UYANIŞ

By Elif_Tepe

69.6K 3.8K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

17

1.4K 89 27
By Elif_Tepe

Efsar:

O manyak Ahmet, kardeşime verdiği ilacın aynısından göndermişti sanırım. Aptal herif önüne gelene zarar vermekten çekinmiyordu.

Faris beyi zorla diz çöktürmüşlerdi ve dört kişi birden tutuyordu  "adamsanız tek tek gidin!" demek istiyordum. Adamsanız tek tek gelin diyemezdim çünkü kendimi tehlikeye atmış olurdum.

İğneyi neredeyse batırmak üzereydi. Ona vakit kazandırmalıydım. Hadi Efsar sen yaparsın... Hadi! Tüm gücümü topladım ve dikkatlerini dağıtmak için "hayır!" diye bağırdım.

Allah senin de belanı versin pis Lapacı.
O kadar zaman sonra konuşmuştum ama zevkine varamadan yine acı çekiyordum. Ağzıma bir kan tadı gelince yüzümü ekşittim.

Faris beye taraf baktığımda gözlerim dolmuştu. Benim için önemli olmaya başlayan insanlara acı çektirmekten neden hoşlanırdı ki bir insan?

Süleyman denen adam tekrar iğneği Faris beye yaklaştırınca ne yapmam gerektiğini planlamıştım bile.

"lüt... Lütfen onu de.. Değil, beni al... Lüt... Lütfen!" çaresiz bir kız gibi adım adım ona yürüyordum.

Faris beyin sesinde bir neşe vardı "Efsar! Efsar sen konuştun." yok farkında değildim iyi ki söyledin! Onun ne dediğinin yeni farkına varmıştım. Efsar demişti bana. Tanıştığımız ilk günden beri söylemediği ne ucubesi kaldı ne pisliği ne de cadısı. Fakat ilk defa adımı söylemişti.

İğneği boğazından çekti ve bana baktı, bir adım yaklaşmıştı bile. Bense elimden geldiği kadar çaresiz olmaya çalışarak ona doğru milim milim yürüyordum.

"demek seni alayım ha?" hayır ya! Dikkatlerini dağıtmıştım işte bir şey yapsana be adam! İçim şişmişti yemin ederim. Süleyman neden bana yaklaşıyordu? Eğer bu Lapacı yüzünden bana bir şey olursa ölsem bile ruhum rahat bırakmaz, musallat olur, her gece gider ödünü patlatırdım.

Süleyman tam önümde durmuştu "demek bu iğneği sana yapmamı istiyorsun?" ne alakası var canım? Niye göz göre göre kendimi ölüme atayım ki?

"tamam, isteğini kabul ediyorum o zaman!" normalde kötü adamlar denileni hemen yapmazdı ya! Faris beyi hâlâ tutuyorlardı fakat kurtulmak için çırpınıyordu.

Bunlar beklemediğim hareketler yiğidim kendine gel aman tırnağın falan kırılır da sonra ne yaparız. 'sen bekle ben bizi buradan kurtarayım sonra sana süt ısıtırım.'

"onu rahat bırak! Gitmesine izin ver derdin benimle." neyin kafasını yaşıyor bu adam? Ayağıyla sağ taraftakini yere düşürse, arkasındakinden kolunu kurtarır. Sol taraftakinin silahını alıp, hepsine ateş edebilir ama o dramatik bir ortam yaratıp "onu değil beni öldür!" demeyi tercih edecek kadar... Neyse!

Süleyman keyifle gerildi "uzat öyleyse kolunu. Bakalım gerçekten onun için ölmeyi göze alacak mısın!" tabii ki hayır.

Hiçbir kuvvet canım kendime zarar verdirtemez ama ne yapmam gerektiğini bildiğim için kolumu uzattım. Sülaymanın kaşlar çatılmıştı. Kazağın kolunu yukarı çektim ve yüzüne bakmaya başladım.

"yapma... Efsar yapma!" Faris beyi dinlemeyi tercih etmiyordum. İğneği koluma yaklaştırdığı an kolumu çektim ve tırnaklarımla bileğinin orta kısmına basıp, damarını ezdim.

Enjektörü yere düşürmüştü. Silah patladığında yere yattım ve kendimde bir şey var mı diye baktım. Şükür ki yoktu. Yerden aldığım enjektörü Süleymanın boğazına batırdım ve ilacı enjkete ettim.

Boynunu tutup "sen ne yaptın?" diyerek bağırdı. Adamlar şaşkın bir şekilde Süleyman beye bakarken, Faris beye bağırdım "hocam!" cidden bu kelimeyi kullanmış mıydım?
Bu kelime Faris bey demekten daha kolaydı ve şu an bana vakit kazandıracaktı.

Bana döndü "ortada buluşuruz!" diyerek çıkışa doğru koşmaya başladım. Olası bir ateş etme durumuna karşılık zikzak çizerek koşuyordum.

Kapıya yaklaştığımda Süleyman bağırdı "yakalayın şunu!" adım seslerinden anladığıma göre iki kişi peşimden geliyordu. Ormanın içine daldım. Yapraklarla  dolu yerler ve çıplak kalmış ağaçlar tam bir sonbahar tablosu çizmişti.

Nereye gittiğimi bilmeden öylece başı boş danalar gibi oradan oraya koşuyordum. Keşke yurttan çıkış yapmadan yanıma silah alsaydım. Öyle ki bu insanoğluna güvenesim tutmuştu. İleride büyük, yaşlı bir ağacı görünce adamlar gelmeden yerden bir sürü iri taş topladım ve tulumumun ön cebine doldurup ağaca tırmanmaya başladım.

"Silah yoksa Efsar yapar!" yeni sloganım buydu. Ağacın tepesinde beklerken adamlar görüş alanıma girdi "nereye gitti oğlum bu kız!"

"bilmiyorum sanki yer yarıldı da içine girdi!"

"çita gibi koşuyor insafsız!" cebimden çıkardığım taşları tek tek atmaya başladım. Birinin kafası yarılmıştı bile. Diğeri silahı çıkarınca taşı eline attım ve silah yere düştü. Nefes aldırmadan taşları atıyordum.

İkisi de yere düşüp başını tutmaya başladı. Ağaçtan dikkatlice indim ve silahı düşürdüğü tarafa doğru koşmaya başladım. Tam silahı alacakken ayağımdan tutup yere düşmemi sağladı.

Boğazımı sıkmak için yeltenince ellerini tuttum 'bir daha o günlere dönemem!' burnuna attığım kafayla geri çekildi.

Yerdeki silahı aldım ve göğsüne ateş ettim. Sırt üstü düşüp son nefesini verirken diğer adam diz çöküp yavaşça elini alnından çekti.

"öldürdü lan manyak karı!" yüzümde bu kadar zamanın acısını çıkarmak ister gibi bir sırıtış vardı. Yanına yaklaştım ve dizlerimi kırıp, çömeldim.

Silahı başına dayadığımda, onun silahını belinden aldım ve yaprakların arasına fırlattım.
"gözle... Gözlerime bak!" diye fısıldadım. Gözlerimin içine bakarken göz bebekleri küçülmüştü. Uzun süredir yapamadığım ve özlediğim şeyi yaptım "ölmek istiyorsun öyle değil mi? Ölümü merak ettiğin için seni öldürmemi istiyorsun."

Dudakları aralandı, başını sallayıp
"evet... Evet ölümü merak ediyorum. Lütfen beni öldür!" dediğinde sesli bir kahkaha attım "günah benim değil. Ben sadece merakını gidereceğim." tetiğe hafif baskı yapınca çıkan gıcırtıyla bakışları o tarafa döndü.

Gülümsemem büyüdü ve hızla tetiğe bastım. Beyni dağılan adam yere düşünce ayağa kalktım. Üzgünüm fırsatın varken düşmanı sağ bırakmamak gerek.

Belki bu sayede vicdanımı rahatlatıyordum. Sonuçta ölmek istediklerini kendileri söylüyordu. Arka taraftan başka bir silah sesi yankılandığında onun orada olduğunu anladım.

Neden tek el ateş etmişlerdi ki? Yoksa vurulan Faris bey miydi? Rüzgar yüzüme çarparken deli gibi koşuyordum. Nereye gideceğimi şaşırdım ve ortada durup etrafa bakmaya başladım.

Her yer birbirine benziyordu. Sağdan mı gitsem soldan mı yoksa solun solundan mı gitsem? Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Gözlerimi kapattım ve etrafımda üç tur döndüm. Gözlerimi açmadan koşmaya başladım.

Biraz ilerledikten sonra gözlerimi açtım. Sağ tara gidiyordum. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen güneş yoktu. Yerini kara bulutlar almıştı. Gerçek anlamda bile gün yüzü göremiyordum bir türlü.

Ne kadar koşarsam koşayım başladığım yere geri dönmek canımı çıkarmıştı. Ellerimi dizime koydum hızlı hızlı nefes alıp verdim. Terden saçlarım alnıma yapışmıştı.

Alnımdaki saçları çektim ve tekrar aynı yerde gözlerimi kapatıp bu sefer dört tur döndüm ve aynı şekil koşmaya başladım. Fakat yine çok geçmeden aynı yere geri dönmüştüm.

Kendimi yere attım ve ağacın gövdesine yaslandım. Kolumdaki saat çoktan öğlen saatlerine girdiğimizi gösteriyordu. Açtım ve susamıştım. Tabii başımın belası öğretmenim de kaybolmuştu.

"Belki de ben kayboldum!" ben asla kaybolmazdım. O hanım evladı hiç orman görmemiştir hayatında onun için de kurda kuşa yem olacaktı.

Yağmur çiselemeye başladığında başımı gökyüzüne kaldırdım "bir sen eksiktin gerçekten!" ayağa kalktım ve şansımı son kez denemek istedim.
Bu sefer direkt olarak sol tarafa yürümüştüm.

Yağmur hızlanacak gibi değildi çünkü neredeyse durmuştu bile. Yapraklar ayağımın altında ezilirken çıkardılara sese bayılıyordum.

İleride gördüğüm kuyunun başına yürüdüm ve içinde su var mı diye baktım. Fakat üstü büyük bir taşla kapatılmıştı. Belki buralardadır diye etrafa bakındım fakat ne kendisi ne de ona ait bir iz yoktu.

Demek ki ıssız bir adaya düşersem yanıma alacağım tek kişi kesinlikle Faris bey değildi. Deponun yolunu da hatırlamadığım için oraya gidip bakamıyordum 'resmen adamı kaybettim ya!' diye geçirdim içimden.

Tekrar saate baktım, öğlen ikiye geliyordu. Açlık ve susuzluğum artmış, yorgunluğum da artısı olmuştu işin.

Dizlerim daha fazla tutmayınca biraz daha dinlenmeye karar verdim. Ağaçların içinden gelen hışırtı sesiyle ayağa kalktım. Adamlardan biri olabilirdi. Faris bey olduğunu düşünmüyordum ama umarım odur!

Kuyunun arkasından gizlice kimin geldiğine bakarken gelen kişinin küçük Efsar olduğunu görünce gözlerimi devirdim "sırası mı şimdi? Hem senin gibi bir vefasız daha tanımadım. Neredesin kaç zamandır?"

Siyah, pileli bir elbise giymişti. Hoplayıp zıplayarak yanıma geldi "biraz seni kendinle bırakayım da kafanı dinle dedim. Fakat görüyorum ki ben yanında değilken insanlar seni çok çabuk kandırmış."

"bu ne demek şimdi?"

"neden o adamı arıyorsun ki? Çıkıp gitsene baksın başının çaresine. Zaten onun yüzünden buradasın." haklıydım. (her zaman ki gibi...)

"yolu bulsam zaten onu beklemem. Yolu bulamıyorum."

"kendini kandırma Efsar. İstesen anında kurtulursun buradan. Yol bulma bahanesiyle onu arıyorsun."
Omuz silktim "eğer benim buradan nasıl kurtulacağım hakkında bir fikrin yoksa mantıklı laflarınla beni rahatsız etme!"

Yağmur yağmaya başladığında kendini gösterdi "seni bilmem ama ben bu yağmurda muhteşem bedenimi ıslatmaya hazır değilim. Şimdi gidiyorum." az önce yağmura hızlanmaz demiştim ya... Evet doğru tahmin çünkü şom ağızlılığım tutmuştu.

Kuyunun arkasındaki tarafa gitmeye karar verdim. İkinci bir silah sesi yankılandığında yerime çakıldım. Öldüyse burada boşuna zaman kaybediyordum, yaşıyorsa çoktan gitmiştir yine boşuna zaman kaybediyordum.

Tekrar yürümeye başlamıştım. Açlıktan başım dönünce elimi bir ağacın gövdesine yaslayıp soluklandım. Elimi kaldırdığımda avucuma bulaşan kan dikkatimi çekmişti. İğrendim ve elimi ağaca sürterek temizledim.

Yaprakların üzerindeki kan damlaları dikkatimi çekmişti. Gittiği yere kadar takip edecektim. Ya düşmana ya dosta ya yaşayana ya da ölene götürecekti beni. Fakat boş boş gezmemi engelleyeceği kesindi.

İzleri takip ederek geldiğim yönün tersine gitmeye başladım. Aklıma gelen şeyle kahkaha atmıştım. Resmen Faris beyin ağzının ortasına elimin tersiyle vurmuştum.

O kelimeye karşı alerjim vardı sanki. Hele ki onun bana karşı kullanması canımı sıkmıştı. Tamam güzel olduğum konusunda haklıydı ama neden sahiplik eki kullanılmıştı?

İleride hareketsizce yatan adamı görünce kan izlerinin ona ait olduğunu anlamıştım. Sanırım Faris bey kaçmayı başarmıştı.

Ağzıma kapanan elle çığlık attım. Belimden tutuldum ve büyük kayaların arkasında buldum kendimi "ne haber?" ters ters baktım. Neredeyse aklım çıkmıştı.

Baştan aşağı inceledim, elinde ki kesik ve başında ki kabuk tutmak üzere olan yara dışında bir şey yoktu. Etrafa bakıp yere çöktü "gel yanıma." fısıldamıştı.

Belinden silahı çıkardı "adamlardan biri Süleymanı hastaneye kaldırdı. Diğer ikisinden kurtulmayı başardım. Kaçarken birini öldürdüm fakat biri elimden kaçtı. Sanırım arkadaşlarına haber vermiş. On kişi birden bizi arıyor."

İki tane adamı öldürmeyi becerememişti "senin peşinden gelenlere ne oldu?" ne diyecektim şimdi.

Omuz silktim "bi... Bilmem! İzimi  kaybettiler san...sanırım." kaşları çatılmıştı "sesin tamamen geri gelmeye başladı ha süper kahraman. Artık bol bol başımın etini yersin."

Birazdan kafası benimle kayalar arasında mekik dokuyacaktı!
"tamam gittiler kalk!" yavaşça kalktım ve yürümeye başladık "koşarak gücümüzü kaybetmeyelim. Yavaş yavaş ilerleyip, düzgün bir plan yapalım."

Elimi alnıma vurdum ve durdum. Geride kalan cesete doğru yürüdüğümü görünce durdurdu "nereye?" cesetin yanına geldim ve sırt üstü çevirdim.

Ceplerinde telefon arıyordum "aklıma gelmedi mi sanıyorsun?" telefon falan yoktu. Elini uzattı "kalk hadi. Adamlar gelmeden devam edelim." yerden destek alarak kalktım.

Karşıdan gelen bir grup adamı görünce "bu taraftan..." diyerek kolunu tuttum ve ters yöne koşmaya başladık. Adamların sesini duyuyordum "oradalar yakalayın hadi!" diye bağırdıklarında Faris bey öne geçti "daha hızlı Karahan daha hızlı."

'Korkunca dört nala koşmasını biliyor!' kahkaha attım. Göz ucuyla bana baktı "ne o iç sesin mi yine?" nefes nefese konuştum "yok. İç sesimle küsüz bu aralar. İstemediğim şeyler düşünüyor sürekli." hiç takılmadan konuşmuştum.

Yutkundu ve nefsini topladı "eskisi kadar konuşmuyorsun sanırım Karahan!" gülümsedim "daha yeni ısınmaya başladım."

Beş kişi önümüzü kestiğinde diğer tarafa döndük. Diğer beşi de arkadan gelmişti "çok yordunuz bizi! Cezasını çekeceksiniz." biri şu adamlara tüm suçun Faris beyde olduğunu söylemeliydi.

Bir saniye ben söyleyebilirdim "bütün suç onda. Beni salın!" Faris bey bana baktı "hah işte ben de ne zaman geri gelecek diyiyordum. Sesiyle birlikte gattar Karahan da geri geldi!"

"ben miyim gattar? Hayatını kurtarmak için kendimi riske attım."

"başıma kakacaktıysan yapmasaydın arkadaşım"

Ellerimi açtım "tabii hata bende. Ne güzel iğneyi yiyip gidecektiniz öte tarafa!"

"için rahat ederdi artık ben ölünce."

"benim içim hâlâ rahat ister ölün ister ölmeyin umrumda bile değilsiniz."

" yani sen benim çok umrumdaydın sanki!"

"tabii umurunuzdayım yok hikaye anlatayım yok dizime yat!"

İşaret parmağını bana uzattı "haa iyi ki dün geceyi hatırlattın. Çünkü ağzıma vurmanın hesabını vereceksin."

"sizin yüzünüzden dünden beri açım, şu an susuzluktan ölmek üzereyim siz önce bunun hesabını verin."

"görüşeceğiz Karahan. Okula dönünce seni disipline göndereceğim, öğretmene vurmak ve terbiyesizlik suçundan." cidden şu an konu bu muydu?

Tam ağzımı açacakken yine bir silah sesi duyuldu ve "dağılın!" diyen jandarmalar buraya doğru koşarken adamlar bizi bırakıp kaçmaya başlamıştı.

Faris bey yaklaştı "iyi misin?" gözlerimi devirdim "size ne?" sabır dilercesine başını yukarı kaldırdı "sesiyle birlikte karakteri de eskiye dönmek zorunda değildi!"

Kaşlarımı çattım "ne dediniz siz?" jandarmalar yanımıza geldi "iyi misiniz gençler?" genç derken? Evet ben genç ve güzeldim ama bu kartlaşmış adama genç demek için kör olmak gerekirdi.

"iyiz komutanım... Aileden kaynaklı meseleler." aileden kaynaklı mesele dediği şey neredeyse sonumuz oluyordu "araçlara gidelim sizi evinize bırakalım. Dinlendikten sonra yakınınızda bulunan bir karakola gidip ifade verin."

Cebinden bir kağıt ve kalem çıkardı "isimlerinizi alayım..." Faris bey önce kendi ismini söylemişti "Faris Çakarhan!" adam birden kafayı kaldırdı "Faris bey... Kusura bakmayın en başta tanıyamadım. Nasılsınız?"

Elini uzatmıştı. Tokalaştılar "iyim sağ olun." komutan diğerlerine dönüp bağırdı "çabuk aracı buraya getirin. Faris beyi evine bırakalım." demek nabza göre şerbet!

Araç geldiğinde yine yanyana oturmuştuk. Genelde öğrenci öğretmen ilişkisinde tek macera birlikte çözülen sorular olurdu fakat biz silahlı adamlardan kaçıyorduk.

Bakalım daha neler göreceğiz
------------------------------------------

Faris beyle önce karakola gidip ifade vermiştik. Şimdi de beni okula bırakıyordu "yemek saatine daha çok var." camdan dışarıya bakıyordum "şey mi yapsak?" başımı hızla çevirdim "ney mi?"

"yemek yemeye mi gitsek?" üstümüze başımıza baktım. Her yerimiz ıslak ıslaktı ve çamurdu "bu halde mi?" omuz silkti "boş ver kim görecek bizi!"

"gerçekten çok yorgunum beni okula götürün. Biraz uyuyup sonra yemeğe inerim." başını salladı "kusura bakma Efsar. Zaten kendi hayatının sorunları seni yeteri kadar etkiliyor bir de benim yüzümden ne hale geldin."

Yok öyle değil falan diyerek teselli etmemi beklemiyordu herhalde "lütfen bir daha olmasın. Ben canımı pazarda bulmadım." ceketinin cebinden defterimi ve kalemimi çıkarıp uzattı "bunları unutmuştun ben de senin için aldım."

Defteri aldım ve kalemi geri uzattım "artık iyi olduğuma göre buna ihtiyacım yok!" elimden aldı ve üzerine baktı "sana yalan söylemek istemiyorum bunun için iyileşince gerçeği söyleyeceğime söz vermiştim."

"ne gerçeği Faris bey?"

"e hocam dedin sabah. Yine mi geri döndük?"

"nefret ettiğim kelimeler listesinde o kelime de var lütfen ısrar etmeyin."

"bak sana söylediğim güzelim kelimesi sadece ağız alışkanlığı lütfen yanlış düşüncelere kapılma."

"neden kapılayım ki? Artık anlatacak mısınız?" kalemi tekrar cebine koydu "kalemi sana verirken anlattığım hikayem kesinlikle uydurmaydı. Kendini kötü ve yalnız hissetme diye yani ama kalemi babamın verdiği doğruydu!"

"bu mu yalan yani?" bunu yalan olarak kabul ediyorduysa benim ona söylediklerimi bir duysa asla affetmezdi  "biliyor musun bu kalem benim uğurlu kalemim ve yanımda olmadığı zaman şansımın yaver gitmediğini düşünüyorum."

"neden bana verdiniz öyleyse?"

"çünkü yeni bir uğur buldum kendime." araba durunca elim kapıya gitti, beni durdurdu "yorgunsun diye üstüne gelmek istemedim. Fakat yarın seninle konuşacaklarım var. Rehberlik saatinde Deniz beyden izin alıp seni yanıma çağıracağım haberin olsun. Tamam anlamında başımı salladım "dikkatli gidin eve olur mu?" o da başını salladı "sen de dikkat et kendine bir şeye ihtiyacın olursa ara!"

Arabadan inip, bahçeye doğru yürürken arabası uzaklaşmıştı bile. Arkamdan aniden gelen Mertle aklım çıkmıştı. Kafasına bir tane geçirdim ve "aptal!" diye bağırdım.

Konuştuğumu görünce elini ağzına kapattı. Gözleri dolmuştu "Efsar... Efsar annem sen konuşuyorsun. Şu an kendimi bebeği ilk kez konuşan bir anne gibi hissediyorum." kollarını açmış beni bekliyordu.

"o konuda hâlâ aynı fikirdeyim. Benden uzak dur!"

"seni görmeye gelmiştim. Arkadaşların yokluğun için endişelenince yanıma geldiler. Ben de saatine yerleştirdiğim takip cihazı sayesinde yerini jandarmaya bildirdim." omzuna vurdum "eyvallah Tekno! Dinlenmem gerek sonra konuşsak?.."

Cebinden iki tane çikolata çıkardı "bak burada ne var!" yüzüme bir gülümseme yayıldı. Çikolataları bana uzattı "teşekkür ederim."

Arkamı dönüp gitmek üzereyken beni durdurdu "Ahmeti öldürmek istiyorum!" kaşlarımı çattım ve ona taraf döndüm "ne?"

"odasında bulunan elektrik sistemine yerleştireceğim bir vericiyi lambanın anahtarına bağlayacağım. O lambayı yakmak için anahtara dokunduğu an elektrik enerjisi tek bir noktada birleşecek ve o da..."

"o da ne?"

"Yüksek voltajdaki enerji onu küle çevirecek. Üstelik suç üstümüze de kalmaz!" derin bir nefes aldım "bu nereden çıktı şimdi?"

"Sahra... Onu ve Emeli bir odaya kilitledi. Bu iş ne zaman biterse o zaman alabilecekmişiz bizimkileri."

Emelin ismini duyunca tüm sinir sistemim kıpraşmıştı "o kutuyu bu gece alacağız. Git ve el izi okuyan sistemi çökertmek için elinden geleni yap. Gece saat ikide görüşürüz!"

"bence öldürelim derim ve fikrimin arkasındayım. Böylece sen de Farisle düşman olmazsın." o ne alakaydı şimdi. İsterse düşman olsun. Beni öldürmediği sürece istediğini yapabilirdi.

Ben kaçıp gittikten sonra bulup öldürmesi de imkansızdı.
Yatakhaneye girdim ve odama çıktım. Yatağın üstüne fırlattığım üniformam yerinde duruyordu. Kaldırdım ve dolaba astım.

Gri bir eşofman, siyah bir tişört giyip yatağa uzandım. Sesim hâlâ yerinde mi diye kontrol etmek için "aa..." diye bir ses çıkardım. Sesimin çıktığını görünce gülümsemiştim.

Gözlerimi kapattım ve uykuya daldım.
...
Telefonum ısrarla çalıyordu. Yastığa gömdüğüm başımı kaldırdım ve telefona baktım "efendim..."

"Azrail kalk! Sistemi çökerttim. Kutuyu almaya gidiyoruz." heyecanla söyledikleriyle yataktan kalktım, uykum açılmıştı "sen... Sen de mi geliyorsun?"

"saçmalama! Geçen seferki gibi yapacağız. Kulaklığını ve silahını hazırla. Yakana kamera tak." telefonu kapatıp dolabı açtım. Üzerimdeki kıyafetler gayet rahat ve güzeldi.

Tabanca ve fenerimi alıp belime koydum. Kulaklığı takıp düğmesine basınca Mertin se yankılandı "tamam başlıyoruz Azrail." ceketimin düğmesinden aldığım kamerayı göğsüme taktım.

Kilitli olan kapıyı açtım ve karanlık koridorda yürümeye başladım. İleride belletmenlik yapan öğrtmeni görünce eğilip, yavaş yavaş yangın merdivenine ilerledim.

Güvenliklere ve korumalara görünmemeye çalışarak okulun arka tarafına gitmiştim. Birinci katta bir sınıfın camı bozuktu. Bunun için camları tek tek kontrol ettim.

Onuncu sınıflara geldiğimde bozuk olan camın burada olduğunu hatırladım ve ittim. Doğru hatırlamıştım. Pencereye tırmanıp, sınıfın içine atladım.

"aferin akıllı kız. Çabuk bodruma in çünkü en üstte bulunan güvenlik katları geziyor!" sınıftan çıktım ve bodruma inen merdivenlere doğru koştum.

Hızlı hızlı merdivenleri inip kazan dairesine giden kapağın önüne geldim. Mert kilidi açınca kapağı kaldırıp aşağı indim "geçen seferki gibi tekrar kilitliyorum Efsar!" yolu bildiğim için ilerlemem çok kolay oluyordu.

Feneri yakmıştım. Karşıda bana selam veren kemik ajanlara el salladım "merhaba ajan kardeşler bakın artık konuşuyorum." Mert öfkeyle bağırdı "işine baksana kızım. Yakalanacaksın şimdi!"

Mert sırayla kilitleri açıyordu ben de aşağı iniyordum. Gizli odanın kapısına gelince yine on beş dakika beklemem gerekmişti.

Elimi yüzüme koymuş kara kara düşünerek oturuyordum
Bu sefer hayal kurmak istemiyordum çünkü ne zaman böyle bir şey yapsam işim ters gidiyordu. Son kilidin de açılma sesi duyulunca heyecanla ayağa kalktım.

"biraz daha bekle Azrail herhangi bir tuzak var mı diye bakacağım. Geçen sefer yoktu ama... Şimdi ne olur bilemiyorum."

İhanet etmek üzereydim... İhanetten korkan bir adamı en büyük korkusuyla yüzleştirmek üzereydim. Umrumda mıydı? Değildi!
Sürekli bunu söylüyordum kendime. Madem umrumda değildi neden bu kadar çok düşünüyordum?

"Umrumda olsa ne olacaktı ki? Sanki beni s..."

Düşüncelerimi bölen Merte teşekkür ettim "gir içeri Efsar kapıyı açtım." ayağa kalktım ve kapıyı tutup vuvarlak kurpu çevirmeye başladım. Kapı açıldığında yere bıraktığım feneri aldım ve spot ışıkları açıldığı için kapattım.

Merdivenleri birer birer inerek orta taraftaki cam fanusa doğru yürüdüm.
"el izi okuyan cihazın yanına git ve güç düğmesini kapat."

Dediğini yaptım ve cihazın yanına gittim "eğil bak işte orada yeşil bir düğme." eğildim ve düğmeye bastım.
Başımı çevirdiğimde gördüğüm şeyle gözlerimi kocaman açtım.

Aynı şeyi Mert de görmüş olacak ki aynı anda bağırdık "piramit yok!"
Kim almış olabilirdi kim?
Belki de Şeref yerini değiştirmişti.

"bunu mu arıyorsunuz?" diyen kişiyi görünce Mert sinirle bağırdı "biliyordum bunda bir şeyler olduğunu biliyordum."

Elinde tuttuğu kutuya odaklanıp, onu öldürme hayalleri kurmaya başlamıştım bile.
------------------------------
Bölüm sonu!!!

Günün sorusu:
Efsar gizli odada kiminle karşılaştı?

Gelecek bölüm görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.
💙💙💙💙💙

Continue Reading

You'll Also Like

3M 199K 43
Runelya, geriye tek kişi kaldığı ailesinin büyük bir yalan üzerine kurulu olduğunu öğrenir. Dış dünyayla ilişkisini koparan ailesi öldüğünde, onları...
1.3M 78.3K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
22.2M 903K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...