UYANIŞ

By Elif_Tepe

69.7K 3.8K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

31

1K 64 38
By Elif_Tepe

Hastaneye geldiğim gün üstümden aldıkları eşyaları bana geri verdiklerinde üstümü değiştirip birkaç kağıt imzalamak için başhekimin odasına çıktım.

Aslında aylardır aynı hastanedeymişim de sadece tehlikeli hastaları yer altında bulunan odalara kapattıkarı gerçeğiyle yeni yüzleşmiştim.

Oysa ben en başından beri neler düşünmüş ne senaryolar kurmuştum beynimde. Ormanın içinde bulunan bir akıl hastanesi... Korkutucu ve ıssız! Fakat gerçek hiç böyle değildi.

Başhekimin odasının önünde durdum ve kapıyı çaldım. İçeriden "gir!" sesi gelince odaya girdim. Kağıtlardan başını kaldırdı gülerek bana baktı "demek çıkıyorsun ha! Bak şu işe." sesinde bir ima vardı "senin gibi hastalar en fazla bir senede iyileşir -ki iyileşmesi mümkünse ve bir sene de gözlem altında kalır! Fakat senin tedavi üç ayda tamamlandı öyle mi?"

Masasının üstünden aldığı dosyayı açtı ve kağıtları imzalamaya başladı "senin arkanda bir güç olduğunu duymuştum ve bugün bu tastiklendi. Doktorun düne kadar umutsuzdu."

İmzaladığı dosyaları bana uzattı "ne hikmetse bugün geldi ve tamamen iyileştiğini artık çıkabileceğini söyledi. Tabii bu olunca da doktorunun uygun gördüğü duruma benim karşı çıkmam olmazdı!"

Dosyaları elime aldım ve gülümsedim "umarım bir daha görüşmeyiz. Kendinize iyi bakın!" kapıya doğru yürürken arkamdan seslendi "bir daha görüşeceğiz Efsar! Hastalığın ilerlediğinde seni buradan çıkaran kişi bile bir şey yapamayacak ve biz görüşeceğiz."

Kapıyı açtım ve gülümsedim "umarım ben buraya geri döndüğümde siz hâlâ nefes alıyorsunuzdur." odadan çıkıp hastanenin içinde dolaşırken birkaç tanıdık sima gözüme çarptı.

Sanırım ilaç için odama gelen hemşirelerdi ve beni gördükçe korkuyla gözleri açılıyor, kenara çekiliyorlardı. Toprağa adımı attığım ilk an koşmak istedim.

Zincirlerinden kurtulmuş bir köle gibiydi yüreğim... Azat edilmiştim. Yolları nasıl aştığımı bile fark etmeden kendimi Farisin evinin önünde bulmuştum "gidecek başka yer mi yoktu sanki?" diyerek kendime kızmayı ihmal etmiyordum.

Buranın adresini ilk zamanlar ondan duymuştum ve sebepsizce aklımda kalmıştı. Fakat hangi katta oturduğunu bilmiyordum. Apartmandan çıkan kırmızı rujlu, kıvırcık saçlı yaşlı kadın gözlüğünün altından bana garip bir bakış atarak çantasından araba anahtarını çıkardı.

Elimi kaldırdım ve kadına seslendim "pardon bir şey sorabilir miyim?" tiksinir gibi yaptı ve başını salladı "bu sitenin güvenliği nerede? İpini koparan içeri giriyor." diye bağırarak apartmandan dışarı çıktı.

Şimdi gidip bu kadının sesini kessem kim suçlu olurdu? Sakin olmaya çalışarak site güvenliğinin yanına gittim "merhaba beyefendi!" şapkasını hafif yukarı çekerek bana baktı ve gülümsedi "merhaba küçük hanım!"

Şimdi elimin tersiyle ağzına vuracaktım "bana bir daha küçük hanım demeye kalkarsan ellerimle ağzını ikiye ayırırım." dudaklarını birbirine bastırdı "neden bu kadar sinirlisiniz?" diye sorunca asıl meselem aklıma gelmişti.

Zorla gülümsedim "rica etsem bana Faris Çakarhanın daire numarasını ve kaçıncı katta oturduğunu söyler misiniz?" adam düşünmek için sağ tarafa baktı ve "Faris Çakarhan?.." diye tekrarladı.

Sonra aklına gelen şeyle bana döndü "Faris beyin eşinin kesin emri var yabancılara bilgi vermemizi istemiyor üzgünüm!" söylediği her kelimeyi tek tek ayırt ederken takıldığım "Faris beyin eşi!" sözleri zihnimde hortum etkisi yaratıyordu.

İçimi çektim ve gözlerimi kapattım "başka biriyle karıştırmayasınız?" diye sordum fakat o birden ayağa kalktı "hayır karıştırmam. Zaten kendi de geliyor bana gerek kalmadı."

Başımı çevirdim ve buraya yaklaşan ayak sesleriyle irkildim. İnce askılı, zümrüt yeşili bir elbise giymiş kadın krem rengi topuklu ayakkabılarıyla salına salına yürüyordu.  Hafif uzun ve bakımlı sarı saçları dalgalı bir şekilde omuzlarına dökülmüştü. Dudağına sürdüğü kırmızı ruj ve gözlerine yaptığı ağır aynı zamanda buğulu makyaj onu televizyon dizisinden fırlamış gibi bir kalıba sokuyordu.

Dik duruşu ve efsane uzun bacaklarıyla her erkeğin hayali olan bu kadın Farisin koluna girmiş gözlerini baya baya yürüyordu. Farisin yüzüne baktım. Yanakları içeri çökmüş ve elmacık kemikleri iyice belirginleşmişti.

Omuzları düşmüş başı ise yerdeydi. Dokunsan devrilecek gibiydi ama yine de yürüyordu bir şekilde. Her zaman giydiği gri ceketinin omuzları artık bol geliyordu. Umarım daha da beter olurdu!

Demek ki doğruydu... Evlenmişti! Başını kaldırdığında kanlanmış gözleri gözlerimi buldu. Önce beni baştan aşağı süzdü ve sonra dolan gözlerini sağa sola çevirdi.

Yanına gitmeyecektim, sorun çıkarıp evliliğini bozmayacaktım. Zamanı gelince ne yapacağımı biliyordum. Yüzümde hayal kırıklığı dolu olan bir gülümsemeyle ona baktım ve baş selamı verip arkamı dönerek onlardan önce çıktım.

Dünyadaki bütün oksijen benimleydi fakat ben nefes alamıyordum. Ben sonunda neyi sevdiğimi bulmuştum. Ben düşmeyi seviyordum. En dibe düştükçe düşesim geliyordu... Kaybolup gitmek gibi bir nebze!

Şimdiye kadar zamanın içinde kaybolduğumu düşünmüştüm meğerse asıl zaman kaybolmuş. Güzel sandığım ve beni beklediğini düşündüğüm ne varsa alıp götürmüş yine benden.

İhanetlerin başlangıç noktasına geri dönmüşüm üstelik avucumda bir yığın cam kırıkları var! Elimi neye uzatsam kanıyor gibi. Sanki ben kime bir adım atsam o bir adım sonra her şey yitip gidecek!

Biraz gayret etsem... Umutsuzluğun yerini hayaller alacak da işte ne yazık ki zihnim hiçbir şey istemeyecek kadar yorgun.

Benim de hayatımda güzeldi diyeceğim anlar geçmişti evet ama bu saatten sonra sanırım herkes kendi yolunda güzeldi.

Güle oynaya geldiğim yolları ayaklarımı sürüte sürüte dönüyordum. Evimin önüne gelince kapıyı açtım ve içeri girdim. Evde birine ait bir parfüm kokusu vardı ama silik gibiydi.

Sanki biri birkaç saat önce buradaymış da yeni gitmiş gibi... Odama ilerledim ve içeri girdim. Yatakta düzgün bir şekilde duran yastığın orta tarafı çökmüştü.

Gittim ve yastığı elime aldım. Burnuma yaklaştırınca aynı kokunun bırayada da sinmiş olduğunu anladım. Kimin olduğunu biliyordum ama neden olduğunu bilmiyordum.

Yastığı fırlattım ve dolabı açtım elime geçen kıyafet ve kişisel eşyalarımı aldığım gibi koşarak banyoya girdim. Önce bir güzel banyo yapıp sonra da üstümü giyindim.
Saçlarımı kurutup makyaj yaptım ve en sevdiğim parfümümü sıkıp bir sağ ayağımla bir sol ayağımla sekerek dış kapıya doğru yürüdüm.

Kapıyı açınca üzgün bir şekilde buraya bakan Mert önce korkmuş sonra da ağzını şaşkınlıkla açarak bana bakmıştı. Elinde tuttuğu poşet merdivenin dibine düşünde kahkaha attı ve beni kendine çekti "sen geldin... Buradasın!" kaçacağımı düşünür gibi sıkmıştı beni.

Önce sarıldım sonra ellerini ittim "tamam yeter bu kadar fazla sırnaşma!" diyerek ondan ayrıldım. Gerçek olduğumdan emin olmak ister gibi baktı yüzüme "nerelere götürdüler seni aptal kız!" dedi gülümseyerek. Elimle içeri geçmesini işaret ettim.

Önce poşeti yerden aldı ve sonra da eve girip odaya geçti. Ceketini çıkarıp koltuğa oturduğunda yanına oturdum "nasılsın ha iyi misin?" başımı salladım "iyim merak etme!" kaşlarını çattı "sen nasıl çıktın... Yoksa kaçtın mı?"

Başımı salladım "hayır tedavinin bittiğini ve gidebileceğimi söylediler." diyince şaşırdı "nereye götürdüler peki seni? Nerelerdeydin bunca zaman?" geriye yaslandım ve tavana baktım "aynı hastanedeymişim ama hastanenin altında gizli bir tesis daha varmış oradaydım."

Gözleri kocaman açılmıştı "ne yani bunca zaman burnumuzun dibinde miydin?" başımı salladım "evet öyleydim." Mertle konuşsam bile Faris aklımdan çıkmıyordu.

"sen duydun mu yani... O şey yapmış!" Mert kimden bahsettiğimi anlayınca yüzü asılmıştı "üzgünüm Efsar ama keşke biraz daha erken gelebilseydin. O seni bekledi ama sonra hayatına devam etmek istediğini söyledi!"

"iyi ki de daha önce gelmemişim. Yoksa asla onun, karşılaştığı ilk zorlukta bir şeyler vazgeçtiğini göremezdim." saçlarımı okşadı "iyi ki döndün Efsar, iyi ki geldin geri."

Sesi oldukça şefkatliydi. Poşetleri işaret etti "Sahra yemeği gelecek, istersen sen de yukarı gel." başımı salladım ve koltuğa uzandım "sen çık işine bak. Ben biraz uyuyacağım. Sonra konuşuruz."

Beni yalnız bırakmak istemiyordu, bakışlarından anlamıştım "gerçekten gitmeni istemiyorum. Söz geldiğinde burada olacağım." gülümseyerek yüzüme baktı ve ayağa kalktı "yemekten sonra evine bırakıp yanına gelirim merak etme."

Poşetlerini aldı ve kapıya doğru yürüdü. Gözlerimi sıkıca kapattım. Eğer burada ağlarsam... Heleki böyle bir mesele için kıymetli gözyaşlarımın akmasına izin verirsem kendimi asla affetmezdim.

Kapı çaldığında Mertin bir şey unuttuğunu düşünerek kalktım ve kapıyı açtım. Karşımda duruyordu... Ceketini çıkarmıştı, düz beyaz gömleğinin üstten iki düğmesi açık ve gömleğinin kolları ise dirseklerine kadar katlıydı.

Uzayan saçlarından birkaç tel alnına düşmüştü. Yerden kaldıramadığı bakışlarını geçip yüzünü inceledim "neden geldiniz?" diye sorunca yutkundu ve "içeri girsem sorun olur mu? Seninle konuşmak istiyorum." dedi.

Sesinde bulunan bıkkınlık ve üzüntü istemsizce geri çekilmeme sebep olmuştu. Ayakkabılarını çıkardı ve içeri girdi. Kapıyı kapatarak peşinden odaya girdim.

Koltuğa oturdu ve ellerini önünde birleştirip halıya dikti gözlerini. Vazo kırmış beş yaşındaki bir çocuğun annesinden korktuğu gibi korkuyordu gözlerime bakmaya.

"nasılsın?" diye sorunca öfkemden gülmeye başladım "siz rahatınıza bakın ben bir çay koyayım. Hoş beş ederken içeriz!.. Benimle alay mı ediyorsun sen?" başı sağa doğru eğildi "Efsar beni bir dinlesen!"

Başımı salladım "yok öyle bir dünya! Dinlemek falan yok... Ben sana dedim, eğer tutamayacaksan söz verme, başaramayacaksan umut ettirme! Sen ne yaptın?.." kolunu tuttum ve kendime çevirdim.

"sen ne yaptın ha ne yaptın?" yüzü kızarmıştı "ben senin için bir çıkış yolu bulamadım... Ben seni bulamadım Efsar! Mecburdum yapmaya." sırıttım "mecburen de yapmış olsan hiçbir sebep yaptığın şeyin sonucunu değiştirmeyecek."

Ayağa kalktım çünkü daha fazla onun yanında oturursam kendime engel olamayabilirdim "demek ki olmayınca olmuyormuş. Mutluluk sana gelmiyorsa zorla getirmeye çalışmanın bir mantığı yokmuş. Zorlamanın da bir mantığı yok! Hem niye geldiniz ki buraya? Benimle konuşup vicdan rahatlatmak mı amacınız?"

"ben... Seni özledim Efsar! Sesini... Kokunu, nefes almanı, adım sesini. Ben seni bütün benliğinle özledim." parmağında başkasının yüzüğü ama dilinde benim ismim vardı. Bir kere daha tiksinmiştim bugün ondan!

"benim için endişe etmeyin. Hem ben alıştım sonuçta! Sonumun böyle olacağını da bekliyordum. Hep böyle olmadı mı?" kursağımda kalan umutlar bir gün ölüm sebebim olacaktı.

"alıştın mı?" ellerimi açtım ve yüzüne baktım "evet alıştım. Sevilmemeye, kullanılmaya alıştım. İnanın bana, beni kapısından çeviren ilk insan siz değilsiniz..." sesim titremişti "ama önce içeri alacakmış gibi yapıp sonra kolumdan tutup dışarı atan ilk kişisiniz!"

Birkaç saniyeliğine yüzüme bakmıştı "böyle deme! Çünkü sen kapanan bir kapıyı asla geri çalmayacak kadar kindar ve inatçı birisin. Bunu düşünerek yaşayamam!"

"yaşamaya devam et sakın bunları düşünme..." gözlerini kapatmıştı "yok gerçekten sorun sizde değil. Zaten bu hayatta mutluyum dediğim an bir canımın çıkmadığı kaldı onun için dediğim gibi bunun böyle olacağı belliydi!"

Ayağa kalktı ve yanıma doğru birkaç adım attı "Efsar ben evlendim çünkü babam seni oradan kurtarmak için bana Betülle evlenmemi söyledi. Başka şansım yoktu." omzuma dokundu "inanman gerekmiyor ama doğru söylediğimi bil!"

"biliyorum sen yalan söylemezsin ama dediğim gibi yaptığın şeyin sonucu beni ilgilendirmez. Teşekkür falan da bekleme! Sonsuza kadar orada kalsaydım da bugünü hiç yaşamamış olsaydım."

Sırtımı ona döndüm "zorla evlilik... Film çekiyoruz sanki haspam! Senin neyine beni kurtarmaya çalışmak. Al işte çok güzel bir çözüm buldun sanki!"

Sinirim evlenmesine değil de sanki mutsuz olacağını bile bile bu işi yapmasınaydı. Eli saçıma değdi "son bir kere sarılsam ne olur? Ölüm döşeğinde son yudum suyunu içmek için çırpınan bir hasta gibi çırpınıyorum kendimi tutmak için ama olmuyor. Ne olur izin ver de sarılayım sana son kez, kazıyayım göğsüme kalbinin atışını ve yetsin bana bu kırk yıl daha!"

Benden bir tepki alamadığında başını salladı ve gözündeki yaşları sildi "tamam anladım... Şunu sakın unutma yaşım otuz olabilir ama sana kırk yıldır bağlı gibiyim!" boğazımda bir sızı vardı.

Yavaş yavaş kapıya gittiğini görünce ona doğru döndüm "sen de şunu sakın unutma dağ niyetine dayandım, liman niyetine sığındım ben sana. Fakat unuttum dağlar yıkılır, limanlar yanarmış." ona doğru yaklaştım, kollarımı açtım.

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve ayaklarımın dibine düştü "kapansam ayaklarına, yalvarsam, bırakmasan beni olmaz mı?" diz çöktüm ve başını göğsüme bastırdım "yazık oldu bize" dediğimde artık ağlamıyor da haykırıyor gibiydi.

Onu dağa çok bastım bağrıma ve birlikte ağladık. Son günümüzdü bu bizim. Aynı sıfatlar içinde geçirdiğimiz son gündü. Fakat olmuyordu... İnanamıyordum. Mesele aklın kabul ettiğini kalbe kabul ettirebilmekti. Ne yazık! İşim gerçekten çok zordu.

Gece çok geç olmuştu "evine git artık... Merak etmesin!" diye fısıldayınca başını göğsümden kaldırdı ve ağlamaktan kısılan sesiyle konuştu "son günümüz zaten. Birkaç saat sonra izlerimizi silecek zaman. Dizinde uyusam olmaz mı? Ben sonu gelmeyen tartışmalar ve mutsuzluklar için yeterince güçlü değilim artık!"

Dizime başını koydu ve ayaklarını uzattı. Sırtımı duvara yasladım. Çok geçmeden gün doğmuştu. Günlerdir uykusuz kalan bedeni hiç hareket etmeden uyusa bile uyandırdım ve ayağa kalktım.

"okula gitmemiz gerek!" yerden kalktı ve gözlerini ovuşturdu "kendine iyi bak! Sen fark etmesen bile gölgen gibi peşinde olup koruyacağım seni!" istediğim bu değildi. Odadan çıktım ve kendi odama gittim.

İyi ki de yarıda kalmıştı bu hikaye. Çünkü biten şeylerin sonunu bildiğin için mutlu değildir, yarıda kalan hikâyeleri ise nasıl devam edeceğini bilmediğin için istediğin şekilde bitirebilirsin. Yarıda kalmış her şeyin de güzel yanı buydu!

--------------------------------------------------
Mert beni okula bırakmıştı. Saat daha çok erken olduğu için yatakhane kapıları bile yeni açılmıştı. O ise benimle birlikte okula girmiş arabasını park etmişti.

Arabasından inip bu tarafa yürürken ben kahkaha atarak yatakhanenin önüne koştum "uyanın!.. Ben geldim kalkın!" ses seda çıkmıyordu.

Yerden aldığım taşlardan birini Afetin odasının camına diğerini de Kerimin odasının camına attım "kalkın... Hadi siz de uyanın! Çünkü Efsar bugün hayatında gördüğü en güzel düşten uyandı!" sesim sonlara doğru titremişti.

Kimsenin çıkmayacağını anlayınca arkamı döndüm ve yemekhaneye doğru yürüdüm. Öylece kalmış, gözlerini yere dikmiş Faris beye bakınca başımı çevirdim.

Kahvaltı faslı bitsin diye dua ediyordum çünkü Kerim ve Afetin sürekli sorduğu sorular içimi daraltmıştı. Derse girmiştik sonunda. Direkt öğretmen masasının önünde oturmak istemediğim için kendime boş bir yer ayarlamaya çalışıyordum ki içeri girmişti.

Kitaplarını masaya bıraktı ve sandalyesini çekip oturdu. Sessizce sınıfa bakıp sonra de defteri yazmaya başladı. İşini bitirince şiir kitabını eline aldı "birinci sınavlarınıza ve telafi sınavlarınıza bir hafta kaldı. Daha fazla kafanız karışmasın diye bu hafta ve sınav haftası ders işlemeyeceğim merak etmeyin!"

Telafi sınavlarına girecektim. Bir şekilde benim bu okuldan mezun olmam gerekiyordu "size küçük bir şiir dinletisi sunup sonra da serbest bırakacağım merak etmeyin!"

Sağ bacağını solun üstüne attı ve kitabı dizine koydu...

"Seni böyle seversem asarlar beni.
Bir deniz fenerinin söndüğünü görürsün.
Evlerine kapanır gemiler.
Siz basar bütün limanları..."

İnsan geçmişi özler, geleceğe umutla bakar ve bugününden şikayetçi olurmuş ya hani... Ben tam tersi bir şekilde bugünlere özlem duyuyordum. Geçmiş gibiydi ama farklıydı.

Her zaman yaptığı gibi oturmuş şiir okuyordu fakat ben bugün daha bir sinir oluyordum bu Lapacıya!

"Seni böyle sevdiğimi bilseler asarlar beni.
Yokluğunu anlatırlar önce bir güzel.
Dudaklarım çatlayıncaya kadar susuzluğunla,
Sabah beş buçukta ipe çekerler."

Şiirin sonlarına gelmişti. Kitaptan başını kaldırdı ve ezbere okudu:
"Seni böyle sevdiğimi bilemezler.
Bilseler de bilemezler.
Ay batar, gün doğar, yer yerinden oynar duymazlar...
Duyamazlar..."

İllaki bir artistik hareketler sergileyecekti. Bu dersin düşündüğümden de sıkıcı olduğunu hatırladığımda bıkkınlıkla nefes vermiştim.

Kerim arkadan seslendi "Efsar bir şiir de sen okusana!" omzumun üstünden Kerime baktım "şiir okumak için kayda değer bir şey göremiyorum kusura bakma Kerim!" evet belki mükemmel ses tonum ve harika yeteneğim onları etkiliyordu farkındaydım ama her istediklerinde kalkıp da muhteşem ses tellerimi yoramazdım.

Kitabın sayfalarını çevirdi ve yeni bir şiirde gezindi parmakları...
"Adını koymaya gerek yok.
Belli olmuştu son sayısında ayrılık.
Son noktayı çoktan koymuştu kader.
Devamında yazılanlar geçerli değildi artık.
Bitmiştir ve orada kalmıştır...
Bütün hayat, bütün her şey orada bırakılmıştır.
Artık ne yorum yapılır burada?
Bence bir hatanın bedeli ödenmiştir."

Gözlerim eline kaymıştı "neden bedel ödeyen sadece biziz?" başını kitaptan kaldırıp bana bakınca sesli söylediğimi anlamıştım.

"ne demek istiyorsun?"

"bilmem siz de farkında mısınız ama iyi insanlar en küçük hatalarının bile cezasını fazlasıyla çekiyor! Fakat kötü insanlar ne yaparsa yapsınlar onlara hiçbir şey olmuyor."

Gözlerini kaçırdı ve başını salladı. Kitabın kapağını kapatıp sandalyeye yaslandı "serbestsiniz!" diyerek pencerenden dışarıyı izlemeye başladı.

----------------------------------------------------

Okulun içinde koşuşturan Mertle çarpışınca başımı tutarak ona döndüm "zincirini koparmış it gibi koşmayı bırakmalısın." kollarımı tuttu ve aşağıyı işaret etti "git ve beni bodrumda bekle! Farisi alıp geleceğim."

Yine bizi neyin içine sürükleyecekti merak ediyordum doğrusu. Merdivenleri koşa koşa indim ve bodruma geldiğimde beklemeye başladım.

Oldukça karanlık ve sessizdi. Acilen derse dönmem gerektiğini biliyordum ama birazdan Faris bey de geleceği için derse geç kalmamda sıkıntı olmazdı herhalde.

Teneffüs bitince artık endişe etmeye başlamıştım. Karanlıkta duyulan sesler onların geldiğinin habercisiydi "vah canım ya! Bu hayal de görmeye başladı." küçük Efsar karanlığın içinden bana doğru yürüdüğünde içimi çekerek yüzüne baktım "tabii nasıl tahmin edemediysem?"

Peşinden gelen Tarık amcam endişeyle bana baktı "hastalığın sürekli ilerliyor Efsarcığım. Gördüğün hayalleri de gerçek sanmaya başladın!" diyince sinirle kahkaha attım.

Emel büyük bir sessizlikle bana bakıyordu. Yerdeki cam kırıklarından birini aldı ve bana doğru yürüdü. Daha önce de görmüştüm o kırıkları burada. Sanırım bodrum olduğu için kimse burayı temizlemeyi düşünmüyordu.

Tozlu cam parçasını elime tutuşturdu ve garip bir bakış attı "yukarıdaki adamı pişman etmek ister misin?" diye sorunca bütün vücudum onun sesiyle titremişti. Cam parçasına baktım ve gülümsedim "ne yani sırf değersiz bir insanoğlunu pişman etmek için kendime mi zarar vereceğim?"

"düşün Efsar... Nasıl pişman olacağını düşün. Seni nasıl üzdüyse öyle üzülecek. Yap Efsar!.. Yap!" cam kırığını duvara fırlattım ve başımı iki yana sallayıp geri adım attım.

"sırf onu pişman etmek için kendime zarar vereceğimi düşünmemen gerekirdi. İnanın bana sizin tahmin edemeyeceğiniz kadar çok seviyorum kendimi ve alsa zarar veremem."

Merdivenlere doğru ilerledim ve sınıfa çıktım. Yaklaşık iki dakika önce herkes derse girmişti. Kapının önünde durdum ve sınıfı dinledim. O, beni soruyordu.

Kapıyı çalıp içeri girince kaşları havalandı. Sınıfa doğru bir adım atmıştım ki sesi yankılandı "çık dışarı!" olduğum yerde kaldım ve yüzüne baktım. Yanıma geldi ve yüzüme yaklaşıp fısıldadı "benden sonra derse giremezsin. Hemen çık dışarı!"

Gitmek istemiyordum, eğer yalnız kalırsam onların söylediğini yapmaktan korkuyordum. Daha da sessiz bir şekilde konuştum "eğer beni yanınızdan gönderirseniz onlar bana çok kötü bir şey yaptıracak!" dedim.

Kaşları çatıldı "kendini acındırmaya çalışma. Kural kuraldır ve bu her öğrencim için geçerlidir. Şimdi dersimden çık ve bir dahaki sefere benden erken gel." diyince gözlerimi başka tarafa çevirdim  "ama ölmek istemiyorum." diye fısıldadım kendi kendime.

Duraksadı ve yutkundu. Hiçbir şey söylemeden masasına geçince geri geri yürüyüp sınıftan çıktım. Resmen yalancı çobana dönmüştüm. Ağzımdan ne çıksa şüpheyle bakıyorlardı.

Hava almak için bahçede dolaşırken son dersin zili de çalsa da yatakhaneye gitsem diye düşünüyordum fakat son saatler hep en zor geçen zaman dilimiydi.

Başımı gökyüzüne kaldırdım ve soğuk havayı hissettim. Sınıfın camından bana bakan Faris beyi görünce sırtımı döndüm. Fakat gördüğüm şey pek de normal değildi. Emel yatakhanenin çatısında bir sağa bir sola koşuyordu.

Küçük Efsar, onun arkasından yaklaştı ve sırtını elleriyle ittirdi. Tam düşecekken son anda çatının kenarlarına tutunan Emeli görünce "hayır!" diye bağırdım.

Emel ağlayarak yardım istiyordu "abla yardım et lütfen kurtar beni! Abla korkuyorum daha fazla tutunamam." ikinci bir çatı faciası olabilirdi fakat o benden yardım isterken ben öylece duramazdım.

Koşarak yatakhaneye girdim ve en üste çıkıp yangın merdiveninden çatıya geçtim. Küçücük elleriyle çatının kenarına tutunmuş ağlayan Emeli görünce sanki zaman durmuştu.

Belki o zaman çekip alamamıştım ölümün acımasız kollarından kardeşimi ama şimdi bir şansım vardı. Onu ölümden korumak için bir şansım vardı.

Minik ellerini yakaladım ve çekmeye çalıştım ama o düşme korkusundan dolayı çırpındıkça işimi zorlaştırıyordu. Arkadan Faris bey "Efsar dikkat et beni bekle" dediğinde dikkatim dağılmıştı.

Emel "kurtar beni abla!" diye bağırdığı an onu çekmek isterken ayağım kaymıştı. Faris bey elimi tuttuğunda geri çekilmiştim. Beni kenara çekti ve yüzüme baktı "özür dilerim... Özür dilerim böyle olacağını bilseydim bırakmazdım!"

Kendimi geri çektim ve tüm nefretimle  yüzüne baktım "benden uzak durun! Artık yerinizi bilmeniz gerekir." donup kalmıştı. Kaşları çatıldı "belki de haklısındır. Herkes yerini bilsin! Bence artık senin için çabalamama gerek kalmadı."

"bu ne demek şimdi?" başını salladı ve gözlerini devirdi "haklısın demek! Bu okul şahidim olsun ki ben bugün senden vazgeçtim Efsar Kurtbey. Artık senin için çabalamak yok..." gözlerini sıkıca kapattı ve derin bir nefes aldı "bugünden itibaren hayatımda eşim olarak yanımda olan kişiyi seveceğime ve seni sonsuza kadar unutacağıma yemin ederim."

İşaret parmağını bana çevirdi "senin de diğer öğrencilerden bir farkın kalmadı benim için."
Gözlerimi kısarak yüzüne baktım "benim bu hayatta yaptığım en berbat birinci iş sana hayatımda bir yer vermekti." başını yere eğdiğinde sesimi yükselttim "benim bu hayatta yaptığım en berbat ikinci iş sana güvenmekti."

"ve benim bu hayatta yaptığım en berbat üçüncü iş... Neyse boş ver!" yatakhaneye gitmek için aşağı indim ve odama doğru yürürken Merti aradım.

Birkaç çalış sonra açtığında canının sıkkın olduğunu anlamıştım "efendim Efsar?.." odama girip dolabımı açtım ve telefonu kulağımla omzumun arasına sıkıştırmıştım "söylediğim kişi hakkında yaptığın araştırmanın detaylarını bana gönder ve gece için hazırlan."

Dolabımda kalan ve mükemmel şekilde saklamayı başardığım silahı elime aldım "bu gece görülecek bir hesabım var!" ben mutsuzken kimsenin mutlu olmaya hakkı yoktu.

Daha önce söylemiş miydim... Ben asla akıllanmam!

----------------------------------------------------

Bölüm Sonu!!!
🤗💙💙💙🤗

Continue Reading

You'll Also Like

2M 88.3K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
18.4K 2.2K 26
Arkadaşımla kamp yapmaya giderken ormanda girmemem gereken yere girdim girmez olaydim
11.5M 184K 17
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...