Yılan Büyüler, Yılan Zehirler...

De avarefest

106 17 8

Yılan büyüler, Yılan Zehirler, Yılan Öldürür | Markhyuck (NCT - Mark & NCT - Haechan) | Crime, Angst | 3.3k ❝... Mais

Yılan Büyüler, Yılan Zehirler, Yılan Öldürür

106 17 8
De avarefest


PLAYLIST

Cnblue - I'm Sorry

WayV - Bad Alive

Sam Smith - To Die For (Acoustic)

Skyler Grey - Love The Way You Lie (Part III)

Diddy - Dirty Money, Skyler Grey - Coming Home

Yungblud - Time In A Bottle

Ellie Goulding , Blackbear - Worry About Me

The Weeknd - Hearthless

Madison Beer - Good In Goodbye

Vince, Zion.T - Emergency

Red Velvet - Psycho

Muse - Feeling Good

Muse - Uprising

Muse - Supermassive Black Hole

Panic! At The Disco - Victorious 

SuperM - No Manners

Arctic Monkeys - Knee Socks

Golden - Excuses (변명)

Esmer tenli çocuk, karşı masasında oturan kıza göz kırptı. Huysuz bir şekilde yaz sıcağı sebebiyle terleyen alnını silen kız donakalmış ve hafifçe kızararak gözlerini kaçırmıştı. Çocuk gülümsedi. Kızları elde etmek onun için basitti. Uzun değildi, kaslı değildi ve Kore standartlarına göre de oldukça esmer sayılırdı ama kimsede olmayan bir cazibe vardı onda. İnce ve zarif vücudu her cinsin ilgisini çekecek kadar güzeldi. Fazla kıvrımlı değildi ama yine de belinin inceliği nice kıza iç çektirirdi. Yüzü parıl parıldı, gözlerinde yaramaz ışıklar oynardı her zaman. Yazları etrafta gezinen haylaz bir periye benziyordu.

"Hyuck, kızları bakışlarınla yemeyi kes. Sen gaysin ve benim sevgilimsin ve ben paylaşmayı sevmem. Şimdi önüne dön"

Donghyuck sevgilisinin kızgın sesiyle bakışlarını arkadaşlarıyla fısıldaşan kızdan çekti ve önüne döndü. Fısıldaşmanın konusunun kendisi olduğunu biliyordu. Sevgilisinin elini elleri arasına aldı ve beyaz tenine tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. Karşısındaki çocuk anında kıpkırmızı olmuş ve elini Hyuck'un sıkı tutuşundan kurtarmıştı. İğrenmiş görünüyor olsa da kalbinin çarpmasına engel olamamıştı.

"Hadi ama Markie, alışkanlıklarımdan hemen kurtulamayacağımı biliyorsun. Sevgilim, hayatımda gördüğüm en yakışıklı erkeklerden birisin bence bu kadar kasma, o kız senin karşında bir hiç."

Mark bir kaşını havaya kaldırdı ama cevap vermedi. Bunun yerine çilekli milkshake'inden bir yudum almayı tercih etmişti. Hyuck'un söyledikleri doğruydu. Lisede tanıştıkları ilk günden beri onun ne kadar flörtöz olduğunu görmüş olsa da Hyuck sadece kendisine bağlıydı. Hatta bağlanmaktan çok takıntılıydı. Mark'ın sevgilisinden çok yapışık ikiziymiş gibiydi. Onun kıyafetlerini giyiyor, onun parfümünü sıkıyordu. Birbirlerinden gizledikleri hiçbir şey yoktu. Onları asla yalnız göremezdiniz, her zaman birliktelerdi.

"Her neyse, hızlı ol da patateslerini bitir. Kalkmamız gerek, bu kasabadan sıkıldım. Gitmemiz gerekli."

Mark endişeyle dudağını ısırdı ve milkshake'inin son yudumlarını büyük bir höpürtüyle bitirdi. Kalkmaya hazırlanıyordu. Hyuck son bir kez daha kıza baktı, kız da ona bakıyordu. Genç çocuktan bir hareket bekliyormuş gibiydi.

"Peki şu kıza ne dersin? Onu almadan mı gideceğiz?"

Dudaklarını büzerek sevgilisine baktı, oyuncakçıda babasına bir ayıcık alması için yalvaran bir çocuktan farksızdı ama koyu renkli gözlerinde tehlikeli bir ışıltı vardı. Masum suratı niyetlerinin gölgesiyle kararmıştı. Akşam güneşinin kızıllığı tozlu pencereden yüzüne yansırken tanrının özenerek yarattığı en güzel meleği şeytandan farksızdı.

Mark başını olumsuz anlamda salladı. Karnında heyecan kıpırtıları kendini belli etmeye başlasa da dürtülerine engel olmak zorundaydı. Başlarına bela açacaklardı. Bu kasaba fazla küçüktü ve tanınmaya başlamışlardı, bu iyi bir şey değildi. Burayı terk etmeli ve yeni bir kasabaya geçmeleri gerekliydi. Mümkünse daha büyük ve kolayca görünmez olabilecekleri bir kasabaya.

Hyuck iç çekti fakat sevgilisine karşı çıkmadı, bir seferliğine kendine hakim olabilirdi. Yakın zamanda Mark'ın içgüdülerinin de onu ele geçireceğini biliyordu ve o günü dört gözle bekliyordu. Sevgilisi şimdiki endişeli gençten bambaşka bir canavara dönüşecekti. Avcı güdüleri tetiklendiğinde ne kadar değiştiğini oldukça iyi biliyordu.

Hyuck yağlı ellerini bir ıslak mendile sildikten sonra masanın üzerine yedikleri tutarında bozukluk fırlattı. Sokaklardaki kancalı peluş yakalama oyuncaklarından birinin kasasını kırıp parayı çalmıştı, bu yüzden neredeyse bütün ihtiyaçlarını bozukluklarla gideriyordu. Hırsızlık da sayısız yeteneklerinden biriydi.

Ayağa kalktı ve sevgilisinin koluna girerek yanağına bir öpücük kondurdu. Normalde toplum içinde dikkat çekmemek için ten temasını olabildiğince engellemeye çalışan Mark bu sefer sadece gülümsemiş ve karşılık olarak sevgilisinin dudaklarına bir öpücük kondurmuştu.

Pekala, yakışıklı olabilirdi, Hyuck'a sahip olabilirdi ama hala onu deliler gibi kıskanıyordu. Esmer tenli güzelliğe yaklaşan herkesi uzaklaştıracak kadar soğuk ve korkutucu bir aurası vardı.

Hyuck onları şaşkınlık ve şokla izleyen kıza orta parmak çekti ve yemek yedikleri izbe kafenin kapısını tekmeleyerek açtı. Hah, al sana beklediğin hareket işte.

"Yola çıkalım bebeğim, rüzgarı yüzümde hissetmeyi özledim."

Kapının hemen önündeki arabalarına bindiler. Eski model, bordo renkte bir arabaydı bu. Dikkat çekmiyordu ve ihtiyaçlarını giderecek seviyedeydi. Mark arabaya bindikten sonra tavanı açtı. Arabanın tavanı geriye doğru katlanarak üstü açık hale gelmişti. Hyuck'un araç içinde kısılı kalmaktan hoşlanmadığını biliyordu. Normalde bir motosiklet çalmayı yeğlerdi ama dağ başındaki bu lanet kasabada bir tane bile kaliteli motosiklet yoktu. Onun yerine garajlardan birinden bu arabayı aşırmıştı. Sonuç olarak bir motosiklet kadar olmasa da Hyuck mutlu görünüyordu. Yüzünde her zamanki sırıtışı vardı, arkasına yaslanmış Mark'ın arabayı sürüşünü izliyordu. Yorgun gözleri gülümserken neredeyse çizgi halindeydi.

İkili kararan havayla birlikte yollarına devam ettiler. Onlar kasabadan ayrılırken kasabanın boş depolarından birinde polis sirenleri yankılanıyordu. Joker ve Riddler bir kasabada daha katliam yaratmışlardı. 10'un üzerinde işkence görmüş ceset depodan çıkartılıyordu.

Pekala, Batman'dan çalıntı isimler bir seri katil için en iyi isim seçeneği değildi ama Hyuck gerçek bir DC fanıydı ve cesetlerin yanına işaret bırakırken Joker ve Riddler simgesi çizmek için Mark'a deliler gibi yalvarmıştı. Marvel fanı olan Mark ise sevgilisini kıramamıştı. Okullarında işledikleri ilk cinayetten beri de aynı isimle anılıyorlardı. Ah, ilkler asla unutulmazdı.

Mark arabayı sürerken ilk cinayetinin anılarının verdiği hazla direksiyonu sıktı. Uzun bir süre plan yapmışlardı, sonunda uygun avı bulduklarındaysa planlarını bir kenara atıp içgüdülerin dinlemişlerdi. Sınıf arkadaşları olan çocuğun çığlığı hala kulaklarındaydı. Bıçak vücuda girdiğinde çıkan o ıslak ses, bedenin kan kaybıyla gevşemesi, korku dolu gözlerin geriye kayarak içlerindeki hayatın sönüp gidişi... Asla unutamayacağı bir andı. Amatörce yaptıkları ama en çok zevk veren işiydi.

Hyuck onu izlemeyi severdi, kanı ellerine bulaştırmazdı. Daha doğrusu avları kendine çekip yakalamayı ve sonra tüm işi Mark'a bırakmayı severdi. Birilerinin canını yakmaktansa canlarının yanmasını izlemeyi tercih ediyordu. Kulaklarındaki çığlıklar, ona bıçağı tutan kişi olmaktan daha çok zevk veriyordu

İlk cinayetlerinin ardından okulda sıkı bir soruşturma yürütülse de kimlikleri asla açığa çıkmamıştı. İkisi de sorguya çekilmişti ama birbirlerini ele vermemişlerdi. Ama ne yazık ki dikkat çekmemek için mezun olana kadar bir daha cinayet de işleyememişlerdi. Sayamadıkları kadar gece boyunca ellerinin kaşıntısı, midelerinin kasılması ve öldürmeleri için haykıran beyinlerine karşı gelmiş ve sabırla mezuniyeti beklemişlerdi. Mezuniyetten beri neredeyse 2 yıldır birlikte geziyorlardı. Kore'de gezilmedik şehir bırakmadıkları söylenebilirdi. Geçtikleri yerlere bir daha asla uğramıyorlardı. Yakalanmaktan çok bir daha birlikte olamamaktan korkuyorlardı. Birbirlerine bağlılardı, hem de normal bir çiftten çok daha fazla. Hyuck takıntılıysa Mark iki katı takıntılıydı. Hyuck'u asla yanından ayırmazdı. İnsanlarla ya da avlarıyla flörtleşmesine izin verse çoğu zaman kendini zorlukla tutuyor oluyordu. Onun için öldürmek aynı zamanda Hyuck'un flörtlerine karşı intikamdı. Toplum içinde ten temasından kaçınsa da yalnız başlarına olduğunda Hyuck'u asla kucağından indirmiyordu. Çarpık bir dünyanın ideal çiftiydiler. İnsanlıklarını bir ruh eşine sahip olmak için feda ettikleri söylenebilirdi. Birer seri katil olmalarının haricinde, oldukça uyumlu ve sağlıklı bir çifttiler.

Şehir ışıkları yok olup farların aydınlattığı asfalt yol hariç her şey gecenin dipsiz yokluğuna gömüldüğünde Mark arabayı ana yoldan çıkartıp toprak yoldan bir süre ilerledikten sonra bir ağacın altına park etti. Hiçliğin ortasındalardı. Yorgundu, Hyuck çoktan uyuyakalmıştı ve kendi gözleri de yavaştan kapanıyordu. Bir seri katil olarak araba kazasında ölmek istediği de söylenemezdi.

Üzerindeki gömleği arkaya fırlattı ve arabanın tavanını kapattı. Cebindeki çakıyı eline aldı ve kilitleri son bir kez kontrol ettikten sonra koltuğunu arkaya yatırdı. İşte şimdi uykuya hazırdı.

Hyuck'un alnına bir öpücük kondurdu ve biraz uğraşarak onun koltuğunu da arkaya yatırdı. Bir köpek yavrusundan daha zararsız görünen genç adam huzurla mırıldanmış ve daha rahat bir uyku pozisyonu almıştı. Mark iç çekti ve arkasına yaslandı. Gözlerinin kapanmasıyla birlikte çığlıklar kulaklarını doldurmuş, kan gözünü bürümüştü. Ah, bu onun için oldukça güzel bir rüya sayılırdı. Uykusunda fark etmeden kıkırdadı. Bir kaçak gibi yaşıyor olsa da hayatında en mutlu olduğu anlardan birindeydi.

☯☯☯

İlk uyanan Hyuck oldu. Ne zaman uyuyakaldığı bilmiyordu. Yoldayken zamanın nasıl geçtiğini asla anlamıyordu, özellikle de gece olduğunda. Avlanma vakitleri hariç zamanının çoğunun yollarda geçirdikleri için kendini arabadayken uyuyamaya alıştırmıştı. Başta sürekli omzu ve boynu tutuluyorken şimdi daracık otomobil koltuğunda değil de annesinin sıcak kucağında yatıyormuş gibiydi. Gerçi annesi onu kucaklayacak kadar sıcak bir insan olmadığı için bu hissin nasıl bir şey olduğunu tam olarak bilmiyordu ama yaklaşık olarak tahmin edebiliyordu.

Olduğu yerde gerindi ve etrafına bakındı; hava loştu güneş yeni doğuyor olmalıydı. Gökyüzü morun en koyu tonlarındaydı, yakında kızıla boyanacak ve ardından yeni gün başlayacaktı.

Mark'a döndü. Zavallı çocuk olduğu yerde kıpırdanarak huzursuz bir uyku uyuyordu, her ne kadar Hyuck araba koltuklarında uyumaya alışmış olsa da Mark'ın durumu ondan farklıydı. Orta sınıfın üzerinde bir ailenin çocuğu olan Mark'ın henüz yatakta uyumamaya alıştığı söylenemezdi. Kaçak hayatı yaşadıklarından ailesinden para alamıyordu ve çoğunlukla Hyuck'un oyun makinelerinden ve insanların cebinden aşırdığı paralarla geçiniyorlardı ama Mark için bu oldukça zordu. Her zaman en iyi şeyleri tüketen Mark artık en iyi zamanlarında bile belki sırtını koyabilecek bir yatak bulabiliyordu. Yine de pişman değildi. oyun odasında yalnız başına oturarak hayatını tüketmektense Hyuck'la birlikte gençliğini sonuna kadar harcamayı tercih ederdi.

"Hey! Mark, uyansana! Güneş doğuyor, birlikte izledikten sonra yola çıkalım!"

Mark homurdanarak gözlerini araladı, pek iyi uyuyamamıştı ve Güneş'in doğuşunu izlemek kadar romantik bir eyleme kesinlikle hazır değildi. Daha gözlerini bile tam olarak açamıyordu nasıl güneşin havadaki lanet yükselişini izleyebilirdi?

"Yanımda bana ait geveze bir güneşim varken gerçekten Güneş'in doğuşunu izlememe gerek var mı? Sayısız doğuşta ve batışta birlikteydik Hyuck, yaşamda ve ölümde de."

Hyuck gözlerini devirdi fakat bir şey söylemedi. Utanma duygusu olsaydı yanakları çoktan kızarmıştı. Mark'ın iltifatlarına karşı artık bağışıklık kazanmıştı. Bir iltifatta kızarıp gözleri dolan masum bir çocuk değildi artık.

Mark ofladı ama Hyuck'un kalbini kırmamak için gözlerini ovalayıp oturur pozisyona geçti. Birlikte etrafın mordan pembeye, pembeden kızıla geçişini izlediler. Gün doğumu da gün batımı da Hyuck'u etkiliyordu. Saatlerce sürse saatlerce izleyebilirdi ama ne yazık ki her gün ancak birkaç dakika boyunca bu görsel şöleni yaşayabiliyordu.

Sonunda Güneş tamamen doğup acımasız sıcaklığını etrafa yaydığında yola çıkabilmişlerdi. Kurak mevsime giriş yapmışlardı. Arabanın deri koltukları güneşin etkisiyle aleve dönmüştü. Eğer arabalarının üstü açık olmasa bu klimasız arabada sıcaktan ölebilirlerdi. Sıcak çarpmasıyla ölmek de bir seri katil için en güzel ölüm yolu sayılmazdı.

Birkaç saat boyunca yol aldılar. Manzaraları yavaşça değişmeye başlamıştı. tek tük evler ortaya çıkmış, ağaçların sayısı azalmıştı. Henüz insan görmeseler de bir kasabaya yaklaştıkları belliydi. hem de büyük bir kasabaya.

Sonunda gaz almak için bir benzin istasyonunda durdular. Mark gaz doldururken Hyuck ödemeyi yapmak için içeri girdi. Kasadaki genç oldukça yakışıklıydı. Uzun boylu ve beyaz tenliydi. Her zaman gülümsediği belli olan yanaklarında gamzeleri vardı. Dev boyutlu bir... şeftaliye benziyordu. Hyuck onun yaka kartını okudu. Yoonoh. İsmi de şirindi. Hyuck tezgaha yaslandı ve gülümseyerek parayı uzattı. Raflardan bir de sakız çekivermişti. Yoonoh onun bu havalı tavırlarına hafifçe güldü Hyuck'un sıcak parmaklarından bozuklukları aldı.

"Oldukça fazla bozukluğun var, ha? Kusura bakma ama matematiğim pek iyi değil, saymam uzun sürebilir."

Hyuck sırıttı ve göz kırptı.

"Bu süre boyunca seni izleyeceksem sıkıntı yok Güzellik."

Yoonoh kaşlarından birini kaldırdı ama gülümseyerek bozuklukları saymaya devam etti. Gencin flörtöz tavırları onu şaşırtmıştı. Bir yabancıyla nasıl bu kadar kolay flört edebilirdi? Fazla mı saftı yoksa yabancıların tehlikeli olabileceğini mi bilmiyordu? Özellikle de ıssız bir yerde benzin istasyonunda çalışan yabancıların.

Arabaya bir bakış attı ve kendisini öldürücü bakışlarla izleyen bir genç gördü. Şimdi neler döndüğünü anlamıştı. Bu küçük ve yaramaz yabancı büyük ihtimalle sevgilisini kıskandırmaya çalışıyordu. Klişe fakat etkili bir yol izlediği söylenebilirdi. Sonuç olarak sevgilisi arabanın başında kudurmak üzereymiş gibi görünüyordu.

Tebrikler Velet!

Yoonoh paraları kasaya atı ve ellerini kotuna sildi. Ardından Hyuck'un hiç beklemediği bir şey yaptı, tezgaha eğildi ve küçük olanı çenesinden tutarak kendisine çekti. Şimdi göz gözelerdi.

"Dışarıdaki çocuğu kıskandırmaya çalışıyorsun, anlıyorum ama... ben olsam kiminle flört ettiğime dikkat ederdim ufaklık. Buralar tekin yerler değil. Şimdi para üstünü al ve git yoksa küçük erkek arkadaşın sinirden kafayı yiyecek."

Hyuck hafifçe kızardı ve başını silkeleyerek çenesini Yoonoh'nun elinden kurtardı. Karşısındaki kişi bir oyuncak olamayacak kadar zekiydi. Gülümsüyor olabilirdi ama tüyleri diken diken eden bir aurası vardı. Hyuck titrememek için kendini zor tutmuştu. Bir seri katile kim böyle hissettirebilirdi ki?

Hiçbir şey söylemeden tezgahtaki bozuklukları toparlayıp cebine attı ve Yoonoh'ya bir baş selamı verdikten sonra istasyonun dükkanından çıktı. Mark onunla tartışacakmış gibi dursa da birkaç kelimenin ardından yüz ifadesi değişmiş ve ikisi de hızla arabaya binmişti. Yükselen motor sesiyle birlikte küçük bir toz bulutu eşliğinde ortadan kayboldular. İlerledikleri yön, Yoonoh'nun uyarısına rağmen kasabaydı. Büyük olan başını hayal kırıklığıyla sallarken dükkanın deposunun kapısı aralandı.

"Yoonoh, gittiler mi? Şimdi ortaya çıkabilir miyim?"

Pembe saçlı bir çocuk kapıdan başını uzattı ve Yoonoh'nun kendisini yukarı çekmesine izin verdi. Ceylan gibi gözleri, biçimli bir burnu ve ince dudakları vardı, yüzündeki tek kusur gözünün yanındaki yara iziydi. Yanağında kocaman bir kan lekesi olmasaydı olmasaydı oldukça masum göründüğü söylenebilirdi.

Yoonoh gülümsedi ve elini çocuğa uzattı. Çocuk gülümseyerek elini tuttu. Artık ikisinin de eli sıcacık, yapış yapış kanla kaplıydı.

"Uzun zamandır ilk defa kasabaya yeni birileri geldi. Sence onlara minik bir karşılama sürprizi hazırlamalı mıyız?"

Yoonoh olumsuz anlamda başını salladı. Genç çocuk şaşırmıştı, genelde yeni gelenleri karşılama konusunda Yoonoh oldukça hevesli olurdu. Bu sefer fikrini değiştiren neydi?

"Taeyong Hyung, bu ikilinin kasabada ne kadar kalacağını bilmiyorum ama onlara yaklaşma. Onlarda garip bir şeyler var. Onlar da... bizim gibiymiş gibi hissediyorum."

Taeyong gülümsedi ve Yoonoh'nun yanağına bir öpücük kondurdu.

"Pekala, iki bücüre yaklaşmayacağım. Şimdi gel, aşağıda seni bekleyen bir sürprizim var."

Yoonoh Taeyong'un kanla kaplı parmaklarını iğrenmeden öptü. Kan, beyaz teninde şeytani bir ışıltı bırakmıştı. Demirimsi kokunun duyularını ele geçirmesiyle Yoonoh inildeyerek başını arkaya attı.

Can yakmaya hazırdı.

☯☯☯

Hyuck çantasını otel odasının köşesine fırlatarak kendini odanın ortasındaki yatağa attı. Mark da hemen arkasından onu taklit etmişti. Büyük olan, Hyuck'un koluna uzandı ve duygu içermeyen bir ifadeyle tavanı izlemeye başladı. Hyuck da onu izliyordu. Bir robot gibi gözlerini kırpıştırmadan sevgilisine, suç ortağına bakıyordu.

"Daha bakmaya devam edecek misin yoksa soyunayım mı?"

"Peki sen tavanı izlemeye ne kadar devam edeceksin?"

Mark yan döndü ve bakışlarını Hyuck'unkilerle buluşturdu. Yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Genç olanı belinden tutarak kendine çekti ve burun buruna gelmelerini sağladı. Hyuck'un onun bu hareketinden pek de etkilendiği söylenemezdi, alışıktı. Ciddi bakışları hala Mark'ın üzerindeydi.

"Bana ne düşündüğünü söyleyecek misin Markie?"

Mark iç çekti. Yaşadıkları nadir huzurlu anlardan birini depresif düşünceleriyle bozmak istemiyordu ama yine de Hyuck söyleyeceklerini duymak zorundaydı. Yaşadıkları rüyanın bir kabusa dönüşmesi oldukça yakındı ve peşlerinden gelen polislerin nefesini ensesinde hissedebiliyordu. Yakalanmak ve hapse atılmak onu her şeyden daha çok korkutuyordu.

"Ne düşündüğümü benden daha iyi biliyorsun."

"Polislerin peşimizde olduğunu ve bizi yakalamak üzere olduklarını düşünüyorsun. Ne yapmamız gerektiğini, onlardan nasıl kurtulacağımızı düşünüyorsun."

Mark'ın başıyla onaylaması Hyuck'un oflamasına neden oldu.

"Bu kadar basit bir şeyin cevabını bile bilmediğine inanamıyorum. Biz onlardan kaçmıyoruz Mark, onlar bizi kovalıyor. Eğer yakalanacak olursak, ne yapacağımızı sen de çok iyi biliyorsun."

Bakıştılar. Konuşmalarına gerek olmasa da Mark Hyuck'un yapacaklarını kelimelerle ifade etmesini istiyordu. Sevgilisinin kelimeleri ona cesaret verecekti.

"Varolmayan ülkeye gideceğiz, Mark. Varolmayan ülkeye gidecek ve kayıp çocuk olacağız."

☯☯☯

Jaehyun kaşlarını çatarak elindeki kasaba gazetesini bir kenara fırlattı. Ana başlık bile sinirlenmesine yetmişken haberlerin içeriği öfkeden delirmesine neden olmuştu. Bir haftada 3 cinayet. Kasabaya yeni gelen veletler daha yeni mekanlarına yerleşmeden cinayet işlemeye başlamışlardı bile. Şimdiden 3 ölüleri vardı ve kasaba halkı korku ve öfke içinde -ki daha çok korku duyuyorlardı- katilleri aramaya başlamışlardı bile. Taeyong ve Jaehyun'un parmaklarında oynattığı kasaba artık tehlikeli hale gelmeye başlamıştı. bu iki aptal kendileriyle birlikte iki aşığı da yakalatacaklardı. Bu işe bir dur demesi gerekiyordu artık.

Taeyong'un kolları Jaehyun'un omuzlarına dolandı ve ince dudaklar kulağına hafifçe sürtündü. Jaehyun benzinlikte her zamanki yerinde otururken bir yılan gibi sessizce ona yaklaşmış ve avlanırcasına kendini ona sarmıştı.

Jaehyun sevgilisinin her zamanki hareketine aldırmadan kaşlarını çatmaya devam etti. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Bu veletleri kasabadan kovmaları gerekliydi. Peki nasıl?

"Yoksa misafirlerimizi ziyaret etmeyi mi düşünüyorsun? Ne yapacaksın? Onları öldürecek misin?"

Jaehyun başını olumsuz anlamda salladı. Şu süreçte yeni ölümler oldukça tehlikeliydi. Şüpheyi daha da üzerlerine çekmek istemiyordu. bu işten kurtulmak istiyorlarsa olabildiğince masum gözükmeleri önemliydi. Taeyong yeni doğmuş bir bebek gibi görünüyor olsa da Jaehyun onun kadar şanslı değildi. Yakışıklıydı ama yüzündeki bir şey onun göründüğü kadar iyi biri olmadığını belli ediyordu. Onunla karşılaşan, birkaç cümle kuran herkes onun bir yılan kadar tehlikeli olduğunu ve ondan bir sorun olduğunu anlıyordu.

"Onları ziyaret edeceğim ama öldürmek için değil."

Taeyong sevgilisinin planını anlayarak güldü ve yanağına bir öpücük kondurdu.

"Ben ve zavallı misafirlerimiz evde seni bekliyor olacağız. Bugün büyük ziyafet var, unutma."

☯☯☯

"Sonunda duştan çıkabildin, ben ve Hyuckie seni bekliyorduk. Hoş geldin."

Mark otelin kıç kadar duşundan saçları ıslak ama giyinik olarak çıktığında donakaldı. Hyuck'un üzerindeki havluyu çekiştirip düşürmek gibi bir alışkanlığı olduğu için banyoda giyiniyordu.

Onu şaşırtan şey yatakta rahatça oturan Jaehyun olmuştu. Daha doğrusu Jaehyun'un kucağında, boğazında bir bıçakla onu bekleyen Hyuck. Küçük olanın surat ifadesi dümdüzdü ama Mark onun üzerinden yükselen endişeyi hissedebiliyordu. Benzinlikte Jaehyun'la karşılaştıklarında Hyuck onu uyarmıştı ama bu kadar çabuk harekete geçeceğini ikisi de düşünmemişti.

"Çekinme, otur. Sen ve sevgilinin zaten bu kasabada çok vakti kalmadı."

Mark temkinli adımlarla yatağa yaklaştı ve oturdu. Gözlerini bir an bile Hycuk'tan ayırmıyordu. Onun bakışlarını gören Jaehyun güldü, derin gamzeleriyle aslında oldukça sevimli göründüğü söylenebilirdi, tabii bir bıçak tutmasaydı.

"Merak etme, küçük sevgilinin sonu ben olmayacağım. Tek istediğim şey kasabadan basıp gitmeniz, fazla dikkat çektiniz ve düzenimi bozuyorsunuz. Sizin ne olduğunuzu ben buldum, polisin de fark etmesi uzun sürmeyecek."

Mark sırıttı fakat şakaklarından aşağı süzülen ter damlası ne kadar gergin olduğunun en büyük belirtisiydi.

"Gitmezsek ne olur?"

Jaehyun bıçağı Hyuck'un boğazına hafifçe sürttü ve bir damla kanın esmer tende süzülüşünü zevkle izledi. Kan açlığını bastırmaya çalışıyordu yoksa kucağındaki çocuğu saniyesinde öldürecekti.

"Galiba hala içinde olduğun durumun farkında değilsin. Sevgilin kucağımda, boynunda bir bıçak var ve onu her an öldürebilirim. Sana cesaret veren şey ne? Aptallığın mı?"

Mark hafifçe güldü ve Jaehyun'un bel altını işaret ederek konuşmaya başladı.

"Sevgilim kucağında -ki buna biraz sinirlendim- boynunda bıçak var ama aynı zamanda her zaman cebinde sakladığı favori çakısını da senin böbreğine saplamak üzere. Durum ne kadar kötüye giderse gitsin Hyuck'tan önce öleceğin belli. Gördüğün gibi, cesaretimi senden çok daha zeki olan sevgilimden alıyorum."

Jaehyun karnına baktı, Mark'ın söylediği gibi odanın ışığında uğursuz bir morla parıldayan çakı böbreğine yaslanmıştı. Güldü ve Hyuck'u hafifçe ittirerek Mark'ın kucağına fırlattı.

"Pekala, sen ve zeki sevgilin için son uyarım. Polisler oteli basmak üzere, kaçsanız iyi edersiniz yoksa hapiste yan yana hücrelerde sonsuza dek çürüyeceksiniz."

Mark ve Hyuck bakıştılar, belli ki Jaehyun'un doğru söyleyip söylemediğini anlamaya çalışıyorlardı.

"Yalan söylediğimi düşünüyorsanız bekleyin de birkaç dakika içinde polisler bileğinize kelepçeleri geçirsin. Bugün karakolun önüne sizler adına onlar için bir hediye bıraktım, eminim ki sizi avlamak için yanıp tutuşuyorlardır."

Jaehyun gelmeden önce kasabanın en sevilen adamlarından biri olan emekli polis memurlarından birini öldürerek karakolun olduğu sokakta bırakmış ve bilerek Mark ve Hyuck'u suçlu gösterecek sahte deliller de yerleştirmişti.

Jaehyun ellerini cebine yerleştirdi ve kapıya adımladı, buradaki işi bitmişti. Taeyong'a ve büyük ziyafete geri dönebilirdi.

"Görüşürüz çocuklar ya da görüşmeyiz. Belki de yakalanışınızı haberlerden izlerim ha? Her neyse, size iyi kovalamacalar."

☯☯☯

"Mark gaza bassana!"

"Basıyorum zaten ama bu külüstür ancak bu kadar hızlı gidiyor!"

Arkalarından yükselen polis sirenlerini bastırmak adına bağırdı Mark. Kaçıyorlardı. Jaehyun'un dediği gibi polisler oteli bastığında ancak toparlanabilmişlerdi ve hızla yola koyulmalarına rağmen polis peşlerine düşmüştü bile. Büyük ihtimalle şerefsiz Jaehyun arabalarının plakasını da polise vermişti. Saatlerdir arabadalardı ama izlerini kaybettirememişlerdi. Neredeyse gün doğmak üzereydi ve otoyolda son hızda ilerliyorlardı. Büyük ihtimalle yakında bir başka kasabaya varacaklar ve o kasabanın polisi tarafından yakalanacaklardı. Kurtulmalarının imkanı yoktu.

"Mark, buradan sola dön."

Mark sevgilisine baktı, Hyuck'un yüzünde beklenmedik şekilde huzurlu bir ifade vardı.

"Ama o yol uçuruma çıkıyor-"

"Mark, sola dön. Zamanı geldi."

Mark iç çekti ve uçuruma giden dar yola saptı. Polisler hala peşlerinde olsa da biraz gerilerindelerdi. Birbirlerine veda etmek için vakitleri olacaktı. On dakikalık kısa bir yolculuğun ardından uçurumun kenarına vardıklarında güneş doğmaya başlamıştı bile. Gökyüzü koyu mordan kızıla çalan bir pembeye dönerken arabadan indiler. Sona gelmişlerdi.

Mark sevgilisine döndü ve gülümsedi.

"Anıların gönderdiği Tinkerbell'i takip ederek, seninle ilgilenmek için Neverland'e gidiyorum. O yerde, sen ve ben birbirimizi seyredeceğiz gülerek..."

Hyuck bir kahkaha attı ve sevgilisinin elini tuttu.

"Ölmek üzereyken EXO'dan alıntı yapmana izin vermeyeceğim seni aptal herif. Biz Joker ve Riddler'ız, kpop şarkısıyla ölemeyiz."

Mark'ın tepki vermesine izin vermeden dudaklarına yapıştı. Nefesleri birbirine karışırken büyük olana sarılarak kendini uçurumdan attı Hyuck. Polis sirenleri yankılanırken dudak dudağa düştüler aşağıya. Bedenleri bir olmuştu sonunda. Hyuck'un da istediği gibi, Joker ve Riddler'a yakışır bir sondu bu. Uçurumun dibinde, kucak kucağalardı. Polisler artık istese bile onları ayıramazdı.


Continue lendo

Você também vai gostar

A0023 De ruhperver

Ficção Científica

846K 71.3K 58
On altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke...
214K 22.3K 35
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
MODEL-1 De reredrumm

Mistério / Suspense

486K 23.9K 67
Gizem/Gerilim #1 Bazen bir bütünü görebilmek için parçaları birleştirmek gerekir. Ve şimdi ben; elime aldığım her parça beni derinden kessede, bütüne...
161K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...