ZAMANSIZ SEVGİ

By Derunimeyus

781K 29K 7.9K

"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmada... More

Tanıtım
GİRİŞ
1.KÂBUS
2.İLLÜZYON
3.KARA DELİK
4.UMUTSUZLUĞUN ÇATLAKLARINDAN FİLİZLENEN UMUT
5.ZAMANIN ÇATLAYAN BEL KEMİĞİ
6.ÖZGÜRLÜĞÜN ESİRİ
7. DÜŞEN MASKELER
8.MAĞLUBİYETTEN DOĞAN GALİBİYET
9.YALAN TEMELLERE İNŞA EDİLMİŞ ÇÜRÜK BİR HAYAT
10.KARANLIĞA ESİR EDEN YILDIZLAR
11. SARSICI İDDİA
12.AYRILAN YOLLAR
13. AYNI KAN
14.GEÇMİŞİN YANGINI GELECEĞİ TUTUŞTURUR
15.YARALAYAN OLMAK
16.GEÇMİŞE YOLCULUK
17.NEFRETLE SAVAŞAN SEVGİNİN GETİRDİĞİ YIKIM
18.ALTANAVLA, BAŞLANGIÇ VE SON
19.ACIYI KUCAKLAYAN GÖĞE İTİRAF
20.SEÇİLMİŞ
21. BİLİNMEDEN YAPILAN TERCİH
22.ZAMANIN KALBİ
23.KURŞUN
24. İMKANSIZLIKTAN İMKANA
25.AŞKIN ÖNÜNDEKİ GURUR
26. KATİL
28.BİLİNMEZLER ALEMİ
29. ASRAL
30.İHANETİN SIZISI
31.GEÇMİŞİN İZİ;BUGÜN
32.İKİ YÜZLÜLÜĞÜN ACISI
33.GELECEĞİN GÖBEK BAĞI GEÇMİŞ
34.AZRAİLİN KESKİN SOLUĞU
35.YILLARIN GÜNAHI
36.ANNE SÖZÜ
37.SON ŞANS,GÖK'ÜN AFFI
38.GÜÇ BİRLİĞİ, SON SAVAŞ
39. GERÇEKLEŞEN HAYALLER
40. NEFRETİN KIRILMA NOKTASI
41.İLK UYANIŞ-SORGULAMA

27.GÜÇ

8.6K 471 75
By Derunimeyus


Bölüm şarkısı; Feel nothing- The Plot In You

Kapanan gözlerimin ardında sona eren ışık huzmesiyle hızla gözlerimi araladığımda, sarsılan bedenim ayakta zor duruyordu. Bakışlarım etrafımı tararken tesise gelmiş olduğumu anlamıştım ancak geride bıraktığım kişiydi şuan zihnimdeki tek odak noktası.

Saniyeler içinde bana doğru koşar adımlarla geldiğini gördüğüm askerler arasında dikkatimi çeken tek tanıdık yüz Kain oldu. İfadesiz tutamadığı yüzünde bariz bir endişe okunurken, karşımda soluk soluğa durarak baştan aşağı bedenimi inceleyerek hasar kontrolü yaptı kendince.

"Hemen geri dönmem lazım." Sözlerimi doğru anladığını teyit etmek ister gibi kısa bir an duraksarken, anında çatılan kaşlarıyla başını kesinlik içinde iki yana salladı.

"Böyle bir şey söz konusu dahi değil Hera Hanım. Algan Bey'in güvende olduğundan emin olun, askerler yanına ulaştılar bile."

Başını bu defa iki yana sallayan ben olurken, iki elimle aceleyle kollarına tutundum. "Lütfen. Kain lütfen, onu o adamla bırakamam. Benim orada olmam lazım. Anlamıyorsun." Kesik kesik kurduğum kelimelerim devamlı dilime dolanıp dururken, hızla arkasına doğru dönerek birine seslendi ancak onun baktığı yeri gözlerim oldukça bulanık görüyordu.

"Acil doktorlardan birine haber ver! Şoka girmiş."

Ne dediğini algılamayan zihnim ileriyi bulanık görmeye devam ederken, gözlerimi kırpıştırdım. Ağlamıyordum da. Parmaklarımla gözlerimi ovalayarak o sisi geçirebilmek için hareketleneceğim sırada Kain'e tutunan ellerimi çeker çekmez dengem bozuldu.

Anında kolumdan tutan Kain yeniden dengede durmamı sağlarken, kısık bakışlarım ona çevrildi. Ağırlaşan gözlerimi kapamamak için kendimle mücadele verirken, parmaklarını gözümün önünde sallıyordu devamlı.

"Hera Hanım, beni duyuyor musunuz? Sakin olun ve nefes almaya çalışın. Bir tür şoka girmiş olmalısınız. Sadece sakin olun, bakın Algan komutanım iyi."

Yüzü yakınımda olmasına rağmen sesini uzaktan duyduğum Kain'in sözleri yalnızca kelime kelime zihnime giriyordu ancak çözümleyemiyordum. Boşlukta sallanan bedenimin takılı kaldığı tek nokta, Algan'dı.

Bir yere oturtulduğumu anladığımda direnen gözlerim etrafımda gezindi dalgınlık içinde. Önümde diz çöken bir adamın dudaklarının kıpırdadığını görürken, sesini artık tamamen duymayan zihnim sağır olduğumu düşündürttü ancak ben bunun için bile endişelenemedim. Algım tamamen kaymış, idrak noktam kaybolmuştu sanki.

"Hera Hanım... Yolculuk... Direnmişsiniz..." Başını iki yana sallayan adam yüzümü bir sağa birde sola çevirdikten sonra gözlerimi parmaklarıyla açarak ışık tuttu ve kontrol etmeye başladı.

Tüm bunların yapıldığını görmeme rağmen, kendimi uzaktan bir köşeden izleyen üçüncü bir gözden farkım yoktu sanki. Çok uzaktım kendime, kilometrelerce.

"Tepki yok. Bu şok değil, ışınlanmaya direnmiş, saliselik bir farkla farkında olmadan zaman boşluğuna gitmiş olmalı." Adamın sözleri zihnimde tehlike sinyallerini çalmaya başlarken, bedenim taş kesilmiş gibi kımıldamıyordu. Nefes aldığımdan bile şüphe duyuyordum artık.

Zaman ve mekan kavramımı yitirmek üzereymiş gibi giderek bulanıklaşan çevreme bakındığımda yeniden, omuzlarımdan tutan iki el bedenimi sertçe geriye doğru sabitledi. Bunun Kain olduğunu gördüğümde, çatık kaşlarıyla gözlerine yansıyan o korku çekti dikkatimi ilk önce.

Hafifçe bedenimi sarstığında, boş bakışlarımın gözlerinde olduğunu anlamış gibi parmağıyla dudaklarını işaret etti. Gözlerim orayı takip ettiğinde, bir şeyler söylediğini ancak o zaman fark edebilmiştim.

"Kendine gel. Buraya odaklan. Ana odaklan." Yeniden omuzlarımdan sarstığında, şuan sandalyede oturmama rağmen yığılmak için an kollayan bedenimin onun sayesinde dik durabildiğini anlıyordum.

"Algan iyi. Hera, buraya odaklan hadi." Bakışlarını benden çekerek aniden yanında beliren askere döndü.

"Komutanım, Hera Hanım'ın yolculuk kayıtlarına baktım. Cihaza göre 0.3 saliselik bir zaman saptaması var, o arada zaman boşluğuna gitmiş olmalı. Bunun farkına varamayacağı kadar hızlı gerçekleştiği için şuan bu halde."

Sorgu dolu bakışları yeniden, önümde diz çökmüş, elinde bir şeyler hazırlayan adama döndüğünde konuştuğunu anladığımdan ağırca ona doğru çevirdim bakışlarımı. Sanki saniyeler dakika gibi akıyordu gözlerimin önünde. Zamanın yavaşladığını hissediyordum.

"Beyin farkına varmadığı duraksamada kendini korumaya alarak kilitler, zamanın durduğu bir yerde zaman koruyucusu olmadan hayatta kalması... Bunun bir mucize olduğunun farkındasın değil mi Kain?"

Adam elindeki sivri uçlu metali derime sapladığında aniden bedenimde hissettiğim acıyla dudaklarım arasından acı dolu bir inleme yükseldi. Dakikalardır suyun altında nefessiz kalmışım gibi derin bir soluğu içime çektiğimde, nihayet ciğerlerime dek ulaşan havayı hissedebilmiştim.

Titreyen bedenim kendine gelmiş gibi öne doğru eğilirken, kolum az önceki acıyla sızladı yeniden.

"Ne verdin ona?" Askerlerden birinin sorgu dolu sesiyle adam önümden kalkarak omzunu silkti.

"Hiçbir şey, beyninin uyanması için sinirlerini uyardım sadece." Derin nefesler alıp verirken, sıktığım dişlerimi zorlukla ayırdım birbirinde.

"Kain." Anında bakışları beni bulduğunda, ne diyeceğimi anlamış gibi ardı ardına konuşmaya başladı.

"Algan komutanım sapasağlam, askerler yanındalar ve buraya gelmek üzereler. O adamda yanlarında, yakalamışlar. Hiçbir sorun yok."

Gerilen kaslarım kendilerini aniden bıraktıklarından ağrırken geriye doğru yaslanarak minnetimin yansıdığı bakışlarla baktım yüzüne. "Teşekkür ederim."

Gözlerimi kenarda duran, daha önce burada hiç denk gelmediğim adama çevirdim. "Size de..." Yanan boğazımla hafifçe yüzümü buruşturdum. "Bir an öleceğimi bile düşündüm."

Kaşları havalanırken şaşkın bakışlarıyla kollarını göğsünde birleştirerek başını salladı. "Bunu bir an için ben de düşündüm."

Onu dürten askerlerden biriyle anında silkelenerek toparlandığında hafifçe boğazını temizledi. "Yani ne demek, rica ederim. Görevim neticede." Ardından imayla gülerek mırıldandı.

"Zaten siz ölseydiniz bende yaşamıyor olurdum muhtemelen..." Yeniden koluna vuran askerle, gaf vermiş gibi bir kez daha boğazını temizlerken eliyle dışarıyı işaret etti.

"Her neyse, ben gitsem daha iyi olacak. Bu arada çok memnun oldum sizinle tanıştığıma Hera Hanım, ben tesis doktorlarının baş yöneticisi Yüce Honos."

Ne söyleyeceğimi bilemeyerek, yüzümdeki hayret dolu ifadeyi gizlemek için uğraş verirken Kain gözlerini devirdi baygınca. "Oylum! Kes şunu, o elindeki sivri şeyi bir taraflarına saplayacağım şimdi."

Adam yüzündeki eğlenir gülümsemeyle ona baktı. "Ne?! Bunu her zaman birine yapmak istemişimdir. Emin ol buraya her gün iki binli yıllardan birileri gelmiyor. Her neyse..." diyerek bana döndü.

"Oylum ben. Yüce Honos kısmına kadar dediklerim doğruydu bu arada. Çok memnun oldum Hera, izninle şu Kain üzerimde büyü çalışmalarına başlamadan gitmem lazım."

"Derdin ne senin? Ayrıca Hera değil, Hera Hanım diyeceksin o gevşek ağzının cıvatalarını tek tek sıkmayayım." Ona doğru hareketlenen Kain'le anında odadan dışarı kendini atarken yüksek sesle gülüşü duyuldu.

Kain başını iki yana sallayarak onun arkasından homurdanmaya devam ederken, sesli bir soluk bırakarak karşıma geçti yeniden.

"İyisiniz değil mi?" Sorusuyla yorgunluk içinde geriye yaslanarak gözlerimi kapadım.

"İyiyim desem inanmayacaksın. O yüzden doğruyu söyleyeyim, berbat durumdayım." Diyerek araladığım gözlerimle karşımdaki Kain'e baktığımda, sıkıntı dolu bakışlarının yüzümde sabit kaldığını gördüm.

"Kain... Bana acilen Algan'ın şuan ne yaptığının, nerede olduğunun bilgisi lazım. Çok acil hem de." Tam konuşacağı sırada çalan telefonuyla hızla elini üniformasının cebine atarak iletişim sağladıkları cihazını çıkardı.

Ekrana bakan gözleri donuklaşırken neden yanıt vermeden öylece beklediğine anlam veremedim. Yorgun bakışlarım onu izlerken, cevaplamadığı aramayı sonunda çatılan kaşlarıyla yanıtladı ancak ifadesinden, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamam uzun sürmemişti.

Ona odaklı şekilde sessizce beklerken, kulağına götürdüğü cihazla ilk önce kendini tanıttı karşısındakine. "Vega tesisi askeri birliği komutanı Kain Mergen. Dinlemedeyim."

Onu ilk defa böyle görüyor olmak, itiraz edemeyeceğim şekilde garibime gitmişti. Tamamen askeri kimliğine bürünürken, ifadesinde katı bir tutum yer edinmişti çoktan.

Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra kaşları daha çok çatılmaya başladı. "Komutanım mı? Sebep?"

Durumun Algan'la ilgili olduğunu anladığım an oturduğum sandalyeden hızla kalktım. Kendine yeni yeni gelen beynim ufak bir sarsıntı geçirerek dengemi bulmamda zorluk çıkarırken, hemen önümde duran Kain ifadesini bozmadan kolumdan tuttu yeniden ancak bakışları bende bile değildi.

"Anladım. Geliyoruz, izin çıkarın en acil şekilde." Ne olup bittiğini anlayamadığımdan endişeyle ona bakarken, aramayı sonlandırarak gözlerini merak içindeki bana çevirdi.

"Hera Hanım..."

Uzatacağını anladığımdan hızla sözünü kestim. "Hiç dolandırmadan direkt söyle Kain."

Sıkıntılı bir soluk bırakarak çatık kaşlarıyla ensesini sıktı sertçe. "Durum şöyle ki, komutanım iyi ancak şuan toplanan meclis nedeniyle Rigel şehrinin tesisinde. Yani abiniz Zada'nın..."

Sözlerini anlamlandırmak ister gibi duraksadığım sırada, başımı iki yana sallayarak sorgulayan bakışlarımla devamını getirmediği hali, içimde bir şüphenin kapısını araladı. "Neden meclis Algan için toplanıyor?" Diğer bir noktayla hızla devam ettim. "Ayrıca neden Rigel tesisinde? Zada'yla yine bir husumet mi çıkmış aralarında?"

Dakikalar içinde onun ne yapmış olabileceğini düşünüyordum ancak en son benim evimde, amcamla yüz yüze gelmişken, bu duruma nasıl düşebileceğini aklım almıyordu. Ne olmuştu bu kadar sürede yine aralarında?

Kain kapıda bekleyen askere döndü hızla. "Hazırda bekleyen time haber ver, birazdan Rigel tesisine gitmek üzere yola çıkacağız. İzin çıkmış mı kontrol etsinler hemen."

Emrini aldığını belli eden kadın asker başını eğip kaldırarak sert adımlarla odadan uzaklaştığında, yeniden bana çevirdi gözlerini. Ve o an anladım ki, birazdan söyleyeceği şeyler hiç hoşuma gitmeyecekti.

Anlaşılan yine başlıyorduk.

"Onların aralarında çıkan bir husumetten kaynaklı orada değiller. Konu Algan ve Zada komutan arasında değil."

Kaşlarım çatılırken devamlı duraksayan Kain'in taksit taksit konuşuyor olması giderek hem endişemi hem de sinirimi harlıyordu. "Neden Rigel şehrindeler o zaman? Konuşsana Kain, söyle bir kerede işte her şeyi!"

Derin bir iç çekerek kapadığı gözlerini saniyeler içinde geri açtığında nihayet aralandı dudakları. "Sorun amcanız ve komutanımın arasında çıkan husumet Hera Hanım..." Kaşları yukarı doğru havalandı ağırca. "Anlıyor musunuz?"

Başım ağırca yana doğru eğilirken, bir parlama noktası bekledim. "İyi de Rigel veya Zada'nın konuyla ne alakası v-"

O parlama noktası, ani bir şimşek gibi zihnimin ortasına düşerek her yeri talan ederken kendi sözümü kendim keserek sustum.

Bir şeyleri idrak eden ancak anladığı şeyi reddeden algım, hiç bu kadar pişman olmamıştı bir şeyi kısa sürede kavradığına.

Sert bir yutkunuş boğazımdan geçerek anladığım şeyleri soluk boruma bir bir dizerken, başımı ağırca iki yana sallayarak güldüm. Ancak bu, fazlasıyla acı dolu bir kabullenişin eseriydi.

"Hayır... Hayır, yapmaz." Gözlerim yeniden Kain'i bulduğunda, bakışlarını suçluluk içinde benden kaçırması, tam göğsümün ortasına saplanan ihanet bıçağını daha da gömdü derine.

"Bu kadarını yapmaz. Yapamaz... Yapmaz değil mi Kain? Bir şey desene. Zada o, aynı anne babadanız biz." Yeniden yutkundum, bu defa yanan boğazım değil, canımdı.

"Abim o benim... Yapmaz desene. Yanlış anlıyorsun desene Kain." Beklenti dolu bakışlarıma karşı yaptığı tek şey sessiz kalmak olan Kain'den aldığım bakışlarımı etrafa çevirdim.

Nereye sığacağımı bilmiyordum.

Bu kadarını yapmış olamazdı.

O katili koruyor olamazdı.

Ailemizi öldüren o adamı, kendi himayesine almış olamazdı.

Sırf bu yüzden, şuan Algan orada sorgulanıyor olamazdı.

Başımı iki yana sallayarak soluk soluğa geriye doğru bir adım attım. "Annemizi, babamızı öldürdü o adam. Gözlerimin önünde yaptı. Bizim ayrı düşmemize neden oldu. Onu koruyor olamaz. Bu kadarını yapmaz. Abim o. Abim..."

Kısık sesim kendi kulaklarıma dahi yabancı gelirken, sessizliğini bozan Kain'in sesini duydum. "Uzun bir süredir ortalıklarda yoktu, bizde sonradan öğrendik. Komutanımın gittiği ilk yer Rigel tesisi oldu. Zada komutandan hesap sormak için gitti oraya, ancak Algan komutanımın da eli kolu bağlandı çünkü amcanızı Rigel şehrinde hukuki yolla koruma altına almışlar. Bu oldukça uzun bir süredir de böyle. Nedenini bilmiyoruz ama Zada..." Söyleyeceği şeyden emin değilmiş gibi bir an gözlerime baktığında, daha kısık bir sesle devam etti.

"Zada komutan onu koruyor. Dokunulmazlığına rağmen komutanım peşindeydi ancak buna rağmen iyi saklanmıştı. Şimdi yeniden, size zarar verebilmek için ortaya çıktı ancak meclis toplandığına göre, Zada komutan vazgeçmiyor onu korumaktan." Gözleri bir süre ruhsuzlaşan gözlerimde duraksayan Kain, oradan geçenleri okumuş gibi uygun bir dille açıklamak istercesine yeniden konuştu.

"Bakın Hera Hanım, bu konudan uzak kalmanız gerektiği komutanım tarafından kesinlikle taviz verilmeyecek bir emir. Lütfen, sizden rica ediyorum, biz sorunu çözene kadar burada bekleyin."

Sözleri henüz bitmişti ki içeri hızlı adımlarla giren bir grup askerin en önünde duran bir adam ilk önce Kain'e selam verdi. "Her şey hazır komutanım."

Kain başını sallayarak onu onayladıktan sonra bakışlarını yüzüme çevirdi. Bir yanıt beklediğini biliyordum. Ancak bu, onun duymak isteyeceği bir cevap olmayacaktı ne yazık ki.

Dudaklarını birbirine bastırarak başını ağırca aşağı yukarı doğru sallarken, kısılan bakışlarıyla emin olmak ister gibi baktı yüzüme. "Başım derde girecek değil mi?"

Bir sorudan çok emin olduğu gerçeği söylerken onu onaylarcasına ben de başımı salladım. Yanılmadığını anladığından sesli bir soluk bıraktığında boynumdaki takılı olan cihaza yöneldi. "Neyse ki iyi bir yoldaş olduğunuz için komutanıma karşı beni koruyorsunuz Hera Hanım, buna güvenerek sizi de oraya götürüyorum."

Parmakları ayarlamasını yaptığı cihazla uğraşırken aniden durduğunda yutkunduğunu duydum. Kararsız kalmış bir şekilde gözlerini yeniden bana çevirdi. "Yani... Korursunuz değil mi?"

Düşüncelerimin karmakarış hale getirdiği zihnim uğradığı hayal kırıklığıyla sarsılırken, ona yine başımı salladım. "Bir şey olmayacak." Bundan memnun olmuş gibi cihazla uğraşmaya geri döndü, ve sonunda ayarlamayı yapmış olacak ki geri çekildi devam eden memnuniyetiyle. Ta ki yeniden konuşmama kadar.

"En azından sana..."

Duyduklarıyla hızla başını kaldırarak bana baktı. İrileşen bakışları, çıkaracağım fırtınayı anlamış gibi bir endişe ve pişmanlığa bulanırken, gözleri ağırca boynumdaki zamanı ayarlanmış kolyeyi buldu. Hızla bana doğru bir adım atarak gelmeye kalkıştığında anında geriye doğru çekilerek keskin bir bakış attım yüzüne. Olduğu yerde durarak üzerime gelmeye son verdiğinde, pes etmiş gibi bir soluk bırakarak diğerlerine de işaret verdi. Bunun üzerine herkes yolculuk için cihazlarını aktif hale getirirken, aynı anda ortaya çıkan ışıkla saniyeler içinde Rigel şehrine ulaştık.

Bedenimde biriken sinir bana zarar vermek ister gibi beni dahi aşarken, artık kendimi tutmuyordum.

Her insanın bir sınırı vardı.

Her insanın, en sakin olanının bile, geçilmemesi gereken son bir sabır çizgisi vardı.

Bunca zamandır, yüzlerce şeye sessiz kalmıştım.

Ancak şimdi, susmanın bana zarar vermekten başka hiçbir şeye yaramadığını damarlarımda gezinen yılların içimde zehir gibi biriktirdiği öfkeden anlayabiliyordum.

Tek iki noktam vardı. Yalnızca, iki hassas nokta... Beni, bana bile yabancı kılan, üzerine basıldığında veya sınırı geçildiğinde gerekirse tüm dünyayı karşıma alacağım o iki nokta...

Algan ve ailem.

Ve bugün, Zada, ikisinin de sınırını aşmıştı. Bana verdiği bir hasar vardı evet, sapladığı keskin bıçağın acısını hâlâ hissediyordum göğsümde. Onu oradan çıkarmamıştım, bunun yerine kulpundan kavrayarak daha da derine saplamıştım. Çünkü bunu unutmamaya ihtiyacım vardı. Bunu ölene dek anımsamaya ihtiyacım vardı.

Bazı yaraların kapanmaması gerekirdi. Bende açtığı yara iyileşmeye başladı her an, üzerindeki kabuğu sıyırıp atacaktım.

Beni hiçe sayması umurumda değildi ancak ailemizin katilini himayesi altına alıp, üzerine birde Algan'ı bunda suçlu bulmasının affını benden alamayacaktı.

Bugünün affı, bende yoktu. Bu saatten sonra yoktu.

Kesik bir soluk bırakarak geldiğimiz yere baktım. Rigel tesisinin hemen giriş kapısındaydık. Daha bugün, buradan çıkışım bu denli yaralayıcıyken, şimdi o yaranın katbekat fazlasını edineceğim aklıma gelmezdi.

Ondan, bu kadarını beklememiştim. Hiçbir zaman...

Ona hiç bu denli bir nefret beslememiştim. Ne gözlerinin en içinde, beni öldürme arzusuyla kıvrandığında gördüğüm an da ne de beni tercihleri arasına dahi koymayışında...

Ondan beklediğim tek şey, yanımda olmasıydı. Benimle olmasıydı. Ne aptaldım ki, yine ama yine birine güvenmiştim. Yine yapmıştım bunu. Aldığım yaraları görmezden gelmiştim ve yine birine güvenmiştim. Paramparça olacağımı bile bile, her seferinde daha büyük bir hayal kırıklığına uğrayacağımı bile bile, yine ve yine...

Düşmüştüm işte.

Düşmüştüm.

Ancak Algan'ın ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Benim gücüm vardı. Tek başıma ayağa kalkmaya, sahiden de gücüm vardı bu defa.

Önünde durduğum oldukça görkemli, büyük tesisin yapısında gezdirdim gözlerimi. Yüksek kanatlı kapının iki yanında duran askerler kapıyı geçmem için ağırca aralarken, gerimde duran askerlerin benim ilerleyişimi beklediklerinin farkındaydım.

Sıktığım dişlerim arasından kısık bir mırıldanma döküldü. "Haklıydın. Her zaman ki gibi..."

Algan haklıydı.

Birine bağlanmak, hayatımızdaki tüm umudu ona adamak ve bir dünyayı onun üzerine kurmak; yıkımdan başka bir şey getirmiyordu.

Ama yine de, dünyamı başıma yıkmak bu kadar kolay olmamalıydı. En azından abim dediğim adam için, bu denli basit olmamalıydı.

Zada, yine birilerini seçmişti benden önce. Ailemizin katilini, beni öldürmek için an kollayan adamı, korumak için saklamıştı. Aynı kanı taşımasına rağmen, o kana bulanmış ellerine aldırmadan, onu kolluyordu. Onun canını... Aldığı canları hiçe sayarak hem de.

Bunu yanına bırakmazdım. Ben yıllarca o adamın gölgesi altında yaşamak zorunda kalmışken, kanlı parmaklarını her soluğumda hissederken, bunu hiçbirinin yanına bırakmazdım.

Omzumun üzerinden geriye doğru döndüm hafifçe. "Giriyoruz." Düz tınıda ki ifadesiz sesimle hareketlenerek yürümeye başladığımda, arkamdan duyulan adım sesleri de beni takip etmeye başladı.

Arkama güvenmiyordum. Kendimden başka kimseye güvenmediğim o noktadaydım yine. Ben oradan kaçtıkça, beni bu güvensizliğe yaka paça sürüklüyorlardı inatla. Kararlı duruşumdan taviz vermeden tesise girdiğimde, bana doğru gelen Rigel tesisinin askeri selam vererek başını eğdi. Benim burada oluşumu yadırgayan bakışlarına rağmen yine de bir şey demeden elini ileri doğru uzattı.

"Buradan." Demesiyle gösterdiği yola yöneldiğimde, yine büyük bir kapının önünde durmuştuk.

Askerler beklemeden kapıyı açtıklarında, ağırca açılan kapının önünde oldukça sakin bir şekilde beklemeye başladım. Bir yanım, dinle, diyordu. Dinle. Belki mantıklı bir açıklaması vardır, belki haberi yoktur tüm bu olanlardan...

Ancak Algan, olanları ona anlatmış olmalıydı. Zada gibi elinde gücü bulunduran birinin bunu bilmemesi imkansız olandı asıl.

İç sesime ilk defa tıkadım kulaklarımı. Çünkü fazla iyi niyetin ayağıma devamlı çelme taktığını, bugünkü düşüşümden daha iyi anlamıştım. Ben yaralanmaktan kaçtıkça nasıl daha çok yaralayabiliriz diyordu sanki insanlar. Devamlı bunun bir yolunu düşünerek, arayış içine giriyorlardı.

Ama o Zada'ydı işte.

Zada... Ailemden bana geriye kalan en önemli can, soluk. Abim...

Açılan kapının sesi herkesin sessizleşmesine neden olurken, içerideki kalabalığın bakışları anında bu tarafa doğru döndü. Tanıdık gelen meclis üyeleri, uzun bir masanın etrafına toplanarak oturmuşken, diğerlerinden önce gözüm ayrı bir sandalyede oturan onu buldu.

Ruhumun katilini. Yirmi bir yılımın ve bundan sonraki her yılımın katilini...

Göğsüme saplı olan bıçağın sızısını derinden hissettim yara alan yüzüne bakarken. Algan'ın neden sorgulandığını şimdi anlayabiliyordu. Fena halde dövmüştü.

Onun rengine sahip gözlerimden nefret ettim bir kez daha. Dudaklarında o kıvrılma meydana geldi beni gördüğünde. O, kıvrılma.

Yedi yaşımda, geriye bir tek ben kaldığımda, yüzüme attığı o son bakıştaki gibi tıpkı...

Sonra hemen yanı başında dikilen Zada'ya çevirdim ağırca gözlerimi. Kasılan yüzü ve çatılan kaşlarıyla gözlerini yüzüme dikmişti. Belli bir sinir vardı ifadesinde. Bana duyduğu bir öfke.

Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı ağırca aşağı yukarı salladım. "Teşekkür ederim sana."

Dudaklarımdan çıkan ilk sözler, herkesi şaşkına çevirdi o an. Ancak şuan, ondan başka hiç kimse odağımda değildi. zihnimde yalnızca ikimiz karşı karşıyaydık. Yalnızca ikimizin yüzleşmesiydi bu.

Çatılan kaşları arasındaki çukur daha da arttığında, anlamsızca baktı yüzüme. "Bana, hayatımda hiç kimseye güvenmemem gerçeğini bir kez daha hatırlattığın için gerçekten çok teşekkür ederim. Abi."

Bir eli o adamın oturduğu sandalyenin arkasında duruyordu. Onun yanında, ona destek olduğunu gözüme sokmak ister gibi. Bana yerimi daha iyi hatırlatmak ister gibi...

Son kelimemin üzerine bastırarak söylediğimde, derin bir nefes alarak gözlerini kapatıp açtı. "Hera, bilmeden konuşuyorsun." Büyük bir hırsla bir yeri işaret ettiğinde, gözlerim ağırca orayı takip etti.

Algan'ı...

Şu koca yeryüzünde, milyarlarca insan arasında, güvenimi boşa çıkarmayan tek kişiyi... Abim dediğim adama rağmen hem de...

"Bu sevgilim deyip elini tuttuğun adam, öz amcanı ne hale getirdi bunu gör önce." Sesindeki kine, öfkeye, o büyük nefrete rağmen gözlerimi ona çevirmeden Algan'da tuttum.

Göğsünde birleştirdiği kollarıyla masaya yaslanmış, sanki buraya geleceğimi zaten biliyormuş gibi sakin bakışlarını yüzümde gezdiriyordu. O bilirdi beni. O anlardı bir beni.

Herkesten daha çok, herkesten daha önce... Anlardı.

"Bana sakın onu savunma!" Zada'nın aniden yükselttiği sesiyle gözlerim ağıca ona doğru döndü yeniden.

Kaşlarım havalanırken, dudaklarımda hayal kırıklığıyla bezenmiş bir tebessüm yer edindi. "Sen ailenin katilini savunurken mi?"

Sert bir soluk bırakarak bana doğru bir adım attı hırsla ve işaret parmağını uyarır gibi bana çevirdi. "Sakın! Sakın bunu söyleme. Sınırını aşma."

Algan'ın yaslandığı yerden kısa bir an doğrulur gibi olduğunu ancak yeniden kendini tutarak masaya yaslandığını gördüm göz ucuyla. Karışmasını istemediğimi ona bakmama rağmen anlamıştı. Tam da istediği gibi, düştüğüm yerden bu defa kendi başıma kalkmama müsaade ediyordu.

"Sen benim sınırımı aşmadan önce düşünecektin onu." Sözlerimle kaşları daha çok çatılırken dudaklarını aralamıştı ki, elimle durmasını işaret ettim.

"Yedi yaşımdaydım. Gözlerimin önünde, ailemin can verişini izledim." Onu koruyor oluşu yeniden yaktı canımı.

"Arkasına aldığın o adamın, annemi, babamı, daha yeni doğan kardeşimi nasıl öldürdüğünü izledim ben... Yetmedi ama biliyor musun?" Gözlerim hemen arkasındaki, sandalyede Zada'ya duyduğu güvenle büyük bir rahatlık içinde oturan adamı buldu.

Zada önünde duruyordu, benimse karşımda.

"Yetmedi... Beni de yaşayan ölüye çevirdi. Yıllarca çekmedi ellerini üzerimden. Yaşadığım her günü, her saniyeyi öldürdü acımadan. Benden çaldığı bir ömür yetmedi ona yine de... Ve sen, o katilin tam önünde duruyorsun şimdi. Neden? Neden peki Zada?" Elimle kendimi işaret ettim. Yalnızca geriye kalan bir canımı işaret ettim.

"Benden mi koruyorsun onu? Beni de öldürsün diye mi? Senin bitiremediğini tamamlasın diye mi?" Ona doğru adım atan bu defa ben olurken, hızlanan solukları içindeki zehri bana akıtmak için an kolluyordu sabırsızca.

Bu defa ne başkasının etkisi vardı üzerinde, ne de silinen anılar... Tamamen kendiydi. Kendi bilincindeydi. Kendi isteğiyle, karşımdaydı. Hesap soruyordu benden, hiç çekinmeden.

"Seni koruyan bendim. O lanet anılarım yeniden bana döndüğünde, seni kollayan bendim Hera! Ben seni korudukça benden nefret eden sensin. Beni istemeyen sensin. Kardeşim olmak istemeyen, sensin." Tükürür gibi dudakları arasından çıkan kelimelerin nefretini en derinimde hissettim. Arkasında ki katilin onu nasıl kendi yoluna çektiğini, şimdi daha iyi anlıyordum.

Ne demişti? Ben, senin nefretinle büyüdüm. Ailemin nefretiyle yetiştirildim. Bir gün onlardan alacağım intikamın hırsıyla büyüdüm. Bunu şimdi daha iyi görebiliyordum. İçindeki o intikam ateşinin onu nasıl kör ettiğini izliyordum yalnızca.

"Beni koruyan sen değildin, bunu söyleyip durma. Beni koruyan nefret ettiğin Algan'dı!" Yükselen sesim sessiz alanda yankı bulduğunda, bu dediğime inanamıyormuş gibi gözleri kısıldı.

"Her yaşımda oydu arkamda duran, sen yoktun. Yoktun sen. O amcan, beni öldürmek için peşimi bırakmazken onu Alganlardan kaçıran sendin. Sana açık açık söylüyorum ama bana inanmıyorsun. Nasıl inanmıyorsun sen bana Zada? Ailemizi öldürdü diyorum sana." Gün yüzüne çıkan öfkemle, içimdeki tüm sessizlik kendine bir ses bulmuş gibi tüm suskunluğunu döktü ortaya.

"Kendi gözlerinle görmedin mi sen? Bizimleydin, yanımızdaydın, o çerçevedeydin, ailemizin yanındaydın." Parmağımı şakağıma vurdum defalarca. "Hiç mi almıyor o aklın, nasıl olurda ailemden nefret ettirdiler beni diye?! Hiç mi düşünmüyorsun?! Anla artık, o adam seni bizden kopardı, o adam, o koruduğun katil çaldı seni bizden! Yetmedi, kendi öz kardeşini öldürdü gözünü bile kırpmadan."

Elimi oturduğu yerde yüzündeki sırıtmayla bana bakan o iğrenç varlığa doğru savurdum bakması için. "Görmüyor musun sen gerçekleri, gözünün önünde olanları? Bana ulaşamayınca işimi bitirmek için seni kendi silahı olarak yetiştirmiş yıllarca, nefretle. Aç gözünü, bir bak neler döndüğüne etrafında. Nişanlın olacak o kadının ve kardeşinin nasıl bizi bitirmek istediğine bir bak! Sen onların tarafında dururken, kendi kanından olanı karşına alıyorsun"

Tüm bunlara katlanamıyormuş gibi katı tutumundan taviz vermeden bağırarak kesti sözümü. "Kes sesini!" Bana sarfettiği sözün farkına bile varmadan, arkasında bu halimizi izleyerek zaferini kutlayan adamı dahi görmeden, eliyle Algan'ın olduğu tarafı işaret etti yeniden. "Asıl kör olan biri varsa o da sensin. Ailemiz için o adamı yanına alan sensin. Her seferinde onun yanına giden sensin. Sen gör gerçekleri, kör olmuşsun her şeye. Sırf sen mutlu değilsin diye, yalnız kaldın diye herkesi aynı mutsuzluğun içine çekemezsin. Kendi çukuruna, beni çekmezsin." Dolan gözlerimin ardından dönüştüğü kişiyi izledim büyük bir hayal kırıklığı içinde.

Başımı iki yana sallarken, kısık bir mırıldanma döküldü dudaklarım arasından. "Bunu söylemiş olamazsın..."

Ancak o durmadı. Ben her şeyin başa döndüğünü düşünürken, aslında o en başındaki halinden bile daha kötüsüne evrildiğini bana göstermek istermiş gibi durmadı. Yıllardır içine ektikleri o nefret tohumlarının sarmaşıklarını, boynuma sararak soluğumu kesmeye niyetlendi.

Kendini o kadar kaybetmişti ki, durmadı, açtığı yaranın daha da büyüğünü açmak için kelimelerini kullanmaktan bir an olsun çekinmedi.

Sinirle gülerken, içindeki tüm zehir bulaştı sonunda bana da. "Ne oldu?" Yeniden güldü alayla ve Algan'ı işaret etti bir kez daha. Tüm herkesin gözleri önünde, katranlaşan sözlerini birer kurşuna çevirerek acımadan ateşledi silahı. "Sana siktiri çekince yeniden yalnız mı kaldın kardeşim? Peki sen ne dedin, madem ben mutsuzum herkes mutsuz mu olsun dedin yine?"

Aralanan dudaklarım arasından hiçbir söz çıkmadı. Öyle bir sustular ki... Öyle bir sessizleştim ki, bu defa daha ağırı birikti içimde. Yılların üzerine, bir ömür bindi, altında kaldım. Güvenim kırılmadı, parçalanmadı; yok edene kadar çabaladı.

Onun mutluluğuna göz dikmekle suçlamaktan geri durmadı.

"Sana şimdi siktiri bir çekerim!" Yerinden olağanüstü bir hızla doğrulan Algan'a gözlerimi çevirerek baktığımda, onun durması için verdiğim uyarıyı anladı ve bunu yaptığıma inanamıyormuş gibi yüzüme baktı. Ancak yine de, durdu. Kendini tuttu ve tüm o öfkesine rağmen durdu.

Kendine hakim olmak ister gibi geriye doğru çekildiğinde, asıl istediğim hem bununla kendi başıma mücadele etmek hem de meclis üyelerinin gözü önünde durumunu daha da aşağı çekmemekti benim yüzümden.

Fakat damarına basmak isteyen Zada hırsına karışan alayıyla güldü. "Dokunulmazlık nasıl bir his Hera, anlatsana biraz. Nasıl devamlı birinin seni koruması, arkanda durması? O çok sevgili baban seni korumaları için ardına bir ordu adam dizerken, ben burada kendi başımın çaresine bakıyordum."

"Çünkü seni de burada koruyorlardı beynini siktiğim! Sana burada, babanın asıl yerinde kim dokunabilirdi?" Algan'ın sesi yeniden yükselirken, Zada'nın alaylı ifadesiyle ne dese boş olacağını anlamış gibi sabır çekerek sessizleşti.

"Susma kardeşim, bak ne güzel ahkam kesiyordun benim yerimde bana. Konuş yine. Konuşsana! Yanımda kalan bir amcamdı ulan benim, bir o. O bile mi battı sana? Bu kadar mı bencilsin sen? Uyan artık Hera. Bak..." diyerek kollarını iki yanında açarken boş gözlerle tüm öfkesini üzerime salışını izledim.

"Dünya senin etrafında dönmüyor. Her şey senden ibaret değil. Burada, değil. Burası benim dünyam çünkü. Ben inşa ettim, kendi ellerimle kurdum burayı. Kendi mutluluğuma ulaştım."

Boş bakışlarım yüzünde sabit kalırken, hayal kırıklığım gözlerime taşındı. "Değişirsin sandım. Ben buna gerçekten inandım. Gerçekten... Sana inandım. Abimi buldum sandım, yalnız kalmadım sandım. Ben çok şey sandım ama hepsi koca bir sanmaktan öteye gidememiş."

Düşük düzeyde çıkan sesimle elimle onu gösterdim. "Ben, senin için kendimden vazgeçtim. Senin bana geri dönebilmen için, o sisteme kendimi feda etmeyi göze aldım. Ama o kadar aptalım ki bunun için yine de pişman olamıyorum çünkü yine olsa yine yaparım. Hiç pes etmeden, vazgeçmeden yine yaparım." Kısa bir an duraksadığımda, onda hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimin farkında olmama rağmen yine de devam ettim.

"Çünkü abimdin. Sen, benim abimdin... Bana geri dönersin zannettim. Beni hatırladığında, bu nefretin biter zannettim. Ama ben yine yanıldım. Yine, yenildim. Sana, senin nefretine, abiliğine... Sevin Zada olur mu? Çok sevin hatta." Ona doğru bir adım attığımda, gözlerinden taşan öfkeye karışmış o yoğun, saf nefrete şahit olmak kendime yabancı kıldı beni.

En az onun kadar öfkeliydim.

En az onun kadar nefret doluydum, bir türlü yolumu bulamayışıma.

Ona ulaşmak için tırnaklarımla kazıdığım yolun nasıl tepetaklak olduğunu görüyordum gözlerinde. Ona attığım her adımda beni geri itişine ve benden bu defa kesin bir şekilde vazgeçtiğine.

Ama bu defa, benimde vazgeçişimdi bu. Ondan, abiliğinden, kan bağımızdan, sevgimden ve onun için arşınladığım o yoldan... Vazgeçtim.

Hepsine, bunun hesabını sorabilmek için, en çokta kendimden vazgeçtim.

Acımın beni istemediği birine dönüştürmesi, benim suçum değildi. Canımı yakmalarına sesim çıkmamıştı ama bu defa geriye kalan canımı da almak istiyorlardı. Susma devrinin bitiş anına tanıklık eden herkes, sessizce bizi izlerken tam karşısında durdu adımlarım.

Yolum bitmişti artık. Sonuna gelmiştim ona giden adımlarımın. Kendi elleriyle hiç acımadan yıkıp geçmişti.

Ben, bana olan nefretini silinen anılarından sanıyorken, onun bir yerlerde gizli kalan o duygunun bugün sarsıntısına kapılmıştım.

"Sevin çünkü karşında artık ben yokum, tanıdığın Hera yok." Birbirine meydan okuyan gözlerimiz arasında nefret ilmek ilmek işlenirken, ailemin katilini savunan o olsa bile, ezip geçeceğimi gözlerimde görsün istedim. "Sevin, çünkü çok kısa sürecek bu." Başımla gerisinde duran, gözünden sakındığı katili işaret ettim.

"Benim için son noktayı koydun. Bundan sonra, eli kanlı bir katili koruyan düşmandan ibaretsin benim için." Meydan okumam, dudaklarında alay dolu bir gülümsemeye yer verdi.

Başı ağırca yana doğru eğilirken, tek kaşı yukarı doğru havalandı. "Sen, benim karşımda dursan ne olur? En fazla ne olur Hera? Kimsin ki sen? Nesin?" Sessizliğimden güç alarak devam etti bana doğru eğdiği başıyla.

"Senin ibaret olduğun tek şey, hiçlik. Koca bir hiçsin kendi hayatında bile. Herkesi kendi yalnızlığına mahkum etmek isteyen bencilliğinle, sonsuza dek bir başına kalmaya mecbur olan, hiçbir zaman büyüyemeyecek kız çocuğusun. Sen benimle baş edebileceğini mi sanıyorsun? Daha Algan yanında olmadan kendi zamanında yalnız bile gezemiyorken, karşıma geçip de bana büyük laflar etme." Kasılan yüzüyle gözlerindeki nefreti daha net aktarmak ister gibi baktı ona benzeyen gözlerime.

"Acımam." Dedi vurgulayarak. "Duydun mu Hera? Sana, bundan sonra acımayacağım da. Yüz buldun, cesaret aldın ama buraya kadar. Amcama, dokunmayacaktın. Beni büyüten, o ailen beni bırakırken, beni bu yaşıma, bu güce ulaştıran o adam tamamen benim gücüm altında korumada. Ona değil zarar vermek, göz ucuyla bile bakamazsın şu saatten sonra."

Hiç çekinmeden konuştu. Bana yanında bir yeri çok gören adam, yalnızlığımdan vurdu beni yine. Eksik kaldığım yerlere defalarca sapladı bıçağını gocunmadan.

Göz göze kaldığımız anda, boynumdaki kolyeden bir ışık yayıldı. Beyaz renkli, oldukça cılız bir ışık. Ancak o bunu, gözünü bürüyen öfkesinden ve hırsından göremezken, ben tenimin altındaki damarlarımda dolanan kanın sıcaklığının derimi yaktığını hissettim içten içe. İki yanımda yumruk olan ellerimi kıracak gibi sıkarken, yavaşça açtım kasılan parmaklarımı.

Bedenimi esir alan bir titreme gözle görülmezken, ben içten içe büyük bir güçle sarsıldığımı hissettim. içimde sıkışıp kalan bir şeyin, kuvvetle kendini dışarı atmak için çırpındığını, hatta kemiklerimi yararak bedenimden sıyrılacağını...

Olduğum yerde ruhumu teslim edeceğimi düşündüğüm sırada, ilk defa kendi bedenimde benim dahi yabancısı olduğum bir tepkimeyle karşı karşıya kalmamı umursamadan ondan çevirmedim gözlerimi ısrarla ve kararlılıkla.

Geri adım atmak yoktu benim için artık.

Tişörtümün içinde duran kolyenin ısısı boynumu ciddi anlamda yakmaya başlarken, tam da göğsümün ortasında ateşi başlatan hırsın alevleriyle dudaklarım aralandı onu da yakmak ister gibi.

"Sen, gücünle onu koruyorsun..." Sağ elimi iç güdüsel bir refleksle kontrol edemeyerek hafifçe yukarı doğru kaldırdığımda, sanki benden bağımsız hareket ediyormuş gibi avuç içi yukarı doğru bakacak şekilde açıldı parmaklarım.

Havalanan kaşlarımla ona bakmaya devam ederken, Zada'nın anlamsız bakışları bir elime birde gözlerime değiyordu. Parmaklarımı kapatarak, yumruk yaptığım elimi büyük bir hızla boşlukta aşağı doğru savurduğumda, benim dahi beklemediğim bir şey oldu o an.

Her yer, bir anda tüm renginden ve gerçekliğinden sıyrılarak beyaza büründü. Biz, buradaki herkesle beraber olduğumuz yerden başka bir yere geçiş yaptığımızda, bunu yapanın ben olduğumu anlamama rağmen içimdeki nefretin büyüklüğü bu dehşeti bana değil, karşımda ki Zada'ya yaşattı.

Çatılan kaşları ağırca düzelirken, az önceki halinden tamamen uzaklaşan bakışlarında oldukça büyük bir şaşkınlık gördüm ilk önce.

Sonraysa korku.

Korktu.

Benden korktu, hemde ilk defa. Çünkü artık rolleri tamamen değişmiş durumdaydık.

Çünkü bizi getirdiğim yer, zamanın durduğu yerdi. Akrep ve yelkovanın önemini yitirdiği o boşluktu. Geçmiş, gelecek ve şimdinin aynı anda yaşandığı o yer...

Zaman boşluğu.

Üstelik hiçbir zaman koruyucusu da yoktu.

Bunu yapan bendim.

Dudaklarım ağırca yana doğru kıvrıldı tıpkı onun dakikalar önce bana yaptığı gibi. Etrafımızı, nerede olduğumuzu, eriştiğim bu gücün tehlikesini o an önemsemeden, eksik kalan cümlemi tamamladım büyük bir sakinlik içinde.

"Peki benim gücümden sizi kim koruyacak Zada?"


--------------------------

Başlıyoruz o zaman:)

Kendinize çok iyi bakın, yeni bölümde görüşmek üzere. 💜


Continue Reading

You'll Also Like

14.1K 726 19
Son senesinde bir koleje burs kazanan İzem ile okulun sıkıntılı öğrencisi Deniz' in sorunlu ilişkisi
381 90 12
Uğur böcekleri şansdı, sevinçdi, bağlılıktı. Uğur yalnızlıktı, acıydı, kandı, vahşetti. Uğur zehirdi. Kanlı anıların en büyük kanıtıydı. Hepsi yedi b...
302 65 16
aile sevgisi görmemiş olan kız sadece abi sevgisiyle büyümüş abisi onu bir olaydan kurtarmak için hapishanede yatar. Ve seri katil olan erkek şirketi...
105K 6.3K 35
Odanın zemininde uyanık kalırsın Kapının altından gölgeler görüyorsun Kafanda dönüp duran aynı his Babacığın tekrar şehirden ayrılırken Ve tekrar...