Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞

1.1K 111 29
By mssabelle

Herkese selam!

ÖNEMLİ: FİNAL'imize az bölümler kala size haber vermem gerektiğini düşündüm. Çok üzülüyorum ve bir yandan bir kitabı final yapacağım için çok mutluyum. Duygularınız ve düşüncelerinizi yazabilirsiniz.

Yeni bölüme geçin ve vote ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

▪Bölüm 46: "Saray Yolu"🏰

🔥

Sırlar her zaman açığa çıkmak için gerçeklerin arasına sıkışırlar.

🔥

Canımızı yakanlar duyduğumuz sözler değil, hissettirdikleri oluyordu. Gözlerimin önünde anlatılanlar kalbimi bir kuyuya atmış, donarak da dibe batıyordu.

Katherine gözlerini gözlerime dikmiş, bir cevap bekliyordu. Dün akşam Marcus'a ona sakladığımız bir sırrın olduğunu ve bunun Eliana'nın anlatacağını söylemiş. Bana da şimdi ne yapacağını sormuştu. Kendisi anlatma taraftarıydı lakin haklıydı. O bizden sır saklamıyordu. Bize güveniyordu ve böyle yaparak onun güvenini zedeliyorduk.

"Eliana en azından o bilsin." dedi yalvararak. "Vicdanım el vermiyor. O benim abim. Abimden ben birçok şey saklamış olabilirim ama onlar ufak şeylerdi. Bu sakladığımız sır oldukça büyük ve ailemizi ilgilendiren bir şey. Biliyorsun, annem Archena Krallığı'nın bilgeseydi. Ben o zaman krallığı net hatırlamasam da abim oldukça büyüktü ve o hatırlıyor. Bugün bir şekilde söylemelisin yoksa asla peşini bırakmaz."

"Tamam." dedim kabullenerek. "Söyleyeceğim."

Omuzları düşerken rahat bir nefes aldı. "Sevindim. Yolda kendinize dikkat edin." diyerek çadırdan çıktığında içeriye Tyrone girmişti. Beni inceledikten sonra masanın üzerindeki kılıcı eline alıp önüme geçti.

Abime nasıl söyleyecektim ki? Merhaba abi, ben senin beklediğin varisim. Benim için canını vermeye gerek yok, yanımda olsan yeter mi demeliydim? Asla diyemezdim. Başka bir şey olmalıydı. Neden sakladığımı sorarsa? Sadece ben ve Katherine bildiğimiz için bize çok kızacaktı. Bizimle konuşmazsa çok kötü olurdum.

"Düşüncelerini duymak isterdim." dedi Tyrone gözlerimin içine bakıp kılıcı belime yerleştirirken.

"Bir şey soracağım." dediğimde başını sallayıp açık bırakdığım beyaz saçlarımın uçlarına parmaklarıyla dokunmaya başladı. "Mesela ben bir sır saklıyorum ve bunu babama nasıl söylemem gerekiyor. Babama karşı hiç sır saklamadım. Nasıl tepki vereceğini bilmiyor ve bana kızacağından korkuyorum."

Tyrone gözlerini çekip elini elime indirdi, parmaklarını parmaklarının arasına geçirdi. "Alıştıra alıştıra söylemelisin. İlk önce o konuya bir adım atmalısın. O adımlar gittikçe büyüyecek ve sen zaten sırrı söylemiş olacaksın. Korkmadan söyle, gerçekten sakladığın için bir sebebin varsa o bunu zaten anlayacaktır. Sonuçta senin baban, belki başlarda kaşlarını çatıp surat asabilir," dedi sırıtırken, "ama bunu göz ardı etmelisin. O öğrenmeden sen söylersen daha iyi olacak."

"Tavsiyen için teşekkür ederim." diyerek gülümsedim ve boynuna atlayıp kollarımı boynuna sardım. Belimden sıkıca tuttuktan sonra burnunu boynuma sürttü ve biz birkaç saniye böyle kaldık.

Marcus'un benden nefret etmesine asla izin vermeyecektim. Diğerlerine söyleyip söylememek arasında kalıyordum. Her gün gözleri önünde sır saklayan benliğimle konuşuyordum. Bu benim de vicdanıma kötü geliyordu. En yakın zaman da onlara da söylemeliydim ama ilk önce Marcus'a söyleyip annemi ve babamı bulmalıydım.

"Hadi gidelim, bizi bekliyorlar." dedi kendini geri çekip dışarıyı göstererek.

"Tamam." diyerek elini tuttum ve peşime onu da takarak çadırdan çıktım. Gece babamla lanet hakkında konuşmuştum. Olumsuz bakıyordu. Çok da konuşmayı uzun tutmamıştık, çünkü yapmayacağını kesin bir dille belirtmişti. Katherine'nin dediği doğruydu. Onu gerçekten affetmesi gerekiyormuş.

Büyük çadırın önüne geldiğimizde Komutan Gustaf, askerleriyle konuşuyordu. Marcus da Katherine'nin yüzüne bakıyordu. Bakışlarında onun yüzünde bulmak istediği bir şey vardı. Katherine ona bakmayarak atlarla ilgileniyordu. Dryden ve prens, Marcus'un yanındaydılar. Oraya doğru gittikten sonra Tyrone'dan elimi çektim ve Marcus'un koluna tutundum.

"Merhaba abi," dediğimde gözleri ilk karşılaştığımız gibi soğuk ve keskin bakıyordu. Sanki beni tanımıyor gibiydi. Alt dudağımı ısırıp yutkundum. "Sabahtan beri böyle." dedi Dryden, Marcus'u göstererek. "Emin olun sarhoş hali de aynı."

"Bugün sakın bana bulaşmayın, çok sinirliyim." diyerek tuttuğum kolunu çekti ve Gustaf'a doğru ilerledi.

"Nesi var bunun?" dedi prens.

"Senin tripli haline çok benziyor." dedi Tyrone, Taylor'a sırıtarak.

Konuyu değiştirmek için, "Yola çıktığımız da ne yapacağız?" dedim.

"Siz arka taraftan onlara yetişeceksiniz ama gözükmemeye çalışın. Saray yoluna kadar gideceksiniz. Tyrone hançeriyle yakutu hissetmeye çalışır, sende etrafı kontrol edersin." dediğinde prens, Tyrone ve ben başımızı salladık. "Dryden ve Katherine sizden sonra çıkacak. Onlarla birlikte birkaç asker yanlarında olacak. İnsan halkını bulup gelecekler. Yakut hançerden iz alırsanız bir şey yapmıyorsunuz. Beraber konuşacağız."

"İnsanlar bu krallıkta nasıl yaşayabiliyor?" diye sordu Dryden. "Kral ve kraliçesi, tarımı, ticareti, yönetimi, güveni hiçbir şeyi yok."

"Bir şekilde insanlar hayatlarına devam etmek zorunda, Dryden." dedi Tyrone, elini hançerin kabzasında tuttuğunda safir parlamıştı. "Umutları sonsuza kadar devam edecek. Umalım ki varis bizi bulur."

Gözlerimi kaçırıp Marcus'a çevirdim. Komutanla tek kalmıştı ve dediklerini ciddiyetle dinliyor, cevap veriyordu. Bir buz kütlesi gibi gözüküyordu. Soğukluğu tüylerimi diken etmişti. Katherine buna alışık olabilirdi ama ben bunu ikinci kez görüyordum. Alışılmışın dışındaydı.

"Atlar hazır, komutanım." dedi asker bağırarak.

"Tamam, gidebiliriz." diyerek yanımıza doğru gelmeye başladı komutan. Arkasında Marcus atına doğru gidip üzerine bindi. Askerlerde aynısı yaptığında komutana baktılar.

"İstediğiniz zaman halkı aramaya başlayabilirsiniz. Biz yola çıkıyoruz." dedi komutan, prense bakarak.

"Kendinize dikkat edin." dedi Taylor, onaylarcasına başını salladı.

Katherine, abisinin yanına gelip konuşmaya çalışınca Marcus sıkıntılı bir nefes vermişti. Kaşlarını çatarak kardeşiyle sert bir şekilde konuşmaya başlayınca gözlerimi çektim.

Herkes hazır olduğunda çıkışa doğru yönelmiştik. Marcus, komutlanla önden giderken ben ve Katherine arkasından ona bakıyorduk. Omzumun dürtülmesiyle Katherine'ye döndüm.

"Ona söylemeden asla bizimle konuşmaz." dedi, gözlerini devirerek. "Bu huyundan hep nefret ediyorum."

"Merak etme, konuşacağım." Marcus ve komutan, atlarını hızlandırıp yola koyulduğunda omzumu düşürüp arkamı döndüm.

"Sanki yabancıyım. Bir yanım buralarda koşmak istiyor, saraya gidip her yeri görmek istiyor. Bir yanım ise ormana geri dön diyip duruyor, evin burası değil diyor." dediğimde Tyrone'a doğru gidiyorduk.

"Abim küçükken seni görmüş. Abimle aranızda on yaş var ve o senin bebeklik halini görmüş. Ben de görmüşüm ama görüntü aklıma düşmüyor. Seni gördükten sonra anneme hep üçümüzden bahsedermiş. Onun hayalleri vardı. Beni, seni ve kendisini saray bahçesinde oynamamızı düşünürmüş. Sonra erkeklerden bizi korumak istermiş ki şu an onu da yapıyor." dedi kıkırdayarak, gözlerim bedenimdeki yoğun duygudan dolayı dolmak üzereydi. "Demek istediğim, senin evin ne bir orman olacak ne de bir saray. Senin evin Marcus, ben, Tyrone ve sevdiklerin olacak. O yüzden kafaya çok takma." diyerek omzuma birkaç kere vurdu.

Başımı sallayarak onu onayladım. Çok doğru ve güzel konuşmuştu. Ben hiçbir zaman ev aramamıştım. Ben dost, arkadaş, macera aramıştım. Sevdiklerim yanımda olduğu sürece her şeyim tamdı.

Marcus'un bebeklik halimi gördüğüne, bizimle hayaller kurduğuna ve benden beklentimin üzerinde yaşı olduğuna inanamıyordum! En önemlisi hayalleri başka bir şekilde gerçekleşmişti. Çocuk olmasak da bu yaşlarımız, bizim için bir hediyeydi.

Tyrone'un yanına vardığım da Katherine bizden ayrılıp Dryden'in peşine, arkaya doğru gitmişti. "Atlar hazır," dedi prens Tyrone'a doğru. "Sizde hazırsanız yola çıkın."

"Tamam." dedi Tyrone, parmaklarını parmaklarıma sararak. "Kendine dikkat et, prensim."

"Asıl sen et, muhafız. Dokunulmazı olan benim."

"Bir veliaht olarak asıl tehlike de olan sensin." dedi Tyrone kaşlarını çatarak.

🔥

Birkaç dakika ardından yokuş aşağıya indiğimizde karşıma çıkan krallığa gözlerimi kırpamadan izlemeye başladım. Saray tamamen merkezi bir konumdaydı. Etrafındaki evler, yollar, ormanlık alanlar sarayı tamamen sarıyordu. Havanın grimsi renginin altında gizlenen halkın evleri çökmüş durumdaydı. Ağaçlar sıska, çıplaktı. Yerler de gezinen böcekler, dallar, tozlar ve ev eşyaları görünüyordu.

Kalbim korkuyla kasılınca damağım buz tutmuş, yutkunamamıştım. Çıkarılan isyan, bunlara bedel miydi?

Saraya tekrar göz attım. Çok yüksek bir kulesi, sarayın içinden çıkıyordu. Yuvarlak duvarlar onu içine almış, küçük kuleler aralıklı olarak durmuştu. Uzakta olsa gördüğüm yıkık yerleri olduğunu görmüştüm. Sarayın dış kapısı tamamen açıktı lakin iç kapısı sarmaşıklarla kapalı duruyordu.

"Tanrım..." diye inledi Tyrone yanıma yaklaşarak.

"Çok kötü." diye mırıldandım.

Marcus ve diğerleri sarayın dış kapısına doğru uzanan yola girdiklerinde Tyrone atını hızlandırmıştı. Bende atımı yönlendirerek Marcus ile olan belli mesafeyi geçmemiştim.

Benim kızım, dedi Keegan yumuşak bir sesle. Sen kehanetin madenisin. Madenler mücevherlerle doludur. Her şey senin elinde. Bu krallık, insanlık, kötülük, iyilik avuçlarının arasında...

"Bana kehaneti söyleceyek misin artık?" dedim kızarak. Keegan'ın geri çekildiğini hissetiğimde kaşlarımı çatarak nefesimi verdim.

"Dryden ve Katherine," dedi Tyrone sol tarafına doğru bakarak. "Halkın yanına gidiyorlar."

Baktığı yöne doğru döndüğümde Dryden'in gözleriyle karşılaşmıştım. Gülümseyerek tek elini bize doğru sallamış, atını hızlandırarak evlerin arasına sızmıştı. Katherine de bizi fark edince sadece başını sallamış ve Dryden'in arkasından gitmişti.

Marcus ve diğerleri belli bir yere kadar ilerlemiş, sarayın kapısına biraz uzakta duraklayıp atlarından inmişlerdi. Tyrone ve ben, kapıya doğru uzanan düz yola varıp, evlerinin aralarından geçmeye ve Marcus'a yakın olmaya çalışıyorduk. Sezgilerime göre insanlar hâlâ buralardaydı. Sessizlik hakim olan sokaklar da atların adımları çok gürültü yapıyordu.

"Atlarımızı bir yere bağlayalım. Onlar gibi yürüyerek saraya gideriz." dedi Tyrone, omzunun arkasından bana bakarak. Başımı sallayıp onayladım.

Tyrone ve ben atımızdan inip yularları uygun yerlere bağlamıştık. Askerler ellerindeki mürekkepli kalemlerle kağıtlara notlar almaya başladıklarını gördüm. Marcus ve komutan saraya bakıyordu.

"Şimdi ne yapacağız? Sarayın çevresini mi gezmeliyiz?" diye sordum.

"Sarayın bahçesine gireceğiz." diye cevap verdi.

"Tamam," diyerek onayladım. Gizlendiğimiz yerden ayrılıp Marcus'a yakın olmak için ilerledik. Yakınımızda insan belirtileri yoktu. Sessizlik, huzuru bozan tek etken gözüküyordu ama yanılgı da sebeplerinden biri olabilirdi.

"En sevdiğin renk?" diye sordum birden. İçimdeki duyguların oluşturduğu belirti, elimin titremesine yol açmıştı. Katherine'nin yanımda olmasını istiyordum!

Annem ve babam buralardaysa onlara bu kadar yakın olup bir şeyler yapmamak beni rahatsız etmişti. Bir sese, bir sohbete ve karışıklığa ihtiyacım vardı.

"Mavi," diye cevap verince kılıcını eline aldı.

"Kendinde neyi sevmiyorsun?" diye sorunca nefesini vererek omzunu düşürdü.

"Bunu söylersem sen de beni sevmeyeceksin."

"Düşüncelerini büyümle okuyabilirim." dedim sırıtarak. Başını bana doğru çevirdi ve kaşlarını çattı. "Bunu yapma." diye kesin bir dille uyardı.

Omuz silktim. "Bana söyleyeceğine inancım tam."

"Birgün sevgilim, birgün..." dedi ve gülümseyerek geri Marcus'a döndü. "Niye bunları soruyorsun?"

"Merak," dedim.

"Sakın ağzını açma, biri onlara doğru yaklaşıyor." dediğinde gözlerimi Tyrone'un sırtından çekip Marcus'a doğru baktım.

Sarayın iç yolunda koşarak onlarla doğru giden bir hizmetçi vardı. Çok korkmuş bir yüz tipi sergilemiş, elleriyle eteklerini tutarak Marcus'un önüne gelmişti. Tyrone'u geçip hızla koşarak atlarının çaprazına doğru geldim ve onlara duyacak kadar yakında oldum. Tyrone da arkama gelip kolumu tuttu ve "Sakin ol, yanlış bir şey yapma." dedi.

Kız ne söylüyorsa pek duyamıyordum. Hıçkırıklarının arasında sesi pürüzlü çıkıyordu. Siyah gözleri ve dağılmış saçlarıyla Marcus'un önünde duruyordu. Eliyle sarayı göstererek komutana döndü.

"Tamam, ağlama," dedi Marcus sakinleştirmek için ellerini kızın omuzlarına bastırarak. "Ben bakacağım." dedi ve komutana döndü. "Yanıma birkaç asker alıp saraya gideceğim. Orayı sizden daha iyi biliyorum. Siz de kıza yardım edersiniz."

"Ne?" dedim şaşırarak. "Saraya gitmemesi gerek!"

"Arkasından gidelim." dedi Tyrone. "Neler olup bittiğini öğreniriz."

"Bu saray da nasıl hizmetçi olur?" dedim anlamayarak. "Krallık bitmiş. Kraliyet ailesi saraya da yok ve o nasıl burada kalabildi?"

"Hizmetçiler, kendi evlerinden çok sarayı daha çok severler. Bazıları da yetim veya öksüz olabiliyor ve tek evleri burasıdır." dediğinde Marcus birkaç asker seçerek kılıcını kontrol etti, askerlere saraya doğru emrini verdi.

Hizmetçi kız, Marcus'u gitmeden önce durdurmuştu. "Ben de geleceğim." dediğinde ince sesinin ardından korkuyu hissettirmişti.

"Arkadaşının o görüntüsüne bakabilecek misin? Burada kalıyorsun." dedi Marcus, kıpırtısız yüzüyle. Tekrar saraya yönlendiğinde kız Marcus'un kolunu tuttu.

"Hangi odada olduğunu bilmiyorsunuz. Size gösterdikten sonra oradan çıkarım." dediğinde Marcus başını sallayarak önüne düşmesine izin verdi.

"Ne olduğunu anlayabildin mi?" diye sordu Tyrone.

"Peşlerinden gidelim. Kıza güvenmiyorum." dedim. "Her an her şey olabilir."

"Ben gideceğim, sen burada kalıp komutanın yakınlarından ayrılma." diyerek önüme geçtiğinde kaşlarımı çattım.

"Saçmalıyorsun şu an," diyerek kızdım. "Bende geleceğim."

"Burada bir şeyler dönebilir," dedi bana bakarak. "En azından birisi onların yanında kalsa iyi olur."

"O zaman sen kal."

"Tamam," dedi kabullenerek. "Sen git. Kendinize de dikkat edin. Bir şey olursa oradan hemen çıkın."

Başımı sallayıp Tyrone'un yanında uzaklaştım. Askerlere ve komutana gözükmemek için o yolu bırakıp başka bir sokağa yöneldim. Hızlı adımlarla silinmiş duvar renklerinin ve sessizliğin hüküm sürdüğü sokak aralarına karıştım.

Dışarıdaki insanları krallığına geri getirecektim. Bir sürü isteklerim vardı lakin gerçekleşme ihtimalleri gerçeklerin arasında hep düşük kalıyordu. Bir esinti, bedenimdeydi ve kıyametin habercisi gibi sert esmişti. Öyle hissetmeme sebep olan bu esinti, sanki benim arkamda olan asıl orduyu bilmiyordu.

Kadim Orman benim asıl ordumdu. Komutanları ben, Keegan ve lider Swinyer'dı. Onlar benimle oldukları sürece isteklerim olacak görüntüsü veriyordu.

Koş prenses, koş!

Kaşlarımı çatıp evlerinin arasından koşarak çıkıp sarayın dış kapısına vardım. Askerler buraya bakmadan direk babamla iletişime geçtim.

"Ne oldu baba?"

Marcus.

Sarayın giriş kapısına baktığımda kapı tamamen açıktı ama gösterdiği görüntü kapkaranlıktı.

Sarayın kapısından geçeceğim vakit bedenime çarpan kuvvet, dengesiz durmamı sağlayıp beni birkaç adım geri götürdü ve yere düşmekten son anda kurtulup kapıya baktım.

Ne oluyordu? Askerler içeri girebilmişti. Ben aldığım darbe sayesinde geriye savrulmuştum. Kaşlarımı çatarak tekrar denediğimde aynı sonuçla karşı karşıya kalmıştım.

Marcus'un tehlike de olduğunu düşünüp duruyor, endişeye kapılıyorken bir de karşıma çıkan darbenin beni içeri almamasıyla daha çok endişeleniyordum. Elimi yukarı kaldırıp sağa sola savurmuş, mırıldandığım büyüyle ortaya çıkan siyan dalgalar şeklinde sarayı komple kaplayan bir kalkan ortaya çıkmıştı.

Elimi yumruk yapıp kalkana vurmaya başladığımda sinirle dişlerimi sıkıyor, gözlerimde oluşan doluluk hissini yakaladığım zaman kolumla siliyordum.

"Hey, sen!" Başımı arkaya çevirdiğimde bana doğru koşan askerleri görmüştüm. "Bu ejderhanın kızı! Komutanım buraya bakın!"

"Tyrone! Komutan!" diye bağırıp kalkana doğru tekme attım. "İçeri giremiyorum. Savunma kalkanı var!"

Komutan askerlerinin arasından çıkarken Tyrone bir evin arasından çıkıp vurduğum kalkana bakmıştı. "Sizinle sonra hesaplaşacağız." dedi komutan ve yanıma doğru gelip vurduğum yere baktı.

Kendisi de elini kaldırmak yerine kılıcını kalkana doğru savurmuş, aldığım darbenin aynısını almıştı. Kaşlarını çatarak iki eliyle kılıcını kalkana doğru saplayacaktı lakin saplanmadan tekrar bir darbe aldı ve elindeki kılıç, bizden uzağa havalandı.

"Büyücüler," diye mırıldandı komutan. Diğer tarafıma gelen Tyrone'a baktıktan sonra gözlerini bana çevirdi. "Tuzağa düştük."

🔥

Bu bölümü nasıl buldunuz?

Tuzağa düştüler. Marcus saray da. Ne olacağından korkan ve seven insanlar arkada onu merak ediyor.

Kendinize iyi bakın.

💜

Continue Reading

You'll Also Like

277 55 17
Kadere inanır mısınız? Yapmam dedikleriniz, asla diyerek reddettikleriniz... Ben inanmazdım. Artık inanıyorum. İstanbul asilzadesi dedem, dehşetle bü...
133K 1.2K 35
Liseden yeni mezun köle ruhlu bir fetişist olan Emir, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir yola girer. Uğradığı şantaj sonucu hayatı Zehra adında...
3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
NEFES By N

ChickLit

57K 3.6K 25
Toprağın hayat, yaşamın ölüm koktuğunun farkında mısın, küçük çocuk?