UYANIŞ

By Elif_Tepe

69.7K 3.8K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

30

1.1K 65 41
By Elif_Tepe

Faris:

İki ay... Efsar olmadan geçen iki ay boyunca Mertle beraber yapmadığımız şey kalmadı. Onu bulmak için çırpındıkça sanki onu benden daha çok uzaklaştırıyorlardı.

Elim kolum bağlı oturarak beklemek ise çanımı yakıyordu. Onların sınıfında derse girdiğim her an, bahçedeki her bir köşe, koridorlar, Mertin evi sanki sadece onun için varmış da o yokken yıkılmış gibi.

Yine ona sahip çıkamamıştım. Boşuna onu sevdiğimi söylememeliydim belki de sonuçta seven sevdiğini korur, ona sahip çıkar, yanında olur ama ben onu koruyamamıştım ve sahip çıkamamıştım.

Ben onun yanında olmayı bırak daha nerede olduğunu bilmiyordum. İyi miydi değil miydi? Bu sorularla günüm geçiyordu. Günde bir kere evine geliyordum.

Her zaman yaptığım gibi odasına girdim ve etrafa baktım. Dağınık ve pasaklıydı. Yatağının yanında duran terliklerinden biri ters dönmüştü. Dolap kapağına sıkışan askıdaki kıyafetler öylece duruyordu.

Yatağı son bıraktığı halindeydi. Yastık aşağı doğru kaymış, yorgan ortada toplanmıştı. Çarşafı da bir hayli buruşmuş haldeydi. Aslında böyle şeylere dayanamam ama onun bıraktığı gibi kalmasını istiyordum.

Çünkü eğer burayı düzenlersem ve her geldiğimde Efsarın eli değmemiş gibi bulursam yani derli toplu... Sanırım yüreğim buna dayanmazdı.
Yatağına oturdum ve sırtımı duvara yasladım.

Komodinin üzerinde duran çerçeveye kaydı bakışlarım. Buraya her oturuşumda Efsarın resminden gözlerimi alamıyordum. Belki de bunun sebebi ondan kaynaklıydı. Sonuçta ne kadar uzak olursan ol hep mutlu olduğun yere çevirirsin kafanı.

Bir an önce gelmeliydi yoksa yokluğunun gürültüsünden sağır olmak üzereydim. Onun olmayışına alışmak, o etrafta bir yerlerde yokken nefes almak sanki varlığına ihanetmiş gibi geliyordu bana.

Utanıyorum... Sınıfta ders anlatırken bir öğrencinin söylediği söze gülümsediğimde bile utanıyorum. Belki elimde olmadan ya da nezaketen yapıyorum ama sonra kendime çok kızıyorum "onu bulmadan mutlu olmaya hakkın yok." diyerek hırpalıyorum sol yanımı. Çünkü o gülüyor mu ağlıyor mu bilmiyorum ve o ağlarken ben gülüyorsam kendimi asla affetmem.

Yastığına sıkı sıkı sarıldım. Özlüyorum... Sürekli konuşmasını, hep aç olmasını, başımın etini yemesini, kendini beğenmiş tavırlarının altında yatan alçak gönüllü yapısını ve kokusunu bir de tabii ki onu... Onun varlığını özlüyorum.

Özlemek insanı içten içe çürütürmüş şu iki ay da bunu öğrendim. Attığım her adımda, duyduğum her sesle, gördüğüm her bir köşede bize dair ne kadar anı varsa hepsini dolu dolu özlüyorum.

Geceleri kendimle baş başa kalmak istemiyorum çünkü sabahları her şey daha güzel oluyor. Bunun için onu bulursam eğer güneş benim için doğacak ve Efsarın tabiriyle içimin karanlık köşesi aydınlığa ulaşacak.

Ben Faris Çakarhan, Efsarı bulmaya yemin etmiş durumdayım!

-------------------------------------------

Efsar:

Burada zaman geçmiyor...
Tamamen beyaza bulanmış odanın duvarları  ve zemini yastıkla kaplanmış gibi yumuşaktı.

Ayak bileklerimde bulunan birer zincirle buraya sabitlenmiştim ve kapıya doğru yürüyemiyordum. Bana verdikleri ilaçlar beni günden güne yok ediyordu sanki. Gizlice konuşan doktorlarımdan duydum eğer bu ilaçları bir ay daha kullanırsam hafızam tamamen silinecekmiş.

Bunu istemiyordum eğer her şeyi unutursam ruhsuz bir ölüden farksız olurdum. Ben Azrailim kimliğimi asla kaybedemezdim. Buradan kaçmanın bir yolunu bulacaktım... Bulmalıydım.

Hayatımda bulunan herkesi ve her şeyi unutmaya razıydım. Bütün sevdiklerim ve güzel günlerim onların olsun ama ben asla Ahmet ve Şerefi unutmaya razı olamazdım.

Ailemin katilinin yanından geçerken nefret duymayacaksam bu hayat da benim umrumda olmazdı. Üzerimde bulunan pijama dışında hiçbir eşyam yoktu hatta saçımda bir toka bile yoktu.

Görevliler ise yemek verip gidiyorlardı. Yemeğimize karıştırılan ilaç bizi uyutunca da hemşireler odaya girip damardan, sıvı ilaç enjekte ediyorlardı. Yemek yemediğim bir zaman buna şahit olmuştum.

Elinde yine tepsiyle içeri giren görevli yemeği kapının girişine bıraktı ve çıktı. Geçen sefer yaptığım gibi yapacaktım. Kendime doğru çektim, yemek tepsisinden çorba dolu olan tabağı aldım ve odanın köşesine döktüm.

Uyurken üstüme örttüğüm ince battaniyeyle de döktüğüm çorbayı gizleyerek tabağı geri koydum. Kapıdan uzak bir yere çekildim ve uzandım. Yarım saat sonra kapı tekrar açılınca gözlerimi sıkıca kapatıp arkamı döndüm.

Hemşire önce tepsiyi kendinde doğru çekip kaşığı çalmışmıyım diye baktı ve sonra diğeri de içeri girince yanıma doğru yürüdüler. Kesinlikle gergin tavırlar sergilemiyor buradan çıkacağıma tüm kalbimle inanarak kendime güveniyordum.

Enjektörü eline alan hemşire yanıma çöktü "dikkatli ol Pelin, bu kız şimdiye kadar buraya gelen hastaların en tehlikelisi!" ilacı hazırlayan hemşirenin adı Pelindi demek "duydum Efsar Kurtbeyin namını. Polis gizlenen suçlarını gün yüzüne çıkardı. Söylentilere göre Ahmet Aslanoğlu denen iş adamı koruyormuş bunu!"

"suçları neymiş acaba ve Ahmet Aslanoğlunun neyi ki bu kız?"

"orasını bilmiyorum ama suçları bayağı kabarık. Adam yaralama, cinayet, iftira, hırsızlık, dolandırıcılık hepsi varmış vallahi ben öyle duydum."  bir kere daha insan sevmeme kararımın ne kadar doğru olduğunu gösterdikleri için teşekkür edecektim.

Enjektörü bana yaklaştırdığı anında elinden kapacaktım ama hanımefendi dedikodu peşindeydi. Birine saldırmaya kalkarsam diğeri elindeki şok cihazıyla beni trafoya çevirirdi.

"hatta ilk cinayetini on yaşında işlemiş diyiyorlar! On altı yaşında da polisin bile yaklaşmaya çekindiği kaçakçıyı dolandırmış." biri sicilimi resmen ortaya koymuştu ve bu meraklı insanoğlu da alıp alıp okuyordu yoksa başka anlamı olmazdı bunların.

Enjektörün ucundaki iğnenin kapağın açtı ve  tişörtümün kolunu yukarı sıyırdı "artık kim bilir Ahmet Aslanoğlu neden kızı yaşındaki insanı yanında tutuyordu!" Pelin değil de diğer hemşirenin gülüşüne sinir olmuştum "neden olacak sence. Hem zorla tutulduğunu da sanmıyorum. Yani bu kadar güçlü ve zengin biri beni istese ben zorla değil seve seve yanında dururdum. Ben bu kızın yerinde olsam..."

Aniden gözlerimi açtım "sakın o iğrenç ve aç gözlü ruhunu benim naif ve klas vücuduma yakıştırmaya kalkma. Aç gözlü mahluk seni!" korkarak gerileyen kız yüzüme donmuş bir şekilde bakarken Pelin elinde tuttuğu iğneyle gözümün içine bakıyordu.

Bileğini tuttum ve geri çevirerek elindeki iğneyi aldım. Pelini kendime yasladım ve ayağa kalkıp etrafa baktım Pelin çığlık attığı için güvenlikler ve doktorlar buraya koşuyorlardı.

Nöbetçi doktor ve yanında benim doktorum güvenliklerle birlikte içeri girmişti. İğnenin ucunu Pelinin boynuna bastırdım "eğer buradan gitmeme izin vermezseniz bu ilacı ona veririm."

Korkan gözlerle bana bakan insanlara baktım ve kahkaha attım "bir de bana deli dersiniz! Daha önce görmediğiniz bir insan hakkında oradan buradan duyduklarınızı öğrenerek konuşmak pek akıllı bir insanın yapacağı iş değil bence."

Göz ucuyla Peline baktım "üstelik sen de pek akıllı sayılmazsın. Ölümden korktuğun için yani lütfen kişisel algılama çünkü seni öldürürsem hayatında olan bütün sevdiklerin ve seni sevenler değerini birden anlayacak. Düşmanların bile gösteriş için cenazende ağlayacak. Ödeyemediğin borçların varsa ödemene gerek kalmayacak, eğer eski sevgilin varsa seni üzdüğü için deli gibi pişman olacak ve en önemlisi sonsuza kadar yatmak gibi güzel bir eylemi gerçekleştireceksin. Şimdi söyle bana bu kadar güzel şeylerden korktuğun için deli olan sen misin ben miyim?"

Doktorum olan Levent beye döndüm "siz Levent bey karınızın ölümünü kabullenemediğiniz için her eve girdiğinizde ona selam vermiyor musunuz? Sofraya bir tabak fazla koyup o yanınızdaymış gibi hayatınıza devam etmiyor musunuz? Karınızın ölmeden önceki gece giydiği son pijamaları yatağın üzerine koyup da sanki o yanınızda uyuyormuş gibi davranmıyor musunuz?"

Levent bey önce etrafa sonra bana baktı "sen nereden biliyorsun?" gülümsedim "bunun için asıl deli olan siz değil misiniz? Ben hiç olmazsa ölen kardeşimi görmekle yetiniyorum ama siz ölen karnınızla yaşam alanı oluşturmuşsunuz."

Bu insanoğlu ne zaman önce kendine bakıp sonra başkasını yargılayacaktı? Şimdiye kadar yaptığım her şey kardeşimi hayatta tutmak ve kendimin de hayatta kalmasını sağlamak içindi fakat onlar deli olduğum için yaptığımı düşünüyorlardı.

Doktorum kendi hayatında olanları gözden geçirirken bunları nasıl bildiğimi hâlâ anlamamıştı. Pelinin kulağına yürümesi için fısıldadım "bunlara geri çekilmesini söyle ve benim buradan çıkmama yardım et inan bana amacım seni öldürmek değil!"

Bana verdikleri ilaç çok ağırdı. Hasta olmayan bir kişinin vücudunda yüksek adrenalin yüklemesine sebep olurdu. Daha sonra adrenalin patlaması ile insan çatıdan atlasa bile ölmeyeceğini düşünerek hareket ederdi.

"çekilin lütfen öldürecek beni!" güvenlikler ve diğer doktor yavaş yavaş kapıdan çekildiklerinde kapıya doğru yürüdük. Korkudan elimin alında titreyen kızı iyice kendime doğru çektim "kapıyı aç!" dediğimde başını salladı "kapıyı aç!" diyerek bağırdığımda ise tekrar söylememe gerek kalmadan açmıştı kapıyı. Demek ki neymiş efendim bunlar tatlı dilden anlamazmış.

Kapıyı açtığında koridora çıkmıştık. Üçüncü bir doktor söylene söylene buraya geliyordu "bu kız deli değil. Şimdiye kadar hastalardan hiçbiri yemekle verdiğimiz uyku ilacı sayesinde onları uyutarak odalarına girdiğimizi anlamamıştı. Bu kız deli değil... Üstün zekalı sanki!"

Kahkaha attım ve dizlerimi hafif kırarak selam verdim "teşekkür ederim efendim teveccühünüz!" üzerimde gezinen garip bakışları aldırmadan tekrar Peline döndüm "nereden çıkacağız?"

Boncuk boncuk ter döküyordu "koridorun sonuna kadar geri geri yürü orada asansör var." dediğini yaptım ve geri geri yürürken asansör sanıp düğmesine bastığım kapı açılınca kendimi cam bir hapishanenenin içinde bulmuştum.

Beni buraya itmişti ve doktorlar hemşirelerle birlikte harekete geçmişti "ilaçların dozunu yükseltin, kademesini de arttırın. Onu -3'e yatırın." doktorum öne atıldı "bunu yapamazsınız. Zaten ona verdiğimiz ilçalar çok ağır, bünyesi daha fazlasını kaldırmaz."

Beni ölümün kollarına bırakmak isteyen başhekime baktım. İllaki elime düşecekti ve onu öldürmek en az Ahmeti öldürmek kadar zevk verecekti bana... Bundan adım kadar emindim.

Cam odanın içini gri bir gaz dumanı kapladığında etraf dönmeye başlamıştı ve nefes almakta güçlük çekerek yere düşmüştüm.

----------------------------------------------

Faris:

Aylarca birini beklemek... Üstelik sesini duymadan, haber almadan ve ne zaman geleceğini bilmeden yaşamak! Bu zaman hamallığı değil de ne?

Onunla yaşadığım değil de yaşayamadığım anların yükü var omuzlarımda. El ele yürüyemediğimiz sokaklar ve birlikte oturamadığımız bankların özlemi var üzerimde.

Neden o burada değil? Neden şu an tam karşıma oturup da gözlerini üzerime dikerek dersimi dinlemiyor? Bazen barışıyorum bu durumla "onun bu halde olmasında bir suçun yok!" diyerek teselli ediyorum kendimi. Onunla geçirdiğimiz zaman neden şimdi bana yardımcı olmuyor?

Neden o varken bir su misali akan ve avucuma sığmayıp taşan zaman, şimdi paslı bir akrep ile yelkovan gibi yavaş ve bezgin bir şekilde ilerliyor?

Ne zaman geleceğini bilmeden beklersem yazık olmaz mı bana? Nereye kadar bu iş arkadaş, diye sormazlar mı adama? Biri aylarca beklenmez... Hele ne zaman geleceğini bilmiyorsan hiç beklenmez.

İnsan bir haber vermez mi? O Efsar... İnatçı, dediğim dedik ve istediğini elde edinceye kadar çabalayan biri. İsteseydi şimdiye kadar beni defalarca aramıştı. Beni istemiyordu çünkü bütün bunlara benim sebep olduğumu düşünüyordu.

Belirsizdi ve belirsizliği beklemek imkansızlığı zorlamak gibi bir şeydi! Dersim bitince okuldan çıkmıştım. Efsar mezun olunca onu sürpriz olarak götüreceğim bir yer vardı fakat oraya şimdi gitmek istiyordum.

Çocukken bizim evde çalışırdı Hatice ana. Çocukluğumdan beri ne zaman bunalsam onun evine ya da yanına gider ve Hatice anadan hikaye dinlerdim.  kardeşim ölünce Hatice ana da ölen oğlunu hatırlayıp acı tazelediğinde "iyice yaşlandım ben artık çalışamam." diyerek tamamen bu eve kapanmıştı.

Aşina olduğum aşınmış yola arabamla girdim. Arabadan inince ayaklarım beni buraya getirmişti.
Her adımımda ezilen toprak bana yaşadığım onca şeyi ve aynı zamanda yaşadığımı hatırlatıyordu.

Taş yolda yürüdüm ve evin bahçesine girdim, eskimiş merdivenleri tırmanmaya başladım.
Burnuma dolan ahşap kokusunu içime çektim, burası benim sığınağımdı sanki, bana ait olan bir yer gibiydi. Ahşap zemine oturup gözlerimi kapattım. Ağaçların kurumuş dallarının hışırtısını ve kuşların kanat seslerini dinledim.

Ne kadar süre o halde kaldığımı bilmiyorum. Dikkatimin dağılmasını sağlayan ayak sesleri oldu. Sanki Efsar gelmiş gibi hızlanmıştı kalbim. Fakat bana yaklaşan kişi Hatice anaydı. Oysa ben imkansız olmasına rağmen geleceğine bir an olsun inanmıştım. 

Bastonuyla önümde durdu ve elini uzattı. Ayağa kalkıp elini öptüm ve alnıma koydum. Benimle birlikte ahşap merdivene oturmuştu "yüzün yıllar sonra ilk defa gülüyor ama yüreğinde bir boşluk var sanki."

Bunun için her üzüldüğümde buradaydım çünkü ağzımı bile açmadan yüreğimi okuyan birine sahiptim "o boşluk üç aydır var Hatice anam!" elini omzuma koydu
"anlat bakayım hele bir bana! Söyle ne oldu?"

"hoyrat bir acı var boğazımda, yutkunsam da geçmiyor. Elim yüzüm yalnızlığa bulanmış, nereye dönsem çırpınan duygular beni dibe çekiyor. Yüzeye çıkmak için çırpınıyorum ama ayağıma yapışan pranga buna izin vermiyor."

"kırılan bir heveste takılı kalmış senin gönlün oğlum! Kim kırdı senin hevesini? Kim bıraktı mutluluğu kursağında?"

"beni kendinin değil de başkasının selamına muhtaç eden biri, bir selamına yenik düşeceğimi bildiği halde inatla bir haber göndermeyi reddeden biri."

"seni seviyor mu o biri peki oğlum?"

"direkt söylemedi hiçbir zaman! Ama sürekli halimi hatırımı sorardı, üşürsem üstümü örterdi, hastayken soğuk su içsem suyu elimden alıp çay getirirdi. Benim için ağlardı fakat belli etmezdi. Beni sevdiğini söylemeye korktu her zaman. Çünkü beni de kaybetmek istemiyordu."

"ben senin derdini anladım. Sen Leyla ile Mecnun aşkını bilir misin?"
Bir edebiyatçının hassas noktası olan Leyla ile Mecnunu bilmesem ayıp olurdu, başımı salladım "evet biliyorum."

"güzel... Mecnun daha fazla Leyladan ayrı kalmaya dayanamamış ve ona bir mektup yazmaya karar vermiş. Almış eline kalem ve kağıdını fakat yazacak bir şey bulamamış. Leyla gitmeden önce ondan aldığı yemenisini almış ve bağrına basmış "hayalin gözümde, ismin dilimde, zikrin kalbimde... nereye mektup yazayım ben şimdi?" diyerek kalemi - kağıdı bir kenara bırakmış. Yani birinin bizimle olması için illaki yanımızda, dibimizde durması gerekmez. Bazen bir rüzgar olur dokunur tenine, bazen bir çiçek olur salar sana kokusunu. Belki  gelemiyordur... Belki bir fırsat bulsa gelecektir."

Mecnun oturup da Leylanın ona gitmesini beklememişti hiçbir zaman. Ayrıca Leylayı da suçlamamıştı onu bulamıyor diye! Aşkından çöllere düşmüş ve o kum tepelerini karış karış aramıştı.

Bende Mecnunda bulunan sevgiden daha fazlası var fakat Mecnunun sadece adı var - gibi bir lafı vardı Fuzulî'nin. Aklıma gelen şeyle ayağa kalktım "onun için her şeyi yaparım. Onu bulayım yeter ki!"

Hatice anaya sarıldım "en kısa zamanda yine geleceğim." dedim ve merdivenleri hızla inip arabama koştum. Eğer onun hayatını geri kazanmasının tek yolu benim hayatımı ona feda etmemse  gözümü bile kırpmadan yaşamımın geri kalanını ona adamaya razıydım ben.

Telefonum çalınca dikkatim dağılmıştı çağrıyı cevapladım "efendim Mert!" sesi yine umutsuzdu "bugün de bir şey bulamadım da haber vereyim dedim." diyince üç aydır duymaya alışık olduğum şey beni zerre kadar sarsmamıştı ama ilk gün olduğu gibi duran acımı yeniden kanatmıştı.

"zaten güzel bir haber beklemeyi bıraktım çoktan Mert. Artık beklemek yok harekete geçeceğim." anlamamış olacak ki konuşmak için biraz beklemişti "sen... Sen ne yapmayı planlıyorsun?"

"babamdan yardım isteyeceğim." söylediklerim karşısında sakin kalmamış ve "sen kafayı mı yedin o adam asla Efsara yardım etmez. Kendini boşuna tehlikeye atma!" diye bağırmıştı.

Göremese bile başımı salladım "yardım edecek göreceksin. Hele ki söylediklerimi duyunca saatler içinde Efsarı bana getirecek!"
-----------------------------------------

Efsar:

Hesaplamalarıma göre kar çoktan yağmıştı. Üstelik bir hafta sonra da okullar yarıyıl tatiline girecekti. Ben kararımı vermiştim buradan çıkar çıkmaz önce Farisin yakasına yapışacak sonra da beni sınavlara hazırlaması için onu ikna edecektim.

Yakasına yapışma sebebim kesinlikle üç aydır beni bulamamış olmasıydı. Bu yerde ölmek üzereydim ve bu en son istediğim şey olabilirdi.

Günlerim sessiz odada geçerken, beyaz ışığın gözüme vuran ışınlarıyla iyice sinir hastası oluyordum. Bu bir tedavi yöntemi değil resmen işkenceydi.

Yıllarca hayal etmiştim acaba günlerce hiçbir şey yapmadan öylece yatsam ne olur diye fakat bu hiç hayallerimdeki gibi değildi.

On sekiz yıllık şu hayatımda görmediğim cehennem ve tatmadığım ateş kalmamıştı "yine dertlisin bakıyorum da!" ben onları aldırmadıkça inatla önümde dans edercesine dolaşan muhteşem üçlüye baktım "tamam anladım sizden kurtuluş yok. Bari sorularımın cevaplarını bulmama yardım edin!"

Küçük Efsar, Emelin saçlarını örüyordu "tamam sor bakalım." resmen bir olmuş beni dışlar gibi konuşuyorlardı "ilk sorum şu ki siz neden gitmemekte ısrarcısınız?" Emel omuz silkti "çünkü bizi sen göndermiyorsun."

Tarık amcam bana baktı "çünkü sen henüz ölmedin!" doğru ya bunlar bir de benim kafamda mı içimde mi ne yaşıyorlardı "peki tahminen benim mekanım ne zaman cennet olur?"

Küçük Efsar başını yere eğip gülümsemişti "bir şeytanın tahtı alevdendir ve alevler sadece cehenneme aittir." Azrailden Şeytana bölüm atlaya atlaya gidiyordum resmen.

Fakat asla Azrail kimliğimi kimselere vermezdim. Küçük Efsar en sonunda Emelin saçını örmeyi bitirmişti "sen de ister misin Efsar berbat görünüyorsun?" omuz silktim "sen önce kindine bak ben her şeye rağmen mükemmelim."

Aslında pek kendimi mükemmel gibi hissettiğim söylenemezdi. Kişisel bakımın en alt seviyede olduğu bu yerde hayatta kalmak oldukça zordu. Banyo yapmak, diş fırçalamak veya saç taramak gibi basit eylemleri özlediğime inanamıyordum.

Sol kolumda ve ayağımda takılı olan zincire baktım "böyle olmamalıydı. Ben zincirlere sığmayacak biriyim. Benim buraya düşme sebebim kimse ya da kim bugüne kadar en ufak bir şekilde canımı yakmışsa yemin olsun canını kendi ellerimle yakacağım."

Büyük demir kapı kulakları sızlatan bir gıcırtıyla açılınca yüzümü buruşturdum "gerçekten çok hoş. Sohbete dahil olmaya mı geldiniz?" kaçmaya çalıştığım gün doktorum değişmişti ve ben bu yeni kel adama sinir oluyordum.

"yine birilerini öldürmek için yeminler eden küçük sadist... Sana karşı kibar olmak istiyorum ama sen diğer hastalardan çok farklısın bunun için beni mazur gör ve kusuruma bakma." gözlerimi devirdim ve duvara yaslanarak oturmuş gülüşen Küçük Efsar ile Emel ikilisine baktım.

"yine yüzün asıldı. Sanırım ben geldim diye mutsuz oldun." kaşlarını çatarak söyledikleri karşısında alay edercesine sırıttım "özür dilerim sizi görünce yüzümü astığım içim, daha fazlasını yapmak isterdim ama adam öldürmeyi suç sayıyorsunuz."

Başını salladı ve yüzüme baktı "sana göre birini öldürmek suç değil mi?"
Gülümsemem hâlâ yüzümdeydi "değil çünkü siz insanların suç kavramı ve benimki çok farklı." ellerini birbirine kenetledi ve ayağa kalktı.

"bu konuyu seninle tartışmam aldığım diplomaya aykırı. Şimdi kalk ve toparlan çıkıyorsun!"

-------------------------------------------------

Efsar:

Sessizlik... Soğuktan bile keskindi ve benim yüreğim sessizlikle kesiliyordu.
Önemli olan acı değil de sızıydı, sanki okumaya acele ettiğim ve aylarca beklediğim bir mektubu açarken mektubun kağıdı parmağımı kesmiş de sızlıyordu.

Bunca zaman aldığım o kadar darbe ve açılmış o kadar yaranın acısından bile üstündü bu sızı. Kulağımda sesler vardı... Ölülerin asla son bulmayan ve benimle alay eder gibi konuşan ancak kederli çıkan sesleri beynimin dört bir yanında yankı buluyordu.

Beni evi olarak görmüştü öyle değil mi? Peki neden ilk fırsatta o evin duvarlarını yıkmıştı? Beni geçtim kendi canının da mı kıymetini bilmiyordu, hiç mi korkmamıştı evinin duvarlarının altında kalmaktan?

Sabırlıydı ama beklememişti, özgürdü ama seçmemişti, müsaitti ama gelmemişti. Sevildiğinden şüphesiz bir yaşamı vardı ama gerçekten sevmemişti.

Hayatımda bir ilkti. İlk defa yüreğim dimdik ayakta durarak bana her şeyin iyi olacağını söylemiyordu. İlk defa her şeyin geçeceğine kendimi inandıramıyordum. Belki de bunun sebebi sandığımdan daha zeki olmamdır. Bunun için artık bünye yalanı ve gerçeği ayırt edip saçma hayallerle kendini kandırıyordur.

Elime yüzüme bulaştırmıştım yine sevilmeyi. Elim yüzüm yalnızlığa bulanmıştı tekrar ve tekrar...
Sesi kulaklarımda büyüyüp yüreğime çarpıyordu. Elimde tuttuğum kurşun kalemi farkında olmadan sıktığım için kırmıştım.

Çıtırtı sesiyle buraya döndü ve parmağımdan sızan kana baktı. Sonra gözleri öfkeyle parlayan gözlerime döndü "istersen git elini yıka!" dediğinde başımı çevirdim ve gözlerime sahip çıktım.

Ben ona demiştim... Canımı yakarsan canın yanar demiştim ama o beni dinlememişti "ben bunu hiç hak etmedim." diye fısıldadım dişerlimi sıkarak. Duymuş gibi elinde tuttuğu kitaptan başını kaldırdı ve ilk başta masanın üzerine koymaya çekindiği eline gitti bakışları.

Hata bendeydi. O kadar büyük konuşup sonra da bu Lapacıya inanarak  adım attığım için aptal kafamı parçalamak istiyordum. Onun gibi bir kargayı bülbül yaparsam  ağzımın payını alıp yerime oturmam gayet normaldi.

Benim de adım Efsar Kurtbeyse onu darmadağın etmeden rahat etmeyecektim. Kendimden ve karakterimden fazlasıyla ödün vermiş, Azraili boşlamıştım ama bu saatten sonra değil Faris Çakarhan, mezardan babam çıksa fakat bana ihanet etmiş olsa babamı bile tekrar mezara sokardım.

İçimde o derece kin ve nefret vardı. Düşündükçe boğazına yapışmak istiyordum, boğazına yapışmak istedikçe düşünüyordum. Böyle bir girdap içinde savrulurken arka sıralardan bir çocuğun sorduğu soruyla kendime geldim "hocam okuduğunuz kitabın ismi ne?"

Neyse ne... Neden bu insanoğlu bu kadar meraklı ki? Kitabı masaya bıraktı ve başını kaldırdı "Ölümle Baş Başa!.." gayet etkilenmiş gibi sesler çıkartıp tekrar konuştu geveze öğrenci "hani şu bir insanı nasıl öldüreceği hakkında bilgi verip sonra da suçların çözüldüğü polisiye kitabı mı?"

O cevap vermediğinde devam etti "siz kitapta geçen 'birini öldürmek suç mudur?' sorusu hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sorunca bu sorunun tanıdık olduğu aklıma geldi. Hastaneden çıkmadan önce doktorum sormuştu. Anlaşmalı mıydı yoksa bunlar?

"bu soruyu arkadaşın Efsara yönlendirmek istiyorum!" dedi gözlerime bakarak "bana göre suç değildir!" dedim ondan tarafa bakmayıp sınıfa dönerek.

"çünkü siz insanoğlunun ve benim suç kavramlarım biraz farklı siz ölen kişiyi mağdur sayıp, öldüren kişiyi suçlu sayar ve katili cezalandırırsınız ama asla öldürülen kişinin iyi mi kötü mü olduğuna bakmazsınız. Ben kötü kişileri öldürmenin suç olduğunu desteklemiyorum."

Hırsımı alamayıp devam ettim "siz bir insanı maddi anlamda dolandıran sahtekarı cezalandırırsınız ama asla bir insanın duygularını kullanarak onu kandıran kişiyi cezalandırmazsınız. Bana göre de en büyük dolandırıcı maskesiyle gerçek yüzünü saklayarak seni manevi anlamda kandıran kişidir ve onun ceza alması gerekir."

Gömleğinin boynunu düzeltti "yeter bu kadar kitaplarınıza geri dönün."
Sırıttım "size göre hırsızlar ceza almalı ama bana göre şeref yoksunu insanlar ceza almalı. Birinin hayatına zorla girerek ona umut bahşeden sonra da ihanetini bile arkasından iş çevirerek yapan kişiler ceza almalı. Yokluğunda üç gün dayanamayıp dördüncü gün gidip evlenen şerefsizler ceza almalı."

Konu ne ara buraya gelmişti bilmiyordum ama sol elini yumruk yapmıştı. Yüzüğüne kaydı bakışlarım. Başımı çevirdim, herkes kitaplarına geri dönmüştü "burada yapma, sonra konuşalım." diye fısıldadı.

"benim sizinle konuşacağımı mı düşünüyorsunuz gerçekten? Ben o hatayı ikinci kez yapmam." bu hayatta yalnız kalmak ne demek öğretecektim Faris Çakarhana!

Önce Aynur hanımı sonra Şerefi ve ondan sonra da karısını gözlerinin önünde parçalara ayıracaktım! Yemin olsun...

-------------------------------------------------

Bölüm sonu!!!

Efsarın hastaneden çıkışını ve Farisle nasıl karşılaştığını diğer bölümde detaylı olarak yazacağım.

Faris neden evlendi?
Sizce gerçekten intikam ve hırs için Efsar, Farisin ailesini  öldürecek mi?

Yine başa döndük... Azrail!

Continue Reading

You'll Also Like

2.3M 37.1K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
Buz By gece__

Teen Fiction

323K 11.2K 43
Amerika'da araba hırsızlığı yapan bir kız. Türkiye'ye döner ve düşmanıyla karşılaşırsa; Neler mi olur? " Buz " gibi bir kızın hikâyesi.
7.2M 164K 15
Dilsiz bir kızın kalbi tüm kötülükleri kendisine çekiyordu. Hiçbir kalp bu kadar değerli olmamıştır. Yeşil, Ötanazi Okulu'na sürgün edildiğinde o yıl...