk. 🌸

12.Bölüm: ''Gidişler''

30.2K 4.2K 3.6K
By SumeyyeDemirkan

Yüksek Sadakat - Döneceksin Diye Söz Ver

12.Bölüm: "Gidişler''

Birine kal demek de, git diyememek de aynı şeydi sanırım.

Melih, yarın sabah gidiyordu. Biliyorum bu gerçekleşecek bir mevzuydu ama çok kısa bir zaman içinde alıştığınız ve sanki hiç gitmeyecekmiş gibi bağlandığınız birinin eninde sonunda gidecek olması gerçeğiyle yüzleşmek benim için kolay değildi. Bu; bitmesin diye yemeye kıyamadığım pamuk şekerin, ben yemesem bile eriyeceğini bilmek gibi bir şeydi.

Neyse ki son günümüzde beraber vakit geçirecektik, aslında bu son bir haftadır böyleydi. Aynamın karşısında üzerime daha önce sadece iki kez giydiğim lila renginde puantiyeleri olan, bel kısmı hafif dar ama dizlerimin altına pileler şeklinde inen elbisemi düzeltiyordum. Omuzlarımdan aşağı dökümlü inen kollarına bakarken sırıtmadan duramadım. Doğrusu sırıtmadan duramıyordum. Ertesi gün gidecek olmasına üzülsem de, o gece başımı onun omzuna koyduğum anı, birbirimize ettiğimiz itirafları unutamıyordum. Her neyse, derin bir nefes al Yasemin. Bugün en mutlu günün olacak.

Buradaki işlerim bittiğinde saçlarımı da güzelce fularla bağlayıp odamdan çıktım. Ninem balkonda patlıcan soyuyordu, kış için hazırlıklara başlamıştık. Sakince yanına gittiğimde elindeki patlıcan ve bıçağı bırakmadan beni güzelce süzerek gülümsedi. ''Ne güzel olmuşsun, Yasemin. Çiçek gibisin canım kızım benim.''

''Teşekkür ederim,'' dedim içim ısındığında. Sonra kaşlarımı çatarak önündeki patlıcanlara baktım. ''Yardım edeyim mi ben de?''

''Yok yok,'' diye itiraz etti. ''Zaten bitmek üzere. Üzerini de batırma hem.''

''Batmaz nine merak etme.''

Ninem patlıcanları soyup, içini çıkarmaya devam ettiğinde derin bir nefes alıp balkon duvarının köşesinde duran sandalyeyi çekip sakince oturdum. Ninem bana bakmadan, ''Nereye götürecek bu oğlan seni?'' diye sordu. ''Bak geç kalmayın sakın.''

''Bilmiyorum ben de,'' dedim omuzlarımı kaldırıp indirirken. ''Geç kalmayız inşallah.''

Saat ikindiyi geçiyordu ve Melih beni bu saatlerde almaya geleceğini söylemişti. Nereye gideceğimizi ve ne yapacağımızı asla söylememişti. Çok heyecanlı olduğumu söylememe gerek yoktu sanırım. Sabırsızca iç çektiğimde ellerimle oynamaya başlayarak sağıma ve soluma bakındı. Ninem anında içinde bulunduğum durumu fark edip güldü. Sesi çok tatlıydı. ''Aklını aldı bu oğlan senin, Yasemin. İçin içine sığmıyor değil mi?''

''Ne alakası var nine?'' diye geçiştirdim sessizce.

Gülmeye devam etti. ''Ben bunadım ama şükür hâlâ görüyor ve neler hissettiğini anlıyorum kızım. Biz de geçtik o yollardan hey gidi günler hey...''

Gülümseyiverdim. ''Bir daha anlatsana o hikâyeyi nine?!''

''İlahi Yasemin!'' dedi ninem patlıcanı su dolu kabın içine atarken. ''Bıkmadın mı yavrum o hikâyeyi dinlemekten?''

''Hayır,'' dedim kafamı iki yana sallarken. ''Öyle güzel ki, seni dinlerken hiç sıkılmıyorum.''

Bana gözlerini kısarak baktı. ''Büyükbabanın üzerine su dökmüştüm, Yasemin bunun neresi güzel kızım?''

Sırıttım. ''Bence çok romantik.''

''Benimle alay ediyor bakın hele şuna,'' dedi ton ton gülerek. Sonra yılların ve anıların vermiş olduğu yük, özlemle öyle bir iç çekti ki kalbime dokunmayı tek bir zerre bile kalmamıştı. ''Akşam anlatayım mı?'' diye sordu bana sakince. ''Belki Melih oğlum da dinlemek ister.''

''Ya,'' dedim çocuksu bir hevesle. ''İster elbette. Bu hikâyeyi o da dinlemeli.''

Güldü. ''Büyükbabanı donuna kadar ıslattığımın hikâyesi... Ne güzel şeyler öğrenir, oğlan.''

''Mis gibi hikâye işte, ninem.''

''Öyle tabii.''

Gülmeye başladık, hayır zaten gülüyorduk sadece bunu biraz ileriye taşıdık ve uzun uzun güldük. Ninem, ''Yarın sabah gidecek değil mi?'' diye sorduğunda kendimi frenleyip usulca kafamı aşağı yukarı salladım. ''Evet. Yarın sabah.''

''Bir daha ne zaman gelir ki?''

''Bilmiyorum ki,'' dedim. ''Okullar açılıyor ya hemen gelemez. Belki kış için gelir.''

''Kışa mı gelecekmiş yani?''

'''Bir keresinde öyle demişti ama.''

Ninem sesimdeki tutukluğu fark etmişti ama bunu benim için iyiye yorup, ''Ne güzel işte,'' dedi. ''Kışın gelsin de sobada patates patlatırız, Yasemin. Size ıhlamur da kaynatırım.'' Güldü yine. ''Eh bir de benim hikâyelerimi dinlersiniz. Senin bilmediğin daha bir sürü hikâyem var.''

''Gerçekten mi?'' diye irileştirdim gözlerimi.

''Gerçekten tabii ya,'' dedi kendinden emin bir şekilde. ''Yetmiş sekiz yaşında, yaşlı bir insanım ben kuzucuğum. Bu ömre ne anılar sığdırdım ah ah... Ama sorsan hiç yaşamamışım gibi Yasemin.''

''Deme öyle nine,'' dedim kısık sesimle. ''Sen emekçi bir kadınsın. Hayatı çok güzel yaşamışsındır öyle değil mi?''

''Orası öyle ama ömür çok çabuk geçip gitti. Büyükbabanı kırk yaşımdayken kaybetmiştim biliyorsun ya kızım...'' Ninem ne kadar hayat dolu bir kadın olsa da her insan gibi hayatında ondan aldığı çok şey vardı. Önce ailesini sonra kocasını sonra da evladını kaybetmişti... Geriye bir ben kalmıştım. ''Aman neyse,'' dedim ninem gülerek. Gözlerim içinde minik bir kızarma hissettiğimde beni güldürmeye çalıştı. Önündeki son patlıcanı da soyduğunda, ''Ben şunları bir sereyim de kurusun,'' dedi. ''Sahi bu oğlan nerede kaldı Yasemin?''

''Gelir birazdan,'' dedim kırık bir sesle. Ninem ellerinden destek alıp ayağa kalktığında belini tuttu ve karşıya bakıp güldü. ''Geliyor bile.''

Heyecanla arkamı döndüğümde Melih'in sakin adımlarla buraya geldiğini gördüm. Gözlerine bakınca kalbimin nasıl da deli gibi attığını fark ettim. Yerinden çıkacak gibiydi. Elimi yüreğimin üzerine götürsem elim bile titrerdi oradaki baskıdan, şiddetten. Oturduğum yerden çabucak kalktığımda Melih arkaya dolanmadan balkonun önünde durdu ve bana bir bakış atıp nineme döndü. ''Kolay gelsin, Hatice Nine. İyi misin?''

Ninem ağır ağır balkonun duvarına yaklaşıp, ''İyiyim oğlum sen nasılsın?'' diye sordu.

Melih, ''İyiyim Allah'a şükür,'' deyip gözlerini yeniden benimle buluşturdu. Konuşmuyordu ben de konuşamıyordum. Ninem bekletmek istemeyerek, ''Akşam oluyor evladım, hadi nereye gideceksiniz gidin de gelin,'' dedi. ''Çok geç kalmayın bak.''

''Kalmayız,'' dedi Melih. ''Sen bana güven ninem.''

''Güvenmesem Yasemin'i bırakmam ki bir yere,'' dedi ninem samimiyetle. ''Ama orada burada kötü şeyler yemeyin, ben size yemek hazırlarım.''

''Sen zahmet etme hiç,'' dedim yüzüne dönüp. ''Yemeğini ye sen tamam mı?''

''Yerim,'' dedi ninem gözlerini kapatıp açarken. Olduğu yerden tersine doğru döndüğünde, ''Sen de bekletme oğlanı Yasemin,'' diye konuştu.

''Tamam,'' dedim ve balkondaki birkaç malzemeyi alıp mutfağa taşıdım. Ninem mutfağa geldiğinde yanağına bir tane öpücük bırakıp çıktım. Bunu muhakkak yapmaya çalışırdım. Hasır örgülü şapkam ve çantamın içine koyduğum hırkayı da alarak evden ayrıldım. Kapıyı kapattığımda Melih'i karşımda buldum. Kafasını kaldırmış, yeşil gözleriyle derin derin bana bakıyordu. Onu böyle bulmak yavaşlayan kalp ritimlerimi hızlandırdığında derin bir nefes alıp ilerledim ve karşısında dikildim. O geceden beri, onun üzerine konuşmamıştık hiç. Melih tatlı bir şekilde gülümseyerek beni birkaç saniye süzüp gözlerimde duraksadı. ''Çok güzel görünüyorsun.''

''Teşekkür ederim,'' diyebildim. ''Sen de çok hoş görünüyorsun.''

Üzerinde siyah bir tişört, altında ise koyu renk kot pantolon vardı. Hoştu. ''Gidelim mi o zaman?'' diye sordu aramıza suskunluk girmesini önlerken. Kafamı salladım. ''Olur.''

''Olur.''

Sonra tekrar sustuk ve bekledik. Olduğu yerde durmaya devam ederken elini uzattı. ''Elini tutabilir miyim, Yasemin?''

Eline baktım ve biraz bekledim ama tamamen boşluğuma denk gelmişti ve bu olmasını istemediğim bir şey değildi. ''Tabii,'' diyerek uzattığı eli tuttum. Parmaklarımızı birleştirdik ve birleşen yalnızca parmaklarımız değildi, onu göğüs kafesimin kemiklerinde bile hissettim. Göğsüme dolan bu tatlı ve heyecan ağrı bundan ötürü değil miydi sanki?

Melih elimi nazikçe tuttuktan sonra sakin adımlarla bir süre yürüdük. Hava kararıyordu ama iznim olduğundan dert etmemiştim. On beş dakika kadar hiç konuşmadan ama ellerimizi bir an olsun ayırmadan yürüdükten sonra Melih durdu ve cebinden çıkardığı mavi renkli fuları bana gösterdi. ''Bununla gözlerini kapatmak istiyorum, izin verir misin?''

Sahile yakın bir yerdeydik ve sanırım sahile gidecektik ama beni oradan neyin beklediğini bilmiyordum. Melih'e şaşkın ve ürkek bir biçimde bakarken bunu yatıştırmak için beni rahatlattı. ''Merak etme beş dakika sonra açacağım,'' dedi. ''Bana güven.''

''Sana güveniyorum,'' dedim açıkça. ''Ama heyecanlandım.''

Gülümsemeye devam ettiğinde temiz havayı ciğerlerime çekerek gözlerimi sonsuz bir güvenle kapattım. Melih katladığı fuları beni incitmeden gözlerimin üzerine götürdü ve usulca arkama geçip saçlarımın üzerinden fuların uçlarını bağladı. Dudaklarımdaki titremelerden tıpkı kalbim gibiydi. Hızlı ama güzel. Heyecandandı hepsi. Melih fuları tamamen bağladıktan sonra yeniden elimi tuttu ve birkaç adım ileri gittik. Hiçbir şey göremediğim için diğer elimi havaya kaldırdım ve manasızca bir şeylere dokunmaya çalıştım. Bu onu güldürdü. Bu beni de güldürmüştü. ''Yasemin boş bir alandayız,'' dedi. ''Düşmezsin ve benden başka tutunacak bir şey yok.''

''Olsun ben sakarımdır, tutunduğum dalı da düşürürüm.''

''Seninle düşmek mi?'' diye sordu kendi kendine. ''Çok sevdim bunu. Hadi düşelim.''

Sırıttım. ''Şaka yapmıştım.''

''Ben de.''

''Ya bak,'' dedim sersem sersem yürümeye devam ettiğimizde. ''Merak etme çok az kaldı,'' diye ekledi. Bir şey diyemedim ve ona uydum. Aradan bir dakika geçti ya da geçmedi ayaklarıma kumlar girmeye başlarken denizin sesini çok daha yakından hissetmeye başladım. Kaşlarımı çattım. ''Sahile geldik değil mi?''

''Evet.''

''O zaman gözlerimi açabilir miyim?'' diye gitti gözlerime diğer elim. Melih bunu önledi ve elimi yarı yolda kesti. ''Hayır hayır. Çok az kaldı.''

''Peki,'' dedim elimden bunu kabullenmekten başka çare gelmezken. Dediği gibi de oldu. Melih bana yön olduğunda elimi asla bırakmadı ve ben denize çok yakın, kum tanelerin çıplak ayaklarımı neredeyse kapatan sahilin ortasındaydım. Gözlerimi açmadan bunu hissedebiliyordum. Melih elini, elimden çektiğinde, ''Birazcık daha bekleteceğim seni,'' diyerek uzaklaştı. Bir şeylerle meşguldü ama ne olduğunu bilmiyordum. Kurumuş dudaklarımı nemlendirdiğimde yeniden yanıma geldi. ''Şimdi açıyorum gözlerini.'' Sonra ellerini saçlarımın arkasından bağladığı fulara götürdü ve onu gözlerimin üzerinden indirdi.

Gözlerimi açar açmaz gördüğüm şey; büyük, beyaz bir ekrandı. Ağzım aralandı ve her şeyi süzmeye başladım. Kocaman beyaz şeyin arkasında denizin esintisi ve sesi... Ekranın önüne serilmiş birkaç büyük minder, iki tane battaniye, biraz yiyecek, ışıklandırma, bilgisayar ve yansıtıcı... İlk gördüğüm şey bunlardı. Ağzım gözlerimin şahit olduğu bu resme bakakalırken Melih'e döndüm. Yüzünde çok garip ama sevilesi bir ifade vardı. ''Sen,'' dedi kısık sesle, utangaç bir tavırla. ''Hiç sinemaya gitmedim deyince, ben de sinemayı sana getirdim.'' Elini ensesine götürerek kaşıdı ve güldü. ''Aslında yine seni ona getirmiş gibi oldum ama...''

''Melih,'' dedim sözlerini nefesim kesik kesik kalmış gibi kestiğimde. ''Ben ne diyeceğimi bilemiyorum ki. Bu çok güzel ve özel.''

''Senin için.''

Yutkunamadım. Karşısında saf saf, suya düşmüş ördek yavrusu gibiydim. ''Hadi gel,'' diye tuttu elimden nazikçe. ''Birazdan film başlayacak.''

Beni götürdüğü yere gittim ve birlikte minderlerin üzerine oturduk. ''Mısır ve biraz da şekerleme var, sen seversin,'' deyip önüme koydu kutuları. Kelimelerim kifayetsizdi ve sonsuza kadar teşekkür etsem bile yeteceğini sanmıyordum. ''Teşekkür ederim,'' dedim belli belirsiz bir ses tınısıyla. Kalbim sıkışıyordu. ''Ben...''

''Teşekkür etme, Yasemin,'' dedi Melih. ''Madem bu son gecemiz bırakalım aksın gece...''

Aralık olan dudaklarımı kapattığımda denizin taşıdığı rüzgâra teslim olan saçlarımı omuzlarımın gerisine düşürdüm. Melih bilgisayara yöneldi ve bir şeyleri kurcaladı. ''Ne izleyeceğiz?'' diye sordum merakıma yenik düşerek.

''Hayat Güzeldir.''

''Daha önce hiç duymadım.''

''Şanslıyım o zaman çünkü en sevdiğim filmlerden biri ve en sevdiğim insanla izleyeceğim.''

En sevdiğim insan... En sevdiği miydim yani?

Bunu ona sorma kabalığında bulunmadan derin bir nefes aldım ve ellerimi kucağımda topladım. Melih nihayetinde filmi başlattı ve kararmış gökyüzünün altında parlamaya başladık. Etrafta neredeyse hiç kimse yoktu. Olanlar da çok ilerideydi. Film başladığında mısırı ve şekerlemeleri önüme getirdi. ''Lütfen çekinme.''

Bir şey diyemedim ve heyecanla filmi izlemeye başladım. Daha önce hiç sinemaya gitmemiştim ama bildiğim sinemaya bu değildi fakat daha önce hiç böylesini görmemiş ve sevmemiştim. İki saat kadar filmi izledi. Duruşumuzu hiç bozmamıştık. Tamam bazen ayaklarımızı kumun içine gömmüş ve ellerimizi bir araya getirmiştik işte...

Film bittiğinde öylece ekrana bakıp duygusal bir an yaşadım. Melih bana dönerek, ''Sevdin mi?'' diye sordu. Sesi tıpkı bu deniz gibi sakin fakat derindi. Kafamı ağır ağır sallayarak, ''Evet,'' dedim. ''Çok sevdim.''

''Sevindim.''

''Ben de,'' dedim sersem gibi. ''Sen sevindin ya o yüzden.''

Gülümsedi. Öyle güzel gülüyor, bakıyor ve bana öyle güzel şeyler hissettiriyordu ki; bunun bitecek olmasına katlanamıyordum. Bunun bitecek olması beni üzüyordu. Gitme, lütfen biraz daha kal demek ne kadar hakkım değilse, ona şu an sarılıp tüm kalbimi hissetmesini istemekte hakkımdı. Ama yapamadım. Sadece güzel gözlerine bakmakla kaldım. ''Yasemin,'' dedi bana adımı bir şiir gibi okurken.

''Efendim?''

''Sen çok özel ve güzel birisin bunu biliyorsun değil mi?''

Evet, diyemedim. Karşısında cevapsız ve suskun kalmak çok zordu. Beni zorlamadı ve o konuştu. ''Yarın gece başka çatıların altında olacağız ama gökyüzü yine bizim. Aya bakınca, yıldızlara bakınca bu denizin yanında olduğumu hissedeceğim yine. Biliyorum çok saçma belki ama öyle çok alıştım ki sana; keşke hiç sabah olmasa, keşke yaşayacağım kaç tane gecem olduğunu bilsem de hepsini bu geceye sığdırabilsem.''

''Ama sen yine geleceksin nasılsa değil mi?'' diye sordum sesimdeki titremeyi fark ettirmemeye çalışarak.

Gelmeyeceğim demedi ama geleceğim de demedi. Bunu daha önce demişti ama şimdi bir cevap vermemişti.

Yutkunarak arkasını döndüğünde büyük bir çantayı kucağını koyup içinden bir resim kâğıdı çıkardı. Bana uzattı. ''Bu senin.''

Kâğıdı elime aldım ve baktım. Ta o gün gördüğüm çalışmaydı. Bir panayır yeriydi. Burayı çizmişti. Büyük bir dönme dolap, arkada figürler ve hemen önde bir kız... Şalvarı ve saçlarında fuları olan bir kız vardı. Bu bendim. Ellerimde tuttuğum kâğıt hareket etmeye başladı, meğerse parmaklarım titriyordu. Gözlerimin içinde sıcaklık hissettiğimde bunun kızarıklık olduğunu anladım ama ağlamayacaktım hayır. Kendimi tutarak kafamı kaldırdığımda onu beni izlerken buldum. Çoktandır gözleri üzerimdeydi. Kalbimin yerini bilmesem ağzımda olduğunu söylerdim ona. Gözlerimi kapattım ve kendime mani olamadan gidip yanağından bir kere öptüm. Bedenim büsbütünüyle titriyordu ve hayatımda hiç böyle hissettiğimi hatırlamıyordum. Hep daha fazlası, hep daha başkasıydı.

Kendimi geri çektiğimde kafamı eğdim. Benim için yaptığı bu şeyler teşekkürle bitmezdi. Melih güzel parmaklarıyla çenemi kavrayıp çehremi gözlerine doğru kaldırdı. Gözlerinin bebeğine bakınca kendimi görüyordum. O da bana bakınca kendini görüyor muydu? ''Sakın seni kimsenin üzmesine izin verme, Yasemin. Kimse için üzülme. Kendin için yaşa, hayallerin ve olmasını istediğin her şey için... Hayat güzeldir, Yasemin.''

İyi hissedemedim. İyi hissetmem gerekiyordu ama öyle hissedemedim.

Çenemi tutan parmakları tenimi hafifçe okşadığında gözlerinin kenarı kızardı. Kaşlarımı çattım. Elimi gözlerinin altına götürdüm. İrkildi ama geri çekilmedi. ''Ne oldu sana?'' diye sordum sessizce. ''Gözlerin doldu, Melih.''

''Uykusuzum biraz, ondan.''

''Emin misin?''

''Hıhım.''

Ona yalan söylüyorsun demek istemiyordum ama gerçeği söylediğini de sanmıyordum. Elimi yüzünden usulca çektiğimde, ''Hadi,'' dedi. ''Seni evine bırakayım, Hatice Nine çok kızmasın.''

''Kızmaz,'' dedim gülümsemeye çaba harcayarak. ''Ama sen biraz geç dönsem olur mu bu gece eve? Ninem bize hikâye anlatacak da.''

''Hikâye?''

Daha samimi gülümsedim. ''Dinlemelisin. Çok seversin.''

''Buna şüphem yok bile.''

''O halde gidelim mi?''

''Hay hay,'' diyerek toparlandı ve elini uzatıp beni kaldırdı. Bacaklarımda biraz tutulma olur gibi hissettiğimde bundan kurtulmam pek de uzun sürmedi. ''Ama burayı toplamadık,'' dedim etrafıma bakarken.

''Sen dert etme orasını,'' dedi Melih güven veren bir sesle. Sonra da elimdeki resmi alıp çantaya koydu ve kendi tuttu. Birlikte ilerlemeye başladık. Elimi tuttu tekrar ve beni kendine çekip şakağıma uzunca bir öpücük bıraktı. Yaşadığım en güzel anlık olaydı.

Eve geldiğimizde ninemi balkonda tek başına otururken buldum. Işıkları yakmıştı. Ön tarafa geçip sakince eve girdiğimizde balkona çıktık. Yanında bir bardak çay ve biraz da bisküvi vardı. ''Hoş geldiniz bakalım,'' dedi bize bakarken. ''Eğlendiniz mi?''

''Evet,'' dedim gülümserken. ''Sen sıkıldın mı, nine?''

''Hiç sıkılmadım,'' dedi ninem elindeki çay bardağını gösterirken. ''Yatsıyı kıldım, sonra da biraz çay demleyip balkona oturdum. Sizi bekledim.''

''Çok bekletmedik umarım,'' diye konuştu Melih çekimse bir şekilde.

''Yok oğlum,'' dedi ninem. Bana baktı. ''Hadi Yasemin iki tane daha çay bardağı getir de siz için. İçiniz ısınır kızım.''

''Tamam,'' diyerek içeri girdim ve çantamdan kurtularak hızla iki bardak alıp balkona çıktım. Melih çoktan ninemin yanına oturmuştu bile. Bende onların yanındaki yerimi aldığımda küçük bir çember oluşturduk. Ninem çaylarımızı doldurduğunda derin bir nefes alıp bize baktı. ''Siz şey misiniz şimdi?'' diye sordu.

Melih ile birbirimize bakakaldık.

Ninem güldü. ''Ne diyorsunuz işte evladım siz ona, sevgili mi ney adı?''

''Nine neden sordun böyle bir şeyi?''

''Ne demek nine neden sordun?'' dedi bana. ''İleride evlenirseniz o vakte kadar yaşar mıyım diye düşünüyorum da.''

''O nasıl laf öyle, Hatice Nine?'' diye sordu Melih. ''Allah gecinden versin. Sen daha bize lazımsın deme öyle.''

''Evlenmeyecek misiniz yani?''

Kızarıyorum...

Melih ile tekrar bakıştığımızda bir şey diyememek ne kadar zordu. Bu soru için ne kadar erkense cevap için daha erkendi. Ninem yeniden güldüğünde, ''Tamam tamam ben şaka yapıyorum,'' dedi. ''Ama Yasemin ileride evlenirse diye ona bir sürü çeyiz hazırlamıştım. Rahmetli annesi de öyle. Dünya gözüyle Yasemin'i birine emanet etsem sonra Allah'ın yanına gitsem daha ne isterim ki? Tek isteğim bu benim hayattan. Başka hiçbir şey istemem.''

Ninemin bu sözleri gözlerimi öyle doldurmuştu ki dudağımın içini sertçe ısırdım. Canımın yandığını bile hissetmedim. Melih derhal konuştu ninemin ellerine dokunarak, ''Allah sana uzun ömürler versin,'' dedi. ''Ve sen sakın endişe etme, Yasemin'i asla yalnız bırakmam ben. Bir şekilde yetmeye, yanında olmaya çalışırım.''

Ninem, Melih'e minnettar bakışlar sunarken onları köşede sessizce izledim. Ne zaman böyle şeyleri bahsi açılsa yüreğimde bir oyuk açılıyor ve oradan oluk oluk taşan acılar tüm ruhuma yayılıyordu. Gözlerimin acısından kaçmak ister gibi çayımdan bir yudum alıverdim. Melih ortamdaki buhranı yok etmek istercesine gülerek, ''Yasemin senin bize hikâye anlatacağını söyledi,'' dedi. ''Anlatır mısın acaba Hatice Nine?''

Ninem, bana baktığında gözlerimdeki acıyı yok edemediğimi bir kez daha anladım. Bakışlarımız birbirine denkti. Hissettiklerimiz gibi. Ninem çay bardağına ağzına götürdü ve bir yudum alıp derin bir iç çekti. Üzerinde yaşanmışlık vardı. Üzerinde yıllar vardı. ''Yasemin'in büyükbabasıyla tanışma hikâyemiz... Yasemin bunu ezbere bilir ama dinlemeyi çok sever.'' Melih sabırla dinlemeye devam ettiğinde ninem başladı anlatmaya. ''O zamanların âşkı da, sevdası da çok başkaydı. Benim babam beni severdi ama laf, söz olacak diye evden dışarı çıkarmazdı. Ben de ablamla beraber köydeki çeşmeye gider su sırasına girerdim. Anca böyle çıkabilirdim dışarı. Yazları başka tabii... O zaman tarla, tapan mecburuz buna.'' Bu hikâyeyi dediği belki de yüzlerce kez anlatmıştı ama ben onu her dinleyişimde hiç bilmiyormuş gibi dinlerdim. ''Köyümüzde su sıkıntısı vardı ve öyle her evin musluğundan su akmazdı. Ellerimizde güğümlerle, bidonlarla çeşmeye giderdik. Bir gün yine ablamla su doldurmaya gittik. Sonra bir tane genç bir adam, acelesi varmış geldi önümüze geçti, ha tabii ayağıma da bastı onu atlamayayım bak... Ben haksızlığa hiç gelemem bir de saatlerce sıcağın altında azıcık su için beklemişiz... Sen gel bu adam bizim önümüze geç.'' Gülmeye başladı. ''Sonra ben bağırmaya başladım, tutamadım kendimi. Sözlü kavgaya girdik. O bana bağırıyor ben ona bağırıyorum. Ablam sus diyor ama dinleyen kim... Sen misin benim lafımı dinlemeyen, bize haksızlık yapan, gittim doldurduğu bidonları döktüm hem de onun üzerine döktüm... O da geldi bizimkileri döktü ama bana dökmedi, kıyamadı herhalde kurban olduğum bilemedim ki... Hiç de sormadım bunu ona...'' Ninem derin bir iç çekti. ''Sonra işte öğrendim ki bu genç adam köyümüze tatile gelmiş ama öyle bir geldi ki, bir daha hiç gidemedi.''

En sevdiğim hikâyeydi bu ve sadece ilk sayfasını anlatmıştı. Ninemin hayatı öyle güzel, dolu ve acılarla geçmişti ki; o da tıpkı benim gibi acılarından çiçekler inşa etmeyi bilmişti.

Melih derin derin ninemi dinlerken yüzündeki tebessümün bir an olsun düşmediğini gördüm. ''Böyle işte,'' dedi ninem ona baktığında. ''Bizimki de böyle bir hikâye. Şimdikilerin hikâyesine benziyor mu?''

''Asla,'' dedi Melih. ''Benzemesin de zaten. Şimdikiler sizleri görse yaşadıklarına sevgi demezler. Her şey çok basit, kimse kimseyi sevmek ve anlamak istemiyor. En ufak bir terslikte ayrılıp başka yollara gidiyorlar. Çözüm yolu bulmak, ortak paydada buluşmak çok zor. Oysa hayat bunun için değil mi? Hayat arkadaşlığı da bunun için değil mi?''

''Ah Melih oğlum,'' dedi ninem. ''Biz çok kavga ederdik ama bir gün yatağa küs girmezdik. Keşke daha çok yaşasaydı da varsın suyunu benden evvel doldursaydı.''

Melih bunun üzerine bir cümle kuramadı. Ninem çayını bitirdikten sonra ayaklanarak, ''Ben artık yatayım,'' dedi. ''Sen yarın sabah mı gidecektin eve?''

''Evet,'' dedi Melih. ''Sabah erkenden gideceğim.''

''Allah yolunu açık etsin güzel oğlum,'' dedi. ''Bak biz buradayız. Ne zaman istersen kapımız sana açık bunu sakın unutma.''

''Unutmam,'' diyerek ayaklandı ve ninemin ellerinden öpüp alnına koydu. ''Her şey için teşekkür ederim. Hayatımın en güzel günlerini sizin yanınızda geçirdim.''

''Daha güzel günlerin olsun,'' dedi ninem ellerini Melih'in yüzüne koyup hafifçe sıvazlayıp geri çektiğinde. ''Yolun açık olsun, dikkatli git.''

''İnşallah,'' dedi Melih.

Ninem içeri uyumaya gittiğinde ben de ayaklanmış bulundum. Birbirimize baktık. Gidecekti. Gidiyordu da. ''Ben de artık eve dönsem iyi olur,'' dedi Melih. ''Bizimkiler bekliyor, birkaç işimiz var.''

''Olur.''

Yutkundum ve hızla balkondan çıktım. Ninem, onun için bir şeyler koymuştu. Bir kavanoz çilek reçeli, biraz elma, biraz çörek ve biraz da turşu... Onları alıp dış kapıya kadar taşıdım. Melih arkamdan geliyordu. Ayakkabılarını giydi ve dışarı çıktı. Gidiyordu sahiden. Ninemin hazırladığı sepeti ona uzattım. ''Bu ne?'' diye sordu.

Gülümseyemedim bile. ''Ninem hazırlamış, senin için.''

''Ne gerek vardı, Yasemin?''

''Olsun,'' dedim.

Melih çekinerek ona uzattığım sepeti aldığında, ''Benim yerime teşekkür eder misin?'' diye sordu.

Kafamı aşağı yukarı salladım.

Boğazım acıyordu ve o gidiyordu. Bir daha ne zaman gelirdi ki? Bunu soramıyordum bile. Ellerini arka cebine atarak bana sıkıntıyla baktı. Ellerimi önümde birleştirdim. Gülümseyemiyordum. Konuşmak istemiyordum ya da istiyordum bilmiyorum işte... Melih yutkunarak bir adım geldi. Gözlerimin içine baktı. Biraz daha böyle bakarsa kesin ağlardım. ''Sana bir kez sarılabilir miyim, Yasemin?''

Gözlerimi kapatıp açtığımda kollarıyla bedenimi sarmalayıverdi. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Ona sarılıyordum. Elleriyle sırtımı kavramıştı ama çok güzel sarılmıştı. Ne sıkmıştı beni ne de gitmeme izin vermişti. Gözlerim dolmuştu ama hayır ağlamayacaktım. Sonuçta ucunda ölüm yoktu ve o geri gelecekti. Güzel elleri saçlarıma uzandığında saç tellerimi sevmeye başladı. Kalbimi ağrıtıyorsun, Melih. ''Yasemin'im,'' dedi ılık ılık akan sesiyle saçlarımı severken. ''Çiçeklerin en güzeli.''

Gülümsedim ama bilirsiniz; böyle anlarda en güzel tebessümler kederden doğardı.

Kalbime dar gelen göğüs kafesimdeki ağrı fazlalaştığında bana bir süre daha sarıldı sonra ayrıldık, mecburduk. Ellerini diret yüzüme götürdü ve yanaklarımı avucunun içine aldı. ''Her şeyin en güzeline layıksın sen. En güzelsin, en çok sevdiğim şeysin bunu sakın unutma olur mu?''

''Unutmam,'' dedim kırılgan bir sesle. Ellerimi beline koydum. ''Sen de öylesin benim için. Değerlisin ve çok özel birisin. Bunu sakın aklından çıkarma.''

''Çıkarmam,'' dedi ve bana bir süre daha bakıp alnıma minik bir öpücük bırakıp geri çekildi.

Elleri titrerken çekti ellerini yüzümden. Bir adım geri gitti. ''Ben artık...''

''Sen artık...''

''Gideyim.''

''Hıhı.''

İkimizin de gözleri dolmuştu. Saklamaya çalışıyordu ama başaramıyordu bir yerde. Yerdeki sepeti aldı ve diliyle dudaklarını yalayıp gülümsedi. ''Hatice Nine'ye, Sütlaç'a, Tarçın'a, Dost'a ve en çok da kendine çok iyi bak tamam mı?''

''Tamam. Sen de kendine çok iyi bak tamam mı?''

Onu bir tek kendine emanet edebilmiştim çünkü bildiğim tek şey kendiydi. Başka bir şey bilmiyordum. Onu biliyordum ya, başka kimseye gerek kalmamıştı zaten.

Melih adımlarını geri geri sürmeye başladığında kendimi nasıl tuttuğumu bir ben bir de Allah biliyordu. ''Hadi gir içeri, üşütme,'' dedi bana gülerek. Gülümsedim ama konuşmadım. Geri geri gitmeye devam ettiğinde fark ettim ki aramıza mesafeler ve adımlar girmeye başladı. ''Bu adımlar beni senden uzağa taşımaz, Yasemin bunu da sakın unutma.''

''Adımlar bize mesafe getirmez,'' diyebildim nihayetinde. ''Unutmam.''

Gülümsedi son kez. Gülümsedim son kez. Önüne dönmeden evvel parmaklarının ucundan öptü ve bana el salladı. Ben de ona aynını yaptım. Sonra usulca arkasını döndü ve gitti. Kendimi tuttuğumu sanmıştım, yalanmış meğerse... Gözümden düşen bir damla yaşla tanıştım.

🎨

Bölüm sonu.

Çok duygusalım şu an... Melih, Yasemin ve Hatice Nine. Daha ne kadar dokunabilirsiniz yüreğime soruyorum? Ah! Neyse duygusallıktan işte oldum böyle. Umarım severek okumuşsunuzdur. Oy ve yorumlarınızı ihmal etmeyin. Hepinize güzel geceler. <3

Instagram. Sumeyyedmrkan
Twitter. Sumeyyedmrkan

Çok kalp. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

814K 36.9K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
60.2K 2.6K 31
Başlangıç - 14.10.23 Bitiş - 14.02.24
14.6K 1.6K 37
Karanlık. Geçmişim karanlıktan ibaret. Işık tutarsam ne göreceğim? Güzel bir mazi mi? Yoksa yine karanlığın kendisi mi?
1M 68.6K 48
Annesinin tekrar evlenmesi üzerine üvey babasıyla anlaşamayan Mira Bars kendini bir anda beş yıldır görüşmediği babasının yanında İstanbul'da bulur...