Prudence, just like an étoile

By obsidiyensever

17.4K 2K 2.1K

Adım Prudence'tı. Fındıklı çikolataya bayılır, sade sütten nefret eder, limonlu dondurma için gözüm kapalı ci... More

1. bölüm: beklenmedik eşleşme
2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings
3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları
4. bölüm: açık pencere
5. bölüm: işe yaramayan şeyler
6. bölüm: del monte sahili
7. bölüm: bayan stiles'ın sebep oldukları
8. bölüm: hikâyedeki eksik
9. bölüm: jane austen
10. bölüm: bazı değişiklikler
11. bölüm: son gece
12. bölüm: tuhaflıklarla dolu bir piknik
14. bölüm: fark etmemek ya da edememek
15. bölüm: tek gerçek dil
16. bölüm: bir ses
17. bölüm: umulmayan olaylar silsilesi
18. bölüm: mahvediş ve mahvoluş
19. bölüm: kabahatin cezası
20. bölüm: seth'in amacı
21. bölüm: gerçeği şuursuzca inkâr eden bir alık
22. bölüm: gözde basketbol oyuncuları
23. bölüm / 1. kısım: son hak
23. bölüm / 2. kısım: aşkın dayanılmaz ağırlığı
24. bölüm: tuzlu deniz kokusu

13. bölüm: keşke

881 96 161
By obsidiyensever

Annemin kitaplarını yayımlayan yayınevi bu gece bir parti veriyordu. Parti, Monterey'in dışında yapılacak, geç saatte başlamasının yanında gece geç saate kadar sürecekti. Bu da, eğer annemle babam partiye katılırlarsa uzun bir süre evde yalnız kalacağım demek oluyordu. Babam başta bunu sebep olarak gösterip gitme fikrine yanaşmadı, ama annem ne yapıp edip onu ikna etmeyi başardı. Şimdi ise yola çıkmak için son hazırlıklarını yapıyorlardı.

"Dikkatli olacağına söz veriyor musun?" dedi annem, ayna karşısında üstündeki gece elbisesini düzeltirken. "Yanlışlıkla evde yangın falan çıkarmazsın, değil mi?"

Gürültülü bir şekilde ofladım. "Tabii ki de öyle bir şey yapmam! Ne kadar dikkatli olduğumu biliyorsun."

Annem benimkilerle aynı tondaki sarı saçlarını geriye atıp bana döndü. "Evet, biliyorum, ama ne olur ne olmaz diye böyle bir ihtimalin altını çizmek istedim. Böylece ocağı açık unutmadan önce bir kez daha düşünürsün."

Suratımı asıp hiçbir şey söylemedim. Sonuçta ne dersem diyeyim işe yaramıyor, annem bitmek tükenmek bilmeyen şevkiyle bana yeni uyarılarda bulunmaya devam ediyordu. Ben de pes etmenin en mantıklısı olacağına karar vermiştim.

"Nasıl görünüyorum?" diye sordu annem, beni düşüncelerimden ayırarak. "Babanın kıskanacağı kadar güzel olmuş muyum?"

Güldüm ve başımı olumlu anlamda salladım. "Babam kıskanır mı bilmem, ama gayet güzel oldun."

"Zamanında beni Paul McCartney'den bile kıskanırdı," dedi, babam gelir de duyar diye sessizce konuşarak. "Sorsan itiraf etmez, ama bence şimdi bile kıskanıyor." Kıkır kıkır güldü ve dönüp çantasıyla uğraşmaya koyuldu. İşini bitirip çantasını kapattığında sanki aklına bir şey gelmiş gibi birden bana döndü. "Ah, az kalsın söylemeyi unutuyordum."

Kaşlarımı çattım. "Neyi?"

"Bugün Shelley ile telefonda konuştuk."

Anlamayarak baktım ona. "Shelley?"

"Shelley Tucker tabii ki," dedi, kimden bahsettiğini anlamayışıma hayret ederek. "Seth'in annesi."

"Ee?" Giderayak neden bana bundan bahsediyordu ki şimdi?

"Başta havadan sudan falan konuştuk. Sonra ise bana Seth ile tartıştıklarından bahsetti. Oğlu için bayağı üzülüyor açıkçası. Hakkı da var bence. Her neyse. Seth'in dışarı çıkmasının iyi olacağını, onu sakinleştirebileceğini söyledim, o da bunu kendisinin de düşündüğünü, ama oğlunun dışarı çıkmaya pek yanaşmadığından bahsetti. Ben de Seth'i aradım."

"Seth'i mi aradın?"

Annem başını salladı. "Evet, aradım ve onu buraya çağırdım."

"Onu buraya mı çağırdın?" Hem çok şaşırmış, hem dehşete düşmüş, hem de çok kızmıştım. "Ama sana Luke'u davet ettiğimi, siz gittikten sonra onun geleceğini söylemiştim!"

"Bilirsin, Seth bazı fevri çıkışları olsa da gayet iyi çocuktur. Onun burada olmasının size herhangi bir sıkıntı yaratmayacağından eminim. Hem o burada olsa da, olmasa da aynı şeyleri yapacaksınız sonuçta, değil mi?"

Gözlerimi kıstım. "Onu bir çeşit gardiyanlık yapsın diye mi çağırdın anne?"

"Ne münasebet," dedi gülerek. "Sadece Seth'in burada olmasının daha güvenli bir ortam oluşturacağı kanaatindeyim."

"Yani dediğim gibi, onu bir çeşit gardiyanlık yapsın diye çağırdın." Nasıl böyle bir şey yapardı, aklım almıyordu gerçekten! Bu akşamı kafamda yüzlerce kez, en güzel şekilde canlandırmıştım ve şimdi annemin hamlesiyle büyük bir hayal kırıklığına uğraşmıştım.

Annem bir şey diyeceği sırada babam, "Gina," diye seslendi, "artık çıkmamız gerek!"

Annem bana söyleyeceği her neydiyse söylemekten vazgeçip çantasını aldı ve ben henüz ona, Seth'e Luke'un da geleceğini söyleyip söylemediğini bile soramadan, Yesterday şarkısını mırıldanarak yatak odasından çıktı. Onun peşinden giderken moral olarak çökmüş bir vaziyetteydim. Başka bir gün olsa Seth'in bize gelecek olmasından azıcık bile rahatsızlık duymazdım, ama şimdi durum çok daha farklıydı. İçinde Luke'un bulunduğu bir durum nasıl farklı olmazdı ki zaten?

"Bir şey olursa bizi ararsın Prudence," dedi babam, yanına, salona gittiğimizde. "Telefonum her zaman ulaşılabilir olacak."

Annem babamın kravatını düzeltmek için karşısına geçti. "Bunu zaten biliyor Daniel."

"Evet," dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. "Siz eğlenmenize bakın."

Babam kısmış olduğu gözlerini gözlerime dikti. "Evde yalnız kalacak olman hiç hoşuma gitmiyor."

"Bunun üstesinden gelebilir bence," dedi annem ve babamın kravatını bıraktıktan hemen sonra bana dönüp göz kırptı. Babamın bilmediği şeylere -ki babam tabii ki de eve misafir çağırdığımı bilmiyordu- atıfta bulunan bir göz kırpıştı bu. Normal şartlarda annemle sır paylaşmak hoşuma gittiği için şimdi ona gülümseyerek karşılık vermem gerekirdi, ama ikimiz de biliyorduk ki, kesinlikle normal şartlar altında değildik. Bu yüzden ona gülümsemedim.

Annemle babam bana zar zor veda edip evden ayrılmayı başardıklarında saat sekiz buçuk olmak üzereydi. Luke'a en geç bu saatte gitmiş olacaklarını, ona göre gelmesini söylemiştim. Yani muhtemelen çok geçmeden burada olurdu. Seth'in ise ne zaman geleceği meçhuldü. Çaresizce Luke'tan önce gelmesini ve onunla anlaşarak Luke gelmeden gitmesini sağlayabilmeyi umuyordum. Sonra ise bunu ummanın beni kötü biri yapıp yapmayacağını düşünmeye başladım. Sonuçta Seth'in annesiyle tartıştığını biliyordum. Bunu bilirken sırf Luke ile yalnız kalabilmek için ondan gitmesini istemek beni korkunç bir arkadaş yapmaz mıydı? Ama düşününce, ben Seth'in birçok kötü anında yanında olmuştum. Bir seferlik yanında olmasam, bağışlanamaz mıydım?

Öf, beynim patlayacaktı gerçekten! Elimle yüzümü ovuşturdum. Sanırım eğer Seth erken gelirse, ondan gitmesini rica etmek en mantıklısıydı. Ve sonunda zil çaldı.

Annemler gittiğinden beri dış kapının yanı başında durduğum için, hemen uzanıp kapıyı açtım. Merakla dışarı baktığımda, gözlerimin gece mavisi gözlerle buluşması pek de uzun sürmedi. Bu bilgiden açıkça anlaşılacağı üzere, gelen Seth'ti.

"Selam Sarışın," dedi gülümseyerek. "Beni özledin mi?"

"Pek sayılmaz."

Elini uzatıp sertçe yanağımı sıktı. "Şakacı şey seni."

"Bıraksana," dedim yanağımı sıkan elini kendimden uzaklaştırmaya çalışarak. "Acıyor."

Elini yanağımdan çekmeden önce sıktığı yeri nazikçe okşadı. "Pardon, çok tatlı olduğun için dayanamadım sadece." Ve hiç vakit kaybetmeden yanımdan süzülüp içeri girdi.

Bir süre yaptığı ile söylediği şeylere anlam veremeyerek orada öylece dikildim. Neyse ki kendimi toparlamam kısa sürdü. Kapıyı hızla kapattım ve mutfağa yönelmiş Seth'in peşinden gittim.

"O kadar uzun zamandır pencereyi kullanıyordum ki, sizin eve kapıdan girmek epey tuhafıma gitti," dedi mutfağa girerken. "Yine de güzel bir değişiklik olduğunu itiraf etmeliyim."

Mutfağın ortasındaki masanın yanında durduğunda, ben de onun dört-beş adımlık ötesinde, önüne geldiğim mutfak tezgâhına yaslandım. Bu sırada Seth masanın üstündeki meyve tabağından meyve seçmeye çalışıyordu. "Annenin arayıp beni çağırması sürpriz oldu. Pek de dışarı çıkma havamda değildim, ama partiye katılacaklarını ve sana göz kulak olmamı istediği söylediğinde gelmemin mantıklı olacağına karar verdim."

"Sana böyle mi söyledi?" dedim inanamayarak. Görünüşe bakılırsa annem ikimize de işine gelen neyse onu anlatmıştı.

Seth tabaktan yeşil bir elma alıp bana döndü. "Evet, neden ki?"

Sorusuna cevap vermek yerine, "Senden bir şey rica edeceğim," diyerek konuya girdim. Planım konuşmaya devam edip kibarca gitmesini istediğimi söylemekti, ama yapamadım. Zihnimde birkaç kez evirip çevirdiğimde, ona böyle bir şey söylemenin hiç de hoş olmayacağı sonucuna varmıştım çünkü. Luke ile baş başa kalmak, ondan geçen sefer söylemeye fırsat bulamadığı şeyleri öğrenmek kesinlikle çok cazip bir hayaldi, ama bu hayale Seth'e kovarcasına git diyerek kavuşamazdım.

Seth rahat bir tavırla elindeki elmayı havaya atıp tuttu. "Seni bekliyorum Prudence."

"Boş ver," dedim suratımın asılmasına engel olamayarak. "Vazgeçtim, söylemeyeceğim."

"Peki, öyleyse ben tahminde bulunayım." Başını yana eğip imalı imalı gülümsedi. "Rican Luke'un gelecek olmasıyla mı ilgili?"

HARİKA! Annem Seth'e her şeyi söylemişti. Evden çıkar çıkmaz Seth'i arayıp, onu bize çağırdığını söylediğinde verdiğim tepkileri bir bir anlatmışsa bile şaşırmazdım artık.

"Bana git mi diyecektin?" diye sordu Seth, elindeki elmayı yerine bırakıp yavaşça bana yaklaşırken. "Luke ile yalnız kalma planına engel oluyorum, değil mi Prudence?"

Bunu ona annemin söylemediğini biliyordum. Sadece tahmin yürütmüştü. Luke'tan hoşlandığımı bildiği için tahmin yürütmekte pek de zorlanmadığına emindim.

Aramızda bir adımlık mesafe kaldığında durdu. "Yalnız kaldığınızda ne olacağını düşünüyorsun ki?"

"Bak," dedim hissettiğimden daha sakin bir sesle, "düşündüklerin iyi güzel şeyler, ama sonuçta senden hiçbir şey istemedim. Luke ile yalnız kaldığımda ne olacağını düşündüğüm de seni hiç ilgilendirmez üstelik."

Tek kaşını kaldırdı. "Yani bir şeyler olacağını düşünüyorsun?"

"Aynen," dedim alayla. "Bir güzel sevişiriz diye ümit ediyordum. Gelip hayallerimi yıktığın için teşekkürler."

"Ah, yazık sana." Bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. Bana neden bu kadar yaklaştığını anlayamadım. Geri çekilme ihtiyacıyla geriye bir adım atmayı düşündüm, ama yapamazdım, çünkü arkamda yaslanmış olduğum bir mutfak tezgâhı vardı. Yine de yanından geçip giderek yakınlığından kurtulabilirdim.

Seth ne düşündüğümü anlamış gibi ellerini iki yanımdan uzatıp tezgâha koydu. Böylece bütün kaçış yollarım elimden alınmıştı. Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Seth, ne yapıyorsun?"

Omuz silkti. "Hiçbir şey."

Benimle oyun mu oynuyordu? Elimi göğsüne koyup onu itmeye çalıştım. Yerinden biraz olsun kıpırdamayınca sinirlerim bozuldu. "Geri çekilir misin lütfen? Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum."

"Luke ile neler yapmayı ümit ettiğinden biraz daha bahsetsene," dedi söylediklerimi duymazdan gelerek. "Merak ediyorum."

"Hayır, sana hiçbir şeyden bahsetmeyeceğim. Geri çekil."

Seth geri çekilmek yerine eğilip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. O kadar yakındı ki, gece mavisi gözlerinin her tonunu seçebiliyordum. Yavaşça dudağını yaladığında bakışlarım istemsizce dudaklarına kaydı.

Neler oluyordu yahu?

"Sayısız kez birlikte uyuduk," dedi sanki dünyanın en erotik cümlesini söylermiş gibi, "ama buna rağmen yakınlığımdan tedirginlik duyuyorsun. Oysa Luke ile sevişmekten öylece bahsediverebiliyorsun."

Onu tekrar iterek kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. "Geri çekil."

"Neden?" dedi burnunu hafifçe burnuma sürterek. "Seni öperim diye mi korkuyorsun?"

Bunu nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum, ama Seth'in yakınlığı ve söyledikleri beni sadece tedirgin etmiyordu, aynı zamanda heyecanlandırıyordu. Nasıl böyle hissedebildiğime dair ise hiçbir fikrim yoktu.

Gözlerimi kırpıştırarak iyice koyulaşmış mavi gözlerine baktım. "Neden beni öpmek isteyesin ki?"

Dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Eğer istiyorsam illa ki bir sebebi vardır, değil mi?"

Sertçe yutkundum. "Lütfen uzaklaş benden."

Başını olumsuz anlamda salladı. "Bu kadar çok istiyorsan beni sen uzaklaştır."

Tavrı, söyledikleri, yakınlığı ve bu yakınlığın içimde oluşturduğu anlamsız hislerin gerginliği inanılmaz bir seviyeye ulaşmış, artık beni öfkelendirmeye başlamıştı. "Geri çekilsen iyi olur, çünkü suratına yumruğumu geçirmeme çok az kaldı."

"Sen küçük bir kedisin," diye fısıldadı. "İstesen de bana zarar veremezsin."

Tam ona ne kadar zarar verebileceğimi göstermeye hazırlanıyordum ki, zil çaldı. Evin içinde yankılanan ses, Seth'in dikkatini benim üzerimden birkaç saniyeliğine uzaklaştırdı. Bunu kendi lehime kullanıp kendimi hızla onun ve tezgâhın arasında kaldığım yerden kurtardım ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açarken ellerim titriyordu. Neyse ki karşımda Luke'u bulduğumda biraz olsun rahatlamayı başardım.

Luke'un söylediği ilk şey, "Üzgünüm," oldu. Yüzünde mahcup bir ifade vardı. "Geç kaldım."

"Önemli değil," dedim geçmesi için önünden çekilirken. Aslına bakarsanız önemliydi. Geç kalmamasını tercih ederdim. Eğer geç kalmasaydı az önce mutfakta olan her neyse olmamış olurdu çünkü.

Luke içeri geçti, ben de kapıyı kapattım. "Sana bir şey söylemeliyim."

Merakla bana baktı. "Evet?"

Ben daha hiçbir şey diyememişken, bahsetmem gereken şey mutfaktan pişkin pişkin sırıtarak çıkıverdi. Salona geçip bizi arkasında bırakmadan hemen önce "Hoş geldin Luke," demeyi de ihmal etmedi.

Seth'in bu tavrına karşı yüzümü buruşturdum. Keşke Luke gelmeden ona bir güzel vurmuş olsaydım.

"Söyleyeceğin şey bu muydu?" dedi Luke, Seth'in varlığına anlam vermeye çalışarak.

Başımı olumlu anlamda salladım. "Evet, buydu. Seth'i annem çağırmış. Giderken söyledi, benim de ancak o zaman haberim oldu. Gelirken böyle olacağını düşünmediğini biliyorum, ben de düşünmemiştim. Gerçekten özür dilerim."

"Neden özür diliyorsun?" Sesi yumuşacıktı. "Özür dilenecek bir şey yapmadın sonuçta. Hem Seth olsa da olmasa da birlikte vakit geçireceğiz, değil mi? Benim için önemli olan bu."

Luke'un içtenliği ve düşündükleri beni az önce olduğumdan daha mutlu bir insan yapsa da, üstümdeki gerginlikten hâlâ kurtulamamıştım. Luke bunu fark etmiş olacak ki, "Sen iyi misin?" diye sordu. "Biraz solgun görünüyorsun."

Tamam, artık toparlanmam gereken vakit gelmiş de geçiyordu bile. Seth'in tuhaf davranışları ve bunun üstümde bıraktığı etkileri düşünmeyi sonraya bırakmalıydım. Olan biten hiçbir şeyin Luke ile birlikte geçireceğim vakti etkilemesine izin vermeyecektim. Bu yüzden kısaca, "İyiyim," dedim. "Hadi salona geçelim."

Luke'un bakışları tereddütle yüzümde dolansa da, en sonunda verdiğim iyiyim cevabını kabullenerek başını salladı. "Pekâlâ."

Salona girdiğimizde, Seth'i televizyonun tam karşısındaki koltuğa yayılmış halde bulduk. Benim evimde, benim koltuğumda, sanki az önce yaşananlar sadece benim hayal ürünümmüş gibi o rahat görünüyordu ki, ona vurmadığım için bir kez daha pişman oldum.

"Nasılsın Luke?" diye sordu Seth, beni sinir eden bir gülümsemeyle. "Eminim beni burada görmek büyük bir sürpriz olmuştur."

Luke'un Seth'e olan bakışlarından ne düşündüğü hiç anlaşılmıyordu. "İyiyim ve evet, beklenmedik bir durumdu."

Acaba Seth'i burada bırakıp Luke ile odama çıksak nasıl olur diye düşünmekten alamadım kendimi. Başta inanılmaz cazip görünen bu fikir, Seth'in bizi yalnız bırakmaya yanaşmayacağından emin olduğum için zihnimde belirdiği gibi kayboldu. Sanırım şu an Seth'ten kurtulmanın hiçbir yolu yoktu.

Kafamda dönüp duran düşüncelerden dolayı Luke'u ayakta bıraktığımı fark ederek elimle ikili koltuğu işaret ettim. "Otursana."

Luke güzel bedenini zarafetle hareket ettirerek koltuğa oturdu ve ben de yanına oturdum. Kendimi ordusu bozguna uğramış bir komutan gibi hissediyordum.

"Ee," dedi Seth, zaten bozulmuş sinirimi daha da bozarak. "Ne yapıyoruz?"

Eğer Luke ile baş başa olsaydım, sohbet etmek benim için harikulade bir seçenek olurdu, ama şu durumda tek kelime bile etmek istemiyordum. Bu yüzden, "Film izleyebiliriz?" diye bir öneri sundum.

Luke bana nazikçe gülümsedi. "Bana uyar."

"Ben çekimserim açıkçası," dedi Seth. "Nedense içimde sıkıcı filmler sevdiğinize dair bir his var."

"Harika." Ona bakıp pis pis sırıttım. "Kesin film izliyoruz o zaman."

"Ne izleyeceğiz peki?" diye sordu Luke. "Aklında bir şey var mı?"

Başımı olumlu anlamda salladım ve doğrudan Luke'a bakıp konuştum. "Northanger Manastırı'nı bitirdikten sonra filmini izlememiştin, değil mi?"

"Hayır, izlemedim."

"Northanger Manastırı da ne?" diye atladı Seth. "Kulağa hiç de Tarantino'nun çekebileceği bir şeymiş gibi gelmiyor."

Seth ile daha önce hiç filmler ve yönetmenlerden konuşmamıştık, ama dediklerinden kan ve vahşet dolu yüksek tempolu filmler sevdiği açıkça anlaşılıyordu. Eğer tahminlerimde yanılmıyorsam, on dokuzuncu yüzyılda geçen bir aşk öyküsü istediğim etkiyi yaratabilmem için tam olarak ihtiyacım olan şeydi.

Bir anda ayaklandım. "Gidip filmin DVD'sini getireyim."

Salondan fırlayıp çıktım. Odama gidip Northanger Manastırı'nın DVD'sini bulmam sadece birkaç saniyemi aldı. Aynı hızla hareket ederek salona geri döndüğümde, Luke Seth'e "Pek özgün bir seçim sayılmaz," diyordu. "Yani Quentin Tarantino'yu herkes sever sonuçta."

Seth omuz silkti. "Evet, ama Jackie Brown ve Death Proof'u izlemiş olacak kadar değil."

Ben içeri girince konuşmayı kestiler. Açıkçası Tarantino sohbetini uzatmak isterdim. O adama bayılırdım çünkü, ama yapmadım. Bunun yerine DVD oynatıcısına filmin DVD'sini yerleştirdim ve filmi başlattıktan sonra salonun ışığını kapatıp Luke'un yanına oturdum.

"Sırf canımı sıkmak için bize inanılmaz sıkıcı bir film izleteceksin, değil mi?" diye sordu Seth. Cevap vermemeyi tercih ederek sadece gülümsedim. O da başka bir şey demedi.

Film izlerken konuşulmasından pek hoşlanmazdım. Telefonumun ekranına bile bakmamaya çalışır, ne kadar yapabilirsem o kadar filme odaklanırdım. Bu sebeple Luke'un film izleme alışkanlıklarının da benimki gibi olduğunu gördüğümde keyiflendim. Seth ise ne yazık ki bizim tam tersimizdi. Daha filmin beş dakikasını bile izlememiştik ki, homurdanmaya ve filmin ne kadar hoşuna gitmediğinden bahsetmeye başlamıştı. Tanrıya şükür bu durum kısa sürdü, çünkü Seth bir noktadan sonra bu güzelim filme dayanamayıp uykuya daldı. Bunu filmden yakınmayı kestiğinde ne olduğunu anlamak için ona baktığımda fark etmiştim. O sırada galiba filmin yarım saatini bile izlememiştik.

Luke ile filmin geriye kalan kısmını sükûnet içinde izledik. Filmin süresi uzun sayılmazdı, bu yüzden hemencecik bitiverdi. Jenerik önümüzde akarken Luke yavaşça bana döndü. "Kitaptaki ve filmdeki Tilney konusunda söylediklerinde haklıymışsın."

Gülümsedim. "Benimle aynı şekilde düşünmene sevindim."

Luke'un bakışları benden Seth'e kaydı. "Uyuduğuna inanamıyorum."

Ben de başımı çevirip bebekler gibi uyuyan Seth'e baktım. "Sıkılacağını tahmin ediyordum, ama uyuyabileceğini hiç düşünmemiştim."

Luke, Seth'i uyandırmamak için sessiz olmaya gayret ederek güldü. "Sanırım artık yalnız sayılırız."

Bir anda ne kadar haklı olduğunu fark ettim. Seth uyurken bizi rahatsız edemez, ne istersek konuşmamızı engelleyemez ve beni kendi ile mutfak tezgâhı arasına sıkıştırıp tuhaf şeyler söyleyemezdi. Bu sonuncusu düşünmek içimde garip bir suçluluk duygusu oluşmasına sebep oldu, ama şu an buna kafa yormanın ne yeri ne de zamanıydı. Hâlâ bu günü istediğim şekilde sonlandırma şansım varken hiçbir şeyin bana ayak bağı olmasına izin vermemeliydim.

Birden ayağa kalkıp Luke'a elimi uzattım. "Hadi, gel."

Sadece birkaç saniye bana şaşkın şaşkın baktıktan sonra uzanıp elimi tuttu ve ayağa kalktı. Planım onu odama götürmekti, götürdüm de.

Birbirimizin elini bırakmadan ben önden, o arkamdan yavaş yavaş merdivenlerden yukarı çıktık. Odamın önüne geldiğimizde heyecanlanarak biraz duraksasam da, elini bırakıp kapıyı açtım. Luke içeri, sanki bir dolaptan Narnia'ya geçiyormuş gibi girdi. Onun peşinden ben de odaya girerken tedirgindim. Bence insanın odası oldukça kişisel bir şeydi ve Luke'un odamda olması bana, sanki hakkımdaki bütün bilgilere bir anda sahip olacakmış hissi veriyordu. Sanki beni açık bir kitapmışım gibi okuyabilirdi... Onunla bu kadar kişisel bir şeyi paylaştığım için hem heyecanlı, hem de gergin hissediyordum.

Luke odamı yavaş adımlarla turlarken içerideki her şeyi detaylıca inceliyordu. Duvarıma astığım film afişlerini, bej rengindeki gardırobumu, yatağımı, en çok da kitaptan çok DVD olan büyük kitaplığımı hiç acele etmeden, dikkatli bir şekilde inceledi. En sonunda yatağımın yanındaki komodinin yanında durdu ve orada duran kitabı eline aldı. Bana dönüp Cicim'i elinde nazikçe sallarken gülümsüyordu. "Bitirip bitirmediğini soramamıştım. Burada durduğuna göre hâlâ okuyorsun."

"Hayır," dedim hemen. "Bitirdim. Sadece yakınımda durmasından hoşlanıyorum. Kitaplığıma koymak istemedim."

Sanki ona edebileceğim en harika iltifatı etmişim gibi baktı bana. Mavi gözleri parıl parıldı. "Buna sevindim."

Sessizlik içinde bir süre birbirimize baktık. Sonra yavaşça yürüyüp yanıma geldi. "Biliyor musun," dedi tam karşımda durduğunda. "Buraya geldiğimden beri Fransızca bir şeyler söylediğim tek insan sensin."

Kafam karışmış bir şekilde ona baktım. "Nasıl yani?"

"Demek istediğim... Gerek duymuyorum. Sonuçta burada herkes İngilizce konuşuyor ve Fransızca konuşmamı gerektirecek bir durum olmuyor." Elini uzatıp nazikçe yanağıma dokundu. "Yalnız seninle birlikte olmak, tek dilde ifade edemeyeceğim kadar yoğun hissettiriyor."

Söyledikleri nefesimi kesti. Kelimeleri nasıl böyle özenle seçip kullanabiliyor bilmiyordum. Sadece ona has bir şey olmalıydı. Hakkımda düşündükleri, bu düşünceleri ifade ediş şekliyle birleştirdiğinde üstümde harika bir etki bırakıyordu.

"Buraya gelirken başıma gelmesini beklediğim en son şeyin başıma geldiğini düşününce... Sanırım Balzac haklıymış."

Yanağımı sıcacık eline bastırdım. "Balzac?"

Sadece kendisinin anlayabileceği bir espri yapılmış gibi güldü. "Honoré de Balzac. Fransız yazar."

"Evet, tabii, bir an için çıkaramadım sadece." En kısa zamanda Fransız yazar kültürümü genişletmeliydim. "Peki şey, ne konuda haklıymış Balzac?"

Başparmağı yanağımı okşarken yüzünde çekici bir gülümseme belirdi. "L'amour est comme le vent, nous ne savons pas d'où il vient."

Sanırım Fransız yazar kültürümü genişletmem gerekmesinin yanında Fransızca öğrenmem de şart olmuştu artık. "Keşke ne dediğini anlasaydım."

Luke eğilerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Dudakları birazcık, çok azıcık uzansam öpeceğim uzaklıktayken durdu, gözlerimin içine baktı. "Aş-"

Cümlesine devam edemedi, çünkü üçüncü bir ses aramıza girip ortamın bütün harikalığını mahvetti. "Demek buradasınız!"

İkimiz de aynı anda başımızı çevirip kapının önünde durmuş bizi seyreden Seth'e baktık.

"Bir şey bölmedim ya?" dedi kelimeleri yavaş yavaş telaffuz ederek. Bir şey böldüğünün kesinlikle farkındaydı ve sözleri ne kadar alaycı olsa da, bakışları alaycı olmaktan çok uzaktı. Dudakları ince bir çizgi halini almış, gözleri kısılmıştı.

Luke ile sürekli bölünmekten de, Seth'in anlamını çözemediğim tavırlarından da bıkmış usanmış olduğum için keşke, diye düşündüm içimden yine. Keşke fırsatım varken Seth'in suratına sağlam bir yumruk geçirmiş olsaydım.


Anketi açıyorum:

#teamluke

#teamseth

Continue Reading

You'll Also Like

113K 6.1K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
97.4K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
95.4K 7.3K 45
Uyuşturucu bağımlısı bir kadın ve ona aşık olan Kerem Aktürkoğlu. • º • º • º • º • º • º • º • º • º • º • Başlangıç - 08.06.24 Bitiş - 1...