RÜYA ÇANLARI

endlesseher által

2.8K 231 463

Kendime not: Zihnindekiler değil, Kalbindekiler unutulmaz olsun. Több

1. RÜZGÂR ÇANLARI
3. KADER BEKÇİSİ
4. DÜĞÜMLERİ ATAN ELLER
5. RÜYALARDA BURUŞMAK
6. EĞLENCE ARAYIŞLARI
7. ÜÇ SHOT VE KIRIK ŞİŞE
8. ZAMANIN ÖNCÜSÜ
9. PETER PAN
10. BİR MASALIN İÇİNDEYMİŞ GİBİ

2. DEĞİŞEN SINIRLAR

349 42 17
endlesseher által

#5 Seconds of Summer- Youngblood


KENDİME NOT:
Bazen kurtulmanın tek yolu kendini suya bırakmaktır.

¤

Hayat, kulaklıklarımı taktığımda yok sayabileceğim kadar acınası bir zaman akışıydı.

Kulaklıklarım, kaderimin boynuna taktığım tasmaydı. İstediğim zaman müziği başlatır ve diğer kalan her şeyi bulutların üstünden izlerdim.

Ama bu sefer bulutların üstüne oturmuş, yüzündeki piç gülümsemeyle beni seyreden kaderimdi.

Başıma ilk defa böyle bir şey geliyordu!

Şok içindeydim.

İçimden hayır diyordum ısrarla. Rüyadasın, çok gerçekçi bir rüyadasın yoksa gerçekten onu öpmedin. Bu kız da kâbuslarından fırlayan bir canavar. Sana bakanlar bir yansıma. Hayır Mira, sakın bayılma.

"Sana diyorum, kimsin sen?!"

Kız bağırmaya devam edince beni gerçekten görüyorlar mı diye etrafıma bakındım. Hay lanet, herkesin gözü üzerimdeydi! Bakışlarımı kızın yüzüne çevirdiğimde konuşmak için dudaklarımı araladım ama dehşet içerisinde olduğumdan olsa gerek, tek bir kelime söyleyemedim.

Yüzü iyice kızaran kız burnundan sert bir nefes verip "Koray," diyerek ona baktı. "Bu kız kim?"

Gözlerim istemsizce ona döndü. Bakışları hâlâ üzerimdeydi ve yüzünde ad koyamacağım bir ifade vardı. Dudağının ucuyla sırıtmayı bir an olsun bırakmamıştı, ellerini cebine koymuştu ve yanında tepinen kıza rağmen gayet rahattı.

Şak diye öpülmüş birine göre fazla rahat.

"Koray sana diyorum!"

Kız bir ona bir bana bakıp dişlerini sıktı. Burnundan solur bir haldeydi. İçten içe rahatsız olmadım değildi ama gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum. Bildiğin kazık gibi olduğum yere çakılmıştım.

Dudaklarımı birbirine bastırdığımda o, yani duyduğum kadarıyla Koray gözlerini devirerek yanındaki kıza baktı. İnsanlar yavaş yavaş kendi işine dönmeye başlamıştı.

"Sevgili olmadığımızı anlıma yazacağım artık Pelin. Beni rahat bırak."

Pekâlâ!

Yavaşça bir adım geri gittim. Acilen burdan tüymeliydim zira olaylar daha fazla garipleşmeden burayı terk etmek istiyordum. Hazır kimsenin dikkati üzerimde değilken bir adım daha geri gittim, insanlar kendi haline çoktan dönmüştü, Pelin denen kız konuşamya devam ediyordu ve Koray bıkkınca onu dinliyordu.

Geri geri giderken yutkundum. Onu gerçekten öpmüştüm. Daha da önemlisi o gerçekti. Rüyalardan ibaret değildi ve ben onu bulmuştum. Şimdi arkama bakmadan kaçmak, bir şeyleri sorgulamamak saçma geliyordu ama içine düştüğüm durum öylesine rahatsız ediciydi ki tüm bunları sonra düşünüp kafayı yemeyi yeğlerdim.

Attığım son geri adımda arkamı dönmek için hamle yaptım ve o sırada Koray, konuşan Pelin'den bakışlarını ayırıp bana baktı. Gözlerim irileşti ve sadece üç saniye içerisinde arkamı dönüp koşmaya başladım. İnsanlara çarparak küfürlerin hedefi olmayı aldırmadan çıkışa kadar koştum ve kapının önüne geldiğimde kendimi hızla dışarı attım.

Elim ayağım birbirine dolanmış bir şekilde saçlarımı geri atıp kapıya baktım. Mor neon ışıklar gözümü alıyordu.

"Allah belanı versin Mira," dedi birden.

Her zaman aptal şeyler yapardım ama bu... Lanet olsun ben bunu nasıl unutacaktım!

Daha fazla orda durmayıp arkamı dönerek yürümeye başladım. Kalbim küt küt atmaya devam ediyordu, kafam allak bullaktı ve içimde kendime karşı büyüyen bir öfke vardı. Böyle bir şeyi nasıl yapmıştım? Parmaklarım benden bağımsız bir şekilde dudaklarımın üstüne gitti ve gözlerimi kapayıp açtığım sırada dışardan işitilen müzik sesi bir an yükselip tekrar normale dönünce adımlarım bıçak gibi kesildi.

Keşke, kulaklıklarım yanımda olsaydı. O zaman kendini bir şey sanan kaderime gününü gösterebilirdim.

Arkama bakmadan koşarak uzaklaşmak ve aynı zamanda bu gecenin ırmağına kendimi bırakıp ona dönmek istedim.

Adım sesleri hemen arkamda durduğunda yavaşça yutkundum; o ırmağa kendimi çoktan bıraktığımı ve kulaç bile atmadan suyun beni götürdüğü yere kendimi teslim ettiğimi biliyordum.

Hissediyordum.

Elimi dudaklarımdan indirdim ve arkamı dönerek ona baktım. Hasat zamanı gelmiş başak tarlalarını andıran gözleri gülümsüyordu, sokak lambalarının ışığı altın sarısı saçlarına düşmüştü ve aramızdaki boy farkını, ona bu şekilde sessizce bakarken daha iyi kavramıştım.

O, tıpkı rüyalarımdaki gibiydi. Eşsiz bir auraya sahip, sıradan bir yüzün sahibi.

"Seni tanıyor muyum?" dedi gözlerini hafifçe kısarak. Sesi kadife gibi yumuşak ama erkeksiydi. Tıpkı keskin yüz hatlarına rağmen bebeksi duran suratı gibi.

"Tanışmadığımıza eminim," diye mırıldandım bilinçsiz bir şekilde.

Ah, hayatımdaki en garip ve rezil anım bu olsa gerekti. Sapık gibi rüyalarımda sürekli aynı adamı görmüş, onu bulduğum ilk anda da öpmüştüm. Benden hesap sorsa ne cevap verecektim?

Sert bir tepki bekliyordum ama dudakları yanaklarına doğru iyice çekildiğinde gerginliğim biraz olsun azaldı.

"Tanımadığın herkesi böyle öpüyor musun?" diye sorduğunda kulaklarımın yandığını hissettim.

"Bak, ne desen haklısın." Ellerimi kaldırıp söyleyecek bir şeyler aradım. "Gerçekten çok ama çok özür dilerim, ben birine benzettim seni ve bir an ne yaptığımı düşünemedim. Yoksa sapık falan değilim. Zaten bundan sonra karşına çıkmayacağımdan emin olabilirsin."

Gizemli bir ifadeyle gözlerime baktı. "Ben ondan o kadar emin değilim."

Bende.

Duraksadığımda gülerek "Tanışmadığımıza emin misin?" diye sordu. Bekledi ve bakışlarındaki gariplikle beni süzdü. "Sanki," diye mırıldandı. "Daha önce karşılaşmış ama birbirimizi umursamadan, hatta göz göze bile gelmeden yan yana geçip gitmiş gibiyiz."

Ellerim tekrar iki yanıma düştü.

"Dediğin gibi olduysa bile bu tanıştığımız anlamına gelmez." Yaşadığım şey neydi? O karşımdaydı, gözlerime bakıyordu, benimle konuşuyordu. Karnım kasıldı. Bu an hemen bitmeliydi, kendimi iyi hissetmiyordum.

"Her neyse," diyerek başımı belli belirsiz iki yana salladım. "Tekrar özür dilerim."

"Boşver özürü şimdi. Tanışalım."

"Ne?"

"Tanıştığımız anlamına gelmez dedin." Gözlerine bakakaldığımda beklemeden elini uzattı. "O zaman tanışalım. Ben Koray."

Çok hızlıydı. Çok, çok fazla hızlı.

Her şey çok hızlıydı.

Dünya neden bu kadar hızlı dönüyordu?

Yutkunamadım.

Nefesimi kesen bir tuhaflık. Hissettiğim buydu ama bunun bana ne hissettirdiğini düşünmedim. Onu bulmuştum.

Uzattığı elini tuttum. "Mira."

"Pekâlâ Mira." Tekrar gülümsedi, elimi bırakmamıştı. Tutuşu, yüksek bir yerden aşağı bakıyormuşum gibi güvensiz ama hoş hissettirmişti.

"Beni neden öptüğünü söyleyecek misin? Yanlış anlama, tarzın hoşuma gitti. Benimki sadece merak." Sesinde anlam veremediğim bir sorgu vardı ama alay da geçiyordu.

Elimi geri çektim. Utanmam gerekiyordu ama içimde ağır basan bilinmezlik beni sadece sessizce ona bakmaya itti; neden hâlâ burada olduğumu bilmiyordum.

"Söylesem de inanmazsın." Gözlerimi kapayıp açtım. Daha fazla yapacak bir şey yoktu. Tekrar dudaklarına yapışamazdım ya.

Derin bir nefes verdim, sıkıntılıydı. "Gitsem iyi olacak," dedim ve imayla devam ettim. "Sevgilinle aranda daha fazla sorun olmak istemem."

Bir adım geri gidecek olduğumda "Öncelikle," diyerek beni durdurdu, bunu istemiştim. Gözlerini devirdi. "O kız sevgilim değil." Ardından bekledi ve hızlı bir şekilde alt dudağını yaladı. "Ve benim de söyleyince inanmayacağına emin olduğum bir şey var."

Ürperdim. "Neyden bahsediyorsun?"

"Bak, bir tuhaflık olduğunun farkındasın," dedi lafı hiç uzatmadan ve gözlerimi bir süre izledikten sonra ekledi: "Rüyaların Mira... Onlarla ilgili tuhaf olan bir şey var mı?"

İçim çekildi.

Biliyordu, o da farkındaydı. Kaşlarım yavaşça çatıldı.

"Bana ne yaptın?" diye sordum birden, korkmaya başlamıştım. "Büyü olaylarına inanmam ama bir şey var," Bu sefer ondan bir adım geri gittim. "Ne yaptın bana?"

Olduğu yerde durmaya devam ederken omuzlarını kaldırıp indirdi.

"Ben değil, o yaptı."

"O kim?"

"Bende tanımıyorum. Seni ona götürürsem karşımıza çıkacağını söyledi."

Kaşlarım daha fazla çatıldı, kalbim korkuyla kasıldı. "Kimden bahsediyorsun?"

Derin bir nefes alıp verdikten sonra "Bak," diye konuştu. "Aylardır garip rüyalar görüyorum."

Ah şu rüyalar.

"Rüyamda yaşlı bir kadın sürekli 'Onu bul ve bana getir' deyip durdu. Önce aldırmadım ama sürekli aynı şey olmaya devam edince rüyalarımda bizi çağırdığı yeri gerçek hayatta buldum, ama gittiğimde kimse yoktu. Bana sürekli 'Onu bul' dedi."

Duraksadı, gözlerime bakarken tekrar gülümsedi. O gülümseme içine düştüğümüz tuhaflığa rağmen aşırı normaldi.

"Buldum."

Anlamıyordum. Anlam veremiyordum. Neler oluyordu?

"Seni ona götüreceğim," dedi ve bir anda ona alık alık bakmamı umursamadan elimden tutup beni yolda ilerletmeye başladı.

Şaşkınlıkla gözlerim irileştiğinde ayaklarımı yerde sürüyerek durmasını sağladım. "Seni tanımıyorum," deyip elimi elinden çektim ve bana dönünce gözlerine baktım. "Söylediklerine inanıp seninle hiçbir yere gelemem."

"Az önce tanıştığımızı sanıyordum. Ama olsun, tekrarlayalım." Ellerini omuzlarıma koyup beni kendine çekti. "Adım Koray," dedi üstten üstten gözlerime bakarak. Gözleri güneş rengiydi; parlak ve yakıcı. "Koray Günebakan. Bu kadarı yetmez diyorsan ikinci bir öpücüğe hayır demem."

Ters ters suratına baktıktan sonra bir elimi kullanarak omuzlarımdaki ellerini aşağı indirdim. "Sana nasıl güveneceğim?" diye sordum; kendimi bıraktığım o ırmakta öylesine hızlı ilerliyordum ki, adrenalin ilk defa böylesine korkunçtu.

"Bana güvenip güvenmemen umurumda değil," dedi omuzunu sallayarak, gözlerime sevimli bir gülümsemeyle bakıyordu ama o bile güvensiz hissettirdi. Yine de güzeldi. "Sonuçta sırf aynı yolu paylaşıyorsun diye birilerine güvenmen gerekmez. Sadece boşver ve önündeki yolu yürümeye bak."

Hız ve yükseklik. Ağacın tepesine çıktığında dizlerinde oluşan titreme, hız treni en yükseğe ulaştığında içinin çekilmesi ve kendini bir kayalıktan aşağı suya atarken hissedilen kalp çarpıntısı. Hissettiklerim bunlardı, bana bunları hissettiriyordu. Hızlıydı, anlar kadar yüksekti.

Başımı iki yana salladım. Kafam karmakarışıktı. Kulaklıklarımı takıp hüzünlü müzikler dinleyerek kendimi zorla ağlatma psikopatlığını yapmak istiyordum.

"Tüm bunlar çok tuhaf ve sen acelecisin." Sesim, kördüğüm olmuş bir ipti. "Her şeyi boşverdim daha beş dakika önce tanıştık. Hiçbir şeyi sorgulamıyor musun?"

"Ya sen? Hep bu kadar fazla mı konuşuyorsun?" Kaşlarımı çattığımda gülerek gözlerini devirdi. "Sorgulayacak hiçbir şey yok. Yapmam gerekeni biliyorum. Ayrıca o yaşlı kadın artk rüyalarımdan çıkmalı, ondan önce her şey çok daha güzeldi."

Sertçe yutkunduktan sonra istemsiz tekrara düştüm. "Daha beş dakika önce tanıştık."

Bir şeyler yanlıştı.

Bu kadar hızlı ve yüksek olması... Yasaktı.

"Biliyorum. Bende oradaydım. Beni öptün."

Dayanamadım. "Şunu söylemeyi keser misin?!"

"Yalan mı?" Bu sefer gözlerim irileşti. Daha çok güldü ve ikinci kez elimi tutup beni çekiştirmeye başladı. Ardından kendi kendine mırıldandı: "Ne güzel, bulmam gereken balık gibi bakan bir kızmış."

Bir şeyler gerçekten yanlıştı. Hayır, hiçbir tanışma hikâyesi bu şekilde başlamamıştı. İzlediğim onlarca romantik komedi filmi nerede kalmıştı? Aksiyon, gizem, gerilim? Annem doğru söylüyordu, hepsi tam anlamıyla bir palavraydı!

Koray'ın arkasından yürürken tuttuğu elime baktım şaşkın bir şekilde.

Ben ne yapıyordum?

Elimi sert olmadan elinden çekip aldım, adımlarım yeniden duraksadı. Koray bu sefer sıkıntılı bir nefes aldı ve bana döndüğünde yanakları havayla dolmuş bir şekilde gözlerime bakıyordu.

Bakışlarım yüzünde dolandı. "Balon balığına benziyorsun."

Yanakları indi ve yeniden, hatta dişlerini göstererek gülümsedi. Ne kadar da çok gülüyordu.

Derin bir nefes aldım. "Adın Koray. Beş dakika önce tanıştık ve ortada anlam veremediğimiz bir gariplik dönüyor. Beni, rüyalarında gördüğün ama gerçekliğinden emin olmadığın bir kadının yanına götürmek istiyorsun."

"Aynı şey sana da olmuyor muydu?" Çok hızlı cevap veriyordu. Her hareketi o kadar hızlıydı ki bir an başımın döndüğünü hissettim.

"Ne olmuyor muydu?"

"Şu kadın," deyip kaşlarını çatar gibi oldu. "Sakın bana rüyalarına girmediğini söyleme."

"Benim rüyalarıma giren o değildi."

"Harika," deyip gözlerini birkez daha devirdi. "Yoksa bir de yaşlı dedimiz mi var?"

"Yaşlı bir dedeye benzemiyorsun."

Duraksadı. "Ne?"

Yanaklarımı havayla doldurduktan sonra elimle saçlarımı tarayarak arkaya attım. "Ben rüyalarımda sürekli seni görüyordum."

Neredeyse çatılı olan kaşları gevşedi, ilk defa düşündüğünde şahit oldum ve "Bir dakika," dedikten sonra eliyle arkamızda kalan barı işaret etti. "Sen az önce..."

Ah! Dikkatini çeken konu çok yanlıştı! Oysaki ben tamamen başka bir şey anlatmaya çalışmıştım.

Koray bakışlarımdan düşüncesini doğruladığında resmen kahkaha attı. Büyük bir kahkaha. Ellerini birbirine vurdu.

"Kendini rüyada sanıyordun, değil mi?!" dedi kahkahasının arasında.

"Komik mi?" derken gerçekten sinirlenmiştim.

Beni takmadan eliyle tekrar barı gösterdi. Gülmesi bir an olsun kesilmemişti. "Gerçek hayatta bunu yapan rüyalarda neler yapmaz. Doğru söyle, beni bir odaya hapsettin ve gidip gelip öpüyür musun? Tanrım, bende neden her sabah ter içinde uyanıyorum diyordum."

Kendimi tutamadım ve bir anda uzanıp omzuna vurdum. "Şu konuyu kapat yoksa..."

"Yoksa ne, beni öper misin?"

Dehşet içerisindeki ifademe bakıp tekrar kahkaha attı.

"Koray!"

Adı, bir anda dudaklarımdan çıkmıştı. Hazırlıklı değildim ama yabancı hissettirmemişti. Sanki balkon mermerine oturmuş ve aşağı bakıyordum. Biri beni itse düşerdim ama bu düşünce olmadıkça, yüksekte güvendeydim.

Gözlerine bakarken sertçe yutkundum.

İkimizde durarak birbirimize baktık.

"Tamam mı?" diye sordu Koray sakin bir şekilde. "Sorgun bitti mi? Artık ne zaman tanışmış olduğumuzu unutacak mısın?"

O an anladım neden böyle davrandığını. Bir şekilde samimiyet yaratmaya çalışmıştı ama bu gerçekten çok, çok tuhaftı.

Rüyalarım bile o kadar garip değildi.

Durdum ve düşündüm. Gerçekten neyi sorguluyordum? Onu bulmuştum işte, gerçekti. Hem, gerçekten neden o rüyaları gördüğümü merak ediyordum. Her zamanki gibi bir tanışma hikâyesi yaşamamış olmamız ve Koray'ın cidden tuhaf davranması neyi engellemeliydi?

Kendimi o ırmağa bırakmıştım ama çırpınıyordum.

Ne anlamı vardı ki?

Yaşa ve gör Mira. Sadece yaşa. Düşünme. Anları kaçırma; her anın koca bir yaşam öyküsü kadar özel olsun.

Gülümsedim. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi "Eğer beni götürdüğün yerde," diye konuştum. "Yaşlı bir kadın bulamazsak rüyalarıma izinsizce girdiğin için suçlu olacaksın."

O da gülümsedi. Yan yana yürümeye başladığımızda arka cebimde çalan telefonu alıp ekrana baktım. Gülşah arıyordu. Telefonu sessize aldıktan sonra tekrar cebime koydum. Bu, beni buralara getirmenin cezasıydı ama daha sonra Koray'ı bulmama sebep olduğu için ona içecek ısmarlayacaktım.

"Eğer bir suçluysam," dedi Koray yan yana yürümeye devam ederken. Kollarımız arada birbirine değiyordu ama artık elleri ceplerindeydi. "Suç ortağım olur muydun?"

Önüme sunduğu şıkları eleyip "Suçunu ihbar eden şu gıcık insan olmak eğlenceli gözüküyor," dedim ve sırıtarak ona baktım.

Gözleri yüzüme değdikten sonra gülerek başını iki yana salladı. "Ya işleyeceğimiz suç her şeyden daha eğlenceli olursa?"

"Eğlence severim ama fazlası... Bilmiyorum. Bazı suçlar sınırları aşar. Çizdiğim sınırları seviyorum."

"Sınırlar mı?" Yüzünü buruşturdu. "Dünyada bundan daha saçma bir şey yok."

"Niye ki?" İstinye sokaklarından sahil yoluna saptık. Telefonum cebimde sürekli titriyordu ama aldırmadım. "Sınırlarını kendin çizdiğin sürece seni sıkmaz ve güvende tutarlar."

"Kalsın," dedi Koray bana yandan bir bakış atarak. "Güvensiz hissettiren sonsuz özgürlüğü hiçbir şeye değişmem."

Birkaç saniye yüzüne baktım sessizce. Oldukça genç duran bir surata sahipti. Bir anlık onunla ilgili her şeyi merak ettim.

"Çok garip," diyerek önüme baktım.

"Garip olan ne?"

"İçinde olduğumuz durum ama en çok sen. Ya rüyadaysam?"

"Rüyalarının benim kadar garip ve harika olduğunu sanmıyorum."

Güldüm. Ukala.

"Nerede bu bahsettiğin yaşlı kadın?"

"Sahil yolunda antika eşyalar satan bir dükkânda kalıyor. Yani en azından rüyalarımda öyleydi. Gidince göreceğiz. Neler olacak ya da neyle karşılaşacağımızı bende bilmiyorum."

Tüm bunları söylerken o kadar rahatta ki... Hayatında hiç gerçekten endişelendiği bir an olmuş muydu diye merak ettim. Ben ne kadar gerginsem o, bir o kadar rahattı ve işin tuhaf tarafı, onun bu hâli içimdeki fırtınalı gökyüzüne güneş açtırmıştı.

Koray'ın söylediği yere çok kısa bir süre sonra vardık. Bordo renklerin hakim olduğu, mum ve tütün kokan; kapısına boncuklu perdelerden asılmış dükkandan içeri girdiğimizde içeride kimseyi göremedik.

"Ee?" diye konuştum etrafa bakınırken. "Nerede bu yaşlı kadın?"

"Şurada bir kestireyim, gelir belki."

Koray'ın ciddiyetle söylediği şeye içten bir şekilde güldüm. Dükkan sadece satış için ayarlanmış bir yer değildi. Orta kısımda minderler ve duvarlarda tuhaf desenlerde halılar asılıydı. Yerlerde büyük üç beş mum yanıyordu. Sol tarafta kocaman, eski bir kitaplık bulunuyordu. Sağ tarafta ise antika olduğu metrelerce öteden anlaşılan bir sürü eşya raflarla dizilmişti. Buranın bir dükkân olup olmadığından bile şüpheliydim. Çok tuhaf bir yerdi.

"Burada kimse yok." Tam yine bir metre ötemdeki Koray'a bakacaktım ki arkamdaki boncuk perdenin sesi geldi. Kalp atışlarım, dağılan bilyeler gibi kontrolsüz bir şekilde hızlandığında ikimizde hızla arkaya baktık.

Boncuklar sallanıyor ve birbirine vuruyordu.

Sadece rüzgârdı.

Koray'la bakıştık.

"Onu bulmuşsun."

İncecik, belirgin bir aksanla süslenmiş büyülü bir ses. Bilyeler dört bir yana dağıldı, kalbim ritim değiştirdi ve yavaşça, tekrar arkamı döndüğümde nefesim soluk borumda kaldı.

Minderlerin hemen önünde duran yaşlı kadına baktım. Kısa, sarı ve beyaz arasında gidip gelen dalgalı saçları omuzlarının üstünde duruyordu. Üstünde mor, yerleri süpüren bir elbise vardı. Yan yana duran Koray ve bana bakarken dudaklarında anlam veremediğim bir gülümseme oluştu.

"Sonunda," diye fısıldadığını duydum Koray'ın.

Kadın ona baktı, bir süre Koray'ı izledi ardından gözleri gözlerime saplandı."Hoş geldin Moira," dedi yavaşça. Bütün bedenimin uyuştuğunu hissettim.

"Kimsin sen?" diye sordum, sanki bir anda dünya atmosferinden çıkmış bambaşka bir evrene ayak basmıştık.

"Gelin," diyerek geri çekildi ve minderleri gösterdi. "Konuşmamız gereken şeyler var."

Refleks olarak Koray'a baktım. O da bana baktı ve dudaklarını büküp omuz silkerek ileriye doğru adımladı. Onun bu rahatlığına arkasından göz devirip adımlarını takip attım. Yaşlı kadın koyu mavi renkteki, üzerinde anlamsız yazılar ve şekillerin olduğu halının önündeki büyük mindere oturdu. Koray da hemen karşısına yerleşti ve çekinerek bende onun yanına oturdum.

"Ben İzabella." Kadın özellikle gözlerime baktı ve rahatlatmak istercesine gülümsedi. Ama bu daha çok gerilmeme neden oldu. "İrlanda asıllıyım. California'da yaşıyordum ama iki yıl önce sizin için, buraya yerleştim. Türkçe'mi mazur görün."

"Büyücü müsün?" diye atıldım direkt. "Ne yaptın bize?"

Saçmalıyormuşum gibi görünebilirdi ama içinde olduğumuz durumun zaten mantıklı tek bir tarafı yoktu. Bu yüzden ağzıma ne geliyorsa söyleyecektim. Bastırmaya çalışıyordum ama içimde, kafasını kaldırmaya çalışmaya korku damarlarıma karışıyordu.

"Size hiçbir şey yapmadım. Çünkü bende sizdenim Moira. Biz seçilmişleriz."

"Ne saçmalıyorsun?" diye yükselmemle eş zamanlı Koray bir elini dizime koydu ve gözlerine bakmamı sağladı.

"Bırak konuşsun," dedi ve bir şeyleri çözmeye çalıştığını belli eden ifadesiyle kadına baktı.

"Bize benziyorsunuz," diye mırıldandı İzabella gülümseyerek. "Bende tıpkı onun gibiydim." Bana bakıyordu. Kaşlarım çatıldı.

"Neler olduğunu merak ettiğinizi biliyorum." Sesinde koskoca bir mazi vardı. "Açıklaması zor, anlması çok daha zor bir durumun içindeyiz. Beni metin bir şekilde dinlerseniz çok memnun kalırım."

İrlanda aksanına rağmen altarnatif Türkçe kelimeler seçerek konuşması bir an komiğime gitse de şu durumda buna gülme işini sonraya saklayacaktım. Koray elini dizimden çektiğinde derin bir nefes alıp tamamen ona odaklandım.

"Bu eski ama gerçek bir efsane." İzabella ellini kaldırdı ve arkasındaki koyu mavi halının üzerindeki onlarca anlamsız deseni gösterdi. Dikkatli baktığımda yıldızlara benzeyen parlak bir cismin, kadın ve erkek olmak üzere iki insanın üzerine ışık saçtığını fark ettim.

"Morpheus," diye fısıldadı büyülü bir tınıyla. "Rüyaların sahibi ve her seferinde çanları çalan Tanrı. Sizi, beni ve bizden öncekileri seçen, ulu seçilmiş."

Anlamsız gözlerle kirpiklerimi kırpıştırdım. Hadi, nereden kemeralar? Bu eşşek şakası fazla uzun sürmüştü.

"Ulu seçilmiş mi?"

"Her yüz yıl Morpheus rüyalarda bekçilik yapması ve düzeni koruması için üç Takım kurar." İzabella beni umursamadan devam etti. Koray ise sessizliğe gömülmüştü. "Ben yirminci yüz yılın son Moira'sıyım. Yani Kader Bekçi'si. Rüyalardaki kaderi ben belirlerdim ama artık sensin."

Ben? Kader Bekçisi? Bu ne biçim bir şakaydı!

Kaşlarım dehşet içinde çatılmıştı ve dilim, şaşkınlığın ipiyle bağlanmıştı. Şaşkına uğramış bir şekilde bakmaktan başka bir şey yapamadım.

"Sen Leda'sın," diyerek İzabella bu sefer Koray'a baktı. "Zamanın Öncüsü. Rüyalardaki zaman kavramından sorumlusum." Derin bir nefes verdi. "Aslında her şey çok basitti. Ama bu yüz yıl çok korkunç. İnsanlar rüya bile görmez oldu ve çanlar ikiniz içinde aynı anda çalmaya başladı. Bunu düzeltmelisiniz yoksa..."

"Bu kadar yeter!" Daha fazla bu saçmalığı dinlemeyecektim. Eminim ki bizimla kafa buluyordu, bu yerde üşütmüştü.

Hızla oturduğum yerden ayağa kalkıp başımı iki yana salladım ve "Burada ne yapıyorum ki? Bu kadın kafayı yemiş!" dedim bir Koray'a bir de bakışlarını asla üzerimden çekmeyen yaşlı kadına bakarak. Koray ellerini arkaya atıp ağırlığını kollarına vermiş hafif sırıtarak beni izliyordu.

Bir adım geri gittim. "Size birlikte iyi saçmalamalar."

Arkamı döndüğüm gibi o garip dükkândan hızla çıktım. Uyuşan bedenimi hissedebilmek için attığım yedinci adımdan sonra koşmaya başladım. Kulaklıkların yok ama şarkı söyleyebilirsin Mira. Koştum. Koşarken bir şarkı mırıldandım. Ciğerlerim yandı. Saçlarım rüzgâra meydan okudu. Gecenin çöktüğü ama cıvıl cıvıl olan kaldırımlardan sahil şeridine geçip denizin kenarına vardığımda nefes nefese durdum.

Elimi, patlayacakmış gibi atan kalbimin üstüne koyup diğer elimle dizimden destek aldım ve eğildim. Az önce neler olmuştu? O kadın kimdi ve anlattığı saçmalıklar ne anlama geliyordu? Burnumdan sert bir nefes vererek doğruldum. Denize bakıp o tuzlu kokuyu içime çektiğimde yağmur yüklü o bulutları yine hissetmeye başlamıştım.

Durgun bir şekilde hemen arkamdaki banka oturdum. Ayaklarım içe doğru yamuk bir şekilde birbirine bakıyordu. Düşünmemek için beyaz ayakkabılarımı inceledim. Bağcıklarımdan biri acayip kötü duruyordu, diğeri neredeyse açılmak üzereydi. Topuklarımı kaldırıp yeniden zemine bastım.

O sırada aklıma telefonum geldi ve tedirgin bir şekilde alt dudağımı yalayıp arka cebimden telefonumu aldım. Yirmi iki cevapsız arama ve on yedi WhatsApp bildirimi... Saate baktım, neredeyse gece yarısı olacaktı. Gülşah ve annem beni öldürecekti.

Daha fazla meraklanmamaları için Gülşah'ı arayıp telefonumu kulağıma götürdüm. Çok geçmeden açıldı.

"Kızım sen nerdesin?!" diye bağırdı Gülşah kulak zarımı patlatmaya yemin etmiş bir şekilde.

Yüzümü buruşturdum. "Gülşah, lütfen anneme bir şey çaktırmadığını şöyle."

Arkadan Atahan'ın "O mu?" diye konuştuğunu duydum.

"Seni aramış ama açmamışsın! Beni arayınca yanımızda falan diyerek bir şekilde savuşturdum ama seni gebereteceğim. Bir anda nereye kayboldun? Az kalsın çocuklarla polise gidecektik."

Sıkıntıyla nefes vererek bir ayağımı bankın üzerine koyup kolumu bacağıma doladım ve çenemi dizimin üzerine bıraktım.

"İyiyim ben," diye mırıldandım. "Neler olduğunu gelince anlatırım."

"İyi olduğuna emin misin Mira?"

"İyiyim dedim Gülşah. Siz nerdesiniz?"

"Atahan'la sokaklara bakıyorduk. Dinçer bizden farklı yerlere bakmak için yanımızdan ayrıldı."

Bunu onlara yaşattığım için kendime kızdım. "Gülşah hemen Dinçer'i ara. Daha fazla meraklanmasın. Ben direkt eve geçeceğim. Yarın görüşürüz."

Sıkıntıyla ofladı. "Yarın seni çiğ çiğ yiyeceğim."

Güldüm. "Tamama hadi kapat."

Kapattı ve ben telefonu yanıma koyup bakışlarımı tekrardan denize diktim. Hiç şüphesiz hayatımın en garip gecesi, bu geceydi.

"Demek buradaydın."

Duyduğum sesle çenemi dizimden kaldırıp sorgulamadan yanıma oturan Koray'a baktım. Elinde ince bir poşet vardı, içinde ise iki simit.

"Yer misin?" diyerek simitlerden birini bana uzattı.

"Bu saatte?"

"Simit yemenin saati mi olurmuş?" Ona dik dik bakmaya başlayınca "Sen bilirsin," diyerek omzunu salladı ve içinde bir tane simit kalan poşeti ortamıza bırakıp elindeki simiti ısırdı.

Gözlerimi devirdim. "Niye geldin?"

"Cevabını bildiğin soruları sormaya ne meraklısın."

Öyle miydi? Değildi. Neden burada olduğunu gerçekten bilmiyordum.

Koray, yanağında şişlik oluşmasına neden olan lokmasını bitirip yüzüme baktı. "Buradayım çünkü aynı bokluğun içindeyiz."

Bir anda kendimi yine çok huzursuz hissettim. Çenemi tekrar dizime koydum ve iki kolumla bacağıma sıkı sıkı sarılırken "Sence neler oluyor?" diye sordum arada kalmışlığımı belli eden bir şekilde.

Simitten bir ısırık daha aldı ve "İki seçenek var," diye konuştu ağzı dolu olduğu için boğuk bir sesle. Lokmasını yuttu ve gözlerini küçülttü.

"İlki, kadın bir bunak ve bizimle taşşak geçiyor."

Manidar bir ifadeyle "İkincisi peki? dedim.

"İkincisi, anlattığı her şey doğru ve biz sıçtık."

"Siktir git," diye homurdandım bir anda kendimi tutamayıp. "Anlattığı her şey deli saçmasıydı."

"Fantastik güçlerimizin olduğunu akıllıca bir şekilde anlatamazdı zaten."

Ona şok içinde baktım. "Bakıyorum da hemen kabullenmişsin."

Sırıttı ve ağzındaki lokmayı yutup "Çok havalı değil mi ama?" diye konuştu. "Pezevenk Edward, artık benden hiçbir üstünlüğün kalmadı."

Daha fazla şoka girdim. "Ne?"

"Vampirim ayağıyla ilk aşklarımdan Bella'yı sömürüp duruyordu pezevenk. Şimdi gelsin de kâbusu olayım onun."

"Sen kafayı yemişsin!" dedim ve irileşen gözlerimi tekrar denize diktim. Bu ne biçim bir rahatlıktı? Açıkçası çok ama çok sinir bozucuydu.

"Simit ye," dedi Koray, arkasına yasladığını hissettim. "Öfkeli görünüyorsun."

"Sen manyak mısın?" Dayanamadım ve başımı çevirip tekrar ona baktım. Kaşlarını kaldırdı. "Neler olduğunun farkındasın değil mi?" Elimi alnıma koydum. "Allah'ım yoksa şizofren mi oldum?"

"Bir, şizofrenler kendilerinin farkında olmaz." Ona kötü kötü baktım. "İki, manyak ya da değil ben buyum," dedi ve güldü. "Üç, her şeyin farkındayım Kader Bekçisi. Ama senin gibi davranmam ya da olayları yalanlamam ne işime yarayacak? İnan bana, böylesi daha kolay."

"Bana öyle deme."

Yine ve yine omuz silkti. Yarısına geldiği simiti ısırdığında durup başımı çevirmiş bir şekilde onu izledim.

Hayatımda karşılaştığım en tuhaf insandı. Bir insanın suratı böylesine sıradanken nasıl olurdu da bütün garipliği ruhunda toplayabilirdi? Güneş rengi, her daim parlayan iri gözleri vardı. Burnu sivri ve hafif uzundu. Teni soluk beyazdı. Saçları sapsarıydı ve ön tutamları sağ kaşının üzerine düşmüştü. Pempe dudaklarını sürekli ıslatıyordu. Güzel bir yüzü vardı.

"Nasıl, yakışıklı mıyım?"

Gözlerine odaklandım. Yüzümde hiçbir tepki oluşmadı. Kendimi bulutların üstünden yere çakılmış gibi hissediyordum.

"Şimdi ne olacak?"

Ağzına götürmek üzere olduğu simitini geri indirdi ve güzel bir gülümsemeyle "Kader oyununu oynayacak bizde zevkle eşlik edeceğiz," dedi sanki dünyanın en kolay işi buymuş gibi. "Şimdiye kadar hep yarını düşünmeden yaşadım, yine aynısını yapacağım. Ama sen," Elindeki simiti yanına, bankın üzerine bıraktı ardından ortamızda kalan poşetin içinden dokunulmamış simiti çıkarıp bana uzattı.

Bir ona bir uzattığını simite baktım. "Çizdiğin sınırları değiştirmen gerekecek Mira."

Yapabilir miydim? Yapmalıydım. Kulaklıklarım yoktu ama içimde sürekli şarkı söyleyen o sesi susturdum. Kaderimin boynundaki tasmayı çözdüm.

Uzattığı simiti elinden alırken Koray, inci gibi dişlerini tüm ihtişamıyla sergileyerek gülümsedi.

Bende gülümsedim ve simit elimde arkama yaslandım. "Kaderim beni bulutların üstünden izliyor," diye mırıldandım derin bir nefes verirken.

"Benimki de yanında," dedi Koray.

Simiti ısırdım. Susam tadı damağıma yayıldığında birden anlamsız bir şekilde gülümsedim ve Koray'a baktığımda o gülümseme küçük çaplı bir kahkahaya dönüştü.

"Bizimle oynuyorlar!" dedim gülüşlerimin arasından.

O da güldü ve başını gökyüzüne kaldırdı. Onunla birlikte geceyi koyulaştıran bulutlara baktım.

"Ama kazanan biz olacağız!"

Koray bulutlarla karşı orta parmağını kaldırdığında, belki de hayatımın tüm garipliklerin dönüm noktası bu, diye düşündüm. Kahkahalarımız büyüdü. Simit yedik ve bulutlara karşı orta parmağımızı kaldırdık.

Kulaklıklarımı kopardım, onları bir tasma olmaktan kurtardım ve içinde rüya çanlarını taşıyan müziği her yerde hissettim.

🎶

Koray Günebakan!

Hayat hakkında sadece Mira'nın değil benim de dönüm noktam olacaksın. Sana şimdiden bayılıyorun manyak çocuğum!

Kurguyla, karakterle ilgili düşünceleriniz neler benimle paylaşırsanız çok çok mutlu olurum. Daha her şeyin başındayız ama neler hissettiğinizi aşırı merak ediyorum. Benim içim kıpır kıpır da :)

Lütfen oy vermeyi ve hikâyeyi arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın.

Kocaman sarıldım.

Görüşmez üzere <<<<3333










Olvasás folytatása

You'll Also Like

1.8M 95.2K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
187K 11.7K 13
Ben kötü biri miydim? Yoksa onlar mıydı, kötü olan? Kime ne zararım dokunmuştu benim? Aklımda sürekli bu sorular... Bir hatırlayabilsem... Ölmüş müyd...
17.7K 716 65
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
264K 23.2K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...