Yolculuk:Aşk (ASKIYA ALINDI)

By MrsSabi

139K 11.2K 6.4K

"Gelin düğünden kaçmış" Yaranmış kaostan seçebildiğim tek cümle bu olmuştu. Davetliler olayı kendilerince yor... More

1.bölüm
2.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25.bölüm
26.bölüm
27.bölüm
28.bölüm
29.Bölüm
30.bölüm
31.bölüm
32.bölüm

3.bölüm

6.3K 460 225
By MrsSabi

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum cancağızlarım :))

Belki de şuan bu deli arabasına atlayıp nereye kaçıyor diye merak ediyorsunuzdur. Her şeyi bıraktım tamam da şimdi yolculuk nereye peki?

Ben hiç bakit kaybetmeden hemen bu merakınızı gidereyim o zaman.

Marmaris'e gidiyordum.

Evet, gerçekten deliydim. Araba ile İstanbuldan Marmarise kadar gidecektim, hem de neredeyse 9 saatlik bir yolu. Tek başıma olmasaydım eğlenceli geçecek yolun şuanki durumumda işgence gibi geleceğini bilsem de yapacak daha iyi bir çözümüm yoktu.

Fatih ve Feyza dışında kimse gideceğim yeri bilmiyordu ve hiç kimse beni bulmasın diye uçak bileti alamamıştım. Bu yüzden de tek çarem altımdaki Fatihin ayarladığı arabaydı.

Neden orası diye soracak olursanız da şöyle cevaplayayım. Halam Marmaris'de yaşıyordu ve ben onun yanına gidecektim.

Kendisi on yıldan fazla bir süredir babam ile küstü ve babam zamanında bu küslüğünü bize de sıçratıp onunla iletişimimizi kesmişti. Fakat ben yıllardır beraber büyüdüğüm kadından öylece kopamadım ve babamdan gizli sürekli halam ile konuştum.

Küslüklerinin sebebinin dedem ölünce şirket hisseleri üzerinde yaranan anlaşmazlık olduğunu söyleseler de açıkcası ben buna pek inanmıyordum. Çünkü halam böyle bir konuyu büyütüp de ailesi ile iletişimini kesecek bir kadın değildi. Üstelik dedemden kendisine kalan tüm mal varlığından de elini çekmişti.

Neyse.

Halamla babam küs oldukları için beni onun yanında aramak akıllarına gelmezdi. Gelse bile halam inandından onlara yanında olduğumu söylemezdi. Bu yüzden de saklanmak için en iyi yer halamın yanıydı.

Muhteşem düğünden muhteşem görüntüler çekeceğini hayal eden gazetecilerden, ailemin zırt pırt arayıp soracağı sorulardan, arkadaşlarımın yersiz tesellilerinden ve en başta Berkayın iğrenç yüzünden kurtulup kafamı dinleyeceğim yer, halamın yanıydı. Kısacası kendime gelene kadar bir süre yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

İstanbuldan çıkmama az bir zaman kalmıştı. Telefonuma gelen sayısız aramalardan bıkmışken sonunda beklediğim mesaj geldi. Arabamı sağa çekip yol kenarında durdum ve gönderilmiş videoyu açtım.

İşte bu asıl intikamımın videosu idi.

Video bahçedeki insanaları çekerek başlıyordu. Bir süre sonra yaklaştırıp havuzun kenarında volta atan Berkayın sinirli yüzünü, annesinin fenalık geçiren halini çekiyordu. Çeken kişi kendini tutamayıp kıkırdadığında bunun Feyza olduğunu anlamakta gecikmemiştim.

"Abla şunların suratına baksana" deyip tekrar Berkay ile annesinin yüzünü yaklaştırdı. Buna yaparken bir yandan da keyifle gülüyordu.

Ve biraz sonra beklenen an geldi. Berkay ile ikimizin resimlerinden hazırlanmış özel videonun yansıtılacağı ekranda şuan sadece ben vardım. Aniden açılan video karşısında davetlilerden şaşkınlık dolu bir ses yükseldi. Her kesin dikkati büyük ekrandaydı. Birkaç saniye içinde ise video başlatıldı.

Ben konuşmaya başladım.

"Her kese merhaba. Şuan yanınızda olup da sizlere hoş geldiniz demek isterdim fakat malesef ki, yanınızda değilim, sizin de birazdan göreceklerinizi hiç hoş bulmayacağınıza eminim. Şimdi siz neler olduğunu anlamaya çalışıp da o güzel beyinlerinizi yormayın. Ve sadece izleyin" dedikten sonra göz kırpıp "Berkay, bu sana düğün hediyem" diye eklemiştim.

Feyza kaşları öfke ile çatılmış Berkayın yüzünü yaklaştırıp küfretti. Sonrasında ise ekranda benim yerimi başka bir video alıyordu. Berkayın kolundaki kız ile eve girmesinin ve salonda olan uygunsuz hallerinin olduğu bir video idi bu.

Evi yeni aldığımızda Fatih bir arkadaşının güvenlik şirketi açtığını ve ona destek olmam gerektiğini söyleyip hiç kimsenin yaşamadığı eve zorla gizli kamera taktırmıştı. Kameralardan haberi olmayan Berkay, hiç rahatsız olmadan evin içinde koluna taktığı kız ile istediği gibi hareketler yapıyordu. Ve bu kameralar gördüklerini şuan Berkay başta olmakla misafirlere tüm çıplaklığı ile gösteriyordu.

Her kesin ayıplar gibi sesleri geldiğinde Feyza tekrar kamerayı yaklaştırıp Berkayın bembeyaz kesilmiş yüzünü çekti. "Nasıl mal gibi kaldığını gördün mü?" diye keyifle sordu.

Büyük ekrandaki görüntü gidip yerini tekrar bana bıraktı. "Evet Berkaycığım, süprizimi beğendin mi? Umarım beğenmişsindir. Vallahi öyle bir halt yemişsin ki, bu haltı yiyen sen başta olmakla hepimize çok büyük bir süpriz oldu. O sosyete gülü anana da söyle, ki muhtemelen şuan kendisi de beni duyuyordur, evet Sevda hanım sana diyorum" dediğimde koltuğa oturmuş başını tutan Sevda hanımın solgun yüzünü yaklaştırdı kamera.

Yanındaki kız - herhalde Gizemdi- bir yandan elindeki dergiyi onun yüzene sallayıp bir yandan da su vermeye çalışırken o elinin tersi ile bardağı itmişti. Doğrulup söyleyeceklerimi bekledi.

"Bizim birlikte olmamıza karşı çıkmakta çok haklıydın, Berkay ile ben bir birimize hiç yakışmıyorduk. Şerefsiz oğlunun yanına yakışan kişiler orada burada düşüp kalktığı kaşarlar ola bilirdi sadece. E tabi ben ona bir kaç beden büyük gelmiştim" dediğimde Sevda hanım başını tutup tekrar bayılma moduna geçmişti. Kimsenin onu umursamaması da ayrı bir komediydi.

Dudaklarımı ıslatıp "Sana da son bir sözüm var Berkay" dedim ve tüm dişlerimi gösterecek şekilde sırıttım "Allah belanı versin orospu çocuğu".

Davetlilerden şaşklınlık dolu nidalar, Feyzanın kıkırdayışı, Savda hanımın ayılıp tekrar bayılması, Berkayın sinir krizi geçirecek duruma gelmesi, annemle babamın bir köşeye çekilip kendilerine gelme çabaları... aşk hayatımda olduğu gibi düğünüm de tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.

"A unutmadan" dediğimde her kes susup ekrandaki yansımama bakmıştı. Oturduğum yatağın kenarına yasladığım tabloyu alıp kucağıma koydum. Tablo yüzümü kapatırken başımı yana eğip kameraya baktım. "Bu senin aylarca aradığın, bulduğunda ise gözünü kırpmadan yedi yüz bin dolar verip de aldığın tablo değil mi?" diye sordum yalancı şaşkınlıkla.

"Şerefsiz piç kurusu olman yetmezmiş gibi bir de böyle bok gibi tabloya yedi yüz bin dolar bayılacak kadar da aptalmışsın" yüzümü buruşturarak dedim. "Bence ressam bu eserinde duyguyu insanlara tam geçememiş. Bekle ben şimdi hallediyorum" deyip arkama sakladığım bıçağı aldım. Bu sırada Berkay "hayır, yapma!" diye bağırmıştı. Onu dinleyen kim? Bıcağı elimde döndürüp yüzümdeki keyifli sırıtma ile tabloyu paramparça ettim.

"İşte şimdi oldu" dedim ve kameraya bakıp göz kırptım. Nihayet ekrandaki görüntüm kaybolduğunda görevlendirdiğimiz adamlardan biri elindeki paket ile Berkaya yaklaştı ve "bu sizin için efendim" dedi. Berkay kaşlarını çatıp paketi adamın elinden aldı ve ambalajını parçalayarak açtı. Gördüğü şey karşısında "Lan!" diye ağlamaklı ses ile bağırdı. Kendini tutamayıp elindeki hediyemi- kendisi büyük bir zevkle parçaladığım tablo olur- yere attı.

Son olarak ise Fatih girdi kadraja. Berkayın yakasından çektiği gibi burnuna kafa attı. Bağırışlar, falanlar, filanlar. Berkay doğrulduğunda ise çok değerli yapışık ikiz kuzenim tüm gücü ile Berkayın karnına tekme savurdu ve onu özel çiçekler ile süslenmiş havuzun soğuk sularına attı.

"Abi çok iyi ya" diyen Feyzanın keyifli sesinden sonra video sona ermişti. Telefonumu kapatıp yolun kenarına attım. Eğer yakalanmak istemiyorsam telefon sinyalimi de ortadan kaldırmalıydım, değil mi?

Tekrar gaza basarken ayaklarımı kaşındıran gelinliğimin eteğini dizlerimin üstüne kadar sıyırdım. İlla orasında burasında özel detaylar olacak diye tüm vücudumu kaşındıran gelinlik diktiren Sevda hanım her halde şuan arkamdan özel detaylı küfürler ile yedi sülalemi sövmekteydi. Çok da umrumdaydı hani. İki gün önce Feyza ve Fatih ile birlikte kendisinin yedi sülalesi de neymiş, taş devrindeki ecdadlarına kadar anmıştık.

Camları sonuna kadar indirip radyoyu açtım.

"Sensiz ben olamam, yıkılırım ayakta duramam" kaşlarım çatılırken radyoya ters bir bakış atıp başka bir kanala çevirdim. 

"Ben özledim galiba seni. Bu yüzden bu kadar sitemlerim" Murat Bozun sesi arabamın içini sararken nefesimi sesli şekilde dışarı verip bir daha çevirdim.

"Gidermi insan çok seviyorken" dediği anda küfredip bir daha değiştim. "Bilerek mi yapıyorlar anlamıyorum ki?!" diye kendi kendime mırıldandım. 

"Beni kalbimden vuranlar var ya, sürüne sürüne sürüne kapımı çalacak" nihayet beklediğim gibi bir şarkı çalmaya başladığında yüzüme keyifli bir gülümseme yayıldı. Şarkının sözleri hislerimi o kadar güzel anlatıyordu ki, adeta sen zahmet etme ben konuyu biliyorum diyordu. 

"Eder miyim, eder miyim? Deli miyim affeder miyim?" İrem Dericinin sesini bastıracak kadar yüksek sesle bağırarak şarkıya eşlik ettim. 

Berkayı affeder miydim?

Asla!

"Pişman da olsan, kapımda yatsan, tarih bile yazsan kimin umurunda şerefsiz köpek?!" diye cırlarken hızımı alamayıp direksiyona vurmaya başladım. Dümdüz yolda hiç bir durum olmamasına rağmen deli gibi korna çalan ben az daha kontrolü kaybedip yoldan çıkacaktım. "Bok yoluna gidiyorduk lan" diyip hızımı azaltıp aptal gibi hareketler yapmaya son verdim. 

Yol uzun, ben dertli, İrem abla şarkı değiştirip yokluktan 'sevgi olsun da taştan olsun' söylemeye başlamış, moralim bozuk, her şey zaten berbat durumda. Bu yetmezmiş gibi bir de ayaklarım topuklunun içinde pişmek üzereydi. 

Bir elim direksiyonu tutmaya çalışırken diğerini uzatıp ayakkabımın kenarındaki kurdeleyi çözmeye çalıştım. Ama başarısın olmuştum çünkü kurdele düğümlenmişti. Yol zaten düzdü, bir kaç saniye direksiyonu bırakmaktan bir şey olmazdı. Eğilip düğümü çözmeye çalışırken ara sıra başımı kaldırıp yola bakıyor, ardından hemen işime geri dönüyordum. 

İşte tam o sırada olanlar oldu. 

Arabamın bir şeye çarpması ile öne savrulup başımı direksiyona vurdum. Dudaklarımdan acı dolu bir inleme firar ederken elim anında alnımı bulmuştu. Başıma giren ağrıyı es geçip doğruldum ve neler olduğuna baktım. Tahmin ettiğim gibi bir arabaya çarparak kaza yapmıştım. 

Çarptığım mat siyah spor arabanın kapısı açıldığında ben hala kendime gelmekle meşguldüm. Arabadan inen genç adam hızlı adımlar ile yaklaşıp arabasının durumuna baktı. Bu sırada ben de nihayet aşağı inmeyi akıl etmiştim. Kapımı açıp adımımə dışarı atarken adam sinirle "lan dikkat etsene" diye sesini yükseltmişti. 

Arabadan çıkıp kapıyı arkamdan kapattım. "sen nasıl araba kul" demişti ki başını aniden kaldırması ile göz göze geldik ve o söyleyeceklerini yutarak kaşlarını yukarı kaldırdı. "Oouu" başını geri atıp beni özensizce süzdü. Dudakları yukarı kıvrılacakken benim çatılmış kaşlarım ile karşılaşması ile alt dudağını dişleri arasına almıştı.

"Niye aniden duruyorsun?" ayağıma dolanan eteğimin bir kısmını sol avucumda toplayıp ona doğru yaklaştım ve bir birine çarpan arabalarımıza baktım. Pek fazla zarar yok gibi görünüyordu.

İşaret parmağını yukarı kaldırıp arkasında dikildiğimiz trafik lambasını gösterdi. "Kızmızı ışıkta durman gerektiğini bilmiyorsan bu benim suçum değil!" dedi sert bir tonda.

Dudaklarım o şekilini alırken işaret parmağımı göğsüme yaklaştırıp "ne yani tüm suç sadece benim mi?" diye sordum inanamıyormuş gibi. 

Elbette tüm suç benimdi. Hangi akıllı insan direksiyonu bırakıp ayakkabısını çıkarmaya çalışır ki? 

Fakat bunu karşımdaki yeşil gözlü adama söylemek niyetinde değildim. Ayrıca bir de tanımadığım bir adam tarafında suçlanmak istemiyordum. Her ne kadar gerçekten suçlu olsam da. Sanırım aldatılmanın getirdiği depresyonu yeni yeni yaşamaya başlıyordum. 

Adam başını hızla iki yana sallarken koyu kumral saçlarından bir tutamı kaçlarının üzerine düşmüştü. "Yok estağfurullah tüm suç senin değil" dedi "yarısı da arabanın. Ne de olsa nerede durması gerektiğini kendisi bilmeliydi değil mi?"

Gözlerimi devirip ofladım. "Ay tamam içimi şişirdin. Şimdi benim gitmem gerek, numara söylüyorum yaz, hasar ne kadar gelirse ararsın öderim" dedim. Kaşları yukarı kalkarken alayla gülüp bir kaç günlük kirli sakallını kaşıdı. "Senin parana ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun?!" dedi.

"Peki ne istiyorsun?"

"Hiç mi görgü kuralları bilmiyorsun sen? Hata yapmışsan en azından bir özür dile" dedi. 

Tabi ki görgü kurallarını biliyordum. Neye benziyordum ben? Uzaylıya ya da homo sapiense mi? 

"Tamam" dedim dudaklarımı ıslatıp "özür dilerim". Ellerimi iki yana açıp "oldu mu?" diye sinirle sordum. Gözlerini devirip başını iki yana sallarken bir cevap vermeden arkasını dönüp arabasına bindi ve gaza bastı. 

"Havalara bak" homurdanıp topuklarımı yere vurarak arabama bindim. Aptal topuklular! Zaten ne geliyorsa başıma bunlar yüzünden geliyordu. 

Arabayı tekrar çalıştırdım demek isterdim. Malesef ki diyemedim, çünkü bir kaç kere kontağı çevirmeme rağmen motor çalışmıyordu. "Bir sen eksiktin" sinirle arabadan inip hıncımı kapdan çıkarak sertce kapattım. "Aferin Feride! Kapıyı da kır tam olsun!" Arabanın ön kaputundan dumanlar çıkarken korkuyla yutkundum. Bu şimdi patlamazdı değil mi?

Kaputu açtığım anda sanki içinde bomba varmış gibi geriye kaçtım. Ellerimi yüzüme siper ederek olası tehlikeden korunmayı hedefliyordum herhalde. Tabi orada bir şey patlarsa 'bu kız kendini korumuş, buna zarar veremeyiz' diyordu zaten.

Herhangi bir patlama, yaralanma, kol bacak kopması olmazken elimi yüzümden indirip sımsıkı kapattığım gözlerimi yavaşca araladım. Arabanın motorundan hala dumanlar çıkmaya devam ederken ürkek adımlar ile yaklaşıp ne olduğuna bakmaya çalıştım. Bir yandan da elimle dumanları dağıtmaya çalışıyordum. 

"Bu arabanın neresi ki?" kendi kendime mırıldanıp elimi yavaşca dumanı çıkan demir yaklaştırdım. 

Tam dokunacaktım ki kulağımın dibinde çınlayan "bö!" sesi ile çığlık atıp geri kaçtım. Benim çığlığımı kesen şey ise arkamdan yükselen keyifli bir kahkaha sesi olmuştu. Başımı arkaya atıp gülen kişiye baktım. Yine o adamdı. 

"Ne yapıyorsun be?!" diye korkutulmuş olmanın getirdiği sinirle bağırdım. 

Kahkasını durdursa da gülüşü hala yüzündeydi "asıl sen en yapıyorsun" dedi "su kaynatan bir arabanın radyatörüne elini uzatacak kadar kendinden nefret mi ediyorsun?". 

Söylediklerinden hiç bir şey anlamadım desem?

"İyi de bu ne demek?"

"Kapağı açarsan sıcak su seni haşlar demek" dedi. "Bir bakayım" dedi. Yanımdan geçip arabaya yaklaştı ve eli ile dumanları dağıtmaya çalıştı. Bir süre bir şeyleri inceledi, sonda ise nihayet başını bana çevirip "termostat bozulmuş sanırım" dedi. 

"Termostat?"

"Sıcaklığı istenilen ölçüde sabit tuta bilen bir tür kontrol aracı" dediğinde başımı aşağı yukarı sallayıp ufak adımlar ile onun yanından uzaklaşarak ön kapıya kadar geldim. Canım hiç haşlanmak istemiyordu açıkcası.

Adam başını yana eğip kaputun arkasından bana baktı gülerek. Sonra ise başını sallayıp tekrar gözden kayboldu. Dakikalar sonra ondan bir ses çıkmazken "ee? Durum ne?" diye sordum. 

"Ustaya gösterilmesi gerek, bununla biraz daha gide bileceğini sanmıyorum. Yolda kalırsın" dediğinde yüzüm düştü. Şimdi ne yapacaktım peki ben?

Kaputu kapatıp ellerini ön cebine soktu. "Gideceğin yer yolumun üzerindeyse bıraka bilirim istersen. Arayıp arabanı aldırırım" dedi başını yana yatırıp. 

Ne münasebet canım?

"Gerek yok" dedim başımı iki yana sallarken. "Ama telefonunu kullana bilir miyim?" diye sorduğumda sorgulamadan cebindeki siyah telefonu çıkarıp bana uzattı. Fatihin ezberlediğim numarasını tuşlayıp telefonu kulağıma dayadım. 

Çaldı, çaldı, çaldı.... kimse açmadı. 

Adamın gözleri hala bendeyken yalancı şekilde gülümseyip bir daha aradım. Yine kimse açmamıştı. Nihayet üçüncü denememde aramam cevaplandı. 

"Size şuan hiç bir açıklama yapmayacağım" telefonu açtığı gibi sinirle dedi. Yüzümü buruşturup "ne saçmalıyorsun ya?" diye sordum. 

"Feride?"

"Evet benim" dediğimde adım sesleri geldi. Daha sakin bir yere geçmiş olmalı ki, arkadaki gürültü kesilmişti. 

"Sabahtan beri o kadar kişi aradı ki neredeyse telefonu kapatmak üzereydim. Bu kimin numarası? Sen neredesin? Vardın mı?" diye tek nefeste sordu.

Sanki görecekmiş gibi başımı iki yana sallayıp "hayır" dedim sinirle "8 saatlik yolu nasıl 2 saatte bitire bilirim?! Araba arızalandı, Yalova'da otoyolun ortasında kaldım".

"Ne? Nasıl arızalandı? Her şeyi tam o arabanın, bizzat ilgilendim ben" dediğinde ofladım. Belli zaten senin ilgilendiğin mal herif.

 "Su kaynattı Fatih! Çay yapayım sana ister misin?"

"Kızım saçmalama yepyeni bir araba o. Ne demek su kaynattı?" Bu araba mı yeniydi? 

"Ne yenisi ya? Külüstürün teki bu" dediğimde karşı tarafta bir sessizlik oldu. "Bir dakika" dedi Fatih "sen hangi arabadan bahsediyorsun?". Allahım takıldığımız konulara bak. 

"Gri eski model bir araba bu" dedim ve bir kaç adım geri atıp plakaya baktım "34 UK 803 plakalı".

"Lan o araba bu araba değil ki!" diye bağırdığında kaşlarımı çattım. Telefondan koşma sesleri geldiğinde gözlerim karşımda arabaya yaslanıp beni izleyen adama baktım. Fatihin küfür etmesi ile bakışlarımı ondan hızla çektim. "Ne oldu?"

"Senin araban burada" dedi.

"Peki benim aldığım araba kimin?" diye sorduğumda "sanırım sabahtan beri arabasını arayan çalışanlardan birinin" diyerek cevapladı beni.

Benim böyle işin içine tüküreyim be.

"Ne yapacağım peki ben?" 

"Feride şuan amcamın gözü üzerimizde, senin için bir araç yollayamam" dediğinde yüzümü sıvazladım. "Mal mısın ya sen? Ne demek yollayamam? Üzerimdeki gelinlikle yolun ortasında mı kalayım ben?"

"Halamı ara, o bir şeyler ayarlar" demişti ki arka taraftan babamın "Feride mi o?" diye soran sinirli sesini duymuştum. Fatih "yok amca işten aradılar" deyip telefonu yüzüme kapattı. 

HARİKA!

Boş boş telefonun ekranına bakarken halamı aramayı düşündüm. Ama numarasını bilmediğim bir kadını nasıl araya bilirdim ki? Omuzlarım düşürken kirpiklerimin üzerinden karşımdaki başını yana eğip beni izleyen adama baktım. 

Telefonunu ona geri uzatırken "teşekkür ederim" dedim. Telefonunu alıp cebine sıkıştırdı "rica ederim". Bakışları hala üzerimdeydi. Alt dudağımı ısırıp "sen nereye gidiyordun?" diye sordum. 

Dudağının kenarı yukarı kıvrılırken "Marmaris'e" diye cevapladı beni. 

Şansız günümde miydim yoksa kedi gibi dört ayağımın üstüne mi düşmüştüm bilmiyordum. 

"Sen?" diye sordu.

"Marmaris" dedim.

Kaşları bir kez daha yukarı kalkarken alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp kirli sakallarını kaşıdı. 

"Buyurun, bu taraftan o zaman" deyip arabasını gösterdi. 

Merhabaaa🙃

Nasılsınız?

Bölümü sevdiniz mi?

Bizimkilerin Berkaya yaptığı peki?

Yeşil gözlü adam hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Sizi seviyorum💙

Continue Reading

You'll Also Like

670K 30.2K 18
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
312K 19.1K 41
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
76.5K 4.8K 21
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.1M 74.4K 56
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...