UYANIŞ

By Elif_Tepe

70.6K 3.9K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

33

1K 70 37
By Elif_Tepe

"sen öldürdün..." diyerek üstüme gelen Afetin yüzü yavaş yavaş silikleşmeye başladığında gözlerimi araladım. Kendimi karanlık odamda bulmak bekleyeceğim en son işti.

Aylardır yaşadığım her şey bünyemde iz bırakıyordu ve bitmek bilmeyen kabuslar beynimin içini acıtmaya başlamıştı. Saat akşam sekizdi. Yemek zamanı olduğunu anladığımda yatağımdan kalktım ve hırkamı giyip odamdan çıktım.

Tamamen pijama ve terlik partisi yapar gibi yemeğe inmiştim. En son hatırladığım şey deli gibi bağıran ve koşan öğrencilerdi. Yarışmadan hemen sonra da ders bitmiş ve odalarımıza dağılmıştık.

Yemekhaneye indim ve sıraya girdim. Öğretmenlerin masasında onu fark etmiştim. Sanırım bugün belletmenlik sırası ondaydı. Bitmek bilmeyen uzun sıra sabırsızlanmama sebep oluyordu.

Ayakta bekleyecek halim yoktu. Aldığım tepsiyi arkadan gelen birinin eline tutuşturdum ve içecek bölümünden aldığım şeftali suyunu elimde sallayarak boş bir masaya oturdum.

İçeceğin kutusunu açarken kaşlarını çatarak bana bakan Farisin bakışları canımı sıkmıştı. Şeftali suyumu içerken elinde tepsiyle buraya yaklaşan Selimi görmüştüm. Yanıma gelmemesi için başımı çevirsem bile tepsiyi masaya koyup yanıma oturmuştu.

"yemek almadığını gördüm. Belki istersen birlikte yeriz!" geri çekildim ve cevap vermeden meyve suyumdan bir yudum daha aldım. Elimden çektiği şişeyi kafasına dikti. Boş şişeyi önüme bıraktığında yüzüne baktım "ne yapıyorsun sen?"

Sırıttı "diğer senin gibi olanlara yaptığımı... İstersen yemeği boş ver biraz bahçeye çıkalım." sırıtmasına karşılık verdim "neden yemek yemek yerine bahçeye çıkmak istiyorsun otlayacak mısın?"

Yüzü asılmıştı "ama sana şimdiden söyleyeyim yeşilliğin mevsimi geçti!" ayağa kalktı ve elini masaya vurarak üzerime eğildi "sabah yarış boyunca Faris hocanın bizi değil de seni izlediğini görmedim mi sandın?"

Bu imkansızdı. Beni sevmeyen biri beni neden izlesin ki "küçük bir lafı yaymama bakar hayatınızı kaydırmam. Sınavlarda başarısız olan genç kız mezun olmak için evli öğretmenlerle belletmen odasında..."

Lafını tamamlamasına izin vermeden ayağa kalktım ve ensesinden tutarak tepside duran dumanı üstündeki çorbaya kafasını bastırdım. Çığlık atarak "bırak beni manyak!" diye bağırdığında müdire ayağa kalktı "Efsarcığım ne oluyor orada?"

Yüzünü çorbadan çektim ve öğretmenlerin masasına doğru sürükleyerek götürdüm "bakın Zeliş hanım bu zevzek masama gelerek onunla bahçeye çıkmamı teklif etti ben de teklifini uygun bulmadığımda beni bazı iftiralara maruz bırakacağını söyledi..."

Selimi, müdirenin ayaklarının dibine fırlattım "ben de sinirlendim ve yüzünü haşladım." Selime bakarak konuşmuştum "eğer bu okulda bir öğrenci ya da öğretmenin ağzında benimle ilgili bir laf duyarsam -ki asılsız olsun ya da olmasın umrumda değil, o lafı bu densiz çıkarmasa bile ondan bilir ve kendi ellerimle canını alırım."

Müdirenin gözleri ışıltılı bir şekilde parlamıştı "aranızdaki benzerlik inanılmaz derecede ilginç." annemden bahsediyordu anlamıştım. Zeliş hanımın, çocukluğumdaki Masal teyze olduğunu biliyordum.

Eskiden babam kurstan dolayı geç kalacaksa eğer eve, Zeliş hanım gelirdi yanımıza. Birlikte yer içer eğlenirdik. Uyku saatinde istediğim bir masal kitabını açar ve bana okurdu.

Ne zaman uyuyacağımı bilmese bile yılmadan usanmadan bana masal okurdu. Zihnim sanki her şeyi silmiş sadece Ahmet ve ailemin ölümüne odaklanmış gibiydi. Çocukken çok sevdiğim bu kadını bile unutmuştum.

Fakat dediğim gibi çocukken... Yani artık umrumda değildi. Bıkkınlıkla nefes vermiştim "yine beni kime benzetiyorsunuz bilmiyorum ama ben bu işten çok sıkıldım. İnsan insana benzer!"

Elimle Selimi işaret ettim "ayrıca söylediklerimde çok ciddiydim. Okulunuzun gazeteye haber olmasını istemiyorsanız öğrencilerinize sahip çıkın!" Zeliş hanımın gözleri dolmuştu.

"belki de haklısındır Efsar. Basit bir benzerlik sadece çünkü ne olursa olsun seni benzettiğim kişi bu kadar kalpsiz biri değildi." yine yapmıştılar. Bana kalpsiz ve acımasız damgasını vurup öylece atmışlardı bir köşeye.

Başımı salladım "ne kadar acıklı bir an. İnanın çok duygulandım." arkamı dönüp yemekhaneden çıkarken içimde olması gereken ama olmayan o pişmanlık umarım hiçbir zaman gelmezdi.

---------------------------------------------

Sınavlara sayılı günler kalmıştı. Hepsinden de başarılı olacağıma inanıyordum ama sadece inanmakla yetinmeye çalışıyordum.

Ders çalışmaya çalışırken ya uyuya kalmak ya da çalıştıklarımı bir saniyede unutmak şu anlık tek sorunumdu.

Ne yapacağımı bilemez bir halde edebiyat dersinde oturmuş masal dinliyordum. Elinde tuttuğu kitaptan bir şeyler okuyan adama baktım.

Arada bir sorulan sorulardan dolayı başını kaldırıp sınıfa bakıyor ve soruları cevapladıktan sonra tekrar okuduğu metne geri dönüyordu.

Harun elini kaldırdı ve söz hakkı aldı "hocam okuduğunuz metinde adamın, kız için yaptığı fedakarlık çok dikkatimi çekti. Siz olsanız sevdiğiniz kişiden uzak durabilir miydiniz?"

Başını hafifçe aşağı yukarı salladı ve gözlerini Haruna çevirdi "şartlar öyle gerektiriyorsa yapardım." Harun ayağa kalktı "ya şartlar öyle gerektirmiyorsa?"

Derin bir nefes aldı "o zaman sana soralalım Harun! İnsan sevdiğinden uzak durabilir mi hiçbir sebep yokken?" Harun başını salladı "duramaz. Peki sizin önce çok sevip de sonra keşke tanımasaydım dediğiniz biri var mı hocam?"

Acaba bu kısımda söyleyeceklerini üstüme alınmam gerekir miydi? Ondan zamanla nefret ettim, delinin tekiydi, keşke tanımasaydım gibi laflar edebilirdi sonuçta.

"oldu..." dedi yere bakarak ve devam etti "çok sevdiğim biri oldu ama aramızda ne geçerse geçsin, ne yaşarsak yaşayalım onu tanımış olmanın getirdiği baharı unutamam. Ben onu severken mutluydum ve bu mutluluğu nefretle örtüp de yaşadığım güzel anılara ihanet edemem."

"neden bu kadar çok sevdiniz ki?" diyen Mehtap cevap bekliyordu. Faris beyin gözleri parlamıştı "çünkü size saatlerce anlatsam alamayacağınız şeyleri o gözlerime bakarak anlardı!"

Sınıftaki herkes birden alkışlamıştı. Neyin kafasındaydı bu adam? Hem bu lafları kime etmişti... Füsuna mı Semraya mı, Betüle mi bana mı? Bir kere daha öfkelendim ve gülerek sınıfa döndüm "evet arkadaşlar benim de zamanın Lapacının birine canım demişliğim çok oldu ama ben öyle süslü cümleler edemem. Çünkü o günleri yaşadığımı düşünmek bile beni pişman etmeye yetiyor."

Elindeki kitabı masaya bıraktı ve bana döndü "ayağa kalk o halde!" bu kadar yaşanandan sonra onunla eskisi gibi münakaşaya gireceğimi mi düşünüyordu?

Hep kendin kaşındın Efsar hep! Ayağa kalktım ve yüzüne donuk bir bakış attım "nasıl bir şeydi ki bu Lapacı? Yani senin gibi bir gamsızı üzdüğünde göre bayağı kötü olmalı!" parmağımla sıranın üstüne desenler çiziyordum. Bu yaptığım bile onunla yüz yüze gelmekten iyidi ama cevap vermek zorundaydım.

"bana yeni küfürler üretmem için ilham veren biriydi." dediğimde ters bir bakış attı "geçmiş bitmiş gibi konuşuyorsun. Yani artık sevmiyor musun onu?" başımı salladım "sevdam bitti de kavgam bitmiyor benim, ben sanırım kaos seviyorum. Ayrıca önceden de sevdiğimi söylemedim ki!"

"sanırım o senden vazgeçti." sol kaşım istemsizce havalandı "gözü arkada kalmasın ben de ondan vazgeçtim."
Çenesi kasılmıştı "umarım bir kapak olarak tencereni bulursun ne diyeyim." alay edercesine söylediği şeye gülerek karşılık verdim "teveccühünüz. Fakat senelerdir yuvarlanıp beni bulamayan tencerenin de Allah belasını versin!"

Harun tekrar söz hakkı alınca Faris bey ellerini kaldırdı "biraz daha özel soruyu kaldıramam." Harun ayağa kalktı "tamam tamam bu son! Peki önce siz mi ayrıldınız yoksa o mu? Bir de ayrılınca çok üzüldünüz mü?"

Kolunu masaya yasladı "yok yok çok üzülmedim. Sadece ayağımın altından yer, başımın üstünden gök kayıp gitti. Dışımda boşluk içimde hiçlik yokluğuna alışmaya çalışarak zaman geçirdim."

"belki de sorun sizdeydi!" dedim. Amacım bunu söylemek değildi ama birden ağzımdan atmıştım. Durumu düzeltmeye çalıştım "yani nerede gül bitse etrafı hep diken, demiş büyükler. Ha bir de gülü seven dikenine katlanır da demişler."

Sessiz kalmayı tercih etmişti. Meltem başını eline yaslamıştı "sizden ayrılığı dinlemek bile kavuşmak kadar güzel. Bize biraz anlatır mısınız şu kızı?" yüzündeki her çizgi tek tek yumuşamıştı.

"anlatırım! Sesi... Sesi sanki içimde çiçekler açtırırdı. Bütün güzelliğini kaybetmiş şu dünyada ben ona şahit olmuştum. Güldüğü zaman, gül bahçesinde bulurdum kendimi. Her yerim nilüfer ve papatyayla kaplı gibi hissederdim. Elini tutmadım hiç ya da o bana sevgi dolu bakmadı ama onun kitabında vurmak ve bağırmak seni seviyorum demekti. O bana bir adım gelse ben ona bin adım koşardım... "

Yutkundu "elimden tutup nereye sürüklese giderdim. Fakat bir gün bana bir şey oldu ve artık peşinden gitmedim. Bu sefer hikayede iki kişi ölsün dedim. Olmadı... Kalbim yine ona meyletti."

O günden sonra ilk defa yüzüme baksın istedim ama onun başı yerdeydi. Harun cıkladı "ne kadar ayıp! Bu nasıl insan böyle ya? Hiç mi karakteri yok, sizin gibi adam üzülür mü?" kaşlarımı çattım ve Haruna döndüm "neden ayıpladın ki şimdi? Ayıpladığınız her şeyi yapan insanlarsınız! Neyin karakterinden bahsediyorsun?"

Harun şaşırınca Mehtap araya girdi "o kıza ne oldu şimdi?" işte bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum. Şu an burada söyleyeceği en ufak olumlu bir söz onu yaşadığı bu sıkıntılardan çekip çıkarmama sebep olurdu.

"evimde, benimle birlikte!" dediği an başımda bir uyuşma hissettim. Bunca zamandır Betülden mi bahsediyordu? Kısa bir bakış attı yüzüme ve hemen başını yere eğdi. Beni istemiyordu ama gözlerime bakıyordu hâlâ. Nasıl bir acımasızlıktı bu?

---------------------------------------------------

Şeref Çakarhan Malikanesi:

Şeref, ahşap mobilyalarla dolu odada oturmuş camdan dışarıyı izliyordu. Koltuğuna yaslanmış, Farisi tekrar dize getirmenin verdiği mutlulukla kahvesini içiyordu.

Kapı tıklatılınca yüzündeki neşeyi bozmadan "giir." dedi. İçeri giren Betülü görünce ayağa kalktı ve kollarını açtı "ah benim kurtarıcı meleğim... Hoş geldin!" Betül, önce Şerefe sarılıp sonra da karşıdaki koltuğa oturdu.

Şeref "görev nasıl gidiyor?" diye sorduğunda Betül yüzünü buruşturmuştu "kusura bakmayın ama sizin oğlunuz tam bir sümsük! Bir haftadır yapmadığım şey kalmadı ama elime bile dokunmadı!"

Şeref kahvesini bitirdi "aman ha şu kızdan kurtuluncaya kadar Farise bir şey belli etme. Bu evliliğin sahte olduğunu öğrenince ilk işi o katilin kollarına koşmak olur."

Betül yan bir bakış atarak güldü "siz benim kazancımı sağladığınız sürece sizi torun sahibi bile yapabilirim." Şeref elindeki fincanı masaya bıraktı ve ayağa kalktı.

Betülün kolunu sıkıca kavradı "o kızdan kurtulduğumuz zaman oğlumun hayatından çıkacaksın. Ben de sana söz verdiğim gibi istediklerini teslim edeceğim. Fakat o gün geldiğinde oyunun kurallarını bozarsan seni de o kızla birlikte toprağa gömerim."

Betül başını salladı ve ayağa kalktı "ben söz verdiğim gibi Efsar denen kız öldüğünde evliliğin gerçek olmadığını söyleyerek çıkıp gideceğim merak etmeyin Şeref bey!"

Şeref memnuniyetle gülümsedi "şimdi eve dön. O gün gelince Efsarın cesedini Farisin ayaklarının altına fırlatacağım." Şerefin içindeki öfke dinmiyordu.

Oğlunun ona sırt çevirmesi unutacağı türden bir şey değildi ve Farisin canın yakmak istiyordu. Hem oğlunun ona yaptığı şeyin aynısını yapıp Farise ihanet edecekti hem de sevdiği kızı gözlerinin önünde öldürecekti.

Gece gündüz Efsarın ölü bedenini hayal edip o günün gelmesi için can atıyordu.

--------------------------------------------------

Sınavlar önümüzdeki hafta pazartesi başlayacaktı. Bunun için hafta sonu deli gibi ders çalışmak zorundaydım. Bugün cumaydı ve ben eve gitmeyecektim. Mertle yollarımız ayrılmıştı ve daha fazla ona ait bir evde kalmazdım.

Bugün okul çıkışı gidip eşyalarımı toplayacaktım ve buraya geri dönecektim. Zaten sınavlardan sonra okul, tadilat için bir hafta izin verecekti bize. O sırada kendime kalacak bir yer ayarlardım.

Fakat nasıl? Hafta içi okuldan çıkmak yasaktı. Sadece hafta sonu çalıştığım parayla da imkanı yok ev falan kiralayamazdım.

Elinde mikrofonla saçma sapan hareketler yapan müzik öğretmeninin parlak ceketi dikkatimi dağıttı. Büyük bir coşkuyla "ve bilgi yarışmasının kazananı on ikinci sınıfların B grubu! Şimdi yeni bir yarışma var ve cevabını en çok beğendiğimiz bir şanslı öğrencimize ödülümüz var." dedi.

Sıralara tek tek göz attı "ee kim yarışmak ister!" sadece iki kişi gönüllü olmuştu. Pekala o zamana iki kişi de ben seçiyorum "Efsar ve Kaan lütfen sahneye gelin!" hiçbir güç beni oraya çıkaramazdı.

Çocukça işlerle uğraşacak vaktim yoktu "Efsar hadi!" diye seslenen öğretmeni duymuyormuş gibi yaptım. Mikrofon elinde beklerken "ama ödülünüz şu ki eğer kazanırsanız müdiremiz Zeliş hanım sizin istediğiniz herhangi bir şeyi gerçekleştirecek."

Gülümsedim "istediğim her şeyi de yapacak mı?" kısa bir bakış atmıştım müdireye ve sonra ayağa kalkıp sahneye doğru yürümüştüm. Önümü kesen komisere baktım "Efsarcığım!" dediği an içimi bir korku kaplamıştı.

Faris bey kalabalığın içinden ayrılıp bize doğru yürürken ben sadece komisere bakmakla yetinmiştim "efendim siz kendinize bir başka yarışmacı bulun. Efsar benimle gelmek zorunda."

Tekrar olmazdı, tekrar aynı acıları yaşayamazdım. Üstelik bu sefer hiçbir şey de yapmamıştım "nereye götüreceksiniz?" diye soran Faris beye baktım ve hemen önüme döndüm "Efsarla küçük bir işim var!"

Faris bey elinde tuttuğu ceketi giyindi "tamam ben de geliyorum o halde!" birlikte yarışmanın yapıldığı salondan çıktık ve öğretmenler odasına doğru yürüdük. Oysa ben okulun dışına çıkacağımızı düşünmüştüm.

Odada kimse yoktu. İçeri girince adam kapıyı kapatmış ve masaya oturmamızı işaret etmişti. Geldi ve karşımıza oturdu "seni çok iyi gördüm Efsar!" zorla gülümsedim "evet iyim." sol kaşı havaya kalktı "bu kadar çabuk iyileşmen gerçekten çok güzel. Fakat buraya seni ziyarete gelmedim. Beni buraya Mert gönderdi."

Mertin ismini duyduğum zaman sebepsizce mutlu olmuştum "neden?" diye sordum. Ellerini masaya koydu "Mertle birlikte araştırdığımız bir dosya var ölüm sebebi zatürree olarak görülen kadının eşi karım cinayete kurban gitti diye merkezi bastı. Bayağı da mertebe sahibi bir adam olduğu için bizden daha kıdemli olan kişiler bu işi araştırmamızı istedi fakat gel gör ki elden bir şey gelmiyor."

"ee ben ne yapayım o zaman? Cinayeti mi üstleneyim?" kaşları havalandı "hayır... Çünkü ben senden başka bir yardım isteyeceğim. Mert bu tür konularda bilgi sahibi olduğunu söyledi fakat seninle kendi konuşmak istemeyince ben geldim. Gerçekten zor bir durumdayız ve Merte güveniyorum boş konuşmaz."

Adamın kurduğu o kadar cümle içinde sadece Mertin benimle konuşmak istemediği kısım dikkatimi çekmişti "neden size yardım edeyim ki? Benim kazancım ne?"

"Mert senin arkadaşın ve eğer bu işi halledemezsek o işsiz kalacak! Bu yeterli değil mi?" omuz silktim "umrumda olduğunu mu sanıyorsunuz?" yüzüme baktı ve derin bir nefes aldı "tamam o zaman sadece fikir yürüt... Söz başka bir şey istemem. Eğer Mert sana güvendiyse bir bildiği vardır."

"tabii ki! Benim mükemmel zekam dururken kime güvenecekti başka!" adam gözlerini devirmişti "tamam hadi düşün. Sen katil olsan tamamen doğal bir ölüm gibi gözükmesi için ne yapardın?"

"ben kurbanımı zehirle öldürürdüm!" birden garip bir ses çıkardı "aa Efsar şimdiden kaybettin bile. Zehir kanda tespit edildi ve yakalandın." kaşlarımı çattım "önce bir tamamını dinleyin. Biraz bilimden faydalanmak iyi olur. Kene otu bitkisinin tohumlarından elde edilen Risin zehri kişinin kanında tespit edilmeyen bir zehirdir."

"güzel bir yol fakat gel gör ki ani ve sebepsiz ölüm polisin dikkatini çeker." gülümsedim "kaza süsü verilmeye çalışılmadığı sürece çekmez." kaşları havalandı "nasıl yani?"

Risin zehri günümüze kadar çoğu suikastçinin vazgeçilmez silahıydı "bu tohumları çiğnemeden yemek insana zarar vermezken, bunları çiğnemek insanın ölümüne neden oluyor." gözleri kısılmıştı "yani kurbanına bir yiyecekle birlikte bu tohumlardan yedirirsen..." başımı salladım "aynen öyle!"

Faris bey lafa girmişti "iyi de o zaman da otopsi sırasında midede rastlanan tohumlar işi açığa çıkarır." cıkladım "o kadar kolay olmaz. Komiser bey, siz kadın zatürreeden öldü demiştiniz değil mi?" komiser başını salladı "evet öyle dedim." sırıttım "gerçekten sizi kandırmak çok kolay!"

Sinirlenmişti fakat aldırmadan devam ettim "Risin vücuda dağıldığı zaman ilk belirtileri kusma, yüksek ateş, ilerleyen safhalara doğru ise kanlı kusma gerçekleşiyor ve kurban ölüyor. Bu iş yirmi dört saat içinde gerçekleşiyor."

"yani ani bir ölüm değil. Yavaş yavaş gerçekleşen bir ölüm." Faris beye doğru baktım "aynen öyle!" kollarımı birleştirdim "zatürree belirtileri ne? Kusma, yüksek ateş ve ciğerler iltihap aldıkça da kanlı kusma. Kadının ölüm teşhisi tamamen doğal bir hastalık olan zatürree olunca da otopsiye gerek duymadılar. Peki kadın defnedildi mi?"

Komiser bey tekrar başını salladı "evet iki gün önce. Fakat eşi dün sabah geldi merkeze! Şüpehelendiği birileri ve bir şeyler varmış" bu iş düşündüğümden daha karışıktı "mezarı açtırarak henüz çürümemiş olan cesede otopsi yaptırmayı deneyin. Sonuçta insanlar milattan önce yaşamış canlıların bile diş ve kemiklerine bakarak ne yiyip içtiklerini ya da nasıl öldüklerini anlıyorlar. Eğer dediğim gibi Risin zehri kullanılmışsa  midesinde ya da dişlerinde muhakkak kalıntı bulunur."

"sen bunları nereden biliyorsun ve nasıl anında fikir yürüttün? Ben bile böyle bir zehrin varlığından haberdar değilim." onayladım "evet haberdar olmamanız çok normal çünkü polislerin böyle şeylerle işi olmaz. Risin genellikle suikastçilerin bildiği ve tercih ettiği bir zehirdir."

Kaşlarını çattı "doğru ya unutmuşum! Senin dosya bayağı bir kabarıktı." ayağa kalktım "rica ederim her zaman!" ayağa kalktı "Mertin neden ısrarla seninle konuşmam gerektiğini söylemesini anladım şimdi."

Övgü almaya bayılıyordum. Elini uzattı "iyi işti Efsar! Umarım olaylar senin söylediğin gibi gelişmiştir." elini sıktım ve tokalaştık "belki bir gün tekrar görüşürüz." Faris bey bir bana bir komisere bakıyordu.

"ben artık gideyim. Bu arada eğer tahminin doğruysa sana küçük bir miktar ödül vereceğim." diyerek öğretmenler odasından ayrılmıştı.

Faris bana döndü ve yüzümü incelemeye başladı "tahmin ettiğimden daha tehlikelisin!" demişti. Kaşlarımı çattım ve ayağa kalktım "merak etme az önce anlattıklarımı karının üstünde denemem. Zaten daha güzel planlarım var!" demiştim şakayla. Belki amacım arayı biraz yumuşatmaktı. Sonuçta sınav söz konusuydu ve o da bir öğretmendi.

"geçen sefer öldürmene izin vermedim! Yine vermem Efsar. Artık uzak dur bizden!" gülümsedim ve bir adım yaklaştım "onu gerçekten öldürecek olsaydım senin ruhun bile duymazdı."

"kendine gel artık Efsar. Ben Betüle bir şans verdim ve senin yerine çoktan o geçti bile!"

"asıl sen kendine gel! Kimse ben olamaz!"

"kimse sen olamaz değil. Bu zamana kadar ben kimseye sen olma fırsatı vermedim. Fakat Betüle bir şans vermeye karar verdim ve sanırım ona alıştım."

"neden?" diye fısıldadım sessizce. Gözleri dolmuştu yine "ilk başta bu işi senin için yapmıştım fakat sonra onda beni çeken bir şeyler sezdim. Sesi..." dedi ve duraksadı sonra yaklaştı ve derin bir nefes aldı "kokusu..." gözlerime baktı "gözleri..." eli saçlarıma gitti fakat havada kaldı "saçları..."

Gözünden yaş damlamıştı "Efsar önceden sen bana dünya güzeli gelirdin ama o sanki senden bile güzelmiş gibi. Ailemdeki herkes onu çok beğeniyor üstelik."

Omzuna yumruk attım "senin sülalen benim gibi güzel bir kız görmüş mü acaba hayatında? Görmemiş ki o kadına bayılıyor." geriye doğru sarsıldı ve hemen toparlandı.

"keşke hiç bilmeseydin Efsar... Seni artık sevmediğimi ve senden sadece korktuğumu bilmeseydin. Evet ben korkuyorum senden!"

Ağzım açık kalmıştı "neden?" başını salladı "annemi ve babamı ne zaman öldürecek acaba diye düşünmekten yoruldum. Evden çıkarken sürekli Betülü tek bırakmak istememekten yoruldum... Ve korkuyorum. Eğer bir gün çocuğum olursa onu da öldürürsün diye korkuyorum."

Bu bana yaşattığı ikinci darbeydi "her şeyi geçtim... Hiçbir suçu olmayan masum bir çocuğu nasıl öldüreceğimi düşünürsünüz? Ben çocuklara zarar verir miyim?"

Son darbeyi vurmak ister gibi baktı "vermedin mi? Kardeşini ölüme terk eden, Azrailiyle baş başa bırakan sen değil miydin?" düşmek isteyen bedenimi engellemek için sandalyeye tutundum. Gözlerimi sıkıca kapattım ve gücümü toplayıp doğruldum.

"bir zamanlar seni sahip olduğu en güzel şey olarak gören kalbimi kırma!" beni dağıtmak istemişti ve nereden vuracağını çok iyi biliyordu.

"beni artık o gönül ilgilendirmiyor." kitlenir ya sözcükler dilinde. Konuşmak istesen de sesin çıkmaz. Zorla çıkarmak istersin canın yanar hah işte... İşte öyle bir sızı vardı göğsümde.

Tiksinircesine konuştum "eskiden size hayranlık duyardım. Anlayışınız, yardımseverliğiniz, sevginiz, merhametiniz beni hayranlığa iterdi. Şimdi sadece nefret ediyorum sizden!"

Başını salladı "işin o kısmı da beni ilgilendirmiyor." öfkemi çıkarmak için karnına tekme atmıştım. Yere düştüğünde inleyerek bana döndü "nasıl da kirlenmiş kalbiniz! Bir de sorsanız insansınız."

İnsan kavramını kirleten bu Lapacı yaratıklar yüzünden ben insanları sevmiyordum. Oradan ayrılarak yatakhaneye doğru koşuyordum.

Belki kendimi tutmam gerekirdi fakat kimse sanıldığı kadar dayanıklı ve sabırlı değildir. Herkes bir gün muhakkak kırılır ve incinirdi.

Yatakhaneye gidince odama çıkıp üstümü değiştim. Siyah deri ceketimi ve sırt çantamı da alıp odadan çıktım. Merdivenlerden çıkan Farisi görünce yangın merdivenine yöneldim.

Yangın merdiveninden bahçeye bahçeden de okulun dışına çıkınca hızla uzaklaştım. Nereye gittiğini bilmeyen bedenimi durdurmak imkansızdı. Yine ve yine buraya gelmiştim.

Her şeyin başladığı bu yere gelmiştim yine! Fakat ne zaman gelirsem geleyim asla bir adım fazla atmaya cesaretim olmayacaktı. Yanan evin karşısında oturdum ve baştan aşağı inceledim.

Konuşmaya cesaretim yoktu. Annem böyle bir insan olduğumu görse kızardı bana. Babam belki yüzüme bakmazdı. Babam hep bana "sevilmek için sevmek gerekir." derdi! Neden peki? Bir kere de imkansız olan taraf ben olsaydım ne olurdu?

Olmazdı değil mi? Çünkü dünyanın kuralı bu... Sevmek gerekir sevilmek için vay be! Peki kimi sevecektim? Annemi öldüren Şerefi mi babamı ve kardeşimi öldüren Ahmeti mi? Beni yarı yolda bırakan Merti mi yoksa önce her şeyi senin için yaptım diyip sonra da beni hayatından kapı dışarı eden Farisi mi sevecektim?

Peki yoksa bu zamana kadar istediğim her yardımı ve tutmaları için yalvardığım elimi görmezden gelen şu acınası insanoğlunu mu sevecektim? Kalsın efendim... Ben seveceğim kişi bulmuştum ve herkesten de çok seviyordum. Kendimi gerçekten çok seviyordum.

Ben kendime bu zamana kadar ne ihanet etmiştim ne de kendimin kalbini kırmıştım. Her anında yanındaydım ve her kararında arkasındaydım. Korktuğunda cesaretlendirip, üzüldüğünde gülümseten kişi yine bendim. Şimdi sorarım size bunları göz önünde bulundurarak kendimi değil de bir başkasını sevebilir miyim?.. Asla!

Sürekli yaşadığım şeyleri dile getirdiğime bakmayın. Evet sonuçta bunları yaşayan tek, ilk ya da son kişi ben değildim. Aslında bakmayın yaşayan dediğime bedenimden başka ayakta duran bir şeyim kalmadı artık! Öldüğümü ispatlayacak kadar kanıtım yok sadece.

İçim içimi yiyordu. Neden çenemi tutamamış ve onunla konuşmak istemiştim ki? Eğer onunla konuşmasaydım asla bilmeyecektim benimle ilgili olan en son düşüncelerini.

Keşke bilmeseydim... Beni nasıl hor ve hakir gördüğünü!
Cesaretimi topladım ve harabeye doğru birkaç adım attım. Yıkılmış tavan ve duvarların arasında yürürken bodruma inen merdivenlerin sağlam olduğunu gördüm.

Oldukça şaşırmıştım çünkü hep buranın tamamen yandığını düşünürdüm. Evin merdivenleri ahşap olmasına rağmen bodrum merdivenleri betondan yapılmıştı.

Çökme riskine karşı yavaş yavaş adımlar atarak bodruma indim. Telefonumun ışığını yakıp etrafı incelemeye başladığımda köşede duran annemin çalışma masasına doğru yürüdüm.

Tozlanmış masanın üzeri çizimlerle kaplıydı. Çizimlerin yarısından çoğu babamın portresiydi. Buranın yanmamış olması hayatın bana yaptığı ilk ve sanırım son iyilikti.

Karşı duvarda birkaç tuğlanın eksik olduğunu görünce duraksadım çünkü tuğlaların düştüğü boşluk bir şey saklamak için açılmış gibiydi. Yakından bakmak için yürürken bir şeye takıldım ve düştüm.

Düşmemle birlikte havalanan tozlar boğazıma ve gözüme kaçmıştı. Gözlerimi ovuşturdum ve ışığı düştüğüm yere tuttum. Yerde bir defter duruyordu.

Elime aldığımda üzerine yazan "Milenanın Günlüğü!" yazısı beni oldukça şaşırmıştı. Defterin ilk sayfasını açtım ve okumaya başladım.
-----------------------------------

Bölüm sonu!!!

Continue Reading

You'll Also Like

7.3M 168K 15
Dilsiz bir kızın kalbi tüm kötülükleri kendisine çekiyordu. Hiçbir kalp bu kadar değerli olmamıştır. Yeşil, Ötanazi Okulu'na sürgün edildiğinde o yıl...
4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
20.2K 1.1K 20
Bir araba kazası her şeyi değiştirir. Tıpkı Bulut Akın'ın hayatını değiştirebileceği gibi. Araba kazasından sonra Bulut hastaneden kaçma girişimind...
540K 43.8K 34
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...