UYANIŞ

By Elif_Tepe

70.6K 3.9K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

29

1.2K 74 42
By Elif_Tepe

Faris beye arkasına bakmasını işaret ediyordum fakat o el salladığımı düşünerek bana karşılık veriyordu
"neden normali beni bulmaz?" diyerek yerimde tepindim bir şeyler yapmalıydım yoksa Ahmet yarım bıraktığı işi tamamlayacaktı.

Cama vurmaya başlamıştım. Bir terslik olduğunu anlamış olacak ki ayağa kalkmıştı. Arkasını işaret ettiğimde hızla döndü ve bir adım geri yürüdü. Arkasındaki karartı biraz daha yaklaşınca hastanenin güvenliklerinden biri olduğunu anladım.

Altmışlı yaşlarda, kısa, göbekli ve kır saçlarından kalan birkaç tutam teli yana doğru taramış adam Faris beye çay uzatınca içime bir rahatlık yayılmıştı. Korku filminden fırlamış olan odama baktım ve kendimi yatağın üstüne attım.

-----------------------------------------------

Faris:

Sürekli çırpınıp bir şeyler daha doğrusu garip hareketler sergileyen Efsarın anlatmak istediği şeyi sonunda anlamıştım. Arkamı işaret ediyordu.

Ayağa kalktım ve arkamdan gelen kişiye baktım "Faris evladım, çay getirdim sıcak sıcak iç de için ısınsın." çayı aldım ve tekrar pencereye baktım. Efsarın orada olmadığını görünce uyuduğunu umarak Selami amcaya çayı geri verdim.

"Selami amca kusura bakma sabah erkenden burada olacağım zaten şimdi gidip bir duş falan alayım biraz da dinleneyim." Selami amca ona geri verdiğim bardaktan bir yudum aldı "sevgi güzel şey doğrusu. Rahmetli Hediye hanımın başında az beklemedim."

Arabama doğru yürümeye başlamıştık. Selami amca, eskiden hep gittiğim bir çiçekçinin sahibiydi. Arada bir yanına kaçar onunla birlikte bahçe işleriyle uğraşır baharı karşılar sonra da Hediye teyzenin yaptığı yemeklerden yerdik.

Babama sürekli derdim bu bahar birlikte bahçeyi düzenleyelim diye ama erkek adam çiçekten böcekten anlamaz der kestirip atardı.

"unutamadın değil mi?" kimden bahsettiğimi anlamıştı "unutmak olur mu hiç evladım? Kırk sene dile kolay. Gözümü açtım Hediyeyi tanıdım, bak bir ayağım çukurda hâlâ Hediyem var yüreğimde. Her gece dua ediyorum Allah canımı tez zamanda alsa da bitse bu ayrılık."

Hediye teyze üç sene önce kanserden ölmüştü. Selami amca da çiçekçi dükkanını kapatmış ortadan kaybolmuştu. Sabah ilk gördüğüm an sorduğumda "Hediye, çiçekleri çok severdi diye o dükkanı açmıştım. Ondan sonra yüreğimdeki tüm çiçekler soldu. Oradakilerin de  açmaya mecali yoktu." demişti.

Dükkanı kapatınca da burada işe girmiş "sevgi güzel de sevilmek daha güzel Selami amca." dolan gözlerini sildi "tabii ya öyle. Tek taraflı olan hiçbir şey dengede durmaz. Bir taraf ağır basar ve devrilir bunun için sevmek kadar sevilmek de önemli."

Umarım biz Efsarla hep dimdik durabilmeyi becerirdik ve devrilmezdik. Efsarın yüreği bana ev olmuştu. Duvarları sert ve geçilmez ama içi sıcak hem de güvenli.

Başkaları o yüreğe zorla bir hırsız gibi girerken incitmiş ve duvarlara kapılara hatta pencerelere bile zarar vermişlerdi. Oysa ki yapmaları gereken şey çok basitti. Kapıyı nazikçe çalmak ve girmek için izin istemek.

Ev sahibi ne kadar çirkef, sinirli ve aksi biri olsa bile bir süre sonra seni içeri buyur edip o sıcak yüreğe girmeni sağlıyordu. Benim ev sahibim öyle diğerleri gibi ayağına terlik, sırtına hırka, önüne yemek, eline çay veren bir tip değildi ama niye geldin derken bile iyi ki geldin der gibi bakıyordu.

"dalıp gittin! Seni böyle pencere önlerinde beklettiğine göre kalbini fena kapmış olmalı." başımı salladım "yok o kapmadı tam olarak... Şöyle ki ben kendim verdim zorla." güldü ve omzuma elini koydu "hadi sağlıcakla kal, sabah görüşürüz."

Arabama bindim ve evin yolunu tuttum.

-----------------------------------------

Efsar:

Yaklaşık iki haftadır buradaydım. Kimseyi görmeye ya da bu odadan dışarı çıkmaya iznim yoktu. Tuvalete bile giderken yanımda iki hasta bakıcı iki de hemşireyle gidiyordum.

Yemekleri çok kötüydü ya da benim ağzımın tadı yoktu fakat iki haftadır yiyebildiğim tek şey bir dilim ekmek ve içtiğim tek şey bir bardak suydu. Yemek yemek bile hoşuma gitmediğine göre ben gerçekten iyi değildim.

Yattığım yataktan doğruldum ve kalın, siyah perdenin ucunu aralayıp bahçeye göz attım. Çoğu hastaların bahçe izni vardı fakat bana izin vermiyorlardı.

Farisi yine her zamanki gibi ağacın altında otururken görmüştüm. Gözünü bile kırpmadan buraya bakıyordu. Sahi beni neden bu kadar çok seviyordu ki?

İyi biri değildim, herkesin hayal ettiği özelliklere sahip değildim, aşırı güzel ya da ilgi çekici de değildim. Ses tonum, kokum sıradandı. Fakat o ısrarla bana odaklanmış ve bu hayattaki tek insan benmişim gibi davranıyordu.

Her zaman üzerine tam oturan lacivert gömleğini giymişti. Kollarını dirseklerine kadar katlamış ve göğsünde birleştirmişti. Fakat bu sefer gömleğin bel kısmı biraz bol duruyordu. Çok kilo vermişti.

Onun karşısına çıkmak istemiyordum -ki kesinlikle bunun sebebi dağınık saçlarım, gözlerimin altında oluşan derin ve koyu halkalar, içeri çökmüş yanaklarım ve kızaran yüzümdü. Beni böyle görünce çirkin olduğumu düşünmesinden değil de güçsüz olduğumu düşünmesinden korkuyordum.

Çünkü insanlar güçsüz gördüklerini ezip, yerle bir etmek için ellerinden geleni yaparlar.  Faris tarafından yere düşersem beni kim tutacaktı tekrar? Bu çok kötü olurdu. Perdeyi tamamen açtım ve Farise doğru bir işaret yaptım.

Beni görünce oturduğu yerde dikleşmişti. Sibel hanımla görüşme saatim geldiği için görevliler içeri girmişti. Önce arkama sonra tekrar Farise baktım. Pencereye nefesimle bir buğu yapıp Farisin tam göğsünün üzerine bir papatya çizmiştim.

Dudaklarının kıvrıldığını görünce memnuniyetle gülümseyip geri çekildim. Görevliler kollarıma girmişti ve asansöre doğru yürüyorduk.

Sibel hanımın odasına girince, masasının üzeri kağıtlarla kaplı kadın ayağa kalktı ve eline aldığı dosyayla yanıma geldi "hoş geldin Efsar, geç otur lütfen." işaret ettiği koltuğa oturunca o da karşıma oturdu.

"kendini nasıl hissediyorsun?" bende bir değişiklik yoktu. Eski bendim ama sebepsizce bana hasta muamelesi yapması canımı sıkıyordu "nezle değilim farkındaysanız. Hâlâ eskisi gibi hissediyorum."

Tamam belki biraz sakin olmam gerekirdi. Gülümsedim "ama iyim Sibel hanım. İki hafta boyunca sanki ruhum dinlendi." kesinlikle yalandı. O karanlık, sessiz odada daha çok gerilmiş ve buradan çıkar çıkmaz bana bunları yaşatan herkesi teker teker mezara sokacağıma yemin etmiştim.

Size daha önce 'ben akıllanmaz bir manyağım' demiştim öyle değil mi?
"bunu, duymak çok güzel. Buradaki ilk ayını doldurduğunda ilaçların dozunu artıracağım." zaten o ilaçlar midemde kalıp haline geliyordu sanki. Daha fazla ilacı kaldıramazdım.

"peki Efsar, onlar hâlâ seninle mi?" sağ omzumun arkasından doktora bakan küçük Efsarı görünce irkilmiştim "bence bizim gittiğimizi hemen ona söyleme. Çok dikkat çeker." sanırım haklıydı.

"evet onlar hâlâ zihnimde ve yanımda dönüp dolaşıyorlar ama eskisi kadar sık görmüyorum sanki." dosyam için rapor yazan kadına baktım. Başını kaldırdı "peki onların var olmadığı hakkında ne düşünüyorsun?"

Küçük Efsar odanın içinde koştururken bana seslendi "hadi ona bizim gerçek olduğumuzu söyle!" kitaplıkta duran bibloya uzandığında, kitaplığın önünde oturan Emelin başına düşeceğinden korktuğum için ayağa kalktım ve "yapma başına düşer!" diye bağırdım.

Sibel hanım göz ucuyla bana baktı ve kağıtlara bir şeyler yazıp tekrar başını kaldırdı "sanırım ben cevabımı aldım." gözleriyle camı işaret etti "Faris bey senin neyin oluyor tam olarak?" yerime oturmuştum "edebiyat öğretmenim. Çok yardım sever de kendisi hiç başımdan ayrılmaz."

"Efsar ilk defa senin gibi bir hasta görüyorum. Kendini iyi olduğuna inandırmışsın ve nasıl oluyorsa benim bile içimden hastasın demek gelmiyor."

Bu gereksiz bilgiyle ne yapmam gerekiyordu ki "Efsar sen akıllı bir kızsın ve ayakta kalmak ya da bir yerlere gelebilmek için başkalarını kullanmaya ihtiyacın yok!"

Faris beyi kullandığımı düşünüyordu "evet haklısınız. Öğretmenimin bana karşı ilgisi olduğunu anladım ve okul içerisinde bulunan her türlü olay için onu kullandım." kaşları çatılmıştı.

Yüzümü yüzüne yaklaştırdım "ama Faris bey sırf beni seviyor diye asla diğer öğrencilerine haksızlık yapmayacak kadar karakterli biri. Bilmediğiniz şey de tam olarak  bu! Onun karaketeri benim en sevdiğim özelliği."

Durup dururken onu koruma isteğim nereden geliyordu böyle? Gözlerinin içine baktım "benim neden bahçe iznim yok?" gözlüğünü düzeltti ve göz temasını kesti "çünkü ben öyle istedim. Tedavinde üç ay ilerlemeden dışarı iznin olmayacak."

Ne yapmaya çalıştığımı anlamış olmalı ki yüzüme bakmıyordu. Ben ise gözlerinin tam içine bakıp bana bakması için dua ediyordum. Kafasını aniden kaldırdı "ne yapmaya çalıştığını anlamdım mı sanıyorsun? Üzgünüm ama Efsar ben bu işi senin yaşından daha uzun süredir yapıyorum." gözlerimi sıkıca kapattım ve geri yaslandım.

"buradan çıkınca ne yapacaksın?" başımın belası Ahmet dirilmiş ve tekrar peşime düşmüştü. Bir sonraki sefer onu parçalarına ayırmadan öldüğüne emin olmayacaktım.

"kendime rengarenk bir kafe açacağım." alay eder gibi söylediğimde onunla eğlendiğimi anlamıştı "bu senin insanlara karşı edindiğin bir koruma şekli öyle değil mi? Onlarla alay ederek eğleniyorsun. Böylece ne yaptıkları ya da ne  söyledikleri umrumda olmuyor."

Bu kadın içimden geçen her şeyi bilmek zorunda değildi. Normalde olsa asla düşünmezdim fakat ondan ayrı kaldığım iki hafta boyunca aklım fikrim sadece Faristeydi.

"bütün insanlardan nefret ettiğini söylüyormuşsun. Hatta bunun için toplu taşımayı tercih etmez ve dışarı çıkmak için akşam saatlerini beklermişsin ki insanların yüzüne maruz kalmayasın."

Başımı salladım "doğru!" bacak bacak üstüne attı "peki Faris ve Mert bey... Onların neden yanında olmasına izin veriyorsun?" gülümsedim "çünkü kalbinize dokunan kişiyi bulunca farklı birine dönüşüyorsunuz. En azından o kişinin yanında."

"ha yani Faris bey sizin kalbinize mi dokundu?" küçük Efsara baktım ve kitaplıkta duran bibloyla Sibel hanımın kafasını parçalaması için dua ettim. Haddi olmayan işlere burnunu soktukça asla düzelmeyecekti bu iş.

"inanın bana sizi asla sevmedim." hiç beklemediği bir şeyi duymuş olacak ki şaşkın bir şekilde bakıyordu. Omuzlarından tuttum ve onu kendime çevirdim.

Gözleri cam gibi parlıyordu. Mavi gözlerinin, siyah göz bebekleri irileşti "eminim aşağıda bekleyen Faris beyin odama çıkmasına eşlik edeceksiniz." dudakları aralandığında gülümsemem yüzüme yayıldı "tabii Efsar. Onu görmek senin en doğal hakkın!" geri çekildim "değil yıllarca, bir ömür bile okusanız Azraile kafa tutamazsınız."

Sibel hanımın odasından çıkınca görevliler beni kendi odama götürmüştü. Bir köşeye geçtim ve yere bağdaş kurup oturdum. Birazdan Farisin yanımda olduğunu bilmek beni mutlu ediyordu.

Farkında olmadan ona bağlanmıştım ve artık ondan uzak kalmayacaktım. Benim buradan çıkmam için en büyük şansım Faristi. Demir kapı açıldığında öylece karşımda durarak odaya baktı.

İçeri girince kapıyı kapatmışlardı. Etrafında döndü "sanırım buraya çağırılmamda senin bir parmağın var!" dedi ve odaya iyice baktı "Güzel ve Çirkin masalını biliyor musun Efsar?" bu sorunun sebebi eğer gel dizime yat sana masal anlatayım falansa şu an masal dinleyecek durumda değildim çünkü benim en kısa sürede roman olmaya ihtiyacım vardı.

"yok onu bilmiyorum ama Külkedisini biliyorum. Sanırım orada bile kötülük, esirlik ve işkenceden hoşlandığımı belli ettim." adım adım bana yürüyordu "hani prensin laneti olan büyülü bir gül vardı ya... Hem çok güzeldi, bakanın bir daha bakmasını sağlayacak parlak bir kırmızılığa sahipti hem de lanetliydi..."

Yanıma oturdu "prens onu bir fanusun içine koymuştu..." lafı nereye bağlayacak çok merak ediyordum "işte sen o gülsün ve bu oda da fanusun." gerçekten tüylerimi diken diken eden iğrenç bir iltifattı.

Yanıma oturdu ve yüzüme baktı "senin son yaprağın düştüğünde benim lanetim de çözülecek." gülümsedim ve sarıldım "sanırım masalı yanlış biliyorsunuz Faris bey! Masalda gülün her yaprağı gövdesinden düşünce prens derin bir yasa boğuluyordu ve sonunda kurtulacağını bilmeden o gülün son yaprağı düşüyordu."

Kulağına fısıldadım "eğer benim bütün yapraklarım bu odada dökülürse asıl lanetiniz o zaman başlar. Mutsuz olursam mutluluğunuzu kursağınızda bırakırım." burada olmamda o da suçluydu.

Benden ayrıldı ve duvara yaslandı "her zaman olduğu gibi yine enerjin yerinde "sen yapraklarının hepsini burada dökmeden seni çıkarıp toprağa kavuşturacağım ve ilk parlaklığına kavuşman için gerekirse seni kendi kanımla sulayacağım."

Normalde kendimden beklemeyeceğim bir hareket yaptım ve elini tuttum "yok ben şu sıralar kana doydum. Biraz ara verelim!" gözleri hâlâ elimde takılı kalmıştı "bir kere olsun beni sevdiğini söyler misin?"

Elimi geri çektim "söylemem... Söyleyemem!" yüzü düşmüştü "neden, yani beni sevmiyorsun diye mi?" sanırım o gün nezarethanede söylediklerim aklında dolaşıyordu.

Ona doğru döndüm ve karşısına oturdum "ben küçükken böyle hep okuldan gelir üstümü değişir sokağa çıkardım. Babam işte olduğu için de annem bir şey demezdi o gelene kadar oynamama izin verirdi."

Eski günleri hatırlamak bazen Farisin kimin oğlu olduğunu yüzüme bir tokat gibi vursa bile bugün onu suçlamaya bir son verecektim yani en azından şu an onu yapmaya çalışıyordum "sokağa çıkınca mahallede çocuklar beni hiçbir zaman aralarına almazlardı. Ben ise hep o ektiğim limon fidesiyle konuşurdum saatlerce."

Ona geçmişimi anlattığım için mutlu olmuştu ve ben bunu gözlerinden görebiliyordum "sonra bir gün o beni sevmeyen çocuklar yanıma geldiler ve bana sebepsizce 'sen bu hayatta hiçbir şeyden korkmaz mısın?' diye sordular."

Farisin aldığı bilekliğin ipleriyle oynamaya başlamıştım "ben de benimle arkadaş olmak için sohbet etmek istiyorlar sanmıştım ve salak gibi kendi ellerimle diktiğim limon fidesini gösterip 'sadece bunun kurumasından korkuyorum' demiştim."

Sesini bile çıkarmadan uslu bir çocuk gibi beni dinliyordu "sonra ne oldu?" diye sordu. Bilekliğin taşı etrafında parmağımla daireler çizmeye başladım "sonra ertesi gün bahçeye çıktığımda o çocukların limon fidemi kökünden söküp attığını görmüştüm."

Gözümdeki yaşı sildim "ben sekiz yaşında öğrendim sevdiğimiz şeylerle sınandığımızı." yutkundum ve yüzüne baktım "onun için bırak da seni sevdiğimi ben bile bilmeyeyim."

"inan bana yüzlerce kez seni seviyorum demenden daha anlamlıydı bu ve seni mutlu görmek çok güzel." gözünden akan yaşlarla yüzüme baktı "neden ağlıyorsun?" diye sorunca gözündeki yaşları elinin tersiyle sildi "hep senin gülüşünü paylaşamam ki bırak da biraz mutsuzluğu paylaşayım seninle."

Onun gibi bir adamın nasıl böyle bir oğlu olur diye düşünmeden edemiyordum "umarım biraz daha mutluymuşum gibi yapabilirim çünkü her an yere yığılacakmışım gibi hissediyorum."

Elini omzuma koydu "sana güç verecek bir şeyler yapmama izin ver!" odayı gösterdim "bura biraz karanlık ve korkutucu yani uyku faslı biraz zorlu geçiyor da ne zamandır uyumak için bir diz arıyordum."

Ayaklarını uzattı ve omzumdan tutup dizine yatırdı "gerçekten uyuyacakmısın?" başımı salladım "evet uyuyacağım çünkü içimin karanlığında çoktan sabah oldu!" gözlerimi sıkıca kapatmıştım fakat içimden uyumak gelmiyordu.

Sırtüstü yattım ve yüzüne baktım "iki haftadır hayatım çok boş geçiyor. Bana aksiyon gerek, kaos ortamı gerek ben bu kadar sakinliğe alışık değilim."

Yüzünü bana doğru yaklaştırdı "ne aksiyonu?" omuz silktim "aksiyon işte!" kaşlarını çattı "tamam orasını anladım ama ne gibi bir aksiyon istiyorsun? Eğer kafamıza uyarsa yaparız bir şeyler."

Aklıma gelen şeyle sırıttım "kavga edip küssek mi?" bıkkınlıkla nefes verdi "biraz mantıklı konuşsan olur mu? Ben artık tartışmaktan ve kavga etmekten yoruldum. Sadece sen uyusan ben de seni izlesem olmaz mı?"

"tamam ben kendi içimde küsüp sana düşman oluyorun müsaadenle." başını geri yasladı ve gülümsedi "normal kızlar gibi olmayı düşündün mü?" gözlerimi tekrar kapattım "senin akıl hastanesine kapatılmış normal bir tanıdığın var mı?"

Öfkelenmişti fakat sebebini bilmiyordum "sen buradan çıkacaksın ve o zaman birlikte normal olacağız." hep bir olma ya da birlik olma hayalleri kuruyordu. Bilmediği şey ise ben bu hayatta çok fazla kalmayacaktım.

Hayatında geçen her saniyesi mutsuzluktan ibaret olan birinin sonu mutlu olmazdı. Bu Farisin bana anlattığı masallar ya da hikayeler değildi bu  hayatın ta kendisiydi. Benimle hayal kurmaması gerekirdi bunu ona defalarca söylemiştim. Çünkü benimle kurduğu her hayal yıkılmaya mahkumdu.

Kapı açıldığında görevli adam Faris beye seslendi "süreniz doldu dışarı çıkarmısınız?" Faris bey başını salladıdığında adam dışarıda beklemeye başlamıştı.

Dizinden başımı kaldırdım ve ayağa kalktım. Elimi uzattım, elimi tutarak o da ayağa kalkınca sıkıca sarıldım "belin incecik kalmış şu haline bak." buranın yemekleri hiç benlik değil demek istesem de sustum "lütfen Efsar kendine iyi bak. Tedavin için elimden gelen her şeyi yapacağım."

Benden ayrıldı ve kapıya doğru yürüdü "şimdi eve gidiyorum ama sabah yine aynı yerde seni bekliyor olacağım." odadan çıktığında sessizce peşinden bakmıştım "sanırım seni çok seviyor... Ne yazık!"

Odanın köşesinden çıkan küçük Efsar yine beni deli etmek için gelmişti "sırf senden kurtulmak için o ilaçları kullanasım var!" öne doğru atıldı "sakın öyle bir şey yapma. O ilaçları beynini silmek için veriyorlar. Hatırlamazsan kaybolurum."

"tamam işte benim istediğim de bu!"

"sadece ben değil ama Emel ve Tarık da gider." onları yanımda hissetmek istiyordum bunun için verilen ilaçları hemşirelerin yanında içmiş gibi yapıp sonra tükürüyordum.

Emeli tekrar kaybedemezdim "senin şu doktor..." sinsi bir şekilde kulağımın dibinde duruyordu "senin hayatını kaydıracak gibi. Biblo fikrinde ciddiysen eğer ben yapmaya hazırım!"

"senin daha yaşın kaç kızım? Hareketlere bak, benim küçüklüğüm olduğunu bu kadar belli etme." kulağıma daha fazla yaklaştı "onu öldürüp buradan kaçabiliriz."

Benden uzaklaşması için başımı geri çektim fakat o beden halinden çıkıp zihnimde bir sese dönüşmüştü "Farisin senin için yapamayacağı şey yok. Onun sana olan zaafını kullan ve buradan bizi kaçırmasını sağla!"

Kahkaha attım ve etrafta küçük Efsarı aramaya başladım "evet haklısın Faris benim için her şeyi yapar. Ben ise bundan dolayı tedavi olup buradan kurtulacağım. Bana karşı yaptıklarını boşa çıkaramam."

Duvarın kenarından ayrılıp bana karşı yaklaşan Emeli görünce duraksadım çünkü ilk defa gülüyordu "ama abla eğer tedavi olursan biz tekrar ayrılacağız." Emel ölmüştü ama bu hayal olamayacak kadar gerçekti.

"o kadının bizi ayırmasına izin verme lütfen. Faris de aklını karıştırıyor farkındasın." ellerimi saçlarımdan geçirdim ve yatağa uzandım "ne haliniz varsa görün ben daha bir şey demiyorum."

Tarık amcam yüzüme baktı ve başını salladı "artık kabullenmek zorundasın biz seninle bu dünyada birlikte olamayız. Kendi yolunu çizmeli ve ileriye bakmalısın. Birilerini öldürmek seni kurtarmak yerine daha  çok dibe çeker."

Sesi bile aynıydı. Gerçek olmadığını söyleyen bu gerçek adam bana ne anlatmak istiyordu "hiç mi korkmuyorsun o, Sibel hanımı öldürdüğünde ya yine suç senin üstüne kalırsa?"

Geçen sefer Aynur hanımı vurup suçu üstüme atan bu manyaktan her şeyi beklerdim. Tarık amcama gülümsedim "merak etme ben artık iki kişilik düşünmeye başladım ve kendimi düşünmesem bile Faris beyi düşünerek tedavi olacağım ve bir daha kimseyi öldürmek yok."

Emel bile vazgeçirememişti beni. Yastığı başıma kapattım ve sessiz duran küçük Efsarın nereye gittiğini aldırmadan uyumak için gözlerimi sıktım.

----------------------------------------------
Faris:

Eve girince anahtarımı ve paltomu bir kenara bırakıp içeri girdim. Koltuğa oturduğumda ağıran kemiklerim yavaş yavaş yumuşamıştı. Günlerdir sabah akşam o ağacın altında oturmak vücudumu ağırtsa da kalbimi iyileştiriyordu.

Geçen hafta annemin yanına gittiğimde babam beni kovmuştu. Bu saatten sonra anne ve babam yoktu artık benim ama her şeyim olan bir kadın vardı hayatımda. Annem beni görmek istediği an koşarak giderdim yine ona ama babamın dermansız derdinin dermanı ben olsam gözünün önünde durur bir adım atıp da şifa vermezdim ona.

Benim içimde ona karşı olan bu sevgiyi kendi elleriyle nefrete çevirmişti ve tebrik etmem gerekirdi fakat bunu başaran ilk kişi değildi. Zaten son da olmayacaktı ama Efsar asla onlardan birinin sıfatına bürünmeyecekti benim gözümde.

Bugün bana karşı yaptığı hareketler aklıma geldikçe kendimi bir garip hissediyordum. Onu ilk defa böyle sakin ve güzel görmüştüm. Tek sorun güçsüz düşen bedeni iyice zayıflamıştı. Yanakları çökmüş, gözlerinin altında şişlikler oluşmuştu.

Zayıflamıştı da... Sanırım yemek yemiyordu. Bu Efsar için çok kötü bir durumdu çünkü o ölürken bile yemek yemek gibi bir özelliğe sahipti.

Eğer bu şekilde giderse Efsar gerçekten çok iyi bir insan olacaktı. Bana karşı olumlu görmüştüm onu, tanıdığım ilk günden beri ilk defa beni yanına seslemişti. Beni görmek için doktoruyla konuşması bile benim için çok büyük mutluluktu.

Yeni başlangıçlar yapacaktık. Efsara alışmaya başladığım o gün keşke bir başkası olarak girseydi hayatıma demiştim. O zaman haberim yoktu ona geri dönüşü olmayacak bir şekilde bağlanacağımdan.

Bu gece biraz dinlenmek istiyordum. Okulu zaten zar zor idare ederken Zeliş hanım bir sıkıntı olduğunun farkındaydı. Yorgunluk ve uykusuzluk beni yatağa çekmişti.

Ertesi sabah okula gitmeden önce hastaneye uğradığımda gördüğüm kalabalık beni kuşkuya düşürmüştü. Ambulans görevlilerinin arasından geçtim ve Efsarın sorgusunda bulunan komiserin yanına gittim "sorun ne neler oluyor?" bana döndü ve ambulansı işaret etti başıyla "senin kız yine rahat durmamış. Dün gece nöbetçi olan Sibel hanıma saldırmış."

Bu kargaşanın sebebinin o olduğunu  çoktan anlamıştım zaten "peki Sibel hanım... O nasıl?" başını salladı "bibloyla başına vurmuş ama Sibel hanım hemen acil çağrı butonuna basınca hemşireler Efsarı sakinleştirmiş."

Bu kız ne yapmaya çalışıyordu "işin garip yanı ne biliyor musun Faris? Hemşirelerin verdiği ifadeye göre Efsarı bulduklarında gözleri kapalı bir şekilde dolaşıyormuş. Sonra da odanın bir köşesine geçmiş ve öylece oturmuş. Sabaha karşı biz gelince uyandı ve hiçbir şey yapmadığını söyledi!"

Bir de bu çıkmıştı başımıza. Her geçen gün psikolojik hastalığı yeni bir boyuta ulaşıyordu. Bir sonra ki evre ne olur bilinmez "Efsarı görebilirmiyim?"

Arabasına doğru yürüdüğünde peşinden gittim "üzgünüm Faris ama onu başka hastaneye sevk ettiler. Bu gibi hastalarla özel olarak ilgilenen karanlık taraf diye bir yer var. Oradaki hastalar iyileşene kadar çevresinde bulunan herkesle iletişimi kesiliyor."

"Peki onu ne zaman göreceğim?"

"bilemiyorum Faris, o ne zaman iyileşirse. Belki bir ay belki üç ay belki bir sene belki de on sene... Bu süre tamamen Efsara kalmış. Umarım burada yaptığı gibi ilaçları kullanmazlık etmez de bir an önce iyileşir."

Ben onun inadını biliyordum o asla tedavi olmayacaktı. Nerede olduğunu bile bilmiyordum iyi mi kötü mü bilemiyordum tek bildiğim bana ihtiyacı vardı hissediyordum.

--------------------------------------

Bölüm sonu!!!

Gelecek bölüm görüşmek üzere kendinize iyi bakın! 💙 💙 💙 💙 💙

Continue Reading

You'll Also Like

143K 5.4K 41
İhanetin gölgesinde kalan kadınların intikamı ağır olur. Mecburiyet, kollarını hayatına doladığı zaman susacağını sanır, seni hislerle yanıltır. Ama...
64.8K 4.2K 24
Beni özlediğinde yıldızlara bak.
815 181 20
"Ey mutmain nefis! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" Fecr Suresi 27-30. Ay...
539K 43.8K 34
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...