Prudence, just like an étoile

By obsidiyensever

17.4K 2K 2.1K

Adım Prudence'tı. Fındıklı çikolataya bayılır, sade sütten nefret eder, limonlu dondurma için gözüm kapalı ci... More

1. bölüm: beklenmedik eşleşme
2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings
3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları
4. bölüm: açık pencere
5. bölüm: işe yaramayan şeyler
6. bölüm: del monte sahili
7. bölüm: bayan stiles'ın sebep oldukları
8. bölüm: hikâyedeki eksik
9. bölüm: jane austen
10. bölüm: bazı değişiklikler
11. bölüm: son gece
13. bölüm: keşke
14. bölüm: fark etmemek ya da edememek
15. bölüm: tek gerçek dil
16. bölüm: bir ses
17. bölüm: umulmayan olaylar silsilesi
18. bölüm: mahvediş ve mahvoluş
19. bölüm: kabahatin cezası
20. bölüm: seth'in amacı
21. bölüm: gerçeği şuursuzca inkâr eden bir alık
22. bölüm: gözde basketbol oyuncuları
23. bölüm / 1. kısım: son hak
23. bölüm / 2. kısım: aşkın dayanılmaz ağırlığı
24. bölüm: tuzlu deniz kokusu

12. bölüm: tuhaflıklarla dolu bir piknik

699 85 144
By obsidiyensever

"Pikniği o kızın burnundan getireceğim," dedi Hazel, telefonu kulağımdan uzaklaştırma ihtiyacı hissetmeme sebep olacak kadar yüksek bir sesle. "Keşke gelmeseydim diyecek. O kadar pişman olacak ki, gözleri yuvalarından çıkana kadar ağlayacak."

Telefonu hoparlöre aldım ve mutfak tezgâhının üstüne bıraktım. "Belki gelmez ve seni söylediklerini yapma zahmetinden kurtarmış olur, ne dersin?"

"Yapma Prudence!" diye çıkıştı bana. "Bu kadar iyi niyetli olma. Kızın gözlerini senin erkeğine diktiğini düşünürsen kesinlikle gelecek."

Yaptığım keki bir kaba koyarken yüzümü buruşturdum. "Aslına bakarsan bunu düşünmemeye çalışıyordum. Luke'u kıskanmak veya endişelenmek, isteyeceğim son şey çünkü. Hem sen Luke'un benden başkasıyla ilgilenmeyeceğini söylememiş miydin?"

"Evet, söyledim. Söylediğim şeyin de sonuna kadar arkasındayım. April'ın Luke'a olan ilgisinden bahsetmemin sebebi gelmek için harika bir motivasyonu olduğunu vurgulamaktı, o kadar. Seni üzmek istemedim. Ayrıca inan bana, ne olursa olsun seni o kızla hiç uğraştırmayacağım. Bütün işi kendi başıma yapacağım."

Kabın kapağını kapattım ve kabı güzelce karton bir poşete yerleştirdim. "April'ın geliyor oluşunu bu kadar önemsemenin Ethan ile bir alakası olabilir mi?"

"İyi ki hatırlattın," dedi öfkeyle. "Ona da acı çektireceğim. April'dan hoşlanmadığımızı bile bile onu pikniğe davet etti. Aklı neredeydi acaba?"

İç geçirip telefonu elime aldım ve kalçamı mutfak tezgâhına yasladım. "Bence sadece dikkatini çekmeye çalışıyordu."

"O zaman bravo ona, çünkü dikkatimi harikulade bir şekilde çekti. Hatta o kadar çekti ki, üç ejderhası olan bir Daenerys Targaryen gibi yakacağım onu."

"Bana aşırı tepki veriyormuşsun gibi geliyor. Ethan'ın kötü bir niyeti olmadığına eminim. Hatta bana kalırsa bu kadar rahatsız olacağını bilse, dikkatini çekmek için bile olsa April'ı çağırmazdı."

Hazel gürültülü bir şekilde ofladı. "Bir Hufflepuff ile arkadaşlık etmenin ne kadar korkunç bir şey olduğunu hatırlattığın için teşekkürler Prudence. Unutmuştum çünkü de, iyi oldu yani."

"Vay canına," dedim gülerek, "az önce gerçek bir Slytherin gibi konuştun."

"İltifat için teşekkürler ve acilen her şeyi bu kadar tozpembe görmeyi bırak lütfen."

"Her şeyi tozpembe görmüyorum. Sadece olaylar senin sandığın gibi olmayabilir, onu anlatmaya çalışıyorum."

"Yani Ethan'ı savunuyorsun," dedi hızlı hızlı. "Neden Ethan'ı savunuyorsun, bundan bahsetmek ister misin biraz?"

Göremeyeceğini bilsem de, göz devirdim. "Ethan'ı savunmuyorum Hazel. Yaptığı şey en az senin kadar benim de hoşuma gitmedi, ama bence bunu yapmasının altında bir sebep vardı. O sebebin de sen olduğunu düşünüyorum işte."

"Harika," dedi sakin bir şekilde ve biraz duraksadıktan sonra devam etti. "Yine de ona acı çektireceğim."

Görünüşe bakılırsa onunla daha fazla tartışmanın hiçbir anlamı yoktu. Bu yüzden konuyu değiştirmeye karar verdim. "Herhalde Seth birazdan burada olur. Sizin eve gelmemiz de çok sürmez, hazır mısın?"

"Sahi, bizi Seth götürüyordu, değil mi? Bir de bunun için ısrar ettiğini düşününce şaşıp kalıyorum doğrusu."

Gülümsedim. "Yavaş yavaş eskiye dönmesi güzel bir şey bence."

"Evet, evet. Kimseye kan kusturmasın da, şu anki haliyle bile idare edebilirim."

"Haklısın aslında," dediğim an dışarıdan gelen korna sesiyle irkildim. Hızlı adımlarla mutfaktaki pencereye ilerledim ve dışarıya baktım. Kapımızın önünde gri bir BMW vardı. "Seth geldi, eğer hâlâ hazır değilsen elini çabuk tut."

"Endişelenme Prudence, ben çoktan hazırlandım bile."

"Pekâlâ, kapatıyorum o zaman."

"Tamamdır, birazdan görüşürüz."

"Görüşürüz," dedim ve çağrıyı sonlandırıp telefonu cebime soktum. Mutfaktan çıkmadan önce poşetimi, evden çıkmadan önce ise ceketimi alıp kendimi dışarı attım. Seth'in arabasına binmem yalnızca birkaç dakika sürdü. Koltuğa yerleşip hızlı bir şekilde arabanın kapısını kapattıktan sonra Seth'e döndüm. "Merhaba."

Bana gülümsedi. "Merhaba Sarışın." Ardından eliyle emniyet kemerini işaret etti. "Güvenli bir yolculuk için lütfen kemerimizi bağlayalım."

Utanarak kemere uzandım ve kucağımdaki poşete dikkat ederek kemeri taktım. Bakışlarımı tekrar Seth'e çevirdiğimde, bakışlarının poşette olduğunu gördüm.

"O ne?" dedi merakla. "Poşetin içinde ne var?"

"Kek," diye yanıtladım kısaca.

Kaşları çatıldı. "Sen mi yaptın?"

"Evet."

Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Yumurta bile kıramıyorsun sanıyordum?"

"Yumurta kırabiliyorum," dedim yüzümü buruşturarak. "Ve harika bir limonlu kek yaptım."

Gülerek arabayı çalıştırdı. "Limonla ne alıp veremediğin var senin?"

"Limonla bir alıp veremediğim yok. Neye dayanarak böyle bir soru sorduğunu hiç anlamadım gerçekten."

Hazel'ın evine doğru yola çıktığımızda, Seth'in suratında kocaman bir gülümseme vardı. "Birbirimizi yıllardır tanıyoruz Prudence. Ailelerimiz birlikteyken bizim de bir araya geldiğimiz bir sürü zaman oldu ve şimdiye kadarki gözlemlerime dayanarak çekincesizce söyleyebilirim ki, sen bir limon bağımlısısın."

"Ne?" dedim neredeyse haykırarak. "Nerden çıkarıyorsun bunu?"

"Eğer belirli örnekler istiyorsan, sana hemen birkaç tane vereyim." Sesi kulağa oldukça kendinden emin geliyordu. "Mesela hava sıcakken gittiğimiz restoranlarda limonata dışında bir şey içmezdin. Dondurma yenilecekse limonlu olup olmadığını kontrol ederdin –ki dondurma seçmenin senin için neden bu kadar uzun sürdüğünü anlayabilmek biraz zamanımı aldı. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam limonlu bir elbisen bile vardı."

Şaşkınlıkla ona baktım. "Bütün bunlara dikkat etmiş olduğuna inanamıyorum! Oysa o yemeklerde çoğu zaman beni görmezden gelirdin."

"Evet, biliyorum." Gülümsemesi solarken gözlerini yoldan hiç ayırmadı. "Çok aptalmışım."

"Sanırım benden pek hoşlanmıyordun. Bunun için de sana aptal demek doğru olmaz. Sonuçta kimse kimseden hoşlanmak zorunda değil."

Göz ucuyla bana baktı. "Senden hoşlanmamak nasıl mümkün olabilir bilmiyorum."

Söylediklerine güldüm. "Sen böyle konuştuğun zaman benimle dalga geçiyormuşsun gibi geliyor bazen."

"Ama geçmiyorum," dedi dikkatini tekrar yola verirken. "Gayet ciddiyim."

"Peki." Başımı salladıktan sonra konuşmaya devam ettim. "Limon konusuna dönecek olursak... Söylediklerinde haklısın. Elimde olmayan bir şekilde limonlu her şeye bayılıyorum."

Yüzünde tekrar bir gülümseme belirdi. "Bir insan neden limona bayılır ki? Evet, sevebilirsin, ama bayılmak limon için gereğinden fazla tutkulu oluyor."

Omuz silktim. "Bence tutkulu olmakta hiçbir sakınca yok. Hem kim bilir, belki limonlu kekimin tadına baktıktan sonra sen de böyle düşünürsün."

"Belki," dedi ve bu konuda daha fazla konuşmadık. Sessizlikle geçen birkaç dakikanın ardından, Hazel'ın evinin önüne varmıştık. Seth, varlığımızı haber vermek için iki kez kornaya bastı. Bense bu sırada arabanın penceresinden kapıya bakıyordum.

Hazel'ın dışarı çıkması beklediğimden biraz uzun sürdü. Kapıyı açıp dışarı çıktığında, onun da elinde benimki gibi bir poşet olduğunu gördüm. Muhtemelen içinde yaptığı poğaçalar vardı. Daha önceden ne yapmamız gerektiği konusunda uzunca bir süre tartıştığımız için birbirimizin ne yaptığını tabii ki de biliyorduk.

Hazel yürüyüp kısa sürede arabaya bindi. "Selam," dedi kapıyı kapatırken. "Yolculuk nasıl geçti? Verecek bir 'Seth ile aynı arabada nasıl hayatta kalınır' tavsiyen var mı Prudence?"

Seth arabayı tekrar yola çıkarırken oldukça sakin görünüyordu. "Bugün yine formundasın. Sıra Ethan'a gelmeden önce benimle ısınma turu yapıyorsun galiba?"

Gülerek başımı arka koltuğa çevirdim ve Hazel ile göz göze geldim. Ethan adı geçince sinirden çenesi kasılmış, gözleri kısılmıştı. Dikkatini dağıtmak için, "Selam," dedim. "Seni hayal kırıklığına uğratacak biliyorum, ama Seth ile aynı arabada hayatta kalmak oldukça kolay."

"Öyle olsa iyi olur, çünkü aksi takdirde benimle aynı arabada hayatta kalmak daha zor olacak."

"Merak etme," dedi Seth gülerek. "Seni kızdırmak isteyecek kadar aptal değilim. Enerjini muhafaza etmeni sağlayacağım ki, malum kişiye patladığında keyifle izleyebileyim."

Seth'in yüz ifadesine bakılırsa, Hazel'ın Ethan'a olan sinirinden şimdiden keyif almaya başlamıştı. Ne yazık ki ben bu duruma ondan oldukça farklı bakıyordum. Piknik, başından beri güzel bir fikirdi; gruptakiler arasında tartışma çıkmasını hiç istemiyordum, çünkü bu günümüzü mahvederdi. Tabii April'ın varlığını ve Ethan ile Hazel arasında olanları düşündükçe mahvolmaması epey düşük bir ihtimaldi.

Ben düşüncelerimle meşgul olduğum sırada, yolculuk, ben farkına bile varamadan bitiverdi. Çocuklarla sözleştiğimiz yere, sözleştiğimiz saatte varmayı başarmıştık. Arabadan inip, gelmeye karar verdiğimiz bol ağaçlı ve bol çimenlikli parka adımımızı attık. Açıkçası Lukelar geldi mi yoksa gelmedi mi bilmediğim için, aklımda onu aramak vardı, ama buna gerek kalmadı, çünkü Seth onların nerede olduğunu hemen gördü. Bizim bulunduğumuz yerin biraz uzağında, insanların voleybol oynaması için kurulmuş fileli alanlardan birinin yakınlarına yerleşmiş, yere serdikleri örtünün yanında duruyorlardı.

Luke, bizim onlara doğru ilerlemekte olduğumuzu görünce hemen ayağa kalktı ve koşarak yanımıza geldi. Tam önümde durduğunda, "Zamanlamanız harika," dedi ve kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. "Oturmak için bir yer seçtik, ama beğenmezseniz başka bir yere geçebiliriz."

Seth hiçbir şey söylememeyi tercih etti; Hazel ise yanlarına gitmekte olduğumuz çocuklara şöyle bir bakış attıktan sonra, "Bir kişi eksik sanırım," dedi.

Luke Hazel'ın neden bahsettiğini hemen anladı. "April aramıza biraz geç katılacakmış. Ve Hazel, inan bana, onun gelmesini ben de tercih etmezdim. Ama daveti geri çekmem de mümkün değildi."

Hazel iç geçirdi. "Biliyorum Luke, sen bunun için fazla kibarsın."

Luke gülerek bana baktı. "Sence bu bir iltifat mıydı?"

Dürüst bir şekilde başımı olumsuz anlamda salladım. "Büyük ihtimalle değildi."

Luke muhtemelen Hazel'ın kötü niyetli olmadığını düşündüğünden, dediğine takılmadı. Birlikte kısa süreli bir yürüyüşün ardından artık Blake ve Ethan'ın yanındaydık. Biz yanlarında durunca ikisi de bizi nazikçe selamladı. Blake, Ethan'a nazaran çok daha içten görünüyordu. Ethan'ın ise belli ki birtakım endişeleri vardı.

Bakışlarım onlardan yere serilmiş örtünün üstündeki şeylere takıldı. Gördüğüm kadarıyla birkaç çeşit meyve ve atıştırmalık almışlar, bunları da örtünün kenarına düzgünce bırakmışlardı. Elimdeki poşeti diğer yiyeceklerin yanına koymak için Luke'un hoş temasından uzaklaştım. Poşetimi dikkatli bir şekilde uygun gördüğüm yere bırakırken, Hazel da hemen ardımdan benimle aynı şeyi yaptı. Seth içecek bir şeyler almıştı, hiç vakit kaybetmeden o da elindekileri örtünün üstüne koydu.

"Görünüşe bakılırsa," dedi Blake, gözleri yiyeceklerin üstünde gezinirken, "menümüz oldukça zengin."

Hazel başını salladı. "Aynen." Ardından hızlı bir şekilde Ethan'a dönüp, ona kocaman gülümsedi. "Nasılsın Ethan?" Ethan'ın cevap veremeyeceği kadar kısa süre duraksadıktan sonra devam etti. "Açıkçası pek de iyi görünmüyorsun. Bir sorun mu var?"

Ethan, Hazel'ın beklenmedik ilgisinden dolayı şaşırmış görünüyordu. "Bir sorun yok, gayet iyiyim."

"Öyle mi?" Hazel tek kaşını kaldırdı. "Ben de çılgınlar gibi gelmesini istediğin kişi erken gelemedi diye üzülüyorsun sanmıştım."

Ethan sinirden mi yoksa utançtan mı bilemem, ama kıpkırmızı oldu. "Kimsenin gelmesini çılgınlar gibi istemiyordum."

Hazel başını salladı. "Eminim öyledir."

Ses tonu ve tavırlarında kasıtlı bir sinir bozuculuk vardı. Eğer Ethan'ın yerinde olsaydım çileden çıkardım. Ethan'ın da çileden çıkmamak için yoğun bir içsel savaş verdiği yüzünden anlaşılıyordu.

"Hey," dedi Blake, hepimizin dikkatini kendi üstüne çekerek. Sonra eliyle yerde duran, daha önce görmediğim voleybol topunu işaret etti. "Biraz voleybol oynamak ister misiniz?"

Blake bunu muhtemelen Hazel ve Ethan arasındaki konuşmalara bir son getirmek amacıyla yapmıştı, ama Hazel'ı tanımıyordu. Hazel kafasına bir şey koyduysa yapar, önüne çıkan hiçbir şey ona engel olamazdı.

"Açıkçası ben istemem," dedi Hazel. "Diğerlerini bilmem, ama Ethan'ın da isteyeceğini sanmıyorum. Sonuçta voleyboldan bahsediyoruz, April gelmeden oynarsak çok üzülür."

Ethan yüzünü buruşturdu. Oldukça sıkkın görünüyordu. "Abartma istersen Hazel."

Hazel ona karşılık olarak bir şey söylediği sırada Seth eğilip kulağıma, "Bence sevişseler bu iş anında çözülürdü," diye fısıldadı. Bakışlarımı kaldırıp şaşkınlıkla ona baktım. Belki de Seth haklıydı, ama şu durumda ne Hazel'ın, ne de Ethan'ın böyle bir şey yapmak isteyeceğini sanmıyordum.

Hazel ve Ethan arasındaki sürtüşme, biri uzaktan bize seslenene kadar devam etti. "Çocuklar," diye bağırıyordu ses, "ben geldim!"

Sesin sahibinin kim olduğunu anlamak için dönüp bakmama gerek yoktu, çünkü biliyordum. Gelen April'dan başkası değildi.

"Harika," dedi Hazel kollarını göğsünde birleştirerek. "İşte geldi."

April'ın yanımıza ulaştığında hepimize selam verdi. "Çok bekletmedim ya?"

"Bilirsin, birilerini bekletmen için önce o birilerinin seni beklemesi gerekir," dedi Hazel ve harika bir şekilde gülümsedi. "Yani için rahat olsun, kimseyi bekletmedin."

April kaşlarını çatarak Hazel'a baktı. "Pardon, seni tanıyor muyum?"

Hazel bir şey söyleyecekken Luke araya girip "Sizi daha önce tanıştırmıştım," dedi ve konuyu ne yapıp edip değiştirdi. İyi de yaptı, çünkü April'ın burada olmasından daha fazla nefret edeceğim bir şey varsa, o da tüm piknik boyunca tartışmamız olurdu. Hem kim bilir, belki aramızda April olmasına rağmen iyi bir gün geçirebilirdik.

Çok geçmeden hepimiz yerdeki örtüye oturduk ve biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra voleybol oynamak için ayağa kalktık. Yalnız Blake bir kişinin oynayamayacağını bahane ederek, yemeye devam etmek için bize katılmadı.

Takımları belirlemek oldukça kolaydı. Hazel ile benim birbirimizden ayrılmamızın imkânı yoktu; Luke da hemen bizim tarafımızda yerini aldı. Böylece April, Ethan ve Seth'e karşı üçümüz takım olduk.

Seth yanımdan geçip karşımda yerini almadan önce, "Üzülme," dedi gülerek. "Sana mümkün olduğunca aşağıdan pas atacağım."

Seth'in söylediklerini yapabileceğim en iyi şekilde duymazlıktan geldim. Şu an etrafımdaki herkesin benden uzun olduğunu düşünürsek, boyumu aşan topları karşılayamamam yüksek bir ihtimaldi, ama buna takılmak, moralimin bozulmasına izin vermek istemiyordum. Özellikle karşı takımda April varken, hiç mi hiç istemiyordum bunu. Hem zıplamak konusunda oldukça başarılı sayılırdım. Oyun benim için ne kadar zorlayıcı olursa olsun umarım bu işin altından kalkardım.

Herkes yerini aldıktan sonra oyuna başladık. İtiraf etmeliyim ki, karşı tarafın bizden üstün olduğu ilk dakikalarda anlaşılmıştı. Sayıları neredeyse hiç yorulmadan alıyorlar, iyi oynuyorlardı. Biz de fena sayılmazdık tabii ki. Özellikle Hazel'da muhteşem bir hırs söz konusuydu. Bütün toplara koşuyor, hepsini yere düşmeden karşılamak için elinden geleni yapıyordu. Luke'un ise ondan aşağı kalır tarafı yoktu. Ben de düşündüğüm kadar kötü oynamıyordum açıkçası. Her top için çılgınlar gibi havaya zıplamam gerekse de, durumu iyi idare ediyordum. Yalnız April ne zaman benim olduğum tarafa top atsa, ne kadar yükseğe zıplarsam zıplayayım onun toplarını asla karşılayamıyordum.

Bir noktadan sonra bu durum o kadar çok sık oldu ki, artık canım sıkılmaya başlamıştı. Yine de direndim, çünkü April'ın voleybolcu olduğunu düşünürsek, bunu bilerek yaptığı açıktı. Ona istediğini vermek istemiyordum. Tabii en sonunda topu kafama yedim ve canıma tak etti.

"Bilerek mi yapıyorsun?" dedim bağırarak. "Sorunun ne senin?"

April yüzüne hiç de inandırıcı olmayan, masum bir ifade takındı. "Özür dilerim, bilerek olmadı."

"Tabii, kesin öyledir," dedim elimle başımı tutarak. Hazel ile Luke hemen yanı başımda durup topun çarptığı yerde herhangi bir şişlik olup olmadığına bakmaya çalıştılar, ama bana dokunmalarına izin vermedim.

Kısa süre sonra endişeli bakışlarla başımda bekleyenlerin arasına Seth'in de eklendiğini gördüm. "İyi misin?" dedi, gece mavisi gözlerini üzerime dikerek.

Başımı salladım. "Harikayım."

Bana tabii ki de inanmadı. Orada bulunan kimsenin şu an bana inandığını sanmıyordum zaten. "Siz devam edin, ben biraz oturacağım," dedim en sonunda. Oturduğu yerden kalkıp yanımıza gelmiş Blake'i görünce, elimle onu işaret ettim. "Yerime Blake geçer."

Kimsenin bir şey söylemesini beklemeden arkamı dönüp örtü serdiğimiz yere doğru yürümeye başladım. Hızlı adımlarla kısa sürede oraya vardım ve kendimi örtünün üstüne bıraktım. Ancak da o zaman Luke'un peşimden geldiğini fark edebildim. Ben onu fark ettikten sadece birkaç saniye sonra gelip yanıma oturmuştu bile.

Kısa süreli bir sessizliğin ardından, "İyi misin," diye sordu nazikçe.

Cevabım kısa ve netti. "İyiyim."

Bu ona yeterli gelmemiş olacak ki, "Bak bana," dedi çenemi tutup başımı yukarı kaldırırken. "İyi misin gerçekten?"

Göz göze geldik ve bakışlarındaki ilgi hemen içimi ısıttı. Parmakları yavaşça yukarı tırmanıp başıma dokundu. "Sadece biraz kızarmış. Acıyor mu?"

"Hayır," dedim endişesini gidermek amacıyla. "Çok da sert çarpmadı."

Luke bakışlarını tekrar gözlerime indirdiğinde yüzünde üzgün bir ifade vardı. "Bunun olmasına izin vermemem gerekirdi. Hep birlikte eğlenceli vakit geçirelim istemiştim, ama her şeyi mahvettim."

"Sen hiçbir şeyi mahvetmedin Luke. Hem inan bana, eğer bu herkesin April'ın gerçek yüzünü görmesini sağlayacaksa, kafama biraz daha top yemeyi kaldırabilirim."

"O topları senin yerine yemeyi tercih ederim."

Alayla güldüm. "April'ın sana zarar verecek herhangi bir şey yapmasının imkânı olduğunu düşünüyor musun gerçekten?"

"Neden olmasın?" Kaşlarını çattı. "Beni senden özel kılan ne var ki?"

İnanamayarak baktım ona. "Şaka mı yapıyorsun, yoksa sadece saf mısın?"

"Üzgünüm Prudence, ama neden bahsettiğini cidden bilmiyorum."

"Yani demek istediğin... April'ın senden hoşlandığının farkında değilsin?"

Sanki mümkünmüş gibi kaşları daha çok çatıldı. "Ne?"

"April," dedim, Luke'un hiçbir şeyin farkında olmayışına hayret ederek, "senden hoşlanıyor."

"Anladım ama şey... Emin misin?"

"Bir oran verecek olursam yüzde doksan dokuz derdim."

Luke, öğrendiği şeyden dolayı pek de mutlu olmuş gibi görünmüyordu. "Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Bunun birçok şeyi açıklığa kavuşturduğunu düşünürsek, nasıl bu kadar aptal olabilmişim, bilmiyorum."

"İnsan bunu nasıl anlamaz ki?" dedim şaşkın şaşkın. "Sana olan ilgisi çok bariz."

Umursamaz bir şekilde omuz silkti. "İnsanın gözü tek bir kişinin üstünde olunca, diğerleri tamamen görünmez oluyor sanırım."

Bu cümlenin etkisi o kadar kuvvetliydi ki, ne diyeceğimi bilemedim. Ortada doğrudan bana söylenmiş bir şey olmamasına rağmen bedenim üstüne alınmış olacak ki, yanaklarım anında ısınıverdi. Luke'un bu utanç anını fark etmesini istemezdim, ama etti ve tek bir kelime bile söyleme gereksinimi duymadan uzanıp elimi tuttu. Sıcacık eli avucumu nazikçe kavradığında yüzünde harika bir gülümseme vardı.

"Sana söylemem gereken bir şey var," dedi elimi hafifçe sıkarak. "Belki davranışlarımla ve bakışlarımla yüzlerce kez söyledim, ama bunu sözlerle gerçek kılmaya ihtiyacım var."

Heyecan içinde ona baktım. Ne diyebileceği konusunda birkaç fikrim vardı ve çoğu, eğer söylemezse hayal kırıklığına uğrayacağım şeylerdi.

Luke sonunda konuşmak için dudaklarını araladı. Tam bir cümleye başlayacaktı ki, hemen yanımızdan gelen öksürük sesi onu durdurdu. Luke elini yavaşça elimden çekerken, ben de isteksizce başımı çevirip sesin geldiği tarafa baktım ve Hazel ile göz göze geldim.

"Pardon, böldüm," dedi Hazel otuz iki diş sırıtarak. "Ama duymanız gereken bir şey var."

Kaşlarımı çattım. "Nedir?"

"April'ı kaçırdık." Hazel kahkaha atmamak için kendini zor tutuyor gibi görünüyordu. "Siz oyunu bırakınca Blake'i hakem yapıp Ethan ve April'a karşı Seth ile takım olduk. O kadar iyi oynadık ki, April'ın sinir krizi geçirmesine çok az kalmıştı. Özellikle Seth o kadar harika bir iş çıkardı ki, April onun hiçbir topunu karşılayamadı. En sonunda da zavallı kız öfkesini Ethan'dan çıkardı ve koşarak yanımızdan uzaklaştı. Nereye gittiğini hiç bilmiyorum."

Hazel'ın anlattığı zafer hikâyesi en az onun kadar beni de mutlu etti. Eğer bundan daha az iyi bir şey anlatsaydı, Luke ile olan konuşmamızı böldüğü için ona çok kızardım, ama şu durumda kendimde o hakkı bulamadım.

"Bunları onlara neden anlatıyorsun ki?" diye sordu Seth, birden çıkagelip. "İzleselerdi zaten bilirlerdi. İzlemeyi tercih etmediklerine göre demek ki anlatacağın şeylerle ilgilenmiyorlar."

"Tabii ki ilgileniyoruz," dedim hemen. "Sadece konuşmaya dalmıştık ve olan biteni kaçırmışız."

Seth'in yüzünde hiç de hoşuma gitmeyen alaycı bir gülümseme belirdi. "Evet, o belli."

Bu tavrından nasıl bir sonuç çıkarmam gerektiğini ya da ona ne söylemem gerektiğini bilmediğim için öylece suratına baktım. Ta ki o, "Ben biraz yürüyeceğim," diyerek arkasını dönüp uzaklaşana kadar.

"Ne oldu buna şimdi?" dedi Hazel, şaşkın bir şekilde. "Oysa biz birlikte senin intikamını almaya çalışırken gayet mutluydu."

Açıkçası Seth'e ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, ama bu cevabını benim de bilmek isteyeceğim bir soruydu. 

🍋

Bölümdeki Hufflepuff ve Slytherin muhabbetinin karakterler için yüzde yüz doğruluk payı olsun diye Prudence'a da, Hazel'a da mail adresi alıp pottermore testi yaptım arkadaşlar, haha! Her geçen gün saykoluk sınırlarını zorluyorum gibi geliyor:) Bu arada Seth'e de test yaptım. Bu yüzden günün sorusu şu:

Seth Ravenclaw mu, Hufflepuff mı, Gryffindor mu yoksa Slytherin mi? Tahminleri bekliyorum:)))

Continue Reading

You'll Also Like

8K 3.4K 30
Ölü bedenlerin, kanı çekilmiş ve ak rengiyle süslenmiş yüzlerinde, yalnızca hastalıklı ruhların görebileceği bir güzellik vardır.
163K 17.1K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
407K 37.3K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...